• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi

LoSt_LoVe

Forum Onuru
Türkçü düşüncenin devirler boyu en belirli özelliği, Türkçe konusunda gösterilen hassasiyet olmuştur. Gerek Türkistan’da, gerek Anadolu’da, Türkçenin yabancı dillerin, yani Arapça ile Farsçanın kuvvetli etkisinden kurtulması için görüşler ileri sürülmüş, bu yolda örnekler verilmiştir.

19. yüzyıl sonunda ilmî ve edebî bir hareket olarak ortaya çıkan Türkçülük akımında da, yine dil meselesi ön plânda gözükmektedir. Şinasi, Ziya Paşa, Ahmed Vefik Paşa bu yolda çeşitli makaleler yayınlamışlardır. Mehmet Emin (Yurdakul) Beyin şiirleri ise âdeta yeni bir çığır açmıştır. Ancak, bütün bu gelişmeler sistemli safhaya İkinci Meşrutiyetten sonra ulaşabilmiştir. Dilde sadelleşme hareketinin bu dönemdeki adı “Yeni Lisan” olmuş, bu hareketin sözcülüğünü ise Selânik’te yayımlanan “Genç Kalemler” dergisi yapmıştır.

Hâmid ve Hüsnü adlarındaki iki genç, Selânik’te Hüsn ve Şiir adıyla bir dergi yayımlıyorlardı. Bu derginin başyazılarını, kendilerinden daha yaşlı ve adı artık duyulmaya başlamış olan Ali Cânib kaleme alıyordu. Ali Cânib, derginin adını beğenmiyordu. Bir gün, genç arkadaşlarına “Ben bu Hüsn ve Şiir unvanını beğenmiyorum. Bunu değiştirelim. Hep hüsn ve şiirden mi bahsedeceğiz? Hiç ilmî makale yazmayacak mıyız?” dedi. Karar verdiler ve derginin adını Genç Kalemler olarak değiştirdiler.

Hüsn ve Şiir, sekiz sayı yayımlanmıştı. Genç Kalemler, onun devamı olduğu için ilk sayısı 9 numarayı taşıyordu. Başlığının altında Fransızca olarak da Guaindj Kalemlair (Genç Kalemler) yazılıydı. Onun da altında edebî, ilmî risale olduğu belirtiliyordu. Bu sayıda “Sevgili karilerimize” başlığı ile okuyuculara hitaben bir yazı yayımlanmıştı. Bu yazıda şöyle deniliyordu:



“Bugün birinci nüshasını okuduğunuz Genç Kalemler, evvelce yayınlanan Hüsn ve Şiir’in gelişmiş şeklinden başka bir şey değildir. Evet, gazetemizin yazı kurulu evvelce tanıdığınız gençlerdir. Onlar düşündüler ki, Hüsn ve Şiir namı yalnız uzmanlığa dair maddelere aittir. Halbuki maksatlları yalnız bu değildir. Hüsn ve Şiir’in geniş anlamından başka fikir mahsûlleri gazetelerinde geniş bir yer alıyordu. Bu bakımdan risalenin ismini değiştirdiler, ona Genç Kalemler dediler.”



Genç Kalemler’in ilk sayısında, dil konusunda tutulacak yeni yolla ilgili bir bahis bulunmamaktadır. Yeni Lisan hareketi, Ali Cânib’in Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp’la tanışıp birlikte harekete başlamalarından sonra meydana çıkacaktır.

Ali Cânib, Selânik’e, sürgün edilen babasıyla birlikte 1902’de gelmişti. Ziya Gökalp ise, Diyarbakırlıydı. Genç yaşlarında bir süre İstanbul’da kalmış, fakat rejimin gazabına uğrayarak Diyarbakır’a dönmüştü. İlmî çalışmalarına orada devam etmiş, çevresine çok sayıda genç aydını toplamıştı. 1909’da toplanan İttihat ve Terakki Cemiyeti kongresine katılmak üzere, Diyarbakır delegesi olarak Selânik’e gelmiş, genel merkez üyeliğine seçilmişti. Ömer Seyfeddin ise subaydı. 1908’e kadar İzmir’de görev yapmış, bu tarihte Rumeli’ye tayin edilmişti. Bulgaristan sınırında üsteğmen olarak bulunuyordu.

Ömer Seyfeddin, Fransızcadan tercüme ettiği bir hikâyeyi dergilerden birinde Perviz imzasıyla yayınlayınca, bu hikâyenin İslâmî âdâba aykırı olduğu iddiasıyla hücumlara uğramıştı. Ali Cânib de, hiç tanımadığı “Perviz”i Genç Kalemler’de savunan bir yazı yazmıştı. Bunun üzerine Ömer Seyfeddin bir mektup yazarak, hak ve hakikatı savunduğu için Ali Cânib’e teşekkür etmişti. İki yazar arasındaki dostluk bu şekilde uzaktan uzağa başlamıştı.

Ali Cânib’in Ziya Gökalp’la tanışması da, bir dostu aracılığı ile ve Turan manzumesi vesilesiyle gerçekleşmişti. Genç Kalemler’in imtiyaz sahibi olan Nesimî Sârım, İttihat ve Terakki genel merkezinde kâtipti. Bir gün Ali Cânib’e çizgili bir kâğıt parçası üzerine yazılmış bir manzume getirmişti. “Bu manzume, merkez-i umumîye yeni seçilen Ziya Gökalp Beyin. Genç Kalemler’de yayınlanmak üzere aldım. Ama kendi adıyla çıkmasını istemiyor” demişti.

Gerçekten manzumenin altında Tevfik Sedat imzası yer alıyordu. Şiiri birlikte okudular. Şekil bakımından mükemmel, mânâ bakımından ise olağanüstü buldular. Gözlerinin önünde âdeta yeni bir ufuk açılmıştı.

“Turan” şiiri, Genç Kalemler’in 22 Şubat 1910’da yayımlanan 6. sayısında çıktı.

Birkaç gün sonra, Eden tiyatrosunda bir müsamere veriliyordu. Ali Cânib de oradaydı. Bir ara yanına Nesimî Sârım geldi. “Ziya Gökalp Bey şurada, locada oturuyor. Seninle tanışmak istiyor” dedi.

Birlikte gittiler. Ziya Gökalp, paltosuna sarınmış, locasında oturuyordu. Hiç sesini çıkarmadan elini uzattı. Oturdular. Uzun bir sessizlik. Nesimî Sârım bir şeyler söyleyip sessizliği bozmaya çalıştı. Gökalp yine konuşmuyordu. Ali Cânib sıkılmış ve geldiğine pişman olmuştu.

Ayrıldıkları zaman Nesimî Sârım, Ali Cânib’i yatıştırmaya çalıştı. Onun hep böyle olduğunu, sıkılganlığı sebebiyle suskun kaldığını, alıştıktan sonra ise rahatça konuştuğunu anlattı. “Görüştükçe anlayacaksın” dedi.

Ali Cânib, Ziya Gökalp’la tanışmasından bir ay önce Ömer Seyfeddin’den bir mektup almıştı. 15 Ocak 1910 tarihini taşıyan bu mektupta Ömer Seyfeddin şöyle yazıyordu:



“Sevgili Cânib Bey,

Cevabınızı almadan işte ben yazıyorum. Size bir teklifim var. Kanaatlerinize pek yakın olduğu için hemen kabul edeceksiniz sanıyorum. Bakınız ne. Biraz izah edeyim... Bizim lisanımız -her zaman düşündüğümüz gibi- berbat, perişan, fenne , mantığa muhalif bir lisandır... Bu lisanı zaman ve vukuflu bir çalışma tasfiye eder. Ben işte edebiyattan vazgeçtikten sonra tetebbu edeceğim fenlere, ilimlere çalışırken bu tasfiyeye yardım edeceğim. Çalışmamın esasını teşkil edecek noktalar pek basit: Arapça ve Farsça terkiplerin hiç lüzumu yoktur. Bunlar ancak süs içindir. Kimin gösterecek, teşhir edecek fikri yoksa onları çok kullanır. Eğer terkipler terk olunursa tasfiyede büyük bir adım atılmış olmaz mı?

Bunu yalnızca başaramam. Geliniz Cânib Bey, edebiyatta, lisanda bir ihtilâl vücuda getirelim. Ah büyük fikir, çalışmak, sebat ister.”



Genç Kalemler, 1911 yılı Nisanındaki sayısıyla başlayan ikinci ciltten itibaren büyük boy yayınlanmaya başladı. Ali Cânib, Ziya Gökalp ve Ömer Seyfeddin, derginin boyunu, kendi maaşlarından katkıda bulunarak büyütmeye karar vermişlerdi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yardımı da buna eklenince, Genç Kalemler, yeni şekli ve daha geniş hacmiyle yayına devam etme imkânı bulabildi.

Kısa bir süre önce Ömer Seyfeddin, uzunca bir mektupla birlikte “Yeni Lisan” adını taşıyan makalesini göndermişti. Bu makale, Genç Kalemler’in büyük boy olarak çıkan ilk sayısında (8 Nisan 1911) -imza yerinde (?) işareti bulunduğu hâlde- yayımlandı.

Bu yazıda, İstanbul Türkçesinin en tabiî dil olduğu ileri sürülüyor, beş asırdan beri konuşulan Arapça ve Frasça kelimelerin atılması değil, Arapça ve Farsça edatların kullanılmaması, tamlamaların mutlaka Türkçe kurallarla yapılması isteniyordu. “Dünyanın en mükemmel, en basit, en sade ve en tabiî bir sarfı olduğu bütün lisan âlimlerince iddia ve beyan olunan Türkçe sarfımızı tanımalı, onun üzerine ifsad edici bir leke gibi düşen ecnebî kaideleri atmalıyız” ifadesinden de anlaşılacağı gibi. Yeni Lisan’daki ilk görüşler, kelimelerden çok dilbilgisi kurallarının Türkçeleştirilmesini öngörüyordu.

Millî bir edebiyat vücuda getirmek için öncelikle dilde millîleşmenin gerekli olduğu, bu yazıda ana fikir olarak ileri sürülmekteydi.

“Yeni Lisan” makalesi, o günün edebî ve fikrî çevrelerinde bomba gibi patladı. Bir sonraki sayıda ise, yine aynı başlık ve aynı imza ile ikinci bir yazı yayımlandı. Bu yazıyı Ali Cânib ve Ziya Gökalp birlikte kaleme almışlardı. Ali Cânib’in yazdığı kısımda, Yeni Lisanın, Türkler için yalnızca bir edebiyat meselesi olmayıp, her şeyden evvel bir hayat meselesi olduğu belirtiliyordu. Ziya Gökalp ise Yeni Lisanın okullarda uygulanması konusunu ele alımıştı.

Yeni Lisan yazısının yayımlanmasından hemen sonra şiddetli tepkiler görüldü. Buna karşıık, Genç Kalemler’in yazarları “Yeni Lisan ve Bir İstimzac” adını taşıyan bir kitapçık yayımladılar. Bu kitapçık, satış maksadıyla değil, dönemin tanınmış yazarlarına gönderilmek üzere hazırlanmıştı. Türk dili konusundaki yeni düşünceler ve görüşler de aynı kitapçıkta toplu olarak açıklanıyordu. Böylece Yeni Lisan Programı meydana getirilmişti. Bu program, daha sonra Genç Kalemler’in II. cilt 7. sayısında da yayımlanacaktı.

Yeni Lisan makale serisi dört ayrı yazı olarak yayımlandığı sırada, itirazlar ve hücumlar da başlamıştı. M. Nermi ve Kâzım Nami (Duru), Genç Kalemler’in safında yer alan imzalardı. Buna karşılık, Şehabeddin Süleyman, Yakub Kadri (Karaosmanoğlu), Cenab Şahabeddin, Süleyman Nazif dildeki bu yeni harekete karşı çıkıyorlardı. İzmir’den Mehmed Necib (Türkçü) ve Mehmed Şükrü beyler de tartışmanın içinde yer alıyorlardı. Genç Kalemler’deki Yeni Lisan yazıları, yurdun çeşitli kültür merkezlerinde gittikçe genişleyen ilgi dalgacıkları meydana getiriyordu.

Yeni Lisan’a itirazlar başlıca şu noktalarda toplanıyordu:



Dilimizdeki tamlamaların, özellikle sıfat tamlamalarının kaldırılması Osmanlı dilini tehdit eden en büyük tehlikelerden biridir.

Biz Çağatay olalım ve Çağatayca söyleyelim. Bu, kabil olmayacaktır.

Yeni Lisan bir ilim dili olabilir, ama bir sanat dili olamaz.

Avam diliyle havas dili bir olamaz. Çünkü avam havastan anlamaz (Halk aydınları anlamaz).

Dile müdahale olmaz. Dil, ancak tabiî bir gelişme ile sadeliğe doğru yol alabilir.

Buna karşılık, Yeni Lisan hareketi, gittikçe genişleyen bir yazar kadrosu tarafından sonuna kadar savunuldu. On beş günde bir yayımlanan Genç Kalemler, 4. cildin sonunda (1912) kapandı. Selânik kaybedildi. Subaylıktan ayrılan Ömer Seyfeddin de, Ali Cânib ve Ziya Gökalp’la İstanbul’a geldi.

Genç Kalemler’in uzun vadeli etkileri de görüldü:



Ziya Gökalp “Turan” adlı manzumesini bu dergide yayımladı. “Turan” Türk milliyetçiliğinde yeni bir çağın müjdecisi oldu.

Ziya Bey, “Turan” manzumesini Tevfik Sedat imzası ile yayınlamıştı. Daha sonra, Ali Cânib’in müdahalesiyle Gökalp adını kullanmaya başladı. Bu ad, onun âdeta soyadı gibi gerçek adı hâline geldi.

Yeni Lisan hareketi Türkçenin sadeleşmesinde önemli bir dönemeç oldu. Genç Kalemler, bu akımın öncüsü olarak anıldı.

Genç Kalemler, sadece dil konusunda değil, daha geniş olarak milliyetçilik düşüncesinin de ciddî şekilde ele alındığı bir yayın organı oldu.

Yeni Lisan hareketinin ilkeleri, Ziya Gökalp’ın daha sonra kaleme aldığı Türkçülüğün Esasları kitabındaki Lisanî Türkçülük bahsinin temelini oluşturdu.


Alıntıdır.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P


Yeni Lisan Hareketi Nedir?
Genç Kalemler dergisi etrafında toplanarak, "Yeni Lisan" hareketini başlatanlar devrin Türkçülük hareketini yürüten sanat ve fikir adamlarıdır. Türkçe'nin sadeleşmesi konusunda en kalıcı atılımı, “Yeni Lisancılar” başarmıştır 1911'de Selânik'te “Genç Kalemler” dergisi etrafında toplanan Yeni Lisancılar ilk defa “Millî Edebiyat” kavramını da ortaya atmışlardır.

Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip, Âkil Koyuncu'nun öncülüğündeki Genç Kalemler ve Yeni Lisan hareketi “Milli bir edebiyat milli bir dille yaratılabilir" görüşünü ortaya atıp, Türkçe'nin sadeleşmesi için şu ilkeleri kabul ve ilân etmişlerdir:

1- Arapça ve Farsça gramer kurallarının kullanılmarnası, bu kurallarla yapılan terkiplerin kaldırılması,

2- Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçe'de söylendikleri gibi yazılması,

3- Başka Türk Lehçelerinden kelimeler alınmaması,

4- İstanbul konuşması esas alınarak yeni bir yazı dilinin meydana getirilmesi,

5- Dil ve edebiyatın doğu-batı taklitçiliğinden kurtarılması,

Türk şair, yazar ve fikir adamları arasında kısa zamanda yayılan bu yeni lisan ve millî edebiyat anlayışı, bir edebiyat akımı halini almış ve devrin hemen bütün şair ve yazarları bu anlayışla eserler vermişlerdir. Bu dönemde sade dille eser veren şair ve yazarlardan bazıları şunlardır: Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Faruk Nafiz, Halit Fahri, Orhan Seyfi Yusuf Ziya Enis Behiç, Halide Edip, Yakup Kadri, Refik Halid, Reşat Nuri, Yahya Kemal; Türkçü hareketin içinde bulunmamak beraber Mehmet Akif, Süleyman Nazif ve daha bir çok isim.

Günümüz Türkçesi’nin sadeleşmesinde ve gelişmesinde Yeni Lisan Hareketi ilk devre, başlangıç devresi olarak düşünülürse, ikinci devresi de 1930'larda başlayan "Dil İnkılâbı" devresidir. Bu devrede Atatürk'ün öncülüğü ile Türkçe'ye devlet elî uzanmış, sadeleşme ve Türkçecilik bir "devlet politikası" haline getirilmiştir. 1928'de Lâtin Alfabesi'nin kabulü ve 1932'de Türk Dil Kurumunun kuruluşu, Türkçe'nin sadeleştirilip zenginleştirilmesi yanında araştırılıp incelenmesini de sağlamıştır.
 
Top