Forumlar
Yeni Mesajlar
CerezExtra
EĞLENCE ↓
Şans Kurabiyesi
Renk Falınız
ÇerezRADYO
Sevgiliye Özel
ÇerezDERGİ
Hızlı Okuma Testleri
Pratik Çözümler
Yeniler
Yeni Mesajlar
Yeni ürünler
Yeni kaynaklar
Son Aktiviteler
İndir
En son incelemeler
Dükkan
Giriş
Kayıt
Yeniler
Yeni Mesajlar
Menu
Giriş
Kayıt
Uygulamayı yükle
Yükle
Forumlar
Dini Konular
Hz. Muhammed (SAV)
Efendimiz'in İnsanları Eğitmesi ve Umumî Mânâda Terbiyeciliği
JavaScript devre dışı bırakıldı. Daha iyi bir deneyim için, devam etmeden önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
You are using an out of date browser. It may not display this or other websites correctly.
You should upgrade or use an
alternative browser
.
Konuya cevap yaz
Mesaj
<blockquote data-quote="BeReNN" data-source="post: 371360" data-attributes="member: 70294"><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">2. Davasının Cihanşümul Olması</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Terbiyecinin mükemmeliyeti onun davasının genişliği ve müntesiplerinin kemmî ve keyfî buudlarıyla ölçülür. Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) daha hayatta iken O'nun yetiştirdiği mübarek muallim ve mürşitler Merakeş'ten ta Öküz Nehri'ne kadar çok geniş bir sahada hakkı neşretmeye namzet bulunuyorlardı. Düşünün ki o gün bu geniş sahada biricik mübelliğ muallim mürebbi Hz. Muhammed Mustafa'ydı (sallallâhu aleyhi ve sellem).</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Bu birbirinden farklı ve Babil Kulesi gibi muhtelif kavimlerden meydana gelmiş cemaatler O'nun getirdiği ilâhî sistem ile bütün dertlerine derman buluyor.. ve İranlı-Turanlı Çinli-Maçinli gibi ayrı ayrı mizaçta ayrı ayrı meşrepte ve ayrı ayrı kültürle yetişen insanlar O'na koşuyor ve O'nu bütün getirdikleriyle tereddüt etmeden kabulleniyorlardı. Demek O'nun getirdiği terbiye esasları bütün beşerin dertlerine derman olabilecek mahiyette ve evrenseldi. Öyleyse Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelmiş geçmiş terbiyecilerin en müessiri ve müessiriyeti de en geçerli olanıydı. Ayrıca biz her terbiyecinin büyüklüğünü getirdiği terbiye esaslarının kalıcılığında ararız. Şimdi bakın aradan bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen Hz. Muhammed'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) terbiyesi ile terbiye olanlar hâlâ pek çoğu itibarıyla melekleri gıpta ettirecek seviyededir.. ve O'nun koyduğu terbiye esasları bugün dahi öyle bir nesil yetiştirmeye yeterlidir.</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Şimdi bir kere düşünelim: Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) o alabildiğine vahşi bedevi vahşetleri de canavarların vahşetini unutturacak kadar ileride olan bir cemaat içinde zuhur ediyor. Bu en vahşi en bedevi en korkunç ve en canavar cemaatten asırlar ve asırlar boyu insanlığı idare edebilecek melek-misal insanlar yetiştiriyor. Demek ki O'nun sunduğu mesaj bir hamlede bir nefhada insanlığı kurtarmaya yetecek bir mesajdı. Ben şahsen bâtılı tasvir etmek istemem. Ancak Allah Resûlü'nün zuhur ettiği devrede cemiyetin ahlâken sukutunu gösteren birkaç kesit sunmadan geçemeyeceğim:</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">O öyle bir cemaat içinde zuhur etmişti ki vahşet onların tabiatlarıyla bütünleşmiş ve iç içeydi: İçki içer kumar oynar açıktan açığa zina eder ve bunların hiçbirini de ayıp saymazlardı. Fuhuş âdeta resmî hâle gelmişti. Bu iş için hususî evler vardı ve bu evlerin kapısında bayrak dalgalanırdı.[7] Rezalet insanı insanlığından utandıracak seviyedeydi. Ve yazmaktan hicap duyduğum daha neler neler... Ayrıca bu insanlar bir bardak suda kızıl kıyamet koparacak karakterdeydiler. Bunları birbirine ısındırmak imtizaç ettirmek bir araya getirmek âdeta imkânsızdı. Âkif'in ifadesiyle: "Dişşiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi!" Tefrika derdi ise bütün Arap Yarımadası'nı sarmış onulmaz gibi görünen bir hastalıktı.</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Evet aklınıza kötülük adına ne gelirse hepsi orada vardı. Ve bunların Hz. Muhammed Mustafa'yı (sallallâhu aleyhi ve sellem) dinlemeleri kat'iyen mümkün görünmüyordu. Ama O onların o fena huy ve fena hasletlerini birer birer söktü aldı ve âdeta Kafdağı'nın arkasına attı. Sonra da onlarıen âli ahlâk ve en muhteşem meziyetlerle öyle bir donattı ki en kısa zamanda bütün medenî dünyanın önüne geçti hatta onun muallimliğini derpiş ettiler.</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Evet O vahşi ve bedevi bir cemaatten asrımızda dahi topuklarına ulaşılamayan medenî bir millet inşa etti. O'nun için çok haklı olarak Moliere mealen şöyle der:</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">"Hz. Muhammed'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) cemaati kadar ıslah edilme adına müsait olmayan ikinci bir cemaat göstermek mümkün değildir ve yine mümkün olmayan bir başka mesele de; yirmi üç sene gibi kısa bir zamanda bu cemaati ıslah edip insan hâline getirmektir. Bu da ancak Hz. Muhammed'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) müyesser olmuştur."</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Ve yine bir başka Batılı şöyle der: "Beşer kendisi için mukadder yükselmenin yüzde 25'ini var olduğu günden Hz. Muhammed'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) devrine kadar katedebilmiştir. O'nun devrinde ise bu rakam birden dikey olarak yükselmiş ve yüzde 50 olmuştur. O günden bugüne gösterilen bütün gayretler ise ancak bu seviyeyi yüzde 75'lere ulaştırabilmiştir."</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Bu samimî itirafa göre Hz. Âdem'den Allah Resûlü'ne kadar gelen bütün peygamber ve filozofların bütün büyük devlet ve ilim adamlarının müşterek gayretlerinin semeresi Allah Resûlü'nün 23 senelik devrede elde ettiği neticeye ya ulaşmış veya ulaşamamış! Yani bunca teknik gelişmelere rağmen geçen 14 asırda insanlık ancak O'nun elde ettiği yüzde 25'lik neticeyi yakalayabilmiştir. Kalan yüzde 25 ise eğer dünyanın ömrü varsa bundan sonra elde edilecektir.</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">İşte Hz. Muhammed budur! Ve işte O'nun beşeriyete hizmeti bu denli sağlam ve salim vicdanlara açıktır. Britanya Ansiklopedisi de bu mevzu ile alâkalı şöyle diyor: "Beşer tarihinde çok büyük ıslahatçılar gelmiştir. Bunların arasında nebiler de vardır. Ve bunlar bir kısım başarılar da ortaya koymuşlardır. Ancak bunların hiçbirinde Hz. Muhammed'in sergilediği başarıyı görmemiz mümkün değildir."</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Yine bunlar arasında insaflı bir araştırmacı sayılan Vehil de şöyle diyor: "Her büyük insan arkada bir iz bırakmıştır. Nebinin bir izi ıslahatçının bir izi müceddidin bir izi ve büyük devlet adamlarının da birer izi vardır. Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) de bir iz bırakmıştır. Öyleki"iz" dendiği zaman akla gelecek sadece O'dur. Ve başkalarıyla kıyas edilemeyecek ölçüdedir."</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Bu zat aynı zamanda ilim adına ödül almış bir insandır. Dost itiraf eder düşman itiraf eder; bilmem ki bizdeki bir kısım nâdânlar ne eder...</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Allah (celle celâluhu) Kendini bize يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ sıfatıyla anlatır. Yani "Allah O Allah'tır ki câmid ve cansız şeylerden hayattar şeyleri çıkarır. (Taşa toprağa hayatiyet bahşeder ve âdeta O kömürde elmas cilveleri gösterir.)"[8]</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Allah (celle celâluhu) bu muhteşem bu müthiş ve bu baş döndürücü sıfatıyla sanki Hz. Muhammed'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) teselli vermektedir... O vahşi çölde o Ceziretü'l-Arap'ta o bedevi insanlar içinde Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) âdeta eline taşı toprağıkömürü bakırı almış ve onlardan som altın Ebû Bekirler Ömerler Osmanlar Aliler Halidler Ukbe b. Nâfi'ler Tarık b. Ziyadlar çıkarmıştır. (Allah ebedlere kadar hepsinden razı olsun.)</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Efendimiz peygamberlikle o muhitte zuhur edeceği ve muasırları bu büyük ve muhteşem peygamberle tanışacağı âna kadar elbette onların da aklî kalbî ruhî vicdanî kuvveleri güç ve istidatları vardı. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) asla bu kuvveleri alıp güdükleştirmedi. Belki onları işlettirdi ve o müthiş kuvvelerin yerine çok daha müthiş güçler ve kuvvetler ikame etti. Bir büyük mütefekkirin dediği gibi buna en güzel misal: "İslâm'dan evvel Ömer İslâm'dan sonra Ömer!" İslâm'dan evvel Ömer okkalı azametli olmaya açık ve büyüklük yolunda bir insandı. Çocukluk döneminde şununla-bununla yarışması takışması hatta develerin boynunu büküp altına alması onda ne türlü nüvelerin bulunduğunu göstermesi bakımından önemlidir. İslâm'dan sonraki Ömer ise karıncaya basmayan çekirgeyi öldürmeyen ince ruhlu ve hassas bir insandır. Şefkat ve hassasiyeti o kadar geniş ve şümullüdür ki: "Fırat'tan geçerken bir koyun suya düşse ve boğulsa Allah onun hesabını Ömer'den sorar." der.[9]</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">İşte Ömer (radıyallâhu anh) ve onun gibiler Allah Resûlü'nden aldıkları terbiye ile bu seviyede beşerüstü insanlar hâline gelmişlerdi. Evet Allah Resûlü vahşi bedevi ve âdetlerinde mutaassıp o cemaatten -ki bu âdetler onların dem ve damarlarına karışmış durumdaydı- böyle insanlar çıkarıyordu.</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Şimdi küçük bir misalle mevzuu biraz daha açalım: Sigara gibi küçük bir âdeti bütün devlet imkânlarıyla ortadan kaldırmaya çalışıyor fakat kaldıramıyoruz. Bırakın kaldırmayı sigara tüketiminin şu hızlı artışını dahi normal bir seviyeye indiremiyoruz. Bu sadece bizde değil bütün dünyada böyle. Oysaki her gün sigara aleyhinde konuşmalar yapılıyor sempozyumlar tertip ediliyor konferanslar veriliyor. İlim ve tıp dünyası ittifakla onun gırtlak yemek borusu ağız içi ve damak kanserlerine sebep olduğunu söylüyor.. ve istatistikler bu oranın yüzde 95'e vardığını ifade ediyor ama bütün bu gayretler hemen hemen hiç kimseyi bu kötü alışkanlıktan vazgeçiremiyor.</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Hâlbuki o devrin insanının sigara gibi binlerce âdeti hem de dem ve damarlarına işlemişçesine onların tabiatlarıyla bütünleşmişken Allah Resûlübir hamlede bir nefhada bütün bu âdetleri kökünden söküp atıverdi ve onların yerini de en güzel ahlâk ve en güzel hasletlerle donatıverdi. Hem de gökteki meleklerin gıpta ile seyredeceği şekilde donatıverdi. Öyleki onları görenler: "Aman Allahım! Bunlar melek değil ama; melekten de ileri varlıklar." diyorlardı. Bir de sırattan geçerken onların nuru Cehennem'i söndürecek şekilde her yanı sarınca bütün melekler hayretten donup kalarak: "Bu geçenler acaba nebi mi melek mi?" diyeceklerdir. Hâlbuki onlar ne melektir ne de nebidir. Sadece Hz. Muhammed Mustafa'nın (sallallâhu aleyhi ve sellem) ümmetidir. Ve O'nun terbiyesinde yetişmişlerdir.</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Abdullah b. Mesud (radıyallâhu anh) Ukbe b. Ebî Muayt'ın koyunlarını güden bir insandı.[10] Allah Resûlü onu da tedris halkasına aldı ve bu koyun güden insandan öyle bir mürşid çıkardı ki denebilir ki Kûfe Mektebi bu şanlı sahabinin eseridir. Düşünün ki Alkameler NehaîlerHammadlar Sevrîler Ebû Hanifeler hep bu mektebin talebeleridirler. Her biri kendi sahasında zirve olan bu büyükler büyük ölçüde ilimlerini İbn Mesud kaynağından almışlardır. İbn Mesud ise aslında bir deve çobanıydı. (Ruhlarımız o deve çobanına feda olsun!) Ve işte Allah Resûlü bir deve çobanından böyle dâhiler yetiştiriyordu.</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Öteden beri Batı ilim âlemini meşgul eden birkaç büyük İslâm âlimi vardır ki her biri koca koca mücelletlere mevzu olmuşlardır. Bunlardan biri de hukuk sahasındaki şöhretiyle İmam-ı Azam Ebû Hanife'dir. Bir büyük idrake göre Solon ve Hammurabi ona ancak çırak olabilirler... Ebû Hanife ise bu baş döndürücü büyüklüğü ile Allah Resûlü'nün talebelerinden deve çobanı İbn Mesud'un talebesinin talebesinin talebesidir. -Estağfirullah! Ebû Hanife'yi küçük gösteriyorum zannedilmesin. Sözlerimiz Üstadlar Üstadı'nın büyüklüğünü ifade sadedinde sâdır olmuştur- Evet Hz. Muhammed'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) terbiye ve yetiştirmesi sayesindedir ki hiçbir şey olmayan bu insanlardan her şey olan insanlar zuhur etmiştir. Ölüden diri çıkarılmış ve kömürden elmas elde edilmiştir.</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Yine o terbiye sayesindedir ki Berberî bir köle Herkül burcunu aşmış adını değiştirmiş.. ve deniz aşırı dünyalara o güne kadar duyup bilmedikleri şeyler anlatmış ve onların idraklerini aşan harikulâde şeyler sergilemiştir. Batı Müslümanlarla tanışacağı âna kadar hayatı istihkarşehadet arzusu ölüm iştiyakı gibi şeyleri bilmezdi. Onun için de o gün Tarık'ın Endülüs'e geçişini geçtikten sonra gemilerini yaktırışını 5 bin kişilik bir keşif birliğiyle 90 bin kişilik İspanya ordusuyla yaka-paça olmasını.. ve en karamsar durumlarda dahi fütursuzluğunu anlayamamış ve şaşkına dönmüşlerdi. İsterseniz siz dönmeyin! O kendinden 20 kat daha fazla düşman karşısında askerlerini toplamış ve onlara şöyle seslenmişti:</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">"Askerlerim! Önünüzde derya gibi bir düşman arkanızda düşman gibi bir derya var. Ya kaçacak arkadan vurulacak ve zelîlâne öleceksiniz veya savaşarak muzaffer olacak ve Allah'a kavuşacaksınız."</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Tarihçi bize diyor ki: "Birkaç saat gibi kısa bir zaman içinde Tarık ve ordusu düşman yığınlarının altından vurup üstünden çıkmıştı..."</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Ve Tarık Toleytola'da kralın hazinelerinin bulunduğu saraydaydı. Şimdi şu dünkü kölenin bugünkü hâline bakın... Bakın da İslâm'ın ruhlara üflediği mânânın derinliğini görmeye çalışın! Kralın hazinelerinin üstüne ayağını koymuş ve kendi kendine şöyle diyor:</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">"Tarık! Dün boynu tasmalı bir köle idin; Allah seni hürriyete kavuşturdu. Sonra bir kumandan oldun! Bugün Endülüs'ü fethetmiş ve kralın sarayında bulunuyorsun. Unutma! Yarın da Allah'ın huzurunda olacaksın!"</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Aman Allahım! Bu ne müthiş bu ne derin bir anlayıştır? Aslında ayak takımından böyle zirveye ulaşanlarda aşağılık duygusu olur.. çalım satarböbürlenir durmadan kendini insanlara anlatmak ister. (Sık sık millete musallat olanlarda bunu hem de bütün utandırıcılığıyla görüyoruz!)</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Bu nasıl bir terbiyedir ki hissetle mâlemâl olması beklenen bir köle fevkalâde izzetli onurlu ve bir muhasebe murâkabe insanı olabiliyor!</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Ve yine O'nun terbiyesi altında yetişenlerden Ukbe b. Nâfi bir baştan bir başa Afrika'yı fethedip Atlas Okyanusu'na dayanınca atı dizlerine kadar deniz içinde yüzü semalarda ve duygularıyla ötelerin ötesinde Cenâb-ı Hakk'a karşı hislerini şöyle dile getiriyor: "Allahım şu zulmet denizi karşıma çıkmasaydı Senin aydınlık kaynağı ismini âfâk-ı âlemde gezdirecek ve denizler ötesi öbür dünyalara da götürecektim!"[11]</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Abdülhak Hamid bu sözü alır der ki: "Bilmiyorum Ukbe b. Nâfi'nin bu sözü mü yoksa semalarda duyulan ruhanîlerin sesi mi daha yüksekti?"[12]</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">Benim tevilim içinde melekler de böyle bir arzuya dilbeste idi ve bunun için kıvranıp duruyorlardı. Ama Ukbe bir başka Ukbe idi.. ve Ukbe Hz. Muhammed Mustafa'nın (sallallâhu aleyhi ve sellem) rahle-i tedrisinde ders görmüş O'nun terbiye ettiklerinden bir çıraktı...</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"></span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: #006400"><span style="font-family: 'Arial Narrow'">O insanları aklî kalbî ruhî vicdanî bütün kuvveler ile ele almış.. bu duygulardan hiçbirini güdükleştirmemiş aksine onları kamçılamış.. ve en kötü tiynetli en kötü tabiatlı insanlardan en muhteşem tabiata sahip insanlar çıkarmıştı. Yönlendirdiği bunca istidat ve kabiliyetlerde bu kadar isabet kaydetmesi de ancak O'nun peygamberliğiyle izah edilebilirdi; zira O'nun icraatında hiçbir falso görülmemiştir.</span></span></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="BeReNN, post: 371360, member: 70294"] [SIZE=4][COLOR="#006400"][FONT=Arial Narrow]2. Davasının Cihanşümul Olması Terbiyecinin mükemmeliyeti onun davasının genişliği ve müntesiplerinin kemmî ve keyfî buudlarıyla ölçülür. Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) daha hayatta iken O'nun yetiştirdiği mübarek muallim ve mürşitler Merakeş'ten ta Öküz Nehri'ne kadar çok geniş bir sahada hakkı neşretmeye namzet bulunuyorlardı. Düşünün ki o gün bu geniş sahada biricik mübelliğ muallim mürebbi Hz. Muhammed Mustafa'ydı (sallallâhu aleyhi ve sellem). Bu birbirinden farklı ve Babil Kulesi gibi muhtelif kavimlerden meydana gelmiş cemaatler O'nun getirdiği ilâhî sistem ile bütün dertlerine derman buluyor.. ve İranlı-Turanlı Çinli-Maçinli gibi ayrı ayrı mizaçta ayrı ayrı meşrepte ve ayrı ayrı kültürle yetişen insanlar O'na koşuyor ve O'nu bütün getirdikleriyle tereddüt etmeden kabulleniyorlardı. Demek O'nun getirdiği terbiye esasları bütün beşerin dertlerine derman olabilecek mahiyette ve evrenseldi. Öyleyse Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelmiş geçmiş terbiyecilerin en müessiri ve müessiriyeti de en geçerli olanıydı. Ayrıca biz her terbiyecinin büyüklüğünü getirdiği terbiye esaslarının kalıcılığında ararız. Şimdi bakın aradan bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen Hz. Muhammed'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) terbiyesi ile terbiye olanlar hâlâ pek çoğu itibarıyla melekleri gıpta ettirecek seviyededir.. ve O'nun koyduğu terbiye esasları bugün dahi öyle bir nesil yetiştirmeye yeterlidir. Şimdi bir kere düşünelim: Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) o alabildiğine vahşi bedevi vahşetleri de canavarların vahşetini unutturacak kadar ileride olan bir cemaat içinde zuhur ediyor. Bu en vahşi en bedevi en korkunç ve en canavar cemaatten asırlar ve asırlar boyu insanlığı idare edebilecek melek-misal insanlar yetiştiriyor. Demek ki O'nun sunduğu mesaj bir hamlede bir nefhada insanlığı kurtarmaya yetecek bir mesajdı. Ben şahsen bâtılı tasvir etmek istemem. Ancak Allah Resûlü'nün zuhur ettiği devrede cemiyetin ahlâken sukutunu gösteren birkaç kesit sunmadan geçemeyeceğim: O öyle bir cemaat içinde zuhur etmişti ki vahşet onların tabiatlarıyla bütünleşmiş ve iç içeydi: İçki içer kumar oynar açıktan açığa zina eder ve bunların hiçbirini de ayıp saymazlardı. Fuhuş âdeta resmî hâle gelmişti. Bu iş için hususî evler vardı ve bu evlerin kapısında bayrak dalgalanırdı.[7] Rezalet insanı insanlığından utandıracak seviyedeydi. Ve yazmaktan hicap duyduğum daha neler neler... Ayrıca bu insanlar bir bardak suda kızıl kıyamet koparacak karakterdeydiler. Bunları birbirine ısındırmak imtizaç ettirmek bir araya getirmek âdeta imkânsızdı. Âkif'in ifadesiyle: "Dişşiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi!" Tefrika derdi ise bütün Arap Yarımadası'nı sarmış onulmaz gibi görünen bir hastalıktı. Evet aklınıza kötülük adına ne gelirse hepsi orada vardı. Ve bunların Hz. Muhammed Mustafa'yı (sallallâhu aleyhi ve sellem) dinlemeleri kat'iyen mümkün görünmüyordu. Ama O onların o fena huy ve fena hasletlerini birer birer söktü aldı ve âdeta Kafdağı'nın arkasına attı. Sonra da onlarıen âli ahlâk ve en muhteşem meziyetlerle öyle bir donattı ki en kısa zamanda bütün medenî dünyanın önüne geçti hatta onun muallimliğini derpiş ettiler. Evet O vahşi ve bedevi bir cemaatten asrımızda dahi topuklarına ulaşılamayan medenî bir millet inşa etti. O'nun için çok haklı olarak Moliere mealen şöyle der: "Hz. Muhammed'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) cemaati kadar ıslah edilme adına müsait olmayan ikinci bir cemaat göstermek mümkün değildir ve yine mümkün olmayan bir başka mesele de; yirmi üç sene gibi kısa bir zamanda bu cemaati ıslah edip insan hâline getirmektir. Bu da ancak Hz. Muhammed'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) müyesser olmuştur." Ve yine bir başka Batılı şöyle der: "Beşer kendisi için mukadder yükselmenin yüzde 25'ini var olduğu günden Hz. Muhammed'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) devrine kadar katedebilmiştir. O'nun devrinde ise bu rakam birden dikey olarak yükselmiş ve yüzde 50 olmuştur. O günden bugüne gösterilen bütün gayretler ise ancak bu seviyeyi yüzde 75'lere ulaştırabilmiştir." Bu samimî itirafa göre Hz. Âdem'den Allah Resûlü'ne kadar gelen bütün peygamber ve filozofların bütün büyük devlet ve ilim adamlarının müşterek gayretlerinin semeresi Allah Resûlü'nün 23 senelik devrede elde ettiği neticeye ya ulaşmış veya ulaşamamış! Yani bunca teknik gelişmelere rağmen geçen 14 asırda insanlık ancak O'nun elde ettiği yüzde 25'lik neticeyi yakalayabilmiştir. Kalan yüzde 25 ise eğer dünyanın ömrü varsa bundan sonra elde edilecektir. İşte Hz. Muhammed budur! Ve işte O'nun beşeriyete hizmeti bu denli sağlam ve salim vicdanlara açıktır. Britanya Ansiklopedisi de bu mevzu ile alâkalı şöyle diyor: "Beşer tarihinde çok büyük ıslahatçılar gelmiştir. Bunların arasında nebiler de vardır. Ve bunlar bir kısım başarılar da ortaya koymuşlardır. Ancak bunların hiçbirinde Hz. Muhammed'in sergilediği başarıyı görmemiz mümkün değildir." Yine bunlar arasında insaflı bir araştırmacı sayılan Vehil de şöyle diyor: "Her büyük insan arkada bir iz bırakmıştır. Nebinin bir izi ıslahatçının bir izi müceddidin bir izi ve büyük devlet adamlarının da birer izi vardır. Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) de bir iz bırakmıştır. Öyleki"iz" dendiği zaman akla gelecek sadece O'dur. Ve başkalarıyla kıyas edilemeyecek ölçüdedir." Bu zat aynı zamanda ilim adına ödül almış bir insandır. Dost itiraf eder düşman itiraf eder; bilmem ki bizdeki bir kısım nâdânlar ne eder... Allah (celle celâluhu) Kendini bize يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ sıfatıyla anlatır. Yani "Allah O Allah'tır ki câmid ve cansız şeylerden hayattar şeyleri çıkarır. (Taşa toprağa hayatiyet bahşeder ve âdeta O kömürde elmas cilveleri gösterir.)"[8] Allah (celle celâluhu) bu muhteşem bu müthiş ve bu baş döndürücü sıfatıyla sanki Hz. Muhammed'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) teselli vermektedir... O vahşi çölde o Ceziretü'l-Arap'ta o bedevi insanlar içinde Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) âdeta eline taşı toprağıkömürü bakırı almış ve onlardan som altın Ebû Bekirler Ömerler Osmanlar Aliler Halidler Ukbe b. Nâfi'ler Tarık b. Ziyadlar çıkarmıştır. (Allah ebedlere kadar hepsinden razı olsun.) Efendimiz peygamberlikle o muhitte zuhur edeceği ve muasırları bu büyük ve muhteşem peygamberle tanışacağı âna kadar elbette onların da aklî kalbî ruhî vicdanî kuvveleri güç ve istidatları vardı. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) asla bu kuvveleri alıp güdükleştirmedi. Belki onları işlettirdi ve o müthiş kuvvelerin yerine çok daha müthiş güçler ve kuvvetler ikame etti. Bir büyük mütefekkirin dediği gibi buna en güzel misal: "İslâm'dan evvel Ömer İslâm'dan sonra Ömer!" İslâm'dan evvel Ömer okkalı azametli olmaya açık ve büyüklük yolunda bir insandı. Çocukluk döneminde şununla-bununla yarışması takışması hatta develerin boynunu büküp altına alması onda ne türlü nüvelerin bulunduğunu göstermesi bakımından önemlidir. İslâm'dan sonraki Ömer ise karıncaya basmayan çekirgeyi öldürmeyen ince ruhlu ve hassas bir insandır. Şefkat ve hassasiyeti o kadar geniş ve şümullüdür ki: "Fırat'tan geçerken bir koyun suya düşse ve boğulsa Allah onun hesabını Ömer'den sorar." der.[9] İşte Ömer (radıyallâhu anh) ve onun gibiler Allah Resûlü'nden aldıkları terbiye ile bu seviyede beşerüstü insanlar hâline gelmişlerdi. Evet Allah Resûlü vahşi bedevi ve âdetlerinde mutaassıp o cemaatten -ki bu âdetler onların dem ve damarlarına karışmış durumdaydı- böyle insanlar çıkarıyordu. Şimdi küçük bir misalle mevzuu biraz daha açalım: Sigara gibi küçük bir âdeti bütün devlet imkânlarıyla ortadan kaldırmaya çalışıyor fakat kaldıramıyoruz. Bırakın kaldırmayı sigara tüketiminin şu hızlı artışını dahi normal bir seviyeye indiremiyoruz. Bu sadece bizde değil bütün dünyada böyle. Oysaki her gün sigara aleyhinde konuşmalar yapılıyor sempozyumlar tertip ediliyor konferanslar veriliyor. İlim ve tıp dünyası ittifakla onun gırtlak yemek borusu ağız içi ve damak kanserlerine sebep olduğunu söylüyor.. ve istatistikler bu oranın yüzde 95'e vardığını ifade ediyor ama bütün bu gayretler hemen hemen hiç kimseyi bu kötü alışkanlıktan vazgeçiremiyor. Hâlbuki o devrin insanının sigara gibi binlerce âdeti hem de dem ve damarlarına işlemişçesine onların tabiatlarıyla bütünleşmişken Allah Resûlübir hamlede bir nefhada bütün bu âdetleri kökünden söküp atıverdi ve onların yerini de en güzel ahlâk ve en güzel hasletlerle donatıverdi. Hem de gökteki meleklerin gıpta ile seyredeceği şekilde donatıverdi. Öyleki onları görenler: "Aman Allahım! Bunlar melek değil ama; melekten de ileri varlıklar." diyorlardı. Bir de sırattan geçerken onların nuru Cehennem'i söndürecek şekilde her yanı sarınca bütün melekler hayretten donup kalarak: "Bu geçenler acaba nebi mi melek mi?" diyeceklerdir. Hâlbuki onlar ne melektir ne de nebidir. Sadece Hz. Muhammed Mustafa'nın (sallallâhu aleyhi ve sellem) ümmetidir. Ve O'nun terbiyesinde yetişmişlerdir. Abdullah b. Mesud (radıyallâhu anh) Ukbe b. Ebî Muayt'ın koyunlarını güden bir insandı.[10] Allah Resûlü onu da tedris halkasına aldı ve bu koyun güden insandan öyle bir mürşid çıkardı ki denebilir ki Kûfe Mektebi bu şanlı sahabinin eseridir. Düşünün ki Alkameler NehaîlerHammadlar Sevrîler Ebû Hanifeler hep bu mektebin talebeleridirler. Her biri kendi sahasında zirve olan bu büyükler büyük ölçüde ilimlerini İbn Mesud kaynağından almışlardır. İbn Mesud ise aslında bir deve çobanıydı. (Ruhlarımız o deve çobanına feda olsun!) Ve işte Allah Resûlü bir deve çobanından böyle dâhiler yetiştiriyordu. Öteden beri Batı ilim âlemini meşgul eden birkaç büyük İslâm âlimi vardır ki her biri koca koca mücelletlere mevzu olmuşlardır. Bunlardan biri de hukuk sahasındaki şöhretiyle İmam-ı Azam Ebû Hanife'dir. Bir büyük idrake göre Solon ve Hammurabi ona ancak çırak olabilirler... Ebû Hanife ise bu baş döndürücü büyüklüğü ile Allah Resûlü'nün talebelerinden deve çobanı İbn Mesud'un talebesinin talebesinin talebesidir. -Estağfirullah! Ebû Hanife'yi küçük gösteriyorum zannedilmesin. Sözlerimiz Üstadlar Üstadı'nın büyüklüğünü ifade sadedinde sâdır olmuştur- Evet Hz. Muhammed'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) terbiye ve yetiştirmesi sayesindedir ki hiçbir şey olmayan bu insanlardan her şey olan insanlar zuhur etmiştir. Ölüden diri çıkarılmış ve kömürden elmas elde edilmiştir. Yine o terbiye sayesindedir ki Berberî bir köle Herkül burcunu aşmış adını değiştirmiş.. ve deniz aşırı dünyalara o güne kadar duyup bilmedikleri şeyler anlatmış ve onların idraklerini aşan harikulâde şeyler sergilemiştir. Batı Müslümanlarla tanışacağı âna kadar hayatı istihkarşehadet arzusu ölüm iştiyakı gibi şeyleri bilmezdi. Onun için de o gün Tarık'ın Endülüs'e geçişini geçtikten sonra gemilerini yaktırışını 5 bin kişilik bir keşif birliğiyle 90 bin kişilik İspanya ordusuyla yaka-paça olmasını.. ve en karamsar durumlarda dahi fütursuzluğunu anlayamamış ve şaşkına dönmüşlerdi. İsterseniz siz dönmeyin! O kendinden 20 kat daha fazla düşman karşısında askerlerini toplamış ve onlara şöyle seslenmişti: "Askerlerim! Önünüzde derya gibi bir düşman arkanızda düşman gibi bir derya var. Ya kaçacak arkadan vurulacak ve zelîlâne öleceksiniz veya savaşarak muzaffer olacak ve Allah'a kavuşacaksınız." Tarihçi bize diyor ki: "Birkaç saat gibi kısa bir zaman içinde Tarık ve ordusu düşman yığınlarının altından vurup üstünden çıkmıştı..." Ve Tarık Toleytola'da kralın hazinelerinin bulunduğu saraydaydı. Şimdi şu dünkü kölenin bugünkü hâline bakın... Bakın da İslâm'ın ruhlara üflediği mânânın derinliğini görmeye çalışın! Kralın hazinelerinin üstüne ayağını koymuş ve kendi kendine şöyle diyor: "Tarık! Dün boynu tasmalı bir köle idin; Allah seni hürriyete kavuşturdu. Sonra bir kumandan oldun! Bugün Endülüs'ü fethetmiş ve kralın sarayında bulunuyorsun. Unutma! Yarın da Allah'ın huzurunda olacaksın!" Aman Allahım! Bu ne müthiş bu ne derin bir anlayıştır? Aslında ayak takımından böyle zirveye ulaşanlarda aşağılık duygusu olur.. çalım satarböbürlenir durmadan kendini insanlara anlatmak ister. (Sık sık millete musallat olanlarda bunu hem de bütün utandırıcılığıyla görüyoruz!) Bu nasıl bir terbiyedir ki hissetle mâlemâl olması beklenen bir köle fevkalâde izzetli onurlu ve bir muhasebe murâkabe insanı olabiliyor! Ve yine O'nun terbiyesi altında yetişenlerden Ukbe b. Nâfi bir baştan bir başa Afrika'yı fethedip Atlas Okyanusu'na dayanınca atı dizlerine kadar deniz içinde yüzü semalarda ve duygularıyla ötelerin ötesinde Cenâb-ı Hakk'a karşı hislerini şöyle dile getiriyor: "Allahım şu zulmet denizi karşıma çıkmasaydı Senin aydınlık kaynağı ismini âfâk-ı âlemde gezdirecek ve denizler ötesi öbür dünyalara da götürecektim!"[11] Abdülhak Hamid bu sözü alır der ki: "Bilmiyorum Ukbe b. Nâfi'nin bu sözü mü yoksa semalarda duyulan ruhanîlerin sesi mi daha yüksekti?"[12] Benim tevilim içinde melekler de böyle bir arzuya dilbeste idi ve bunun için kıvranıp duruyorlardı. Ama Ukbe bir başka Ukbe idi.. ve Ukbe Hz. Muhammed Mustafa'nın (sallallâhu aleyhi ve sellem) rahle-i tedrisinde ders görmüş O'nun terbiye ettiklerinden bir çıraktı... O insanları aklî kalbî ruhî vicdanî bütün kuvveler ile ele almış.. bu duygulardan hiçbirini güdükleştirmemiş aksine onları kamçılamış.. ve en kötü tiynetli en kötü tabiatlı insanlardan en muhteşem tabiata sahip insanlar çıkarmıştı. Yönlendirdiği bunca istidat ve kabiliyetlerde bu kadar isabet kaydetmesi de ancak O'nun peygamberliğiyle izah edilebilirdi; zira O'nun icraatında hiçbir falso görülmemiştir.[/FONT][/COLOR][/SIZE] [/QUOTE]
Alıntıları ekle...
İsim
Spam kontrolü
Atatürk'ün doğduğu şehir?
Cevapla
Forumlar
Dini Konular
Hz. Muhammed (SAV)
Efendimiz'in İnsanları Eğitmesi ve Umumî Mânâda Terbiyeciliği
Top