FOTOĞRAFÇININ RUH HALİNİN FOTOĞRAFLARI

yilmaz27

Ne Mutlu Türküm Diyene
Site Yetkilisi
Süper Moderatör
AKLIN MANTIĞIN TERKETMİŞ OLDUĞU

VE KARGAŞAYA BULANIK HALDEKİ ZİHİNLERİ,

METAPSİŞİK PSİKOLOJİNİN DE YARDIMIYLA,

KİTAPLARI İNCELEMEKTEN ÇOK DAHA KOLAY BİÇİMDE İNCELEYİP;



YİNE KENDİNE ÖZGÜ VE

SESSİZ SEDASIZ GÖZLEMLER YAPTIKTAN SONRA,

BİRTAKIM DERİN MANALAR ÇIKARARAK

BİRTAKIM SONUÇLAR ELDE EDER;



DÜŞÜNCELİ - TECRÜBELİ - MARİFETLİ VE

KURNAZ BİR ADAM OLDUĞUNU

KANITLADIĞI KARŞI TARAFA,

BÖYLE BİR KİMSE İLE BİRLİKTE OLMANIN

BULUNMAZ BİR NİMET OLDUĞU FİKRİNİ

KOLAYCA YÜKLEYİVERİRDİ...



***



"- Bir erkeğin bu yazıları yazmış oluşu ne tuhaf bana göre.

Dünya üzerinde bu tip duyarlı erkekler var ve ben gençliğimin 25 yılını bir hödüğe harcadım, acınacak bir hayat yaşadım :( "...

Böyle diyordu MSN'deki kadın.

Ümran'dı adı…

"- Fazla büyütmemek gerek. İnan ki ben de son derece geniş bir kültüre sahipsem de, çok cepheli bir sanatçı olamadım.

Sadece, dünyamın tamamını kelimelerle ördüm daha çocukluğumdan itibaren, onlarla duydum - gördüm - düşündüm ve onları "en kıymetlim" yaptım zaman içinde.

Olay bundan ibaret" diyerek kadının ezginliğini biraz olsun yumuşatma yoluna gitti Kelimelerin Sihirbazı (KS) ve günlerce sürdü sohbetleri.

Fotoğrafçıydı Ümran ve büyükşehirlerden birinin en eski esnaflarındandı. Konu "Mutsuzluk" olduğunda da birhayli eski ve kıdemliydi. Aslında artık, yani 50 yaşındayken, yaşamasını bilen bir kadındı ve kazandığı paraya kölelik etmek yerine ona hükmedebiliyordu, fakat çok mutsuzdu.

"Herhangi biriyle 1 batman tuz yemedikçe neyin nesi olduğu bilinemez" sözünden haberi olmadığından, kendisinden 25 yaş büyük bir yerel gazeteciyle "aşık oldum" sanarak ve cemiyetteki şatafatına aldanarak evlenmiş;

1 batman tuzun yaklaşık 9 kg ettiği ve bunun da yemeklerde tüketileceğinin kastedildiği düşünüldüğünde, işte tam o kadar zamanı kavga - dövüş - aşağılanma - suçlanma ile geçirerek;

tam ayakları suya erdiğindeyse, dünyaya getirdiği 3 çocuğunu nazara alıp da terkedemediği kocasının hışmına 25 yıl boyunca uğrayarak geçirmişti "geride ne kadarı kaldığını kestiremediği ancak birzamanlar çok uzun bir yolculukmuş gibi görünen" yaşamının büyük bir bölümünü.

Şimdiyse; gezegenin bu derece daralabileceğini hiç hesaplayamamışlığıyla, artık 75 yaşında olan ve huzur evine yerleştirdiği kocasının bitmek bilmez sağlık sorunlarıyla, 3 yavrusunun hergün artan marafları varken gündemde işyerini kapatmışlığıyla, gün geçtikçe daha bir köşeye sıkışıyor;

alelacele taşındığı annesinin evinin odaları onu daha bir ürkütüyor;

o da panik içinde küçük kızının odasına sığınıyor ve laptopu açıp KS'nin "bedbahtlık" üzerine yazdığı makaleleri okuyordu facebookta.

Velhasıl günleri, iç parçalayan ve hüzün yağmurları yağdıran şarkılar söyleyerek geçiyordu…

Pişmanlık dereceleri günbegün artan evlilikler, sadece karı - koca - çocuklar için değil, önce yakın akrabalar sonra da bütün sosyal çevre için de azap verici birhal alır.

Öyle ki, bu tip evlilikler, herşeyiyle dörtdörtlük tasarlanmış ve "sabır denen büyük makamın ustalıkla kullanılmasıyla" meydana getirilmiş bir sanat eserinin üzerine kova kova su dökülmesini andırır.

Önce su azıcık bir zarar verir ve gözle tam görülmez kaybın büyüklüğü. Fakat geçen zaman muhakkak çürütür o eşsiz eseri.

Aşkın bile aldandığı bu tip izdivaçlarda da tek bir suçlu vardır : Karşı taraf(!)

Mesela Ümran'ın eşi, kendi kişisel yetersizliklerini - sonuçları ağır yanlışların sorumluluklarını - kendisine yakıştıramadığı ne varsa karısına yükleyerek, onda, süreklilik içeren bir "suçluluk duygusu" meydana getiriyor;

kendisi günde 1 tane köşe yazısı yazarak keyif çatarken, karısına bir internet kafe ya da fotoğrafçı dükkanının bütün yükünü reva görüyor, güzel paralar kazanmasına rağmen de onu aşağılayıp eziyordu.

Bunun altındaysa büyük ihtimalle Ümran'ın alımlı ve çekici bir çerkes kızı olmasının yanısıra, aralarındaki yaş farkının doğurduğu kıskançlık yatıyordu.

Yıllar yılı demir yalayıp ateş püskürten bu egoist adamın ellerindeki Ümran ise, artık kontrol edemediği stresi neredeyse bir yaşam biçimi haline ister istemez getirmiş, kişisel farkındalığını da yitirerek bu yaşam tarzının bedellerini önce kendisi ödemeye kalksa da becerememiş, ayakta duran ne varsa maddi - manevi yıkarak çevresindeki sevenlerine de pay etmişti.

Kocası olacak olan o övüngen adam en sonunda elden ayaktan düşerek önüne bakar hale gelmişse de, öfke - üzüntü - nefret - kin vb. duygulara uzun süre maruz kalan Ümran, içine düştüğü bu duyguların girdaplarından bir türlü kurtulamıyordu, ve bu durumu da KS yaptıkları her mesajlaşmada hissedebiliyordu.

Tam, "- Artık elden ayaktan düştüğünde huzurevine sürdüğün o zalim adama sırf çocuklarının babası oluşundan dolayı zarar vermek istemeyeceğinden;

ona yıkıcılığı yüksek bir pişmanlık yaşatmak, ki, sana da zaten bu kadarı yakışır;

belki kendini daha iyi hissettirecektir. Sonuçta bütün Semavi dinler bize düşmanlarımızı affetmeyi emrederken, dostlarımızı affetmek konusunda bir bağlayıcılık önermezler" diyecekken Ümran'a KS;

yüreğinin taa derinlerinden kopan ve diklik dolu sesi duyuldu DoH'un :

"- Bırak PC'den felsefe yapmayı da onu yanına çağır. Görmüyor musun kahırdan ölecek kadıncağız! Çağır ve birkaç gün tatil yapın, ama, Bekir'i de işin içine kat ve onun yazlığına giderek ne aktaracaksan birebir - yüzyüze sohbet ederken aktar.

Unutma ki, Tanrı sadaka veren kullarını sever, ve zenginlikleri de zenginleri de bu iş için yaratır zaten. Sen züğürt olduğuna göre, sadakanı ona ruhi pansuman yaparak ver.

Bunu yaptığında varlıkların tükenmez merak etme, çünki felsefe anlata anlata eksilmez!"…

Hiçbir seçimini Jakabo'ya - Sceptical'e - DevilofHacker'a ya da tek başına Kelimelerin Sihirbazı'na bırakmamıştı Hasan.

Onların öngörüleri mi eksikti - fikir denizleri mi kirliydi - zekaları mı kıttı da, herbir seçimde "Kalp" en gözde karar merciiydi ve, kendi beyanlarının ardından son sözü muhakkak ondan beklerdi?

Tabii ki hayır!

Ama hepsi birtek şeyden çok emindi :

Zekice ve salt mantıkla yapılmış seçimler her zaman "En Doğru" seçimler olmayabilirdi.

Yine öyle yaptı ve Ümran'ı davet etti.

O da dünden hazırmışcasına kabul ederek koşa koşa, şu çok beğendiği kelime sihirbazının yanına geliverdi...

Onlar rahat rahat konuşup dertleşsinler diye yolboyunca direksiyonu sahiplenen Bekir, Ayvalık'taki yazlığa ulaştıklarında, bir saki gibi her hizmeti üstlenmiş, Ümran ve KS'ye her psikolojik meseleyi masaya yatırabilecek fırsatı fazlasıyla vermişti.

Çok erken yaşlarında, daha genç kızlığında olgunlaşıverip de çok keskin bir pratik zekanın güdülediği, ancak, yaşadığı negatiflikler sonucunda yine çok erken yaşta aniden bönleşivermişcesine, veya birtakım gizli devlet meselelerine kafası takılıyormuşcasına bakışları sık sık bir noktaya dikilip kalan Ümran;

aslında içinden taşıverecek olan canlılığı "kararlı tutumlarıyla bağlayıp öldüren, ve onu derin bir bezginliğe iten depresyondan" an be an sıyrılıyor, önceleri "aklına hayaline sığdıramayacağı karmaşıklıkta bir ruh - karakter ikilisine sahip KS" ile yaptıkları "insan ve insan psikolojisi sohbetleri" boyunca saatler birer saniyeymişcesine akıp geçiyor, artık yazlığa vardıklarının ikinci gününün sabahı hızla yaklaşıyordu, ve hayatta hiçkimseyle böylesine doyulmaz sohbetlere daldığını, hiç durmadan tükettikleri biraların yoğun baskısına rağmen hiç bu kadar zevkli zamanlar yaşadığını hatırlamıyor;


bir kurbağanın kalbini durdurabilecek ya da psikosomatik birçok fiziki rahatsızlığa bile kuvvetle etki edebilecek yelpazedeki düşünce gücüne sahip KS'ye daha bir hayran oluyor, onun, yazılarındaki gibi basit ve monotondan yola çıkıp da zamanla zenginleşen biri olmadığını, aksine, her an zengin kelimeler kullanan usta bir hatip de olduğunu farkediyordu.

Bir insanı etkisi altına almakta gayet becerikli olan, bazen huyuna suyuna giderek onu evirip çeviren - bazen onun niyetlerini çözmüşlüğüyle kendi fikirlerine yürekten inandırabilen - bazen de güçsüzlüklerini sezerek veya onun dizginlerini elinde tutan kişileri beyninde sıfıra çektirerek hayatına müdahil olan KS;

iş "annelik ve yavrular" kısmına geldiğinde gerçekten çok zorlanabiliyordu.

Kocasıyla ilgili sıkıntıları, özetle, "Kusurlu olanı deneyimlediğin için artık kusursuz olana yönelmen daha kolay olacaktır, ve bu, insan hayatındaki çok önemli bir metodtur" diyerek aşmasına yardımcı olabilirken;

ismi zikredildiğinde, kaç yaşımızda olursak olalım tarifi imkansız duyguları içimizde akıştırabilen, dolu dolu bir ferahlama hissinin belirtilerini gözlerimizin parıltısıyla dışarı yansıtabilen, hayal - ümit - sıcaklık - ışık gibi nurani duyguları sevgi - şefkat - korunma ile harmanlayarak;

hayatımızdaki en savunmasız - en "rüzgar önünde savrulur" - en "kaygan zeminlerde sağa sola çarpa çarpa sürüklenir" birhalde dahi olsak, beden ve ruhlarımıza sinmiş korkuların kuşatmışlığından sıyrılarak "iç organlarımız gıdıklanıyormuşcasına" insanoğlunu mutluluğa sevkeden "Anne" lakaplı özne sözkonusu olduğunda;

KS bile cümle kurarken tedirginlikler yaşardı.

Çünki, bir anne için "Çocukları" konusu,
güneşin yer küreye her sabah yüz göstermesi derecesinde hassastı.


Konu konuyu açarak sohbetlerinin ucu;

kafkasyadan henüz gelmişcesine ışıl ışıl bir haldeki, ve büyüdükçe de güzelliğinin artacağı çok belli olan, içli, mazlum ve çilekeşliğe yatkın küçük kızına;

giyim kuşamı, tavırları ve konuşma tarzıyla tam bir züppeyi andırsa da aslında oldukça hayalperest, romantik ve iyi yürekli bir delikanlı olan oğluna;

kıskanç, asi, dedikoducu ve yalancılığı huy edinen, güzel ve kibar görünüşlü büyük kızına dayandığında;

Ümran'ın sesi bulundukları salona bir gurultu misali yayılıyor, "açlık ve soğuğa uzun süre maruz kalmış çelimsiz bir kafes kuşu" gibi titrek titrek ulaşıyordu KS ve Bekir'in kulaklarına.

"- Bu dünyada herşeylerine hazırlıklı olmalısın onların. Mesela; al anne bu senin torunun diyerek bile çalabilir kapıyı birgün büyük kızın" dediğinde KS, Ümran çok hiddetlenmiş ve bu "kabul edilemez" savından dolayı onu birhayli paylamıştı.

Öyle ya; ona göre çocukları hala çayır çimen kokuları üzerine sinmiş - saç baş biryana dağılmış - yaramazlık ve haşarılıkları bile oldukça sevimli yabanilerken;

kendisiyse "spor blüzler ve kolları sıvalı hırkalarına eşlik eden daracık kot pantolonlarıyla" çocuklarının en yakın arkadaşıydı, ve zaten hiç topuklu iskarpinler üzerine "taranarak sıkı sıkıya toplanmış saçlarla" tüneyen, ve resmiyeti hemen farkedilen siyah elbiselerle de bu ciddiyeti süslenen olgun - ağır bir kadın olamamıştı.

Hem kızı hem arkadaşı olan bekar birine de böyle absürt bir olayı dünya biryana yıkılsa yakıştıramazdı…

İkinci günün sonunda çok yoruldular üçü de. Bekir salona hazırladı yatıp dinleneceği döşeği, Ümran'la KS'ye de içinde iki ayrı yatak olan bir başka odayı verdi dubleks mekanın üst katından.

Sevgili olmadıklarından Ümran'a hiç ilişmedi KS, fakat, ateşle barut olduklarını ve "Dost dostun eğerlenmiş atıdır" söylemine binaen onunla sevişmek istediğini birkaç şekilde ima etti.

Ümran tarafından da terslenmeye varan biçimde reddedilince,
ister istemez sinirlendi, çaldığı sazı anında ters çevirdi.

"- Böyle alkol yüklü günler ve gecelerden sonra ben, gerekirse paramla satın alacağım bir fahişeyle bile yatarım. Ama bu kadın bulmakta zorluk çektiğimden değildir. O an sadece seks gereklidir. Derdim de altıma serilen kadınla değil, kendimledir.

Olaylara bakış açımı kastederek olgunluğuma defalarca hayran olan ve hayat felsefelerimde büyük teselliler bulduğunu söylerken beni gerçekten tanıdığını umduğum sen, belki de kocandan başka kimseyle seks yapmamışlığın çekingenliğiyle beni reddediyorken birşeyi atlıyor, ve bizim erkeklik organımızın hiç olmazsa ele gelebildiğini unutuyorsun.

Dilersen sırtını döner yatarsın orada rahatça, dilersen de ben kendimi tatmin ederken izleyebilirsin. Daha önce, canlı birşekilde, mastürbasyon yapan erkek görmediğinden de eminim! :D" dedikten sonra;

onun gözleri önünde sıyırıverdi şortunu, ve alabildiğine tahrik olmuş birhalde, fahişelerin bile sahip olamayacağı dokunuşlarla uyararak aletini, yaptı mastürbasyonunu.

Ümran'ı bilerek kışkırtan ve onu "keşkelerle belkiler" arasında bırakırken, biryandan da utangaç ve şaşkın hareketlerine zihninden yansıyan;

"Allah'ım! Şu adam geniş geniş 31 çekiyor gözümün önünde ve odaya yayılan erkek çamaşırı kokusu aklımı başımdan alırken, kafa derimden ta uçlarına kadar terleyen saçlarım bile "bizi şu cinsel organın sahibinden mahrum bıraktın ya, yuh sana!" diye söylenirken, ense köküme de zonklama şeklinde ağrılar saplanıyor. Of yaa, off :((";

şeklindeki hayıflanmaları okuyabiliyor, bu yüzden de hemen boşalmıyor, ağırdan alıyordu.

İşi bitince de, yan yataktan kafası alt üst olmuş halde onu izleyen Ümran ile hiç gözgöze gelmeden yattı uyudu…

Üçüncü günün ortalarında gelen telefonla Bekir Balıkesir'e dönmek, Ümran ve KS de Altınoluk'a geçmek zorunda kaldı. Evi havalandırıp birer bira açtılar ve karşılıklı duran çekyatlara yayıldılar.

KS zaten farkındaydı Ümran'ın dün gece izlediği mastürbasyon showdan sonra "Çağırsalar da gitmesem, çağrımasalar da küssem" ruh halinden çoktan çıktığını, ama ne zaman patlayacağını kestiremiyordu, ki, henüz ikinci biralarını yeni açtıklarında, ansızın, "Sev beni" deyiverdi :D

Yaşamı boyunca "farkındalık yüklü bir aptallık her savaşı kazanır" mantığıyla hareket eden DoH'un;

gülümsemesini tutmaya çalışırken billur berraklığını andıran kahkahalarının arasından süzülen "- Yalvart onu! Dilesin senden becerilmeyi!" şeklindeki söylemi kulaklarında çınlarken KS'nin, ona çenesini kapatmasını çok kesin bir ruh hareketiyle belli ederek Ümran'ın yanına geçti, ve bir yalvarış ifadesini çoktan takınmış haldeki dudaklarını ıslakça öperken, biryandan da sarılarak kendine doğru çekti.

Çırılçıplak hale getirdikten sonra da;

yıllar boyu yeterince doyurulmadığından dolayı fazlaca eskimemiş olan nefis sarışın teninde aşk ve ihtiras yüklü dudaklarıyla her öpüşte Ümran'ı tarifsiz hazlarla eritiverecek şekilde, en kuytu yerlerine varana dek dolaştı, dolaştı.

Yıllarca anlayışsız bir koca elinde cinsel çekiciliği zedelenen, ve hissetme yeteneğini bile kaybetmek üzere olan;

en çok da bacakaraları gergin haldeki etleri KS sayesinde dirilmiş, can suyu almış, içinde patlayan flaş ışıkları eşliğinde defalarca boşalmıştı.

KS'nin, cinsel organının içinde tekrar tekrar dolaşmaya başladığını her hissedişinde yarı baygın bir vaziyetteyken samimi bir şekilde gülümseyip;

"- Ah, ben dün akşam seni sadece izleyerek ne büyük ahmaklık etmişim. Al beni. Nasıl istiyorsan öyle becer beni!" diye mırıldanıyordu…

Sayısını bile hatırlamadıkları birleşmelerin kritiğini onlarca bira eşliğinde Altınoluk Deniz Feneri'nin hemen dibine sere serpe yayılmış halde yapıp gülüşürlerken, "Ara beni" şeklinde bir SMS düştü Ümran'ın telefonuna.

Büyük kızındandı ve hiç vakit kaybetmeden aradı.

Konuşma uzadıkça ve Ümran'ın kullandığı "ama, ama nasıl olur yaa?'ların" sayısı arttıkça, hava birkaç kat daha elektrikleniyor, Ümran'sa kendisini kaçamak da olsa göz hapsinde tutarak tek yanlı duyabildiği şeylerden anlam çıkarmaya çalışan KS'den gözlerini kaçırıyor, sanki canını oracıkta teslim ediverecekmişcesine güçlü bir iç çelişkisi yaşadığı da her edasından her halinden belli oluyordu.

Telefonu kapattığında sustu.
Gözlerini denizdeki bir noktaya dikti ve uzun uzun sustu.

Sonra da, "- Tanrı olmadığın kesin, ama lütfen söyle bana Hasan sen nesin? Yoksa herşeyi bilebilen bir müneccim misin? Hamileymiş kızım ve kürtaj için de son safhadaymış. Tanıdığım ve döndüğümde öldürecek olduğum bir çocuktan hamile kalmış!" diyerek hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Yıkılmıştı.

Ümran'ın kalbindeki acıları birkaç gün içinde "reddedemeyeceği yüzlerce öğüt ve ahkamlarla" sanki bir nurla arınmışcasına dindiren KS;

tek bu karmaşık döneminde bir aptallık yapmasın diye;

kızını ölmüş farzetmesini istedi ondan ve, ölen bir insanın gömülüp de cemaatin geriye döndüğü anlara kadar olan seramoniyi beyninde detaylı birşekilde yaşayarak idrak ettiğinde;

şu hamilelik olayının önemini nasıl da yitirivereceğini, ve, bu dünyada asıl neyin önemli olduğunu layıkıyle kavrayabileceğini tam manasıyla telkin ederek sarstı, kendine getirdi.

Yetmedi, "Ana üvey olunca baba gavur olurmuş" diyerek, kalktı, onların yaşadığı kente taşındı. Ümran hayatını tamamen toparlayıp işlerini halledene, ve birgün gelip KS'ye;

"- Ama sen beni hiç pikniğe - lunaparka götürmüyorsun!" dediği an'a kadar, yani kendi yokluğunda bir boşluğa düşüp de ne kendine ne ailesine zarar vermesin diyerek kolaçan ettiği kadının, artık hayat enerjisiyle dolduğuna kanaat getirene kadar, ki bu 3-5 ay sürdü, onların şehrinde yaşadı…

Yola kendi kendine devam edebileceğini anladığı zaman da kıytırıktan bir bahane uydurup, hayatları sahiplerine emanet ederek o kentten ayrıldı;

kendi memleketine, kendine kaçtı...



***alinti Kelimelerin Sihirbazi
 
Top