Gülümse...

cırcırböcee

V.I.P
V.I.P
Düsman tarafindan tutsak alinmistim.
Bulundugum hücre kapkaranlikti. Gösterilen kötü muamele ve kötü bakislardan ertesi gün idam edilecegimi anlamistim.

Evet öldürülecegimden kesinlikle emindim artik... Bu durum beni asiri derecede asabî yapti, çildiracak gibi idim.

Gözlerinden kaçan bir sigara bulabilirim amaciyla ceplerimi karistiriyordum... Bir tane bulmustum sonunda.

Ama hiç kibritim yoktu; hepsini almislardi.

Hücredeki parmakliklarin arasindan gardiyana baktim.
Benimle göz göze gelmemeye çalisiyordu.
Tabii... Ne de olsa hiç kimse bir cesetle göz göze gelmek istemezdi.

Aniden ona "Atesiniz var mi?" diye seslendim.
Bana bakti, yerinden kalkti ve sigarami yakmak için yaklasti. Yaklasti, sigarami yakti ve o anda göz göze geldik.

Ona gülümsedim...


Bunu neden yaptigimi bilmiyorum. Belki sinirden, belki de biriyle bu denli yaklasinca gülümsemeden durmak zor oldugundan.

Iste, her ne ise ve ne sebeple ise, ona gülümsedim.

O anda sanki iki yürek, iki insan ruhu arasindaki bosluk doluverdi.

Sigarami yakti ve yanimda kaldi.
Gözlerime bakti ve gülümsemeye devam etti.
Ben de ona gülümsemeye devam ettim.
Simdi onun gardiyan degil de bir insan oldugunu düsünüyordum.
Artik onun bana bakislarinda da bir baska boyut vardi...

Aniden bana "Çocuklarin var mi?" diye sordu.
"Evet. Iste buradalar."
Cüzdanimdan titreyen ellerimle resimlerini çikarmaya çalistim.

O da bana kendi ailesinin resimlerini gösterdi ve gelecekle ilgili planlarindan ve amaçlarindan söz etmeye basladi.
Gözlerim yas içinde kalmisti.
Ailemi bir daha hiç göremeyecegimi düsünerek korkuya kapildigimi; çocuklarimin büyüdüklerini görememe düsüncesinin beni deliye çevirdigini söyledim.

Onun da gözleri yaslarla dolmustu artik. Susmustuk.

Iste tam o anda bir tek kelime bile etmeden hücrenin kapisini açti ve beni serbest birakti.

Önce hapishaneden sonra da arka patikalardan kasabanin disina kaçmama yardimci oldu.

Sonra da bir kelime bile konusmadan arkasini döndü ve oradan uzaklasti.

Hayatim bir tek gülücükle kurtulmustu...

Gökkuşağı gibi gülümse
Aşkın bir adı hüzünse, öbür adı mutluluktur.
Yarısı zorluksa, diğer yarısı rahat bir soluktur.
Bir gün yüreğin kanadığında, biri ağlar ise "O" gerçek dostundur.
Dostlarınla öyle yaşa ki düşman olduğunda hakkında söyleyecek sözleri olmasın.
Düşmanlarınla öyle yaşa ki dost olduğunda yüzün kızarmasın.
Kucaklamaya kollarının yetmeyeceği bir ağaç, bir tohumla başlar.
En uzun yolculuklar bir adımla başlar.
Gerçek sevgiler ise küçük bir tebessümle başlar.
Değer verdiğin insan sana değer vermiyorsa, bırak kendi değeriyle kalsın.
Lüzumsuz şeylerin peşinden koşan, lüzumlu şeyleri kaçırır.
Gülü öyle bir sevmelisin ki, soranlara "dikeni yok" diyebilmelisin.
Dal rüzgarı affetmiştir, ama kırılmıştır bir kere.
ınsanları çılgına çeviren şey; bugünün deneyimi değil, dün olan bir şey için pişmanlık duymak ve yarının getireceklerinden korku duymaktır.
Geldiğin zaman boşlukları dolduran değil, gittiğin zaman yeri doldurulamayan ol.
Dostlar ırmak gibidir: Kimi zaman suyu az, kimileyin çok... Kiminde ellerin ıslanır yalnızca, kiminde ruhun yıkanır boydan boya.
Hayatın en güzel anı her şeyden vazgeçtiğiniz zaman sizi hayata bağlayan biri olduğunu düşündüğünüz andır.
Karamsar olmak zor değil. Zor olan çılgın bir fırtınadan sonra gökkuşağı gibi gülümseyebilmektir.
Seni seviyorum" diyebilmek...

15 yıl kadar önceydi. Tommy'yi ilk o gün görmüştüm. 'ınancın Tarihi' dersimin öğrencilerinden biriydi. Uzun saçlı, değişik bir gençti. Sınıfta benimle en çok tartışan öğrenci oldu. Tanrı'ya kayıtsız şartsız inanmayı kabullenmiyordu. Mezun olurken bana, imalı imalı "Günün birinde Tanrı'yı bulacağıma inanıyor musun, hocam?" dedi...
"Hayır" dedim, yumuşakça.
"Yaa..." dedi. "Oysa senin bu derste Tanrı'yı pazarladığını sanıyordum hocam..."
Kapıdan çıkıp gitmek üzereyken arkasından bağırdım:
"Tanrı'yı bulabileceğini düşünmüyorum. Ama o seni mutlak bulacak, bir gün, eminim."

Tommy omzunu silkip yürüdü. Mezuniyetten sonra izini kaymetmiştim ki, acı haberi kendisi getirdi bana. Ölümcül kansere yakalanmıştı. Odama girdiğinde zayıflamış, çökmüştü. Kemoterapi, o uzun saçlarını dökmüştü. Ama gözleri hâlâ pırıl pırıldı.
"Birkaç haftalık ömrüm kalmış hocam" dedi.
"Sana bir şey sorabilir miyim?" dedim.
"Tabii," dedi... "Ne öğrenmek istiyorsun?"
"Sadece 24 yaşında olmak ve ölmekte olduğunu bilmek nasıl bir şey?"
"Daha kötüsü olabilirdi. 50 yaşında olmak, kafayı çekmek, kadınları becermek ve müthiş paralar kazanmayı, yaşamak sanmak gibi..."

Sonra niye geldiğini anlattı: "Okulun son günü sana Tanrı'yı bulup bulamayacağımı sormuş, 'Hayır' yanıtı alınca şaşırmıştım. Sonra 'Ama o seni bulur' dedin... ışte bunu çok düşündüm. Doktorlar ciğerimden parça alıp kötü huylu olduğunu söyleyince, Tanrı'yı aramayı ciddiye aldım birden. Habis ur diğer hayati organlarıma yayılmaya başlayınca sabahlara kadar dualar etmeye başladım. Hiçbir şey olmadı... Bir sabah uyandığımda, ilahi bir mesaj alma yolundaki umutsuz çabalarımdan vazgeçiverdim, aniden. Ömrümün geri kalan vaktini, Tanrı, ölümden sonra hayat falan gibi şeylerle geçirmeyecektim. Daha önemli şeyler yapma kararı aldım. O zaman gene seni düşündüm.. 'En büyük mutsuzluk sevgisiz bir hayat sürmektir. Bundan daha kötüsü de bu dünyadan, sevdiklerine 'Seni seviyorum' diyemeden gitmektir' demiştin. Son günlerimi bu eksiği gidermekle harcayacaktım işte... En zorundan başladım. Babamdan..."

Oğlu yanına geldiğinde babası gazete okuyormuş.
"Baba seninle konuşmam lazım" demiş, Tommy.
"Peki konuş oğlum."
"Yani çok önemli bir şey..."
Babası gazeteyi 10 santim indirmiş o zaman aşağı: "Neymiş o bakalım?"
"Baba, seni seviyorum. Bunu bilmeni istedim..."

Tommy gülümsedi, arkasını anlatırken.. Babasının elinden yere düşmüş gazete. Hayatında hiç yapmadığı iki şeyi yapmış: Tommy'ye sarılmış ve ağlamış.

Sabaha kadar konuşmuşlar. Babası ertesi sabah işe gitmek zorunda olduğu halde.

"Annem ve kardeşimle daha kolay oldu" diye devam etti Tommy. "Onlar da bana sarılıp ağladılar. Yıllardır bana söylemedikleri, söyleyemedikleri şeyleri anlattılar... Bütün bunları yapmak için bu kadar geç kalmış olmama üzüldüm sadece. Ölümün gölgesi üzerime düşünce kalbimi açıyordum, bana aslında çok daha yakın olması gereken insanlara."
"Tommy" dedim, "Sandığından çok önemli şeyler söylüyorsun, tüm insanlığa... Sen Tanrı'yı bulmanın en emin yolunu anlatıyorsun. Onu sadece kendine ayırmak, sadece ihtiyaç duyunca aramak işe yaramaz. Ama hayatını sevgiye açarsan o gelir seni bulur... Bunu anlatıyorsun farkında mısın?" Devam ettim: "Tommy bana bir iyilik yapar mısın? Bunları gelip sınıfımda da anlatabilir misin?"

Bir gün tespit ettik. Ama Tommy gelemedi o gün. Ölümle hayatı sona ermemişti tabii. şekil değiştirmişti. Büyük bir adım atmıştı sadece... ınanmaktan, görmeye geçmişti.

Ölümünden önce son bir defa konuşmuştuk. "Söz verdiğim derse gelemeyeceğim. Çok halsiz ve bitkinim hocam," demişti.
"Anlıyorum Tommy!"
"Benim yerime onlara sen anlatır mısın hocam? Sen anlatır mısın? Herkese, bütün dünyaya benim için anlatır mısın?"
"Anlatırım Tommy" dedim... "Anlatırım, merak etme..!"

ınsanlara "Seni seviyorum" demek için, ölümü beklemenize gerek yok. şimdi, hemen şimdi başlayabilirsiniz. Başlayın ki, hayatınız güzelleşsin, zenginleşsin. Hem... şimdi başlamazsanız, belki de söyleme şansınız hiç olmayabilir...

Gününüz Aydın Olsun
Güneşin o ilk doğuş anına en son ne zaman tanık oldun insanoğlu? Taptaze ışıklarının tüm vücuduna yayılmasını ne zaman izledin kendinde? Bir sonbahar sabahı o ılıklığı ne zaman hissettin yüreğinde?

Bizler aslında bize her günün bir lütuf olduğunu anlamayacak kadar duyarsız bir şekilde geçip gidiyoruz bu hayattan. Hanginiz sabah gözünü açtığında şunu dünyaya tekrarlıyor: "Bugün özel bir gün çünkü ben bugün de yaşıyorum. Gözlerim açık, ilk nefesimi bilinçli bir şekilde çektim içime. Bu bir ayrıcalık! Bugün özel bir gün, evet, bugün bana bir gün daha yaşama şansı verildi..."

İnsan yaşamında ne sorunlar var ama biz o kazağı alamadık diye bütün günü o güzelim ruhumuza ve bedenimize azap çektirmekle geçiriyoruz veya sevgilimiz sevgimizin yüceliğini anlamadı diye kahroluyoruz veya sular kesildi diye, hava soğudu diye bütün gün kendimize ve sevdiklerimize surat asıyoruz.

Bir de şöyle düşünelim: Siz başlı başına bir yaşamsınız ve hayatta telâfi edilemeyecek tek şey ölümdür. Sular elbette gelecektir. Soğuk hava için biraz daha sıkı giyinebiliriz. Sevgiliniz sizi anlamıyorsa aslında sevdanıza layık olmadığını pekalâ algılayabilirsin...

Peki, bu hayata ne zaman gülümseyeceksin? Ne zaman kendin için bir şeyler yapacaksın? En sevdiğin çiçeği neden hâlâ başkalarından bekliyorsun? Bugün kendine niye o çiçeği almıyorsun? Neden miskinliğinden bir sabah ödün verip de doğanın uyanışına kendini şahit etmiyorsun? Unutma ki bu hayatı güzelleştirecek olan da, çekilmez hale getirecek olan da sensin. Sakın başkalarını suçlama...

Haydi artık her sabah yüreğine kocaman gülümsemelerle dolu bir nefes çek ve bütün gün verdiğin her nefesin içine bu gülümsemelerden katarak etrafındaki tüm canlı varlıkları varlığından haberdar et.

Hayata öylesine gelme ve de öylesine gitme. Unutma ki bir ağacın gövdesine sarıldığında onun kalp atışlarını duyabilecek kadar duyarlı yaşamak senin elinde.

Her ne olursa olsun, tanı veya tanıma ama günaydınını ve gülümsemeni hiçbir canlıdan eksik etme.

Unutma sen bu dünyada başlı başına bir yaşamsın ve bu yüzden bile varlığın çok özel. Evet insanoğlu, bugün YAŞAMAYA VAR MISIN?
 
Top