Fatiha Suresi’nde Namaza Dair Incelikler

duurm68

Üye
FATİHA SURESİ’NDE NAMAZA DAİR İNCELİKLER

BİLİNDİĞİ ÜZERE namaz müminin miracıdır. Miracın bir zirvesi—Kab-ı Kavseyne açılan—Sidretü’l-müntehadır. Namaz burada farz kılınmıştır. Namaz miracında da bu zirve sözkonusudur. Fiilî hareketlerdeki zirve secde makamıdır.

Kur’an’da “secde et ve yaklaş” (Alak, 96/19) mealindeki ayette bu zirveye işaret edildiği gibi, “Kulun Rabbine en yakın olduğu yer secde halidir” (Müslim, Salat, 215) mealindeki hadis-i şerif de aynı gerçeğe parmak basmaktadır.
Fiilî hareketlerdeki zirve, secde makamı olduğu gibi, Kıraattaki zirve de Fatiha suresindeki “İyyake”deki hitap makamıdır.

İhsan makamı

“İyyake”deki hitap makamı aynı zamanda ihsan makamıdır. Şuhud makamıdır. Yalnızlıktan kurtulup huzura çıkarak huzur bulma makamıdır. Kesretten vahdete (çokluktan birliğe) çıkma makamıdır. Hz. Peygamber’in (a.s.m)—mealen ifadesiyle: “İhsan : Allah’ı görür gibi ona ibadet etmendir. Sen onu görmüyorsan da O, her an seni görüyor” (Buharî, İman, 37).

Namaz kılan kimse biraz sonra miraca çıkacağını, değişik basamaklardan sonra varacağı Sidretü’l-münteha’da yapması gereken iki hususa yoğunlaşmalıdır.

Birincisi: Kalp ve dilin birlikteliğini sağlamaya yönelik bir fikrî çaba içerisine girmelidir.

Hz. Peygamber’in (a.s.m) miraç zirvesindeki hâlini tasvir eden “Gözün gördüğünü kalp yalanlamadı” (Necm, 53/) mealindeki ayetin verdiği ders çerçevesinde, başta doğrudan Allah’a hitap eden “Yalnız Sana kulluk eder ve yalnız Senden yardım isteriz” mealindeki münacat olmak üzere, namazdaki bütün kıraatleri ve tesbihleri lisanımızla okurken; kalbimiz de onların manasını takip edip tasdik etmelidir. Bu makamda kalbin masivayla meşgul olması durumunda, lisanın sözgelimi “yalnız Sana kulluk ederiz” şeklindeki yakarışı havada kalır. Kalbin lisanın dediklerini takip etmemesi, onu tekzip anlamına gelir ve işin ciddiyetini bozar.

İkincisi: Gerek baştaki gözleri, gerek kalp gözlerini kendi hedeflerine yöneltmeye gayret göstermelidir. Hz. Muhammed Aleyhisselatuvesselam’ın “gözleri ne sağa sola kaydı, ne de hedefini şaştı” (Necm, 53/17) mealindeki ayetin ders verdiği gibi, baş gözlerini seccadesinden; kalp gözlerini de kendisine secde edeceği Mabudundan başka tarafa çevirmemelidir. Böylece, biraz sonra huzuruna varacağı ve “Bizi dosdoğru yola ilet” diye kendisine yalvarıp yakaracağı Rahman ve Rahim olan “Rabbinin büyük ayetlerinden bazılarını müşahede imkânını elde eder” (Necm,53/18), O’nun hususî feyiz ve iltifatlarına mahzar olur. Ne mutlu, bu şekilde, kulum diyene!

Şükran Borcu

Namaz, nimetleri bol olan Rahmanü’r-Rahim’e karşı bir şükrandır.

Varlığımızı, hayatımızı, varlıkta kalışımızı, hayatta kalmak için muhtaç olduğumuz gıdalarımızı, sularımızı, ışıklarımızı, nefeslerimizi kendisine borçlu olduğumuz Rahman ve Rahim olan Allah’a karşı hem sözlü hem fiili, hem aklî hem de kalbî şükranlarımızı arz etmek kadar vicdanı rahatlatan bir şey yoktur. Bu açıdan bakıldığında, namazın bir fıtrat vazifesi, yaratılış hamurunda var olan bir hayat mayası olduğu anlaşılır. “Yalnız Sana kulluk ederiz ve yalnız Senden yardım isteriz” münacatı, gerçekten kulun yaratıcısına karşı yapması gereken bir bir yakarış, bir yalvarıştır.

Hakiki Vuslat

Namazın Arapça’daki adı olan “Salat” kelimesi—fiilleri farklı olmakla beraber—”Sıla-i rahim” dediğimiz ifadedeki “sıla” ile aynı kök harflerini paylaşmakta ve “buluşmayı, kavuşmayı” çağrıştırmaktadır. Bu ise namazın, aciz bir kul olan insanı, her şeye gücü yeten hakiki dosta; Yüce Yaratıcı’ya kavuşturan kutsal bir vesile olduğunu, hatta bizzat bir vuslat olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, “Yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım isteriz” yakarışı, kulun Mabuduna açılan bir diyalog penceresidir.

Saygı Duruşu

Namaz, bütün varlığımızla kendisine medyun-u şükran olduğumuz Rabbimize karşı bir saygı duruşudur.

Şuurlu bir varlık olarak insanın kendi yaratıcısına karşı duyduğu sevgi ve saygıdan daha büyüğü düşünülemez. Her şeyimizle kendisine borçlu olduğumuz Rabbimize karşı medyun-u şükran olduğumuzu idrak etmekten daha değerli bir hakikat olamaz. “İnsan ihsanın kulu, kölesidir” şeklindeki kaide penceresinden insanın vicdanına baktığımız zaman, onun kendisini yaratan yüce Rabbine karşı ne kadar derin bir muhabbet ve hürmet beslediğini, ne kadar minnettar olduğunu görebiliriz. Bu açıdan “Yalnız Sana kulluk ederiz ve yalnız Senden yardım isteriz” yalvarışı, kulun Mabuduna karşı samimiyetini ve her şeyiyle kendisine muhtaç olduğu yaratan Rabbine karşı sevgi ve saygısını sunmanın en veciz ve en kapsamlı bir ifadesidir.

Namaz Moral-Değer Garantisidir

Hiç şüphe yok ki; manevî (ruhî), aklî, vicdanî yönden bir moral-değer garantisi ve cennetin bir anahtarı hükmünde olan namaz ibadetini yerine getiren bir insanın, halis bir niyetle dünyevî işleri de ibadet hükmüne geçer. Yeter ki cami içerisinde, seccade üzerinde Allah’ın rızasını gözeten kulluk ahlâkı, hayat mescidindeki sosyal hayatta da gözetilsin.

Allah'a ve ahiret hayatına iman eden bir kimsenin hayatında namazın ne kadar önemli olduğunu şöyle bir misalle ortaya koymak mümkündür:

Günde sekiz saat aynı işte çalışan iki kişiden namaz ve ibadetini yapan kimse, normal maddî ücretini dünyada almakla beraber, Cennet gibi ebedi bir saadeti de kazanmış olur. Allah’a karşı görevini yerine getirmeyen kimse ise, ibadet etmemekle fazla bir maddî kazancı elde etmeyeceği gibi, cennet gibi bir serveti kaybetme riskiyle de karşı karşıyadır.

Mülk Suresi’nin başında ifade edildiği üzere, Yüce Allah yapılan işin fazlalığına değil, koyduğu değer ölçülerine göre kaliteli olup olmadığına bakar. Namaz ise, bu kaliteyi sağlayan en önemli değer ölçüsü ve sağlam bir kalite kontrol mekanizmasıdır.

Namaz kılanın “Yalnız Sana kulluk ederiz ve yalnız Senden yardım isteriz” yakarışı, eğer sosyal hayat denilen içtimaî mescitte de yansımalarını gösterirse, “toplam kalite” formatında bir sinerji oluşturacaktır.
 
Top