Dikkat çocuklarınız aslında sizin değil !!!
Diyelim ki, komşunuz ya da arkadaşınız size misafir olarak geldi. Beraber çay içiyorsunuz. Misafiriniz farkına varmadan çayı halıya ya da masanızdaki dosyaların üzerine deviriverdi. Tepkiniz nasıl olurdu? Muhtemelen Önemli değil, olur böyle şeyler? der geçerdiniz değil mi? Misafirinizin kalbinin kırılmasını istemez ve çay dökülme hadisesini çok önemsemezdiniz.
Ya da, diyelim ki komşunuz çocuğunu size emanet etti. Emanet edilen o küçük çocuk, bardağı düşürüp suyu halıya döktü. Tepkiniz nasıl olurdu? Yine çok fazla kızmaz, emanetin üzülmesini istemezdiniz.
Komşumuza, arkadaşımıza ya da emanet olan çocuklara tepkimiz çok yumuşakken nedense kendi çocuklarımıza olan tepkimiz çok daha fazla sert ve kırıcı oluyor. Çayı ya da suyu bilmeden döken çocuğumuzu azarlıyor, bazen dövüyor, kalbini ve ruhunu incitebiliyoruz. Hâlbuki yetişkin olan komşumuz, çocuğumuzdan daha suçlu belki. Bardağı dökmemesi gereken asıl o. Ona yumuşaklıkla davranırken, hareketli olan ve belki de kendi bedenini tam kontrol edemeyen çocuğumuza verdiğimiz tepki neden bu kadar sert?
Biz yetişkinler, çocuklarımızın bizim olduğunu düşünüyoruz. Kendimizi onların sahibi olarak görüyoruz. İnsan kendisinin gördüğü bir nesne ya da canlıya karşı daha hoyratça davranabiliyor. Bizim olmayan nesne ve canlılara ise davranışımız daha ölçülü oluyor. Zihinsel bir yanılgı içindeyiz. Çocuklarımızı daha kişilikli ve daha insanca yetiştirmek için bu yanılgıdan sıyrılmamız gerekiyor. Çocuklarımızın sahibi biz değiliz. Onlar bize birer emanet sadece. Yüce Yaratıcımızın biz anne-babalara teslim ettiği şirin bir emanet onlar.
Bir dakika durup düşünelim. Yaratıcımız, değer verdiği, yoktan var ettiği, kalbi atan ve nefes alıp veren bir canlı emanet ediyor bize. Onun bize emanet vermesi, aynı zamanda bize değer vermesi anlamına da geliyor. Diyor ki O: Ey felan ailesi. Ben bu dünyaya bir kul göndereceğim. Ona değer verdim. Yoktan var ettim onu. Bir eşya, bitki sıfatını değil, yaratılmışların en üstünü olan insan sıfatını verdim ona. Bu kulum büyüyünceye kadar sevgiye, ilgiye muhtaç olacak. Onun rızkını ben göndereceğim. Bu kuluma emanetçi olarak da milyarlarca aile içinde sizi seçtim. Bu küçük kuluma sevgiyle, şefkatle muamele edin. Onun ruhunu, kalbini incitmeyin. Zamanı ve yeri geldiğinde o emaneti sizden teslim alacağım.
Evet, Çocuklarım diyerek sahiplendiğimiz küçük yavrular aslında bize teslim edilmiş bir emanet. Ancak bizler zaman içinde bir yanılgıya düşüyor ve onları sahipleniyoruz. Sahiplenme başladığında zaten kötü muamele, azarlama ve şiddet de başlıyor. Nedense sahiplendiğimiz anda çocuklarımızın bir canlı da olduğunu unutup bir insan gibi değil de eşya gibi davranmaya başlıyoruz onlara.
Bir an için cep telefonlarımızı aklımıza getirelim. Sahibiz değil mi ona? İstediğimiz zaman açıp, istediğimiz zaman kapatabiliriz onu. Duvara atıp kırabiliriz. Sesini kısıp, açabiliriz. İstersek bir köşeye atar, hiç ilgilenmeyiz. Çünkü ona sahibiz. Cep telefonumu parçalasam bile kimse bana bir şey diyemez düşüncesi vardır. Sahibi ben değil miyim, istediği yaparım anlayışını benimsemişizdir.
İşte bazen bizler, çocuklarımızın sahibi olduğumuzu düşünerek onlara birer eşya gibi davranabiliyoruz. İstiyoruz ki, istediğimiz zaman konuşsunlar, istediğimiz zaman sussunlar. Yeri geldiğinde bir köşede bırakmak, odalarına göndermek istiyoruz onları. Biz istediğimizde yemek yesin arzu ediyoruz. Çocuğumuzu dövdüğümüzde birisi karışacak olsa Sanane kardeşim! Benim çocuğum değil mi, severim de döverim de. diyebiliyoruz.
Açıkça söylemek gerekiyor ki, onlar bizim çocuğumuz değil. Biz satın almadık. Yaratan da biz değiliz, onları bu dünyaya gönderme kararını da biz vermedik. Sadece istedik. İsteğimiz kabul gördü ve bize emanet olarak verildi onlar. Verilmeyebilirdi de. Verilmediğinde bir hak da iddia edemezdik hani.
Madem birer emanet onlar, onlara emanet gibi yaklaşmamız gerekiyor öncelikle. Emanete gösterdiğimiz saygıyı, nezaketi ve özeni çocuklarımıza da göstermemiz gerekiyor sanıyorum. Sonrasında ise onların bir eşya değil canlı olduğunu hatırda tutmamız gerekiyor. Yetişkinler olarak, sokakta gezen köpekleri tekmelemiyor, kedileri tokatlamıyoruz. Evimizde beslediğimiz balıklara hakaret etmiyoruz. Kuşların kanatlarını yolmuyoruz. Bitkilere bağırıp çağırmıyor, dallarını kırmıyoruz. Çünkü onlar bir canlı ve bizler canlıya yaraşır şekilde davranıyoruz. Çocuklarımız da birer canlı. Hem de masum, şirin ve bizim sevgimize ve şefkat duygularımıza emanet edilmiş bir canlı. Canlıya karşı bir saygı duyuyorsak, çocuklarımıza da duymalıyız. Onlara kızabiliriz, küsebiliriz belki ama onlara hakaret edip kişiliklerini zedeleyemeyiz. Tokat atıp, ruhunu incitemeyiz. Her canlı gibi onlar da bir kalp taşıyor. Hem de hassas bir kalp. Onları eğitelim derken, eğip, itebiliyoruz.
Özetle, çocuklarımızı doğru eğitirken aklımızda tutmamız gereken iki temel gerçek var. Bir, bizler çocuklarımızın sahibi değil, emanetçiyiz. İki, çocuklarımız küçük bir kalp taşıyor, onlara bir eşya gibi muamele edemeyiz.
Diyelim ki, komşunuz ya da arkadaşınız size misafir olarak geldi. Beraber çay içiyorsunuz. Misafiriniz farkına varmadan çayı halıya ya da masanızdaki dosyaların üzerine deviriverdi. Tepkiniz nasıl olurdu? Muhtemelen Önemli değil, olur böyle şeyler? der geçerdiniz değil mi? Misafirinizin kalbinin kırılmasını istemez ve çay dökülme hadisesini çok önemsemezdiniz.
Ya da, diyelim ki komşunuz çocuğunu size emanet etti. Emanet edilen o küçük çocuk, bardağı düşürüp suyu halıya döktü. Tepkiniz nasıl olurdu? Yine çok fazla kızmaz, emanetin üzülmesini istemezdiniz.
Komşumuza, arkadaşımıza ya da emanet olan çocuklara tepkimiz çok yumuşakken nedense kendi çocuklarımıza olan tepkimiz çok daha fazla sert ve kırıcı oluyor. Çayı ya da suyu bilmeden döken çocuğumuzu azarlıyor, bazen dövüyor, kalbini ve ruhunu incitebiliyoruz. Hâlbuki yetişkin olan komşumuz, çocuğumuzdan daha suçlu belki. Bardağı dökmemesi gereken asıl o. Ona yumuşaklıkla davranırken, hareketli olan ve belki de kendi bedenini tam kontrol edemeyen çocuğumuza verdiğimiz tepki neden bu kadar sert?
Biz yetişkinler, çocuklarımızın bizim olduğunu düşünüyoruz. Kendimizi onların sahibi olarak görüyoruz. İnsan kendisinin gördüğü bir nesne ya da canlıya karşı daha hoyratça davranabiliyor. Bizim olmayan nesne ve canlılara ise davranışımız daha ölçülü oluyor. Zihinsel bir yanılgı içindeyiz. Çocuklarımızı daha kişilikli ve daha insanca yetiştirmek için bu yanılgıdan sıyrılmamız gerekiyor. Çocuklarımızın sahibi biz değiliz. Onlar bize birer emanet sadece. Yüce Yaratıcımızın biz anne-babalara teslim ettiği şirin bir emanet onlar.
Bir dakika durup düşünelim. Yaratıcımız, değer verdiği, yoktan var ettiği, kalbi atan ve nefes alıp veren bir canlı emanet ediyor bize. Onun bize emanet vermesi, aynı zamanda bize değer vermesi anlamına da geliyor. Diyor ki O: Ey felan ailesi. Ben bu dünyaya bir kul göndereceğim. Ona değer verdim. Yoktan var ettim onu. Bir eşya, bitki sıfatını değil, yaratılmışların en üstünü olan insan sıfatını verdim ona. Bu kulum büyüyünceye kadar sevgiye, ilgiye muhtaç olacak. Onun rızkını ben göndereceğim. Bu kuluma emanetçi olarak da milyarlarca aile içinde sizi seçtim. Bu küçük kuluma sevgiyle, şefkatle muamele edin. Onun ruhunu, kalbini incitmeyin. Zamanı ve yeri geldiğinde o emaneti sizden teslim alacağım.
Evet, Çocuklarım diyerek sahiplendiğimiz küçük yavrular aslında bize teslim edilmiş bir emanet. Ancak bizler zaman içinde bir yanılgıya düşüyor ve onları sahipleniyoruz. Sahiplenme başladığında zaten kötü muamele, azarlama ve şiddet de başlıyor. Nedense sahiplendiğimiz anda çocuklarımızın bir canlı da olduğunu unutup bir insan gibi değil de eşya gibi davranmaya başlıyoruz onlara.
Bir an için cep telefonlarımızı aklımıza getirelim. Sahibiz değil mi ona? İstediğimiz zaman açıp, istediğimiz zaman kapatabiliriz onu. Duvara atıp kırabiliriz. Sesini kısıp, açabiliriz. İstersek bir köşeye atar, hiç ilgilenmeyiz. Çünkü ona sahibiz. Cep telefonumu parçalasam bile kimse bana bir şey diyemez düşüncesi vardır. Sahibi ben değil miyim, istediği yaparım anlayışını benimsemişizdir.
İşte bazen bizler, çocuklarımızın sahibi olduğumuzu düşünerek onlara birer eşya gibi davranabiliyoruz. İstiyoruz ki, istediğimiz zaman konuşsunlar, istediğimiz zaman sussunlar. Yeri geldiğinde bir köşede bırakmak, odalarına göndermek istiyoruz onları. Biz istediğimizde yemek yesin arzu ediyoruz. Çocuğumuzu dövdüğümüzde birisi karışacak olsa Sanane kardeşim! Benim çocuğum değil mi, severim de döverim de. diyebiliyoruz.
Açıkça söylemek gerekiyor ki, onlar bizim çocuğumuz değil. Biz satın almadık. Yaratan da biz değiliz, onları bu dünyaya gönderme kararını da biz vermedik. Sadece istedik. İsteğimiz kabul gördü ve bize emanet olarak verildi onlar. Verilmeyebilirdi de. Verilmediğinde bir hak da iddia edemezdik hani.
Madem birer emanet onlar, onlara emanet gibi yaklaşmamız gerekiyor öncelikle. Emanete gösterdiğimiz saygıyı, nezaketi ve özeni çocuklarımıza da göstermemiz gerekiyor sanıyorum. Sonrasında ise onların bir eşya değil canlı olduğunu hatırda tutmamız gerekiyor. Yetişkinler olarak, sokakta gezen köpekleri tekmelemiyor, kedileri tokatlamıyoruz. Evimizde beslediğimiz balıklara hakaret etmiyoruz. Kuşların kanatlarını yolmuyoruz. Bitkilere bağırıp çağırmıyor, dallarını kırmıyoruz. Çünkü onlar bir canlı ve bizler canlıya yaraşır şekilde davranıyoruz. Çocuklarımız da birer canlı. Hem de masum, şirin ve bizim sevgimize ve şefkat duygularımıza emanet edilmiş bir canlı. Canlıya karşı bir saygı duyuyorsak, çocuklarımıza da duymalıyız. Onlara kızabiliriz, küsebiliriz belki ama onlara hakaret edip kişiliklerini zedeleyemeyiz. Tokat atıp, ruhunu incitemeyiz. Her canlı gibi onlar da bir kalp taşıyor. Hem de hassas bir kalp. Onları eğitelim derken, eğip, itebiliyoruz.
Özetle, çocuklarımızı doğru eğitirken aklımızda tutmamız gereken iki temel gerçek var. Bir, bizler çocuklarımızın sahibi değil, emanetçiyiz. İki, çocuklarımız küçük bir kalp taşıyor, onlara bir eşya gibi muamele edemeyiz.
Uzman Pedagog Mehmet Teber - Haber 7