Efendimiz'in umumî mânâda terbiyeciliğine geçmeden evvel mevzua ışık tutacak şu âyeti kısaca tahlil etmeye çalışalım. Zira Allah Resûlü'nün içinde bulunduğu şartları ve hangi seviyedeki insanları alıp terbiye potasında erittiğini bilmeden O'nun terbiye edicilikte ulaştığı zirveyi tam olarak anlamak mümkün değildir:
Efendimiz'in İnsanları Eğitmesi ve Umumî Mânâda Terbiyeciliği
هُوَ الَّذِي بَعَثَ فِي اْلأُمِّيِّينَ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلاَلٍ مُبِينٍ
"(O Allah) ümmîler arasından kendilerine âyetlerini okuyan onları arıtan onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Oysa onlar önceden açık bir sapıklık içinde idiler."[1]
Âyette geçen bazı kelimeler çok dikkat çekicidir:
هُوَ الَّذِي Âyete bir gaib zamiriyle başlanıyor. Çünkü o günün insanları Allah'ı bilmiyor ve tanımıyorlardı. Allah onlara karşı gaybubet içindeydi. Onlar cahil bedevi ve vahşiydiler. Onların sinelerinde Allah (celle celâluhu) "O" olarak dahi mütecellî değildi. Onlar O'nu üçüncü bir şahıs (O) ve üçüncü bir zât olarak bile bilmiyorlardı. Evvelâ onların gaybubetlerine yani mahiyetlerinin zulmanîliğiyle Allah'tan fersah fersah uzak bulunduklarına muhatap ve mütekellim de olamadıklarına dikkat çekiyor.
Sonra "Ümmîler" diyor. Onlar ümmîdirler: Kitap nedir ilim nedir bilmezler. Allah'ı tanımazlar ve peygamberden de habersizdirler. Ümmî bir cemaat öyle çetin bir cemaattir ki hiçbir hayır beklenmeyen o çetin cemaate o en müthiş iradeliyi en büyük ruhluyu en muhteşem kalbliyi göndererek hiçbir zatî değerleri olmayan o cemâdât gibi yığınlardan insanlığı idare edecek dâhiler çıkarmıştır. İkinci olarak Allah (celle celâluhu)kitaba kaleme kıraate her şeyden daha fazla önem verdiği hâlde onlar Allah'ın ehemmiyet verdiği şeylerden çok uzak bulunmaktadırlar.
مِنْهُمْ Onlardan bir elçi yani onların içinden çıkmıştır. Allah Resûlü'nün onlardan olması sadece kitaba ve kıraate açık olmaması itibarıyladır. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) cahiliye insanından değildi. Ama kitabet ve kıraate kapalı bulunması bakımından da onlardan biriydi. Böyle de olmalıydı; zira O'nun muallimi Allah (celle celâluhu) olacaktı. O'nu rahle-i tedrisi önüne alacak O hiçbir şey bilmeyen ve talim-terbiye görmemiş nebisini onlardan ayıracak yetiştirecek ve ümmî ümeme muallim yapacaktı.
يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ O onlara âyât-ı beyyinâtı ceste ceste okuyup şerh ediyor ve onları terbiye ederek ruhanîleştiriyor ve insanî kemalâta tevcih ile insan yapmak istiyordu.. evet bir taraftan kitabı talim diğer taraftan da terbiye ile onları hep arş-ı kemalât-ı insaniyete yönlendiriyordu.
وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلاَلٍ مُبِينٍ Onlar her ne kadar Allah Resûlü gelmeden evvel dalâlet cehalet ve sapıklık içinde yüzseler de Allah (celle celâluhu) onları tezkiye ve terbiye edecek ve onları yetiştirecekti ve yetiştiriyordu da.. evet bütün bunları ümmî bir nebinin eliyle yapıyordu.
Kitabın taliminden maksat Kur'ân'dır. Bu kitap dün bir cemaati kucaklayıp insanlığı yükselttiği gibi gelecekte geleceğin aydınlık nesillerini a'lâ-yı illiyyîn-i kemalâta ulaştıracaktır. Günümüzde orijinal zannedilen bütün düşünceler yalancı mumlar gibi bir bir sönüp gidecek ve güneşlerin kol gezdiği iklimlerde bütün güneşlere: "Gurub etmeyin ben varım!" demeye namzet tek kitap o olacaktır. Âfâk-ı âlemde sadece onun bayrağı dalgalanacak ve bütün nesiller boyunlarındaki esaret zincirlerini kırarak ona koşacaklardır. Koşma emareleri belirdi bile... İşte Rus İmparatorluğuişte Çin! On sene evvel buralarda olanları duysaydınız hayal zannederdiniz. Bakın şimdi korkunç istibdatlar nasıl yıkılıyor! İmparatorluklar nasıl peşi peşine devriliyor.. ve her şeye rağmen Kur'ân nasıl tıpkı küllerin altındaki bir kor gibi ortaya çıkıyor... Ve koskocaman bir tevhid dünyası yeniden diriliyor. Bunca istibdat zulüm tegallüp ve tasalluta rağmen İslâmî ruh bütün tazeliğiyle dünyanın dört bir yanında kendini hissettiriyor ve gönüllerde alâka uyarıyor.
Evet diğer bir mânâsı da bu kitabın aydınlık ikliminde peygamber onların nefislerini maâliyâta yöneltsin; insanları insanlığa yükseltsin insanı insanî terbiye ile insan-ı kâmil olma yollarına tevcih etsin ve kendisinin bizzat yükselip yaptığı miracı onlara da ruhen yapabilme yollarını gösterip herkese kalb ve ruhunun derinliklerine miraç yaptırtsın diye Allah (celle celâluhu) şanı yüce Nebisine Kitab'ı talim etmiştir. Velev ki O'nun ümmeti daha önce sapıklık içinde yüzen insanlar olsa bile! Allah diledikten sonra kömürü elmas; taşı-toprağı altın yapabilir.. yapmış ve bu kömür ruhlu insanları pırıl pırıl birer elmas hâline getirmiştir.
Evet ondan meydana gelen o "Ak Çağın Altın Nesli" bugün bütün parlaklığıyla hâlâ gözleri kamaştırmaktadır. Evet bu icraatı yapan Allah'tır; bunu sarraf ve cevherci olan Hz. Muhammed'in eliyle yapmıştır. Bu itibarla denebilir ki beşeri insanlığa ve insanî kemalâta yükselten insanî kemalâtın zirvesini tutmuş olan Hz. Muhammed Mustafa'dır (sallallâhu aleyhi ve sellem).
O'ndan sonra insanlık vilâyet kanatlarıyla tasfiye kanatlarıyla tezkiye kanatlarıyla birr u takva kanatlarıyla ve Allah'a en yakınlık mânâsına kurbet kanatlarıyla yükseldikleri her yerde Hz. Muhammed Mustafa'nın (sallallâhu aleyhi ve sellem) bayrağının dalgalandığını görmüşlerdir. Adımlarını nereye attılarsa daha önce Hz. Muhammed'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) oradan daha evvel gelip geçmiş olduğunu görmüş ve "Bârekallah"larla O'na temenna durmuşlardır. Bundan sonra da duracaklardır.
Allah Resûlü'nün terbiyesini sadece nefislerin tezkiyesi şeklinde anlamak yanlıştır. O âlemşümul bir terbiye sistemi ile gelmiş ve bütün kalbleribütün ruhları bütün akılları bütün nefisleri gaye-i hayallerine yükseltecek bir mesaj sunmuştur. Evet Kur'ân'ın âlemşümul hakikatleri de işte bunu ifade etmektedir. O insanların akıllarına sahip çıkacak aklı kamçılayacak ve onu akıl adına vahiy buudlu akılla en son noktaya vardıracak.. sonra ruhları yakalayacak ve onların terbiyesini kendine meslek edinenlerin çok önünde onları maâliyâta tevcih edecek ve kalbi müştak olduğu âlemlerde o âlemlerin yemyeşil Cennet gibi yamaçlarında gezdirecek.. keza insan hissiyat ve letâifini ele alacak onları üveyikler gibi kanatlandıracak.. hayalin topalladığı yerlerde onları his ve letâifleriyle dolaştıracak.. ve ruhen kalben hissen yükselttiği talebelerine aynı zamanda iktisadî içtimaî idarî askerî siyasî ve ilmî bütün müesseselerin kapılarını ardına kadar açacak ve bu dünyaya davet ettiği talebelerini en mükemmel idareciler en seçkin iktisatçılar en başarılı siyasetçiler ve en ekmel askerî dâhiler olarak yetiştirecek mesajlarla gelmiştir.
Evet Allah Resûlü âlemşümul bir dava ile geldi ve âdeta bir yönüyle iktisat bir yönüyle maliye bir yönüyle idare bir yönüyle talim ve terbiyebir yönüyle adliye bir yönüyle de devletler milletler hukuku dersi verdi.
Hâsılı O getirdiği mesajla mikro plânda bugünkü gelişmişliği bütünüyle kucaklıyordu. Evet bugün O'nun esas olarak ele aldığı ve insanlığa sunduğu şu geniş terbiye anlayışının bir yanında hafif bir eksiklik olsaydı O'nun geliş gayesi tam mânâsıyla tahakkuk etmeyecekti. Oysaki O size mealen şöyle diyor:
"Şimdiye kadar gelen bütün peygamberlerin her birisi bu muhteşem binanın bir tarafını yaptı. Ama onun bir yanında ikmal edilmesi gerekli olan bir gedik vardı. Her gelip uğrayan 'Acaba bu bina ne zaman tamamlanacak?' diyordu. Buyururlar ki: 'İşte onu tamamlayan benim. Artık benimle o binanın eksik yanı kalmamıştır.' "[2]
Kur'ân-ı Kerim bu mevzuda Efendimiz'i teyit sadedinde: اَلْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ "Bugün size dininizi tamamladım."[3] der. Yani şimdiye kadar gelen bütün enbiyâ evliyâ asfiyâ "Bu bina ne zaman tamamlanacak?" diyorlardı. İşte seni tamamlayıcı olarak gönderdim ve seni mükemmil kıldım o binayı sen ikmâl edeceksin. Ben bu dinden hoşnut olduğum gibi onu herkesin de hoşnut olacağı esaslarla bezedim...
Evet Allah Resûlü eksikleri tamamlamak için gelmişti. O'ndan sonra O'nun sunduğu mesaj ve getirdiği esaslarda eksik arayanlar kendi kafalarındaki eksiklikleri ve kendi ruhlarındaki boşlukları arasalar daha iyi yaparlar. O bir tamamlayıcı kemale erdirici ve ıslahatçıydı. Bütün eğri büğrü şeyleri ıslah eksik kalmış şeyleri itmam ve o güne kadar tamamlanamamış şeyleri de ikmal edecekti ve etti de.
Bir terbiyecinin büyüklüğünü şu hususlarda görürüz:
Efendimiz'in İnsanları Eğitmesi ve Umumî Mânâda Terbiyeciliği
هُوَ الَّذِي بَعَثَ فِي اْلأُمِّيِّينَ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلاَلٍ مُبِينٍ
"(O Allah) ümmîler arasından kendilerine âyetlerini okuyan onları arıtan onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Oysa onlar önceden açık bir sapıklık içinde idiler."[1]
Âyette geçen bazı kelimeler çok dikkat çekicidir:
هُوَ الَّذِي Âyete bir gaib zamiriyle başlanıyor. Çünkü o günün insanları Allah'ı bilmiyor ve tanımıyorlardı. Allah onlara karşı gaybubet içindeydi. Onlar cahil bedevi ve vahşiydiler. Onların sinelerinde Allah (celle celâluhu) "O" olarak dahi mütecellî değildi. Onlar O'nu üçüncü bir şahıs (O) ve üçüncü bir zât olarak bile bilmiyorlardı. Evvelâ onların gaybubetlerine yani mahiyetlerinin zulmanîliğiyle Allah'tan fersah fersah uzak bulunduklarına muhatap ve mütekellim de olamadıklarına dikkat çekiyor.
Sonra "Ümmîler" diyor. Onlar ümmîdirler: Kitap nedir ilim nedir bilmezler. Allah'ı tanımazlar ve peygamberden de habersizdirler. Ümmî bir cemaat öyle çetin bir cemaattir ki hiçbir hayır beklenmeyen o çetin cemaate o en müthiş iradeliyi en büyük ruhluyu en muhteşem kalbliyi göndererek hiçbir zatî değerleri olmayan o cemâdât gibi yığınlardan insanlığı idare edecek dâhiler çıkarmıştır. İkinci olarak Allah (celle celâluhu)kitaba kaleme kıraate her şeyden daha fazla önem verdiği hâlde onlar Allah'ın ehemmiyet verdiği şeylerden çok uzak bulunmaktadırlar.
مِنْهُمْ Onlardan bir elçi yani onların içinden çıkmıştır. Allah Resûlü'nün onlardan olması sadece kitaba ve kıraate açık olmaması itibarıyladır. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) cahiliye insanından değildi. Ama kitabet ve kıraate kapalı bulunması bakımından da onlardan biriydi. Böyle de olmalıydı; zira O'nun muallimi Allah (celle celâluhu) olacaktı. O'nu rahle-i tedrisi önüne alacak O hiçbir şey bilmeyen ve talim-terbiye görmemiş nebisini onlardan ayıracak yetiştirecek ve ümmî ümeme muallim yapacaktı.
يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ O onlara âyât-ı beyyinâtı ceste ceste okuyup şerh ediyor ve onları terbiye ederek ruhanîleştiriyor ve insanî kemalâta tevcih ile insan yapmak istiyordu.. evet bir taraftan kitabı talim diğer taraftan da terbiye ile onları hep arş-ı kemalât-ı insaniyete yönlendiriyordu.
وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلاَلٍ مُبِينٍ Onlar her ne kadar Allah Resûlü gelmeden evvel dalâlet cehalet ve sapıklık içinde yüzseler de Allah (celle celâluhu) onları tezkiye ve terbiye edecek ve onları yetiştirecekti ve yetiştiriyordu da.. evet bütün bunları ümmî bir nebinin eliyle yapıyordu.
Kitabın taliminden maksat Kur'ân'dır. Bu kitap dün bir cemaati kucaklayıp insanlığı yükselttiği gibi gelecekte geleceğin aydınlık nesillerini a'lâ-yı illiyyîn-i kemalâta ulaştıracaktır. Günümüzde orijinal zannedilen bütün düşünceler yalancı mumlar gibi bir bir sönüp gidecek ve güneşlerin kol gezdiği iklimlerde bütün güneşlere: "Gurub etmeyin ben varım!" demeye namzet tek kitap o olacaktır. Âfâk-ı âlemde sadece onun bayrağı dalgalanacak ve bütün nesiller boyunlarındaki esaret zincirlerini kırarak ona koşacaklardır. Koşma emareleri belirdi bile... İşte Rus İmparatorluğuişte Çin! On sene evvel buralarda olanları duysaydınız hayal zannederdiniz. Bakın şimdi korkunç istibdatlar nasıl yıkılıyor! İmparatorluklar nasıl peşi peşine devriliyor.. ve her şeye rağmen Kur'ân nasıl tıpkı küllerin altındaki bir kor gibi ortaya çıkıyor... Ve koskocaman bir tevhid dünyası yeniden diriliyor. Bunca istibdat zulüm tegallüp ve tasalluta rağmen İslâmî ruh bütün tazeliğiyle dünyanın dört bir yanında kendini hissettiriyor ve gönüllerde alâka uyarıyor.
Evet diğer bir mânâsı da bu kitabın aydınlık ikliminde peygamber onların nefislerini maâliyâta yöneltsin; insanları insanlığa yükseltsin insanı insanî terbiye ile insan-ı kâmil olma yollarına tevcih etsin ve kendisinin bizzat yükselip yaptığı miracı onlara da ruhen yapabilme yollarını gösterip herkese kalb ve ruhunun derinliklerine miraç yaptırtsın diye Allah (celle celâluhu) şanı yüce Nebisine Kitab'ı talim etmiştir. Velev ki O'nun ümmeti daha önce sapıklık içinde yüzen insanlar olsa bile! Allah diledikten sonra kömürü elmas; taşı-toprağı altın yapabilir.. yapmış ve bu kömür ruhlu insanları pırıl pırıl birer elmas hâline getirmiştir.
Evet ondan meydana gelen o "Ak Çağın Altın Nesli" bugün bütün parlaklığıyla hâlâ gözleri kamaştırmaktadır. Evet bu icraatı yapan Allah'tır; bunu sarraf ve cevherci olan Hz. Muhammed'in eliyle yapmıştır. Bu itibarla denebilir ki beşeri insanlığa ve insanî kemalâta yükselten insanî kemalâtın zirvesini tutmuş olan Hz. Muhammed Mustafa'dır (sallallâhu aleyhi ve sellem).
O'ndan sonra insanlık vilâyet kanatlarıyla tasfiye kanatlarıyla tezkiye kanatlarıyla birr u takva kanatlarıyla ve Allah'a en yakınlık mânâsına kurbet kanatlarıyla yükseldikleri her yerde Hz. Muhammed Mustafa'nın (sallallâhu aleyhi ve sellem) bayrağının dalgalandığını görmüşlerdir. Adımlarını nereye attılarsa daha önce Hz. Muhammed'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) oradan daha evvel gelip geçmiş olduğunu görmüş ve "Bârekallah"larla O'na temenna durmuşlardır. Bundan sonra da duracaklardır.
Allah Resûlü'nün terbiyesini sadece nefislerin tezkiyesi şeklinde anlamak yanlıştır. O âlemşümul bir terbiye sistemi ile gelmiş ve bütün kalbleribütün ruhları bütün akılları bütün nefisleri gaye-i hayallerine yükseltecek bir mesaj sunmuştur. Evet Kur'ân'ın âlemşümul hakikatleri de işte bunu ifade etmektedir. O insanların akıllarına sahip çıkacak aklı kamçılayacak ve onu akıl adına vahiy buudlu akılla en son noktaya vardıracak.. sonra ruhları yakalayacak ve onların terbiyesini kendine meslek edinenlerin çok önünde onları maâliyâta tevcih edecek ve kalbi müştak olduğu âlemlerde o âlemlerin yemyeşil Cennet gibi yamaçlarında gezdirecek.. keza insan hissiyat ve letâifini ele alacak onları üveyikler gibi kanatlandıracak.. hayalin topalladığı yerlerde onları his ve letâifleriyle dolaştıracak.. ve ruhen kalben hissen yükselttiği talebelerine aynı zamanda iktisadî içtimaî idarî askerî siyasî ve ilmî bütün müesseselerin kapılarını ardına kadar açacak ve bu dünyaya davet ettiği talebelerini en mükemmel idareciler en seçkin iktisatçılar en başarılı siyasetçiler ve en ekmel askerî dâhiler olarak yetiştirecek mesajlarla gelmiştir.
Evet Allah Resûlü âlemşümul bir dava ile geldi ve âdeta bir yönüyle iktisat bir yönüyle maliye bir yönüyle idare bir yönüyle talim ve terbiyebir yönüyle adliye bir yönüyle de devletler milletler hukuku dersi verdi.
Hâsılı O getirdiği mesajla mikro plânda bugünkü gelişmişliği bütünüyle kucaklıyordu. Evet bugün O'nun esas olarak ele aldığı ve insanlığa sunduğu şu geniş terbiye anlayışının bir yanında hafif bir eksiklik olsaydı O'nun geliş gayesi tam mânâsıyla tahakkuk etmeyecekti. Oysaki O size mealen şöyle diyor:
"Şimdiye kadar gelen bütün peygamberlerin her birisi bu muhteşem binanın bir tarafını yaptı. Ama onun bir yanında ikmal edilmesi gerekli olan bir gedik vardı. Her gelip uğrayan 'Acaba bu bina ne zaman tamamlanacak?' diyordu. Buyururlar ki: 'İşte onu tamamlayan benim. Artık benimle o binanın eksik yanı kalmamıştır.' "[2]
Kur'ân-ı Kerim bu mevzuda Efendimiz'i teyit sadedinde: اَلْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ "Bugün size dininizi tamamladım."[3] der. Yani şimdiye kadar gelen bütün enbiyâ evliyâ asfiyâ "Bu bina ne zaman tamamlanacak?" diyorlardı. İşte seni tamamlayıcı olarak gönderdim ve seni mükemmil kıldım o binayı sen ikmâl edeceksin. Ben bu dinden hoşnut olduğum gibi onu herkesin de hoşnut olacağı esaslarla bezedim...
Evet Allah Resûlü eksikleri tamamlamak için gelmişti. O'ndan sonra O'nun sunduğu mesaj ve getirdiği esaslarda eksik arayanlar kendi kafalarındaki eksiklikleri ve kendi ruhlarındaki boşlukları arasalar daha iyi yaparlar. O bir tamamlayıcı kemale erdirici ve ıslahatçıydı. Bütün eğri büğrü şeyleri ıslah eksik kalmış şeyleri itmam ve o güne kadar tamamlanamamış şeyleri de ikmal edecekti ve etti de.
Bir terbiyecinin büyüklüğünü şu hususlarda görürüz: