Halk Şiirinde Nazım Biçimleri

Suskun

V.I.P
V.I.P
HALK ŞİİRİNDE NAZIM BİÇİMLERİ​

Halk şiirinde ,mani ve koşma tipi olmak üzere iki ana biçim vardır.Diğer biçimler, bu iki ana biçimden çıkmıştır.Halk şiirinde, dizelerin kümelenişi, dizelerin hece sayısı ve uyak düzenine biçim adı verilir.
Halk şiirinde bazı türlerde dize sayısı üçe inmekte veya dörtten çok olmaktadır. Fakat, bu durum halk şiirinin dörtlüklerden oluştuğu ilkesine ters düşmez. Türü belirleyen, onun ezgisi olduğu için, halk şiirinde belirli kurallara bağlı nazım biçimlerinden çok, belirli ezgilere bağlı türler vardır. Halk şiirinde nazım biçimlerinin sayısı çok azdır. Bazıları, çok az farklılıkla birbirinin içinden çıkmıştır.Mesela,türkü ve varsağı nazım şekilleri koşmadan doğmuştur. Halk şiirindeki başlıca nazım biçimleri ise şunlardır:
1-Mani
2-Türkü
3-Koşma
4-Destan
5-Semai
6-Varsağı
Bunlardan mani ve türkü anonim halk edebiyatının, diğerleri ise aşık edebiyatının nazım şekilleridir.


MANİ
Türk halk şiirinin en küçük nazım şeklidir. Mani kelimesinin kökü ve kaynağı hakkında çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Ahmet Vefik Paşa“Lehçe-i Osmani” adlı eserinde “ mani, maani, usulsüz, darpsız, elhan ile teganni olunan vezinsiz, manasız güfte” şeklinde tanımlar. Niyazi Eset ,“Mukayeseli Maniler” adlı kitabında mani kelimesinin adam, soy sop anlamına gelen “ man ” kelimesine “ i ” nispet eki getirilerek insani, beşeri anlamlarına gelen bir kelime olduğunu söyler. Fuat Köprülü ve Veled Çelebi ise, mani kelimesinin Arapça “mana” dan bozulduğunu ileri sürerler. Bütün bu görüşler, mani kelimesinin kökeni konusunda kesin bir bilgi vermemekle birlikte, Arapça ma’na kelimesinden geldiği fikrine ağırlık kazandırmaktadır.
Maninin çeşitli kaynaklarda şu şekilde tanımı yapılmaktadır:
“Türk Halkı Edebiyatı’nda yarayıcısı adsız halk sanatçıları olan, dörtlük şeklindeki şiir türü.”“Genellikle birinci, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklı olan, daha çok hecenin yedili ölçüsüyle söylenen halk şiiri.”“Man, Sözlü Halk Edebiyatı ürünlerindendir. Dört dizeden oluşan nazım şeklidir.”
Mani çok geniş bir coğrafi alana yayılmıştır. Türkiye sınırları içinde Denizli’de mana, Urfa’da kadınlar arasında me’ani, erkekler arasında hoyrat (veya horyat), Doğu Karadeniz bölgesinde ise karşı-beri kavramları kullanılmaktadır. Karşı-beri’lerde karşılıklı olarak ve sıra ile kişiler iki dize söylerler; ikinci dizeler kendi arasında kafiyelidir. Türkiye dışında Azerbaycan’da hayatı, Irak’taki Türkler arasında hoyrat, Kazan ve Kırgız Türkleri arasında aytipa, kayım öleng veya ülenek, Tatarlar arasında çinik, cinig, cink, şın, Kırım Tatarlarında mane, Özbek Türkleri arasında koşuk, aşula kelimeleri kullanılmaktadır.

Mani yerine kullanılan diğer sözcükler ise şunlardır:
1-Acem Manisi:
Bu sözü Evliya Çelebi kullanmıştır. Acem Sözü Azeri anlamda kullanılmıştır.
2-Akışta: Kars yöresinde zincirleme mani metinlerinin eklenmesiyle oluşan şekillere bu ad verilir.
3-Ala Gözlüm-Kömür Gözlüm: Eğin yöresinde 11 heceli düz manilere bu ad verilir.
4-Arandak-Aşule: Saadettin Nüzhet Ergun, islamiyetten önce maninin bu adlarla adlandırıldığını belirtir.
5-Bayatı: Doğu Anadolu yöresinde kullanılır ve Türk boylarından türemiştir.
6-Berete: Halay çekilirken karşılıklı söylenen mani yapılı türkülerdir.
7-Cır: Kırım Türkleri arasında kullanılır.
8-Döndürme: Doğu Anadolu’nun bazı yörelerinde kullanılır.
9-Dörtleme: Mani dört dizeden oluştuğu için bu ad da verilir.
10-Peşrevi: Kars yöresinde halk hikayelerinin türkü bentleri arasına sıkıştırılan manilere bu ad verilir.
11-Şın: Gagavuz Türkleri arasında kullanılır.
Mani halkın ortak malı olduğu için yaratıcısı belli değildir. Maniyi genelde kadınlar söyler. Karşılıklı manilerde kadınlarla erkekler karşılıklı da söyleyebilirler. Aşıklar, maniciliği meslek edinmemişler ara sıra, gerektikçe mani söylemişlerdir. Mani söyleyene manici; mani söylemeye de mani yakmak, mani düzmek, mani atmak denir.
Mani, anonim halk şiirinin en yaygın şeklidir. 7 heceli, dört dizelidir. Uyak düzeninin diğer şekillere uymaması ve tek dörtlükten oluşması en belirgin özelliğidir.
Rubailerin bu nazım şeklinden ortaya çıktığı ve 14.-15. yüzyılda görülen “tuyuğ” nazım şeklinin de mani etkisiyle oluştuğu sanılmaktadır.

Uyak düzeni ise; birinci, ikinci ve dördüncü dizeler birbiriyle uyaklı, üçüncü dize serbest şekildedir (a a x a). Birinci ve üçüncü dizeleri serbest, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklı maniler de vardır ( x a x a). Manilerde asıl anlam üçüncü ve dördüncü dizeler üzerindedir. İlk iki dize ise, asıl anlamı veren son iki dizeye bir hazırlık yapılmasını sağlayan, somut nesneler, genellikle doğa ile ilgili görüntüler, manicinin çevre ile ilgili gözlemlerini v.b. anlatan doldurma dizelerdir. İlk iki dize, maninin bütünlüğü içerisinde herhangi bir anlam tamamlamaz, ancak bazen bu anlam bütünlüğüne, katkıda bulunabilir. İlk iki dize, çeşitli manilerde değiştirilebildiği halde üçüncü ve anlamın bütün yükünü üzerinde toplayan dördüncü dize hemen hemen hiç değiştirilemez.
Maniler sadece dörtlüklerden oluşmaz, 7 heceli manilerin dışında kesik mani, artık mani, deyiş adı verilen manilerde vardır. Bunlarda dize sayıları 14’e kadar çıkabilir. Dize sayısı 4’ten fazla olan manilerde hece sayısı ilk dizede 7’den azdır. Uyak düzeni ise a x a x a şeklindedir. 6 ve 6’dan fazla dizeye sahip manilerin uyak düzeni ise; aa x a x a ... şeklindedir.

YAPILARINA GÖRE MANİLER
Yapılarına göre başlıca dört tip mani vardır. Bunlar; düz mani, kesik mani, artık mani ve deyiş adı verilen manilerdir.
1-Düz Mani: Dört dizeden oluşan, yedi heceli, kafiye düzeni a a x a olan ve kafiyeleri genellikle cinassız olan manilerdir. Bunlara “tam mani”de denir.
ÖRNEKLER
Bahçelerde saz olur
Gül açılır yaz olur
Ben yarime gül demem
Gülün ömrü az olur
Uzaklar seçilmiyor
Gönüldür geçilmiyor
Gönül bir top ibrişim
Dolaşmış açılmıyor

2-Kesik Mani: Birinci dizenin hece sayısı yediden az olan, uyakları cinaslı olduğu için “cinaslı mani” de denilen manilerdir. Birinci dizedeki sözcük cinaslı uyağı oluşturur. İlk dizedeki sözcük ya da söz öbeği düşünceye giriş ve uyağa başlangıç niteliğini taşır. Maninin yapısında ve anlamında bir aksaklığa yol açmaz. Kesik manilerde anlam birimi beyit üzerinde toplanmıştır. Her beyitin kendi içerisinde bir anlamı vardır. Aradan bir beyit çıkarılsa dahi maninin anlamında ve yapısında bir bozukluk olmaz.
Kesik maniler, kesik dizeler de hesaba katılarak en az 4 en çok 18 dizedir. Bu tür manilerin kafiye şeması iki türlüdür: a a x a x a x a ...
a x a x a x a x ...
ÖRNEKLER
Ak sadeler
Giyinir ak sadeler
Gözlerimin yaşları
Mermere aksa deler

Yara sızlar
Ok değmiş yara sızlar
Yaralının halinden
Ne bilsin yarasızlar

3-Artık Mani:
4 dizeli düz maninin sonuna, aynı uyakta başka dizeler eklenerek söylenen manilerdir.Yedekli mani de denilen artık manileri ,kesik manilerle karıştırmamak gerekir; kesik manilerde cinaslı uyağın kullanılmasına karşılık artık manilerde cinaslı uyak kullanılmaz. Eklenen dizeler ya dört dizelik genel maninin anlamını pekiştirir ya da kendi içinde bir anlam bütünlüğü oluşturur. Kafiye şeması ise şu şekillerde olabilir:
aaxaxa ya da axaxax.

ÖRNEKLER
İlkbahara yaz derler
Şirin söze naz derler
Kime derdim söylesem
Bu dert sana az derler
Kendin ettin kendine
Yana yana gez derler

4-Deyiş: İki kişinin karşılıklı olarak söyledikleri manilere deyiş adı verilir. Bu tür manilere “Karşılıklı mani” de denir. Sorulu cevaplı şekilde düzenlenir. Bazen maninin kimin tarafından söylendiği de belirtilir. Bu maniler genelde kızlar arasında, delikanlı-kız, ana-oğul, baba-oğul arasında söylenir. Bazı deyişler soru cevap şeklinde değil de belirli bir konu üzerine söylenir. Bu tür manilerde, genellikle konu ile ilgili bir sözcük ya da söz öbeği her manide tekrarlanır.
ÖRNEKLER
Kadın- Altınım alma beni
Dillere salma beni
Götür sarrafa göster
Kalp isem alma beni
Erkek- Altınsın aldım seni
Dillere salmam seni
Sarraf seni neylesin
Beğendim aldım seni
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
TÜRKÜ
Türkü, anonim halk şiirinin kendine özgü bir ezgiyle söylenen,kavuştaklı bir nazım şekli ve türüdür.Türkü, ezgisiyle diğer türlerden ayrılır. Daha önce mani veya koşma tipiyle söylenen bir nazım, türkü ezgisiyle söylenirse türkü olur.
Hikmet Dizdaroğlu, Halk Şiirinde Türler adlı makalesinde, türkü kavramının kaynağının Türk sözcüğü olduğunu, bu sözcüğün sonuna nispet eki getirilerek Türki şeklinin elde edildiğini, bu sözcüğün zamanla türkü şekline döndüğünü söylemekte, A. K. Tecer’in bu konuda biraz daha fazla aydınlatıcı bilgi verdiğini, varsağı, türkmani gibi türkününde eski yıllardan doğmakla beraber, yabancı kültürlerle karşılaşılan bölgelerde (Irak,Suriye,Mısır...) ona verilmiş bir isim olabileceğini de ilave etmektedir.
Türkü bentleri, yapı ve sözleri açısından iki bölümden oluşur.İlk bölümde türkünün asıl sözleri bulunur.Bu bölüme bent adı verilir.İkinci bölüm ise her bendin sonunda yinelenen nakarattır; bu bölümede bağlama veya kavuştak adı verilir.Bentler ve kavuştaklar, kendi aralarında kafiyelenirler. Türküler, hece ölçüsünün bütün kalıplarıyla söylenebilir; ancak genellikle yedili, sekizli ve on birli hece ölçüsü kullanılmıştır. Türkülerin konuları arasına aşk duyguları,günlük olaylardan etkilenmeler, savaşlardaki kahramanlıklar v. b. girmektedir. Başlangıçta bir kişinin yaratmasıyla ortaya çıkan türküler, bir süre sonra yeni eklenmelerle anonimleşir ve toplumun malı olur. Halk arasında geçen herhangi bir olay, türkünün yıkılmasına sebeb olabilir. Türküler, yaratıldıkları anda bestelenir ve çeşitli yollardan yurdun her köşesine yayılır.Türkü, bölgelerde türlü biçimlere girer; bazı dizeler düşer yerlerine yenileri eklenir.

ÖRNEKLER
Söğüdün yaprağı narindir narin
İçerim yanıyor dışarım serin
Zeynebi bu hafta ettiler gelin

Zeynebim Zeynebim anlı Zeynebim
Üç köyün içinde şanlı Zeynebim

Zeynep bu güzellik varmı soyunda
Elvan elvan güller kokar koynunda
Arife gününde bayram ayında

Zeynebim Zeynebim anlı Zeynebim
Üç köyün içinde şanlı Zeynebim
Zeynebe yaptırdım altından tarak
Tara da zülfünü gerdana bırak
Görüşmek isterim yollarım ırak

Zeynebim Zeynebim anlı Zeynebim
Üç köyün içinde şanlı Zeynebim

Zeynebin adı var alı neylesin
Al yanak üstüne şalı neylesin
Bu yosmalık dururken malı neylesin

Zeynebim Zeynebim anlı Zeynebim
Üç köyün içinde şanlı Zeynebim


KOŞMA
Aşık edebiyatının en çok kullanılan nazım şekillerinden biridir. Köken olarak koş- mastarının türevidir. Hikmet Dizdaroğlu, koşma kelimesinin kökü olan koş- fiilini “Halk Şiirinde Türler” adlı esrinde zam ve ilave etmek, güfteye beste ilavesi şeklinde açıklamaktadır. R. Rahmeti Arat ise,koşma sözcüğünün koş- kökünden türediğini,başlangıçta “nazmetmek, nazım” anlamlarında kullanıldığını, sonradan kelimenin anlamının sınırlandırıldığını söyler ve düşüncesini şu örneklerle geliştirir:
...ança munça yiğip koştum “şöyle böyle toplayıp, nazmettim”
...kitabnı koşuban tükel kılganı “o, kitabını nazma çekip, tamamlamış.”
Koşma, hecenin 11’li kalıbıyla yazılan ve söylenen, saz eşliğinde okunan, belirli bir uyak düzenine sahip, sevgi,ayrılık, doğa konularını işleyen bir doğa şiiridir.
Bazen, 11’li kalıbın dışındaki şiirlerede koşma denir. Bunun sebebi, bu şiirlerin koşma ezgisiyle söylenmiş olmasıdır. Aşık edebiyatında koşma, bir nazım şekli olmasının yanı sıra bir ezgininde adıdır. (11 heceli kalıptan başka kalıplarla söylenmiş şiirlere de koşma ezgisiyle söylendiği zaman koşma adının verilmesi bu yüzdendir.)
Koşma, dörtlüklerden oluşur, en az üç dörtlükten oluşur. Dörtlük sayısı 3 ile 5 arasında değişir. Dörtlük sayısı beşten fazla olan koşmalara da rastlanır.
Koşmaların ilk dörtlüklerinde kafiyeleniş açısından değişiklikler görülür, bu nedenle üç ayrı kafiye şeması vardır:
-----a -----a -----x
-----a -----b -----b
-----a -----a -----y
-----b -----b -----b

-----c -----c -----c
-----c -----c -----c
-----c -----c -----c
-----b -----b -----b
Koşmalarda ilk dörtlüğün 2. ve 4. dizeleriyle, sonraki dörtlüklerin 4. dizelerine bağlama adı verilir. Bu dizelerin tekrar (nakarat) edildiği de görülür. Koşmanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler.
Koşmalar, 7’li ve 8’li kalıpla da kurulabilir. Bunlara koşma adının verilmesi ezgisinden dolayıdır.
Genelde lirik konuları işleyen koşmalar, aşk duygularını, üzüntüleri, acıları, sevgiliye kavuşma isteğini, ayrılıktan yakınmayı, doğayla ilgili türlü duygu ve düşünceleri işlerler. Ata sözleriyle süslenmiş, öğüt veren, kaderden, talihten yakınan konularda yazılmış koşmalar da vardır. Koşmalar, konularına göre, dört ayrı gruba ayrılırlar.
KOŞMA
Dinleyin bir güzeli meth edeyim
Yiğide nisbetle yürüyüşlünün
Can feda ederim böyle sunaya
Bin türlü naz ile salınışlının

Kadife şalvarlı tül libaslının
Güvercin topuklu sarı mestlinin
Elleri kınalı kumru neslinin
Zülüfü gerdana tarayışlının

Entari geyinmiş Freng irengi
Yanaklar kırmızı elma irengi
Saçları topuklu eyliyor cengi
Bir hüma bakışlı on dört yaşlının

Karac’oğlan der ki:Güzelin huyu
Hezeren çubuğuna benziyor boyu
Ab-ı kevser gibi lebinin suyu
Peynirdir dilleri inci dişlinin
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
DESTAN
Türk edebiyatının çeşitli dönemlerinde “destan”sözcüğü birbirinden az çok farklılık gösteren anlatı türleri için kullanılmıştır.
Destan, kelime olarak dilimize Farsça’dan geçmiştir.Türkçe Sözlük’te; “1-Tarih öncesi tanrı, tanrıça, yarı tanrı ve kahramanlarla ilgili olağan üstü olayları konu alan şiir, epope.” “2-Bir kahramanlık hikayesini veya bir olayı anlatan koşma şeklinde, ölçüsü11’li hece şeklinde olan halk şiiri şeklinde tanımlanır.”
Destanla ilgili değişik tanımları şu şekilde sıralayabiliriz:
“Türk Halk edebiyatında, koşmayı andıran; ancak dörtlük sayısı konuya göre oldukça artabilen tür.” “Türk Halk edebiyatında yankı uyandıran savaş, kıtlık deprem v.b. olayları veya bazı güldürücü konuları hece ölçüsünde ve koşma nazım şekline uygun olarak işleyen, dörtlük sayısı konuya göre istenildiği kadar artabilen şiir türü şeklinde değerlendirebiliriz.”
“Aşıkların en çok 11, bazan da 7 ya da 8’li hece ölçüsüyle söylediği, uyak yönünden koşmaya benzeyen;ama dörtlük sayısı ve anlamıyla koşmadan farklı, kendine özgü gelenekselleşmiş konular yanında türlü olaylardan söz eden şiirlere destan adı verilir.”
Destanın batı dillerindeki karşılığı ise legende ve epope’dir. Türkçe de efsane anlamıyla kullanılan legende, Latince kökenlidir. Anlamı ise“ermişlerin yaşam öyküsü”geleneksel halk hikayesi, fabl, mit masalı tarihtir. Yunancadan gelen epope ise “destan, kahramanlıklar, kahramanlıklar zinciri” grçek ve gerçeküstülüklerin karışık olduğu uzun şiir, amacı büyük tarihsel olayları ve kahramanlıkları anlatmak olan tarih anlamındadır.
Türk halk edebiyatında kullanılan destan terimi legende ve epope anlamlarını içerdiği gibi, aşıklık geleneğinin yaşatmış olduğu türlerden birinin de adıdır. Zaten, bu çalışmanın asıl konusu da, aşıklık geleneğindeki destan türü oluşturmaktadır.
Destan, toplumu yakından ilgilendiren savaş, ayaklanma, eşkıyalık, kıtlık, deprem, yangın, bulaşıcı hastalık salgını v. b. çeşitli olaylar, toplumsal yergi ve eleştiriler, öğütler; cimrilik, dalkavukluk, korkaklık v. b. gülünç olaylar; züğürtlük, mirasyedilik, çapkınlık v. b. acı yada gülünç hayat olayları; pire, tahta kurusu, boz öküz, uyuz v. b. şeylerle ilgili komik olaylar üzerine oluşturulur.

DESTANLARIN BİÇİMSEL ÖZELLİKLERİ
Ölçü:

Halk şiirinin diğer türleri gibi destanlar da hece ölçüsüyle söylenirler.P.Naili Boratav’a göre “...destanlarda ölçü genellikle 11’lidir.Konuları ile destanlara yaklaşan 8’li şiirlere de seyrek olarak rastlanır.”Ancak kaynaklar, destanın genel olarak 8’li ve 11’li hece ölçüsüyle yazılıp, söylenildiğini kabul ederler.

DÖRTLÜK SAYISI
Genel olarak dörder dizelik bentlerden oluşur.”Destanlar için dörtlük sayıları bakımından bir sınırlandırma yoktur. Genellikle kendisine en çok benzeyen koşmadan, dörtlük sayısının fazlalığı yönünden ayrılırlar.”Dörtlük sayısı Meydan Larousse’de “4 ila 121” arasında kabul edilirken, P.Naili Boratav, daha yuvarlak bir rakam vererek “8-10 ila 100 bent”arasında olduğunu kabul etmiştir.Başka kaynaklarda ise bu sayının “150’yi”bulabileceği belirtilmektedir.
Fuat Özdemir ise, destanların dörtlük sayıları konusunda birbirine yakın sayıların (5-7) verilemeyeceğini belirtmiştir. Çünkü”destanın asıl amacı, bir olayı anlatmak olduğu için, konunun destanlardaki dörtlük sayısını çoğaltıp, azaltmaktaki payı büyüktür. Toplumu çok derinden etkileyen bir olayı anlatıyorsa, destanların dörtlük sayılarında çoğunlukla bir artış söz konusudur. Örneğin savaş, kıtlık, doğal yıkım gibi toplumun büyük kesimlerini etkileyen olaylardan kaynaklanan destanlar, genellikle uzundurlar.”
Uyak Örgüsü :
Destan, nazım şekli açısından koşmaya benzer. Kafiye örgüsü de koşmada olduğu gibi ilk bentte: aaab veya abab veya xbyb daha sonraki bentlerde ise cccb, dddb... şeklindedir.
Mani şekliyle düzenlenmiş destanlar da vardır. Mani şeklindeki destanlarda, dörtlüklerin bütün dizeleri arasında anlam birliği vardır.Manide ise, dörtlüğün ilk dizesi ile son iki dizesi arasında anlam birliği yoktur. Destan da koşma, semai, varsağı gibi kendine has bir ezgiyle söylenir.
“Koşma tipindeki şiirlerin zincirleme şekline en çok destanlarda rastlanır. Ezberlemeyi kolaylaştırmak için şairler destan söylerken, bu yola genellikle başvururlar.”
“Kaynaklara göre, koşma tipi destanların Anadolu Halk şiirindeki en eski örneği, Baykan takma adını kullanan Kars’lı bir şair adına kayıtlıdır. Timur’un 1386 yılında Kars’lı Karakoyunlular’dan alması üzerine söylenmiş olan bu destan, koşma tipindedir. 11 heceli ve 8 kıtalıdır.
Anadolu’da mani tipi destanın en eski yaratıcısı da Bahşi adlı bir saz şairidir. Yavuz Sultan Selim’in 1517’de himmet “çaba, gayret” inayet “yardım” mürüvvet “iyilik” seyran “gezip, dolaşma” mansıp “mevki” gülbang “bir ağızdan okunan dua, bir ağızdan icraat”
DESTAN
Nolaydı da Kazanoğlu’m nolaydı
Sen ölmeden bana ecel geleydi
Bir çıkımlık canımı da alaydı
Böyle rüsvay olmasaydık cihanda

Neyledik de Hakka büyük söyledik
Ne akılla *****leri dinledik
Cahil idik nettiğimiz bilmedik
Aciz çıktı bak adımız her yanda

Beyim gelir arkasında bin atlı
Cümlesi de sanki kuştu kanatlı
Ölürsek derdimiz olur bin katlı
Yar yetimi kalır mıydı meydanda



SEMAİ

Semai, halk şiirinin sekizli hece ölçüsü ile ve koşma biçimi ile söylenen bir nazım şeklidir. Koşma gibi en az 3 en çok da 5 ya da 6 dörtlükten oluşur; ancak dörtlük sayısı 6’dan fazla olanlar da rastlanabilir. Semai kelimesi, Arapça sema “işitme” sözcüğünden türemiştir. Dolayısıyla semai kelimesi “işiterek öğrenme” anlamına gelir.
Halk edebiyatında aruz ölçüsü ile söylenmiş semailerde vardır. Bunlar, Divan edebiyatına özenen aşıklarca düzenlenmiştir. Bizim için önemli olan ise hece ölçüsü ile söylenendir. Zaten saz şairlerinin asıl başarı gösterdiği semailer, hece ölçüsü ile olanlardır. Koşma biçiminde ve sekizli hece ölçüsü ile oluşturulan bu semailer, duraklı (4+4) veya duraksız olur.
Semailerde daha çok sevgi, doğa, güzellik gibi koşmada işlenen konular kullanılır. Koşmaya göre, daha canlı ve kıvrak bir üslubu vardır.

ÖRNEKLER
Güzel ne güzel olmuşsun
Görülmeyi görülmeyi
Siyah zülfün halkalanmış
Örülmeyi örülmeyi

Bahçende gülün dallanmış
Şeyda bülbüller dillenmiş
Güzel dudağın ballanmış
Sorulmayı sorulmayı

Mendilim yudum arıttım
Gülün dalında kuruttum
Adı ne idi unuttum
Sorulmayı sorulmayı


İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif deyi
Deli önül Abdal olmuş
Gezer Elif deyi deyi
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
VARSAĞI
“Varsağı Güney Anadolu Bölgesi’nde yaşayan Varsak Türklerinin özel bir ezgiyle söyledikleri türkülerden gelişmiş bir biçimdir.”Varsak veya Farsak, Maraş’tan İçel’e kadar uzanan geniş alanda yaşayan, yazı Maraş ve Elbistan yaylalarında, kışı Çukurova civarında geçiren bir Türk aşiretidir.
Varsağı ile ilgili bir başka açıklama ise şöyledir:Varsağı, Arapça “i” ekiyle kurulan varsağı sözünün söylenişinin Türkçeleşmiş şeklidir; “Varsaklara özgü bir ezgi ile söylenen bir çeşit halk türküsü ve şiiri” anlamındadır.Bu yolla kurulan daha başka ezgi ve nazım türü adları da vardır: türkü (Türki: Türklere özgü), türkmani (Türkmani: Türkmenlere özgü ) , bayatı ( Bayati: Bayat boyuna özgü )
Koşmanın özel bir ezgi ile söylenen şekli olan Varsağı, daha çok hece vezninin 8’li hece kalıbıyla söylenir;ancak 11’li hece kalıbıyla söylenenleri de vardır. Kafiye şeması koşmayla aynıdır. Varsağı şekil olarak semai ile de ortak özelliklere sahiptir. Ayrıldıkları nokta ezgidir. Varsağılarda yiğitçe bir hava vardır. M. Fuat Köprülü’ye göre, varsağıların erkekçe bir lisanla ve değişik bir eda ile yazılması şarttır. Dörtlük sayısı en az 3 en fazla 5 olan varsağılar, bazen 5’den daha fazla da olabilirler.

Tarihten şikayet, tabiata meydan okuma, yiğitçe deyişler, varsağıların başlıca konusunu oluşturur.
Eski kaynaklarda da türkü kelimesi ile eş anlamlı olarak kullanılan varsağı, Anadolu’da ve Azerbaycan’da çok ilgi görmüş, birçok saz şairi tarafından kullanılmıştır. Hatta 4. Murat, çok sevdiği arkadaşı Musa Çelebi’nin öldürülmesi Üzerine 17. y.y. saz şairlerinden Aşık’ı örnek alarak:
Yola düşüp giden dilber
Musa’m eğlendi gelmedi
Yoksa yol mu şaştı
Musa’m eğlendi gelmedi ‘dörtlüğüyle başlayan varsağıyı yazmıştır.
Varsağılara yiğitçe bir hava verebilmek için “behey, bre, hey hey gidi ...”ünlemler katılır. Ezgisi bilinmeyen bir şiirin varsağı olup olmadığını bu gibi ünlemlerden anlayabiliriz.Ancak her zaman için varsağılarda bu ünlemler bulunur gibi bir kural da yoktur. Bazı varsağılarda bir üzüntü, bir acıma ifadesi de işlenir. Yukarıda tek dörtlüğünü aldığımız varsağı bunun bir örneğidir. Yani bazı varsağılarda bir ağıt havası da vardır.
En çok varsağı söyleyen ve bu şeklin en güzel örneklerini veren şairimiz Karacaoğlan’dır.
ÖRNEKLER:
Behey ala gözlü dilber
Vaktın geçer demedin mi
Harami olmuş gözlerin
Beller keser demedin mi

Bak şu kaşa bak şu göze
Ciğer kebab oldu köze
Yakasız gömlekler bize
Felek biçer demedim mi



AĞIT
Ağıt terimi bir törene bağlı olsun olmasın, acıklı bir olayı konu alan ve metni de bu olayı hatırlamaya, bütün yoğunluğuyla yaşamaya elverişli türkülerin bütünü adlandırılır.
“Bu gün için folklor özelliği olan ve genel kaynağını ilkel çağlarda yaşanmış dini tutkulardan almakla birlikte, toplumun hayat şeklini yönlendiren, emsali arasında farklı bir kişiliğe sahip olan fertlerin ölümü ile, onların hatırasını yaşayacak nitelikte ahenkli söz ve nağmenin birlikte şekillendirdiği şiire ağıt adı verilmektedir.”
“Ağıtlar, sızlayan kalplerin, dayanılmaz acıların, akan göz yaşlarının, yanık yüreklerin çare arayan feryadıdır. Yavrusunu yitiren ana, sevgilisine kavuşamayan aşık, yatağında inleyen hasta, sıla hasretiyle yanan garip, duygularını, ıstıraplarını ağıtlarla dile getirir.”
Ağıt, Divan edebiyatında mersiye olarak isimlendirilir. Genellikle beklenmeyen bir ölümle hayatını kaybeden kişilerin arkasından duyulan üzüntülerin bir bütün olarak ifade edilmesi, anonim edebiyatımızda ağıt türünü oluşturmuştur.
Ağıt denilince akla hemen ölümün gelmesine karşın savaş, deprem, yangın, sel, gibi doğal afetler üzerine çeşitli kaza ve hastalıklara, askere veya gurbete gönderilen akrabalara, kaybedilen eşyalara ve hayvanlara da ağıtların söylendiği bir gerçektir.
“Anadolu Türkçesinde ağıt, bozlak, Azerbaycan dilindeki ağıt eş anlamlı:ağla-bozla-fiillerini vermiş olan bir köke çıkar, yas kelimesi ise Arapça “kader” anlamına gelen “ye-s” den gelir.”
Sözlü gelenekte gerek töreni gerekse çağrılan metni ve onun ezgisini adlandırmak için özel deyimler vardır; ancak bu deyimlerde bir anlam kesinliği yoktur. Ağıt yerine kimi zaman acıklı türkü, deme, bozlak, gelin ağıtı, gelin yası, ölüm acısı gibi deyimlerde kullanılır.
Ağıt söyleme geleneği toplumumuzda oldukça yaygındır. Hatta bu konuda uzmanlaşmış, özel ağıt söyleyiciler dahi vardır. Bu kişiler acıklı olaya konu olan kişiyi tanımasalar bile çevreden edindikleri bilgilere dayanarak, klasikleşmiş ağıt ile olay hakkında oldukça duygu yüklü ağıtlar söyleyebilirler.
Ağıt yakmanın Türk toplumunda çok eski bir geçmişi vardır. Ağıtlarla yakın ilgisi bulunan eski Türklerin üç önemli töreni vardır. Bunlar, “sığır”, “şölen”, ve “yuğ” dur.
İslamiyetten önceki dönemde ünlü bir kişinin ölümünden sonra yapılan ve yuğ adı verilen dinsel yas törenlerinde “sagu” denen şiirler söylenirdi. Bu şiirlerde ölünün iyilikleri, yaşarken yaptığı işler anlatılırdı. Bugün elimizde ünlü yiğit Alp Er Tunga için söylenmiş bir sagudan parçalar vardır:
Alp Er Tunga öldü mü
İsiz ajun kaldı mu
Ödlek öçin aldı mu
Emdi yürek yırtılur
(Alp Er Tunga “Hakan Efrasiyab” öldü mü? ***** dünya ondan kurtuldu mu? Zaman ondan öcünü aldı mı? Şimdi onun mülkü üzerine-zamaneye kızarak-yürek parçalanır)
Bilge bükü yunçıdı
Ajun eti yençidi
Erdem eti tınçıdı
Yerge tegip sürtülür
(Bilginler, akıllı kişiler kötüleşti, dünya, zaman onların etini ısırdı;faziletin bile vücudu bozuldu, çürüdü, koktu.Bu yüzden de yere değip sürtülür.)

AĞITLARIN ÖZELLİKLERİ
Genellikle kadınlar tarafından söylenen ağıtlarda, ölen kişilerin yaptığı işler, iyi yönleri, güzel tarafları anlatılır. Ağıtta hiçbir zaman ölen kişiyi küçük düşürecek veya onu yerecek sözler kullanılmamıştır. Bazı ağıtlarda ise, kişi ölmemiş gibi düşünülerek, yaptığı işlerden, giyinişinden, atından ... bahsedilir.

ÖRNEK:
Aman başım çevriliyor
Yol nereden ayrılıyor
Ağ selverim ata binmiş
Mat beliği savrılıyor
Bir ağıdın söylenebilmesi için aşağıdaki şartların bir arada ve bir bütün olarak bulunması gerekir:
1-Ölümün trajik bir olay içerisinde meydana gelmesi
2-Ölen kişinin (kadın veya erkek) mutlaka bazı özelliklere sahip olması:
a) Çevrenin ve akranlarının sevgi ve takdirini kazanması
b) Seçkin bir kişiliğe sahip olmalı

AĞITLARIN SÖYLEYİCİLERİ
Ağıtların söyleyicileri farklılık gösterir. Bazı ağıtları ölen kişinin akrabaları (eşi, çocukları, anne.)
AĞIT ÖRNEKLERİ
(Yoksul bir çoban olan ozan bu ağıtı ölen karısı için söylemiştir.)
Yurt yuva kıldığın tenli mereği
Düzüp kotardığın tepir eleği
Şu kavdan yaptığın tecir tereği
Divan-ı Bari’ye yadigar götür
Yetim gömleğini diken iğneyi
Her gün yal verdiğin topal ineği
Ayran topladığın şu ak küleği
Mahşer yığnağına sakla sar götür
 
Top