• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

İçiyorsak Sebebi Var

aslann

Ülken İçin Yaşa Aşkın İçin Öl!
Özel üye

Derdin hep yanında ise şükret!
Derdin derman olduğu gibi aynı zamanda dosttur sana…
Ve hep acıları söyler.
Gecenin en demli anında gelir, çayıma ortak olur. Ve sorar:
- Nedendir gece gece bu kadar çay?
Çayımdan bir yudum alıp masaya bırakmamdan alır cevabını:
- İçiyorsak sebebi var dost…

Eminim kitabı okuyan her genç “Benim de bir derdim var ve içiyorsam sebebi var” diyecek.
O dert ki, bir davanın kimliği ve ebedi hayatın anahtarı…
Satır aralarında ilerledikçe iman gözlüğünü takıp kâinatı seyretmenin huzuruna varacak…
Ve Kur’an eczanesinden bu asrın manevi hastalıklarına şifalar sunan ‘kırmızı kitaplar’a aşkını tazeleyecek.
 

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
1.jpg

Umut etmek de parayla değil ya
Yaşamak işte
Kimi zaman bir bardak demli çayda
Kimi zaman bir dost sohbetinde
Kimi zaman ekmek arası umut içinde
 

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
Zaman uzaklaştırır herşeyi.
İnsanı insandan,
Gönlü gönülden eder....
Mesafe düşmüşse yüreklere
Ne elin varıyor yazmaya,
Ne de dilin varıyor
hal hatır sormaya..!!!
🍂
🥀
 

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
Nasıl yaşıyorsun? Ne yapıyorsun?" "Pek yaşıyorum sayılmaz. 'Yaşamak' sözüyle 'geçinmek' ya da 'çalışmak' gibi uzak meseleleri soruyorsan cevabı kolay...
 

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
3.jpg

Şimdi kendinize sıcak bir çay söyleyin ve çayın keyifli tarihsel yolculuğunda satırlarımıza eşlik edin. İçimizi ısıtan çayın tarihi milattan önce 3000 yıllarına ve uzak topraklara kadar uzanır. Bir Çin efsanesine göre Çin İmparatoru ve bitki bilimcisi Shen Nung bir akşam vakti hizmetçisi su kaynatırken kendisi de ağacın altında oturmaktadır ve ağaçtan bazı yapraklar dökülerek suyun içine düşer sonrasında su, kahverengi bir renge bürünür, ortaya çıkan bu yeni sıvı imparatorun ilgisini çeker ve sıvıyı içer. Bu efsanenin bir benzeri de Hindistan’da anlatılır. Hintlilere göre çayı içen ilk kişi Buda’dır. Buda uyku bastırdığında bir çay yaprağını çiğneyip yorgunluğunu giderir. Çağlar boyunca tadı da şekli de değişen çayın, 1200 yıllarda sağlık üzerindeki olumlu etkileri sebebiyle çok önemli olduğu bilinen bir gerçektir. Çinlilerden çayı ilk öğrenenler Japonlar olmuştur. O dönemde ve tabii günümüzde Japonlar için de çay çok kıymetli bir içecektir. Japon kaynaklarında çaya ilk kez 593 yılında rastlanır. Çayın yetiştirilmesi ise Japonya’da ancak 805 yılından sonra gerçekleşmiştir. Fakat sadece soyluların içebileceği bir ayrıcalığa sahiptir çay. Japonya’da halkın da çay içebileceği döneme gelişi ancak 17. yy’da mümkün olabilmiştir. Japon Zen rahibi Eisai, çayın en önemli zihinsel ve medikal ilaç olduğunu ve kişinin hayatını tamamlayıp zenginleştirdiğini söyler. 1300 ve 1400’lü yıllarda Japon ve Çin imparatorluklarında çay, askeri ve siyasi elitler arasında popülerleşir ve şatafatlı kutlamalarda egzotik bir içecek olarak servis edilir. O zamanlarda çay içimini daha keyifli hale getirecek gösterişli ortamlar yaratılır. 1500 yıllara gelindiğinde ise bugünkü uygulamalara benzeyen yöntemler geliştiril. Çayın tasavvufta da kullanıldığı, derviş muhabbetlerinin en önemli simgelerinden olduğu söylenmektedir. Dervişlerin çay içerek sohbet meclisleri gerçekleştirdikleri tarihe düşülen anekdotlardandır. İçimi, sunumu, atfedilen anlamı her ülkede farklılık gösterse de kelimenin etimolojisine bakıldığında çayın Çin’ceden geldiği anlaşılıyor. Çinin lehçelerinin değişimi dolayısıyla Avrupa’da, Ortadoğu’da ve Asya’da aynı sözcüğün farklı telaffuzlarına rastlıyoruz. Çinlilerin çai, Türklerin çay, Rusların cháy, Perslerin çây, Arapların şay, Yunanlıların tsa’-i, Japonların cha olarak yazdıkları ve aynı şekilde çay olarak ifade ettikleri sözcük, bazı batı dillerinde farklı bir isim alır. Portekizliler chá, Rumenler ceai, Çekler, Sırplar ve Hırvatlar cai derler çaya ama orjinaline sadık kalarak. İngilizler ve Macarlar tea, Fransızlar thé, Ispanyollar té, Almanlar ve Finliler tee, Hollandalılar thee, Danimarkalılar ve İsveçliler te, Yahudiler ise teh demektedirler çaya. Türklerin çayla tanışması ise Hunlar dönemine kadar gidiyor ancak bugünkü kullanımıyla değil o dönemde daha çok ilaç olarak kullanılıyor. Tarihsel kaynaklara göre Oğuzların güneye göçüyle çayın önce İran’a oradan Anadolu’ya girdiği anlaşılıyor. Ancak o dönemlerde belli yerlerde ve az kullanılıyor. Kazan Tatar Türklerinden Abdül Kayyum Nasiri bir eserinde Türklerin çayla tanışmasını anlatır. Nasıri’ye göre çayı ilk içen Türk 12. Yy’da yaşayan hoca Ahmet Yesevi’dir. Bir komşusunu ziyarete giden Yesevi çayı ilk orada içmiş ve yorgunluğunu giderdiğini söylerek, komşularına hastalara da o sıvıdan içirmeleri gerektiğini söyler. Osmanlıya 19. yy’ın sonlarında gelen çay İstanbul’da bazı dükkanların az miktardaki çay ithaliyle bilinmeye başlanır. Osmanlı kaynaklarına göre Evliya Çelebi’nin gümrükhanede devletlilere çay verilirdi diye anlattığı bilinir. 19 yy’dan önce 15 ve 16 yy’larda İstanbul’da çayın özel bir kullanımı olduğu, konaklarda özel misafirlere ikram edildiği bilinir. Çayın konaklardan sokaklara yaygınlaşmasına çayhaneler kurulması öncülük eder. Kahvaltıyla kullanımıyla beraber çayın popülaritesi artmaya başlar. Osmanlı’da ilk dönemlerde çayın fincanla içildiği, çayhaneler aracılığıyla gündelik yaşama girmesiyle bugün kullandığımız ince belli bardaklarda içilmeye başlanır. 1853-55 Kırım harbinde İngiliz ve Fransız askerleri İstanbul’a yerleşir ve gündelik alışkanlıklarını da beraberinde getirmiş olurla. İşte bu alışkanlıklardan biri çay olunca Osmanlı duruma el atar ve Sultan 2. Abdülhamit zamanında 1894 yılında çay ekimi için teşebbüse geçilir. Devlet eliyle çay tarımı yapılmaya karar verilir ve ilk tohumlar Bursa’da ekilir. Çin’den getirilen ve Bursa’da ekilen tohumlar ekolojik koşulların uygunsuzluğu dolayısıyla olumlu sonuç vermez. Öte yandan Başbakanlık Osmanlı arşivlerinde ise ilk çay tohumlarının Japonya’dan getirildiği yazmaktadır. Bu girişim başarısızlıkla sonuçlanınca imparatorluğun dört bir tarafında çay yetiştirilmesi için faaliyete geçilir. İkinci Abdülhamid çayın üretimine önem verip, konuyla ilgili her türlü gelişmeyi yakından takip eder. 1896’da Buharalı Yusuf Trabzon’da yetişen çay yapraklarını henüz genç filizler halinde iken ağaçtan toplayarak işler ve beyaz çay elde eder. Bu çaylardan padişaha da hediye eder. Bundan memnun olan İkinci Abdülhamid, Trabzon ve çevresinde çay ekimini teşvik eder. Her yudumunda tarih her yaprağında bereket olan çayın Anadolu da boy göstermesi ve yaygın olarak kullanılmaya başlanması için uzun zaman geçmesi gerekmiştir. 1918 Halkalı Yüksek Ziraat Okulu hocalarından Ali Rıza Erten, 1. Dünya Savaşı’nın ardından da Ziraat Genel Müdürü Zihni Derin, Doğu Karadeniz’e gönderilir. Erten’in “çay yetiştirmeye uygundur” raporunun ardından, Zihni Derin’in Rize’de ki çalışmaları 1923 de ilk çay fidanlığının kurulmasıyla sonuçlanır. 1924 de Zihni Derin’in çabaları sonucu bölgede çay yetiştiriciliğini desteklemeye yönelik kanun teklifi hazırlanır ve meclise sunulur ancak dönemin olumsuz ekonomik koşulları bu girişimi engeller. 1935 yılında yurt gezisine çıkan Başbakan İsmet İnönü Rize’ye geldiğinde burada başlatılan ve yarım kalan girişimi görür. Konuya önem veren İnönü Ankara Ziraaat Fakültesi’nden bir heyeti bölgeye gönderir. Bu çalışmaların ardından 1938’de Rize Çay ve Fidanlıklar Müdürlüğü yeniden faaliyete geçer. Tüm bu çalışmalar sonucu Türkiye’de ilk kez büyük çaplı kuru çay üretimine başlanmıştır. İlk üretimin gerçekleşmesinden sonra çay halka tanıtılmaya başlanır. Rize’deki çay ocaklarında ücretsiz çay dağıtılır. Tanıtım çalışmalarının olumlu sonuç vermesiyle Türk halkı yerli çay üretimi ve tüketimine yönelir. Rize’deki çay fabrikası için gerekli olan makinalar 2. Dünya savaşı nedeniyle alınamaz. 1940 yılında İngiltere’ye sipariş edilen makineler 1946 yılında Türkiye’ye ulaşır. 1947 yılında da Rize’de ilk çay fabrikası açılır. Çay üretiminden kazanılan para Doğu Karadeniz’deki ekonomik canlılığı arttırır. 1965 yılına gelindiğindeyse kuru çay üretimi iç tüketimi karşılar hale gelir. Bugün ise Türkiye yaklaşık 25 ülkeye kuru çay ithal eden bir ülkedir. Çayı Avrupa’ya ilk sokanlar Hollandalılar olmuştur. İlk zamanlarda çay, Avrupa’ya deniz yoluyla gelir. Fakat, deniz havasının çayı bozduğu söylentisi, tiryakilerin kara yolundan kervanlarla gelen çayı tercih etmesine neden olur. Bu çay ise transit olarak Rusya üzerinden gelir ve Rusya’da büyük bir çay ticareti başlar. Böylelikle Rusya’da da çay içmek yaygınlaşır. Ayrıca Ruslar, çayın ayrılması, harmanlanması konusunda uzmanlaşır. Dünyada İngilizlerden sonra en çok çay tüketimi ülkemizde görülmektedir. Üstelik demlik ve çaydanlığın bir arada kullanılması fikri de ilk bizim topraklarımızdan çıkmıştır. Çayın farklı ülkelerdeki macerası o ülke kültürlerinin etkileşiminde de rol oynar kuşkusuz. Buna örnek olarak Rusça’ da “kendi kendine kaynayan” anlamına gelen “semafor” bizim dilimize semaver olarak geçmiştir ya da “paşa çayı” dediğimiz lezzetin Rusça’da “general çayı” olarak adlandırılan kıvamdan geldiğini söyleyebiliriz. Asıl şöhretini tadından alan çayın içiminin sağladığı hazzın yanı sıra sinirleri yatıştırıcı etkisi, içinde bulunan mineraller nedeniyle kemik ve diş sağlığına faydalı olması, neredeyse hiç karbonhidrat, protein ve yağ içermemesi, antioksidan özelliğe sahip olması, kötü kolesterol düzeyini azaltması gibi sayısız faydasının da olduğunu da bilmek gerekir. Doğanın en güzel mucizelerinden birine bol miktarda sahip olduğumuz ülkemizde çay, Türk yaşam tarzı ve kültürünün ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Sözün özü kahvaltı sofralarımızın, gün içindeki molalarımızın, akşam sohbetlerimizin vazgeçilmez tadı çayın kısa hikayesi böyle. Her ülkede ve kültürde farklı biçimlerde tüketildiğini görsek de bir bardak çayın bir dostluğun başlangıcı olduğunu, sıcak bir merhabanın yerini tuttuğunu ve sohbetleri ısıttığını sadece ülkemizde görebiliriz.
 

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
"İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı" demiş cânım Orhan Veli...
Ben de kapatıyorum gözlerimi.
Ve dinliyorum.
Eminönü Sahilinde martıların sesini, Haydarpaşa Garı'nda trenlerin düdüğünü.
Ne ayrılıklara ne
kavuşmalara sahne olmuştur burası şimdi.
 
Top