GÜLER HOCA'ANIM

yilmaz27

Ne Mutlu Türküm Diyene
Site Yetkilisi
Süper Moderatör
İNSANOĞLU'NUN TEZCANLILIĞI ÖYLE TUHAFTIR Kİ,

GÜNÜN KÜÇÜK VAKALARI BİLE

SABIR GÖLÜNÜ BULANDIRMAYA YETEBİLİR.



ÖYLE Kİ;



OCAKTAKİ YEMEK PİŞENE DEK SAATLERCE BEKLER DE

SOĞUYUNCAYA KADAR BEKLEMEK ZOR GELİR,

VE DİLİNİ DAMAĞINI YAKAR, GEVRETİR.



DUA, VE "TANRI'DAN İSTEMENİN HÜKÜMLERİ"

ÖYLESİNE İNCE VE TİTİZ BİR SANATIN DA GÖSTERGESİDİR Kİ,

ÖNÜNDE NE MANTIK HAYATTA KALABİLİR NE TECRÜBE NE DE AKIL.



"İSTEME" EYLEMİNE BÜTÜN BENLİK DAHİL EDİLDİĞİNDE,

VAKTİ GELİNCE,

MUTLAKA KABUL EDİLECEK VE GERÇEKLEŞECEKTİR.



ÇÜNKİ KULUNUN İŞLERİ HİÇBİR ZAMAN

YÜCE YARATICININ OMUZLARINDA YÜK,

BAŞINDA KABUS,

DİLİNDE ŞİKAYET DEĞİLDİR...


***





O kaynaşma gecesinden sonra her şey değişti ve "yeniden - yeni şekliyle" başladı.

DoH Hasan'ın dimağında - ruhunda yeniden doğmuştu.

Fakat iyi bildiği şuydu :

Çocukluğundan bu yana zihninde dolanıp da somut soru ve cevaplara çeviremediği ne varsa artık dirilmiş, herbiri artık çok net ve anlaşılır biçimde tasvir edilebilir hale gelmişti.

Yaşadığı zaman, bulunduğu mekan ve tüm meta manasını kaybetmişti.
Şimdi artık olabildiğine "gamsız savuruşlarla" atıyordu adımlarını yürürken.

Hani önüne, yüzbinlerle ifade edilen senetler - çekler koysalar bir çırpıda imzalardı. Kim yemiş kim almış ne keder.

Sigarasını altın işlemeli bir çakmak yerine, odasında çıkan yangının az sonra ölüm kusacak alevlerinden yakabilirdi.

Herşey "ya nasip" ise, ölümün DoH'a o alevlerle geleceği nasıl bilineydi?..

Sahi, Hasan değilse kimdi artık?

DevilofHacker değilse de, sahiden kimdi yahu?

Aslında hepimiz, bütün toplum olarak neydik - kimdik daha önceleri biz?

Önceden; insanları vaktin her anında aldatarak veya kesinlikle ihtiyaçları olmayan şeyleri asli ihtiyaçlarıymış gibi gösterip, hepsinin saf - temiz - vicdani yanlarını acımadan kanatıp, paracıklarını - mallarını - birikimlerini ve en sonunda da onur ve umutlarını çalarak, kazandığımız paralarla birbirimize caka satan zavallılardan başka şeyler değildik.

Aslında böyle olmamızı mevcut sistem emrediyordu açıktan açığa veya bilinçaltlarımıza :

"- Ya sefil ve esir olacaksın, ya da hükümran ve zorba!"

Oysa şimdi DoH'tur.

Çok renkli - sivri dilli - içi dışı bir ve hiçkimseye benzemeyen karakterlerden biridir.

Farzet yokoğluyoktur, ama ağır meşreptir de.

Kendi varlığıyla ortaoyunu oynayan, oyunda da kendi tüylerini biricik biricik yolabilendir.

Hem Veli, hem o kadar da delidir.

Evrenin en meraklı ve yaramaz anaokulu öğrencisi, ama,
aynı zamanda da profesyonel bir eğitimcisidir.

Bundan sonra DoH'u uzaktan uzağa tanımlamak - yargılamaya bile gerek duymadan asmak - anlayamamak kaynaklı savaşlar vermek gibi şeyler SÖ'lerin 1 numaralı "hobi ve yanlışı" olacaktır.

Aslında, öyle ışıltılı ve steril bir enerjisi vardır ki yakından bakan için,
bu sefer de mesafenin kısalığı kör eder "onu tanıma - anlama" kuyruğundakini.

Gerçekte;
bireysel veya kollektif anlamda "inanç" sahibi olmayanlarsa
onun vizyonunu asla anlayamazlar…

Geçmişe bakınca öyle net görüyorum ki bazı şeyleri;

DoH olabilmem için bana tayin edilen ilkokul öğretmenim bile hayata dair ilk bilgileri beynime kazırken, sadece eşsiz öğretileri kullanmıyor, tamamen bugünlere yönelik temellerle inşa ediyormuş beni.

Çünki Gülfizar Hanım, Gazi Osman Paşa İlkokulu'ndayken, ben o dönemlerde farkında olamasam da, gerçek bir bilgeymiş ve işin ilginci, o da kimi yetiştirdiğinin bilincinde değilmiş fakat Tanrı'ca güdülenmiş.

Sonra birkaç nesil geriye ve ileriye baktığımda gördüm ki;
DoH'un sülalesinde birçok okumuş fert vardı.
Öğretmen - Kamuda Müdür - Hastabakıcı - Asker ve Mühendisler.

Okumayanlar içindeyse
"çok kazanan ve işinde ehil sanatkarlar - bir koyup on alan çiftçiler vardı."
Ama bir DoH, bırakın DoH'u, çeyreği ayarında birisi, hatta benzeri yoktu.

Anladım ki;

Tanrı en büyük ve yaratıcı kudreti birkaç kuşak içinden yalnızca bir adama layık görüp, ona veriyor.

O adamın en büyük olabilmesi için de; uzun nesiller boyunca gelip göçenlerden törpülediklerini, yani, seçip seçip diğerlerinin elinden çekip aldığı beceri - akıl - kabiliyetleri de o şanslıya bahşediyor…

Küçük bir taşra kentinde, Balıkesir'de dünyaya geldi Hasan.

Çirkine yakın, bilindik "köylü çocuğu" sıfatında bir çehresi, ama, orantılı bir vücudu vardı. Avına fix olmuş kaplan ataklığında bir zekası, ilk kelimeleri ağzından yuvarlanır yuvarlanmaz hissedilen de bir hatipsel karizması vardı.

Uyanık olduğu her zaman diliminde sürekli olarak arayış halindeydi ve kabına sığmayarak taşacak bir yaratılıştaydı yüreği.

Toplumsal olaylara hiç kayıtsız kalamaz, haksızlık karşısındaysa "direnen tek kişilik bir orduya" dönüşüverirdi.

İlkgençliğinden hatta çocukluğundan itibaren aşırı duyarlı - bir o kadar duygusal - olabildiğinin en üst seviyesinde adil - şaşırtıcı derecede de kelime sihirbazıydı.

Hayranları çoktu her döneminde.

Özellikle de kadınlar.

Her yaşta ve her sosyokültürel çevreden "kadın kalbinin anahtarı" onun ceplerindeydi.

Genç kızlar - Dullar - Evli kadınlar.

Onların zengin ya da fakir olmaları da Hasan'ın nazarında önemsizdi,
çünki, bu dünyada parası "gerektiği kadar varsa" yeterdi.

Muhteşem bir okuyucuydu ve üç beş binlerle ifade ederdi okuduğu kitapların sayısını.

Bilişim alanında aldı eğitimini ama, daha ilköğretim sıralarından itibaren yine kendisinin hazırladığı "okuma algoritmasındaki" kitapları hatmetmeye başladı.

Hegel - Nietzsche - Said Nursi - Hacı Bektaş Veli - Ahmed Yesevi - Nakşıbend - Sigmund Freud - ve özellikle de Epikür.

Değişimi savunurdu her daim ve yeniden doğuşu da "yenilemek ve yenilenmek" olarak tanımlıyordu çoğu zaman. Hiç kimse Hasan'ın parçalarını birleştirip de "bütününe ulaşma" keyfini yaşayamıyor, birçok yanı hep muamma kalıyordu.

Bunca zihin atılganlığıyla bir o kadar tembel bir ruh - beden ikilisinin Hasan'da mükemmele varan karışımıysa hem şaşırtıyor ve çözülemez kılıyor, hem de peşinden koşulası yapıyordu onu.

Ve çalışmak yerine harıl harıl, aşk - özgürlükler - edinilen yeni dostlar, paylaşılan uçuk fikirlerin masaya yatırıldığı ilginç sohbetler vardı onun dünyasında.

O dünyanın da temelleri daha küçükken atılmış, "eşsiz" öğretmenleri de Hasan için özenle seçilmişti.

Anlatırdı ve derdi ki¸

" - Küçücüktüm ya, işte ondan bir süsmede yere yıkıvermişti beni. Aramızdaki bir küs bir barışık halleri gören babannem de annemin binbir ısrarıyla da olsa, adı "Üresin" olan o muzur oğlağı, bayram ziyaretinden dönüşte bana hediye etmişti.

Çok sevinmiştim ve o da ismini fazlasıyla hakederek kısa sürede üredi.

Küçük bir keçi - oğlak sürüm vardı artık, ve onları güderdim sabah akşam.

Dağlarda bayırlarda, elimde gül ağacından yapılma ve boyumdan büyük sopayla üç nesil "Üresin" ailesiyle dolanır, çobanlık ederdim.

7-8 yaşlarındaydım ve haliyle beyin olarak da bilgiye açtım.

Yaşama dair "Tohum" bilgileri bana ilk "Soğuklar" anlattı ve ben de can kulağımla dinledim.

Yağmurların benim için bestelediği şarkılar doyurdu ruhumu bu çobanlık günlerimde.

Peki ya rüzgarların taa uzak diyarlardan koparıp da alıp bana getirdikleri şeylere ne demeli boy boy?

Hele ki bazen tepemde bazen de yanıbaşımdaki dereye su içmeye geldiklerinde cıvıl cıvıl nağmeleriyle bana yaşam aşılayan kuşlar; onların hakkını nasıl vermeli?

Ya o bölük bölük koruluklardan oluşan bodur orman?

Ah, o orman ne masallar anlatmıştı bana yıllarca hışır hışır.

Yaşamın en "derin ve keskin" kaidelerini el ele verip işte bunlar öğretmişti bana.

İlkgençliğimde, sahip olduğum eşsiz akli melekelere bakıp,
"nasıl oluyor da bilebiliyorum yahu?" diye hayret ederdim ya,
şimdi çok daha iyi kavrıyorum gerçeği.

Keçimi sağmayı - hastayken iğne vurmayı - tüylerini kırpmayı - tekesediğindeki napacağını bilemez hallerine çare olup, yavruladığında da güven içinde onları bir arada tutmayı o küçük yaşlarımda becerebiliyorken, büyüdükçe de tabiatın o küçük ormanında aldığım dersleri derip toplayıp, sırtımdaki çantaya, peynir ekmeğimin yanına koydum sanarken, aslında çok gizli bir yere, beynimin derinliklerine yerleştirmiştim bilmeden.

Vakti geldiğinde yeşerip;
filizlenmiş halleri de geçip;
meyve vermeye başladıklarında,
beni DoH'a çevirsinler diye."…

Fuları - rozeti - şapkası ve tozluklarıyla ilkokul 4'te "izci" olmuştu Hasan özene bezene.

Sene sonundaysa, çayın kazanla demlendiği - akşamların şarkı, türkü, eğlence, ve gündüzlerin denizde keyifli dakikalar eşliğinde geçirildiği, Türkiye'nin hemen her okulundan ve her yaşta izci obalarından oluşan bir kampa gitmişti 10 günlüğüne.

Erdek bu yüzden özel bir anlam taşıyordu onun için.

Denizde bütün izciler oynaşırken, sütyeninin düştüğünü farkedemeyen, ve denizden salına salına öylece çıkan mavi gözlü - sarışın bayan obabaşı, özel bir kısımda duruyordu belleğinin en kuytu köşesinde.

Gördüğü ilk canlı memelerdi onlar, ve henüz ergen olmamışsa da, yüzünü onlara gömüp uyumayı ne çok hayal etmişti günlerce.

İlk ciddi ereksiyonlarını o ince belli öğretmenin dolgun memelerinin hayali eşliğinde geçirmişti döndükten sonra Balıkesir'e…

Erdek'ten bahsediliyordu DoH'un "eleme havuzuna" düşen bir mesajda, ve, kocasından "benim boynuzlu uyumadan olmaz" diye bahsedip, başka biriyle hararetli hararetli yazışıyordu Güler isimli kadın.

Dikkatinin tümünü verdiğinde;

emekli bir öğretmen olduğunu - Erdek'ten bir ev alıp kocasıyla, oraya yerleştiklerini - denizi ve Erdek'i çok sevdiklerini - vakitlerinin çoğunu Erdek Öğretmenevi'nde geçirdiklerini, ve, kadının, "öküz" kocasının ona kötü davranmasının intikamını önüne gelenle yatarak aldığını öğrendi.

Akabinde ICQ'dan mesaj attı Güler'e DoH.
Kısa süre sonra da gözleri faltaşı gibi açıldı.

Çünki, doyurucu sohbetlerin ardından, karşılıklı olarak gönderdikleri fotoğraflardan anladı ki, şu emekli öğretmen, taa izci kampındayken memelerine aşık olduğu izci öğretmendi!

Ne yapıp edip, zaten seks yapmayı ve kocasını aldatmayı neredeyse düzenli bir alışkanlık haline getirmiş olan bu güzel kadını ikna etmeli, 15 yıldır hiç unutamadığı memeleri mutlaka emmeliydi…

DoH'un en farkedilmez,
ama kendisinin de hissedilmemesi için yoğun çabalar sarfettiği özelliği :

Klasik ikna yöntemleri boşa çıkmıştır ve o maksimum seviyede kibarlaşmıştır.
Nezaket ve zerafeti de onun yalan söylediğinin baş kanıtıdır.
Peki yerler mi? Tabii yerler!
Oscar alan oyuncuların hakedip haketmediğini,
sergiledikleri kalite ve rolbilirlikleri belirler!

Yedi Güler Öğretmen de, ve,
"- İyi bari. Çık gel madem araban varsa.
Ortalık aydınlanmadan olursun buralarda" demişti ICQ'da, gecenin tam dörtbuçuğunda.

İçtiği onca biraya rağmen, uykusuzluğa rağmen, Susurluk'tan sonra denk geldiği bir tırı kendine siper ederek, ki buna "dağın ardına saklanmak" da denir trafikte, ulaştı Erdek'e sabaha karşı.

Giyinmiş kuşanmış ve kocasını uyur halde bırakıp gelmişti Güler.

Şafak yeni söküyordu.

DoH ona alıcı gözle şöyle bir bakamadı alacakaranlıkta da olsa, çünki, evinden sevdiğine yeni kaçan genç kızların heyecanıyla,

"- Sür sür! Ocaklar'a doğru gidelim. Orada zeytinlikler ve çamlar çok!" demişti,
şu "gerçek sarışın" kadın.

Sürdüler arabayı...

"Devasa bir yuva sahibi şu "zaman" denilen örümcek.
Düştün müydü ağına, bil ki, sıra bir gün sana da gelecek" diye düşünüyordu DoH,

bir yandan 15 yıl öncesi kadar diri olmayan memelerini sömürürken,
alkolün dumanladığı masmavi gözlerini süzdüğü kadının.

Yılların hayali, yılların "olsa ya keşke" türküsüydü bu.

Doydu o hala güzel olan memelere, en alıcı şekilde baktı derin derin o boncuk mavisi gözlere.

Sonra da evire çevire becerdi kadını çam dikenleriyle zeytin yapraklarının kendiliğinden oluşturduğu şiltenin üzerinde.

Her nefeste kadın organı kokusuyla karıştı,
zeytinliklerin başdöndürücü kokusu DoH'un ciğerlerinde...

O güzel yaz gününün yorgun akşamı başlarken,
Susurluk çıkışında son sürat araba kullanan DoH dönüş yolunda,
dünya tersine bile dönmeye başlasa,
adımını dahi atamayacağını düşündüğü bir sahnede rol alarak yaşadıklarını Güler'le ;

Eski Türk'lerin Kök Tengri, Gök Tangrı, onların çağdaşı çinlilerin Tien, Hristiyanların Tanrı, Hintlilerin ve bazı uzakdoğuluların Budha, Yeni eflatuncuların logos, kelam ve zeka üçlemesinden oluşan BiR, Şamanizmin Hüsnü Mutlak, Cemal, ve Müslümanların Allah diye hitap ettiği "kendi yaratıcısına"; Akıl - ruh - beden olarak neyi arzu etmişse yerine getirerek, kendisinin özel olduğunu hissettirdiği için teşekkürler ediyordu.

O DoH'u DoH da yaratıcısını gönülden seviyordu...


***alinti Kelimelerin Sihirbazi
 
Top