Demet Akbağ ile hayat kadını oynayan İpek Tuzcuoğlu, Tempo dergisinin sorularını yanıtladı.
İstanbul'un arka sokaklarında, hayat kadınlarının çocuklarının yaşadığı ahşap bir evde geçen olayların yansıtıldığı "O... Çocukları" filmi mayısta vizyona giriyor. Filmde o evin sahibini canlandıran Demet Akbağ ile hayat kadını Hatice'yi oynayan İpek Tuzcuoğlu, Tempo dergisinin sorularını yanıtladı.
- İpek Tuzcuoğlu:"Bu dünyaya erkekleri eğitmek için gelmişiz" diyor.
- Demet Akbağ: Para karşılığı kadınlarla ilişki kurmanın acınacası bir durum olduğunu söylüyor.
Pek çok insanın "darbe" aldığı 1980'li yıllar... İstanbul'un arka sokaklarında, hayat kadınlarının çocuklarının yaşadığı ahşap bir ev... O kadınlar ki, kazandıkları paranın çoğunu bu çocuklara bırakıyorlar. Süreyya Sırrı Önder'in kaleminden çıkan "O... Çocukları" mayıs ayında vizyona girecek. Tempo dergisi, filmin detaylarını başrol oyuncuları Demet Akbağ ile İpek Tuzcuoğlu'na sordu.
Filmde canlandırdığınız karakterleri öğrenebilir miyiz?
- İpek Tuzcuoğlu: Töre gereği, 14 yaşında zorla biriyle evlendirilmiş Hatice adlı bir kadını oynuyorum. Eğitimsiz, hayata çocuğu uğruna bağlı kalmış bir kadın... Hayatın zorlukları, acımasızlığıyla büyümüş. Kurtulmak için Doğu'dan İstanbul'a gelmiş ve büyük şehre adapte olmaya çalışırken kötü yola düşmüş. Hatice'nin bir de kızı var. Devamını anlatmayayım da heyecanı kaçmasın.
- Demet Akbağ: Ben Mehtap karakterini canlandırıyorum. Eski bir pavyon kadını aslında. Ama hayat kadınlarının çocuklarını emanet ettiği biri. Bir nevi emanetçi kadın. Mehtap'ın evi, kadınların çocuklarına bir şey belli etmeden, onları daha iyi şartlarda yetiştirmek için sığındıkları bir yer. 1980 darbesi sonrası bu tip evlerde yaşananları anlatıyor öykü.
Filmde, hayat kadınını canlandıran biri olarak, onların durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- İpek Tuzcuoğlu: Aslında 1996'da, Özcan Deniz ile "Ona Sevdiğini Söyle" filmini çekmiştik. Film için geneleve gidip, orada çalışan kadınları gözlemek istedim. Çünkü film, genelevde çalışanların hikayesini anlatıyordu. Tabii ki o acıyı bir oyuncu olarak perdeye aktarmak kolay değil. Ama bir karakteri canlandırırken, içten olmasına dikkat ederim. "O... Çocukları" filmi ise, onların karşı yakasından bakıyor. Hayat kadınlarının çocuklarını konu alan bir hikaye. Ve o kadınların ev hallerini canlandırıyoruz. Madalyonun arka yüzü yani. Ama beni üzen kadınlar değil, erkekler oldu. Çünkü onların açlığı, cinselliğe doyumsuz olmaları gerçekten içimi acıttı. Kadınların her şeye rağmen, daha güçlü ve mağrur olduklarına inanıyorum. Çünkü o işi de meslek olarak yapıyorlar. İsteyerek veya istemeyerek. Bu yüzden erkeklerin para vererek böyle bir şey yapmaları daha acı verici.
- Demet Akbağ: Gerçekten acınacak durumdalar.
Hayat kadınlarına gereken değer veriliyor mu?
- Demet Akbağ: Hayat kadınlarına ne kadar değer verseniz de, bu tür yerler mutlaka varlığını sürdürecek. Toplumlarda seks açlığı olduğu sürece, bu kadınların da görevi onları doyurmak olacak. Her toplumun doğru bir politikası var. Tüm genelevler, hayat kadınlarının hepsi ortadan kalksa ne olur, onu da bilemiyorum. Bence keşke olmasa. Erkek egemenliği olan bir toplumdayız. O yüzden kadınlar erkeği yetiştiriyor. Yeri geliyor doğuruyor, yeri geliyor tatmin ediyor. Erkekleri eğitmek için gelmişiz dünyaya!
- İpek Tuzcuoğlu: Onlar da bizler gibi. Sonuçta o da çay içiyor, o da yemek yiyor. Sadece kaderlerimiz farklı. Hemen bir leke yapıştırmayı o kadar çok seviyoruz ki. Bu yüzden hayat kadınlarını ayırmamak lazım. Ayrımcılığı sevmiyorum. Hümanist bir kadınım. Kalbim çok fazla kadına bölünmüş durumda. Ben onları da bir köşemde tutarım.
"Beynelmilel"in başarısı ortada. Bu hikayenin Süreyya Sırrı Önder'in kaleminden çıkması, bu rolleri kabul etmenizde etkili oldu mu?
- İpek Tuzcuoğlu: İlk defa rol için değil, öykü için bir projede yer alıyorum. Her oyuncuya da kısmet olmaz. Senaryoyu okurken hem güldüm hem ağladım. Hikaye beni çok etkiledi. "Bu projede yer almalıyım" dedim. Bir de Sırrı'yla çalışmayı çok istiyordum.
- Demet Akbağ: Sırrı'yı çok iyi tanıyan biriyim. Ama hikayeyi okuyunca, gerçekten etkilendim. Trajikomik öyküler, sinemada en sevdiğim üsluptur. Hem öykünün sağlamlığı hem Mehtap karakterinin çok iyi çizilmiş olması beni etkiledi.
Sizler birer hayat kadını olsaydınız çocuk doğurur muydunuz?
- Demet Akbağ:Hayır. Öyle bir hata yapmazdım.
- İpek Tuzcuoğlu: Tabii ki doğurmazdım. Bence hayat kadınları isteyerek çocuk yapmıyor.
Hayat kadınlarının anne olarak nasıl olduğunu düşünüyorsunuz?
- İpek Tuzcuoğlu: Ben çok iyi anne olduklarını düşünürüm. Çünkü onları hayata bağlayacak tek köprü olarak görebilirler. Kendilerinin yaşadığını çocukları yaşmasın diye ellerinden gelen tüm çabayı gösterirler.
- Demet Akbağ: Hangi meslekle uğraşıyorsa uğraşsın, o bir annedir. Belki istemeden bir müşterisi tarafından hamile bırakılmış olabilir. Bu yüzden çocuğun hiç günahı yoktur. Elinden geldiği kadar evladını korur. Bu filmde Mehtap'ın evi, zaten çocuklarını korumak isteyen hayat kadınlarının evi...
Filmde canlandırdığınız karakterleri öğrenebilir miyiz?
- İpek Tuzcuoğlu: Töre gereği, 14 yaşında zorla biriyle evlendirilmiş Hatice adlı bir kadını oynuyorum. Eğitimsiz, hayata çocuğu uğruna bağlı kalmış bir kadın... Hayatın zorlukları, acımasızlığıyla büyümüş. Kurtulmak için Doğu'dan İstanbul'a gelmiş ve büyük şehre adapte olmaya çalışırken kötü yola düşmüş. Hatice'nin bir de kızı var. Devamını anlatmayayım da heyecanı kaçmasın.
- Demet Akbağ: Ben Mehtap karakterini canlandırıyorum. Eski bir pavyon kadını aslında. Ama hayat kadınlarının çocuklarını emanet ettiği biri. Bir nevi emanetçi kadın. Mehtap'ın evi, kadınların çocuklarına bir şey belli etmeden, onları daha iyi şartlarda yetiştirmek için sığındıkları bir yer. 1980 darbesi sonrası bu tip evlerde yaşananları anlatıyor öykü.
Filmde, hayat kadınını canlandıran biri olarak, onların durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- İpek Tuzcuoğlu: Aslında 1996'da, Özcan Deniz ile "Ona Sevdiğini Söyle" filmini çekmiştik. Film için geneleve gidip, orada çalışan kadınları gözlemek istedim. Çünkü film, genelevde çalışanların hikayesini anlatıyordu. Tabii ki o acıyı bir oyuncu olarak perdeye aktarmak kolay değil. Ama bir karakteri canlandırırken, içten olmasına dikkat ederim. "O... Çocukları" filmi ise, onların karşı yakasından bakıyor. Hayat kadınlarının çocuklarını konu alan bir hikaye. Ve o
kadınların ev hallerini canlandırıyoruz. Madalyonun arka yüzü yani. Ama beni üzen kadınlar değil, erkekler oldu. Çünkü onların açlığı, cinselliğe doyumsuz olmaları gerçekten içimi acıttı. Kadınların her şeye rağmen, daha güçlü ve mağrur olduklarına inanıyorum. Çünkü o işi de meslek olarak yapıyorlar. İsteyerek veya istemeyerek. Bu yüzden erkeklerin para vererek böyle bir şey yapmaları daha acı verici.
- Demet Akbağ: Gerçekten acınacak durumdalar.
Hayat kadınlarına gereken değer veriliyor mu?
- Demet Akbağ: Hayat kadınlarına ne kadar değer verseniz de, bu tür yerler mutlaka varlığını sürdürecek. Toplumlarda seks açlığı olduğu sürece, bu kadınların da görevi onları doyurmak olacak. Her toplumun doğru bir politikası var. Tüm genelevler, hayat kadınlarının hepsi ortadan kalksa ne olur, onu da bilemiyorum. Bence keşke olmasa. Erkek egemenliği olan bir toplumdayız. O yüzden kadınlar erkeği yetiştiriyor. Yeri geliyor doğuruyor, yeri geliyor tatmin ediyor. Erkekleri eğitmek için gelmişiz dünyaya!
- İpek Tuzcuoğlu: Onlar da bizler gibi. Sonuçta o da çay içiyor, o da yemek yiyor. Sadece kaderlerimiz farklı. Hemen bir leke yapıştırmayı o kadar çok seviyoruz ki. Bu yüzden hayat kadınlarını ayırmamak lazım. Ayrımcılığı sevmiyorum. Hümanist bir kadınım. Kalbim çok fazla kadına bölünmüş durumda. Ben onları da bir köşemde tutarım.
"Beynelmilel"in başarısı ortada. Bu hikayenin Süreyya Sırrı Önder'in kaleminden çıkması, bu rolleri kabul etmenizde etkili oldu mu?
- İpek Tuzcuoğlu: İlk defa rol için değil, öykü için bir projede yer alıyorum. Her oyuncuya da kısmet olmaz. Senaryoyu okurken hem güldüm hem ağladım. Hikaye beni çok etkiledi. "Bu projede yer almalıyım" dedim. Bir de Sırrı'yla çalışmayı çok istiyordum.
- Demet Akbağ: Sırrı'yı çok iyi tanıyan biriyim. Ama hikayeyi okuyunca, gerçekten etkilendim. Trajikomik öyküler, sinemada en sevdiğim üsluptur. Hem öykünün sağlamlığı hem Mehtap karakterinin çok iyi çizilmiş olması beni etkiledi.
Sizler birer hayat kadını olsaydınız çocuk doğurur muydunuz?
- Demet Akbağ:: Hayır. Öyle bir hata yapmazdım.
- İpek Tuzcuoğlu: Tabii ki doğurmazdım. Bence hayat kadınları isteyerek çocuk yapmıyor.
Hayat kadınlarının anne olarak nasıl olduğunu düşünüyorsunuz?
- İpek Tuzcuoğlu: Ben çok iyi anne olduklarını düşünürüm. Çünkü onları hayata bağlayacak tek köprü olarak görebilirler. Kendilerinin yaşadığını çocukları yaşmasın diye ellerinden gelen tüm çabayı gösterirler.
- Demet Akbağ: Hangi meslekle uğraşıyorsa uğraşsın, o bir annedir. Belki istemeden bir müşterisi tarafından hamile bırakılmış olabilir. Bu yüzden çocuğun hiç günahı yoktur. Elinden geldiği kadar evladını korur. Bu filmde Mehtap'ın evi, zaten çocuklarını korumak isteyen hayat kadınlarının evi...
Dicle'den pişman değilim
"Asmalı Konak'taki Dicle çok fenomen bir karakter oldu. Bundan pişman değilim. Ama yapımcıların gözünde öyle görünmek biraz can sıkıcı. Çünkü 'O, bu karakteri canlandırdı. Biz de ona yakın karakterlerde İpek'i oynatalım' diye düşünüyorlar.Sonuçta oyuncuyum. Her kılığa bürünebilirim.
Yapımcılar "Recep İvedik'i nasıl kaçırdık" diye yasta
- "Filmin içinde traji-komik olaylar da yer alıyor" diyorsunuz. Nerelerde ağlayıp, nerelere güleceğiz?
- İpek Tuzcuoğlu: Çocukların sahneleri çok güzel. Dona karakterini canlandıran Özgü Namal ve Tarlabaşı çocukları İtalyanca öğrenmeye çalışıyor. Bu sahnede gerçekten seyircinin çok güleceğine inanıyorum. Hazal'ı canlandıran bir kız çocuğumuz var. Onun hikayesi çok acıklı. Ailesi mülteci olarak İtalya'ya kaçıyor. Ve kız, bizlerle yaşamak zorunda kalıyor. Hem onun hikayesini hem Hatice'nin hikayesini izlerken ağlayacağız.
- Demet Akbağ: Vallahi ben bilemiyorum. Çünkü hiç belli olmuyor. Yapımcılar seyircilerin nerelerde ağlayıp, nerelerde güldüğünü bilse, ne projeler yaparlardı! Daha geçen gün gazetelerde gördük. Tüm yapımcılar, "Recep İvedik'i nasıl kaçırdık" diye üzülüyorlar. Bunun yanı sıra sadece yönetmenin anladığı, fotoğraflarla oluşan filmler seyirciyi sinemadan uzaklaştırıyor. Ben, buna kızıyorum.
Kaynak: Eda İmik Hürriyet