Ezan ve Edebiyat
İslâm coğrafyasında kabul edilen bir gerçek vardır. O da ezanın ilahî ve cihanşümûl oluşudur. Bu sebeple ezan eski ve yeni edebiyatımızın ilgi alanındadır. Pek çok şair ve yazar eserlerinde bu konuya yer vermişlerdir. Ezana dinî, edebî ve sosyal yönleriyle bakarak bir değerlendirme yapmak istedik. Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde:
“Ezanı işittiğiniz zaman müezzinin söylediğini tekrar ediniz.” buyurmuşlardır. Sevgili Peygamberimiz Medine’ye geldiğinde öncelikle mescid yapımına başladı. Peygamberimizin bu davranışı mescidin Müslümanlar için vazgeçilmez olduğunu vurgulamıştır. Öncelikle mescidin arsası satın alındı ve ücreti sahiplerine ödenerek inşasına geçildi. İlk mescidin inşasında başta Resûlullah olmak üzere bütün ashâb canla başla çalıştılar. Böylece İslâm’ın sadeliğini simgeleyen bir mescid yaptılar. Peygamberimiz bu mescidin yapımında bir işçi gibi çalışarak örnek oldu. Ashâb-ı Kirâm da bu mescide “Mescid-i Nebi” adını verdi. Mescidin yan tarafına Peygamberimiz ve eşlerinin ikamet edecekleri odalar yapıldı. Mescidin arkasına da yoksul ve kimsesizlerin kalabilecekleri gölgelik (suffe–sofa) yapıldı. Ashâb-ı Suffa adı verilen ve kendini ilim tahsiline adayan bu Müslümanların ilk medresesi burası olmuştur.
Medine-i Münevvere’de Müslümanların sayısı arttıkça namaz vakitlerinin duyurulması sorun haline gelmişti. Bunun için istişareler yapıldı. Bu toplantılarda çeşitli fikirler ileri sürüldü. Çan çalınması teklifi bile yapıldı. Resûl-i Ekrem (sav) “O, Hristiyanlara aittir” buyurdu. “Boru çalınması” görüşünü ileri sürenler oldu. Efendimiz: “O, Yahudilere mahsustur” dedi. “Yüksek bir yerde ateş yakalım” denildi. Allah Resûlü “O, Mecûsilerin âdetidir” buyurdu. “Bayrak dikelim” diyenlere “Bu karışıklığa sebep olabilir” denilerek bu fikir de beğeni kazanmadı. Karar verilemeden meclis dağıldı. Ensardan “Zeyd oğlu Abdullah” bir rüya gördü ve rüyasının tabiri için Resûlullah’a başvurdu. Peygamber Efendimiz “Sen bunu Bilal’e öğret, onun sesi gürdür, gitsin ezanı okusun” dedi. Böylece ilk müezzin Habeşli Bilâl oldu. Bu talimat üzerine yüksek bir yere çıkarak güzel ve tatlı bir sesle (bugünkü okunan) ezanı okudu. Bu okunan ilk ezan sesi Medine’nin her yerinden işitildi. Hz. Ömer de heyecanla koşarak Peygamberimize geldi ve gördüğü rüyayı anlattı. Tam o sırada “İlâhi vahiy” de gelmiş bulunuyordu.
Bilâl-i Habeşî, Neccâroğulları’ndan bir kadına ait yüksek bir evin damına çıkıp ilk olarak sabah ezanını okudu. Böylece ezan İslâm tarihinde hicrî 1. (miladî 622) veya bir diğer rivayete göre hicri 2. (miladî 623) yılda meşrû kılınmış oldu. Daha sonra Mescid-i Nebevî’nin arka tarafına ezan okumak için özel bir yer yapıldı. Ezan sünnet yoluyla meşru kılınmakla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’deki, “Namaza çağırdığınızda onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranışları onların düşünemeyen bir toplum olmasından dolayıdır”; “Ey inananlar! Cuma günü namaza çağrıldığı zaman hemen Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın” [iv] mealindeki âyetlerle de teyit edilmiştir.
Medine’de günde beş vakit okunan ezan Müslümanlara çok büyük heyecan verdi. Aralarında birlik ve beraberliğe sebep oldu. Ezan Müslümanları mâbede, namaza dolayısıyla yüce Mevlâ’ya dâvettir. Dâvet edenin, güzel dâvet etmesi gerekir. Yani ezan okuyan müezzinin sesinin gürlüğü ve güzelliği yanında her vakte özgü makam bilgisi de önemlidir. Günümüzde bazen öyle ezan okuyanlara rastgeliyoruz ki insanın kulağını tırmalıyor. Özellikle büyük şehirlerde hoparlörlerin çok fazla açılması nedeniyle ses kirliliği oluşmakta İslâm’ın estetiğine gölge düşürmektedir. Ezanı güzel okuyanların ise birçok gayrimüslimin hidayetine vesile olduğu müşâhede edilmektedir.
Bu konuda Yüce Mevlâ şöyle buyurmuştur: “İnsanları Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ben Müslümanlardanım diyenlerden daha güzel sözlü kim vardır.” Cenâb-ı Hakk’ın bu övgüsüne mazhar olan müezzinler için de Peygamberimiz şöyle buyurmuştur; “Müezzin sesinin gittiği yer boyunca mağfiret olunur. Yaş ve kuru her şey onun lehine şehadet eder.” Bu ve benzeri âyet ve hadisler ezanın önemini ortaya koymaktadır. Hz. Ömer şöyle demiştir: “Hilafet görevine rağmen gücüm yetseydi ezan okurdum (yani müezzinlik yapardım)” Müezzinler hakkında Peygamberimiz hep sitayişle bahsetmiş onların derece ve mertebelerinin yüceliğini dile getirerek; “İnsanlar ezan okumanın faziletini bilmiş olsalardı, birbirleriyle yarış ederlerdi ve ezan okuyacak kimseleri kura ile seçerlerdi.” Kıyamet gününde müezzinlerin boyunları herkesten uzun olacaktır.” buyurmuşlardır.
Hz. Peygamber ve ilk iki halifesi zamanında cuma günleri sadece hutbeden önce bir iç ezan okunurdu. Hz. Osman devrinden itibaren cuma namazı için halkın önceden uyarılması amacıyla namaz vakti gelince dışarıda da ezan okunmaya başlandı. İslâm’ın şiârı ve Müslüman varlığının sembolü olarak kabul edilen ezanı terk etmeme hususunda söz birliği içinde bulunan Müslümanlar ezansız bir şehir veya bölge halkına karşı (başka bir çözüm şekli bulunamadığı takdirde) savaş açılması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.
Mâna ve muhtevası bakımından ezan hem namaz hem de İslâm için bir çağrıdır. Yani ezan vasıtasıyla insanlar bir taraftan namaza çağrılırken diğer taraftan İslâm’ın üç temel ilkesini oluşturan Allah’ın varlığı ve birliği Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğu ve asıl kurtuluşun (felah) âhiret mutluluğunda bulunduğu gerçeği açıklanmış olur. Yerküresinin Güneş karşısındaki konumu ve kendi çevresinde dönüşü ile namaz vakitlerinin oluştuğu göz önünde bulundurulduğu takdirde Müslümanlarla meskûn olan her noktada günde beş defa okunan ezanın kesintisiz devam ettiği, bu ilâhî mesajın günün her anında yeryüzünden yükseldiği anlaşılır.
Ezanın bitiminden sonra Hz. Peygamber’in öğrettiği ve şefaatine vesile olacağını haber verdiği şu dua okunur: “Allâhümme rabbe hâzihi’d-da’veti’t-tâmmeh ve’s-salâti’l-kâimeh âti Muhammedenîl vesîlete ve’l-fazîlete ve’b’ashü makâmen mahmüdeni’llezî vaadteh” Ey bu mükemmel davetin ve daimî çağrının (veya kılınacak namazın) Rabbı olan Allahım! Muhammed’e sana yaklaştırıcı her türlü vesileyi ihsan et onu faziletlerle donat. Onu Kur’an-ı Kerîm’inde vaad ettiğin övgü makamına yücelt.
***
İslâm coğrafyasında kabul edilen bir gerçek vardır. O da ezanın ilahî ve cihanşümûl oluşudur. Bu sebeple ezan eski ve yeni edebiyatımızın ilgi alanındadır. Pek çok şair ve yazar eserlerinde bu konuya yer vermişlerdir. Ezana dinî, edebî ve sosyal yönleriyle bakarak bir değerlendirme yapmak istedik. Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde:
“Ezanı işittiğiniz zaman müezzinin söylediğini tekrar ediniz.” buyurmuşlardır. Sevgili Peygamberimiz Medine’ye geldiğinde öncelikle mescid yapımına başladı. Peygamberimizin bu davranışı mescidin Müslümanlar için vazgeçilmez olduğunu vurgulamıştır. Öncelikle mescidin arsası satın alındı ve ücreti sahiplerine ödenerek inşasına geçildi. İlk mescidin inşasında başta Resûlullah olmak üzere bütün ashâb canla başla çalıştılar. Böylece İslâm’ın sadeliğini simgeleyen bir mescid yaptılar. Peygamberimiz bu mescidin yapımında bir işçi gibi çalışarak örnek oldu. Ashâb-ı Kirâm da bu mescide “Mescid-i Nebi” adını verdi. Mescidin yan tarafına Peygamberimiz ve eşlerinin ikamet edecekleri odalar yapıldı. Mescidin arkasına da yoksul ve kimsesizlerin kalabilecekleri gölgelik (suffe–sofa) yapıldı. Ashâb-ı Suffa adı verilen ve kendini ilim tahsiline adayan bu Müslümanların ilk medresesi burası olmuştur.
Medine-i Münevvere’de Müslümanların sayısı arttıkça namaz vakitlerinin duyurulması sorun haline gelmişti. Bunun için istişareler yapıldı. Bu toplantılarda çeşitli fikirler ileri sürüldü. Çan çalınması teklifi bile yapıldı. Resûl-i Ekrem (sav) “O, Hristiyanlara aittir” buyurdu. “Boru çalınması” görüşünü ileri sürenler oldu. Efendimiz: “O, Yahudilere mahsustur” dedi. “Yüksek bir yerde ateş yakalım” denildi. Allah Resûlü “O, Mecûsilerin âdetidir” buyurdu. “Bayrak dikelim” diyenlere “Bu karışıklığa sebep olabilir” denilerek bu fikir de beğeni kazanmadı. Karar verilemeden meclis dağıldı. Ensardan “Zeyd oğlu Abdullah” bir rüya gördü ve rüyasının tabiri için Resûlullah’a başvurdu. Peygamber Efendimiz “Sen bunu Bilal’e öğret, onun sesi gürdür, gitsin ezanı okusun” dedi. Böylece ilk müezzin Habeşli Bilâl oldu. Bu talimat üzerine yüksek bir yere çıkarak güzel ve tatlı bir sesle (bugünkü okunan) ezanı okudu. Bu okunan ilk ezan sesi Medine’nin her yerinden işitildi. Hz. Ömer de heyecanla koşarak Peygamberimize geldi ve gördüğü rüyayı anlattı. Tam o sırada “İlâhi vahiy” de gelmiş bulunuyordu.
Bilâl-i Habeşî, Neccâroğulları’ndan bir kadına ait yüksek bir evin damına çıkıp ilk olarak sabah ezanını okudu. Böylece ezan İslâm tarihinde hicrî 1. (miladî 622) veya bir diğer rivayete göre hicri 2. (miladî 623) yılda meşrû kılınmış oldu. Daha sonra Mescid-i Nebevî’nin arka tarafına ezan okumak için özel bir yer yapıldı. Ezan sünnet yoluyla meşru kılınmakla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’deki, “Namaza çağırdığınızda onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranışları onların düşünemeyen bir toplum olmasından dolayıdır”; “Ey inananlar! Cuma günü namaza çağrıldığı zaman hemen Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın” [iv] mealindeki âyetlerle de teyit edilmiştir.
Ezan şu sözlerden oluşur: “Allâhü ekber” [Allah en büyüktür (dört defa)]; “Eşhedü en lâ ilahe illallah” [Allah’tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim (iki defa)]; “Eşhedü enne Muhammeden resûlullah” [Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehâdet ederim (iki defa)]; “Hayye ale’s-salâh” [haydi namaza (iki defa)]; “Hayye ale’l-felâh” [haydi kurtuluşa (iki defa)]; “Allâhü ekber” [Allah en büyüktür (iki defa)]; “Lâ ilahe illallah” (Allah’tan başka ilâh yoktur). Sabah ezanında, “Hayye ale’l-felâh”tan sonra iki defa, “es-salâtü hayrun mine’nnevm” (namaz uykudan hayırlıdır) sözü tekrarlanır ki buna “tesvîb” denilir.
Medine’de günde beş vakit okunan ezan Müslümanlara çok büyük heyecan verdi. Aralarında birlik ve beraberliğe sebep oldu. Ezan Müslümanları mâbede, namaza dolayısıyla yüce Mevlâ’ya dâvettir. Dâvet edenin, güzel dâvet etmesi gerekir. Yani ezan okuyan müezzinin sesinin gürlüğü ve güzelliği yanında her vakte özgü makam bilgisi de önemlidir. Günümüzde bazen öyle ezan okuyanlara rastgeliyoruz ki insanın kulağını tırmalıyor. Özellikle büyük şehirlerde hoparlörlerin çok fazla açılması nedeniyle ses kirliliği oluşmakta İslâm’ın estetiğine gölge düşürmektedir. Ezanı güzel okuyanların ise birçok gayrimüslimin hidayetine vesile olduğu müşâhede edilmektedir.
Bu konuda Yüce Mevlâ şöyle buyurmuştur: “İnsanları Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ben Müslümanlardanım diyenlerden daha güzel sözlü kim vardır.” Cenâb-ı Hakk’ın bu övgüsüne mazhar olan müezzinler için de Peygamberimiz şöyle buyurmuştur; “Müezzin sesinin gittiği yer boyunca mağfiret olunur. Yaş ve kuru her şey onun lehine şehadet eder.” Bu ve benzeri âyet ve hadisler ezanın önemini ortaya koymaktadır. Hz. Ömer şöyle demiştir: “Hilafet görevine rağmen gücüm yetseydi ezan okurdum (yani müezzinlik yapardım)” Müezzinler hakkında Peygamberimiz hep sitayişle bahsetmiş onların derece ve mertebelerinin yüceliğini dile getirerek; “İnsanlar ezan okumanın faziletini bilmiş olsalardı, birbirleriyle yarış ederlerdi ve ezan okuyacak kimseleri kura ile seçerlerdi.” Kıyamet gününde müezzinlerin boyunları herkesten uzun olacaktır.” buyurmuşlardır.
Hz. Peygamber ve ilk iki halifesi zamanında cuma günleri sadece hutbeden önce bir iç ezan okunurdu. Hz. Osman devrinden itibaren cuma namazı için halkın önceden uyarılması amacıyla namaz vakti gelince dışarıda da ezan okunmaya başlandı. İslâm’ın şiârı ve Müslüman varlığının sembolü olarak kabul edilen ezanı terk etmeme hususunda söz birliği içinde bulunan Müslümanlar ezansız bir şehir veya bölge halkına karşı (başka bir çözüm şekli bulunamadığı takdirde) savaş açılması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.
Mâna ve muhtevası bakımından ezan hem namaz hem de İslâm için bir çağrıdır. Yani ezan vasıtasıyla insanlar bir taraftan namaza çağrılırken diğer taraftan İslâm’ın üç temel ilkesini oluşturan Allah’ın varlığı ve birliği Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğu ve asıl kurtuluşun (felah) âhiret mutluluğunda bulunduğu gerçeği açıklanmış olur. Yerküresinin Güneş karşısındaki konumu ve kendi çevresinde dönüşü ile namaz vakitlerinin oluştuğu göz önünde bulundurulduğu takdirde Müslümanlarla meskûn olan her noktada günde beş defa okunan ezanın kesintisiz devam ettiği, bu ilâhî mesajın günün her anında yeryüzünden yükseldiği anlaşılır.
Ezanın bitiminden sonra Hz. Peygamber’in öğrettiği ve şefaatine vesile olacağını haber verdiği şu dua okunur: “Allâhümme rabbe hâzihi’d-da’veti’t-tâmmeh ve’s-salâti’l-kâimeh âti Muhammedenîl vesîlete ve’l-fazîlete ve’b’ashü makâmen mahmüdeni’llezî vaadteh” Ey bu mükemmel davetin ve daimî çağrının (veya kılınacak namazın) Rabbı olan Allahım! Muhammed’e sana yaklaştırıcı her türlü vesileyi ihsan et onu faziletlerle donat. Onu Kur’an-ı Kerîm’inde vaad ettiğin övgü makamına yücelt.
***