DOKTOR

yilmaz27

Ne Mutlu Türküm Diyene
Site Yetkilisi
Süper Moderatör
DERİN, ÖZELLİKLİ VE ANLAYABİLENE
ÇOKÇA KONUŞAN ACILARI VARDI O'NUN.

AKIL İNCEYSE BİRİNDE,
TUTAR O ACILARI KENDİNE
ÖĞRETMEN SAHİBİNİ DE DOST EDER.

DOSTLARINDAN OLUŞAN
"KOZMİK AİLE" KURMA SEVDALISI BİR ADAM OLARAK
SESLENDİM O'NA;
"- HEY, BAŞKALARI GİBİ GÜRÜLTÜYLE SEVMEM BEN, USULCA SOKUL KALBİME!".
SEVGİYE EN ÇOK LAYIK OLAN ŞU
"ÇOCUĞU UĞRUNDA KENDİNİ HARCAMAYA HAZIR ANNE"
DİNLEDİ BENİ
VE YÜREĞİMİN FERAH BİR KÖŞESİNE KURULDU,
KADİM DOST OLDU...



***







Yirminci yüzyılın en önemli buluşu olan, ve elektroniğin candamarı sayılan Germenyum transistörler, o güne dek kullanılan lambaların tahtını yerlebir edince, ve "asır dönse artık hep bunlar kullanılır" diye düşünülürken herkesce,

büyük ısı şiddetlerine daha dayanıklı olan saf silikon kristalince (Silisyum) hiç umulmayan birşekilde yenilgiye uğratılıvermişti…

İşte ICQ'nun da krallığının, birkaç smiley ve webcamerası desteği sayesinde MSN'ce sallandığı yıllarda, yani birçok kullanıcının artık "webcam" denen aygıta daha kolay ulaşabildiği yılların başında, ICQ'nun da kan kaybetmeye başladığı ve DevilofHacker'in da bırakma kararı aldığı günlerde tanıştı Intern Doktor Arzu ile. (Hastane içi Dr. sayılan son sınıf öğrencisi)

Kullanıcı infoları arasında öylesine gezinirken, "About - Hakkında" kısmına, "Aptalsan beni yorma" tarzından birşeyler yazmış oluşu ilgisini çekmişti, ve müstakbel doktor olduğu falan da yazmıyordu infosunda…

"- Ne yani, insanlara - Aspirin iç geçer diyebildiğin için mi çok akıllı olduğunu düşünüyorsun sayın Dr. Arzu? Yapı Kredi Bankası gibi güçlü bir bankadan almış olduğun xxxx no'lu kredi kartı mı - annenle babanın öğretmen oluşu mu - kız kardeşinin de Dr.'luk yapışı mı - erkek kardeşinin ise elektronik mühendisliğinin ses getirir bir noktasında görevli oluşu mu seni bu derece akıllı yapan? Yoksa cicirik bicirik kızın mı şu havalı halinin sebebi? Hı, hangisi?" şeklindeki mesajını görünce DoH'un, emin olun akıllı olmaktan vazgeçmişti Arzu.

O cümleyi profiline yazdığına binbir kere pişman olarak hem de :). Hacklenmişti :D

İlk kez kazandığında tıp fakültesini, gencecik bir kızdı ve liseden yeni mezun olmuştu. Fakat okulda sağ - sol kapışmalarının birinden sonra, tutuklanacaklarını sanarak Bursa'ya kaçmışlardı sonraları evlendikleri sevgilisiyle. Zaman içinde bir bebeklerinin oluşu da boşanmalarına mani olamamıştı. Küçük kızını da kaptığı gibi, her ikisi de emekli öğretmen olan anne - babasının evine döndüğündeyse ne yapacağını şaşırmış haldeydi.


Ya bulduğu küçük muhasebe ofisinde evraklarla güreşecekti yıllar yılı, ya da, seneler sonra da olsa hakkında bir arama - yakalama kararı olmadığını ve zor da olsa birkaç yaptırımı yerine getirdiğinde, kaldığı yerden devam edebileceğini öğrendiği tıp fakültesine devam ederek, hem çevresine hem de küçük kızı Deniz'e kocaman bir başarı öyküsü hediye edecekti.

İkincisini seçti.

Evliliğinde yaşadığı zorlukları ve evinde kaldığı ailesinin bütün emirvari tutumlarını absorbe etmeye çalışarak - eskiye dönük anılarının tamamını görmezden gelerek, dördüncü sınıftan başladığı ağır derslerin içine atıverdi kendini.

Öyle ki, bazen, üstlendiği bu zor işlerin yapılabilmesi için gerekli olan zamanın yetersizliğinden yakınarak da olsa, mükemmelliyetçiliğinden asla taviz vermeyip bir yandan derslerini yapıyor, bir yandan kızını yetiştiriyor, bir yandan da özel yaşamını düzene sokmaya çalışıyordu, ve bütün bunlar da strese saplanıp kalmasıyla sonuçlanıyordu.

Fakat o direndi, ve güçlü olmak - yaşamına istediği gibi yön verebilmek için, yazgısını kendi ellerinde tutarak, çok sevdiği doktorluk mesleğini icra ederken biryandan, öte yandan da biriciği kızına en güzel yaşamsal artıları sunmak için çabalayıp durdu.

İşte böyle bir haldeyken çıktı DoH karşısına.

O da boşanmıştı ve Deniz'den birkaç yaş küçük Mehmet'i vardı. Sohbet ederlerken çok keyif alır, hayatın "herşeyine" ait ne varsa günler - geceler boyu masaya yatırır, detaylandırır ve münazara ederlerdi.

Kankası Bekirle İzmir'e gelen DoH ile yüzyüze görüşme ve biralama fırsatını da yakalamıştı Dr. Arzu, ve iade-i ziyaret için de Deniz'i alıp, birkaç günlüğüne DoH'un evine gitmişti.


DoH pek sorun etmese de, Doktor'un aklı fikri her an kızındaydı.

Bu yüzden de, çocukların, bir yetişkinin ölüm kaygılarını azaltmasına, fakat, günlük yaşam içindeki tasalanmaları arttırarak, kişiyi ölüme, "törpüleme" vasıtasıyla daha çabuk götüreceğini göremiyor, DoH'un vurdumduymazmışcasına tavırlarını da çokça eleştiriyordu.

Oysa DoH haklıydı.

Üremek ve soyumuzu sürdürmek, evrendeki diğer canlılarla eşdeğerde tutarken bizleri; mesela bir Doktor olarak ünlenmek ve büyük başarılara imza atmak ancak "tek başınaların" layıkıyle becerebileceği şeylerdendi. Bu yüzden de Doktor Arzu daha bir çırpınır, daha bir törpülenir hallerdeydi.

Çünki çocuğu olan bir insan, hele de yalnız başınaysa; büyük işler başarmayı - topluma değerli hizmetler sunmayı - sevgi ve varlıklarını kamuya harcamayı hiçbirşekilde "evlenmemiş ya da çocuğu olmayanlar" kadar elde edemeyecektir, ve bu tespit her zaman diliminde - her toplumca iyi tecrübelenen bir gerçektir…

Zor da olsa, Deniz'le daha zorlansa da, MSN'de sürekli iletişim halinde olduğu kadim dostu DevilofHacker'ın (günbegün şahit olduğu) takdirini aldığı şeyi yapıp, önce tıp fakültesini sonra da Uzmanlık yıllarını atlatarak Anestezi'yi bitirdi Dr. Arzu.

Onu hiç kıskanmadı ama, DoH'un da Sıradan Ölümlü'ler misali bazı büyük hayalleri vardı ve bunların tahsil ayağındaysa yarım kalan yüksekokulunu bitirmek vardı, birtürlü olmadı…

Yıllar süren dostlukları boyunca, zaman zaman boşluğa düşen Arzu, ateşle barut olayını doğrularcasına DoH'a ara ara meyletse ve hatta "- İkinci bir çocuk yapacaksam senden olmalı" dese, ve bunu teklif bile etse de, "dünya üzerinde birileri için önem taşımanın ağırlığına yenik düştüğünü" ve bu yıkıcı duyguyla hareket ettiğini bildiği bu sevgili insana hep, "canım arkadaşım" düzeyinde yaklaşmayı ve bu saltolarını savuşturmayı hep bildi DoH.

Üstelik bazen aylarca onların evinde bile kalırdı, ama, Arzu can arkadaşı, Deniz ise canı kızıydı. Onları bu derece yakın edense, taşıdıkları ortak değerler ve onlara duydukları saygıydı.

Mesela, Dr. Arzu da "sınıf farklarına" karşıydı.

Mesela, Dr. Arzu da "merhamet ve menfaat" hislerine hiç prim vermezdi DoH gibi. Sonuçta, merhametten maraz doğar, menfaat ise "onur ve şerefi" hiçe sayar.

Gerçekçi bir kadındı ve DoH için de bu yeterliydi…

Bu bölümde, DoH cezaevine düştükten sonra Dr. Arzu'nun kaleme aldığı ve karşılığı ancak 1 yıl sonra verildiğinden, Arzu'nun o adresine ulaşmayan ve cezaevine geri iade edilen mektuplarına noktasına virgülüne dokunmadan bir göz atalım her ikisinin de kalplerindekileri anlayabilmek için.

Çünki, evet, Dr. Arzu gibi, durumların vehametini anladıklarında çok ama çok korktular DoH'un kurbanları, ama, "neden ve niçinleri" onlara büyük bir ustalıkla anlatıp, DoH'un kurbanı olmalarının ne o an ne de daha sonraki iletişimlerinde onları zorda - darda bırakmayacağını açıkladığında, korkuları saygı ve minnete dönüştü, rahatladılar.

Bir insanı "saygı duymaya" razı etmek dünyadaki en zor işlerden biridir. Asıl başarı da, normalde katıksız bir "Hayır!" olacak cevapları, gönülden bir "Hay Hay DoH" a çevirebilmekteki incelikte yatar ki;

bütün kurbanları DoH'a ilk anda sertlenmiş olsalar da, hem yürek hem de akılla örerken, sonsuz bir "hoşgörü ve kabulleniş" de sergilerler…

Dr. Arzu'nun Mektubu :

Ah Hasan Ah! 3 gün oldu haberin geleli ve ben şaşırayım mı, sana kızayım mı, sitem mi edeyim, küfür mü, yoksa oturup ağlayayım mı; ne yapacağımı, ne yazacağımı bilemez bir halde bekliyorum.

Neyi bekliyorum onu da bilmiyorum. Aylardır seni arıyorum...

Cep telefonundan, Memo'nun telefonundan, ev telefonundan, internetten...

Mesaj atıyorum, not bırakıyorum, nerdesin Hasan diye...

Aklıma öldüğün bile geldi de, bu gelmemişti. İlk şoku atlattıktan sonra oturdum düşündüm, kıvrandım. Ne yapabilirim diye ona buna sordum ve elimden gelen, en azından şimdilik, oturup bunu yazmaktı.

"Bir cinayet işledim"...

Bu yalın, anlaşılır, aynı zamanda da akla hayale sığmaz basit cümle nasıl gerçek olabilir?

"Benim altın kalpli, yufka yürekli, duyarlı dostum, sevdiğim, nasıl olur da bir insanın canına kıyabilir?", diye düşündüm durdum. Sonra aslında bir cinayet işleyen insanların duyarsız, yüreksiz, katılaşmış olmayabileceklerini, tam aksine belki de, buna daha yatkın olabileceklerini düşündüm.

"Eminim pisliğin tekidir karşısındaki" dedim kendi kendime, ya da "o öfkeli, fevri anlarından biridir" "cinnet anıdır" "içkilidir" "biri çok tahrik etmiştir" "kazayla olmuştur" gibi bir sürü düşünce geçti aklımdan, içinden çıkamadım ve sana sormaya karar verdim...

Ne yaptın Hasan?
Nasıl yaptın?
Kim?
Neden?
Neler oldu?
Anlat bana, beni kafamdaki tilkilerden kurtar...

Memo'yu çok merak ediyorum.
Ona ulaşamıyorum.
O nasıl?
Ona nasıl ulaşabilirim, ne yapabilirim onunla ilgili söyle bana, ilk fırsatta Balıkesir'e gitmeyi umuyorum. Yapabilirsem belki mektubundan önce ben kendim gelmek istiyorum yanına...

Yapabilirsem, sen yol gösterirsen Memed'e ulaşmak istiyorum.
Bir avukatın var mı?
Benim yapabileceğim ne var?
Dava ne zaman, nerde?
Gelebilir miyim?
Hepsinin cevabını senden mektup gelmeden ben kendim araştırmaya çalışacağım ama sen de yardım et bana...

Deniz'i sormuşsun, o iyi. Mektubunu o da okudu, yüzündeki şaşkın ve hüzünlü ifadeyi görebilseydin, onun seni ne çok sevdiğinden birkez daha emin olurdun. Sana mektubumu gönderdiğim gün 250 TL de para göndereceğim, umarım ulaşır eline.

Ah Hasan!

Sana 130 km. mesafedeyim.
Yanına gelecektim, yakınındaydım.
Sen gelecektin evde yerin bile hazırlanmıştı.
Direndin, gelmedin, çok denedim, ittirdin beni...

Keşkeler için çok geç...

Ama keşke burada olsaydın...

Ağdalı bir mektup yazmak istemezdim sana ama gene de salya sümük oldu biraz galiba.

Ağlamadım hayır, ama yüreğim darmadağın be Hasan!
Öyle özledim ki seni!
Yazacağım, yine yazacağım...

Sevgilerimle -15.04.2011


DevilofHacker'in Dr. Arzu'ya Mektubu :

Yazmadın!

Bırak ansızın beni yatağımdan fırlatacak gardiyanın sesi ve elindeki mektubu, sana gönderdiğim fotoğraftan sonra bile yazmadın.

Bekledim, gene yazmadın.

İlkönceleri bu yazmayışlarını "başka dişi" olayıdır, birşeyler sezmiştir - duymuştur da ondandır diye yorumluyor ve kendi üzerime alıyordum gerekçeleri; ama şimdilerde "başka kişi" varsayımı beliriyor kafamda ve hemen ekliyorum :

"- Yahu biz dişiler ve kişiler üstü bir frekanstayken onunla, en azından sen öyle hissediyorken, niye saçma saçma düşünüyorsun? Vardır bir sebebi, daha makul bir sebebi" deyip, geçiştiriyorum.

Zaten bu mektubu da sana değil kızıma yazıyorum, ama, sen de gözucuyla bakarsın zaten, biliyorum. :) Kızıma.

Evet.
Cep telefonumda kayıtlı olduğu şekliyle "Güzel Kızım Deniz"e.

Ne sihirli, ne ışıltılı, ne goncafem bir tamlama yakalamışım yahu. Sıfat tamlaması da değil aslında haa, iki yaşamın bağının ifadesi bu gerçekte. Çok haşır neşir olunmasa da günlük hayatın içindeyken, iki yaşamın en güçlü bağının ifadesi.

İşin ilginci ne biliyor musun?
Gerçek bu, gerçek sevgi...

Mesela dört böbreği var benim kızımın. Ondaki ikisine birşey olursa diye, diğer ikisi emaneten benim bedenimde duruyor. Ciğerleri ve hatta ikinci kalbi bile geçici olarak bende. En ufak arızada iade etmek için asıl sahibine.

Ve, olmasın ama, sana birşey olursa, sanki doğduğu andan itibaren her anı birlikte geçirmişiz gibi, onun yanıbaşında bitivereceğimden, ne dayısı - ne teyzesi - ne de başka birine meydan vermeyeceğimden de eminim.

Ancak şu an, onun için kurgulanmış hayatı "sen ve kendisiyle" yaşamalı, tırmanmalı. Kaldı ki, bilinenin aksine, inişler zordur doktorcuğum, inişler. Dağcılar böbürlene böbürlene tırmanırlar da, iş aşağıya inmeye gelince, ya helikopterle ya da tırmanıştan daha zorlu keçiyollarından inerler. Bırak tırmansın benim kızım da. Elimi uzatıvereceğim ve birlikte iniş yapacağımız zamanlara dek tırmansın. Onun hayat kurgusu nasılsa, onu yaşasın.

Beni bilirsin doktorcuğum. İnsansı materyaller oldum olası ilgimi çekmedi. Sadece elzem olanlar, evet, hayatta kalabilmek için elzem olan ihtiyaçlara çevirdim bir yaştan sonra rotamı ve öyle yaşadım.

Biryerden biryere gidilecekse ulaşım için gereken para - yemek yenilecekse mama parası - kıçım üşürse don - sırtım üşürse hırka parası ve bir de bira için lazım olan para vardı ki; o da; sürekli ve çok yoğun şekilde - her konuda - olur olmaz biçimdeki düşünce bolluklarında bedenimi dahi bitap düşen beynime "fren parası".
Azıcık mola versin diye, delirmeyeyim diye.

Gerisi mi?

Gerisi hayat işte doktorcum, gerisi hayat işte. Bir ucu doğum, diğer ucu kabirde.

Hayatıma çok insan girdi doktorcum. Mesleğin icabı da olsa, senin bile bir ömürde karşılaşabileceğin insan sayısı benimkilerle kıyaslanamayacak kadar az olacaktır, emin ol.

Çünki ben heryerdeydim ve her kesimden insanla gün geçirebilecek bilgi - görgü - güç vs. ne olursa sahiptim. Bir kesim beni diğerleriyle gördüğü an, onlardan sandı hemen. Sonra bu iki grup biraraya gelip de beni karşıdan gördüklerinde ortak bir ad koyamadı. Farklıydım her iki taraftan da çünki. Onlar da en kısa yolu seçip adlandırdılar : DeLi :))

Onca insan görmüş tanımışken sadece sana gerçek bir yakıştırma yaptım ben : "O beni anlıyor." Ve bunda da yanılmadım. Çünki ben yanılmam :)), önceleri kibirliydim belki ama, artık kusursuzum. :) hehehe.

Şaka biryana, seni öyle bir yoldaş - sırdaş olarak görüyorum ki aynı yüzyılı beraberce yaşayarak geçireceğimiz diğer insaoğullarının yanında; benim için "ne olmasını istiyorsam olabilecek" tek kişisin.

Bu bağlamda; her koşulda ve olayda seninle ben, koşullar ve olaylar üstü kalabilir, bunu da mevcut öğretilerin ışığında değil, içten gelenler - özyapımız kaynaklı melekeler sayesinde gerçekleştiririz. Yani, ben öyle görüyorum.



Şimdi; mektup yazsan da yazmasan da ordasın biliyorum. Kötü birşey olsa duyardım, belki de hissederdim. Ama az kaldı doktorcum, zırt pırt yeni yasalar çıkıyor. Çıkmasa da 1 yıl sonra Çanakkale Açık Cezaevinde, yani Çan'a, yani sizlere çok yakın olacağım. Sanırım tam o sıralarda senin mecburi hizmetin bitiyor dimi, ya nasip...

Biliyor musun doktorcum; aşılacak birsürü zorluğun - üstesinden gelinmesi gereken ve hiç de tatmin etmeyen koşulların olduğu yerde "Erdem" gelişir ve çok da görkemlidir.

Hem kendin hem de Deniz için, içinde bulunduğunuz zor şartları böyle belle ve ikinizi de kasma. Bilirim paniksin, az relaks. :)

Deniz'i benim için kocaman öp ve ne söylemek istiyorsan onu söyle...

Hem kadınlar hem erkekler, kör mutluluklar arayışlarıyla oraya buraya koşuştururlar, ama bulamazlar. Oysa mutluluk tüm evreni doldurmuş, kalplerine de dolmuştur. Fakat bencilce arayışları mutlulukla aralarına set çeker ve ulaşamazlar.

Doymak nedir bilmeyen fakir, elindekiyle yetinmesini bilen zengindir.
İkiniz mutlu olun e mi?

Bir konu daha var. Yazdığın ilk ve tek mektupta, onu gönderdiğin gün, miktarını da belirterek :))), bir miktar para göndereceğini yazmışsın. Bana hiç ulaşmadı. Cezaevi ismini yanlış yazmış olabilirsin. Kimliğinle herhangibir PTT.'ye gidersen, sanıyorum ki geri alabilirsin. Yazık olmasın, geri çek ve Deniz'e birşeyler al. PTT'den zengin misin? :))

Yavaş yavaş sona geliyoruz doktorcum. Mektubun sonuna.

Diyeceğim o ki; ikinizin yeri bu adamın kalbinde bambaşka. Bunu hiç unutmayın.


Şah Cihan ve Karısı Banu Begüm'ün en büyük hatası, aşkı ölümsüzleştirebileceklerini sanarak anıtlaştırmaları ve Tac-Mahal'i yaptırmaları. Ahmaklar! Aşk bulunan birşey değildir ki, aranılan birşeydir. Bilseler yapmazlardı.

Ben ikinizi de bir ömür boyu arayacak kadar kıymetli sayıyor, kocaman kocaman öpüyorum...

Unutmadan; diğerinin eşi olan bu mektup, öbürünün ev adresinize ulaşmama ihtimaline karşı, işyerine gönderilmek üzerine yazıldı. 14/08/2012***



Bu ikinci mektubun da ulaşmadığından emindi DevilofHacker.

Çünki 7 ay boyunca postanelerde süründükten sonra, Kepsut Cezaevindeyken göndermiş olmasına rağmen, Çanakkale Cezaevine nakil gittikten sonra kendisine iade edildi.

Yazacağı ve yayımlatacağı kitapta okuyacakları ümidiyle, fazla sorun etmedi.

Ne (varsa) vefasızlıklarını, ne de iletişimsizliği...



***alinti Kelimelerin Sihirbazi
 
Top