• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Halk Kültürü

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
Geleneksel El Sanatları

El Sanatları insanoğlu var olduğundan beri tabiat şartlarına bağlı olarak ortaya çıkmıştır. İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak, örtünmek ve korunmak amacı ile ilk örneklerini vermiştir. Daha sonra gelişerek çevre şartlarına göre değişimler gösteren el sanatları, ortaya çıktığı toplumun duygularını, sanatsal beğenilerini ve kültürel özelliklerini yansıtır hale gelerek "geleneksel" vasfı kazanmıştır. Geleneksel Türk El Sanatları, Anadolu'nun binlerce yıllık tarihinden gelen çeşitli uygarlıkların kültür mirasıyla, kendi öz değerlerini birleştirerek zengin bir mozaik oluşturmuştur

•İşleme

İşleme; ipek, yün, keten, pamuk, metal vb.ipliklerle, çeşitli iğneler, uygulama biçimleri aracılığıyla; keçe, deri, dokuma vb. materyaller üzerinde yapılan bezemelerdir. Türk işleme sanatı çok eski tarihlere dayanmaktadır.
"Bezemek" sözcüğü, giyim kuşam, ev eşyalarının süslenmesinde kullanılmıştır. Sarayda başlayan işleme sanatı, daha sonraları gerçek bir halk süsleme sanatı haline gelmiştir. İşleme teknikleri, iğneler coğrafi, sosyal, ekonomik şartlar, estetik değerler doğrultusunda yüzyıllardır değişiklik göstererek günümüze ulaşmıştır.
Türk işlemeleri teknikleri uygulanan iğne biçimine göre; dokumanın iplikleri üzerinde yürütülen (Çin iğnesi, Romanya iğnesi,Girit iğnesi,Fransız düğümü,hesap iğnesi,balık sırtı, susma, civan kaşı vb.), dokumanın iplikleri çekilerek (fisto nakışı, ciğer deldi çeşitlemeleri), dokumanın iplikleri kapatılarak (Buhara atması,Jakobyen atması,Maraş işi, aplike, boncuk işi, pul işi vb), dokumaların iplikleri bağlanarak (yama işi, kumru gözü,Antep işi,geçme işi vb.) yapılan iğneler olmak üzere gruplanabilir.

•Hammaddesi Hayvansal Deri vb. Olan Geleneksel El Sanatları

Hayvandan elde edilen el sanatları, deri, kürk, boynuz, kemik gibi kullanılan malzemelerine göre ve kullanım alanlarına vb. sınıflandırmak mümkündür.

Yemenicilik

Ayağa giyilen yemeniler, çok çeşitlidir. Daha çok kulaklı yemeni, Halep annubi, kara yemeni, gül şeftali yemeni vb. çeşitleri bulunmaktadır. Yemeniler, zahtiyanın rengine göre siyah, annabi (mor), gül şeftali adı verilen parlak kırmızı renklerde olmaktadır. Şekil bakımından halebî, merkup, burnu sivri, kulağı uzun, eğri simli olmak üzere beş çeşidi bulunmaktadır;


Çarık

Günümüzde ustalar tarafından yapılan çarıklar halk oyunları veya gösterilerde kullanılmaktadır. Eskiden kadın, erkek tarafından giyilen kendilerinin yaptıkları çarıklar genellikle manda, öküz derilerinden yapılmaktadır. Ayak ölçüsünde kesilip, kenarlarına açılan deliklerden geçirilen sırımla bağlanarak kullanılmaktadır. Kürk giyim eşyaları, post yapımı geleneksel sanatlarda yer almamaktadır.

Saraçlık:

Koşum takımlarının yapımı, tamiri ve süsleme işlerine saraçlık denilmektedir. Atın boyuna uygun olarak yapılan koşum takımları, onun doğal hareketlerini kolaylaştırmak onu rahatsızlıktan, incinmekten, zararlı çarpmalardan korumak için yapılmaktadır. Koşum; paldum, başlık, gem, çeki kayışı, yan kayış, ok kayışı, yular, dizgin gibi parçalardan oluşmaktadır.

Koşumculukta genellikle manda derisi kullanılmaktadır. Yağlı deri, kromlanmış deriler sepici bıçağı ile kesildikten sonra, tıraşlanmakta, mumlu iplik, biz, ucu kütleşmiş iki iğne ile veya sırım iğnesiyle dikilmektedir. Bütün bu parçalar kıtıkla doldurulmaktadır. Atın boynuna geçirilen koşum takımlarının göğüs kayışı, yan kayışı, ok kayışı, sedemka gibi parçaların hamuta bağlanarak atın arabayı çekmesi sağlanmaktadır.

Hamut iki ağaç parçasının (Hamut ağacı) birleştirilerek sırayla üzerine simit, fitil, dolma, kapak gibi bölümlerin yapılması ile oluşmaktadır. Palduma atın gömleği de denilmektedir. Koşum veya çekim atlarında kullanılmaktadır.

Cilt İşleri

Gölge Oyunu Tipleri

Karagöz bir "gölge oyunu”dur. Bu oyun, deriden kesilmiş bir takım şekillerin (insan, hayvan, bitki, eşya vb.) arkadan ışık verilerek beyaz bir perde üzerine yansıtılması temeline dayanmaktadır.

Karagöz oyunundaki kişiler, şekiller deriden yapılan tasvir, suret veya figür ismi verilen şekillerle canlandırılmaktadır. Tasvirler cam deri tekniği ile tabaklanan, şeffaflaştırılmış deve, düve, at, eşek derilerinden yapılmaktadır. Tasvir için hazırlanan deriden, yapılacak tasvir büyüklüğündeki deri, bahçıvan makası ile kesilip nemlendirilerek kaba kâğıt altında bir süre bekletilir. Nemlendirilen deri kalıbın üzerine konulup çini mürekkebi kullanarak rapido kalemle çizilir, çizginin dışından makasla kesilir, kenarları çekiçle dövülerek yassılaştırılarak kalıp hazırlanmaktadır."Nevregan" adı verilen büyüklü küçüklü çeşitli boyutlardaki özel kesme bıçakları ile işlenmektedir. İşlenen deri cam parçası delikler açılış yönünde temizlenmektedir.

Tasvirler için kök boya da denilen doğal katkı maddeleri nar şerbeti, bal, ağaç kabukları, ceviz kabuğu vb. bunların yanı sıra ekolin boyalar, çini mürekkebi kullanılmaktadır. Tasvirler çift taraflı boyanıp, çini mürekkebi ile kontur çekilerek hazırlanmaktadır. Daha sonra sopaların takılacağı delikler "çiçek zımbası" adı verilen bir aletle delinerek üstüne düğme adı verilen deri parçası dikilerek hazırlanmaktadır. Hazırlanan parçalar birbirine "kat küt" adı verilen ameliyat ipliği ile özel bir bağlama yöntemi kullanılarak birleştirilmektedir.


•Hammaddesi Ağaç-Ahşap Olan Geleneksel El Sanatları

Geçmişten günümüze sürüp gelen maddi kültür ürünleri arasında yer alan ağaç işçiliğinin geleneksel sanatlarımız arasında önemi büyüktür. Türkler İslamiyet'ten önce Orta Asya'da ağacı kutsal saymış, bunu sanat yapıtlarında kullanmışlardır. Kurganlarda özellikle Pazırık'ta yapılan araştırmalar sonucu ağaç işi buluntuların yanı sıra at eğeri, koşum takımlarında kullanılan ağaç parçaları bulunmuştur. Zamanın tahribine karşı fazla dayanıklı bir madde olmayan ahşap sanat eserlerinden günümüze pek örnek kalmamıştır.

Ağaç-Ahşap İşçiliği; Anadolu'da Selçuklu döneminde gelişmiş, kendine özgü bir şekil almıştır. Selçuklu, Beylikler dönemi ağaç eserleri daha çok mihrap, cami kapısı, dolap kapakları gibi mimari elemanlar olup gerçekten çok üstün işçilik göstermektedir. Osmanlı Dönemi ahşap işçiliğinde sadelik hakim olmuş, çeşitli teknikler daha çok sehpa, kavukluk, yazı takımı, çekmece, sandık, kaşık, taht, rahle, Kuran muhafazası gibi kullanım eşyası, pencere, dolap kapağı, kiriş, konsol, sütun başlığı, tavan, mihrap, minber (vaaz kürsüsü) , sanduka gibi mimari öğelerde uygulanmıştır. Ağaç işçiliğinde en çok ceviz, elma, armut, sedir, abanoz, gül ağacı kullanılmakta, kakma, boyama, kündekari, kabartma-oyma, kafes gibi teknikler uygulanmaktadır.

Baston Asa ; Bu teknikler Zonguldak, Bitlis - Ahlat, Gaziantep, Bursa, İstanbul -Beykoz, Ordu illerinde halen devam eden baston yapımcılığı ile günümüze ulaşmıştır. Ülkemizde baston, asa yüzyıllar boyunca kullanılmış, 19. Yüzyılda yaygınlaşmıştır. İşçiliğinin yanı sıra hammaddesine göre değer kazanan bastonların sap kısımları gümüş, altın, kemik, sedef gibi malzemelerden; gövde kısımları gül, kamış vb. ağaçlardan yapılmaktadır.

Müzik Aletleri Yapımı; Müzik aletleri yapımı eskiden beri devam eden bir sanattır. Bu aletler ağaç, bitki, hayvan bağırsakları, kıl, kemik, boynuzlardan yararlanılarak yapılmaktadır. Telli çalgılar, nefesli çalgılar, vurmalı çalgılar gibi gruplandırılmaktadır.

Semercilik; Yük taşımak amacıyla eşek, katır, beygir gibi binek hayvanlarının sırtına yerleştirilen ağaç iskeleti yastığa semer denilmektedir. Ağaç, metal, saz, deri, dokuma gibi malzemelerden hazırlanmaktadır. Semeri bağlamak için kolan, kayış veya kaytan gibi sağlam şeritler kullanılmaktadır.
Kaşıkçılık; Kaşıkçılık, Anadolu'nun bazı yörelerinde günümüzde de sürdürülen el sanatlarındandır. Özellikle Konya'da Selçuklular döneminden bu yana sürdürülen tahta kaşık yapımı birçok ilimizde devam etmektedir. Tahta kaşık yapımında genellikle şimşir, meşe veya armut gibi ağaçlar kullanılmaktadır. Küçük keser, törpü yardımıyla şekillendirilen kaşıklar genellikle Akseki, Gediz, Taraklı bucaklarında yapılmaktadır. Günümüzde yemek kaşıkları yanında süs, oyun kaşıkları da yapılmaktadır. Zımpara ile temizlenen kaşıklar üzerine çeşitli resimler, bezemeler, yazılar basılıp, boyanır cilalanarak satışa sunulmaktadır.

Tarım, Mutfak Araçları Yapımı; Sapı ağaçtan ucu demirden yapılan kazma, küret, yaba, tırmık, orak vb. mutfak araçlarından; kova, külek, yayık, kepçe, kaşık, bıçak vb.


•Hammaddesi Taş Olan Geleneksel El Sanatları

Türk sanatında geniş bir alanı içine alan dekoratif taş işçiliği başlangıcından bu yana devirlerin üslubuna uygun olarak bazı değişimler göstermiş olsa da ustalıkta yüksek kalitesini her zaman korumuştur.
Taş işçiliğinin en güzel örneklerini; Anadolu Selçuklu, Beylikler, Osmanlı Devri mimarisinde görmek mümkündür. Taş yalnızca yapım aşamasında değil, iç ve dış dekorasyonda da ana malzemeyi teşkil etmektedir.
Taş işçiliğimizin en güzel örneklerini; anıtsal taç kapılarda, şehir, saray duvarlarında, cami, medrese gibi yapıların avlu, ana kapılarında, sütun başlıkları, minare şerefeleri, mihrap, minber, çeşme, sebil ve şadırvanlarda görmek mümkündür.
Geometrik örgüler, geçmeler, bitkisel bezemeler, alçak-yüksek kabartma hayvan figürleri, palmetler en çok rastlanan bezemelerdir. Mimaride kullanılan tuğlalarla da duvarları değişik şekillerde işlemişlerdir. Bu süslemeler daha çok açık koyu renkli tuğlaların geometrik şekillerde yerleştirilmesi ile gerçekleşmektedir.
Cami, türbe, kale gibi yapıtların dış duvar örgülerinde güzel örnekleri görülmektedir. Hammaddesi taş olan el sanatı ürünlerinin yapımında kullanılan taşlar, kullanım alanlarına, yapım tekniklerine göre aşağıdaki şekilde sınıflanmaktadır.
Geleneksel mimaride dış cephe ve iç mekan yapımı, süslemesinde taş işçiliği önemli bir yer tutmaktadır. Taş işçiliğinin mimari dışında en çok kullanım alanı mezar taşlarıdır. Taş işçiliğinde, oyma, kabartma, kazıma (profito) gibi teknikler uygulanmaktadır. Kullanılan süsleme öğeleri; bitkisel, geometrik motifler ile yazı figürleridir. Hayvansal figür azdır, insan figürlerine ise Selçuklu Dönemi eserlerde rastlanılmaktadır.

Taş İşçiliği (Mimaride kullanılan Taş İşçiliği, Çeşmeler, Mezar Taşları)

Mermer İşçiliği:
Mermer; başkalaşıma uğramış kireçtaşı olan, güzel bir parlaklık verilebilen, çeşitli sanat dallarında kullanılan bir çeşit taştır. Ana kütleden sarmal telle kesilerek ayrılan kütle, genellikle basınçlı havayla çalışan delici matkapla parçalanmaktadır. Makineli keskiyle veya elmas diskli testereyle ocaktan çıkarıldığı yönde kesilen mermer levhalar, işlenecek yere göre biçimlendirilmektedir. Sünger taşı, zımpara tozu çamuruyla yumuşatılarak kalay pasta emdirilmiş kumaş tamponlarla cilalanmaktadır.

Süs Taşları İşçiliği: Takılar, tespihler, ağızlık, pipo, baston vb. aksesuar, günlük kullanım eşyaları yapımında kullanılan taşlar olarak sıralamak mümkündür.

Lüle Taşı İşçiliği; Günümüzde Eskişehir'de tütün çubuğu, pipo, nargile vb. uçlarının yapımında kullanılan lüle taşından eskiden kap-kacak, kutu, fincan, heykel yapıldığı bilinmektedir.

Oltu Taşı İşçiliği; Oltu taşı; siyah, tıkız, parlak, kavlı biçiminde kırıkları olan, parlatılabilir, tıraşlanabilir bir linyit türüdür. Orta çağda tespihler, kutsal emanet sandıkları, heykelcilik yapımında kullanılmıştır. XIX. yüzyılda ise mücevher yapımında kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye'de Erzurum'un Oltu ilçesinde üç yüzü aşkın ocaktan çıkarılan ve yörede Erzurum kehribarı olarak adlandırılan, Oltu taşından sigaralık, tespih yapılmakta; altın, gümüşle birlikte kullanılarak takı (kolye, broş, küpe, yüzük, bilezik vb) yapımında kullanılmaktadır


•Hammaddesi Toprak Olan Geleneksel El Sanatları

SERAMİK , ÇİNİ

Toprak, endogen granit kayaların doğanın aşındırmasıyla ufalanması sonucu meydana gelmektedir. Toprağın her türü seramik için uygun değildir. Kullanıma elverişli toprak ise kildir. Kil, dünyanın ana maddesidir. Killerin plastik özellikleri nedeni ile şekillendirme imkânlarına sahip bulunmaları ve şekillerini pişirme sureti ile koruyabilmeleri esasına dayanan seramik endüstrisi dünyanın en eski endüstrilerinden sayılmaktadır.
Seramik hammaddesi kil olup elde, kalıpta veya tornada biçimlendirilmiş, fırınlanmış her tür eşyanın genel adıdır. Seramiğin tarihçesi insanların ateşi bulmaları ile başlamaktadır. Suyu taşımak, muhafaza edebilmek için kaplar yapma zorunluluğundan seramik doğmuştur. Yüzyıllar boyunca, kap kacak yapımında kullanılmış, gerek eski çağlarda gerekse günümüzde yapı tuğlası üretiminde yararlanılan bir gereç olmuştur
Çeşitli kültürlerin yaşadığı bir bölge olması sebebiyle Anadolu'da yapılan birçok arkeolojik kazı sonucu tarihe ışık tutan seramik eserlere rastlanmıştır. İlk kez yeni taş döneminde çıkan seramiğin en eski örnekleri Anadolu'da, Hacılar, Çatalhöyük, Beyce Sultan, Demirci höyük vb. arkeoloji kazılarında bulunan seramik kaplardır. Bu yapıtlar bezemelerinin yanı sıra biçimleri ile de dikkat çekmektedirler. M.Ö. 3500 Kalkalitik devir, M.Ö. 2500-1000 Truva, Hitit, M.S.11. ve 13.Yüzyıllarda Selçuklu,10.Yüzyılda Anadolu'ya gelen Osmanlılar, Selçuklulardan kalan seramik kültürünü sürdürerek 15. Yüzyılda kendi özelliğini oluşturmuş, belli dönemlere damgalarını vurmuş ve hepsi birbirinden güzel örnekler bırakmışlardır.
İlk kaynaklarını Anadolu dışındaki Türk seramiğinden alan Anadolu seramik sanatı, Osmanlı devrinde tamamen kendine özgü bir gelişme göstermiş, tercih edilen, ihraç edilen eserler vererek ilgi görmüştür. Hokka, kase, ibrik, sürahi, kadeh, kandil, kupa, gülabdan, buhurdanlık, tütsü kabı vb., tabaklar sert beyaz hamur, sır altı tekniğiyle yapılmıştır. Seramik malzeme üretiminde kullanılacak olan kil, üretilecek malzeme türüne göre, karıştırıcı, ıslatıcı makinelerde şekillendirilebilmeleri için gerekli su miktarı ilave edilmek suretiyle homojen bir hamur elde edilmeye çalışılır. Seramik malzemesi, elle, kalıplama, presleme, döndürme, filaj veya etraj, döküm teknikleri ile şekillendirilmektedir. Pişirilen ürünlere bisküvi adı verilmektedir. Bisküvi halindeki yarı mamul üzerine; yapılacak desen, şekil veya yazıların sınırları (kontürler) özel olarak hazırlanmış aydınger (iğnelenmiş desenli) şablonlar yardımı ile odun kömürü tozu ile desen işlenmektedir. Bu desen tahrirlenip (çinilerde bezeme örgelerinin çevresini dolanan ince kontur) içleri boyanmaktadır. Seramik yapıtlar üzerine çeşitli usullerle kaplanan şeffaf sırlarda; Metal oksitler katılarak hazırlanan sır reçeteleri değişen yüksek derecelerde renk veren sır tipleri kullanılmaktadır. Renk veren metal oksitler tek başlarına kullanıldığı gibi, bir kaçı bir arada kullanılarak hazırlanan reçetelerle değişik renkler veren sırlar elde edilebilir.
Renklendirmede kullanılan metal oksitler; krom, demir, kalay, bakır, kobalt, manganez, zirkon, nikel, vanadyum, rutil olup tek veya karışım halinde kullanılır. Kalay, titanyum, antimuan opak sır elde etmek için kullanılan üç maddedir. Bir parçayı sırlamadan önce sırrın yüzeye çok iyi tutunması yüzeyin temizliği ile doğrudan doğruya ilgilidir. Bu amaçla bisküvi akarsu altında kısa bir süre tutularak temizlenir. Sır tabakası 1,5 milimetre kalınlığında olmalıdır. Sırrın kalınlığı kabarcıkların oluşması gibi kusurlara yol açabilmektedir. Yeterince kalın olmayan sırlar ise kel alanlar oluşturur. Sır ürüne fırça, dökme, daldırma, majolika gibi tekniklerle sürülmektedir.
Desenlenmiş (dekorlanmış) ve sırı sürülmüş yarı mamuller geleneksel yöntemlerle fırınlarda pişirilir. Şekillendirilen, kurutulan parçalardan çanak, çömlekler açık ateşte, ince ürünler örtülü fırınlarda pişirilmektedir.
Çini genellikle mimariye bağlı yapıtlarda kullanılmaktadır. Günlük yaşamda kullanılan kap vb. ise seramik denilmektedir."ÇİNİ" kelimesinin 'i' ilgi harfiyle türetilmiş olması ilk bakışta çiniciliğin Çin'den geldiği kanısını uyandırmaktadır. Çiniciliğin Türklere özgü bir sanat olduğu sanat tarihi uzmanlarınca kabul edilmektedir.
Mimaride kullanılan çiniye 18. Yüzyıla kadar "Kaşi", çini eşyaya (tabak, vazo, kâse vb.) de "EVANİ" (kapkacak) adı verilmekteydi. O dönemde Çin'den ithal edilen porselenlerin ün kazanmalarından ötürü, Türk yapısı "Kaşi" ye kalitesinin yüksekliğini vurgulamak için "ÇİNİ" denmeye başlanmıştır. Orta Asya'da gelişen seramik sanatının bir kolu olan çinicilik, Selçuklularla Anadolu'ya girmiştir. Osmanlılarda mimari süslemede çok önemli yeri olan çini, cami, medrese, türbe, sarayları süslemekte kullanılmıştır. İlk Osmanlı devri çinileri Selçuklu geleneğinin devamıdır. Figürlü geometrik yazı, nebati süslemelerle sarı, yeşil renkler farklı kullanılmıştır. Bizanslılar zamanında bir seramik merkezi olan İznik, Osmanlı İmparatorluğunun da en önemli çini merkezi olarak 14. Yüzyıldan, 18. Yüzyıla kadar üstünlüğünü korumuştur. 17.yüzyılda önemini yitiren İznik atölyeleri yanında Kütahya'da İznik tekniğine erişememekle beraber 15.yüzyıldan itibaren bir çini, seramik merkezi olarak varlık göstermiştir. Kütahya işi seramikler mavi, kırmızı, sarı, mor, yeşil renklidir.
18. yüzyılda bölgesel özellik gösteren Çanakkale seramikleri ortaya çıkmıştır. Osmanlı döneminde daha çok saray, cami, medrese, türbeler için üretilen seramikler, 17. Yüzyıldan sonra yozlaşmaya başlamıştır. Cumhuriyet dönemine kadar Kütahya, Çanakkale seramikleri, Fransa'dan çamuru getirilerek yapılan Yıldız Porselenleri görülmektedir. 18. yüzyılda İznik'teki çinicilik sanatı tamamen kaybolmuştur. Aynı yüzyılda en güzel örneklerini veren Kütahya çinileri, bu yüzyıl sonunda gerilemeye başlamış,19.-20 yüzyılda eski İznik çinileri motiflerinin taklitlerine dönülmüştür. Günümüzde çini merkezi Kütahya’dır. Burada daha ziyade Selçuklu renk, desenler taklit edilerek üretim yapılmaktadır.

ÇÖMLEKÇİLİK

Çömlekçilik, Anadolu'da çok eskiden beri yapıla gelmiş el sanatlarından biridir. Çamur, kolaylıkla elde edilen hammaddelerin en eski, kullanışlı olanıdır. Yumuşakken kırılmadan biçimlendirilebilir. Çömleklerin elle yapımında uygulanan temel yöntemler çimdik, fitil, levha, modeldir. Özlü çamurdan elle veya çömlekçi çarkından geçirilerek çeşitli ölçülerdeki kalıplara dökülüp form kazandırılmaktadır. Fırınlarda pişirilerek, sırlanan veya sırlanmadan yapılan toprak çanak, çömlek, testi, vazo, küp vb. yapma sanatı olarak tanımlanabilir.
Anadolu'da üretilen çömlekler genellikle sulandırılmış çamurla sırlanmakta, çömlekler açık ateşte pişirilmektedir. Günümüzde fonksiyonel olarak yapısı kaybolmaya başlayan, ancak kullanım alanlarında değerlendirilen çömlekçilik sanatı birkaç yörede az sayıda ustasıyla devam etmektedir.

•Hammaddesi Metal Olan Geleneksel El Sanatları

Hammaddesi metal olan geleneksel sanatları, kullanılan madene, kullanım alanına, tekniklerine vb. sınıflandırmak mümkündür. Anadolu’da Tunç çağında bakıra kalay katılarak tuncun elde edilmesinden sonraki dönemlerde bakır, altın, gümüş gibi madenler de dövme, dökme tekniğiyle işlenmişlerdir. Roma, Bizans dönemlerinde Anadolu'nun gelişmiş maden sanatı atölyelerinin bulunduğu bilinmektedir.
Büyük Selçuklular ile birlikte İslam maden sanatında önemli gelişme görülmektedir. Selçuklular sanatın birçok dalında olduğu gibi maden sanatının gelişiminde de önemli rol oynamışlardır. Bu dönemlerde gelişmiş maden sanatı atölyelerinin bulunduğu; Konya, Mardin, Hasankeyf, Diyarbakır, Cizre, Siirt, Harput, Erzincan, Erzurum gelmektedir. Osmanlı döneminde Anadolu'da, Balkanlarda maden sanatının doruk noktasına ulaştığı bilinmektedir.
Gaziantep, Kahramanmaraş, Mardin, Diyarbakır, Siirt, Tokat, Malatya, Elazığ, Erzurum, Trabzon, Giresun, Ordu, Sivas, Tokat, Kayseri, Çankırı, Çorum, Amasya, Kastamonu, Konya, Burdur, Denizli, Afyon, Kütahya, Balıkesir, Bursa, İstanbul, Edirne Osmanlı döneminde günümüzde maden sanatının merkezi olan illerdir. Maden işçiliğinde dövme, telkari, kazıma (kalemkar), çekiç işi, kakma, küftgani, savatlama, ajur kesme gibi teknikler kullanılmaktadır.

Demircilik

Demir, kapı tokmakları, mutfak araçları, tarım araçları, hayvan koşumları, mimaride kullanılan araçlar, müzik aletleri vb. yapımında kullanılmaktadır.

Bakırcılık

Yapılan araştırmalar, Anadolu'da bakırcılığın gelişiminin, çok eski tarihlere dayandığını, bakır cevher yataklarının eskiden beri işletildiğini doğrulamaktadır. Anadolu sanatında önemli bir yeri olan bakır, süslemeye de çok elverişli bir madendir. Günlük kullanımda kap-kacak, takılar, miğferler, kapılarda, kapı süslemelerinde, yapı unsuru olarak kullanılmıştır. En çok kullanılan maden bakırdır. Bakır kap yapım teknikleri; dövme, dökme, sıvama (tornada çekme), preste basma olarak dört çeşittir. Günümüzde en çok kullanılan maden işleme olarak bakır, kalaylanarak mutfak eşyası yapımıyla geniş bir şekilde sürdürülmektedir.

Altın - Gümüş İşleri

Altın ve gümüşten kuyumculuk, takı, günlük kullanım eşyaları ve aksesuarlar telkari, savat, dövme, dökme vb. teknikler kullanılarak yapılmaktadır.

Telkari; İnce altın veya üçboyutlu nesne oluşturacak biçimde, çeşitli desenler yaratarak, henüz ısıyla edindiği plastik niteliği kaybetmeden işleme tekniğidir. Telkari takılar, fincan zarfları, kutular, sürmedanlar

Bıçakçılık

Bir sapla keskin bir ağızdan oluşan kesme aygıtı olan bıçağın, Anadolu'da tarih öncesi dönemlerden beri kullanıldığı bilinmektedir. Bıçağın biçimsel olarak geçirdiği değişimlere ilişkin yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bıçaklar biçimlerine göre; pala, hançer, gaddare, saldırma vb. isimler almaktadır. Sapları; abanoz, fildişi, gümüş, altın kaplama olan bu bıçakların elmas, mercan, yakut, zümrüt vb. taşlarla süslü olanlarına saray için yapılanlarda görmek mümkündür. XIX. yüzyıl ortalarından itibaren el işçiliğinin yerini makinelerin almasıyla bıçak yapımcılığı da gelişmiştir. Günümüzde paslanmaz çelikten yapılan sabit saplı sofra bıçakları ile açılır kapanır cep çakıları görülmektedir. Anadolu’nun bazı yörelerinde sap kısımları çeşitli işlemlerle süslü bıçak el işi bıçak yapımı sürmektedir.
 

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
Geleneksel Giyim-Kuşam-Süslenme

Giyim insanın var oluşuyla, öncelikle doğa koşullarından korunmak amacıyla ortaya çıkmış bir olgudur. Geçmişten günümüze çeşitli doğal, toplumsal, etik değerlerin etkisiyle biçim değişiklikleri göstererek bugüne kadar ulaşmıştır. Ancak zamanla biçim farklılıkları gözlenmiştir. Bu çeşitlilikler, ait olduğu toplumun folklorik, sosyo-ekonomik yapısı, yaşanılan coğrafya, kullanılan malzeme, iklim gibi nedenlerle oluşmuştur
Dünya uygarlığının çok önceki devirlerinde arkaik insanın kendi toplumunda, ait olduğu kabilede sosyal statüsünü belirleyen ve giymek zorunda olduğu giyimi vardır. Aslında bu bir zorunluluktan çok geleneğin insanlara sunmuş olduğu bir yaşam biçimi anlayışıdır. Bu durum sadece üste giyilenler olarak kalmamış, baş süslemelerine de yansımıştır.
Geleneksel öğeler içeren bir giyim-kuşam örneği bize, ait olduğu toplulukla ilgili pek çok bilgi sunabilir. Toplumların yerleşik ya da konar-göçer olup olmadıkları, hangi tarihi olayları yaşadıkları ve etnolojik kökenleri konusunda bilgi verirler. Örneğin bir Türkmen ya da Yörük köyüne gidildiğinde kimin sözlü, kimin nişanlı, kimin dul olduğu başlığından, giydiği renklerden anlaşılır.
İş ve özel gün giysileri farklılıklar içerir. Düğün yapılan gelin başı ile gerdek sonrası yapılan başlık farklıdır. Köylerden kasaba pazarına gelindiğinde, kimin köyden olduğu giysilerden anlaşılır. Anadolu’da bugün neredeyse aynı köyün mahalleleri arasında bile farklılık gösteren geleneksel giyim-kuşam anlayışına rastlanmaktadır. Bu yüzden de hiçbir sanat tarihçisi, etnolog, halk bilimcisi, halk oyunları derlemecisi, desinatör "Türkiye'nin ulusal giysileri şudur" dememelidir.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğünün Folklor Araştırmacılarının yürüttüğü araştırmalar ve çalışmalar sonucunda Anadolu'nun giysiler alanında son derece çeşitlilik içerdiği saptanmıştır.
Askerlik, iş gibi nedenlerle yaşadığı çevrenin dışına çıkan erkekler kent kültürüne uyum göstermiştir. Bu nedenle de saha araştırmalarında, erkek giyim-kuşamına ait bulgulara rastlamak zor olmaktadır. Oysa kırsal yaşamda kadın dışa kapalı kalmaktadır. Kendi toplumunun yaşam biçiminde geleneklerine göre giyinir. Süslenme gereksinimlerini gelenekte gördüğü ne ise, o şekilde karşılar. Çocuk giysileri de cinsiyete bağlı olarak belirli bir yaşa kadar özen taşır. Nazar anlayışı başlık ve giysilere takılan nazarlıklarda göze çarpar.
Geleneksel yaşamda her kuşak kendinden önceki kuşağı izleyerek bu giyim-kuşam anlayışını, günümüze taşır. Ancak giyim-kuşam anlayışında hiçbir değişimin olmadığını söylemek mümkün değildir. En azından malzeme değişmekte, işçilik eski özenini yitirmekte, yaşanan günün koşulları farklı biçimleri doğurmakta ya da başka modalardan etkileşim gözlemlenmektedir.
Kırsal yaşamda kadınlar vakitlerinin büyük bir kısmını çalışarak geçirirler. Bu açıdan bakıldığında günlük yaşam ve iş giysileri farklılıklar gösterir. Ancak özel gün giysileri ve başlıklar düğünler nedeniyle görülür. Anadolu’da bir genç kızın sözlenmesiyle yapılan "baş düzeni" sosyal statüsünü belirler ve evlilik, olgunluk, yaşlılık dönemlerinde bu önemini kesintisiz korur.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü, geleneksel giyim-kuşam anlayışında görülen bu farklılığı, Maddi Kültür Şubesi Folklor Araştırmacıları tarafından yapılan araştırmaları yayına dönüştürmektedir. Her gün değişime uğrayan Folklor (Halk Kültürü) öğeleri arasında yer alan ve Maddi Kültür konusu olan giyim-kuşam anlayışı da bu değişimden etkilenmiştir.
Kurulduğu 1966 yılından günümüze kadar yapılan saha araştırmalarından elde edilen çok sayıda negatif ve dia-pozitif koleksiyonuyla, Türk Kültüründe önemli bir yere sahip olan Araştırma Ve Eğitim Genel Müdürlüğü Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezi; bu konuda çalışma yapan kişi, kurum ve kuruluşlara bilimsel çalışmalarında yardımcı olmaktadır.
Saha araştırmaları sonucunda Bursa, Manisa, Sivas, Aydın, Gaziantep, Çorum illerinden derlenen bilgiler katalog halinde yayınlanmıştır. Bu kataloglarda her ilin farklı özellikler içeren köylerine gidilerek, orijinal giyim-kuşam parçaları, giyim tarzları tespit edilmiş ve giysilerin 1/1 ölçeğinde dikiş kalıpları çıkartılmış ve bunlar yayınlarda 1/5 ölçeğinde yer almıştır.

Takılar ve Süsler

Süslenme, süs ve takı kullanma; ilk çağlarda bir inanca dayalı olarak veya süslenme gereksinimi nedeniyle ortaya çıkmış ve gelenekselleşerek günümüze kadar gelmiştir. Küçük topluluklar halinde yaşayan kabilelerin kendi örf, adet, görenekleri doğrultusunda yaşadıkları coğrafi çevreden temin edebildikleri doğal malzemelerle tasarladıkları takılar geleneklerle de bütünleşip, sembolik anlamlar yüklenerek günümüze ulaşmışlardır.
Taş, metal, ağaç, kemik, kumaş, cam gibi temel maddelerin yanı sıra, artık malzemelerden de elde edilen birçok takı güçlü bir kültürel birikimin geçmişten günümüze yansıyan örnekleridir. Geleneksel giyim-kuşamı bütünleyen takı kullanma ve süslenme geleneği geleneksel yaşamı sürdüren toplumlarda günümüzde hala devam etmektedir.
Anadolu da özellikle düğün törenleri sırasında gözlemlenen takı kullanma ve süslenme geleneği bu törenler sırasında kişilerin önem sırasına ve törenin önemine göre değişmektedir. Örneğin kına gecesinde gelin süslenmez onun yerine kız evinden başka bir genç kız gelin gibi giyinir, takılarını takar ve süslenir. Bir genç kızın evlenmeden önce süslenmesi hoş karşılanmaz, ancak evden çıkacağı gün geçmişte daha çok nazar inancına bağlı olarak günümüzde ise güzel görünme amaçlı süs yapılmaktadır.
Süslenme ve takı kullanma geleneği kadınların yanı sıra çocuk ve yetişkin erkeklerde de görülen bir olgudur. Günümüzde unutulan ve unutulmaya yüz tutmuş geleneklerimize rağmen takı kullanma, süslenme son günlerde ilgi gören otantik moda kavramışla bütünleşerek devam etmektedir.
 

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
Halk Resmi

Halk sanatlarından birisi olarak halk resmi, halkın kendi estetik anlayışı içerisinde çeşitli yöntem, teknik ve malzemelerle ahşap, kâğıt, cam gibi farklı alanlar üzerinde meydana getirdiği bir resim türüdür.
Halk resmi ürünleri dinsel ve dinsel nitelikli olmayanlar olarak kabaca ikiye ayrılabilir. Taşbaskı resimler, ulaşım araçları üzerindeki resimler, pano resimler, çeşitli duvar resimleri, camaltı resimler, kaligrafik resimler (yazı-resim), çeyiz sandıkları vb. eşya üzerinde yer alan resimler, gölge oyunu tasvirleri halk resmine giren başıca türlerdir.

HALK MİMARİSİ VE YAPI USTALIĞI

Endüstri Öncesi Dönemin (Tarım Çağı) kendisine has şartları içerisinde yaratılan ve 19. yüzyılda meydana gelen Endüstri Devrimiyle birlikte yok olmaya başlayan halk mimarisi; yaratıldığı çağın ve çevrenin sunduğu teknik, malzeme ve bilgi birikimi ile halkın ihtiyaçlarına göre şekillenip biçimlenen; yaratıcısı olan toplumun yaşam tarzını, toplumsal ilişkilerini, üretim ve tüketim biçimlerini, inanış ve geleneklerini en yalın biçimde ortaya koyan kültürel bir olgudur. Akademik olarak tanımlanabilecek bir eğitim sisteminden ya da yazılı kaynaklardan beslenmeyen bu olgunun oluşumunda en önemli unsur olarak karşımıza çıkan tecrübe ve bilgi birikimi babadan oğula usta-çırak ilişkisi içerisinde kuşaktan kuşağa aktarılmakta, bu da mimariye anonim bir çehre kazandırmaktadır.
Estetik ve lüksten çok işlevsel kaygıların ve rasyonel çözümlerin ağır bastığı halk mimarisi; ev, ambar, samanlık, köyodası, çeşme, kuyu, türbe, değirmen, cami, mescit gibi anıtsallıktan uzak; yapılışları itibarıyla içerisinde yer aldığı iklim, coğrafya ve doğa ile uyumlu eserleri kapsamaktadır.
Herhangi bir mimari eserin halk mimarisi kategorisi içerisinde yer almasını sağlayan kıstas onun adı, tipi, büyüklüğü ya da fiziki olarak bulunduğu yer değildir. Kıstas, o yapıtın üretilmesi sürecine hâkim olan felsefi düşünce ile yaratıcılarının dünyaya bakış açısıdır. Bundan dolayı halk mimarisi ürünleri merkezi idarenin ya da toplumun ortak eğilimlerinden kopuk elitist sınıfların otorite, güç, zenginlik ve ihtişamlarını simgeleyen; bir parça da olsa "ölümsüzlük iksirinden" pay almayı uman mimari yapıtlardan kesin olarak ayrılır. Endüstriye dayalı yapay malzemelerden ziyade yakın çevrede kolaylıkla ulaşılabilen doğal malzemelerin kullanılmasından dolayı (ormanlık alanlarda ahşap, volkanik bölgelerde taş, bozkırda çamur) ortaya çıkan ürünler de içerisinde yer aldıkları doğaya ve iklime uyumludur.
Yapı ustalığı geleneksel bir meslek olup kırsal kesimde inşaat faaliyetlerini profesyonel olarak icra eden kişiler usta olarak adlandırılır. Bu kişiler bir binayı temelinden çatısına kadar inşa edebilecek kapasitede olan meslek erbaplarıdır. İstisnaları olmakla birlikte ustalık genellikle babadan oğula aktarılan ya da hep aynı aileler tarafından sürdürülen geleneksel bir meslektir. Ancak esasında ustalar da köyde ya da kasabada yaşayan diğer insanlar gibi toprak işleyen ve hayvancılık yapan çiftçilerdir. Ustalık ancak yılın uygun mevsiminde ve eğer iş varsa yürütülür. Bina ustalarının dışında yapı ekibinde taşçı, marangoz, çamurcu, kerpiççi ve ameleler de yer alır. Bunların esas görevi ustaya çeşitli şekillerde yardımcı olmak ve yapı gerecini hazırlamaktır. Ancak inşaat faaliyeti profesyonel olarak bu işi icra eden kişilerin dışında tüm ailenin ve hatta akrabaların ve komşuların da bizzat katıldığı, ailenin büyüklüğünün, ekonomik durumunun ve özel ihtiyaçlarının da göz önünde bulundurulduğu kolektif bir süreçtir. İnsan gücüne dayalı zor bir meslek olması nedeniyle yapıcılık işlerine ancak delikanlılığa adım atmış, bünyesi sağlam gençler dâhil olabilir. Babası ya da yakın bir akrabası ile birlikte çalışmaya başlayan veyahut ta “eti senin kemiği benim” denilerek bir ustanın yanına verilen ve böylece bu mesleğe adımını atan genç ilk yıllarında basit bir amele olarak çalışır; ustalara harç, kerpiç, taş, tuğla taşır, çamur karar. Bir yandan da yapıcılıkla ilgili teknik bilgileri edinir. Aletlerin kullanılmasını ve maliyetle ilgili çeşitli hususları öğrenir. Yeteneğine bağlı olarak birkaç yıl içerisinde kalfa olarak çalışmaya başlayan genç, otuzlu yaşlarından itibaren usta olarak kendi başına mesleği idame ettirir.
 

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
Geleneksel Türk Mutfağı

Beslenme biçimleri, içinde bulunulan kültürel- coğrafi- ekolojik- ekonomik yapıya ve tarihsel sürece göre şekillenmektedir. Türk mutfağı denildiğinde, Türkiye'de yaşayan insanların beslenmesini sağlayan yiyecekler- içecekler, bunların hazırlanması, pişirilmesi, korunması; bu işlemler için gerekli araç-gereç ve teknikler ile yemek yeme adabı ve mutfak çevresinde gelişen tüm uygulama ve inanışlar anlaşılmalıdır.

Genel Özellikleriyle Türk Mutfak Kültürü


Beslenme biçimleri, içinde bulunulan kültürel- coğrafi- ekolojik- ekonomik yapıya ve tarihsel sürece göre şekillenmektedir. Türk mutfağı denildiğinde Türkiye'de yaşayan insanların beslenmesini sağlayan yiyecekler- içecekler, bunların hazırlanması, pişirilmesi, korunması; bu işlemler için gerekli araç-gereç ve teknikler ile yemek yeme adabı ve mutfak çevresinde gelişen tüm uygulamalar ve inanışlar anlaşılmalıdır. Türk mutfağındaki çeşit zenginliği birçok etkene bağlıdır.
Kısa bir ifadeyle Orta Asya ve Anadolu topraklarının sunduğu ürünlerdeki çeşitlilik, uzun bir tarihsel süreç boyunca birbirinden farklı birçok kültürle yaşanan etkileşim, Selçuklu ve Osmanlı gibi imparatorlukların saraylarında gelişen yeni tatlar, mutfak kültürümüzün yeni yapısını kazanmasında rol oynamıştır.
Genel olarak tahıl, çeşitli sebze ve bir miktar etle sulu olarak hazırlanan yemek türleri, çorbalar, zeytinyağlılar ve hamur işleri ve kendiliğinden yetişen otlarla hazırlanan yemeklerden oluşan Türk Mutfağı; pekmez, yoğurt, bulgur vb. gibi kendine özgü sağlıklı yiyecek türlerini de ortaya çıkarmıştır.
Yöreden yöreye farklılaşan lezzetleri barındıran yeme-içme biçimleri, özel gün, kutlama ve törenlerde ayrı bir anlam hatta kutsallık taşır. Türk Mutfağı, çeşit zenginliği ve damak tadına uygunluk yönünden olduğu kadar birçok yemek ve yiyecek türü ile sağlıklı ve dengeli beslenmeye ve vejetaryen mutfağına kaynaklık edebilecek örnekleri barındırmaktadır.


Aşçılar ve Aşçılık

Halk mutfağında aşçı kavramı "becerikli, elinin ölçüsü iyi, yaptığı yemeğin lezzeti - temizliği beğenilen kişi" olarak tanımlanır. Aşçılar, özellikle nişan, sünnet, düğün, cenaze gibi toplu - törensel yemekleri pişirirler. Yöresel olarak "Yemekçi, aşganacı, keyveni" gibi adlar alan aşçı, genelde kadındır. Aşçıya, "bulaşıkçı - yardımcı" gibi adlar verilen kişiler yardımcı olurlar.
Aşçı, yemeği yaptıracak kişi / kişilere, yemek için gerekli malzemelerin kişi sayısına göre belirlediği, ölçüsünü bildirir. Malzemenin miktarını ve kalitesini kontrol eder, önerilerde bulunur. Yemek malzemesinin (et, tahıl, sebze vb.) temizlenip ayıklanarak yemek yapılacak şekle getirilmesini: ocak ve kazanların kurulmasını kontrol eder. Yemeklerin pişirilmesiyle ilgili tüm işlemleri yürütür. Yemeğin servisinin yapılması da aşçıya aittir.
Türkiye'de aşçılık denince Bolu - Mengen ilçesi akla gelir. Türkiye’de mutfak sektöründe çalışan aşçıların önemli bir bölümünü Mengenli aşçıların oluşturduğu söylenebilir. Bu ilçemizde her yıl aşçılar Festivali'nin yapılması ve Mengen Aşçılık Yüksek Okulu'nun bulunması, daha donanımlı aşçıların yetişmesi yolunda önemli adımlardır.


Yemek Hazırlama-Sunum ve Saklamaya Yönelik Mekan ve Ekipman

Odunla ısıtılan ocak, tandır ve kuzine kullanımı giderek azalmakla birlikte köylerde kullanımları kısmen devam etmektedir. Yemekler; topraktan, bronzdan, bakırdan ve demirden yapılmış tencere ve tavaların içerisinde pişirilirdi. Günümüzde havagazı, bütan gazı ve elektrikle çalışan ocaklar ve ocaklı fırınlar; kuzine, ocak ve tandırın yerini almış görünmektedir. Tencere ve tava yerleştirmek için ocak içine metal sacayağı ya da topraktan veya taştan yapılan bir bölüm eklenmiştir. Tencere, ilgili ayaklık veya bölmeye yerleştirilip altında ateş yakılarak pişirme gerçekleştirilir.
Tandır, topraktan yapılmış, tepesi açık ve altta külü ayrılabilen yeri bulunan kuyu şeklinde bir tür fırındır. Odun tandırın içinde yakılır. Odunun dumanı bitip tandır ısınınca, doğrudan et veya toprak kap (güveç) içinde yemek sarkıtılır, tepesi kapatılarak, pişmeye bırakılır. Tandırın iç duvarına mayalı hamur yapıştırılarak ekmek de pişirilmektedir. Tandırın ikinci bir türü bir yanı açık ve üç tarafı kapalı olandır. Açık tarafa kapak yapılmıştır. Bu tür tandır genellikle tepsi içinde ekmek ve börek pişirmek amacıyla kullanılır.
Kuzine, altında odun ateşinin yakıldığı bölüm, yanında fırın bölmesi ve yüzeyde ocak yeri bulunan sobalardır. Yakılan odunun veya kömürün dumanı, boru aracılığıyla bacaya verilir. Tencere, tava, tepsiler
Güveç sırlı toprak kaplardandır. Günümüzde çok seyrek kullanılır. Son yıllarda paslanmaz çelikten yapılan tencerelerle emaye tencere ve tavalar daha sıklıkla kullanılmaktadır. Bunun yanında kalaylı bakır tencere ve tavalar da hala kullanılmaktadır. Son yıllarda teflon tava ve tencerelerin kullanımı da artmıştır.
Sac, demirden yayvan şekilde yapılan bir gereçtir. Genellikle açık ocaklarda üzerinde ekmek (yufka) pişirmek için kullanılır. Ayrıca sac üzerinde ince tek kat yapılmış börek (sac böreği) etli ekmek, gözleme, pide ve katmer pişirmek için de kullanılır. Sacın iç yüzeyi iyice temizlendikten sonra sac kebabı pişirmek için de kullanılır.
Tahta ve metalden (kalaylı bakır veya paslanmaz çelik) kaşık ve kepçeler, yemeği karıştırmak ve tencereden tabaklara yemeği almak için kullanılır.
Et tahtası, kalın sert kuru ağaçtan yapılır ve üzerinde et doğrama ve dövme işlemi yapılır. Et tokmağı; köftelik eti, külbastı ve pirzolaları düzeltmek ve ezmek için kullanılır. Değişik büyüklükteki bıçaklar kesme için kullanılır. Ceviz, susam, sarımsak ezmek için havan kullanılır. Fındık daha çok ufak el değirmeninde çekilir. Son yıllarda ise elektrikli karıştırıcı, öğütücü ve sebze doğrayıcılar mutfaklarda yer almaktadır.

Servis Gereçleri

Eskiden kalaylanmış değişik büyüklükte bakır tas ve tabaklar kullanılırken, günümüzde bunların yerini porselen, cam ve paslanmaz çelikten tabaklar almıştır. Yemekler çoğunlukla sulu olduğundan kaşık başlıca yeme aracıdır. Son yıllarda çatal ve bıçak hemen hemen her evde bulunmaktadır. Bunun yanında kırsal yerleşimlerde tek kaptan yeme alışkanlığı sürdürülmektedir.
Geleneksel olarak yemekler, tas ve geniş tabaklarda "sini" adı verilen, genellikle kalaylı bakırdan yapılmış büyük bir tepsi üzerinde yenilmektedir. Her bireyin önüne, yemeğin çeşidine göre; kaşık, çatal ve bıçak konur. Bu alışkanlığın giderek kaybolduğu, kırsal yörelerde dahi masa kullanımının yaygınlaştığı görülmektedir.
Kırsal bölgelerde herkes kendi kaşığı ile ortadaki yemekten alıp, yer. Kentlerde, yemekler ayrı kaplarda servis edilmektedir. Önce çorba, sonra et, sebze - pilav - börek ve et son tatlı servisleri yapılır. Siniler 30 - 40 cm. yükseklikte “sofra-sofra tahtası-ekmek tahtası” adlarıyla anılan ahşaptan bir altlık üzerine yerleştirilir. Onun altına “sofra bezi” serilir.
Besinlerin saklanmasında, tahtadan yapılmış sandık ve kutular, sırlı topraktan yapılmış küpler, bez torbalar, cam kavanozlar, cam bidon ve şişeler, plastik bidon ve kaplar kullanılmaktadır. Ayrıca sazlardan, ince ağaç dallarından buğday sapından yapılan çeşitli büyüklükteki sepet ve seleler, sebze ve meyvenin taşınmasında, kurutulmuş sebze ve meyvenin saklanmasında kullanılır. Sap siniler, metal siniler gibi yemek masası yerine kullanılmaktadır.

Mutfak

Yemeğin yapıldığı mekanlar; "mutfak, ocaklık, aşevi, aşdamı, ocak vb." gibi adlar almaktadır. Bazen ekmek, çörek türleri ve daha uzun süreli ısı kullanımının gerektiği yemek, yiyecek çeşitleri tandır, ocak ocaklık vb. adlar alan ayrı bir bölümde pişirilir. Mutfak yalnız yemek pişirilen bir mekân değildir. Ülkemizde mutfak; yemek hazırlama, pişirme ve servis gereçlerinin konulduğu, yemeklerin yenildiği yer olmasının yanı sıra oturulan ve hatta yatılan birimlerin bulunduğu örnekleri de içermektedir.
Kentlerde, mutfağın genişliği elverişli ise yemekler bu mekânda yenir. Konuk davetinde veya geniş ailelerde, genelde salonun bir bölümünde bulunan ve "yemek odası takımı" olarak adlandırılan mobilyanın konulduğu bölümde yemek yenir. Bu uygulamanın yanında kentte de yer sofrasında yemek yeme geleneğinin devam ettiği gözlenmektedir.


Öğünlerde Yenen Yemek, Yiyecek ve İçeceklerden Örnekler

Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerine kadar öğünlerin kuşluk ve akşam olmak üzere günde iki kez olduğu bilinmektedir. Günümüzde öğünler sabah, öğle, akşam şeklindedir. Buna çoğu yörelerimizde devam eden "yatsılık, uykuluk, yat - geber yemeği" gibi adlar alan özellikle uzun kış gecelerinde yenilen bir öğün de eklenebilir. Bunun dışında akşamüzeri özellikle komşuluk ilişkilerinde yer alan bir ara öğünden de söz etmek mümkündür.
Günümüzde kahvaltı olarak adlandırılan sabah öğününde tüketilen belli başlı yiyecekler zeytin, peynir, ekmek, reçel ve yumurtadır. İçecek olarak çayın ağırlık taşıdığı bu öğüne farklı peynir türleri, sucuk, domates, salatalık, biber gibi yiyecekler ve yörelere göre farklılık gösteren birtakım ürünler de eklenebilir. Çorba ve süt, bal, pekmez gibi yiyeceklerle kahvaltı yapma geleneği de özellikle köy ve kasabalarda devam etmektedir.
Öğle yemekleri mevsime göre hazırlanan tencere yemekleri, çorba, salata vb.den oluşur. Bu öğünde yapımı zaman ve emek isteyen yemeklere, et ağırlıklı yemek türlerine ve tatlılara pek rastlanmaz. Çorba, ana yemek, salata ve tatlıdan oluşan mönü genellikle akşam yemeğine özgüdür.
Tarlada veya başka bir işte çalışan aile bireylerinin akşam eve gelmesi ve bir sofra etrafında hep birlikte ancak akşam saatlerinde bir araya gelmeleri, akşam öğününün daha zengin ve özenli olmasının başlıca nedenidir.
Özellikle kış gecelerinde yer alan bir diğer öğün "yatsılık" ta kuruyemiş, çerez, meyve türü yiyecekler yenir. Son dönemlerde yerini çaya bırakmış olmakla beraber, boza, tükenmez gibi içecekler; elma, erik kurusu, pestil, cevizli sucuk gibi yiyecekler ve mevsim meyvelerinin tüketimi devam etmektedir.


Belirli Zamanlara Özgü Yemekler

Türk Mutfağında belirli zamanlarda hazırlanan yemek, yiyecek - içecek türleri; sembolik anlamlarla yüklü hazırlanması nedeniyle gündelik yemeklere göre daha fazla zaman ve emek istemektedir.
Belirli zamanlara özgü yemekler "imece" adı verilen yardımlaşmalarla hazırlanır. Nişan, düğün, sünnet, ölüm, dini bayramlar, mevsimlik bayramlar, Ramazan Ayı gibi gündelik yaşamdan daha farklı anlamların yüklendiği günlerde yemek ve yiyeceklerin de farklılaştığı; sofraların daha özenle ve bol çeşitle hazırlandığı gözlenmektedir. Bu konuda kendine özgü bir yapı gösteren doğum, düğün ve ölüm yemeklerini örnekleyebiliriz:
Doğum yapan kadına ziyarete gelen akraba, komşu ve tanıdıklar çeşitli hediyelerin yanında süt, yoğurt, yumurta, çorba gibi yemek ve yiyecekler de getirirler. Loğusa evinde konuklara; loğusa şerbeti, süt, tatlı, bisküvi gibi ikramlarda bulunulur.
Loğusa kadına sütünün artacağı inancıyla süt ve sütlü yiyecekler, soğan, bulgur, mercimek, şerbet, tatlı vb. yedirilir; nohut, fasulye ve bazı meyveler sakıncalı kabul edilerek yedirilmez, soğuk su içirilmez.
Düğün yemeklerinde et yemeğinin yanında pilav, mevsime bağlı olarak bir sebze yemeği, kuru fasulye veya nohut, hoşaf bulunur. Çorba olarak şehriye ve yoğurt çorbalarının yer aldığı düğün sofralarında; keşkek, pilav ve et yemeği hemen her bölgede yaygındır. Düğün sofralarında tatlı olarak helva, zerde, sütlaç veya baklava bulunur.
Cenaze yemeklerinde pilav ve sebze yemeklerinin yanında yemek çeşitleri de bulunur. Bazı yörelerde mezarın hazırlanmasını sağlayan kişilere verilen yemeğe "kazma takırtısı" denir. Cenaze evine, yörelere göre değişiklik göstermekle beraber, 3 veya 7 günle değişen sürelerle komşu ve tanıdıklar yemek getirir, ölü evinde yemek pişmez.
Ölünün evden çıktığı gün un helvasının yapılması dağıtılması; 3., 7., 40. ve 52. günlerde mevlit okutularak yemek veya yiyecek ikramında bulunulması geleneği devam etmektedir.


Kışlık Hazırlıklar

Türk Mutfağında, kışlık besinlerin hazırlanmasında farklı teknikler uygulanmaktadır. Biber, patlıcan, fasulye, domates, elma, erik, dut vb. gibi sebze ve meyveler kurutularak kışın sebze yemeklerinin ve çeşitli hoşafların yapımında kullanılır.
Biber ve domatesle; kaynama, güneşte koyulaştırma yoluyla salçalar hazırlanır. Çeşitli sebzelerin, su, sirke, tuz, limon vb ile birleştirilmesi ile yapılan turşular, kış yemeklerinin yanında yoğun olarak tüketilen yiyeceklerdir. Tarhana adı verilen; yoğurt, un, yarma, çeşitli sebze ve tat vericiler ile hazırlanan çorbalık türü, içine konulan malzeme ve hazırlama tekniği yöresel farklılıklar göstermekle beraber, Türkiye genelinde yaygın olarak hazırlanır. Yaz sonunda hazırlanan tarhana, kış boyunca sevilerek tüketilen besleyici bir çorbadır.
Vişne, çilek, kayısı başta olmak üzere çeşitli meyvelerden hazırlanan reçel, şurup, marmelat çeşitleri de kışlık hazırlıkların önemli bölümünü oluşturur. Üzüm, dut, elma gibi meyvelerden hazırlanan pekmezin üretimi son yıllarda azalmış olmakla beraber devam etmektedir.
Pekmeze elma, ayva, armut, üzüm gibi meyvelerin katılmasıyla reçel türleri elde edilir. Pekmez, ceviz, fıstık, nişasta vb. malzemelerle işlenerek pestil, sucuk, muska gibi besinler üretilir.
Kış için etle hazırlanan besinlerin üretimi, özellikle kırsal yörelerde devam etmektedir. Kıyma veya kuşbaşı şekline getirilen et kavrulduktan sonra tuz eklenerek soğutulur. Kavurma veya sızgaç denen bu ürün, kış yemekleri hazırlanırken kullanılır. Özel yöntemlerle hazırlanan pastırma, sucuk gibi ürünlerin yanında etin, kemiğin ve bazı balık türlerinin kurutularak ya da tütsüleme yoluyla kış için hazırlandığı bilinmektedir.
Günümüzde yukarıda anılan tekniklerin yanında, besinlerin konserve yapılması veya derin dondurucuda muhafaza edilmesi ve kışın kullanılması giderek yaygınlaşmaktadır.
 

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
Halk Edebiyatı
Türklerin XI. yy'dan başlayarak yurt edindikleri Anadolu'da sözlü geleneğin bir devamı olarak günümüze kadar sürdürülen sözlü edebiyata, "halk edebiyatı" adı verilir. Kaynağını geleneklerden, halkın kültüründen alan Halk Edebiyatı, İslamiyet öncesi sözlü edebiyatın uzantısıdır. Halkın duygu ve düşüncelerini, yaşama ve dünyaya bakışını yansıtır. Dil, biçim, konular, duyarlıklar bakımından halk kültürüne sıkı sıkıya bağlıdır.

Halk Edebiyatı’nın Genel Özellikleri

-Dil ve anlatımda süslü söyleyişe yöneliş yoktur. Genellikle yalın anlatım kullanılır.

-Halk Edebiyatı ürünlerinde söylendikleri, yaşatıldıkları devir ve çevrenin yaygın Türkçesi kullanılmıştır.

-Halkın içinden doğan eserler, konu, tema ve duyarlık bakımından halkın hayatına sıkı sıkıya bağlıdır.

-Aşk, doğa, ayrılık, özlem, ölüm, din, tasavvuf konularının yanı sıra toplum hayatını ilgilendiren sorunlar da işlenir. Biçimden çok konuya ağırlık verilmiştir.

-Şiirde nazım birimi genellikle dörtlüktür. Yaygın olarak hece ölçüsü kullanılmıştır. Hecenin en çok 7’li, 8’li ve 11’li kalıpları kullanılmıştır. Fakat şehirde yaşamış, medrese eğitimi almış bazı ozanlar aruzu da kullanmışlardır.

-Şiirler işledikleri konuya göre güzelleme, koçaklama, ağıt ve taşlama, ilahi… gibi adlar almışlardır.

-Şiirlerde koşma, türkü, mani, destan, semâî… gibi değişik nazım şekilleri kullanılmıştır.

-Halk deyimlerine ve güzel halk söyleyişlerine yer verilir.

-Şiirlerin başlığı yoktur, Nazım şekilleri ile adlandırılır.

-Genellikle yarım kafiye kullanılır. Daha çok redifle ahenk sağlanır. Kafiyenin yanı sıra “ayak” da söz konusudur.

-Halk edebiyatında nesirle oluşturulmuş zengin bir edebiyat geleneği de bulunmaktadır. Nesir örnekleri arasında halk masalları, halk hikâyeleri, efsaneler, atasözleri, deyimler, halk tiyatrosu, bilmeceler, fıkralar sayılabilir.

-Halk edebiyatı gözleme dayalıdır. Benzetmeler somut kavramlardan yararlanılarak yapılır. Sözü edilenlerin hemen hepsi gerçek yaşamdan alınmadır.

Halk edebiyatı, ortaya konan ürünlerin gösterdiği biçim ve içerik özelliklerine göre üç bölüme ayrılır:

1) Anonim (Ortak) Halk edebiyatı

Anonim Halk Edebiyatı
Söyleyeni belli olmayan, halkın ortak malı sayılan ürünlerin oluşturduğu, sözlü geleneğe dayalı edebiyattır. Sözlü olduğu için, ürünler; halk arasında dilden dile geçtikçe zaman, kişi, yer unsurlarına bağlı olarak değişikliğe uğramıştır.

Atasözleri

Deyimler

Bilmeceler

Ninniler

Dua ve Beddualar (Hayırdualar ve İlençler)

Tekerlemeler

Fıkralar

Masallar

Halk Hikayeleri

Efsaneler

Destanlar

2) Âşık Edebiyatı

Halk diliyle ve hece vezniyle meydana getirilen, saz eşliğinde söylenen şiirlerden oluşan geleneksel edebiyatımızın adıdır. Bu geleneği sürdüren şairlerimize Âşık denildiği için bu edebiyata da Âşık Edebiyatı denilmiştir.
Âşık, Türk Halk Edebiyatında XVI. yy'ın başından itibaren görülen şair tipidir. Genellikle, aşığın şairlik gücünü rüyasında pirin sunduğu "âşk badesini" içmekle ve "sevgilisinin hayalini" görmekle kazandığına inanılır.
Rüya da genellikle âşık adayının karşısına bir sevgili veya saz çıkmaktadır. Rüyaların süsü aksakallı bir derviş ve bazen bir bazen üç dolu bardaktır. Bardağın rüyada tas halinde görülmesine de sık sık rastlanır. Ozanlara rüyada sunulan tasların içindeki mayilere aşk dolusu denir. Fars Edebiyatı'nın etkisiyle bâde adını da almaktadır. Bunlar; erlik, pirlik ve âşk badesi diye adlandırılırlar.
Âşıklarımız genellikle bir usta âşığın yanında yetişirler. Ondan hem usta deyişlerini hem de sanatın icrasına ilişkin yol ve yöntemleri öğrenirler. Âşık meclislerinde, kahvelerde bu ustaların sanatlarını icra ediş biçimlerini yeterince kavradıktan sonra, ustalaşan ozanlarda kendilerine çırak alırlar ve gelenek bu şekilde devam eder.
Âşık, bilgi, duygu ve becerisini yaptığı atışmalarda gösterir. Atışmalardaki amaç; yarışmak ve kazanmaktır. Atışmalarda en az iki âşık karşı karşıya gelir. Mecliste bulunan saygın bir kişinin ya da usta bir ozanın ayak söylemesiyle atışma başlar. Ayağa uygun dörtlük söyleyemeyen âşığın yenilgisiyle atışma sona erer.
Âşık Edebiyatının başlıca unsurlarından birisini hikâye anlatma oluşturur. Saz şairleri içerisinde geleneğe bağlı olanların çoğu âşık meclislerinde hikâye anlatırlar. Bir kısım usta saz şairleri ise, bir yandan usta malı halk hikâyeleri anlatırken bir yandan da kendi düzdükleri hikâyeleri anlatırlar. Çıldırlı Âşık Şenlik, Ercişli Emrah, Sabit Müdami geleneğe bu yanıyla katkıda bulunmuş önemli saz şairleridir.
Tonguzların Şaman, Moğol ve Baryatlar'ın Bo veya Bugue, Yakutların Oyun, Oğuzların Ozan dedikleri bu geleneğin temsilcileri toplumun yaşam biçimlerini düşünce ve duygularını, olaylara bakış açılarını şiirleriyle dile getirmişlerdir. Aşıklık geleneğin en önemli temsilcileri; Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Ercişli Emrah, Dertli, Seyrani, Sümmani, Aşık Veysel Şatıroğlu, Mevlüt Şafak (İhsani), Mahzuni Şerif, Murat Çobanoğlu ve Şeref Taşlıova’dır.

Aşık Edebiyatındaki Belli Başlı Geleneksel Olgular

Mahlas Alma: Mahlas, şairlerin yazdıkları şiirlerde asıl adlarının yerine kullandıkları takma ada denir. Halk edebiyatında mahlas geleneğe bağlı uygulanan bir kuraldır. Aşıkların çoğunun asıl ismi unutulmuş, mahlasları isim olarak kullanılır olmuştur. Dadaloğlu'nun asıl adı Veli, Sümmani'nin Hüseyin, Gevheri'nin Mehmet vb.'dir. Aşık geleneğe uygun olarak kullanacağı mahlası şu yollarla alır:

a)Mahlasını kendi seçerek alma:

-Adını, soyadını mahlas olarak kullanır.

-Yaşayışına ve sanatına uygun olarak kendi seçtiği herhangi bir ismi mahlas olarak kullanır.

b)Bir usta aşıktan, imam, pir ya da mürşitten alma.

- Usta aşık çırağı sınava tabi tutar.

- Usta aşık çırağının durumuna göre bir mahlası uygun görür.

- Şeyh ve pirin manevi tesiriyle mahlas alır.

c) Rüyasında bade içerken alma.

Rüya Sonra Aşık Olma (Bade İçme): Rüya motifi Türk Halk Edebiyatında sıkça karşımıza çıkan bir motiftir. Genellikle halk hikayelerinde yer alan bu motif bazı aşıkların hayat hikayeleri içinde de görülmektedir. Aşıklar aşıklığa başlamayı ya da yetişip usta aşık olmayı geleneksel bir unsur olarak gördükleri iki önemli yol, usta yanında yetişme ve/veya rüyada bade içerek badeli aşık olmadır.
Bade, şerbet, su v.b. bir içecek olabileceği gibi elma, nar, ekmek, üzüm gibi herhangi bir yiyecek de olabilir. Aşık edebiyatında bade içme-rüya motifi bir gelenek icabıdır.

Bade aşığa;

- Bir pir tarafından,

- Üçler tarafından,

- Beşler tarafından,

- Yediler tarafından,

- Kırklar tarafından verilir.

Usta – Çırak İlişkisi: Aşık edebiyatında yüzyıllar boyu yaşatılan geleneklerin en önemlilerinden biri de usta çırak geleneğidir. Aşıklar genellikle bir usta aşığın yanında onun çırağı olarak, yetenekleri ölçüsünde olgunlaşırlar. Gelenek gereği icracılık ve aşığın şairlikteki ustalığı için üstat da denilen bir aşığın yanında ders almaları gerekmektedir. Genç aşığın ustasının yanında çok büyük bir sabır göstermesi gerekmektedir. Sabrın sonunda çırak ustasının hayır duasını alarak tek başına halk önüne çıkma iznine kavuşur.

Aşık Karşılaşmaları (Atışma): Aşıkların doğaçlama olarak belirli bir kural çerçevesinde söyleşmelerine "atışma" denir. Atışma, aşıkların dinleyenler karşısında, deyişme sırasında birbirini iğneleyici fakat mizah çerçevesi içinde söyleşmeleridir. En az iki aşığın dinleyici huzurunda karşı karşıya gelerek birbirlerini sazda ve sözde belli kurallar çerçevesinde denemeleri esasına dayanır. Karşılamalarda, aşıklar rakiplerine üstün gelmek için onu mat etmenin yollarını ararlar.

Leb – Değmez (Dudak Değmez): Aşıkların ustalıklarını sergilemek için bir nevi söz hüneri olarak başvurdukları bir biçimdir. İçinde (b,p,m,v,f) dudak ve diş-dudak sesleri bulunmadan söylenilen şiir demektir. Aşıkların dudakları arasına iğne koyarak yarıştıkları bir atışma biçimidir.

Askı (Muamma) Çözme: Muamma, halk şiirinde bir kimsenin ya da varlığın adını gizleyen şiir demektir. Aşık edebiyatında muammanın özel bir önemi vardır. Aşıklarca muamma düzenlemek ya da bir muammayı çözmek bilgi ve zeka ister."Murat Uraz" muammanın uygulanışını şu şekilde anlatmaktadır:
Kahvelerde muamma teşhir edildiği gecelerde; sigara ve nargile içilmez, kimse sesli konuşmaz, herkes intizam içinde oturur. Halk şairi tarafından hazırlanmış muamma büyük ve uzaktan okunabilecek bir yazı ile kağıda yazılır ve tahtaya yapıştırılır. Tahtaya bir milimetre kalınlığında bal mumu sürülür.
Aşıklar nöbetle kahveye gelenlere işine ve halk arasındaki derecesine göre ağırlamalar söylerler. Ağırlanan kişi de ağırlığına göre muammanın etrafındaki bal mumu sürülmüş tahtaya para yapıştırır. Muammayı kim çözerse paraları alır ve muammayı tertipleyen aşık da bir taksim çıkarırdı. Şayet bu muamma birkaç gece kahve duvarında asılı kalır, kimse tarafından da çözülmemiş olursa sahibi olan aşık bunun ne olduğunu söyler ve bütün paraları alırdı.

Dedim - Dedi Tarzı Söyleşi: Halk şiirinde yaygın olarak kullanılan bir biçim olup koşma ve semailerdeki aşık ve sevgilinin (dedim-dedi ifadesine bağlı) karşılıklı söyleşmeleridir.

Tarih Bildirme: Aşık, kıtlık, yangın, sel felaketleri, salgın hastalık, önemli savaşlar vb. toplumu yakından ilgilendiren, sosyal hayatla ilgili olaylarla kendi doğum tarihini şiirlerinde tarihi birer belge olmasını istemiş ve genellikle ilk yada son dörtlükte bazen de ara yerde tarih belirtmiştir.

Nazire Söyleme: Nazire, bir şairin şiirine karşılık olarak başka bir şair tarafından aynı uyak ve ölçüde yazılan şiirdir.

Saz Çalma: Saz, aşık için ilhamı kamçılayan bir alet olup aşıklık geleneğinin en önemli unsurlarından biridir.

Aşık Edebiyatında Türler

Heceli Türler

Koşma:
Türk Halk şiirinin en yaygın türüdür. Hece ölçüsünün 6+5=11 ya da 4+4+3=11'li kalıbı kullanılır. Konuları bakımından koşmanın kişi ve doğa güzelliğini övenine "güzelleme",yiğitlik konusunu işleyenine "koçaklama",bir kişi ya da toplumun kötü yönlerini eleştirenlere "taşlama",yasla ilgili olanlarına "ağıt" adı verilmektedir.

Semai: Halk şiirinde hecenin sekizli ölçüsü ile koşma biçiminde tertip edilip özel bir ezgi ile söylenen şiirlere denir. Genellikle en az üç, en fazla beş dörtlükten oluşur. Çoğunlukla; doğa, güzellik ve ayrılık temalarını işler.

Varsağı: Güney Anadolu'da "Varsak" boyu halkınca özel bir ezgi ile söylenen nazım türlerinden biridir. Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişmektedir. Varsağı, biçimce semaiye benzemekte olup semai gibi hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla söylenmektedir. Aralarındaki fark söyleyiş biçimlerinde ve ezgilerindedir.

Destan: Aşıkların sevgilerini, kahramanlık olaylarını, günlük olaylarla ilgili kimi durumları ve bazı acıklı olayları anlattıkları biçim olarak halk edebiyatı nazım türlerinden koşmaya benzeyen, koşmadan dörtlük sayısı, konu, anlatım ve ezgi yönünden ayrılan halk şiiri türüdür.

Aruzlu Türler

Divan:
Halk şiirleri arasında "divani" adıyla bilinen divan, aşık edebiyatı nazım şekillerinden olup, aruzun fâilâtün / fâilâtün / fâilâtün / fâilün kalıbıyla söylenmiş şiirlerdir.

Selis: Halk edebiyatında feilâtün (fâilatün) / feilâtün / feilâtün / feilün yazılan şiirlerdir. Genellikle 19. yy aşıkları tarafından kullanılan selisin en fazla yazılan tipi gazel biçiminde olanıdır. Hece ölçüsünün on beşli kalıbına da uyan selislerin en belirgin özellikleri farklı bir ezgiye sahip olmalıdır.

Semai: Aşık edebiyatında hece ölçüsü ile yazılan semailerden başka bir de divan edebiyatının etkisi ile aruzla yazılmış semailer bulunmaktadır. Semai aruz ölçüsünün mefâilün / mefâilün / mefâilün / mefâilün kalıbıyla yazılan ve özel bir beste ile okunan aşık edebiyatı ürünüdür.

Kalenderi: Halk şairleri tarafından aruzun mef’ûlü mefâ’îlü kalıbıyla gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde söylenen şiire denir. Özel bir ezgiyle okunur. Ezgisi bakımından düz kalenderî, Acem kalenderisi, Emrah kalenderisi gibi çeşitlere ayrılır. Kafiye düzeni divan ve semai ile aynıdır.

Satranç: Aruzun mefteilün / müfteilün / mefteilün / müfteilün kalıbıyla yazılan gazel biçimindeki şiirlerdir.

Vezni Aher: Aruzun müstef'ilâtün / müstef'ilâtün / müstef'ilâtün / müstafilâtün kalıbıyla yazılan şiirlerdir.


3) Tekke (Tasavvuf) Edebiyatı

Anonim Halk Edebiyatı

Aşık Edebiyatı

Tasavvuf (Tekke) Edebiyatı

Tasavvufi Halk Edebiyatı (Tekke Edebiyatı) Anadolu’da 13.yüzyıldan sonra yayılmaya başlamıştır. Kurucusu 12.yüzyılda Türkistan’da yaşayan Ahmet Yesevi’dir. Anadolu’da 19'uncu yüzyıla değin çeşitli tarikatlar vasıtasıyla gelişen bu edebiyat geleneğinin sürmesinde en önemli rolü Alevi-Bektaşi ve Melami-Hamzavi şairler oynamıştır. Tasavvufun etkisiyle doğan Tekke edebiyatının amacı tasavvuf düşüncesini insanlara benimsetmektir. Tasavvuf felsefesine göre kainatın yaratılış sebebi tanrının kendi güzelliğini görmek ve bilinmek istemesidir. Tanrının "ol" emri ile kainat yaratılmıştır. Varlıklar tanrıdan kopma bir parçadır. Dolayısıyla Tanrı "vahded-i Vucut" yani tek varlıktır. Dolayısıyla evrendeki varlıklar asıl varlığa dönmek ister. Varlığın kendi varlığını tanrı varlığında yok etmesi tasavvufta en son aşamadır.
Tasavvuf edebiyatı şairleri, yalın bir dille, hece ölçüsüyle ya da aruzun heceye yakın yalın kalıplarıyla eserler vermişlerdir. Şairleri hecenin yanında aruzu, dörtlüğün yanında beyiti de kullanılmıştır. Bu edebiyatın düzyazı biçimini ise evliya menkıbeleri, efsaneler, masallar, fıkralar ve tarikat büyüklerinin yaşamlarını konu alan yapıtlar oluşturur. Arapça - Farsça sözcükler, Halk edebiyatının en çok bu bölümünde kullanmıştır. Bunların bir bölümü tasavvuf terimleridir.
Bu geleneğin en önemli temsilcileri; Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Pir Sultan Abdal, Abdal Musa, Hacı Bayram-ı Veli, Hüdai, Abdû Furkan, Sezai ve Turabi’dir.

Tekke Şiirinde Türler

İlahi:
İlahiler, tasavvuf görüş ve anlayışını anlatan bunun inceliklerini, ilahi hikmetleri ve sırları dile getiren manzumeler olup herhangi bir tarikatın izini taşımaksızın Tanrı'yı öven, Tanrı'nın büyüklüğü ve gücünü telkin eden şiirlerdir. Dini törenlerde ve dergahlarda kendine özgü bir makamla söylenir. İlahiler dörtlükler ya da beyitlerle yazılırlar. Dörtlüklerle yazılanlar genellikle 7'li, 8'li bazen de 11'li hece ölçüsü ile koşma uyak düzeninde yazılır. Beyit ile yazılanlar ise genellikle 11,14 ve 16'lı hece ölçüsü ile bazıları ise aruz ölçüsüyle yazılır.

Nefes: Dini temellere bağlı aşık edebiyatı nazım şekillerinden ilahilerin Alevi-Bekteşi aşıklarınca yazılanlarına denir. Konusu genellikle tasavvuftaki vahdet-i vücud, Alevi-Bektaşi ilkeleri tarikat kurallarıyla ilgilidir. Dili sade bir Türkçe olan nefesler biçim olarak koşma gibidir. Dörtlükler halinde hece ölçüsünün 7.8.11’li kalıpları ile ya da az da olsa aruzla yazılanlara rastlanmaktadır.

Ayin: Mutasavvıflara has bazı hal ve hareketleri ifade etmek için ilk defa İranlılar tarafından kullanılan ayin terimi daha sonra Türk Tasavvuf Edebiyatına da geçmiş Mevlevilerin sema meclislerinde söyledikleri ilahilere verilen ad olmuştur.

Tapuğ: Gülşeni tarikatında ayinler sırasında okunan şiirlere tapuğ denir.

Durak: Mevlevi dışındaki tarikatların hemen hepsinde bulunan fakat genellikle Halveti Tarikatına mensup kişilerce zikrin birinci bölümünü teşkil eden Kelime-i Tevhidden sonra İsm-i Celal zikrine geçmeden önce verilen orada bir yada iki zakir tarafından her makamdan okunan, serbest olarak bestelenmiş Türkçe manzumelerdir.

Cumhur: Mevlevi ve Bektaşi dergahları dışında topluca okunan ilahilere verilen addır.

Hikmet: Dini ve tasavvufi halk şiirinde şairin anlayış ve sezgilerine göre din konularını işleyen şiirlere denir.

Devriye: Dini ve tasavvufi halk edebiyatında devir nazariyesini işleyen şiirlerdir. Devriye; evrenin ve insanın Tanrı’dan çıkıp, tekrar Tanrı’ya dönmesi felsefesine göre yazılan tasavvufi şiirlerdir.

Şathiye: Dini ve tasavvufi halk şiirinde genel olarak mizahi manzumelere şathiye adı verilir. Şathiyeler, mutasavvıf şairlerce söylenmiş ya da yazılmış, tasavvufi inançları dile getiren, anlaşılması yorumlanmasına bağlı şiirlerdir.

Tevhid: Allah’ı, yaratılış ve kainatın aslı gibi unsurları bir arada yorumlayan manzumelere “tevhid” denir. Divan edebiyatı nazım türlerinden gazel, kaside ve mesnevi biçimlerinde kaleme alınmışlardır.

Nutuk: Tekkelerde tarikat ulularının özellikle eğitici mahiyette olmak üzere söyledikleri şiirlere verilen addır.

Deme: Alevi tarikatından olan tasavvuf şairlerinin tarikatlarını ve hareketleriyle ilgili temaları işleyen, sorunlarını konu edinen şiirlerine “deme” adı verilir. Genellikle 8’li hece ölçüsüyle yazılan demeler saz eşliğinde kendine özgü bir makamla söylenir.

Duvaz: Düvaz-ı imam, düvaze, imam da denilen duvazlar On İki İmam’ı öven nefeslerdir.

Halk Aşıklarımız (Ozanlarımız) ve Halk Şairlerimiz

Yunus Emre (1238? – 1321?)

Kaygusuz Abdal (1341 ?– 1444 ?)

Pir Sultan Abdal (16.Yüzyıl)

Karacaoğlan (17. Yüzyıl)

Dadaloğlu (1785 ? – 1868 ?)

Dertli (1772-1845)

Ercişli Emrah (16.Yüzyıl – 17. Yüzyıl)

Erzurumlu Emrah (1775 ? -1854 ?)

Köroğlu (16.Yüzyıl)

Seyrani (1807 ? – 1866)

Sümmani (1860 – 1915)

Aşık Şenlik (1850-1913)

Aşık Veysel Şatıroğlu (1894–1973

Mahzuni Şerif (1940-2002)

Mevlüt Şafak (Mevlüt İhsani)

Murat Çobanoğlu (1940–2005)

Şeref Taşlıova


Kaynak : Kültür ve Turizim Bakanlıgı resmi sitesi
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Halk Kültürü Nedir?
Türk halk kültürü .halkın dil, kültür, duygu, düşünce ve beğenisiyle oluşturup yaşatılan, geçmişten günümüze gelmiş, toplum, insan ve doğa gerçeğiyle şekillenmiştir. Kültür mirası, insanlığın ortak mirasıdır. Her millet hatta her uygarlık dil, kültür, tarih mirasıyla dünyada yerini alır. Bireylerin kökleşmesi ve toplumsallaşması, bu mirasın içinde gerçekleşir. Kültür mirasları geçmişin tanıklarıdır, bu yönleriyle geleceğin şekillenmesinde etkendir. Halk kültürü ürünleri halk arasında mayalandığı için, halkın kültür yapısını ve dokusunu ortaya koyar. Halk kültürü toplumsal yaşamda birlikteliği pekiştirici, dayanışmayı arttırıcı özelliklerini sürdürerek bir işlev üslenir, halkın kendi kültürüyle yabancılaşmasını önler. Halk kültürü ürünlerinin halkın ortak duygu ve düşüncelerini dile getirmeleri bakımından Türk kültürünün korunmasında, yaşatılmasında önemli işlevleri vardır. Halk kültürü, uygarlıkların yaratıcısı olan insanların kimlik ve kişiliğinin temel belirleyicisidir
(Günay.1999:24).​

Halk kültürünün küreselleşme etkisiyle halkla bağları zayıflamağa başlamış ve kendi kaynaklarının yanı sıra yabancı kaynaklarla beslenmeğe başlamıştır. Halk kültürü, kültür varlığının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Halk kültürü, toplumsal ve kültürel birlik oluşturan ortak ve kültürel özelliklen bulunan toplulukların ürünleridir. Toplumun sosyoekonomik dinamiklerini ortaya çıkarmakta, milletin kültür birliğini sağlamaktadır. Milletleri' diğer milletlerden ayıran kültürel özelliklerin esası halk kültürüdür.

Halk kültürü, özü gereği statik değil dinamiktir. Gelenek, zaman boyutunda bir başka geleneğe dönüşür. Belli bir kültür içinde oluşur ve canlılığım sürdürür. Geçmişten günümüze gelmiş bir kalıp değildir. Yaşayan bir kültür topluluğunun bugünkü gereksinimini karşılayan bir sosyal kurumdur.

Türkiye hızlı bir kültürel değişim ve gelişim süreci yaşamaktadır. Halk kültürü ürünleri kültürel yapımızın, yaşama biçimimizin en iyi tanıkları ve taşıyıcılarıdır. Anadolu kültürünün çeşitliliği halk kültürü ürünlerine büyük bir zenginlik sağlamıştır. Yaşanılan son elli yılda, çağlar boyu süren kültür ikiliği hızla ortadan kalkmaktadır.

Günümüzde halk kültürü ürünleri kitle iletişim araçlarıyla yayılmağa başlamıştır. Bu bir noktada teknolojinin sözlü geleneğin işlevini üstlenmesidir. Teknoloji, geleneği yayan gezginci kültür taşıyıcılarının yerini alarak geleneğin dar çevrelerde sıkışıp kalmasını önleyerek yayılmasını sağlamıştır. Günümüzde halk kültürü yeni ortamlara, yeni şartlara uyum göstermeğe,' gelenek dışı düşüncelerle beslenmeğe başlamıştır. Bu olgu geleneksel kültürü de etkilemiştir.

Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçen toplumumuz, bu gün artık bilgi ve iletişim toplumuna geçme aşamasındadır. Toplumlar arası haberleşme olanaklarının çok sınırlı olduğu dönemlerde kültürler ve uygarlıklar arası ilişkiler dar alanda kalmıştır. Genellikle komşu kültürlerin birbirini etkilediği dönemlerin aksine günümüzde coğrafi bakımdan çok uzaktaki kültürler bile hızlı bir etkileşim içindedir. Sanayi ve tarımın gelişmesi, ulaşım ve teknolojinin getirdiği yenilikler, iletişim halk kültürünü etkilemektedir. Köyden kente göç olgusu halk kültürünün doğal ortamını değiştirmiştir. Halk kültürü sözlü, yazılı kültür ortamlarının yanı sıra elektronik kültür ortamlarında yayılır hale gelmiştir. Gelenek sosyo- kültürel yapı içinde ancak yeni işlevler kazanarak var olan işlevlerini koruyarak yaşayabilir.

Sanayileşme, iletişim toplumları etkilemiş, hızlı kültürel değişim ve gelişime neden olmuş, yaşama biçiminin değişmesinin yanı sıra, bir kültür şokuyla karşı karşıya bırakmıştır.. Dünya küreselleşme sürecine girmiştir. Küreselleşmeyle, farklı kültürlerden insanları bir araya getirecek ortak bir paydaya doğru gidiş başlamıştır. Bu da halk kültürleri için tehlike çanlarının çalınmasıdır. ancak küreselleşme olgusu kültürel değişim ve gelişime bağlı halk kültürünün doğal akışını hızlandırıp aşındırmağa başlamıştır.

Dünyanın her toplumundaki bireyler kendi özgün kültürlerinde bulamadıkları ve göremedikleri birey olma keyfini dünya kültüründe bulmakta ve kendilerini bu kültürle özdeşleştirmektedir. TV ve bilgisayar, internet teknolojileri kullanılmaya başlandı, bunun yanı sıra uydu aracılığıyla bütün dünyaya her konuda anında seslenme olanağı bulundu.

Küreselleşme ya da yabancı terminoloji ile "globalleşme", biri siyasal, biri ekonomik, biri de kültürel olarak üç boyutu olan bir kavramdır. Küreselleşmenin kültürel ayağı, birbirinden farklı, hatta biri ötekine zıt iki ayrı sonuca işaret eder. Birinci sonuç "mikro milliyetçilik" biçiminde ortaya çıkmıştır. Küreselleşme, en küçük bir kültürel farklılığı bile vurgulayarak. elektronik medya aracılığı ile bunu tüm dünya kamuoyunun dikkatine sunan, ayrıca siyasal açıdan, kültürel farklılıkların korunması ilkesini demokratik hak ve özgürlükler alanının ayrılmaz-bir parçası olarak gören bir anlayışı yaygınlaştırmaktadır.

Küreselleşmenin kültürel ayağının ikinci sonucu, özellikle tüketici davranışını etkileyerek, dünya çapında kültürel bir örnekliğin önünü açmış olmasıdır. Küreselleşme bir süreç, bir olgudur. İyiliği yada kötülüğü belki tartışılabilir ama, kaçınılmazlığı ortadadır. Bu çerçevede, bütün dünyayı etkileyen bu oluşumun sonuçlarını iyi kestirmek ve ona göre davranmak çağdaşlığın ve güncelliğin bir gerekliliği olarak ortaya çıkmaktadır (Kongar, 1997:3).

Her şeyden önce bilmemiz gereken nokta, küreselleşmenin karşı konulmazlığıdır. Küreselleşme ile başa çıkmak için hedefe doğru, amacı gözden kaçırmadan gitmelidir. Küreselleşme karşısında savunulacak olan hedef nedir? Bireylerin kültürel kimlikleri, onlar üzerinde bağlayıcı olduğu oranda bireysel özgürlükleri sınırlandırmakta, ama aynı ölçüde bir kimlik kartı işlevini de yerine getirmektedir. Kültürel kimlik ile bireysel özgürlük arasında, bireyin tutum ve davranışlarının farklılıklarına izin verilen bir alan olmalıdır. Dayatmacı bir kültürel kimlik anlayışıyla, bireyin "bireysel özgürlükler alanı" önemli ölçüde sınırlandırılmış olur. Bu durumda birey, salt kültürel kimlik doğrultusunda hareket edeceğinden diğer kültürel, kimliklerle etkileşimi olumsuz olacaktır. Kültürel kimliği savunan birey, aynı toplum içinde yaşadığı öteki kimlik sahiplerine de hoşgörü ile bakma eğilimindedir. Çözüm; farklılıkları zenginleştirerek bütünlüğü korumaktır (Kongar,1997:5).

Günümüz bir bilim ve teknoloji dünyası olarak kabul edilmektedir. Bilgi patlaması, bilimsel ve teknolojik alanda kaydedilen hızlı değişme ve gelişmeler nedeniyle, günümüz "bilişim" dönemi olarak kabul edilmektedir. Ekonomik ve teknik olguların belirlenmesi sonucunda neredeyse uluslar arasındaki sınırlar kaybolmuş, bilgiye ulaşmanın yanı sıra halk kültürünü etkileyebilecek olumsuz olgulara ulaşmak kolay hale gelmiştir. Bireylerin iletişim ve etkileşim gereksinmeleri boyut değiştirmiş geleneksel değerler hızla kaybolmağa başlamıştır. Toplumsal gelişim, bireylerin istek ve beklentilerinde değişim, bilgi birikiminin artması sonucu güne uyum sağlayacak etkin ve mutlu bireylerin yelişmesiyle bireylere kazandırılması gereken temel becerilerinin yanı sıra ulusal değerlerin, ulusal kültürün korunması gerekliliği kendini göstermeğe başlamıştır. Küreselleşme karşısında büyük bir tehlike içinde olan ulusal kültür ve değerler irdelenip kültür ve eğitim politikalarının tekrar gözden geçirilmesi , programların yeniden geliştirilmesi ve yapılanması gerçeğini gündeme getirmiştir.

Yıllardır göz ardı edilen ulusal kültür ve değerler çerçevesinde kaynağını halk kültüründen alan ürünlere eğitim programlarında yer verilmelidir. Halk kültürü ürünleri küreselleşmeyle birlikte hızla değişmeye, hatta yok olmağa başlamıştır. Halk kültürü mirası olan bu ürünlerin eğitim programlarında yer alarak gelecek kuşaklara aktarılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra eğitim programları içinde nasıl ve hangi yöntemlerle verilmesi gerektiği sorularına yanıt aramak gerekmektedir. Halk kültürünü ülkeye ve dünyaya tanıtma çalışmaları kültür politikaları doğrultusunda yönlendirilmelidir.

Gençler günümüzde, hızına ulaşılamayan iletişim ve bilgi cağında bir tür kültürel şokla karşı karşıyadır. Onları koruyup kollamak çağa hazırlamakla olur. Gençleri toplumun değerleriyle ters düştüklerinde suçlayıp dışlamak kolaycılıktır, çağın gerçeklerinden kaçıp saklanmaktır. Gençlerimizi sağlıklı politikalarla belirlenmiş milletimizin kültürel kişilik ve kimliğini geliştirme amaçları doğrultusunda hazırlayıp bilgilendirmeliyiz. Ancak bu yolla gençler yabancı kültürle baş edip evrensel kültürde yerlerini alabilirler.

Türkiye'de kültürel değişim gereği yaşama biçiminin değişmesi pek çok eski gelenek ve görenekleri de değişime uğratmaktadır. Yakın bir gelecekte farklı yörelerimizde otantik geleneksel nitelikleriyle üretilmekte olan halk kültürü ürünlerini, bunlara bağlı inanç, davranış ve değer yargılarının değişmesiyle bulamayacağız. Bugün geç kalmış sayılmayız. Toplumumuz her ne kadar hızlı bir kültürel değişimle karşı karşıya kalsa da eski ile yeni iç içe yaşamaktadır. Anadolu kültürünün otantik örneklerinin uzmanlar tarafından belirlenip halk kültürü müzelerinde saklanıp gelecek kuşaklara aktarılması zaman kaybetmeden hayata geçirilmesi gereken bir görevdir
(Artun,2000:163).​

Bu hızlı değişim ve gelişim beraberinde ne yapmalıyız sorusunu da getirmektedir. Milli kültürün biçimlenmesinde, halk kültürünün önemi büyüktür. Türk halk kültürünü ülkeye ve dünyaya tanıtma çalışmaları kültür politikaları doğrultusunda yapılmalıdır. Kültür politikaları, günümüz ve geleceğin kültür yapısının belirlenmesinde kültürel mirasın korunması ve tanıtılmasında etkin rol oynar. Kültür politikaları belirlenirken millilik çağdaşlık, demokratiktik, evrensellik ilkelerinden taviz verilemez.

Türk halk kültürünü derleyip araştırmak için yapılan bireysel gayretler, yerel kurum ve kuruluşların iyi niyetle yaptıkları çalışmalar desteklenip amaca uygun duruma gelmesi sağlanmalıdır. Belirlenecek ortak yöntemlerle halk kültürü ürünlerinin ne ölçüde milli, ne ölçüde evrensel oldukları, geleneği taşıma ve yansıtma yüzdeleri ortaya çıkacaktır. Küreselleşmeye karşı milli kültürü koruma kaygısı güdülürken Türklük dünyasında ortak paydada birleşilemedi. Önce bu sorun halledilmelidir. Ortaklıklar ortaya konulup bir halk kültürü atlası çıkarılmalıdır. Sorunlar, çözümler nelerdir? Küreselleşme olgusu karşısında Türk halk kültürünü en az zararla kültür mirası olarak gelecek kuşaklara nasıl aktarırız sorusuna cevap aranmalıdır.

Kültür politikaları, günümüzün ve geleceğin kültür yapısının belirlenmesinde, kültürel mirasın korunması ve tanıtılmasında etkin bir rol oynar. Kültür politikalarının ilkeleri bilimsel çalışmalarla akılcı ve gerçekçi olarak saptanır. Toplumun gerçeklerine maddi ve manevi değerlere uygun esaslara dayandırılır. Toplumun kültürel mirası sonucu oluşan yaşama biçimi inanç ve değerleri günlük kültür politikalarıyla yeniden yapılanamaz. Eğitim ve kültür, politikaları millidir. Kültür politikaları evrensellikten kopmadan kültürel değişim ve gelişimle sağlıklı, ilkeli politikalarla sürer. Kültürel kimlik oluşturma politikaları belirlenirken millilik, çağdaşlık, demokratiklik, evrensellik ilkelerinden taviz verilemez. Kültürel değişim ve gelişimi yozlaşma, yabancılaşma olarak algılayan durağan insan tipi yetiştirmeyi amaçlayan kültür politikaları faydadan çok zarar getirir.

Kültürünü korumayan, gençlere aktarmayan milletler yabancı kültürlerin etkisiyle yok olurlar. Korumada ilke, statik değil dinamik olmalıdır. Kültürel değişim ve gelişimle, kültür yozlaşması, kültür yabancılaşması arasında ince bir çizgi vardır. Gençlere yaşadığı toplumunun kültürel değerlerini tanıma fırsatı ne ölçüde veriliyor? Bir gencin kendi kültürüne yabancılaşmaması, beğeni yönünden halktan kopmaması için ona ortak milli kültürün alt yapısı öğretilip sevdirilmelidir. Gençleri milletin ortak kültürü değerleriyle besleyip hazırlamak ailenin ve eğitimcilerin görevidir. Gençlere milli kültürün tarihi ve kültürel bir miras olduğu, milli kültür donanımı almadan evrensel kültürde yer alınamayacağı bilinci verilmelidir. Anadolu insanı küreselleşme karşısında kültürünü koruyacak deneyim birikimine ve sağduyuya sahiptir.

Dünya küreselleşme sürecine girmiştir. Küreselleşmeyle, farklı kültürlerden insanları bir araya getirecek ortak bir paydaya doğru gidiş başlamıştır. Bu da halk kültürleri için tehlike çanlarının çalınmasıdır, ancak küreselleşme olgusu kültürel değişim ve gelişime bağlı halk kültürünün doğal akışını hızlandırıp aşındırmağa başlamıştır.

Küreselleşmeyle ulusal değerlerin, ulusal kültürün korunması gerekliliği kendini göstermeğe başlamıştır. Küreselleşme karşısında büyük bir tehlike içinde olan halk kültürü derleme ve araştırma politikalarının tekrar gözden geçirilmesi, programların yeniden geliştirilmesi ve yapılanması gerçeğini gündeme getirmiştir.

Halk kültürü ürünleri küreselleşmeyle birlikte hızla değişmeye, hatta yok olmağa başlamıştır. Halk kültürü mirası olan bu ürünlerin yeni kuşaklara aktarılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Halk kültürü ve halk edebiyatı ürünleri Türk ruhunun ve dünyaya bakışının en çok yansıtıldığı ürünlerdir.

Bu hızlı değişim ve gelişim beraberinde ne yapmalıyız sorusunu da getirmektedir/ Milli' kültürün biçimlenmesinde, halk kültürünün önemi büyüktür. Türk halk kültürünü ülkeye ve dünyaya tanıtma çalışmaları kültür politikaları doğrultusunda yapılmalıdır. Kültür politikaları, günümüz ve geleceğin kültür yapısının belirlenmesinde kültürel mirasın korunması ve tanıtılmasında etkin rol oynar.

Anadolu'nun kültür ve sanat ürünleri derlenip araştırılmalıdır. 2000 li yıllarda Anadolu gibi önemli kültürlerin oluştuğu binlerce yıllık kültür mirasının hızlı yok oluşu Türkiye kültür tarihi için geri dönülmez yanlışlıktır. Kültürel miraslarına sahip çıkmayan toplumlar kimliksiz bir toplum olmağa adaydırlar. Küreselleşen dünyada ayakta kalmanın tek yolu uygarlığa uymak onu yakalamak kadar tarihi ve kültürel mirasına sahip çıkmaktan da geçer.

Anadolu halk kültürünü derleyip araştırmak için yapılan bireysel gayretler, yerel kurum ve kuruluşların çalışmaları desteklenmelidir. Belirlenecek ortak yöntemlerle halk kültürü ürünleri derlenip araştırılmalıdır. Sorunlar, çözümler nelerdir? Küreselleşme olgusu karşısında Anadolu halk kültürünü en az kayıpla kültür mirası olarak gelecek kuşaklara nasıl aktarırız sorusuna cevap aranmalıdır. Gençlerimize milli kültürün tarihi ve kültürel bir miras olduğu, milli kültür' donanımı olmadan evrensel kültürde yer alınamayacağı bilinci verilmelidir. Anadolu insanı küreselleşme karşısında kültürünü koruyacak deneyim birikimine ve sağduyuya sahiptir.

Özetlemek gerekirse neler yapılmalı sorusunun cevaplarını şöylece sıralayabiliriz: Yurt içinde ve yurt dışında bölgenin tarih ve kültürüyle ilgili yapılan çalışmalar belirlenmelidir. Bunlar her şehirde kurulacak tarih ve kültür araştırmaları merkezlerinde toplanmalıdır. Ayrıca bölge ile ilgili araştırmalar arşivlenip araştırmacılara açılmalıdır. Bu çalışmaların yapılması aşamasında Tarih Kurumu. HAGEM. Üniversiteler vd. kurum ve kuruluşlardan yardım alınmalıdır. Bölge araştırmalarına yönelik sempozyumların düzenlenmesi gereklidir.
 
Top