• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Edebiyatımızda Ezan

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Ezan ve Edebiyat

İslâm coğrafyasında kabul edilen bir gerçek vardır. O da ezanın ilahî ve cihanşümûl oluşudur. Bu sebeple ezan eski ve yeni edebiyatımızın ilgi alanındadır. Pek çok şair ve yazar eserlerinde bu konuya yer vermişlerdir. Ezana dinî, edebî ve sosyal yönleriyle bakarak bir değerlendirme yapmak istedik. Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde:

“Ezanı işittiğiniz zaman müezzinin söylediğini tekrar ediniz.” buyurmuşlardır. Sevgili Peygamberimiz Medine’ye geldiğinde öncelikle mescid yapımına başladı. Peygamberimizin bu davranışı mescidin Müslümanlar için vazgeçilmez olduğunu vurgulamıştır. Öncelikle mescidin arsası satın alındı ve ücreti sahiplerine ödenerek inşasına geçildi. İlk mescidin inşasında başta Resûlullah olmak üzere bütün ashâb canla başla çalıştılar. Böylece İslâm’ın sadeliğini simgeleyen bir mescid yaptılar. Peygamberimiz bu mescidin yapımında bir işçi gibi çalışarak örnek oldu. Ashâb-ı Kirâm da bu mescide “Mescid-i Nebi” adını verdi. Mescidin yan tarafına Peygamberimiz ve eşlerinin ikamet edecekleri odalar yapıldı. Mescidin arkasına da yoksul ve kimsesizlerin kalabilecekleri gölgelik (suffe–sofa) yapıldı. Ashâb-ı Suffa adı verilen ve kendini ilim tahsiline adayan bu Müslümanların ilk medresesi burası olmuştur.

Medine-i Münevvere’de Müslümanların sayısı arttıkça namaz vakitlerinin duyurulması sorun haline gelmişti. Bunun için istişareler yapıldı. Bu toplantılarda çeşitli fikirler ileri sürüldü. Çan çalınması teklifi bile yapıldı. Resûl-i Ekrem (sav) “O, Hristiyanlara aittir” buyurdu. “Boru çalınması” görüşünü ileri sürenler oldu. Efendimiz: “O, Yahudilere mahsustur” dedi. “Yüksek bir yerde ateş yakalım” denildi. Allah Resûlü “O, Mecûsilerin âdetidir” buyurdu. “Bayrak dikelim” diyenlere “Bu karışıklığa sebep olabilir” denilerek bu fikir de beğeni kazanmadı. Karar verilemeden meclis dağıldı. Ensardan “Zeyd oğlu Abdullah” bir rüya gördü ve rüyasının tabiri için Resûlullah’a başvurdu. Peygamber Efendimiz “Sen bunu Bilal’e öğret, onun sesi gürdür, gitsin ezanı okusun” dedi. Böylece ilk müezzin Habeşli Bilâl oldu. Bu talimat üzerine yüksek bir yere çıkarak güzel ve tatlı bir sesle (bugünkü okunan) ezanı okudu. Bu okunan ilk ezan sesi Medine’nin her yerinden işitildi. Hz. Ömer de heyecanla koşarak Peygamberimize geldi ve gördüğü rüyayı anlattı. Tam o sırada “İlâhi vahiy” de gelmiş bulunuyordu.

Bilâl-i Habeşî, Neccâroğulları’ndan bir kadına ait yüksek bir evin damına çıkıp ilk olarak sabah ezanını okudu. Böylece ezan İslâm tarihinde hicrî 1. (miladî 622) veya bir diğer rivayete göre hicri 2. (miladî 623) yılda meşrû kılınmış oldu. Daha sonra Mescid-i Nebevî’nin arka tarafına ezan okumak için özel bir yer yapıldı. Ezan sünnet yoluyla meşru kılınmakla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’deki, “Namaza çağırdığınızda onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranışları onların düşünemeyen bir toplum olmasından dolayıdır”; “Ey inananlar! Cuma günü namaza çağrıldığı zaman hemen Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın” [iv] mealindeki âyetlerle de teyit edilmiştir.

Ezan şu sözlerden oluşur: “Allâhü ekber” [Allah en büyüktür (dört defa)]; “Eşhedü en lâ ilahe illallah” [Allah’tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim (iki defa)]; “Eşhedü enne Muhammeden resûlullah” [Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehâdet ederim (iki defa)]; “Hayye ale’s-salâh” [haydi namaza (iki defa)]; “Hayye ale’l-felâh” [haydi kurtuluşa (iki defa)]; “Allâhü ekber” [Allah en büyüktür (iki defa)]; “Lâ ilahe illallah” (Allah’tan başka ilâh yoktur). Sabah ezanında, “Hayye ale’l-felâh”tan sonra iki defa, “es-salâtü hayrun mine’nnevm” (namaz uykudan hayırlıdır) sözü tekrarlanır ki buna “tesvîb” denilir.

Medine’de günde beş vakit okunan ezan Müslümanlara çok büyük heyecan verdi. Aralarında birlik ve beraberliğe sebep oldu. Ezan Müslümanları mâbede, namaza dolayısıyla yüce Mevlâ’ya dâvettir. Dâvet edenin, güzel dâvet etmesi gerekir. Yani ezan okuyan müezzinin sesinin gürlüğü ve güzelliği yanında her vakte özgü makam bilgisi de önemlidir. Günümüzde bazen öyle ezan okuyanlara rastgeliyoruz ki insanın kulağını tırmalıyor. Özellikle büyük şehirlerde hoparlörlerin çok fazla açılması nedeniyle ses kirliliği oluşmakta İslâm’ın estetiğine gölge düşürmektedir. Ezanı güzel okuyanların ise birçok gayrimüslimin hidayetine vesile olduğu müşâhede edilmektedir.

Bu konuda Yüce Mevlâ şöyle buyurmuştur: “İnsanları Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ben Müslümanlardanım diyenlerden daha güzel sözlü kim vardır.” Cenâb-ı Hakk’ın bu övgüsüne mazhar olan müezzinler için de Peygamberimiz şöyle buyurmuştur; “Müezzin sesinin gittiği yer boyunca mağfiret olunur. Yaş ve kuru her şey onun lehine şehadet eder.” Bu ve benzeri âyet ve hadisler ezanın önemini ortaya koymaktadır. Hz. Ömer şöyle demiştir: “Hilafet görevine rağmen gücüm yetseydi ezan okurdum (yani müezzinlik yapardım)” Müezzinler hakkında Peygamberimiz hep sitayişle bahsetmiş onların derece ve mertebelerinin yüceliğini dile getirerek; “İnsanlar ezan okumanın faziletini bilmiş olsalardı, birbirleriyle yarış ederlerdi ve ezan okuyacak kimseleri kura ile seçerlerdi.” Kıyamet gününde müezzinlerin boyunları herkesten uzun olacaktır.” buyurmuşlardır.

Hz. Peygamber ve ilk iki halifesi zamanında cuma günleri sadece hutbeden önce bir iç ezan okunurdu. Hz. Osman devrinden itibaren cuma namazı için halkın önceden uyarılması amacıyla namaz vakti gelince dışarıda da ezan okunmaya başlandı. İslâm’ın şiârı ve Müslüman varlığının sembolü olarak kabul edilen ezanı terk etmeme hususunda söz birliği içinde bulunan Müslümanlar ezansız bir şehir veya bölge halkına karşı (başka bir çözüm şekli bulunamadığı takdirde) savaş açılması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

Mâna ve muhtevası bakımından ezan hem namaz hem de İslâm için bir çağrıdır. Yani ezan vasıtasıyla insanlar bir taraftan namaza çağrılırken diğer taraftan İslâm’ın üç temel ilkesini oluşturan Allah’ın varlığı ve birliği Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğu ve asıl kurtuluşun (felah) âhiret mutluluğunda bulunduğu gerçeği açıklanmış olur. Yerküresinin Güneş karşısındaki konumu ve kendi çevresinde dönüşü ile namaz vakitlerinin oluştuğu göz önünde bulundurulduğu takdirde Müslümanlarla meskûn olan her noktada günde beş defa okunan ezanın kesintisiz devam ettiği, bu ilâhî mesajın günün her anında yeryüzünden yükseldiği anlaşılır.

Ezanın bitiminden sonra Hz. Peygamber’in öğrettiği ve şefaatine vesile olacağını haber verdiği şu dua okunur: “Allâhümme rabbe hâzihi’d-da’veti’t-tâmmeh ve’s-salâti’l-kâimeh âti Muhammedenîl vesîlete ve’l-fazîlete ve’b’ashü makâmen mahmüdeni’llezî vaadteh” Ey bu mükemmel davetin ve daimî çağrının (veya kılınacak namazın) Rabbı olan Allahım! Muhammed’e sana yaklaştırıcı her türlü vesileyi ihsan et onu faziletlerle donat. Onu Kur’an-ı Kerîm’inde vaad ettiğin övgü makamına yücelt.

***
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Ezanın Türkçeleştirilmesi Osmanlı Devletinin son dönemlerinde, özellikle II. Meşrutiyet’i takip eden yıllarda Türkçülük cereyanının ve buna bağlı olarak dilde sadeleşme akımının ortaya çıkmasından sonra ibadet dilinin Türkçeleştirilmesi doğrultusunda görüşler ileri sürülmeye başlanmış, bu görüşler arasında bilhassa ezanın Türkçeleştirilmesi gerektiği düşüncesi önemli tartışmalara yol açmıştır. Ezanın Türkçeleştirilmesi fikri muhtemelen ilk defa Ziya Gökalp tarafından 1918’de ortaya atılmıştır.

“Yeni Hayat” kitabında yer alan “Vatan” şiirinde:

“Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur
Köylü anlar mânasını namazdaki duanın...
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hudâ’nın
Ey Türk oğlu işte senin orasıdır vatanın”

diyerek Türk vatanında ezanın ve Kuran’ın Türkçe okunması gerektiğini açık bir şekilde ifade etmiştir. Genç Kalemler dergisinde yayımlanan “Turan” şiirinde geliştirdiği bu görüşlerini daha sonra Türkçülüğün Esasları’nda (Ankara 1923) toplayan Gökalp ibadet dilinin Türkçeleştirilmesi fikrini bu kitabında da tekrarlamıştır.

Gökalp’in Türkçülük yönündeki genel fikirleri çerçevesinde ezan da dahil olmak üzere ibadet dilinin Türkçeleştirilmesiyle ilgili görüşleri Cumhuriyet döneminde hararetle benimsendi. 1928 yılında Atatürk’ün isteği üzerine Dârülfünun müderrisi İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) tarafından İlahiyat Fakültesi müderrisler meclisinde görüşülmek üzere bir ıslahat lâyihası hazırlandı. Gündeme alındığı halde müderrisler meclisinde (kesin olarak bilinmemekle beraber) görüşülmediği anlaşılan, daha sonra basına da intikal ettirilen “İlahiyat Fakültesince Hazırlanan Lâyiha” başlıklı bu raporun üçüncü maddesinin bir bendinde sözü edilen ıslahat arasında, “İbadet lisanı Türkçe olmalıdır. Âyetlerin, duaların, hutbelerin Türkçe şekilleri kabul ve istimal edilmelidir” ifadeleri yer almıştır. Burada açıkça belirtilmemekle birlikte ezan ve kametin Türkçeleştirilmesi de kastedilmiş olmalıdır. Basına intikal ettikten sonra şiddetli tepki gören bu ıslahat programı hakkında lehte ve aleyhteki yayımlar kısa süre içinde durdurulmuştur.

Ezanın Türkçe okunması kararına uymayan görevliler, 1941 yılına kadar Türk Ceza Kanunu’nun 526. maddesinin kapsamında mütalaa edilerek “yetkili mercilerin kamu düzenini sağlamaya yönelik emrine aykırılık” suçunu işlemiş sayılıp cezalandırılırken 15 Nisan 1939 tarihinde hükümetçe meclise sunulan ve 1941’de kesinleşen 4055 sayılı kanun değişikliğiyle 526. Maddeye, “Arapça ezan ve kamet okuyanların üç aya kadar hapis veya on liradan iki yüz liraya kadar para cezası ile cezalandırılması’’ fıkrası eklenmiştir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Arapça ezan okuma yasağının kaldırılması amacıyla 1950 seçimlerinden sonra yoğun bir çalışma başlatıldı. Ceza kanunundan ilgili fıkrasının çıkarılması için 31 Mayıs 1950 tarihinde Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan, 2 Haziran 1950’de Kayseri Milletvekili İsmail Berkok ve 13 arkadaşı, 14 Haziran 1950 tarihinde de Başbakan Adnan Menderes hükümetince Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne çeşitli kanun teklifleri sunuldu. Bu tekliflerin gerekçesinde daha önceki hükümetçe yapılan uygulamanın yanlış olduğu, ceza kanununa hüküm konulmasının din ve vicdan hürriyetine baskı sayıldığı belirtilerek “Çeşitli gerekçelerle ezanı Türkçe okutmak, vatandaşın din ve vicdan hürriyetini herhangi bir şekilde kısmen veya tamamen mahkûm etmek ve bu hususu kanunî ceza tesbitleri altında bulundurmak doğru olmaz” deniliyor ve gerekçe şu hükümle sona eriyordu: “Bütün bu mülâhaza ve sebeplerden başka Müslüman Türklere sebepsiz yere manevî huzursuzluk veren böyle bir yasağın demokrasi ile idare olunan bir devlet nizamı içinde yer alabilmesi de müstahildir. Fıkranın tayyı Müslüman Türklere muhakkak bir huzur ve vicdan rahatlığı verecektir” Bunun üzerine Ceza Kanunu'nun 526. maddesinde gerekli değişiklikler yapılarak 16 Haziran 1950’de Ramazan arefesinde ezanın Arapça okunması serbest bırakıldı.

Bu durum, Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’nin imzasını taşıyan 23 Haziran 1950 tarih ve 6715 sayılı tamimle bütün müftülüklere resmen tebliğ edildi. Ezan batılılaşma sürecinin başladığı, din duygusunun giderek zayıflamaya yüz tuttuğu Tanzimat döneminden sonra çeşitli şiir ve yazılara konu teşkil etmiş, dinî ve millî yönleriyle işlenmiştir. Ezan ayrıca günün başlangıcını ve sona erişini anlatan tabiat tasvirlerinin pitoresk manzaraları içinde ümit, ürperti, melal ve hüzün gibi duyguların yoğunlaştığı şiirlerde bir motif, olarak ortaya çıkmaktadır.

Yeni Türk edebiyatında ezanla ilgili manzumelerin başında Mehmed Âkif’in:

***

“Zaman geçmez ki yüz binlerce kalbin vecd-i sekrânı
Zeminden yükselip göklerde vahdetzâr-ı yezdânı”

beytiyle başlayan “Ezanlar” adlı şiiri gelir. İki bölümden meydana gelen bu şiirin ilk bölümünde şair ezan nağmeleriyle inleyen gökyüzü altında uyanarak güne bu ilâhî sadanın rehberliğiyle başlayan Müslümanları tasvir eder. İkinci bölümde ezan sesini taş yüreklere bile tesir eden ney sesine, minareleri de sûr-ı İsrâfîl’e benzetir. Mehmed Âkif ezanın din, vatan ve millet için taşıdığı değeri ayrıca İstiklâl Marşı’nın şu dizelerinde ifade etmiştir:

“Ruhumun senden İlahî şudur ancak emeli
Değmesin mâbedimin göğsüne nâmahrem eli
Bu ezanlar ki şehâdetleri dînin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli”
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Ezanın toplum hayatında taşıdığı mâna üzerinde ayrı bir dikkat ve ilgiyle duran Yahya Kemal:

“Emr-i bülendsin ey ezân-ı Muhammedî
Kâfî değil sadâna cihân-ı Muhammedî”

beytiyle başlayan “Ezân-ı Muhammedî” adlı gazelinde cihan semalarını inleten ezanı düşünerek fetih duyguları içinde ezanla fetih ve zafer arasındaki münasebeti ortaya koyar.

“Ra’d-ı tekbîr kopup gitmelidir bang-i ezân
Dâr-ı küffârda meşhur kenîsâya kadar”

beytinin yer aldığı “Gedik Ahmet Paşa’ya Gazel”de de aynı duyguları dile getirir. Şair, Türk ordusunun başarısı için 30 Ağustos Zaferi’nden birkaç gün önce kaleme aldığı münâcât mahiyetindeki kıtasında,

“Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın
Gâlib et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın”

mısralarında ezanı yine bu vasıflarıyla anmıştır.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Ezan okuma İslâm dünyasında fetih ve zaferlerin vazgeçilmez bir unsuru olmuştur. Nitekim Mekke’nin fethinden beri ele geçirilen her beldede yapılan ilk uygulamalardan biri, fetih müjdesini her tarafa duyurmak üzere yüksek bir yerde ezan okumak olmuştur. Bâkî’nin meşhur Kanunî Sultan Süleyman Mersiyesi’ndeki,

“Aldın hezâr bütgedeyi mescid eyledin
Nâkûs yerlerinde okuttun ezanları”

beyti bu uygulamanın divan şiirine aksetmiş bir ifadesidir.

Çocuk doğunca kulağına ezan okunur, ikâmet okunur. Tehlike ve felâket anında ezan okunur. Ezan duyan, o yerin İslâm beldesi olduğunu tanır. Ramazanda oruç ezanla başlar, ezanla biter.

“Anadolu Türktür, Türkündür elbet
Yağsın Ezanlardan nûr demet demet
Minareler kalem, gökyüzü senet.”


A.Karakoç

Ârif Nihat Asya, Faruk Nafiz Çamlıbel gibi şairlerimiz ezan-minare ilişkisini şöyle terennüm ederler:

“Biz kısık sesleriz... minareleri
Sen, Ezansız bırakma Allah’ım
Ya çağır şiirde bal yapanlarını,
Ya kovansız bırakma Allah’ım!
Mahyasız minareler, göğü de
Kehkeşansız bırakma, Allah’ım
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma, Allah’ım!”


Arif Nihat Asya


“Alnımız secdede bulsun bizi her lahza Ezan
Ve hazin ömrümüzün her günü olsun Ramazan
Zikrimiz Arş’ı geçip ferşe kadar yükselsin
Maveralardan ümid ettiğimiz ses gelsin.”


Faruk Nafiz Çamlıbel
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Necip Fâzıl Kısakürek ise sadece iki ezan arası uyanmak onun dışında uyumak istiyor:

“İki yıldız arası göğe asılı hamak
Uyku, uyku... Zamansız ve mekansız uyumak
Her gün yalnız namazdan namaza uyanayım;
Bir dilim kuru ekmek acı suya banayım
Ve tekrar uyuyayım ve kalkayım Ezanla
Yaşaya dursun insan, hayat dediği zanla.”


Necip Fazıl Kısakürek

Tevfik Fikret ise gençliğinde ezanı en güzel bir biçimde överek dile getirmiştir.

“Allahuekber... Allahuekber
Bir samt-i ulvî; gûyâ tabiat
Hâmuş hâmuş eyler ibadet
Allahuekber... Allahuekber
Bir samt-ı nalân, guyâ avâlim
Pinhan ü peyda, nevvar ü muzlim
Etmekte zikri hallâk-ı dâim.”

Allahüekber... Allahüekber...
Bir samt-ı ulvî: Gûya tabiat
Hamûş hamûş eyle ibâdet.

Allaüekber... Allahüekber...
Bir samt-ı nâlân: Gûyâ âvâlim
Pinhan ü peydâ, nevvar ü müzlim,
Etmekte zikr-i hallâkı dâim.
Allahüekber... Allahüekber...

Bir samt-ı ulvî: Kalb-i tabiat,
Bir samt-ı nâlân: ruh-i avâlim,

Etmekte zikr-i Hallâk'ı dâim;
Etmekde ra'şan ra'şan ibâdet.

Yahya Kemal Beyatlı’nın derin duygusunu ve duasını içeren şu şiiri de takdire şayandır:

“Emr-i bülendsin ey Ezan-ı Muhammedî
Kâfi değil sadana cihân-ı Muhammedî
Sultan Selim-i evvel’i râm etmeyip ecel
Fethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedî
Gök nura gark olur nice yüzbin minareden
Şehbâl açınca rûh-i revân-ı Muhammedî
Ervah cümleten görür Allahuekber’i
Akseyleyince Arşa Lisân-ı Muhammedî
Üsküp’te kabr-i mâdere olsun bu nev gazel
Bir tuhfe-i bedi’ü beyan-ı Muhammedî"

* * *
“Şu kopan fırtına Türk ordusudur Ya Rabbi
Senin uğrunda ölen ordu budur Ya Rabbi
Ta ki yükselsin Ezanlarla müeyyed nâmın
Galip et çünkü bu son ordusudur İslâmın”


Hemen de Cihâd’ın gayesi, geliyor gönüle. Ve Bâki altı asır öteden sesleniyor Sultan Süleyman’a mersiyesinde:

“Şemşir gibi rûy-i zemine taraf taraf
Saldın demir kuşaklı cihân pehlevanları
Aldın hezâr bütgedeyi mescid eyledin
Nakûs yerlerinde okuttun Ezanları
Âhir çalındı kûs-i râhil ettin irtihâl
Evvel konağın oldu cinân bustanları
Minnet Huda’ya iki cihânda kılup said
Nam-ı şerifin eyledi hem gazi hem şehid.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Yine O’nu andıran bir ses Ali Ulvi Kurucu Ayasofya’da arıyor ezanı:

“Çan sesinden seni kurtarmış ezanlar nerde?
Hani bülbül gibi Kur’an okuyanlar nerde?..”

“Ruhumun senden ilâhî şudur ancak emeli
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli
Bu Ezanlar ki, şahadetleri dinin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.”

İşte temel istek bu. Ve dinin temeli olan Eşhedü en lâ ilâhe illallah. Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah’ın değişmeden ülke semalarında ebedi olarak söylenmesi, seslenmesi... Ve bu isteğin gerçekleşmesi hâlinde ise mutluluğu hemen ifade buluyor: Bu gerçeği, gelecekte olacak sapmaları kestiren bir irfandır sanki:

“O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım
Her cerihamdan ilâhi, boşanır kanlı yaşım.
Fışkırır ruh-u mücerret gibi yerden nâşım
O zaman yükselerek Arşa değer belki başım...”

Yüce Peygamberimizin müezzini Bilal-i Habeşî'nin nefesiyle göklere yükseldi bu kutlu çağrı. İslam'ın şiarı ezan, Müslüman beldelerin mührü olan minarelerden taşıp müminlerin, kimi zaman da gayrımüslimlerin kalplerini genişletti.

Canlar ilk Bilal'in sesiyle yandı:


Buyurdı mescidin sathına çıktı
Ezân okudu kim canları yakdı


Yazıcıoğlu Mehmed

Şairler sultanı Necip Fazıl’ın ifadesiyle: “Dünyaya adım attığımızda ilk olarak ezanı duyduk. Ölüme dek şairin kulağında daim çınlayan bu ses olmuştur.”

Ölürken aynı ahenk, sala sesinden sızan
Kulağıma doğduğum günde okunan ezan

Necip Fazıl Kısakürek

İnsan ömrü, müezzinin ezan okumasıyla imamın namaza durması arasındaki zaman kadar kısacıktır. Hâdis-i şerifte buyurulduğu vechile “Bir ağaç altında gölgelenecek kadar” vaktimiz vardır. Bunun için Faruk Nafiz Çamlıbel her lahza kulağımızı ezana çevirmemizi öğütlemektedir.

Alnımız secdede bulsun bizi her lahza Ezan
Ve hazin ömrümüzün her günü olsun Ramazan
Zikrimiz Arş’ı geçip fecre kadar yükselsin
Mâveralardan ümîd ettiğimiz ses gelsin

Zamanımız ezanlara göre ayarlanmıştır. Bu sebeple ezan, Müslüman hayatının başlıca şiarı olmuştur. Yaşadığımız vakitler de ezanî vakitlerdir. Günümüz ezanla başlar yine ezanla biter.

Necip Fâzıl’ın ifadesiyle:

Her gün yalnız namazdan namaza uyanayım;
Bir dilim kuru ekmek acı suya banayım
Ve tekrar uyuyayım ve kalkayım ezanla
Yaşaya dursun insan, hayat dediği anla.


Yahya Kemal’e göre Ezan zamana sığmadığı gibi mekana da sığmaz.
Ezan sesleri minarelerden yükseldikçe gökler nura gark olur. Artık o Hz. Muhammed (sav)'in lisanı olur.

Emr-i bülendsin ey Ezan-ı Muhammedî.
Kâfi değil sadâna Cihân-ı Muhammedî.

Sultan Selîm-i Evvel'i râm etmeyip ecel,
Fethetmeliydi âlemi Şan-ı Muhammedî.

Gök nûra garkolur nice yüzbin minâreden
Şehbâl açınca Rûh-u Revan-ı Muhammedî

Ervah cümleten görür Allah-ü Ekber'i
Akseyleyince arşa Lisan-ı Muhammedî
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Ezan, ne Arab’ındır ne de Acem’in. Ne Türk’ündür ne de bir başka âlemin. O, bütün hamd ve övgülerin sadece kendisine ait olduğu, Alemlerin Rabb’i Yüce Allah’ın, sadık bir rüya ile kullarına ikram ettiği ilahî armağandır. Onun kulları olarak yaratılan bütün insanlığa ve kainata Hakk’ın büyüklüğünü, hakikatın üstünlüğünü ilân etmektir. Kainata bir fermandır. Bu itibarla ezan, bir kavmin veya herhangi bir ırkın değil İslâm’ın şeairindendir.

Arif Nihat Asya “Kubbeler” adlı şiirinde kubbeler ülkesi Anadolu’yu ve kubbelerimizin gördüğü misyonu şöyle özetlemektedir:

Dün başlar seferber, eller seferber;
Kurşun eritildi, mermer çekildi.
Bunlar, bu kubbeler, bu minareler
Akçayla olacak işler değildi.

Böyle bir gemide yendi suyu Nuh
Ve bu yelkenlerde kanatlandı ruh.

Bulabildinse ey yolcu yerini
Hepsinin alnında altından bir ay
Seyret İstanbul’un camilerini
Minare minare, kubbe kubbe say!
Allah’a giden yol buralardadır
Kapılar açılır şerefelerden
Burdan uğurlanır mübarek aylar,
Bayram burda başlar arifelerden.

Mihraplar, kemerler, kubbeler yapmış
Sultanı, çerisi, piri, veziri,
Nesilden nesile götürsün diye
Kanatlar üstünde şanlı TEKBİRİ..

Mehmet Âkif’in “Ezanlar” adlı şiirinde şöyle güzel bir tasvirle karşılaşırız. Orada bu İlahî ses, bütün cihanı sarsar. Ezan sesi gökyüzüne yayılınca her taraf nura gark olur. Ve gece karanlığında sadece cânân görülür, her yer Allah’ın varlığıyla dolup taşar.


EZANLAR

Zaman geçmez ki yüz binlerce kalbin vecd-i sekrânı,
Zeminden yükselip, göklerde vahdetzâr-ı Yezdân-ı
Ararken, dehşet-âkîn etmesin bir sayha vicdânı.
Ne lâhûtî sadâ Allâhuekber! sarsıyor cânı…
Bu birgülbank-i Hak´tır, çok mudur inletse ekvânı
Bu lâhûtî sadâ çıktıkça cûşa-cûş olup yerden,
İner esrâr-ı kudret kibriyâ tavrıyle göklerden.
Bütün âheng-i hilkat yâd ederken Hakk´ı ezberden,
Vicâhî feyz alır artık o nûru´n-nûr-i ezherden:
Hüveydâ şimdi cânandır seherden, şâm-ı esmerden!
Seher vaktinde mevcûdât, nûşîn hâb içindeyken,
Bu rûhânî nevâ âfâkı mevcâ-mevc edip birden;
Muhîtin kalb-i hâmûşunda başlar bir hazin şîven.
Bakarsın her taraf zulmet, fakat bir zulmet-i rûşen!
Semâ bîdâr, her yıldız Cemâlu´llâh´a bir revzen.
Maîşet kayd-ı can fersâsının mahkûmu, bîzân,
Bütün bîçârel
 

patik

Özel Üye
Özel üye
Ezan'ın büyüsü bambaşkadır, tarif edilemez, hissedilir. Ama bir çok şeyde robotlaştığımız gibi bu konuda da hassasiyetimizi yitirmeye başlıyoruz. Yani çok şükür beş vakit duyuyoruz ama özüne inmeyi bırakıyoruz. Alıştığımız bir seda haline geliyor o kadar. Bunun için arapçasından sonra mealinin de güzel bir şekilde okunması belki yüreklerimizi tekrar kıpırdatır. Tekrar tekrar bizi coşturup içimizde yeni fetihlere yol açabilir.
 
Top