diyanet türkçe namaza ve ibadete neden karşı

Anadilde ibadet etmeye karşı çıkan diyanetin gerekçeleri tamamen asılsızdır. Diyanetin Türkçe ibadetle ilgili yayınını ve yanlış kararını delillerle tek tek açıklayacağız. Koyu renkteki yazılar diyanetin kararı ve yayınıdır.


Bütün ilahi kitaplar, onları insanlığa tebliğ ile görevlendirilen Peygamberlerin konuştukları dille indirilmişlerdir. Burada bir sorun yoktur. Hatta anadilde ibadet edilebileceğini destekler bir söylemdir.
Kendi dilleriyle kitapların indirilmesi doğaldır ve olması gerekendir. Yoksa anlaşılmaz, ilan edilemez ve yayılamazdı. Bütün peygamberler farklı lisanlarda ancak aynı şeyleri söylemişlerdir. Buradan anlaşılacagı üzere Arapça lisanın değil Allah’ın söylediklerinin önemli olduğu anlaşılmaktadır. Allah her kavme emir ve yasaklarını elbette kendi lisanlarında bildirecekti. Her millette kendi lisanında anlayacağından ve yaşayacağından kendi lisanıyla ibadet etmek en tabii olaydır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.) Arabistan'da Araplar arasında yetiştiği ve Arapça konuştuğu için, O'nun tebliğ ettiği Kur'an-ı Kerim de Arapça olarak indirilmiştir. Bütün peygamberlerde de böyle olmuştur. Tabii olarakta o dönemin lisanı kullanılacaktır. Peygamber başka bir milletten olsaydı farklı bir lisanda kuran görecektik. Hatta Kuran’da ‘Arap halkına farklı bir lisanda kitap olur mu?’ diye karşı çıkan ayetler bile vardır. Aslında bu tür ayetler kendi lisanınızda kitap okumayı ve ibadet etmeyi ve gerçekleri ve dini öğrenmeyi öğütleyen Allah sözlerdir. Yani Arapça ilahi bir lisan değil, manaların şekil bulduğu iletişimin sağlandığı beşeri bir lisandır. Arapça sadece bir lisandır. İngilizce gibi.

Allah2ın bütün insanlığa gönderdiği son kitabı ve ebedi hitabı olan Kur'an-ı Kerim, sadece Araplar ve Arapça'yı bilenler için değil, bütün insanları sapıklıklardan korumak, onlara Hakkı ve hakikati öğretmek, hidayet ve gerçek saadet yolunu göstermek için indirilmiştir. Bunun gerçekleşebilmesi için de, Kur'an-ı Kerim'in bildirdiği ilahi gerçek ve öğütlerin herkese, bütün insanlığa tebliğ edilmesi, herkes tarafından öğrenilmesi, anlaşılması, üzerinde düşünülmesi, kavranması ve kalplere yerleşmesi gerekir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: Aslında bu ifadeler bizim için de geçerlidir. Türkiye’de olduğumuz için ve Türkçe konuştuğumuz için kuranı Türkçe okumalı ve ibadetlerimizi Türkçe yapmalıyız. Kuran’ın Arapça inme nedeni kendi lisanımızda ibadet etmeye emsal teşkil etmektedir. Yani herkes kendi lisanında okumalı ve ibadet edebilmelidir.

"Bu Kur'an, bütün insanlara bir açıklama, sakınanlara yol gösterme ve bir öğüttür." (Al-i İmran, 3/138)

"Kendilerine, indirileni insanlara açıklayasın diye sana Kur'an'ı indirdik." (Nahl, 16/44)

"Bu Kur'an, ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler, tam akıl sahipleri ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitaptır." (Sad, 38/29)buyurulmuştur.

Kur'an-ı Kerim insanlığa ilk Arapça lisanla gönderilmiştir.. Cenab-ı Hakk'ın yüce kelamı kutsal kitabımızın dilinin her müslüman tarafından bilinmesi ve anlaşılması, arzu edilen bir durum ise de, âdeten mümkün değildir. O halde Kur'an-ı Kerim'in Arapça bilmeyenlere tebliğ edilebilmesi ve onların da bu Yüce Kitapta bildirilen ilahî gerçek ve öğütleri anlayıp üzerinde düşünebilmeleri ve O'nun hidayetinden yararlanabilmeleri için, başka dillere tercüme edilmesine, kısa ve uzun açıklamalarının yapılmasına kesin ihtiyaç hatta zaruret vardır. Nitekim, İslamın ilk dönemlerinden itibaren buna ihtiyaç duyulmuştur. Ashabın ileri gelenlerinden Selman-ı Farisî'nin İranlı hemşehrilerinin isteği üzerine Fatiha Sûresini Farsçaya çevirip onlara gönderdiği bazı kaynaklarda (bk. Serahsi, el-Mebsut, I, 37, Beyrut, 1398/1978) yer almıştır. Günümüzde Kur'an-ı Kerim, dünyadaki belli başlı hemen bütün dillere çevrilmiş durumdadır. Dilimizde de yüzün üzerinde meal, terceme ve tefsiri olsada hepsi hemen hemen aynı şeyleri söyler.
Aslında tüm bunlar Kuran’ın arap yarımadasından çıktığını ve evrenselleştiğini göstermektedir. Kuranı okuyorlarda neden namaz kılamıyorlar. Ne garip değil mi. Allah kelamını farklı bir lisanda okuyabileceksiniz ama Allah ile Arapça
konuşmak zorunda bırakılacaksınız. Acaba bu kararı kimler verdi. Allah ve resülünün vermediği kesindir. Hiçbir ayet ve hadiste buna yönelik ifadeler bulunamamıştır. Ancak Arapça dışında kuran okunabileceği ve namaz kılınabileceği çok çeşitli örenkle ve ayetle doğrulanmaktadır. Aşagıda bunları göreceğiz.

Kur'an-ı Kerim'in namazda Türkçe tercemesinin okunmasına gelince:

Kur'an-ı Kerim'de "Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun" (Müzzemmil, 73/20) buyrulduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a) de bütün namazlarda Kur'an-ı Kerim okumuş ve namaz kılmayı iyi bilmeyen bir sahabiye namaz kılmayı tarif ederken "... sonra Kur'an'dan hafızanda bulunanlardan kolayına geleni oku." (Müslim, Salat, 45) buyurmuştur. Bu itibarla namazda kıraat yani Kur'an okumak, Kitap, Sünnet ve İcma ile sabit bir farzdır.
Evet bütün bunlar Araplar için söylenmişti. Yani kendi lisanımızda namaz kılsak da kolayımıza geleni, aklımızda kalanları, bildiklerimizi ve öne aldıklarımızı okumalıyız. Ama o dönemde Araplara söylenen bu ayet ve hadisleri günümüze uyarlayarak insanlarımızı fatihaya, ihlasa, felaka ve nasa hapsetmek çok yanlıştır. Bu daha çok kolayına geleni değil Arapçayı bilmediğin için kısa olanını oku bunlarla yetin demektir. Koca kuranı okumamak bilmemek kalbe yerleşmemesi ne büyük bir kayıptır. İnsanlar namazda pekçok süreden dilediği bölümleri de okuyabilmelidir. Tüm bunlar için Arapçayı anadilimiz gibi bilmek gerekir. Kuran ve hadislerin dediği gibi kılarken de hafızamızda bulunanlardan, kolayımıza gelenlerden okumalıyız.Tüm müslümanlar nasıl Arapçayı ana dilleri gibi öğrensinler. Kaç kişi bunu yapabilir ki.

Bilindiği üzere Kur'an, Cenab-ı Hakk'ın Hz.Muhammed (s.a,)'e Cebrail aracılığı ile indirdiği manaya delalet eden elfazın (nazm-ı münzel'in) ismidir. Sadece mana olarak değil, Resülüllah (s.a.)'in kalbine elfazı ile indirilmiştir. Bu itibarla bu elfazdan anlaşılan ve başka lafızlarla (sözlerle) ifade edilen mana Kur'an değildir. Çünkü indirildiği elfazın dışında, hatta Arapça bile olsa, başka sözlerle ifade edilen mana Cenab-ı Hakk'ın kelamı değil, mütercimin ondan anladığı yorumdur. Oysa Kur'an kavramının içeriğinde, sadece mana değil, bir rüknü olarak onun elfazı da vardır. Nitekim:
Elbetteki kuran kimin kalbine inerse en iyi o bilecektir. Paygamberimiz kuranı incelikleriyle bilmektedir.
Elbetteki sadece mana olarak inmiştir. Onun açıklayıcısı yani elfazı yani yorumcusu peygamberimizdir. Ayetlerin ne demek isteği zaten peygamberimiz tarfından açıklanmış ve herkes tarafından bilinmektedir. Sadece manadan ibaret değil farklı yorumlar çıkartılabilir diye kuranı ve ibadetleri Arapçaya hapsetmek yanlıştır. Arapça da da farklı yorumlara neden olmuştur. Her lisan da da farklı yorumlara neden olacaktır. Peygamberimiz hadisleriyle ayetleri açıklamıştır.
İnsanlar normal söylenenlerden de çok çeşitli yorum çıkartabilirler. İnsanlar durumlarına bilgilerine kültürlerine ve hayat felsefelerine göre yorum yaparlar. Farklı yorumlamak her kitapta olur. Kuran da çok yorum içerir ancak önce anlamak gerekir. Bu da kendi lisanımızla mümkündür. Anlamlarının dışında yorumlamak her zaman var olan durumdur. Kuranı ve peygamber dönemini tam anlayana kadar herkesde olduğu gibi farklı yorumlamak mümkündür. O döneme ait pek çok bilgi, hadis ve tefsirler vardır. Bu durumu Arapça lisana bağlamak ve kendi lisanında ibadet edemezsin anlamı çıkartılamaz.

"Şüphesiz O, alemlerin Rabbı tarafından indirilmiştir. Onu Ruhu'l-emin (Cebrail), uyarıcılardan olasın diye, senin kalbine apaçık Arap diliyle indirdi." (Şuara 26/192-195)
Bu ayette asıl vurgu arap diliyle indirdi kelimesidir. Neden arap diliyle indirdi. Uyarıcılardan olasın diye. Gerçekte inen nedir kitaptır. Yani önemli olan kitabın inmesidir. İnsanların anlayıp uyarılabilmesi için Arapça lisan kullanıldı, anlamı çıkartılır. Aslolan kitaptır. Arap dili anlamaları için kullanılan araçtır.

"Böylece biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik." (Ta-Ha 20/113)
Önemli olan Kuran’ın indirilmesidir. Farklı bir lisanda kuran indirebilirdi. Bu ayetteki ana tema Kuran’ın indirilmesidir. Arapça lisanda bir kuran indirilmesi dönemin lisanı olması nedniyle bir gerekliliktir. Aslında bu ayet kuranın anlamının üstün ve önemli olduğugunu göstermektedir. İletişim aracı olarakta arapça tercih edilmiş. Kelimelere bakıldığında ‘Böylece biz onu Arapça kuran yaptık’ anlamı çıkmaktadır. "Korunsunlar diye dosdoğru Arapça bir Kur'an indirdik." (Zümer, 39/28)

"Bu bilen bir toplum için, ayetleri Arapça bir Kur'an olmak üzere ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır." (Fussilet, 41/3)
Bu ayette de gerçekte kuranın önemli olduğu bunun için Arapça lisanın kullanıldığı anlatılmaktadır. Bilmeleri için bu lisan seçilmiştir. Korunmaları için bu lisan tercih edildi.
Diyanet aynen şöyle demiş: Tercemesine Kur'an denilemeyeceği ve tercemesinin Kur'an hükmünde olmadığı konusunda İslam bilginleri görüş birliği içindedir. Bu islam bilginleri kuranın anlamını, hükümlerini ve emirlerini bir kenara bırakıp Kuran’ın Arapçadan ibaret olduğunu mu söylüyorlar. Peygamberimiz döneminde bile böyle karar verilmedi. Hatta
O zaman Kuran’ın Arapça haline de Kuran diyemeyiz. Kuranı, peygamberi ve dönemini asıl anlatılmak istenenleri hiç bilmeyen bir Arap için de ‘Arapça bir kuran’ terceme durumundadır. Tefsiri hadisleri ve o dönemi bilmeyen herkes için terceme, Kuran için yetersizdir. Ama başlangıç kendi lisanınla başlar. Yani önce terceme ile işe başlanılır. Sonra dini ve dinin özünü öğrenme çabaları devam eder. Arap oldukları halde dini ve Kuranı araplara anlatan Peygamberimizdir. Çünkü hiç bilinmeyen evrensel bir felsefe öğretilmektedir.
Arapça kuranın her lisana tercüme edilmesi o dilin kuranı niteliğini taşır. Arapça kuran, Türkçe kuran, ingilizce kuran sonuçta kurandır. Zaten ayetlerde açıkça göreceksiniz ki anlamaları, bilmeleri için araplara arapça indirildiği söylenmektedir. Ayetler incelendiğinde En önemli şeyin kuran olduğu Araplar tarafından anlaşılması için arapça indiği anlatılmaktadır. Bu diğer milletlerin anlaması için kendi lisanlarında okumasına ve ibadet etmesine tam örnek niteliği taşımaktadır.
Buraya kadar yazılanlar kendi lisanında ibadet etmeyi doğrulamaktadır. Kuranın neden arapça indirildiğinin nedeni Arabistan'da Araplar arasında yetiştiği ve Arapça konuştuğu içindir. Peygamberin kendi lisanında ibadet etmesi bir sünnettir. Bu sünnet tüm milletler için de geçerlidir. Yani her millet kendi lisanında ibadet etmelidir.

Bilindiği üzere terceme, bir sözün anlamını başka bir dilde dengi bir sözle aynen ifade etmek demektir. Oysa her dilin, başka dillerde bulunmayan (kendine ait) ifade, üslup ve anlatım özellikleri vardır. Bu yüzden, edebî ve hissî yönü bulunmayan bazı kuru ifadeler dışında, hiçbir terceme aslının yerini tutamaz ve hiçbir terceme de her bakımdan aslına tam bir uygunluk sağlanamaz. O halde, Kur'an-ı Kerim gibi, ilahî belağat ve i'cazı haiz bir kitabın aslı ile tercemesi arasındaki fark, yaratan ile yaratılan arasındaki fark kadar büyüktür. Çünkü biri Yaratan Yüce Allah'ın kelamı; diğeri ise yaratılan kulun aciz beyanı. Hiç böylesi bir tercemenin, Allah kelamının yerine konulması ve aynı hükümde tutulması mümkün olur mu?
Diyanetin bu açıklamasına katılmak mümkün değildir. Terceme yani bir sözün anlamını başka bir dilde dengi bir sözle aynen ifade etmek mümkündür. Neden mümkün olmasın. Bazen iki kelimeyle bile tam anlamı bulunur. Her dilde her anlamın tam karşılığı bulunur. Devlet adamları ve başbakanlar tercümanlarla konuşmaktadır. Tüm dünyada kelime ve lisan çevirileri yapılmaktadır. Sadece Arapça değil her lisandan her lisana çeviriler yapılıken tam karşılığını bulmakta küçük sıkıntılar çekilebilir.. Çevirilerde birtakım sıkıntılar yaşansada mutlaka tam karşılığı anlamları bulunur. Bu çevirenin kültürü, karşı dili iyi bilmesi tam çeviri yapabilmesi için geniş kelime hazinesi olması gerekir. Zaten kuran çevirisi ve tefsiri eskiden yapılmış. Tekrar tekrar çeviri yapılmasına ihtiyaç yoktur. Osmanlı zamanında Arapça ve türkçeyi iyi bilen edebi uzmanlar tarafından herkesçe kabul edilen değişmemiş kuran mealleri zaten hep elimizdedir. Diyanetin şu ifadesi ‘yaratan ile yaratılan arasındaki fark kadar büyüktür.’ Tamamen asılsız bir abartıdır. Yaratılan yüce Allah’ın kelamı kuranın anlamıdır. Yüce Allah’ın kelamının kutsallığı Arapça olmasında değildir. Zaten Arapça ile kulların aciz beyanı ve beşerin anlaması gerçekleşmiştir. Terceme Allah kelamının yerine konulamazsa Arapça da konulamaz. Arapça beşeri bir dildir. Kuran inmeden çok önce var olan bir lisandır. Allah, rahman ve nisa kelimeleri Kuran inmeden çok önce Araplar tarafından kullanılan kelimelerdir. Kuran o dönem normal Arap halkının konuşma dilidir. Kuran hiçkimsenin bilmediği bir lisanda inmedi, inseydi Allah kelamı ve lisanı denilebilirdi. Bu durum tabii duruma ve insanlığa ters düşerdi zaten öyle olsaydı kimse anlayamazdı.
Diyanetin yazısında aynen şöyle denilmekte ‘bir tercemenin, Allah kelamının yerine konulması ve aynı hükümde tutulması mümkün olur mu?’ Bu saçma bir bakış açısı ve çarpıtmadır. Arapçada şems Türkçede güneştir. Kuranda pek çok olay anlatılır. Geldiler, gittiler, yola düştüler, kötüler gibi güncel Arapça diliyle sayısız olay anlatılır. Şimdi bunlar kutsal kelimeler midir. Sadece anlam bütünlüğü ve yargılar, anlatılan hükümler, verilen emirler, birtakım öğretiler kutsaldır. Dilde kutsallık yoktur. Bilmeyen insanlarda bir şey zannedecek ve kelamı değiştirdiğini ve bir suç işlediğini düşünecek.Terceme anlamın tam karşılığıdır. Farklı bir kelime ve anlam değildir. Aynı anlamdır. Aynı anlamın her lisanda farklı bir kelime ile karşılığı vardır. Allah’ın kelamı değişmiş olmuyor ve farklı bir hüküm yerine konulmuyor. Bir tercüme Allahın kelamını yani kelimesinin tam karşılığını taşıyorsa elbetteki Allah kelamıdır ve yerine konulur. Allah’ın anlatmak istediği bir anlamın tam karşılığını temsil eden farklı lisandaki bir kelime Allah’ın kelamının tam karşılığı yerine konulur. Aynı anlamı taşıdığı için aynı hükmü vermekte ve aynı niteliği taşımaktadır. Bu farklı bir kelime ve anlam ile Allah kelamını değiştirmek ve aynı tutmaya kalkmak değildir. Yani meal farklı bir anlam taşımamaktadır.


Kaldı ki, İslam dini evrensel bir dindir. Değişik dilleri konuşan bütün müslümanların ibadette ortak bir dili kullanmaları onun evrensel oluşunun bir gereğidir.
İslam dini evrensel bir dindir. Evet anlamı ve evrensel değerlere sahip çıkması nedeniyledir. Barışa , adalete, demokrasiye, insan haklarına, kardeşliğe ve temel değerlere sahip çıkması açısından evrensellik taşımaktadır. Kuran her milletin anayasalarının temelini oluşturmaktadır. Değişik dilleri konuşan bütün müslümanların ibadette ortak bir dili kullanmaları onun evrensel oluşunun bir gereği değildir. Evrenselliğini Arapça lisana bağlamak yanlıştır. Asıl her lisanda okunması onun evrenselliğini gösterir.

Herkesin konuştuğu dil ile ibadet yapmaya kalkışması, Peygamberimizin öğrettiği ve bugüne kadar uygulana gelen şekle ters düşeceği gibi içinden çıkılmaz bir takım tartışmalara da yol açacağı muhakkaktır. Herkesin kendi lisanında ibadet etmesi peygamberimizin öğrettiklerine ters düşmemektedir. Tam tersi onun öğrettiklerini kendi lisanımızda aynen uygulamaktır. Zaten şeklen de aynı kılınacaktır. Sanki farklı bir şey, farklı bir ibadet yapılıyormuş hissi verilmesini kınıyorum. Kendi lisanımızda namazın tüm şartlarına uygun sünnete uygun ibadet elbette ki edilebilir. Birtakım sıkıntılar yaşansa da genelin sünnete sarılması yıllarca öğretilegelmiş ibadeti değiştiremez ve engelleyemez. Ayetlerin uygulamaların değiştirileceği korkusu ta peygamberimiz döneminde de vardır. Ancak Allah biz bu kuranı koruyacagız ayetiyle anlamlarının ve ibadetlerinin bozulmaması için koruduğunu bildirmektedir. Yani kendi lisanımızda ibadet ettiğimizde halkın geneli doğru yapacagından ve sünnetten ayrılmayacagından birtakım bozulmalara sebebiyet vermeyecektir.
Konuya ülkemiz açısından baktığımızda ise böyle bir uygulamanın dışarıda Türkiye aleyhinde, içerde ise Devlet aleyhinde bir malzeme olarak kullanılacağı, vatandaşların birlik ve beraberliğini zedeleyeceği, sonuç olarak bir takım huzursuzluklara sebebiyet vereceği dikkatten uzak tutulmamalıdır. Türkiye aleyhinde olumsuz bir propağanda yapılacak diye doğru olan bir şeyi yapmayalım mı. Kendi lisanında ibadet etmeye öncü olmak ülkemiz açısında büyük bir sevap ve kazanımdır. Arap ülkeleri Türkiye’yi kınayacagına dinlerinin yayılması için sevinmelidir. Gerçekte dini öğrenmeleri ve kendi lisanlarında ibadet etmelerine sevinmelidirler. Kınamalarının temelinde arap milliyetçiliği vardır.
Dinin yayılmasını engellemek isteyenler ve hiçbirşey bilmeyen cahiller kendi lisanında ibadet etmeye karşı çıkmaktadırlar. Arapça takıntısı yapanların geri planındaki gerçek nedenlerine bakarsanız birtakım menfaatler ve tam cahillik görürsünüz.

Diğer taraftan, yüzleri aşan terceme ve meal arasından din ve vicdan hürriyetini zedelemeden, üzerinde birlik sağlanacak birisinin namazda okunmak üzere seçilmesi ve buna herkesin benimsemesi mümkün görülmemektedir. Neden mümkün görülmesin ki. Diyanet bir meal belirler. Namazda ayetlerin okunmasında bu mealin dışına çıkılmaması söylenir. Aynı Arapların Arapça kuran kelimelerinde sabit kaldığı gibi. Tüm halk bunu kabul eder ve uygular. Bunda bir sıkıntı olmaz. Hem insan namazda aynı anlamı taşıyan farklı kelimeler de kullanabilir.
Araplardan günümüze kadar kuranın değiştirilmesi ve kelimelerinin oynanmaması ve farklı anlamlar yüklenmemesi için son derece dikkatli davranılmıştır. O dönemlerde müşrikler kuranı değiştirmek için kelimelere farklı anlamlar yüklüyor, değiştirmeye çalışıyorlardı. Kuran ayetlerini temsil edecek Arapça kelimelerine son derece sadık kalındığı ve korumaya çalışıldığı bilinmektedir. Cumhuriyet dönemindeki Kuran çevirilerinde uzmanlar çok dikkatli çalışmışlardır. Temel neden anlamlarının değişime uğramamasıdır. Ve o dönemin kelamcıları çok büyük iş çıkarmışlardır. Büyük bir titizlikle ince eleyip sık dokuyarak müthiş bir çalışma yapmışlardır. Bilirsinizki o dönemde lisanımız değiştirilmişti. Sırf dinden ve Kurandan kopartılmak için Türkçe dayatılmıştı. Arapçaya karşı değiliz, Türkçe ile yeni bir nesil yetişmiş, Artık günümüzde arapçaya geçmek mümkün değildir. Bunu da isteyici değiliz. Ancak kendi lisanlarımızda ibadet etmek olması gereken kaçınılmaz bir gerçektir. Eğer Türkiyede Türkçe ibadet edilirse ikinci bir bahar, bir uyanış ve yeniden doğuş yaşanır. Türkiye ve dünya müthiş bir aydınlanma yaşar. Dinin özü anlaşılır.

Türkçe namaz ile Türkçe dua birbirine karıştırılmamalıdır. Çünkü dua kulun Allah'tan istekte bulunmasıdır. Bunun ise herkesin konuştuğu dil ile yapılmasından daha tabii bir şey olamaz ve zaten genelde de ülkemizde Türkçe dua yapılmaktadır. Namaz Allah ile karşılıklı buluşma ve konuşmadır. Duada aynı şeydir. Türkçe namaz ile Türkçe dua birbirinin aynısıdır. Namazda genellikle Kuran ayetleri okunur ama dualar da edilir. Namazın da kendi lisanımızda kılınmasından daha tabii ve doğal bir şey olamaz. İkisini ayırıp şu yapılır şu yapılmaz demek yanlıştır. Türkçe kuran (meal) okuyabilirsin, Türkçe dua edebilirsin ama namaz kılamazsın bu ne saçmalıktır. Kim bu kararı veriyor. Allah mı veriyor yoksa siz mi veriyorsunuz.
 
Diğer taraftan, Kur'an-ı Kerim'in en önemli özelliklerinden biri de i'cazdır. Bir benzerinin ortaya konulması konusunda, Kur'an bütün insanlığa meydan okumuştur. Bu i'cazın sadece anlamda olduğu söylenemez. Aksine, "onun Allah katından indirildiğinde şüpheniz varsa, haydi bir benzerini ortaya koyun" anlamındaki tehaddi (meydan okuma) ayetlerinden (Bakara 2/23-24; Yunus, 10/37-38; Hud, 11/13; İsra, 17/88; Tur, 52/33-34) bu özelliğin daha çok lafızla ilgili olduğu anlaşılmaktadır.
Sevgili kardeşlerim bu ayet tamamen benzeri bir anlamda bir kitabın indirilemeyeceğine yöneliktir. Kuranın bir benzeri demek farklı lisanda bir kitap, meali anlamı içermemektedir. Yani kurana benzeyen kutsallık içeren aynı anlamları taşıyan kitap indiremezler denilmektedir. Yani mealine çevrilemez, tercüme edilemez farklı lisanda okunamaz anlamı çıkartılamaz. Burada yine diyanet aklınızı farklı bir yöne çekmek için düşünceyi başka bir şeye yönlendirerek çarpıtma kullanmış.

Ayrıca bir benzerini ortaya koymak için, insanlar ve cinler bir araya toplanıp birbirlerine destek olsalar bile bunu başaramayacaklarını ifade eden ayet-i kerime (İsra, 17/88) den de, Kur'an'ın bir benzerinin yapılamayacağı ve bu itibarla tercemesinin Kelamullah sayılamayacağı, o hükümde tutulamayacağı ve dolayısıyle namazda tercemesinin okunamayacağı açıkça anlaşılmaktadır. (Kuranın bir benzerinin getirilemeyecegini tercemeye ve meale bağlamak yanlıştır. Buradaki ifadeler böyle büyük anlamlar, yargılar, ve kutsal hükümler içeren yeni bir kitaptan bahsedilmektedir. Kimse Allah dilemedikçe böyle yeni bir kitap getiremez denilmektedir. Hem bu ayetin ne için indiğini bilmek gerekir. O dönemde edebiyatı güçlü bir adamın bende benzer ayetler yazabilir ve yazıyorum demesinin söylentisi üzerine inmiştir. Meal Kuran’nın benzeri değil kendisidir. Terceme kuran hükmünü taşıyorsa aynı hükümdedir. Ve namazda kuranın tercemesinin okunması kuranın arapça okunmasıyla aynı şeydir.)

Şüphesiz bir müslümanın en azından namazda okuduğu Kur'an-ı Kerim metinlerinin anlamlarını bilmesi ve namazda bunları anlayarak ve duyarak okuması son derece önemlidir ve bu zor da değildir. (Sevgili hocalarım bu zordur. İnsanlarımız sadece okunuşunu başaramıyorlarki anlamlarını öğrenebilsinler. Yani Arapçayı ana dilleri gibi bilmeleri gereklidir. Kurandan birkaç süreye bağlı kılmak da doğru değildir. Tüm kuranı anlamaları için Arapçayı ana dilleri gibi bilmek şarttır. Hem namazda peygamberimiz gibi dualar da ediliyor. Hadi arapça güncel duaları nasıl edebilecekler. Herkes arapçayı öğrenemez. Neden kolayı varken Türkçe karşılığı varken Türkçesini okumuyoruz ki. Peygamberimiz ve sahabesi bazen secdede bir saat kalırlarmış ve çok dua ederlermiş biz arapça nasıl dualar edebilelim. Cemmatten hangi yaşlı amca ve gençlerden kaç kişi arapçayı ana dili gibi öğrenecektir. Ancak manasını anlamak, onun hidayetinden faydalanmak ve Yüce Rabbimizin emir, yasak ve öğütlerinin neler olduğunu öğrenmek için Kur'an-ı Kerim'i terceme etmenin ve bu maksatla meal, terceme ve tefsirlerini okumanın hükmüne başka diyen bir diyanete inanamıyorum.Tercüme ve tefsiri kuran okumama sıfatı giydirmek çok yanlıştır. Sorarız onlara o zaman n edir kuran. Kuran Arapça lisanmıdır. Yoksa kitabın içeriği ve bize anlatılanlarmıdır. Yahu Arapça meal ile Türkçe meal aynı şeyi ifade ediyorsa bu kurandır. Neden kabul etmiyorlar bence başka nedenleri var. Yeryüzündeki her milletin kendi lisanında ibadet etmesi gerektiği, ayetler ve hadislerde açıkken başka çekincelerden dolayı bunu kabul etmiyorlar.

Namazda ve ibadet olarak Kur'an-ı Kerim asli lafızları ile okunur. Evet ilk anlaşılması ve her yönüyle ayetlerin değerlendirilmesi için asli lafızlarıyla okunur. Dinin özünü anlatmak için Din bilginlerinin Arapçaya bağımlı kalması şarttır ama tüm insanlardan bunu beklemek yanlıştır. Karşılıkları tam olarak öğrenildiğinde kendi lisanın ile okunur. Bir şeyin doğuşunda kullanılan dil önemlidir ama sürekli o dilde kalmak mecburiyeti yoktur. Yani tıp dili nasıl ingilizce ise kuran’ın doğuşundaki dil arapçadır. Bu lisanlarla önemli alanlarda çığır açıldığı için önemlidir. Ancak sürekli bu lisanlara bağlı kalmak ve insanlar için zorunlu kılmak yanlıştır. Tıbbi terimlerin karşılıkları bulunabildiği gibi, Arapça terimlerin de karşılığı bulunmaktadır. Zaman içinde kendi lisanlarımızda tam karşılıkları bulunmuştur. Yüce Rabbımızın bize olan öğüt, buyruk ve yasaklarını öğrenmek, onun irşadından yararlanmak maksadıyla ise, terceme, meal ve açıklamaları okunur. Bu maksatla Kur'an-ı Kerim'in terceme, meal ve açıklamalarını okumak ta çok sevaptır ve genel anlamı ile ibadettir.
Din İşleri Yüksek Kurulunun yazısı burada bitmiştir.
DEĞERLENDİRMELER:
İngiltere-Fransa –Rusya ittifakı Osmanlının yıkılışında etkili oldu. Anadolu insanını katletmeye gelmişlerdi. Gerçekten bir kurtuluş, hayatta kalma savaşı verildi. Anadolu halkını Kurandan, namazdan ve kültüründen koparmak için lisanını değiştirdiler. Türkçe, kılık kıyafet yasaları, eğitim sisteminin değiştirilmesi gibi köklü değişimler yaptılar. Amaç bu köklü milleti imanından koparmaktı. Şimdi Osmanlıcayı ve geçmişi isteyici değiliz. Ancak kendi lisanımızda ibadet etmek en temel ihtiyaçtır.
Bir dönem Türkçe ezan ve ibadet kullanıldı. Baktılar ki bu millet yine inanlı oluyor hemen Arapçaya döndüler ve bu durumu engellediler. İslam güçlenir korkusuyla Türkçe ibadet rafa kaldırıldı. Yeni yasaklar çok ciddi takipleri ve cezaları beraberinde getirdi.
Her peygamber kendi lisanında ibadet etmiştir. Peygamberimiz kendi lisanında Arapça olarak Allah ile konuşmuştur. Müslümanlar farklı milletlerden olsa da kendi lisanında ibadet etme sünnetini yerine getirmelidir. Yani kendi lisanında ibadet etmek sünnettir.
Arapça Allah’ın lisanı değil Muhammed’in lisanıdır. Daha önceki peygamberler ve kavimlerde kendi lisanlarında kitap okumuşlar ve namaz kılmışlardır. Aslında onların durumları günümüze örnek değilmidir. Yani biz Türkiye halkı olarak Türkçe namaz kılmamız hem doğru, hem gerekli hem de sünnet değilmidir. Olması gereken kendi lisanında ibadet etmektir. Onların kendi lisanlarında ibadet etmeleri emsal teşkil etmektedir. Bize örnektir.
Türkçe namaz ile Türkçe dua arasında hiçbir fark yoktur.
Namaz bir ibadet olarak Allah Teala’nın emrettiği şekilde ve İslam’da açıklandığı üzere yerine getirilmelidir. Türkçe namaz aksini teşkil etmez. Türkçe kılınan namaz için de aynı şartlar uygundur.
Ulemasının icması, yani din bilginlerinin kararı yanlıştır. Ayetler bozulur ve anlamları değiştirilir korkusuyla Arapça ibadet edilmesini istemeleri yeryüzündeki tüm insanların dini yaşamasını engellemektedir. Ne zaman kadar yasaklayacaklar, islam küreselleşti. Her milletten müslüman var. Lisan milliyetçiliği yapanlar büyük bir günaha düşmektedirler.
Kabirdeki tüm sorguları melekler Arapça mı yapacaktır. Tabi ki değil. Her insanı kendi lisanında sorgulayacaktır.
Kuran’ın tercümesi Kuran’dır. Türkçe tercümesi de, Arapça tercümesi de Kuran’dır.
Arapça bile Kuran’dan çok farklı bir lisan diyorlar. Evet günümüzde öyle olmuştur. Kuran, o dönemin Araplarının halk dilidir. Elbetteki yeryüzü gibi, insanlar gibi zaman içerisinde lisanlar da değişimlere uğramaktadır. Ama bu Arapçanın kutsal olduğu ve kendi lisanımızda ibadet edemeyiz anlamı çıkartılamaz.
İbadet lisanı Arapça değildir. Kuranın indirilişinde kullanıldığı lisan Arapçadır. Her millet kendi lisanında kitabı okumalı ve ibadetini yapmalıdır.
Namazlarda okunan sureler, tesbihler, tekbir ve diğer dualar ana dilinizde ibadet ettiğinizde değiştirilmiş olmuyor. Sadece meali yani aynı anlamı okunuyor. Her lisanda GÜNEŞİN bir anlamı olduğu gibi.
Lisan sadece iletişim aracıdır. Arapça da öyledir. Önemli olan ise anlam ve manadır. Anlamların bilinçli olarak kalbe işlemesi için anadilde kuran okumak ve namaz kılmak şarttır.
Tüm peygamberler gibi Musa, İsa ve Muhammet kendi lisanlarında namaz kılmışlar ve ibadet etmişlerdir. Kendi lisanımızda peygamberimizin öğrettiği gibi namaz kılmak şarttır.
Ayetlerin anlamlarını bilmeden namaz kılmak farklı lisanda konuşup da ne dediğini bilmeyen bir insanın haline benzemektedir.
Namazda kısa süreleri okuyun diye geçiştiren hocaları kınıyorum. Anlamını bilseydiniz dilersenin Nisa’dan dilerseniz Bakaradan uzun bir bölüm okuyabilirdiniz. Durumunuza yaşantınıza ve sıkıntılarına göre ayetler seçerek namazınızı kılabilirdiniz. Peygamberimiz bir saat seçdede bir konuda Allah’a dua etmiştir. Hadi Arapça dua edin bakalım edebilecekmisiniz. Dünyada müslümanlardan kaç tanesi Arapçayı kendi ana dili gibi öğrenebilir ki. Arapçayı ana dilin gibi bilirsen ancak namazda istediğin ayetleri ve istediğin duaları edebilirsin.
Arapça lisanın ilahiliği ve kutsallığı yoktur. Sadece peygamberimizin döneminin lisanıdır. Doğal olarak Ayetlerde Arapça olmuştur. Arapça doğan bir din her lisana yayılmalıdır. Neden dini dar bir kalıba sokuyorsunuz ve insanların bilerek inanarak ibadet etmesini engelliyorsunuz. Kendi lisanında ibadet etmek hocalara ne kaybettirir, inananlara ve tüm insanlığa ne kazandırır hiç düşündünüz mü.
Kuran tam olarak tercüme edilmiş. Evrenselliği kanıtlanmış. Bozulmamış. Bundan sonra Arapça ayetlerin tam karşılığı yok, farklı anlamlar türer, yanlış lafızlara neden olur gibi laflar tamamen hayal ürünü, mantıksız bir tepkidir. Kıraat Arapçanın okunuşuyla ilgili bir durumdur, makamında okuma Arapçanın sorunudur. Ayetler her lisanda anlamları dahilinde kendi makamında okunabilir. Bu Arapça’nın kıraatiyle aynı şeydir.
Türkçe namaz ile türkçe dua arasında hiçbir fark yoktur. Arapça namaz ile Türkçe namaz arasında da hiçbir fark yoktur. Farklı lisanlarda aynı şeyler yapılır. Namazın şartlarına kesinlikle uyulur.(Abdestsiz, Fatihasız, rükusuz, secdesiz namaz olmayacagı gibi) Peygamberimizin öğrettiği şekilde namaz kılınır. Bir İngiliz, bir Fransız, bir Rus kendi lisanında namaz kılabilmeli, dinin özünü anlamalı ve kendini Allaha tam ifade edebilmelidir.
Namazda öncelikli ve çoğunluk olarak kuran ayetlerini kendi lisanınızda okumayı daha çok tercih edin. Peygamberimizin yaptığı gibi güncel ve kişisel gelişiminizle ilgili dualar edin.
Peygamberimiz döneminde Arapça namaz kılınmıştır. Diyorlar. Kılınacak tabi. Onlar Arap’tı ve lisanları Arapçaydı. Peygamberimiz döneminde Arap yarımadası dışına dahi çıkılamamıştı. O bölgedeki toplumlar ve beldeler Arapça konuşuyordu. Peygamberimiz uzak bölgelerdeki liderleri dine davet ederken mektuplarındaki ayetleri ve duaları karşı tarafın lisanında yazdırtmıştır. Bu dönemin şartlarını ve islamın küreselleştiğini görseydi dini sadece bir lisana hapsetmezdi. O peygamber hidayetin önünü tıkamazdı.
Kur'ân-ı Kerim âlemlere rahmettir" ,"Bütün insanlara gönderilmiştir" İslamın evrenselliğini ve her kavmin ona sarılmasını engelleyemeyiz. Her lisanda Kuran okunmalı ve namaz kılınmalıdır.
Allah’ın kelamını Arapça’ya endekleyemeyiz. Kuran ayetleri Allah’ın sözleri, cümleleri ve söyledikleridir. Kuran ayetlerinin anlamları Allah’ın kelamıdır. Arapça, Allah’ın lisanı da kelamı da olamaz.
Zaten vahiy kalbe gelen güçlü ve kesin bilgilerdir. Bilgiler ve duygular olarak kalbe gelmektedir. Yani tamamen manadır. Cebrail tarafından kalge getirilir. Bunu anlayan peygamberler bu güçlü manaları kendi lisanında yazıya dökmüşlerdir. Ve bunu kavmine yaymıştır.Anlaşılacagı üzere lisan sadece araçtır.
Allah her peygambere kendi lisanında öğretilerde bulunmuş kitabını yayınlatmıştır. Hatta Musa’nın lisanında konuşmuştur.
Kuran beşeri bir kelam değildir. Ama Arapça beşeri bir lisandır. Arapça Allah’ın lisanı değildir. Cennet dili çogunlukta Arapçadır. Aynı şu an dünya konuşma ve anlaşma dili ingilizce olduğu gibi. Ama dünyada çok çeşitli lisanlar vardır. Cennette de her milletten ve lisandan insanlar olacak. Cennette her lisan konuşulur. Ama konuşma ve anlaşma dili Arapçadır. Günümüzde küreselleşmiş lisan nasıl ingilizce ise cennette de küreselleşmiş lisan Arapçadır. Bir devrin dili olan Arapçanın yaygın olması ve inanan olarak Arap ların çokluğu yani ümmetin çokluğu ve en etkili din kültürünü ve felsefesini Kuran’ın vermesidir. Son peygamberin etkisiyle Kuran’ın egemenliğinden dolayı cennette Arapça konuşulacaktır. Bu söylediklerimizden Kuran’ı Arapça okuyalım anlamı çıkmaz. Tam tersi kendi lisanında okumak ve ibadet etmek Kuran egemenliğini destekler.
İbadet lisanı Arapçadır diyenler büyük bir günahın içine düştüler. Allah’a nasıl hesap verecekler bilemiyorum. Geri planında ya Arap milliyetçiliği ya da birtakım hocaların dini sahiplenmesi vardır. Herkesin dini bilmesi ve namaz kıldırması birilerinin işine gelmeyebilir. Özellikle de diyanetin sisteminde büyük bir devrim yaratacaksa. Din sadece diyanete ve görevli hocalara imamlara inmedi. Tüm insanlığa indi. Arap toplumlarında dini liderlerinin rantı büyüktür. Ülkemizde de az da olsa hiyerarşik bir rant vardır. Cemaat liderlerinin saltanatı, Tarikat şeyhlerinin gözde olması nedeniyle menfaatler çerçevesinde Arapça bilenler kendi lisanında ibadet etmeyi yasaklar. Birilerinin keyfi ve diyanet camiası için Türkçe ibadete karşı çıkmaktadırlar. Dinde birlik gerekçesinden başka bir gerekçe bulamayanlar kendi lisanımızda ibadet etmemizi engellemektedirler.Dinde birlik lisanda değil herkesin aynı kültüre ve imana sahip olmasından doğar.
Arapça bilenlerin kendi lisanında ibadet etmeye karşı çıkmalarının temel nedeni elde ettikleri kazanım ve ayrıcalıklardır. Kendi lisanında kuran okunması ve ibadet edilmesi Arapça bilmeyi etkisiz ve gereksiz kılmaktadır. Arapça bilenler boşuna mı Arapça öğrendik bu bizim mesleğimiz ve kazanımımız diye Türkçe ibadete şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Böyle nedenlerden dolayı dinin tüm dünyaya yayılmasını, her şeyiyle öğrenilmesini ve halis ibadet yolunu engellemeleri büyük bir günahtır.
Bazıları da bilinçsizce korkuya düşüyorlar. İmam hatip Liseleri ve İlahiyat fakülteleri ziyan olacak diye Onca Kuran kursu var diye,Din sadece bu okullara gidenlere değil, bütün insanlarımıza geldi.Hepsi bu ayetlerden haberdar olmalılar. Onlar o okullarda Arapça yı öğrenmek için büyük zamanını harcıyorlar. Herkes kendi lisanında okudugu zaman insanların çoğu ayetlerden haberdar olacak böylece imam hatipliler ve ilahiyatçıların asıl görevleri olan insanları ve kendilerini ayetlerden haberdar etme çabası kökten hallolmuş olmuyor mu.. Allah her şeye bir kolaylık vermiştir. Onlar belki de kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyorlar.Allah ın dinine hizmet doğrultusunda hareket etselerdi onlar için daha güzel olur du.
"Allahü ekber" yerine "Tanrı uludur" kelimesini çok abesçe ortaya koyanlar, ‘Allah büyüktür.’ kelimesini kullanmadılar. Allahü ekber ile Tanrı büyüktür aynı anlamı taşıyorsa bunda hiçbir sakınca yoktur. Nisa’nın kadın, Bakaranın dişi deve, zilzalın zelzele deprem olduğunu herkes bilmelidir.
İnmemiştir Kuran bir musiki, güzel bir ses dinletisi olarak. Hele farklı bir lisanın okunuş güzelliği hiç değildir. Arapçayı bilmeyenlerin kuran ziyafeti, dinletiden öteye geçmemiştir.
 
Top