Efsaneler

ARES'İN OĞLU KYKNOS



Kan dökmekten bıkmayan zalim Ares'in çocuklarıda tıpkı kendisi gibiydiler. Bunlardan en yamanı Kyknos idi. Bu genç haydut dağ başlarında gezer, yolları keser, önüne çıkan yolcuları soyup soğana çevirir sonra kim olursa olsun hiç acımadan vahşice öldürürdü. Vahşiliğini daha da öteye götürüp öldürdüğü insanların kafatasından babası Ares için bir mağbet yapmıştı.

Ama bir gün Kyknos, büyük kahraman Hercule ile karşılaştı. Her zaman ki gibi orman da dolaşıp kendisine soyacak bir yolcu ararken karşısına Hercule çıktı. Hercule hırsızlara ve katillere derslerini vermeyi kendine görev edinmişti, dünyayı dolaşarak bir bir insanlara zarar veren bu katilleri yakalıyordu ve Kyknos ta bunlardan biriydi.

Kyknos Hercule'ün parlak kalkanını görünce bir an evvel ona sahip olma arzusu ile kim olduğunu bilmeden ona saldırdı. İki cesur adam şiddetli bir kavgaya tutuştular, güçleri birbirine yakın olduğundan kavga uzun sürdü. İkiside yorulmak nedir bilmiyordu. Derken Hercule uzun mızrağını savurdu ve Kyknos'u tam boğazından vurdu.

Öğlunun öldüğünü öğrenen Ares çılgına dönmüştü. Hemen yer yüzüne inip çılgın gibi Hercule'ün saldırdı. Vahşi çığlıklar atarak mızrağını Hercul'e fırlattı aynı anda Athena oraya gelmiş ve mızrağın yönünü değiştirerek Hercule'e yardımcı olmuştu. Bunu üzerine Ares kılıcına sarıldı ama o daha kılıcını çıkaramadan Hercule üzerine saldırdı ve onu bacağından yaraladı. Ama o bir tanrıydı onu öldüremezdi. Bu yüzden onu yaralı haliyle bıraktı. Periler Ares'i Tedavi için tanrıların dağına götürdüler. Ama ondan önce Ares ölen oğlunu beyaz bir kuğuya çevirdi.
 
APHRODITE ( VENÜS )




Göz kamaştıran bir güzelkliğe sahip olan Aphrodite güzellik tanrıçasıdır. Efsaneye göre dalgaların köpüğünden doğmuştur. Bir ilk bahar sabahı, Kıbrıs adası kıyılarında kıpırtısız olan deniz birden bire köpüklü beyaz bir dalga ile hareketlendi. Bu dalga ile birlikte bir sedef kabuğu kıyıya vurdu. Sedefin kapağı açıldığında içinden güzeller güzeli Aphrodite çıkmıştı. Beraberinde aşk tanrısı olan oğlu Eros da vardı. Kumsalda yürüdükçe bastığı yerlerde renk renk güzel kokulu çiçekler açıyordu.

Zaman tanrıçaları olan Horalar onları karşıladılar ve önce Aphrodite'I güzelce yıkayıp vücudundaki tuzlu deniz suyunu temizlediler. Uzun saçlarını örüp başını altın bir taçla süslediler, üzerine tülden süslü elbiseler giydirip, boynuna kıvılcımlar saçan kolyeler taktılar. Daha sonra onu ve oğlunu alıp Olympos'a çıkardılar. Olympostaki tanrılar bu güzeli görünce hayranlıklarını gizleyemediler.

Ogünden sonra Aphrodite güzellik ve aşk tanrıçası olarak Olymposta diğer tanrı ve tanrıçalarla birlite yaşamaya başladı.

Aprodite güzelliğ ile sadece tanrıların değil insanlarında gönlünü fethetmişti. İnsanların kalplerine sevgi ve aşk tohumları serpiyor onlara neşe ve sevinç veriyordu. Diğer yandan kimi zaman bu neşe ve sevinç aşk acısına da dönüşebiliyordu. Güzel tanrıçagücünü sadece insanlar ve tanrılar üzerinde göstermezdi. O tümtabiata söz geçirebilirdi. Tek bir tatlı bakışıyla kudurmuş dalgaları sakinleştirir, nefesi ile deli gibi esen rüzgarları dindirirdi. Yeryüzünde her şeyi o diriltir, o canlandırırdı.Kurumuş çiçekleri tekrar canlandırır, dünyayı süsler, güzelleştirirdi.
 
APHRODITE VE ADONIS




Bütün bitkilerin anası olan Aphrodite'in Adonis adında bir oğlu daha vardı. Yunanlılar Aphrodite'in oğlunu bizi çarçabuk terk eden çiçekli ve neşeli ilk baharın sembolü olarak kalbul ederlerdi. Adonis saklandığı ağacın kabuklarını yarark çıktığı zaman güzel günler başlıyor, çiçekler açıyor, ilbahar başlıyordu. Onun hayatı tıpkı çiçekler gibi sınırlıydı, bir kaç gün sürüyordu. Çünkü Adonis açılıp güldüğü, gençliğin en güzel ve parlak çağına ulaştığı gün ölüyordu. Bu zaman yaz mevsiminin sonuna denk geliyordu. Yani sonbaharın çiçeklerin solduğu, yaprakların sarardığı dünyaya hüzünlü bir havanın hakim olduğu mevsimn. İşte bu mevsimde Adonis dünyamızı terk ediyor görünmez bir aleme giriyordu.

Böyle bir mevsim de Adonis yaban domuzunu kovalarken hiç beklemediği bir anda yaban domzu birden bire geri dönmüş ve ona saldırmıştı. Aphrodite oğlunun geçirdiği kazayı haber alır almaz Olympos'tan aşağı inmişti, ancak yanına vardığında oğlu çoktan ölmüştü. Aphrodite ağlayarak oğluna sarıldı. Adonis'in ölümüyle Aphrodite'in yanı sıra periler ve bir çoktanrıça göz yaşı döktüler, yas tuttular. O günden sonra Adonis'in öldüğü gün'ün anısına Adonis'I sevenler yas tutmaya başladılar..taki doğduğu güne kadar. Bu yüzden, neşeli ve rengarenk geçen ilk bahar ve yaz mevsiminden sonra kasvetli ve hüzünlü sonbahar ve kış gelir. Bu mevsimler Aphrodite ve perilerin Adonis'in yasını tuttukları dönemdir.

 
PYGMALION




Bir zamanlar Kıbrıs adasında Pygmalion adında bir heykel traş yaşardı. Bu adam mesleğine aşıktı. Hayattaki tek zevki yaptığı bu cansız dilsiz heykelleri ile ilgilenmekti. İnsanlardan uzakta tek başına yaşamayı seçmişti, insanların arasına karışmaz onlarla konuşmaz dertleşmezdi. Heykellerinden başka kimseye önem vermez sabahtan akşama kadar onlarla vakit geçirir, yeni heykeller yapar dertlerini tasalarını onlara anlatırdı.

Bir gün bu heykeltraş fildişinden bir kadın heykeli yaptı. Bu heykel o kadar güzel o kadar etkileyici oldu ki, Pygmallion kendi yaptığı heykele aşık oldu. Onu bütün kalbiyle sevdi ancak heykel cansız olduğu için bu garip heykeltraşın sevgisine karşılık veremiyordu.

Bir gün Pygmalion bu güzel heykeli sevip okşarken, Aphrodite bu zavallı adama acıdı ve cansız fildişinden yapılmış heykele can verdi. Pygmalion heykelin canlanıp kendisine karşılık verdiğini görünce hayrete düştü. Bir mucize olmuş eşık olduğu heykel canlanmıştı. O günden sonra Pygmalion sevdiği kadınla çok mutlu bir hayat sürdü. Üstelik artık insanlardan da kaçmıyor onların arasına katılıyordu.

 
HERMAPHRODITE




Hermaphrodite, Aphrodite ile Hermes'in oğluydu. Aphrodite, bu oğlunu herkesten gizlemek için onu İda dağının perilerine emanet etti. Periler onu ormanda büyüttüler, vahşi huylu olan bu çocuk dağlarda dolaşmaktan, ormanın ücra köşelerini keşfe çıkmaktan hoşlanırdı. Bir gün Kariol'de dolaşırken duru tertemiz bir gölün kıyısına geldi. Hava çok sıcaktı ve gölün serin suyu çok baştan çıkarıcıydı. Hemaphrodite üzerindekileri çıkarıp hemen suya girdi. Oysa bu göl hiç de göründüğü gibi tehlikesiz değildi. Bu gölün Salmikis adında bir perisi vardı. Peri kendi gölünde yüzen yakışıklı delikanlıyı görünce ona aşık oldu. Hemen Hermaphrodite'in karşısına çıktıve ona duyduğu sevgiyi dile getirdi ama delikanlı onu ciddiye almadı.

Salmakis onun kendini ciddiye almamasına aldırmadı ve tekrar denedi..ona sımsıkı sarılıp ondan kendisiyle kalmasını istedi. Ancak Hermaphrodite böyle bir şey yapmayacağını söyleyerek onun kollarından kolayca sıyrıldı. Bunun üzerine Salmakis tanrılara yakardı.

" Ey tanrılar, emir veriniz.. ne ben ondan ayrılabileyim, nede o benden..hiç kimse bizi birbirimizden ayıramasın"

Tanrılar Salmakis'in yakarışına cevap verdiler ve ikisini tek vücut haline getirdiler ve o günden sonra hem erkek hemde kadın olarak tek bir vücut içinde yaşamaya başladılar.

 
HERO İLE LEANDROS




Çok eski zamanlarda, bugün bizim Çanakkale boğazı dediğimiz "Hellaspontos"un Avrupa kıyısında, Sestos adını taşıyan bir şehir bulunuyordu. Bu şehir surları arasında Aphrodite için yapılmış büyük bir tapınak vardı. Bu tapınakta Hero adında çok güzel bir rahibe vardı, bu rahibe güzelliği ile dillere destan olmuştu. Aphrodite mabedindeki kumrularla ilgilenen Hero'yu gören onu Aphrodite'ın kendisi zannederlerdi. Bu genç rahibe güzel olduğu kadar alçak gönüllüydü de. Bu yüzden Aphrodite bu kızı kıskanmak bir yana onu çok severdi.

Her sene ilk baharın gelişi ile birlikte Sestos'ta şenlikler düzenlenir çevre şehirlerden insanlar akın akın buraya gelir Aphrodite'in mabedini ziyaret ederlerdi. İşte böyle bir bayram günü Leandros adında yakışıklı bir genç Aphrodite'in mabedindeki bir ayine katılmıştı. Abydos'lu olan Leandros getirdiği hediyeleri sunmak üzere mihraba yaklaştığında. Güzel rahibe Hero'yu görünce aklı başından gitti adeta, daha ilk bakışta ona aşık olmuştu. Ayin boyunca gözlerini güzel rahibeden ayıramamıştı. Sankikarşısındaki Aphrodite'in ta kendisiydi.

Leandros gün batıncaya kadar mabedinin bir köşesinde bekledi. Ziyaretçiler birbir mabedi terk edince yavaşça mabed de tek başına kalan Hero'ya yaklaştı. Rahibe genç delikanlıyı görünce ürkerek geri kaçtı. Ama Leandros onu durdurdu. Ve oracıkta mihrabın önünde Hero'ya duyduğu aşkı dile getirdi.

O günden sonra Leandros Hero'nun tüm itirazlarına rağmen her gün mabede gelip genç rahibeye duyduğu aşkı anlattı. Hero defalaca ona bir rahibe olduğunu ve böyle bir aşka karşılık veremiyeceğini söylediysede Leandros pes etmedi. Duyduğu sevgi öylesine büyüktü ki bir gün mutlaka hak ettiği karşılığı alacağına inanıyordu. Ve tüm çabaları ısrarları sonunda arzusuna kavuştu. Hero da onu seviyordu ancak aralarında büyük bir engel vardı. Hero deniz sahilinde ıssız bir kalede yaşlı bir kölenin kontrolü altında yaşıyordu, üstelikle Leandros'un yaşadığı şehirle aralarında denizde vardı. Ama Leandros aşkı uğruna herşeyi yapmaya hazırdı..buna gece karanlığında yüzerek denizi geçmekte dahildi.

O akşam yaşadığı şehre geri dödüğünde sahile inerek denizi seyretti, gözleri ile karşı kıyıdaki kaleyi arıyordu. Bu sırada rüzgar şiddetini artırmış, bulutlar ayı ve yıldızları kapatarak ortalığı karanlığa boğmuştu.Issız kalede köle ile birlikte oturan Hero endişe ile dışarıyı izliyordu. Bir ara yaşlı kadına dönüp;

"Bu korkunç gecede kim bilir kaç balıkçı yolunu bulup evine dönemeyerek kendisini bekleyen karısının çocuklarının boynunu bükük bırakacak" dedi"Bence karanlıkta yolunu kaybeden denizcilere yol göstermek, onları felaketten kurtarmak için kalenin üstüne bir meşale yakarsak Aphrodite'yi de sevindirmiş oluruz"

Bu sözlerle yumuşayan yaşlı kadın yerinden kalkıp bir meşale yaktı ve kalenin tepesine kolayca görülebileceği bir yere koydu. Esen rüzgar onu canlandırdı alevi daha da yükseldi ve etrafı aydınlattı.

Hero heyecanla dışarıyı seyrederken duyduğu bir sesle kalbi küt küt atmaya başladı. Denize doru baktığında dalgalarla boğuşan birini gördü bu Leandros!tan başkası olamazdı..onu yaşlı köle de görmüştü. Aşağı inip delikanlıya kıyıya çıkabilmesi için yardımcı oldu ve onu rahibenin odasına götürdü.

Leandros yorgunluktan bitkin ama sevdiğini tekrar görmekten mutlu bir halde genç rahibeye sarıldı. Yaşlı köle buna çok şaşırmıştı ancak onlara engel olmadı. O günden sonra Leandros her gece Hellespostosu yüzerek geçiyor sevdiğine ulaşıyordu. Günler haftalar aylar geçti ve güzel yaz günleri geride kaldı ve kışa yaklaştılar. Deniz eskisi gibi sakin ve sıcak değil, dalgalı ve soğuktu. Hero her gece yüzerek boğazı geçen Leandros için endişelenmeye başlamıştı bu yüzden ona bir süre birbirlerini görmemeleri gerektiğini söyledi. Bahar gelinceye kadar ayrı kalmaları gerekiyordu. Kışın boğazı yüzerek geçmek çok tehlikeliydi.

Leandros her ne kadar istemesede sevdiğinin bu isteğine boyun eğdi. Ve bahara kadar gelmeyeceğine dair ona söz verdi. Ama bu ayrılığa sadece bir kaç gün dayanabildiler. Leandros Hero'nun yolladığı özlem dolu mektubu okuyunca daha fazla dayanamayarak hiç düşünmeden kendini azgı dlgaların kucağına attı ve bir an evvel sevdiğine kavuşabilme arzusu ile dalgalarla boğuşmaya başladı. Fırtına arttıkça artıyor dalagalar daha da aşılmaz bir hal alıyordu. Hero'nun yaktığı meşale şiddetli rüzgarlardan sönerek ortalığı karanlığa gömdü. Heycan içinde Leandros'un yolunu gözleyen Hero, yaşlı köle uyuduktan sonra gizlice sahile indi ancak orada dalgaların kıyıya attığı sevdiğinin ölüsü ile karşılaştı. Bu acıya dayanamayan Hero sevgilisine sarılarak kendini öldürdü.

Kasabalılar bu haberi duyunca yas elbiselerine bürünüp kalaye geldiler ve iki sevgilinin cenaze törenine katıldılar.Onları deniz kıyısında aynı mezara gömdülerve Onların anısına boğazın azgın sularına güzel kokulu çiçekler attılar.

 
PYRAMOS VE THISBE




Yaşadiği devrin en yakışıklı delikanlısı olan Pyramos ile bütün şark güzellerini gölgede bırakacak bir güzelliğe sahip olan Thisbe Semiramis'in saltanat sürdüğü memelekette birbirlerine aşık olan iki gençti. Birbirlerine bitişik evlerde doğup büyümüşer daha çocuk yaşlarda birbirlerine gönül vermişlerdi. Yaşları büyüdüğünde evlenmeye karar verdiler ancak aileleri buna izin vermedi. Onları birbilerine uygun görmüyorlardı. Ve görüşmelerine engellemeye çalıştılar ama iki sevgili ne yapıp edip görüşmenin bir yolunu buldular.Evleri ayıran duvarda küçük bir yarık vardı. Bu yarığı ikisinden başka kimse bilmiyordu. Her gün aynı saatte orada buluşur gizlice o yarıktan doğru konuşur birbirlerine güzel sözler fısıldar aşklarına karşı çıkan ailelerinden yakınırlardı. Bir gün birlikte kaçmaya karar verdiler. Ayrı ayrı evlerinden çıkıp Ninus'un mezarının başında buluşmaya karar vermişlerdi.

Kararlaştırdıkları gece Thisbe karanlıktan yararlanıp gizlice evden kaçtı ve uzun bir yürüyüşün ardından Ninus'un mezarına ulaştı ve kararlaştırdıkları gibi Pyramos'u ağacın altında beklemeye koyuldu. Fakat tam o sırada ağaçların arasından ağzında henüz parçaladığı bir hayvanın kan lekesiyle dişi bir arslan çıkageldi. Thisbe korkuyla kaçarak uzaklaştı ve yakındaki bir mağaraya gizlendii kaçarken başındaki tülü düşürmüş ancak geri dönüp almaya cesaret edememişti. Arslan derede susuzluğunu giderdikten sonra tekrar ormana dönüyordu ki yerde Thisbe'nin eşarbını gördü ve kanlı dişleriyle parçaladı.

Randevu yerine biraz geç gelen Pyramos arslanın yerde bıraktığı izleri görünce içine bir korku düştü ardından sevdiğinin parçalanmış kanlı tülünü fark etti ve korkusu acıya dönüştü. Göz yaşları içersinde Thisbe'nin tülüne sarıldı, sevdiğinin haksız ölümü onu kahretmişti. Bu acıya dayanamıyarak kınından bıçağını çıkardı ve sevdiğine kavuşabilme umuduyla bıçağı tam göğsüne sapladı ve kanı yere aksın diye ölmeden bıçağı geri çıkardı.

Thisbe korkudan titremesine rağmen Pyramos'u daha fazla bekletmemek için yavaşça mağaradan çıktı ve randevulaştıkları ağacın olduğu yere gitti. Orada sevdiğini görmeyi umarken onun kanlar içindeki vücudunu görünce aklı başından gitti Sevgilisine sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı ama artık Pyramos için çok geçti. Thisbe önce kanlı bıçağı ardındanda parçalanmış tülü gördü. Sevgilisinin onun arslan tarafından öldürüldüğünü zannedip kendisini öldürdüğünü anlamıştı. Yerdeki kanlı bıçağı alıp sımsıkı sapına yapıştı. Eğer Pyramos sevgisi uğruna ölümü göze aldıysa oda alacaktı. Bıçağı havaya kaldırıp hızla göğsüne sapladı, cansız vücudu Pyramos'un vücudunun üzerine kapanmıştı. Tanrılar bu iki sevgilinin başlarından geçenlere üzülerek onların aynı yerde yatmalarına hiç değilse ölümde birlikte olmalarına müsade ettiler.
 

EROS ( AMOUR )




Eros annesi Aphrodite gibi dünyaya güzellik ve neşe getirir, insanların gönüllerini aşk ateşi ile yakar, insanların mutluluklarını yada sonlarını hazırlardı. Sırtında bir çift kanadı vardı. Bu kanatlarla uçarak dünyayı dolaşır geçtiği yerlere çiçek kokuları saçardı. Eros'un elinde her zaman okları olurdu. Bu oklarla insanları kalplerinden vurur onları birbirlerine aşık ederdi. Ve bir gün kendiside bir güzele aşık oldu.

Psykhe (Ruh) bir kralın üç kızının en güzeli idi. Gerçekten o kadar güzel, o kadar alımlıydı ki görenler onu Aphrodite sanıyorlar ona tapınıyorlardı. Aphrodite bir ölümlü ile karıştırılmaktan hiç hoşlanmamıştı. Bu yüzden bir gün oğlu Eros'u yanına çağırdı ve onu dünyanın en çirkin erkeğine aşık ederek cezalandırmasını istedi. Eros annesinin isteğini yerine getirmek için hemen yola koyuldu. Psykhe'yi bulduğunda, çok gururlu alon ve kimseye aşık olmamakla övünen bu genç kızı, dünyanın en çirkin, en kötü erkeğine aşık etmeye niyetliydi ancak kalbini nişan alarak oku atmak üzereyken Psykhe'nin güzelliği aklını başından aldı. Onu başkasına aşık etmek isterken kendisi aşık olmuştu. Psykhe'yi alıp sihirli bir saraya götürdü. Bu saray uyuyan bir ormanın ortasında kurulmuş, muhteşem fakat ıssız bir saraydı. Kanatlı güzel delikanlı gece karanlık düştükten sonra kendini göstermeden saraya giriyor ve sevdiği ile buluşuyordu. Sihirli sarayda bir insanın isteyebileceği her şey vardı. Fakat Psykhe'nin tek istediği kendisini deliler gibi seven bu delikanlının yüzünü görmekti. Fakat Eros bunu kabul etmiyordu, gece hep karanlıkta geliyor ve güneş doğmadan da gidiyordu, akşamları sarayda ateş yada mum yakılmasını yasaklamıştı. Psykhe ne kadar yalvrsa da fayda etmedi.

"Aşkımızın sırrını kalbinde taşıdığın sürece mutlu olacaksın" dedi Eros "Beni görmeyi aklından bile geçirme, kim olduğumu yada kimin oğlu olduğumu öğrenme, bilmeden tanımadan beni körü körüne sev..senden gizlenen şeyleri öğrenmeye çalışarak mutlu olma fırsatnı elinden kaçırma."

Ve Psykhe de bunu kabul etmiş..Eros'u görmeden kim olduğunu bilmeden körü körüne sevmişti. Irlikte çok mutluydular ancak Psykhe'nin kızkardeşleri onların bu mutluluğunu kıskandılar..bir gün kardeşlerini ziyarete geldiklerinde ona sevdiği delikanlının dünyanın en çirkin en iğrenç en vahşi görünüşlü adamı olduğunu söylediler. Eğer güzel bir delikenlı olsaydı, sevdiğinden yüzünü gizlemezdi, seni böyle ıssız bir sarayda tutmzdı dediler. Ve ona gece sevdiği gelmeden önce yanan bir lambanın üzerine vazoyu ters çevirip koymasını söylediler. Böylece Eros uyuduktan sonra vazoyu kaldırıp aydınlıkta onun yüzünü görebilecekti.

Psykhe merakına engel olamayarak kardeşlerinin dediklerini yaptı. Yanan lambayı bir vazonun altına gizleyerek sevdiğini beklemeye başladı. Eros her şeyden habersiz saraya dönmüş kendinisevdiği kadının kollarının arasına bırakmıştı. Kısa sürede uykuya daldı. Psykhe Eros uyuyunca gürültü yapmadan yavaşça yataktan kalktı ve ters çevirdiği vazoyu alarak lambayı eline aldı, yatağa yaklaştığında gördükleri karşısında hayrete düştü. Çirkin ve iğrenç bir erkek görmeyi beklerken genç çok yakışıklı bir erkekle karşılaşmıştı. Eros'un yakışıklılığı dünyada ki başka hiç bir erkekle kıyaslanamadı. Yüzü tarif edilemeyecek kadar güzel bu delikalıyı görünce Psykhe'nin ona duyduğu aşk daha da arttı..sevdiğini alnındn öpmek için eğildiğinde elindeki tabağı düz tutamadığından içinde fitil bulunan lambanın kızgın yağından bir damla Eros'un çıplak omzuna damladı. Eros duyduğu acıyla sıçrayarak uyandı. Sevgilisinin kendisini dinlemeyip yüzünü görmek için ona oyun oynadığını anlayınca hemen kanatlarını açıp uçarak oradan uzaklaştı. Eros'un gitmesiyle Psykhe için yaptığı büyülü sarayda bozuldu. Psykhe üzüntüden ne yapacağını bilmez olmuştu. Hatası yüzünden dünyada her şeyden çok sevdiği kişiyi kaybetmenin acısıyla yollara düştü Sevdiğini tekrar bulma ümidiyle tüm dünyayı dolaştı, sayısız yerler gezdi am bir türlü Eros'un izine rastlayamadı. Nihayet dolaşmaktan bitkin bir halde Aphrodite'in sarayının kapısını çaldı. Onun kendisine acıyıp oğlunun yerini söyleyebileceğini düşünmüştü ancak Aphrodite ona yardım etmek bir yana onu bir köle olarak çalıştırmaya başldı. Zavallı Psykhe sevdiğine ulaşabilmek için buna da razı oldu ve tek kelime dahi etmeden kendisine emredilen her şeyi yaptı. Eros için her türlü acıya katlanmaya razı oldu.

Nihayet bir gün Eros'un yanan omzu iyileşti ve kendisine bu kadar yürekten bağlı olan sevgilisinin kaderini değiştirmek için Olympos'a gitti. Zeus'un ayaklarına kapanıp Psykhe'nin kurtarılması ve kendisine eş olarak verilmesi için yalvardı. Zeus onun tüm isteklerini kabul ederek Hermes'e Psykhe'nin Olympos'a getirilmesini emretti.

Psykhe tanrılar katına getirildi ve orada hayatta her şeyden daha çok sevdiği erkekle evlenerek çok mutlu bir hayat sürdü.
 
HESTIA ( VESTA)




Mitolojide Hestia aile ocağını temsil eden bir tanrıçadır. Hetia Kronos ve Rhea'nın kızı, Zeus'un da kız kardeşidir. İlk doğan tanrıça olduğundan tanrılar katında büyük saygı görür baş tanrı Zeus bile ona saygı gösterir, onu çok severdi. Hestia sadece tanrılar tarafından değil insanlar tarafından da çok sevilir ve sayılırdı. Fakat bu sevgi ve saygı onu hiç bir zaman şımartmadı. O her zaman alçak gönüllü ve iyi niyetli davranır. Tanrıları öfkelendiren olaylar karşısında sakinliğini korurdu.

Bu çok sevilen tanrıçanın talibi de çoktu. Poseidon ve Apollon ona aşıktı. Bir çok defa kendisiyle evlenme istediklerini dile getirmelerine rağmen Hestia her ikisini de red etti. Evlenmeyi düşünmüyor, istemiyordu. Ancak Poseidon ve Apollon pes etmediler. Bir gün Hestia'nın peşine düştüler, onu sıkıştırıyorlardı. Hestia zorlukla onların ellerinden kurtulup Zeus'a sığındı ve kendisini korumasını istedi. Ve Zeus bu çok sevdiği tanrıçayı himayesine alarak sonsuza dek bekar kalma arzusuna saygı göstereceğine dair ona söz verdi ve onu her zaman korudu.

Hestia insanlara ev yapmalarını öğretir, aile hayatına ait huzuru. Mutluluğu sağlardı. Ailenin kutsallığını temsil eden Hestia baş tanrıça olarak sayılır buna göre saygı görürdü. Aileler evlerinde Hestia namına her zaman yanan bir ateş bulundururlardı.
 
HEPHAISTOS ( VULCAN )




Hephaistos ateş tanrısı idi. Zeus ile Hera'nın oğlu olan bu tanrı topal olarak doğdu, üstelik çokda çirkindi. Hera onu doğurduğunda çirkinliğinden utandı, ve diğer tanrıların kendisiyle alay etmesinden korkarak onu Olympos'tan aşağı fırlattı.

Hephaistos'un Olympos'tan aşağı Lemnos adasına düşüşü tam bir gün sürdü. Bir hocanın yardımıyla burada demir, bronz ve değerli madenler üzerinde çalışma sanatını öğrendi ve ve bir yanardağın içine demir atölyesini kurdu. Bu demirhane de insanı hayrete düşürecek sanat şaheserleri yarattı. Nadide yüzükler, bilezikler kalkanlar yaptı. Fakat annesini ve onun kendisine yaptıklarını hiç unutmadı. Annesinin yanına çağırılması için bir şeyler yapması gerekiyordu. Ve bir gün oturup annesi Hera için altından muhteşem bir that yaptı. Bu öyle bir tahttı ki insanın gözlerini kamaştırıyordu, diğer yandan hiç te göründüğü gibi değildi. Görünmez bağlardan yapılmış kıskaçları vardı ve üzerine biri oturduğunda bir daha açılmamak üzere kilitleniyor oturan kişiyi hapsediyordu.

Tahtı Olympos'a yolladığında Hera tahtın ihtişamına hayran kaldı, fakat üzerine oturur oturmaz kıskaçlar kapandı ve Hera tahta bağlanıp kaldı. Bütün tanrılar el birliği ile onu tahtan kurtarmaya çalıştılar ama başaramadılar. Son çare Hephaistos'u çağırdılar fakat Hephaistos kulak asmadı. Tüm çağrıları duymuyormuş gibi davrandı. Kendisine yaptıklarından dolayı Hera'nın cezasını çekmesini istiyordu.Zeus Hermes'I yolladı ancak Hermes onu Olympos'a çıkmaya razı edemedi. Ardından Ares geldi, onu Olympos'a çıkarmak için zor kullanmaya çalıştı ama, Hephaistos onu kavgada yendi ve gerisin geri geldiği yere yolladı. Bunun üzerine şarap tanrısı Dionysos onu getrimeye talip oldu ama o çok farklı bir yol denedi. İçirdiği şaraplarla Hephaistos'u sarhoş ederek ondan Hera'yı that'tan kurtaracağına dair söz aldı.Fakat Hephaistos bunu tek bir şartla yapmayı kabul edecekti. Bunun için Tanrılar katına kabul edilmesi ve güzeller güzeli Aphrodite'in kendisiyle evlenmesi.

Karısının daha fazla acı çekmesine dayanamayan Zeus oğlunun şartlarını kabul etti. Bunun üzerine Dionysos onu alıp Olympos'a götürdü. Hephaistos Hera'yı kurtardıktan sonra ilk iş olarark kendisine baştan başa tunçtan bir saray yaptı. Saray güneş doğunca parıl parıl parlıyordu, dör tarafına yıldızlar serpiştirilmişti. Görenleri hayran bırakan sarayın bir tarafına da muhteşem demirhanesini yerleştirdi.

Hephaisto her sabah güneş doğduktan sonra atolyesine gidiyor, akşama kadar hiç durmadan çalışıyor, tanrıları ve insanları hayrete düşüren ve hayran bırakan şaheserler yaratıyordu. Zeus için muhteşem bir asa ve altından that imal etti. Demeter içinse parlak bir orak. Apollon ve Artemis içinse sağlam ve hızlı oklarla, ok kılıfları yaptı. Tüm bunların yanında Olympos'u süslemek için elinden geleni yaptı; Apollon için güzel bir saray inşa etti, Zeus'un sarayını güçlendirip süsledi. Ve tanrılar için onların arzularına gör hareket edecek koltuklar imal etti.

Hephaistos sadece tanrılar için değil insanlar içinde bir çok iyilik yaptı. Çirkin ve topal olmasına rağmen iyi kalpli oluşu ile gerek tanrılar gerekse insanlar tarafından sevildi ve sayıldı. Ama arzu ettiği ve hak ettiği mutluluğa hiç bir zaman tam olarak ulaşamadı. Onu sevmeyen ve sürekli aldatan Aphrodite ile olan evliliği ona mutluluktan çok acı ve utanç getirdi.
 
Top