Gazi Mustafa Kemal Atatürk Çizgisi

~meLek~

GalataSaray'ım
Ulusal Kurtuluş Savaşımızın tarihe armağan ettiği Mustafa Kemal çizgisi aradan yıllar geçtikçe yeni boyutlar kazanıyor. Çığır açıcı yanı, başkaldırdıkça güzel ürünlerini veren ulus gülleri gibi, dünyamızın çeşitli kesimlerinde tarihe yeni sayfalar ekliyor. Böylece, dünyanın dört bir köşesinde tanık olduğumuz bağımsızlık savaşlarında Mustafa Kemal çizgisi belirginlik kazanmakta, başka bir deyişle, yirminci yüzyılın niteliğini ortaya koyan tarihsel parıltı bütün görkemiyle dünyamızı aydınlatmaktadır.

Aradan yıllar geçtikten sonra, soğukkanlılıkla olayımıza eğildiğimizde, Mustafa Kemal çizgisini oluşturan noktaları açık-seçik izleyebiliyoruz. Türkiye örneğinden yola çıktığımızda ”çıkış noktası”nın Atatürk’ün ”Nutuk”unda iki ölçek içinde dile getirildiği görülür. ”Vaziyet ve manzara-i umumiye” adını taşıyan Türkiye ölçeği, 19 Mayıs 1919′da Samsun’dan ülkemizin görünüşüdür: ”…Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahdettin, mütereddi, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği deni tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın riyasetindeki kabine âciz, haysiyetsiz, cebin, yalnız padişahın iradesine tabi ve onunla beraber şahıslarını vikaye edebilecek herhangi bir vaziyete razı.

Ordunun elinden esliha ve cephesi alınmış ve alınmakta… İtilâf Devletleri, mütareke ahkâmına riayete lüzum görmüyorlar. Birer vesile ile, itilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana vilayeti Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan kıtaat-ı askeriyesi; Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta, ecnebi zabit ve memurları ve hususi adamları faaliyette. Nihayet, mebde-i kelâm kabul ettiğimiz tarihten dört gün evvel, 15 Mayıs 335′te İtilâf Devletlerinin muvafakatiyle Yunan ordusu İzmir’e ihraç ediliyor” .

Onurdan yoksun yöneticiler, elinden silah ve cephanesi alınmış bir ordu, düşman çizmeleri altındaki yurt köşeleri ve İzmir’e çıkan Yunan ordusu ”Türkiye ölçeği” içindeki ”Durum ve genel görünüş”tür. Atatürk, Büyük Söylev’ini tamamlarken ”çıkış noktası”nı bir kez de ileriye dönük bir görüntü planında ve ”Dünya ölçeği”nde gözler önüne serer: ”… İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve delâlet ve hatta hiyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir” .

Görüldüğü gibi, Mustafa Kemal çizgisinin ”çıkış noktası” koşullar ne denli ağır olursa olsun, en büyük güçlerin ve yengilerin temsilcisi düşmana, onun işbirlikçilerine karşı bağımsızlığı elde etmek için başkaldırmadır.

Mustafa Kemal çizgisinde bu ”başkaldırma”nın yöneldiği ”amaç” da önemli bir ”nokta” olarak belirlenmiştir: Tam bağımsızlık (istiklâl-i tâm). Dikkate değer yan, amaçlanan tam bağımsızlığın ödün tanımazlığı, ”durum ve genel görünüş”le bağlantısının ancak inançla, umutla, alın teri ve kanla kurulmakta oluşudur. Bütün bağımsızlık savaşlarının pusulası olan ”tam bağımsızlık” Mustafa Kemal çizgisinde, çekiçle demir döğer gibi, çevresine kıvılcımlar saçarak vurgulanmıştır: ”İstiklâl-î tâm, bizim bugün, deruhte ettiğimiz vazifenin ruhu aslisidir. Bu vazife bütün millete ve tarihe karşı deruhte edilmiştir… Bizden evvelkilerin irtikâp ettikleri hatalar yüzünden, milletimiz, lafzan mevcud zannolunan istiklâlinde, mukayyed bulunuyordu. Şimdiye kadar Türkiye’yi cihanı medeniyette kusurlu gösteren neler mutasavver ise, hep bu hatadan ve hep bu hataya tebaiyyetten neşet etmektedir… Biz; yaşamak isteyen, haysiyet ve şerefiyle yaşamak isteyen bir milletiz. Bir hataya tebaiyyet yüzünden bu evsaftan mahrum kalmağa tahammül edemeyiz. Âlim, cahil bilâistisna, tekmil efradı milletimiz, belki içinde mündemic müşkülâtı tamamen idrak etmeksizin, bugün yalnız bir nokta etrafında toplanmış ve sonuna kadar kanını akıtmağa karar vermiştir. O nokta; istiklâl-i tâmmımızın temini ve idamesidir.

İstiklâl-i tam denildiği zaman, bittabi, siyasi, mali, iktisadi, askeri, harsî ve ilâh, her hususta istiklâl-i tam ve serbesti-i tam demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde istiklâlden mahrumiyet, millet ve meleketin, manayı hakikisiyle istiklalinden mahrumiyeti demektir”.

Altını çizdiğimiz tümcelerin de gösterdiği gibi, bütüncül bir bağımsızlık anlayışından yola çıkan Atatürk, yüklenilen görevin yalnız ulusa karşı değil tarihe karşı da yüklenildiğini söylerken Mustafa Kemal çizgisinin evrensele uzanan yanını da ”nokta”lamaktadır. Bize kalırsa ulusal olandan evrensel olana uzanan ve Türkiye’nin öncülüğünün yarattığı umut halkalarını belirleyen bu ”nokta” iki konuşmasında (1922 ve 1933) dile getirilmiştir:

- ”Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarfediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün Şark’ın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir” .

- Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklal ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz terakkiye ve refaha müteveccih vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün manilere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır.

Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hâkim olacaktır” .

Mustafa Kemal çizgisi, belirtmeye çalıştığımız gibi, ulusal’dan evrensel’e doğru uzanan ”nokta”lardan oluşmaktadır. Yeni bir devletin Anadolu bozkırında kuruluşuna varan Ulusal Kurtuluş Savaşı, tarihe karşı da bir görev ve sorumluluk yüklendiğinin bilincindedir. Bu bilinç, canını dişine takarak savaşan bir ulusu, azgelişmiş ülkelerin, günümüzde yaygınlık kazanan deyimle Üçüncü Dünya’nın ön-siperlerine getirmektedir. Ne var ki, ”mazlum milletler”e büyük bir umut ışığı, izlenmesi zorunlu bir kurtuluş yolu gibi görünen Mustafa Kemal çizgisinin, öğreti planında eksik kalan önemli bir yanı olmuştur. Bu eksik yan, Türkiye’nin, giderek Üçüncü Dünya ülkelerinde etkinliğinin azalmasına yol açtığı gibi, ülke içinde de bunalımlara sürüklenmesinin baş nedenlerinden biridir.

Öğreti planında eksik kalan yan, evrensel bir olgunun şahdamarı görünüşündeki Mustafa Kemal çizgisinin yüklendiği tarihsel ”mission”un bir sisteme ulaştırılamamış olmasıdır. Fikir hayatımızda ”Kadro hareketi” diye adlandırılan ilginç atılım, derginin ilk sayısında da açıklandığı gibi, Türkiye’deki oluşumu sistemleştirmeyi amaçlıyordu: ”Türkiye bir inkılâp içindedir. Bu inkılâp kendine prensip ve onu yaşatacaklara şuur olabilecek bütün nazari ve fikri unsurlara maliktir. Ancak bu nazari ve fikri unsurlar inkılâba İDEOLOJİ olabilecek bir fikriyat sistemi içinde terkip ve tedvin edilmiş değildir. Gerek milli mahiyeti gerek beynelmilel şümul ve tesirleri itibarile, tarihin en manalı hareketlerinden biri olan inkılâbımızın, zatinde mündemiç bu ileri fikir ve prensip unsurlarını, şimdi inkılâbın seyri içinde ve onun icaplarına uygun bir şekilde izah işi, bugünkü Türk inkılâp münevverliğine düşen vazifelerin en acil ve en şereflisidir.. İnkılâbın kendine has CİHAN TELÂKKİ TARZI böyle vücut bulacaktır” .

Atatürk’ün Cumhuriyetin 10. yıldönümü vesilesiyle Kadro dergisinde yer alan sözleri (Ekim 1933) kendisinin de bu doğrultuda özlemler taşıdığına tanıklık etmektedir: ”Hatırlıyorum ki, Kadro intişar ederken maksadının Türk milletine hâs meslek ve medodun millet ve memlekette teessüs ve inkişafına hizmet olduğunu yazmıştı. Kadro’ya bu maksadında geniş muvaffakıyet temenni ederim”. Atatürk’ün ”şevk ve cesaret veren” sözlerine karşın Kadro’nun yaşamı üç yıl sonunda tamamlanmıştır. (Aralık-Ocak, 1934-1935).

Kadro hareketi içinde yer alan düşünürlerden Şevket Süreyya’nın (Aydemir) önce bir kitapta (İnkılâp ve Kadro, Ankara 1932) üzerinde durduğu, sonra bir yazı dizisinde Kadro’da geliştirdiği ”İnkılâbımızın İdeolojisi” (sayı 18-21) ”muhtelif içtimaî hareketler içinde Milli Kurtuluş hareketimizin asliyetini ve eşsizliğini isbat ve teyide” çalışıyordu. Ne var ki, adı geçen kitabının ”Son söz”ünde yer alan şu satırlar 1975 yılında da geçerliğini korumaktadır: ”Bütün tarih devirlerinin en derin manalı hareketlerinden biri olan Türk Inkılâbının mana ve mahiyetini izah yolunda genç neslin, kendi üstüne düşen fikri vazifeyi, bu inkılâbı başaranların eşsiz kahramanlıkları ile mütenasip bir enerji ile henüz kavramadığını burada işaret etmek lazımdır”.

Yarı-sömürgelikten ulusal kurtuluş hareketlerine geçişi simgeleyen Mustafa Kemal çizgisinin düşünürünü yeni kuşaklardan araması, belki de onun hem talihi, hem de talihsizliğidir.
 
Top