Geçmişten Günümüze Türkçe - Aöf Türk Dili ve Edebiyatı Dersleri

BeReNN

Alyam?
Özel üye
[h=2][/h]Acaba anadilimiz, eldeki en eski yazılı ürünlerinden bugüne kadar incelenecek olursa “zengin bir dil” olarak nitelenebilir mi? Bu soruya, aşağıda değineceğimiz kanıtlara dayanarak, hiç kuşku duymaksızın olumlu yanıt verebiliriz.

Bu kanıtlar, şu özelliklere dayanmaktadır:

1. Türkçe, yapısındaki türetme ve birleştirme gücüyle, bilinen en eski dönemlerinden bugüne, her türlü somut ve soyut kavramın anlatımını kolaylıkla sağlayabilmiştir. Kimi kavram alanlarında olağanüstü zengindir.

2. Aynı nitelik, her dönemde olduğu gibi bugün de halkın bölgesel dili olan ağızlarda da kendini göstermektedir. Bugünkü ortak yazım dilimiz olan Türkiye Türkçesinin yanı sıra Anadolu ağızlarımız kendine özgü türetmeler, somut ve soyut kavramları karşılayan, yabancı kavramlara karşılıklar bulan sözcüklerle bize, 80.000-100.000 dolayında bir sözvarlığı sunmaktadır.

3. Anadilimizde, Hint-Avrupa dillerinde çok az örneği olan ikilemeler çok güçlü anlatım olanakları yaratmaktadır.

4. Ortak yazın dilimizde ve Anadolu ağızlarımızda yaşayan deyimlerimiz, olayları, durumları, insan davranışları ve karakterlerini çoğu kez, başka dillerin deyimlerinden çok daha ince ve güçlü bir biçimde, somut anlatımla dile getirmekte, bütünüyle, zengin bir deyim varlığı ortaya koymaktadır.

5. Her dilde bulunan atasözleri, tarih boyunca, bugünkü Türkiye Türkçesinde ve ağızlarda, gerçekleri kısa ve güçlü bir anlatımla, çok özgün bir biçimde söze dönüştüren zengin bir varlık oluşturmaktadır.

6. Anadilimiz, bir olayı, bir durumu, belli bir gerçekliği dile getirmede çok değişik, birbirinden farklı anlatım yollarına sahiptir.

7. Kalıp sözler ya da ilişki sözleri, başka dillerden çok daha büyük bir zenginlik göstermektedir.


Türetme Gücü

Türkçenin bilinen ve çözülmüş bulunan en eski ürünleri, VIII. yüzyıla ait olan ve bugün Kuzey Moğolistan'da yer alan Orhun Yazıtları ile onlardan daha eski oldukları anlaşılan Yenisey Yazıtları'dır. Bilinen en eski Türk yazısıyla yazılmış olan bu yazıtlar üzerindeki metinler konuları kısıtlı ve taşa hakkedildikleri için kısa anlatımla olmalarına karşın, Türkçenin o dönemden çok daha öncelere uzanan gelişmiş bir dil olduğunu ortaya koymaktadır. Genellikle çok uzun yüzyıllar sonucunda eşanlamlı duruma gelmiş sözcüklerin bulunması, ancak gelişmiş dillerde sık görülen soyut kavramların varlığı ve birtakım sanatlı anlatımlar bizi bu yargıya götürmektedir. Orhun Yazıtları'nda eşanlamlı öğelere örnek olmak üzere şu sözcükleri gösterebiliriz: Toplum içindeki karışıklık ve huzursuzluğu anlatmak üzere, bugün bulamak ve bulanmak biçiminde kullandığımız eylemden türemiş bulgak sözcüğünün yanında, tar (bugünkü dar) sözcüğünden türeme tarkanç kullanılıyordu. Yine aynı anlamda ve “sarsılmak, sendelemek” demek olan kamşamak eyleminden kamşag vardı. Ayrıca, “aldatıcı, sahtekar” anlamında üç ayrı sözcük bulunuyordu.

Daha Yenisey Yazıtları'nda, bugün de kullandığımız erdem, “yiğit, cesur” anlamındaki alp, “yemin, ant” demek olan “ant”, “yasa, adet” anlamındaki törü (bugünkü töre) geçiyordu. Aynı metinlerde “fayda, yarar” kavramını üç ayrı sözcük karşılıyordu.

Göktürk döneminin dil ürünleri olan Orhun Yazıtları'nda eşitmek (işitmek), tinlamak (dinlemek), tuymak (duymak) gibi eşanlamlıların yanında pek çok soyut kavramı Türkçeden karşılayan sözcükler bulunuyordu. Könül (gönül, “istek, dilek” anlamında), bilge, erk, emgek (emek, “ıstırap, eziyet, zahmet” anlamında), ıduk “kutsal”, biligsiz “cahil”, ölgeli “ölümlü, fani”, bunlardan ancak birkaçıdır. “Ölmek” kavramı ise dört ayrı sözcüklü dile getiriliyordu.

Değişik konulardaki pek çok dil ürünü bize kadar gelmiş olan Uygur döneminde de (VIII-XI.yüzyıllar) Türkçenin zenginliğine tanık oluyoruz. Budizm, Maniheizm, Şamanizm gibi değişik dinlerin benimsendiği Uygur döneminde bir yandan, dinle ilgili metinlerden birçok yabancı kavram Türkçeye girerken bir yandan da bunların bir bölümünün Türkçeden türetilen sözcük ve tamlamalarla karşılandığı görülüyor. Soyut kavramlardan küvenç (güvenç), uvut (“utanma”, bugünkü utanmak eyleminin kökü), arıg (arı sözcüğü, “temiz, saf' anlamında), ög “zekâ, akıl”, ertimlig (ert-”geçmek” kökünden “geçici, ölümlü, fani”) gibi sözcüklerle birlikte aktarmak ve evirmek (“çevirmek”, “tercüme etmek”) kullanılıyordu. Somut kavramlar açısından da bu dil çok zengindi.

Kaşgarlı Mahmut'un ünlü yapıtı Divanü Lûgati't Türk, Türkçenin XI. yüzyıldaki zengin sözvarlığını ortaya koymakta, aynı zamanda, Araplara Türkçeyi öğreten bir dilbilgisi ve ansiklopedik sözlük niteliği taşımaktadır. Gerek bu büyük yapıt, gerekse aynı çağın sanat ürünü, Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig'i, Türk diliyle uğraşanların Karahanlı Türkçesi ya da Hakaniye adını verdikleri, XI. yüzyılda Doğu ve Batı Türkistan'da Oğuz Türklerinin kurdukları Karahanlı Devleti döneminin dilini yansıtmaktadır.

Divanü Lûgati't Türk, somut ve soyut binlerce kavramla o donemdeki Türkçenin bütün zenginliğini gözler önüne sermektedir. Bu yapıtta akrabalık adlarından gökteki yıldız adlarına, günlük yaşamda kullanılan araç-gereçlere, çeşitli alanların terimlerine yer verilmiştir. Arapçadan alınma olup bugün hala kullanılan rehin yerine, tut- kökünden tutug, zıt yerine karşut (karşit), cevap için yanut (yanıt), adet, gelenek için ögreyük, bu kitapta geçen soyut kavramlardan ancak birkaçıdır. Somut kavramlar arasında, bugün Arapçadan alınma sofra için der- kökünden türeme tergi, yine Arapça kökenli mendil için ulatu,makas için bugünkü Anadolu ağızlarına kadar gelen ve “kırmak” anlamındaki sı- kökünün türevi olan sındı ve sınguç sözcükleri görülmektedir. Aynı yapıtta er “erkek, adam” kökünden eren “insanlar”, eretmek “erkekleşmek”, erngen “ergen”, erleşmek “erkeklikte yarış etmek”, ersinmek “erkekleşmek”,… gibi aynı kökün türevlerine rastlanmakta, Türkçedeki türetme eğiliminin ilginç örnekleriyle karşılaşılmaktadır. Deyim ve atasözleri varlığı da çok zengindir.

Türklerin Malazgirt Savaşı öncesi ve sonrasında Anadolu'ya geçerek beylikler ve Osmanlı Devleti'ni kurmalarıyla XIII. yüzyıldan başlayarak oluşan yeni yazım diline Eski Anadolu Türkçesi adı verilmektedir. XV. yüzyıl sonlarına kadar süren bu dönemde önemli sanat ürünleri ve çeviriler ortaya konmuştur. Bunlar arasında åşıkpaşa'nın Garibname'si, Şeyyad Hamza'nın Destan-ı Yusuf'u, İskendername, Işkname gibi yapıtlarla Süleyman Çelebi'nin günümüzde de okunan Mevlid'i ve Dede Korkut Kitabı ile önemli çeviriler vardır.

Türklerin eski yurtlarında Arapçanın özellikle bilim, Farsçanın da sanat yapıtlarının dili oluşu, aydın çevrelerin bu dillere yönelmesi ve Anadolu'da bu iki dilin bir süre resmi dil olarak kullanılması, bu dönem yapıtlarında yabancı öğelerin artmasına ve Türkçenin yabancılaşmasına neden olmuştur. Buna karşılık halk hep Türkçe konuşmuş, halk ozanları bu dille şiir söylerken Türk şiirinin doruğu Yunus Emre bu dilin berrak ve en güçlü şiir örneklerini vermiştir.

Eski Anadolu Türkçesinde bir yandan, Asya'dan beri gelen binlerce sözcük ve anlatım biçimi kullanılırken bir yandan da dilin kendi kök ve eklerinden, yeni türetmelere gidilmiştir. Bunlar arasında, Kur'an çevirilerinde yer alan dinsel kavramlardan, günlük yaşamda geçen somut ve soyut kavramlara kadar pek çok öğe vardır. Örneğin Arapça hâlik için yaradıcı, yaratgan, yaradan; mümin için inanıcı, beytullah için Tanrı evi; Farsça beddua karşılığı yavuz dua, günahkâr karşılığı da eski yazuk “günah” sözcüğünden türetilme yazuklu, dinsel terimlerdendir. Eski Türkçe döneminden beri gelen, bugün dinç (eski tınç) köküyle kurulmuş dinçlik “rahat, zur”, bugün pazartesi, cumartesi sözcüklerinden geçen ve Türkçeleştirme ürünü erteleme'de görülen erte, Eski Türkçede olduğu gibi bu dönemde de “sabah, sabah erken” anlamında kullanılıyordu. “Akıl, zeka” demek olan ög ve us, “yaşam” anlamındaki dirlik, “düşman” anlamındaki yagı, hasta için sayru, “başka” anlamındaki ayruk, “asker” için çeri, eskiden beri gelen binlerce sözcükten ancak birkaçıdır. Dede Korkut Kitabı'nda, “binilecek hayvan” anlamında binit, “yük hayvanı” demek olan yüklet gibi türetmeler görülmektedir. Eski Anadolu Türkçesinde göreğen “çok, iyi gören”, gücürgenmek “güç saymak, zor bulmak”, soğumsuz “tamahkar”, kanlu”katil”… gibi daha pek çok türetmeyle birlikte, birleştirme yoluyla oluşturulmuş kara yazılu “bedbaht”, eteği arı (pak-dâmen karşılığı, namuslu kadın), saman uğrusu ve hacılar yolu “samanyolu” gibi, bir bölümü çeviri yoluyla kurulmuş tamlamalar da kullanılmıştır.

Eski Anadolu Türkçesinden sonraki döneme genellikle Osmanlıca ve Yeni Türkçe adı verilmektedir. Bu dönemde ana dilimizin sözvarlığı, şair ve yazarların Arapça ve Farsçaya yönelmeleri, yönetim ve aydın çevrelerinin de bu dillere büyük eğilim göstermeleri yüzünden giderek, büyük ölçüde yabancılaşmış, Osmanlıca, yabancı kaynaklı öğelerle dolu, karmaşık bir dil durumuna gelmiştir. Temel sözvarlığımızdaki birçok sözcüğün yerini yabancıları almıştır. Eski Anadolu Türkçesi yapıtlarından Garihname'de %20, Mevlid'te %26 dolayında olan yabancı sözcük sayısı XVI. yüzyılın ünlü şairi Bak”'de %65'e çıkmıştır. Şiirlerde Türkçe göz yerine Farsça dide, dudak yerine leb, ağız yerine dehen ve dehan, kulak için güş gibi sözcükler kullanılmıştır. “Güneş” kavramını yansıtmak üzere Arapça şems, Farsça âftâb, mihr ve hurşid sözcükleri yeğlenmiştir. Resmi yazışmalarda, eğitim ve öğretim dilinde, bilim ve sanat yapıtlarında kimi zaman, ancak birkaç sözcüğü Türkçe olan uzun cümleler yer almıştır. Farsçadan mehtâb alındıktan sonra Türkçedeki aydın ve ayaydını karşılıkları unutulmuştur. Osmanlı aydını, kızından kerime, oğlundan mahdum, annesinden vâlide, babasından peder ve vâlid, eşinden zevce sözcükleriyle söz eder, “evlenmek” kavramı için Arapça teehhül ve tezevvüc'ü kullanır olmuştur. Buna karşılık, Türkçe konuşan halkın dilinde Asya'dan beri gelen sözcükler yaşarken Anadolu ağızlarında pek çok sözcük ve tamlama türetilmiştir. Yunus Emre gibi, Köroğlu, Karacaoğlan, åşık Ömer, Pir Sultan Abdal gibi pek çok ozan halk dilinin bütün olanaklarından yararlandıkları gibi yeni, kendilerine özgü öğeler ve anlatım biçimleri oluşturmuşlardır. Örneğin Yunus Emre'de yemişlenmek, gümüşlenmek, turaçlanmak, kamışlanmak gibi eylemler, dilsiz'e benzetilerek kurulmuş elsüz (elsiz), benlik benzeri senlik gibi sözcükler bulunmakta, ayrıca, başka ozanlarda görülmeyen aşk elçisi, aşk bahrisi, gönül evi, gönül kalesi, ömür ipi gibi alışılmamış bağdaştırmalara rastlanmaktadır.

Anadolu'da, daha XV. yüzyılın sonlarında arı Türkçeyi yeğleyen Edirneli Nazmi, Aydınlı Visali, Tatavlalı Mahremi gibi şairler de çıkmış, Cumhuriyete gelinceye kadar, Tanzimat ve Edebiyat-ı Cedide dönemlerinde Türkçeden yana tutumlar, girişimler de olmuştur. Türk Derneği'nin etkinlikleri. Genç Kalemler dergisinin yayınları, Mehmet Emin Yurdakul'un Türkçe şiirleri, Cumhuriyet öncesinde Türkçeleşme alanında yeteri kadar önemli bir gelişmenin gerçekleşmesini sağlayamamıştır. Yazın dilimiz resmi yazışmalardan eğitim ve öğretime, bilim ve sanat ürünlerinden gazete haberlerine kadar yine Arapça ve Farsça öğelerle doludur. Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen devrimlerden Yazı Devrimi; geniş halk kitlelerinin eğitimine, çağdaş uygarlık düzeyine erişmesine yönelirken bunu tamamlayan Dil Devrimi de Türkçenin özleşmesini, kendi gücüne dayanan bir kültür diline dönüşmesini amaçlıyordu. 1932'de kurulan Türk Dil Kurumu'nun çalışmaları, Devletin buna katkıları, eğitim-öğretimde terimlerin özleştirilmesi yoluyla kolaylık sağlanması, halkla aydın arasındaki dil uçurumunun kaldırılması bakımından önemli başarılar elde ediyordu.

Yapılan çalışmalarda başlıca iki yol tutulmuştur.
1. Yabancı sözcük ve tamlamaların Türkçe kök ve eklerden yararlanan sözcük ve tamlamalarla, türetmelerle karşılanması
2. Dilin eski ürünlerinden, değişik lehçe ve ağızlardan yapılan taramalarla Türkçe öğelerin derlenmesi, bunların canlandırılarak yazın diline kazandırılması.

İlk türetilen örnekler arasında öğretmen, öğrenci, okul, sınav, bakan, bakanlık, başkan, başkanlık, seçim, seçmen, bölge, emekli, dilekçe, çoğunluk, gündem, özgür, özgürlük, özel, genel, sakınca, sömürge… gibi sözcükler vardır ki, bunların birçoğunun eski karşılıklarını (örneğin, öğretmen için muallim, seçim için intihap, gündem için ruzname, emekli yerine mütekait gibi) kullanan hatta anımsayan kimse kalmamıştır. Devlet kuruluşlarının adları olan Yargıtay (eski; Mahkeme-i Temyiz), Danıştay (Şurâ-yi Devlet), Sayıştay (Divân-ı Muhasebat), Genelkurmay (Erkân-ı Harbiye-i Umumiye) yine, aynı süreç içinde Türkçeleştirilen adlardandır. Bu örneklere ek olarak, o dönemde ve sonrasında türetilen, değişik alanlarla ilgili pek çok sözcükten, ancak küçük bir bölümüne daha yer verelim: Azınlık, basınç, bilim, bitki, bağımlı, bağımsızlık, doğa, doğal, eklem, eylem, denetim, denetlemek, genelge, girişim, girişimci, görüntü, görünüm, kavram, içerik, içermek, toplum, tüketim, tüketici, üretim, üretici, yaşam, yaşantı… gibi.

Türetilen öğeler arasından, Atatürk'ün yazdığı geometri kitabında oluşturduğu terimler de vardır ki bunlardan birkaçına da eski karşılıklarıyla değinelim: Açı (zaviye), artı (zâid), eksi (mâkıs), düşey (şâkuli), kesit (makta'), yüzey (satıh), yatay (ufki), uzay (feza), bölü (taksim)… gibi.

Bilindiği gibi, Türkçede kavramları dile getirmede bir başka yol, sözcükleri birleştirerek bileşik sözcüğe dönüştürme ve tamlamalar kurmadır. Genel dilde çöpçatan, aslanağzı, günebakan… gibi örneklerini kullandığımız bu doğrultuda Dil Devrimi'nin başlangıcından itibaren, pek çok, yabancısı yerleşmiş kavram özleştirilmiştir. Sağduyu (akl-ı selim), içgüdü (sevk-i tab””), Anayasa (Teşkilat-i Esasiye Kanunu), içbükey (concave), dışbükey (convexe), akaryakıt (mahrûkât-ı mâyia), eşanlamlı (müteradif), özgeçmiş (tercüme-i hal)… gibi. Daha pek çoğu gösterilebilecek olan bu sözcük ve terimler içinde, genç kuşakların algılamada güçlük çekeceği şu gibi örnekler de vardır: Müselles-i mütesâviyü'l adla' (eşkenar üçgen), mesâha-i sathiye (yüzölçümü), kâim zâviye (dikaçı), idare-i örfiye (sıkıyönetim)… gibi.

Dil Devrimi sürecinde ve sonrasında anadilimizin fazla işlek olmayan eklerinden de yararlanılarak türetmelere gidilmiştir. Halkça benimsenen, bu yolda oluşturulmuş örnekler arasında, az işlek eklerimizden olan [-sEl] ile türetilmiş bilimsel, bitkisel, duygusal, geleneksel gibi sözcükler, [-EnEk] ile kurulmuş ödenek, olanak, yetenek, seçenek gibi öğeler de bulunmaktadır.

Türkçenin eski dönemlerinde kullanılmış olan ve Anadolu ağızlarının sözvarlığında yaşayan öğelerin canlandırılarak ortak yazın diline mal edilmesi de özleştirme çabası sırasında başvurulan yöntemlerden biridir. Bu yolda örneğin, daha XI. yüzyılda, Karahanlı Türkçesinde, “cevap” anlamında kullanılan yanut (yanıt), karşut (karşıt, “zıt” anlamında) gibi sözcükler, savcı, ozan, omurga (eski biçimi: onurga), ödül, ivmek, öykünmek gibi Eski Anadolu Türkçesinde ve daha eski metinlerde geçen pek çok öğe canlandırılmıştır. Eskiden beri gelen ve Anadolu ağızlarında yaşayan abartmak, giysi, yoğun, yitirmek, engebe, ikircim, devinmek gibi sözcükler de yaşam diline alınarak yaygın kullanıma kavuşmuştur.

Yukarıda, değindiğimiz gibi Türkçe, kimi kavram alanlarında (birbirine yakın, birbiriyle ilgili kavramların oluşturduğu alanlarda) olağanüstü bir zenginlik göstermektedir. Türklerde aile bağlarının akrabalık ilişkilerinin sıkı oluşuyla açıklanabileceğini düşündüğümüz bir gerçek, anadilimizde bu bağ ve ilişkilerin ayrı ayrı kavramlaştırılarak değişik sözcüklere dönüştürülmesine yol açmış, bu konuda belirgin bir zenginlik meydana getirmiştir. Öte yandan, anadilimizin doğaya bağlı anlatım eğilimi, doğayla ilgili kavramlarda ve daha başka alanlarda ayrıntıya inen bir sözvarlığı oluşturmuştur. Şimdi bunlara değinelim:

Hint-Avrupa dilleri adını alan dillerde aile bağlarını anlatan sözcüklerde, Türkçeye oranla önemli bir kısıtlılık görülür. Örneğin baldız, elti, görümce, yenge Türkçede ayrı ayrı kavramlara dönüşmüşken Fransızca, İngilizce, Almanca gibi dillerde tek bir karşılıkla anlatılır (Fr. belle-soeur, İng. sister in law, Alm. schwŠgerin). Enişte, bacanak ve kayın birader için de yine birer karşılık vardır. Anadilimizin geçmişinde bunlara ek olarak başka sözcükler de görüyoruz. Örneğin XI. yüzyılda, Divanü Lûgati't Türk'te geçen ve daha eski dönemlerden gelen ini ‘küçük kardeş, kocanın küçük kardeşi', içi ‘ağabey, kocanın büyük kardeşi', singil ‘küçük kız kardeş, kocanın küçük kız kardeşi', baldız, eke ‘kocanın ve karının kendinden büyük kız kardeşi', yurç ‘karının küçük erkek kardeşi' bunlar arasındadır.

Doğadaki renklerin anlatımında da Türkçe, bambaşka bir zenginlik sergilemektedir. Doğada bulunan nesnelerin adından ve görünümünden yararlanan sözcükler, özellikle renk tonlarında güçlü görüntüleme gücüne sahiptir. Birçok dilde tam karşılığı bulunmayan bu adlandırmalar arasında kavuniçi, camgöbeği, vişneçürüğü, soğankabuğu, ördekgagası, yavruağzı, gülkurusu, devetüyü, limonküfü… gibileri özellikle ilgi çekicidir. Anadolu ağızlarında, bunlara eklenecek daha pek çok örnek vardır. Eski dönemlerde de ana renklerde, al yanında kızıl, ak yanında ürün, Arapçadan gelme mavi yerine kök (gök), kara yanında yagız gibi adlandırmalar görülmektedir. Hayvanların renklerini belirleyen çok değişik sözcükler kullanılmıştır.

Bugün Türkçede, “bir kimseyle arası bozulma” anlamını dile getiren, birbirinden, ufak ayrımlarla ayrılan ve eski dönemlerde anlamca farklılık gösteren darılmak, gücenmek, küsmek, kırılmak, incinmek, hatta bozulmak gibi eylemler vardır. Bezmek, bıkmak, usanmak, bıkkınlık getirmek ise tek bir kavramı dile getiren, eskiden anlamca birbirinden başka olduğu görülen sözcükler bulunmaktadır. Bugün göndermek ve yollamak gibi eşanlamlılar da aynı niteliği taşımaktadır. Burada, Orhun ve Yenisey Yazıtları'nda geçen ve önceki sayfalarda değindiğimiz eşanlamlılar da anımsanmalıdır.


alıntı
 
Top