Ninova
Ya heRru Ya MeRru !
Gerçekten seven insan sevdiğine kıyamaz
Sabırlı olmayan sevgiyi kaybeder, affedici olmayan sevgiyi kaybeder. Sevgi durduk yere oluşmaz, mutlaka emek verilmesi, dikkat verilmesi, özen gösterilmesi gerekir...
Çevremde birbirlerini sevdiğini söyleyen insanlara bakıyorum da sevgileri adeta bir bulut gibi, en ufak bir rüzgârda kayıp gidiyor ve kayboluyor. Bir kadın karşısındaki erkeğin en ufak bir yanlış hareketini, görgüsüzlüğünü ya da düşüncesizliğini gördüğünde sevgisi aniden yok oluyor. Allah içinden sevgiyi bir anda alıyor. Artık kadın karşısındaki erkeği sevme gücünü kendisinde bulamıyor. Tabii imanla, Allah sevgisiyle, Allah için sevilmediğinde her iki tarafta önce kendisini düşünüyor ve aslında karşısındakini değil her şeyden çok kendisini seviyor. Müthiş bir bencillik içinde yaşarken de ne güzel ahlak yaşanıyor ne de arada gerçek sevgi oluyor.
Hâlbuki güzel ahlaklı, vicdanlı, akıllı, kişilikli bir insan doğal olarak herkes tarafından çok sevilir. Bazı insanlar böyle bir kişiye karşı duydukları sevginin gücünün çoğu zaman kendilerinden kaynaklandığını zannederler. Hâlbuki bu durum daha çok, ‘karşıdaki kişinin sevilecek özelliklerinin çok güçlü olması’ndan kaynaklanır.
Sevgi maddi olarak ölçülebilecek bir kavram değildir. Ancak bir kişinin başka bir kişiyi sevdiğini gösteren çok önemli işaretler vardır. Bu işaretlerin en önemlilerinden biri de kişinin ‘sevdiğine kıyamaması’dır. Eğer bu yönde bir titizliği ve hassasiyeti yoksa o zaman o kimsenin sevgisinin gücü de samimiyeti de şüpheli hale gelir.
İnsanın sadece ‘ben çok seviyorum’ deyip, sonrasında bu sevginin gerektirdiği derin ahlakı gösterememesi, o kişinin sevgisindeki inandırıcılığı da azaltır. Çünkü gerçek sevginin en önemli özelliklerinden biri insanın sevdiğine kıyamamasıdır. Bu sevgi anlayışı ise ancak iman ile yaşanabilir. İman etmeyen bir insan sevgide fedakâr olamaz. Bu ancak Allah sevgisinden kaynaklanan bir sevgide; yani kişinin karşısındaki kimseyi “Allah'ın bir tecellisi olarak sevmesi” ile mümkün olabilir.
Allah'ın tecellisi olarak sevmek; ‘bir insanın, karşısındaki kişide Allah'ın üstün ahlakının güzel örneklerini ve tecellilerini gördüğü için o kişiyi tercih etmesi ve sevmesi’demektir. Bir insanda bu güzel ahlak özellikleri ne kadar çoksa, o insan o kadar çok sevilir.
Bir insanın sevdiği kişiye kıyamamasının belirgin özellikleri vardır:
Bir insan eğer sevdiği kişiyi -Allah rızası için- kendi nefsinden önde tutuyorsa;
Onu her türlü tehlikeden koruyorsa;
Ona zarar verecek her türlü şeyden sakınıyorsa;
Ona zarar vermektense kendi zarar görmeyi tercih edebiliyorsa;
Onun sağlığını, rahatını, huzurunu, konforunu kendininkilerden önde tutabiliyorsa;
Onu kıracak, rahatsız edecek tek bir sözü dahi söylemekten sakınıyorsa;
Kendi nefsinin isteklerindense onun isteklerini öncelikli görebiliyorsa;
Kendi fikirleriyle onunkiler çatıştığında ondan yana tavır koyabiliyorsa;
Haklı olduğu halde, onu haklı kendini haksız çıkarabiliyorsa;
Enaniyetiyle gururuyla karşı karşıya kaldığında karşısındaki kişiyi yüceltip kendi nefsini ve gururunu ezebiliyorsa;
Anlayamadığı bir şey olduğunda da hüsn-ü zan ederek, tevekküllü oluyorsa,
Şüphe duyduğunda ona olan sevgisinden dolayı bu şüpheleri yenebiliyorsa;
Her ne ile karşılaşırsa karşılaşsın ona kırılmıyor, darılmıyor, küsmüyorsa; tam tersi gibi görünen olaylar olsa da, onun ahlakından emin olabiliyorsa;
Kişinin adaletinden, sevgisinden, şefkatinden, vicdanından, güzel ahlakından, güvenilirliğinden hiç şüphe duymuyorsa;
Ona karşı olan sevgisinde, saygısında -gününe göre değişmeksizin- istikrar gösterebiliyorsa; işte o zaman bu kişinin gerçek sevgiyi yaşadığından bahsedilebilir.
Bir kimse karşısındaki kişiyi Allah rızası için ve Allah'ın tecellisi olarak değil de, nefsen uygun bulduğu için tercih ediyorsa, bunun adı zaten gerçek anlamda ‘sevgi’ değildir. Böyle bir durumda doğal olarak, sevginin getireceği şartların oluşması da mümkün değildir. Böyle bir sevgi anlayışında ne tek taraflı bir düşkünlük, ne fedakârlık, ne hoşgörü, ne anlayış, ne affedicilik, ne de güvenden bahsedilemez.
Allah'tan korkmayan bir insana güven duyulamaz. Bu kişinin iç dünyasında ne düşündüğünden, ne kararlar aldığından, neler hissettiğinden ve dürüstlüğünden hiçbir zaman emin olunamaz. Bu nedenle cahiliye ahlakını yaşayan kişiler hiçbir zaman birbirlerine karşı böyle güzel ve derin bir sevgi duyamaz ve bu sevginin gerektirdiği ahlakı gösteremezler.
Ruhunda bu sevgiyi bilen, bu anlayışı iyi kavrayan insanların bu büyük nimeti olabilecek en güzel şekilde yaşayabilmeleri için de işte bu ‘sevdiğine kıyamama’ ahlakını yaşamaları çok önemlidir. Bu bakış açısı, sevgiyi sürekli olarak besleyecek, güçlendirecek ve derinleştirecek çok önemli bir vesiledir. Ayette şöyle buyrulur:
“İşte Allah, iman edip salih amellerde bulunan kullarına böyle müjde vermektedir. De ki: "Ben buna karşı yakınlıkta sevgi dışında sizden hiç bir ücret istemiyorum." Kim bir iyilik kazanırsa, Biz ondaki iyiliği arttırırız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir.”(Şura Suresi, 23)
Sabırlı olmayan sevgiyi kaybeder, affedici olmayan sevgiyi kaybeder. Sevgi durduk yere oluşmaz, mutlaka emek verilmesi, dikkat verilmesi, özen gösterilmesi gerekir...
Çevremde birbirlerini sevdiğini söyleyen insanlara bakıyorum da sevgileri adeta bir bulut gibi, en ufak bir rüzgârda kayıp gidiyor ve kayboluyor. Bir kadın karşısındaki erkeğin en ufak bir yanlış hareketini, görgüsüzlüğünü ya da düşüncesizliğini gördüğünde sevgisi aniden yok oluyor. Allah içinden sevgiyi bir anda alıyor. Artık kadın karşısındaki erkeği sevme gücünü kendisinde bulamıyor. Tabii imanla, Allah sevgisiyle, Allah için sevilmediğinde her iki tarafta önce kendisini düşünüyor ve aslında karşısındakini değil her şeyden çok kendisini seviyor. Müthiş bir bencillik içinde yaşarken de ne güzel ahlak yaşanıyor ne de arada gerçek sevgi oluyor.
Hâlbuki güzel ahlaklı, vicdanlı, akıllı, kişilikli bir insan doğal olarak herkes tarafından çok sevilir. Bazı insanlar böyle bir kişiye karşı duydukları sevginin gücünün çoğu zaman kendilerinden kaynaklandığını zannederler. Hâlbuki bu durum daha çok, ‘karşıdaki kişinin sevilecek özelliklerinin çok güçlü olması’ndan kaynaklanır.
Sevgi maddi olarak ölçülebilecek bir kavram değildir. Ancak bir kişinin başka bir kişiyi sevdiğini gösteren çok önemli işaretler vardır. Bu işaretlerin en önemlilerinden biri de kişinin ‘sevdiğine kıyamaması’dır. Eğer bu yönde bir titizliği ve hassasiyeti yoksa o zaman o kimsenin sevgisinin gücü de samimiyeti de şüpheli hale gelir.
İnsanın sadece ‘ben çok seviyorum’ deyip, sonrasında bu sevginin gerektirdiği derin ahlakı gösterememesi, o kişinin sevgisindeki inandırıcılığı da azaltır. Çünkü gerçek sevginin en önemli özelliklerinden biri insanın sevdiğine kıyamamasıdır. Bu sevgi anlayışı ise ancak iman ile yaşanabilir. İman etmeyen bir insan sevgide fedakâr olamaz. Bu ancak Allah sevgisinden kaynaklanan bir sevgide; yani kişinin karşısındaki kimseyi “Allah'ın bir tecellisi olarak sevmesi” ile mümkün olabilir.
Allah'ın tecellisi olarak sevmek; ‘bir insanın, karşısındaki kişide Allah'ın üstün ahlakının güzel örneklerini ve tecellilerini gördüğü için o kişiyi tercih etmesi ve sevmesi’demektir. Bir insanda bu güzel ahlak özellikleri ne kadar çoksa, o insan o kadar çok sevilir.
Bir insanın sevdiği kişiye kıyamamasının belirgin özellikleri vardır:
Bir insan eğer sevdiği kişiyi -Allah rızası için- kendi nefsinden önde tutuyorsa;
Onu her türlü tehlikeden koruyorsa;
Ona zarar verecek her türlü şeyden sakınıyorsa;
Ona zarar vermektense kendi zarar görmeyi tercih edebiliyorsa;
Onun sağlığını, rahatını, huzurunu, konforunu kendininkilerden önde tutabiliyorsa;
Onu kıracak, rahatsız edecek tek bir sözü dahi söylemekten sakınıyorsa;
Kendi nefsinin isteklerindense onun isteklerini öncelikli görebiliyorsa;
Kendi fikirleriyle onunkiler çatıştığında ondan yana tavır koyabiliyorsa;
Haklı olduğu halde, onu haklı kendini haksız çıkarabiliyorsa;
Enaniyetiyle gururuyla karşı karşıya kaldığında karşısındaki kişiyi yüceltip kendi nefsini ve gururunu ezebiliyorsa;
Anlayamadığı bir şey olduğunda da hüsn-ü zan ederek, tevekküllü oluyorsa,
Şüphe duyduğunda ona olan sevgisinden dolayı bu şüpheleri yenebiliyorsa;
Her ne ile karşılaşırsa karşılaşsın ona kırılmıyor, darılmıyor, küsmüyorsa; tam tersi gibi görünen olaylar olsa da, onun ahlakından emin olabiliyorsa;
Kişinin adaletinden, sevgisinden, şefkatinden, vicdanından, güzel ahlakından, güvenilirliğinden hiç şüphe duymuyorsa;
Ona karşı olan sevgisinde, saygısında -gününe göre değişmeksizin- istikrar gösterebiliyorsa; işte o zaman bu kişinin gerçek sevgiyi yaşadığından bahsedilebilir.
Bir kimse karşısındaki kişiyi Allah rızası için ve Allah'ın tecellisi olarak değil de, nefsen uygun bulduğu için tercih ediyorsa, bunun adı zaten gerçek anlamda ‘sevgi’ değildir. Böyle bir durumda doğal olarak, sevginin getireceği şartların oluşması da mümkün değildir. Böyle bir sevgi anlayışında ne tek taraflı bir düşkünlük, ne fedakârlık, ne hoşgörü, ne anlayış, ne affedicilik, ne de güvenden bahsedilemez.
Allah'tan korkmayan bir insana güven duyulamaz. Bu kişinin iç dünyasında ne düşündüğünden, ne kararlar aldığından, neler hissettiğinden ve dürüstlüğünden hiçbir zaman emin olunamaz. Bu nedenle cahiliye ahlakını yaşayan kişiler hiçbir zaman birbirlerine karşı böyle güzel ve derin bir sevgi duyamaz ve bu sevginin gerektirdiği ahlakı gösteremezler.
Ruhunda bu sevgiyi bilen, bu anlayışı iyi kavrayan insanların bu büyük nimeti olabilecek en güzel şekilde yaşayabilmeleri için de işte bu ‘sevdiğine kıyamama’ ahlakını yaşamaları çok önemlidir. Bu bakış açısı, sevgiyi sürekli olarak besleyecek, güçlendirecek ve derinleştirecek çok önemli bir vesiledir. Ayette şöyle buyrulur:
“İşte Allah, iman edip salih amellerde bulunan kullarına böyle müjde vermektedir. De ki: "Ben buna karşı yakınlıkta sevgi dışında sizden hiç bir ücret istemiyorum." Kim bir iyilik kazanırsa, Biz ondaki iyiliği arttırırız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir.”(Şura Suresi, 23)