GEVEN'' der, geçerdik...
Yufka ekmeği yaparlardı analarımız, nenelerimiz. 7-8 yaşlarındaydık, ekmek pişen sacın altında yakmak için bizi kuru geven getirmeye gönderirlerdi. Hemen köyün üstündeki tepelere gider, iplere taktığımız kuru gevenleri sürüyerek getirirdik. Acaba yufka ekmeği gevenle daha iyi mi pişiyordu, yoksa amaçları bizi oyalayacak uğraş bulmak mıydı? Orasını bilmiyorum, ama zevkli bir iş oluyordu bize...
Aynı yaşlarda tarlaya da gidiyorduk, sığır da güderdik. Köyün üst kısmında kalan tarlaların anlarında ve tepelerde bolca geven bulunurdu. Yanlışlıkla üstüne oturur veya basarsak dikenleri çok acı verirdi. Yani bizim için o zamanlar geven, bize zararlı bir bitkiydi; en büyük faydası, yakılmasıydı...
Aynı yaşlarda tarlaya da gidiyorduk, sığır da güderdik. Köyün üst kısmında kalan tarlaların anlarında ve tepelerde bolca geven bulunurdu. Yanlışlıkla üstüne oturur veya basarsak dikenleri çok acı verirdi. Yani bizim için o zamanlar geven, bize zararlı bir bitkiydi; en büyük faydası, yakılmasıydı...
Yazları, ''Püseci'' dediğimiz insanlar gelir, çadır kurarlar, gevenlerin köklerini açıp keserler, daha sonra çıkan zamklar kuruyunca toplarlardı. Bir de keçiler geveni yediği için keçi sahipleri için bir değeri vardı...
Lise yıllarında gevenin toprağı koruyan, erozyonu önleyen özelliği olduğu gerçeğini öğrendim. Millet dağlarda bulduğu en büyük geveni yakmaktan zevk alırken, hatta gevenlikleri toptan yakarken; ben kuru gevenleri bile yakmıyordum...
Belki ağaç dikmeyi seven, doğaya duyarlı bir ailede yetişmemizden, belki de bu konulara olan aşırı merakım ve duyarlılığımdan, gevenin benim alemindeki yeri gün geçtikçe değişti. Artık geven Anadolu toprağının koruyucusuydu. Keklik, tavşan ve türlü mahlukata yuvaydı, barınaktı... Keçi ve yılkı atlarına besindi.
Bir de arılar için bal kaynağı olduğunu öğrenince, ''GEVEN'' deyip, geçemiyorum artık! Nerede geven görsem dikkatlice bir bakıyorum. Yaradanın, onları ne hikmetler ve faydalar için yarattığını tefekkür etmeye çalışıyorum...