Hristiyanlık’ta ve Hristiyan Avrupa’da Kadın

kAşİf

Düşünmek lazım..
Özel üye
Avrupa’da kadın, ahlâkî çöküntünün, toplumsal bozuklukların, fesat ve fitnenin, hatta dünyadaki tüm musibet ve belâlann kaynağı olarak kabul edildi. Hristiyan din adamları kadını, şeytanın en kuvvetli silahı, cehennemin kapısı, erkeği günaha sürükleyen lânetli mahlûk olarak tanıtıyorlardı. Onlara göre kadın, bizzat var oluşuyla utanılacak bir yaratıktı. Bu nedenle, onun cezalandırılması gerekiyordu.
İlk hristiyan önderlerinden Tertullian, kadınlarla ilgili olarak şöyle diyordu:
“Kadın; insanın kalbine şeytanın girmesini temin etmek için bir kapıdır. O, erkeği, Allah (cc)’ın yaklaşılmasını yasak ettiği ağaçtan yemeye sürükleyen varlıktır. Böylece İlahî kanunu bozmuş, erkeği aldatmıştır.”
Hristiyan dünyasının meşhurlarından Aziz Chrysostem de kadınla ilgili şöyle demektedir:
“Kadın; kaçınılması imkânsız bir kötülük kaynağı, vesvese yatağı, hoşa giden bir belâ, bir iç tehlike, gönülleri avlayan güzel bir eşkıya, süslü püslü bir
musibettir.”
Yine hıristiyan kaynaklı bir nazariyeye göre, kadınla erkek arasındaki cinsel ilişki, evlilik yoluyla olsa dahi bir pislik ve murdarlıktır.
Hıristiyanlar arasında bu inanç iyice yayıldığında, onlar, kadının ve dolayısıyla da evliliğin iğrenç bir şey olduğuna hükmettiler. Zira kadın, tabiatı itibarıyla kötüydü ve uzak durulması gereken bir varlıktı.
Rahiplere mahsus bu bakış açışı, Yeni Eflatunculuk’un Avrupa’daki etkileri neticesinde yerleşti. Böylece, evlenmemek, ahlâkın en üstün prensibi haline geldi. Bu düşünceye göre, evlenmek, evlilik hayatını sürdürmek, aile kurmak, alçaklık ve ahlâksızlıktı.
Dinî otoriteler, bu görüşü sağlamlaştırmak için kanunlar hazırla maya başladı. Buna göre, kilise mensuplan, hayatında kadınla hiç temas kurmamış erkekler arasından seçilecekti. Eğer bunlar arasında hâlihazırda evli olanlar varsa, bundan böyle bunlar, eşleriyle açık alanlarda herkesin gözü önünde bir araya gelip konuşacak, bu esnada yanlarında da iki şahit bulunacaktı.
Batılı milletler Hristiyanlık’a girdiklerinde, onlar da din adamlarının kadına bakışından önemli ölçüde etkilendiler. Bu sebepledir ki Fransızlar, miladî 586’da bir konferans düzenleyerek, “kadının insan olup olmadığı” konusunu tartıştılar. Neticede, “kadının, sırf erkeğe hizmet için yaratılmış bir insan” olduğuna karar verdiler.
Avrupa’ya insan haklarını getiren meşhur Fransız Devrimi, insanın kölelikten ve horlanmaktan kurtulduğunu ilan etti. Fakat dikkat çekici olanı şudur ki, kadınlar buna dâhil edilmemişti. Kadınların henüz hiçbir hakkı yoktu. Fransız medenî yasası, evli olmayan kadınların, velisinden izin almadan sözleşme yapma ehliyetine sahip olmadıklarını belirtiyordu. Bu kanun 1938 yılma kadar yürürlükte kaldı.
V. asırdan XI. asra kadar İngiltere’de kocalar dilediklerinde karılarını satabilirlerdi. Bu uygulama, 1805 yılma kadar devam etti. O zaman kadına biçilen fiat, yasaya göre 6 bens (yarım şilin) idi. İngiltere’de kadın murdar bir mahlûk sayıldığından Incil’e el süremezdi. Bu durum, ancak kral VIII. Henry (1509- 1547) devrinde parlamentodan çıkan bir kararla sona erdirildi. Bu karara göre, kadınlar artık İncil okuyabileceklerdi…
Hristiyanlarm kadına bu şekilde bakmaları, ailevî bağları kopardı; yalnızca karı-koca ilişkilerini değil, ana ile evlat arasındaki münasebetleri de zedeledi.
Ortaçağ boyunca, Batılı milletler kadını horlamaya ve haklarından mahrum etmeye devam ettiler.
Günümüz Avrupa’sının medenî kanunlarında görülen ve akla sığmayan garabetler, hep Ortaçağ Hıristiyanlığının tesirinden ileri gelmektedir.
 
Top