Eskiden....

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
xadlcSB.jpg

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde mahalle adlı bir kavram varmış. Bu mahallenin çocukları birbirlerini severlermiş. Sokaktan gelen şifreli bir ıslıkla uçarak evlerinden çıkarlarmış. Beraber olacakları anları iple çekerlermiş. Kavga da etseler kin tutmazlarmış. Her gün dünyayı yeniden kurarlarmış. Her birinde sevgi, paylaşma ve arkadaşlarını kollama duygusu mutlaka gelişirmiş...

Bilmezlermiş pet şişelerde, plastik damacanalarda satılan suları; bilirlermiş bahçe hortumundan, mahalle çeşmesinden içilen suları.

Bilmezlermiş "tam gün" eğitim veren okulları, öğle arası okullarda yenen "fast-food"ları; bilirlermiş yarım gün süren okulları, öğle yemekleri için eve gelindiğini.

Bilmezlermiş yara-bere, çıkık-kırık için mahkemelere gidildiğini; bilirlermiş kendi hasarlarından sadece kendilerinin sorumlu tutulduğunu.

Bilmezlermiş sağlığı, hijyeni, tiksinmeyi; bilirlermiş birkaç çocuğun bir bardak limonatayı paylaştığını, bu yüzden kimsenin hastalanmadığını.

Bilmezlermiş arkadaşlarını ziyaret etmek için bir sürü formalite gerektiğini; bilirlermiş uzakta oturan arkadaşlarına bile yürüyerek gitmeyi, kapıyı çalmadan arkadaşlarının evine girmeyi.

Bilmezlermiş...
Hamburgeri, McDonalds'ı, Burger-King'i, Kentucky'yi,
Uyduyu, MTV'yi, çizgi filmleri,
İnterneti
Cep telefonunu, WAP'ı, GPRS'i, SMS'i,
Tetris'i, Pac-Man'i, Half-Life'ı,
Bilgisayarı, "internet kafe"yi,
Şehrin en iyi dershanesini, hazırlık kurslarını.



Bilirlermiş...
Duvarların üstünde oturup sohbet etmeyi,
Hatıra defterleri doldurup sevgilerini belli etmeyi,
Elma şekerciyi, macuncunun tornavida ile yarattığı renkli ahenkleri,
Eve gitmeyi unutmayı, hava kararınca dayak yemeyi, bir ıslıkla sokağa kaçmayı,
Küsmeyi, kan kardeşliğini,
Meşe (misket, bilye, atak, lek, vs.) toplamayı,
Değiş tokuşu, kırışmayı,
Teksas'ı, Tommiks'i, Kulver kalesini,
Taştan kale direklerini, üç korner bir penaltıyı, oyuncu seçerken yapılan adım hesabını, sonradan apartman dikilen top sahalarını,
Hey dergisini, Sadun Boro'nun dünya seyahatini,
Belediye otobüsündeki biletçiyi, boynuzları çıkan troleybüsü,
Yoğurtçuyu, kalaycıyı, pamuk atıcıyı (hallacı), üç tekerlekli seyyar dondurmacıyı,
Evlerin arkasındaki odun-kömür depolarını,
Mantarlı gazoz kapaklarını, gazoz kapağı biriktirmeyi,
Şans-talih-kader-kısmet oyununu, yaldız kazımayı,
Yan mahalleler ile alınan/yapılan kavgaları, bu kavgaların çıkardığı kahramanları,
İp atlamayı, topaç çevirmeyi, çelik-çomak oynamayı, tekerlek döndürmeyi, silik seksek çizgilerini,
Açık hava sinemalarını, ücretli minderleri, Sunalko'yu, Fruko'yu, Cincibir'i...


O zamanlar çocuklar evden okula servis minibüsüyle değil, buluşarak giderlermiş. Endişeyle gözlenmezmiş çocukların okuldan dönüşleri hiçbir zaman...

Sonra, zamanla bu rüya misali mahallede çok şey değişmeye başlamış...

Yaşları ilerledikçe bu beraberlik, koruma, kollama duyguları mahalle çocuklarının başlarına çok işler açmış.

Daha sonra işsizlik, enflasyon, köşe dönme, adamını bulma, malı götürme falan derken, hepsinin yüzünde soluk birer bakış, içlerinde bezgin birer yenilgi, çaresizlik ve tatminsizlik duygularıyla baş başa kalmışlar...

Şimdiki çocuklar mı? Onlar şimdi devasa apartmanların içinde, sağlıksız bir havada, sanal bir dünyada, emniyet içerisinde ama yalnız yaşıyorlar... Ebeveynleri onları çok fazla seviyorlar. Virüs kapmasınlar diye kalabalık ortamlara hiç sokmuyorlar. Trafik kazası korkusuyla köşedeki markete dahi göndermiyorlar.
Hafta sonları hep beraber İkea'da veya Carrefour'dalar...

Okul servisleri çocukları neredeyse yataklarından alıyor...

Babalar şirketlerin bilançolarını, çocuklar da dershane "reyting"lerini izliyorlar. Hepsi birer test uzmanı, sayısal-sözel, yuvarlanıp gidiyorlar. Seksek oynamayı değil, ama taban puanı hesaplamayı çok iyi biliyorlar. Hayata açılan pencereleri yalnızca Windows, yani sanal pencereler. Onlar ekrana, ekran onlara bakıyor ve dışarıda koca bir hayat akıp gidiyor...

Ve şehrin dışındaki ağaçlar tırmanacak, salıncak kuracak, harf kazıyacak mahalle çocuklarını bekliyor... Paylaşmayan, yalnız, bencil, kafesler içinde, soluk benizli ama güvencedeki çocukları. Bekliyorlar hiç sopa yememiş, ağaçtan düşmemiş, topu yan bahçeye kaçmamış, dizlerinde-dirseklerinde yara kabuğu olmamış çocukları...


Eskiden,
Çember çevrilir, su musluktan içilir, ağaçlara tırmanılırdı.

Bebekler bezden, silahlar tahtadan, resimler kömür karasından yapılırdı.

Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin isimleri konulur, Saatli Maarif okunurdu.

Komşuda pişen bize de pişer, bizde pişen komşuya düşerdi.

Geceler ayaz, sokaklar karanlık, yıldızlar parlak olurdu.

Turşu, salça, mantı evde yapılır, karpuz kuyuda soğutulurdu.

Erik ağacının çiçeği pencere camımıza yaslanır, güz yaprakları bahçemize düşerdi.

Kardan adam yapılır, evlerde soba yakılır, kış gecelerinde masal anlatılırdı.

Merdiven çıkılır, aidat ödenmez, yönetici seçilmezdi.

Evler badanalı, sokaklar lambasız, mahalleler bekçili olurdu.

Ajans radyodan dinlenir, çizgili roman okunur, defterlere kenar süsü yapılırdı.

Hayat "arkası yarın" gibiydi, kesintisizdi,

Her gün yaşanacak bir şey vardı,

Herkes kendi düşünü kurar, kendi hayatını oynardı...

Şimdi,
Hayat tek perdelik bir oyun, stand-up bir yalnızlık gibi...

Şimdi,
Herkes yoğun, yorgun ve tek başına...





Alıntıdır
 

DELİBALTA Muharrem

Öyle bir geçer zaman ki!
V.I.P
Yüreğine sağlık. Tercüman oldun duygulara... Ah ah.. Biz eskiden... Eskiden, pişen yemeğin kokusu komşusuna gitmeden payı ayrılır ve ikram edilirdi. Şimdilerde, kapı arkasına gizlenir olmuş komşuluk... Biz eskiden... Eskiyen ama hep yeni kalan dostluklara... Sen ve şen kalın. EMİ.
 

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
Çocukluğunu yaşayamayan
Çok küçük yaşta dünya kadar sorumluluğu sırtına yüklenen
Hatta biraz olsun sevgi görmek için kendini unutan ve ömrünün sonuna kadar bı yanı eksik olan
Yaşı büyük ama içinde hep bir çocuk taşıyan herkese
SELAM OLSUN
 
Top