• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu yarışma düzenlendi. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada katilmanizi bekliyoruz...

Demokrasinin tanımı ve gelişimi

Suskun

V.I.P
V.I.P
DEMOKRASİNİN TANIMI VE GELİŞİMİ​



DEMOKRASİ

Bir ülke halkının kendi kendisini yönetmesi demektir.Demokrasinin ilk uygulamaları Eski Yunan’da görülmüştür.Yunanca’daki demos (halk) ve kratos (iktidar) sözcüklerinin birleşmesinden oluşan “demokrasi”, yalnızca ayrı*calıklı bir ya da birkaç kişinin değil, bir bütün olarak halkın ülkenin yönetimine katıldığı bir yönetim sistemi anlamına gelir.
Atina’nın doğrudan demokrasisinde, halk bir meydana toplanır ve önemli konulardaki kararlarını yöneticilere bildirirlerdi. Yalnız burada hemen hatırlanması gereken nokta, eski Yunan’da yalnız vatandaşların demokratik hak ve özgürlüklerden yararlandıkları, kölelerin ise hiçbir hakları bulunmadığı idi.
Demokrasi, zamanla yönetilenlerin yönetime katılması için temsilcilerinin seçildiği rejimlerin adı oldu. Aslında, tüm siyasal ve toplumsal sistemler gibi, teknolojik değişme ve gelişmeler sonucu ortaya çıktı. Tek bir mutlak hükümdarın bulunduğu rejimlere genellikle "polis devleti" denirdi. Bu devlette, hükümdar tek başına, tanrının temsilcisi olarak, gelenekler üzerinde hüküm sürerdi; genellikle destekçileri din adamları ve toprak sahipleri idi.
Doğu’da teknolojik değişme ve gelişme yavaş olduğu için, Batı Avrupa’daki değişme ve gelişmeler sonunda, toplumda din adamları ve toprak sahiplerinin yanında tüccar, esnaf ve en önemlisi sanayiciler ortaya çıktılar ve yönetimde söz sahibi olmak istediler. Tarımdan sanayiye, kırsal üretimden kentsel üretime geçiş sonunda, hükümdarın yanında artık halk ya da yeni gelişen tüccar, esnaf, sanayici yer almak istedi.
Böylece hukuk devleti kavramı ve meşrutiyet yönetimleri doğdu. Artık hükümdarın
yanında halktan seçilmiş meclisler de yer alıyor ve hükümdarın karşısında bu insanların yaşam hakkı, söz hürriyeti, mülkiyet hakkı, inanç hürriyeti gibi vazgeçilmez ve devredilmez hak ve hürriyetleri kabul ediliyordu. Bu gelişmenin en önemli göstergelerinden biri, bağımsız mahkemelerin bu hak ve hürriyetleri güvence altına almasıydı.
Teknolojik değişme ve gelişme hızını sürdürünce, köylülerin, köylerde toprak sahibi olan ağaların ve din adamlarının yanında, yönetime ortak olmuş bulunan tüccar-esnaf-sanayici üçlüsüne ek olarak işçiler de sayıca arttılar ve yönetimde söz sahibi olmak istediler. Böylece hukuk devleti, sosyal refah devleti kavramına, meşrutiyet kavramı da demokrasi kavramına dönüştü.
Demokrasi her ne kadar halkın halk tarafından yönetimi ya da çoğunluk yönetimi olarak adlandırılsa da, çağdaş değişme ve gelişmeler ona yeni anlamlar kazandırdı. İlk ortaya çıkan kavram, temsili demokrasi anlayışıdır. Bu anlayışa göre halk, doğrudan doğruya kendini yönetemeyeceği için, seçtiği temsilciler aracılığı ile yönetilir.
İkinci olarak ortaya çıkan kavram, özgürlükçü demokrasi kavramıdır. Bu kavram, özellikle baskıların en korkuncu, çoğunluğun baskısıdır anlayışından kaynaklanır. Bir demokratik sistemin en önemli özelliğini başta azınlıkların, yani düşünceleri azınlıkta kalanların hakları olmak üzere, tüm insan haklarına dayalı olması gereğine dayalı bir yaklaşımı belirtir.
Çağımızdaki tüm gelişme ve değişmelerden sonra, bugün demokrasi kavramı, düşünceleri azınlıkta kalanların da çoğunluğu kazanabilme hak ve olanağına sahip oldukları bir çoğunluk yönetimi özelliğine erişmiştir. Bir başka deyişle, demokrasinin temel koşulu, klasik insan hak ve özgürlükleri olduğu gibi, azınlıkta kalan düşünce sahiplerinin de kendi düşüncelerini, çoğunluğu kazanmak amacıyla savunabilmeleri ilkesine dayanır.
Genel bir tanımla demokrasi şöyle tarif edilebilir: “Egemenlik haklarının halka ait olduğu düşüncesine dayandırılmış siyasi bir sistemdir.” Demokrasinin bir başka tanımı şöyle yapılmıştır “Demokrasi bir yönetim düzeninde halk iradesinin ağır basması veya yönetimin halk tarafından denetlenmesidir.”
Çağımızda demokrasi değişik ideolojiler tarafından birbirinden farklı, hatta çelişkili anlamlarla doldurulmuştur. Bu bakımdan demokrasi için tek bir tanımda birleşmek mümkün değildir. J. J. Russeau, demokrasinin gerçek şekliyle hiçbir zaman var olmadığını ve var olmayacağını ileri sürmüştür.

Demokrasinin çeşitlerinden de bahsetmekte yarar vardır. Bu çeşitler şunlardır: Doğrudan doğruya demokrasi, temsili demokrasi, liberal demokrasi, sosyal demokrasi, Hıristiyanî demokrasi, halk demokrasileri (Totaliter demokrasi).


“Siyasi kararların, çoğunluk esasına göre doğrudan doğruya şehir halkı tarafından alındığı yönetim şekline doğrudan doğruya demokrasi denilir.”;

“Yurttaşların siyasi haklarını doğrudan doğruya değil de kendi seçtikleri ve kendilerine karşı sorumlu bulunan temsilciler aracılığı ile kullandıkları yönetim şekline temsili demokrasi adı verilir.”;

“Azınlıkta kalanların kişisel ve kamu haklarını güvenlik altına alabilmek için çoğunluk iktidarının anayasa ile kısıtlanarak uygulandığı yönetim şekli liberal demokrasi adını almıştır. Buna anayasal demokrasi de denilir.”;

“Siyasi anlamda demokrasinin öngördüğü ilkeler dikkate alınmaksızın, sosyal ve ekonomik farkları en aza indirmek amacını güden sisteme sosyal demokrasi denilir.”;

“Hıristiyan din buyrukları ile demokratik ilkeleri bağdaştırmayı amaçlayan akıma hıristiyanî demokrasi denilmiştir.”;

“İkinci dünya savaşı ertesinde çeşitli ülkelerde S.S.C.B örnek alınarak kurulan demokratik cumhuriyetlere halk demokrasileri veya totaliter demokrasi adı verilmiştir.”
Bu tür demokrasi Rusya’nın peykleri durumundaki Arnavutluk, Macaristan, Polonya, Romanya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Çin, Kuzey Kore ve Vietnam gibi devletlerde uygulanmış, halen de bazılarında uygulanmaktadır.

Siyasal bir topluluğun teşkilatlanmasında en çok başvurulan yollardan biri doğrudan doğruya demokrasi çeşidi olmuştur. Antropologlar, demokrasinin birçok ilkel topluluk tarafından uygulandığını ortaya koymuşlar ve bu sistemin tarih öncesi çağlardan beri kullanıldığını göstermişlerdir. Fakat, Batı siyasal geleneği açısından demokrasinin başlangıcı eski Yunan’daki şehir siteleridir. Sistemli bir siyaset teorisi kurmayı deneyen Eflatun ve Aristoteles demokrasiyi beş veya altı hükümet biçiminden biri olarak göstermişlerdir. Demokrasinin en iyi tanımını Aristotales Polikon’da yapmıştır. Fakat, bu demokrasi anlayışı, günümüz demokrasi anlayışından tamamıyla farklıdır. Eski Yunanda kanunları, yurttaşların hepsi bir araya gelerek yapıyorlardı. Çünkü, o dönemde devletler genellikle bir şehir ve yöresinden oluşacak derecede küçüktü. Yurttaş sayısı çoğu zaman (10.000)’i geçmiyordu. Bu sayı azlığı doğrudan doğruya demokrasiyi mümkün kılıyordu. Bu devletlerde yurttaş kitlesi ile ergin halk kitlesi eşit değildi. Kadınların bu site devletlerinde oy kullanma hakkı yoktu. Bunun yanında yurttaşlık haklarından yoksun kalabalık bir köle sınıfı da vardı. Yunan demokrasisi köleliği kendi yapısına aykırı bulmuyordu. Eski Yunan demokrasisinde bütün yurttaşlar meclise katılmak ve oy vermek hakkına sahip idi. Bunun gibi yürütme ve yargı organlarında da görev alabilirlerdi. Görev dağılımı seçim yahut kura ile yapılırdı. Fakat, Yunan demokrasisi tarihin akışı içinde kısa bir dönem sürdü, çağdaş demokrasileri teori ve pratik yönünden çok az etkiledi.

DEMOKRASİNİN GELİŞİMİ
Demokrasi geleneğinin beşiği sayılan Eski Yunan’da bir kent ve çevresinden oluşan kent devletlerinde, yasalar tüm yurttaşların katılı*mıyla yapılıyordu. Çeşitli yürütme ve yargı organlarında görev alan yurttaşlar oy verme ve meclise katılma hakkına sahiptiler. Kent*lerdeki yurttaş sayısının 10 bini geçmemesi bu tür bir doğrudan demokrasi uygulamasına olanak veriyordu. Eski Yunan’da demokrasi İÖ 5. yüzyılda yaygınlaştı. Ne var ki, kadınlar ve köleler yurttaş sayılmadıkları için bu tam anlamıyla katılımcı bir demokrasi değildi. Kölelerin ve kadınların en zor işleri yerine getirmeleri, yurttaşlara kamu hizmetleriyle uğraşmak için olanak veriyordu. Eski Yunan’da yurttaşlar arasında eşitlik vardı; ama İnsanlar arasında eşitlik yoktu.
Eski Roma’da da herkes yurttaşlık hakkına sahip değildi. Başlangıçta yurttaş sayılmayan plebler sonradan öteki yurttaşlarla hukuksal eşitliğe sahip oldular.Önce cumhuriyet, son*ra imparatorluk olan Roma’da yönetim senatonun elindeydi. Senatörler halk tarafından seçilmiyor, genellikle toprak sahipleri ve eski devlet görevlilerinden oluşuyordu.
Ortaçağda siyasal iktidar büyük ölçüde feodal toprak sahiplerinin temsilcilerinin elindeydi.Ortaçağ Avrupa’sındaki feodalizmin yıkılışından sonraki mutlak Krallıklar döneminde ticaret kentleri gelişti. Bu kentlerde en çok sözü geçen tüccarlar ile sanayiciler, yani burjuvalardı. Halk meclisleri de halkın tamamını temsil etmeyen bu kesi*min elindeydi. Gene de bu meclisler daha ilerde parlamentolara ve yasama meclislerine giden yolda bir adım oldu.
17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa’da sanat, düşünce ve siyaseti etkileyen Aydınlanma Akımı eski yönetim biçimlerini sorgulayan eleştirel ve devrimci bir akımdı.İnsanların eşit doğduğu,devletin güçlünün karşısında ve zayıfın yanında olması gerektiği, insanların yönetime seçimle getirdikleri hükümetler yoluyla geleceklerini belirleme olanağına sahip olabilecekleri gibi düşünceler bu dönemde yaygınlık kazandı. Hükümetler halklarına karşı görevlerini yeri*ne getiremedikleri zaman, halkın bu yönetici*leri işbaşından uzaklaştırmaya ve yerine yeni*lerini getirmeye hakkı olmalıydı.
Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde (1776) tüm insanların eşit yaratıldığı ve Tanrı tarafından onlara vazgeçilmez haklar tanındı*ğı; bu haklar arasında yaşam, özgürlük ve mutlu olma hakkı bulunduğu; hükümetlerin varlığının bu hakların elde edilmesine yardım*cı olmaktan başka bir nedeni olamayacağı dile getiriliyordu. Fransız Devrimi’nin (1789) ge*tirdiği özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkelerine göre, kurulacak hükümetlerde halkın yöneti*me katılması öngörülüyordu. İnsanlar hiçbir ayrım gözetilmeksizin yasalar önünde eşit olacaktı. Ne var ki, bu ilkelerin yaşama geçirilmesi kolay olmadı. Hemen hemen her ülkede gerek kadınların, gerek etnik grupla*rın, ABD ve Güney Afrika gibi ülkelerde ise Siyahların hakları için çetin mücadeleler ver*meleri gerekti. Bu mücadeleler bugün de sona ermiş değildir.
Günümüz demokrasilerinde genelde, yasal yaş sınırının üstünde olan tüm yurttaşların ülke yönetiminde görev alacak temsilcileri seçme hakkı vardır. Yurttaşların temel hak ve özgürlükleri ülkelerin kendi anayasalarıyla güvence altına alınmıştır. Temel hak ve özgürlüklerden bazıları, kişinin görüş ve düşün*celerini herhangi bir baskı olmaksızın özgürce belirtmesini sağlayan konuşma özgürlüğü; sendika ya da siyasal parti gibi örgütler kurmak üzere kişilerin bir araya gelmesini sağlayan toplanma özgürlüğü; herkesin dile*diği biçimde dinsel inançlarının gereklerini yerine getirmesini sağlayan inanç özgürlüğü; gazetelerin serbestçe bilgi toplama ve yayım*lamasını sağlayan basın özgürlüğü ve herkesin yasalara uygun olarak yargılanmasını sağla*yan yasa önünde eşitlik hakkıdır.
Demokrasinin yerleşmiş olduğu ülkelerde seçimle işbaşına gelen hükümet halkın beklentilerini yerine getiremezlerse gene seçimle görevlerini yeni partilere ve hükümetlere bırakırlar. Bu gibi ülkelerde halkın dışında hiçbir güç yönetime el koyamaz,halk adına herhangi bir müdahalede bulunamaz.
Demokrasinin yerleşmesi ve sürmesi, de*mokrasi ilke ve kurallarının günlük yaşamda benimsenmesi ve gözetilmesiyle de yakından ilişkilidir. Ailede, okulda, oyunda benimse*necek demokrasi ilkeleri bir yaşam boyu insa*nın davranışlarını etkiler ve yönlendirir. Ço*cukların, yaşları küçük de olsa, aile içinde söz sahibi olabilmeleri, alınacak kimi kararlarda onların da düşüncesinin sorulması, ailede gö*revlerin paylaşılması ve hakların gözetilmesi demokrasinin uygulama alanından bir örnek*tir. Okulda öğrencilerin yönetime katılabilmeleri, hak ve istemlerini dile getirebilmeleri, özellikle değişik ırktan, ulustan ve dinden öğ*rencilerin bir arada olduğu ortamlarda karşı*lıklı saygı, dikkat edilmesi gereken demokrasi kurallarıdır.


TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ
Osmanlı İmparatorluğu’nda halkın yönetime katılması yönünde ilk adım 1. Meşrutiyet’le atıldı. 1876’da ilan edilen anayasada ilk kez kişi hak ve özgürlüklerinden söz ediliyor ve üyeleri seçimle belirlenecek bir meclis kurulu*yordu. Kısa süren bu dönemi 1908’de İİ. Meşrutiyet’in ilanı ve anayasanın meclisin yetkilerini genişletici yönde değiştirilmesi iz*ledi
1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti “halk egemenliği” temeline dayanıyordu. 1924’te kabul edilen yeni anayasada “Hakimiyet ka*yıtsız şartsız milletindir” ilkesi de yer aldı. Ge*nel oya dayalı seçim sistemi kabul edilmekle birlikte yalnızca bir siyasal parti bulunuyordu. 1924 ve 1930’daki çok partili demokrasiye ge*çiş girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı. İİ. Dünya Savaşı sonrasında yeni partilerin ku*rulmasına olanak tanındı. 1946’da kurulan Demokrat Parti 1950’de yapılan seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nden daha fazla oy alarak iktidara geldi.
Türkiye’deki çok partili demokratik yaşam 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de olmak üzere üç kez askeri müdahale sonucu kesintiye uğradı. 27 Mayıs müdahalesi sonrasında halkoylamasıyla kabul edilen 1961 Anayasası kişi hak ve özgürlüklerini genişle*ten, yasama ve yürütme üzerindeki yargı de*netimini güçlendiren bir nitelik taşıyordu. Bu*na karşılık, 12 Eylül müdahalesinin ardından hazırlanan ve 1982’de halkoylamasıyla kabul edilen yeni anayasa bazı hak ve özgürlüklere sınırlamalar getirdi, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay gibi yargı organlarının yetkilerini kısıtladı.
Günümüzde, Türkiye’de demokrasinin tüm ilke, kural ve kurumlarıyla yerleştirilmesinin ve sürdürülmesinin gerekli olduğu görüşü toplumun hemen hemen bütün kesimlerince kabul edilmektedir.

SOSYAL DEMOKRASİ

Gerek geçmişte, gerekse günümüzde farklı kişiler tarafından sosyal demokrasi kavramından, çok farklı şeyler anlaşılıyorsa da, sosyal demokrasi ortaya çıktığı dönem, yani 19. yüzyıl sonları açısından "siyasal demokrasi içinde emekçi sınıfların sosyal ve ekonomik haklarının genişletilmesi amacına yönelik tüm savaşımları kapsayan bir öğreti" olarak tanımlanabilir.Fakat ayrıntılara girildiği zaman meselenin böylesine kolay açıklanabilir ve yalın olmadığı görülecektir. Örneğin daha sonra Bolşevik Parti adını alan ve Rus Çarlığı'nda bir devrim gerçekleştirerek SSCB'yi kuran partinin adı da Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi'ydi. Buna karşılık Almanya'da Rosa Luxemburg yönetiminde benzer bir eylem yapmak isteyenleri engelleyen parti de Almanya Sosyal Demokrat Partisi adını taşıyordu.Aynı ad altında çok farklı beklentiler olabilmektedir. Kaldı ki günümüz
dünyasında farklı ülkelerdeki sosyal demokrat partiler, çok daha kesin sınırlarla birbirinden ayrılabilmektedir. Tüm bunların dışında aynı ülke içinde öylesi sosyal demokrat hareketler olabilmektedir ki, aralarında ad aynılığından başka ortak bir nokta bulmak mümkün olmamaktadır.
Tarihsel olarak sosyal demokrasinin gelişimine baktığımız zaman öncelikle 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa kıtasında sanayi işçilerinin sayıca ve toplum içindeki oran olarak hızla büyüdükleri noktasından harekete geçmek gerekir. İşte sosyal demokrasi bu sanayi işçilerinin taleplerinin dile gelmesinden başka bir şey değildir.Fakat burada bir hususun baştan açıklanması gerekir. İşin o aşamasında sosyalizmle sosyal demokrasi arasında kuramsal bir farklılık gözetilmediği gibi, talepler açısından bir farklılık gözlenmesi de mümkün değildi. Kapitalist
toplumun kurumlarını, yapısını ve inancını, işçi sınıfının yararına değiştirmek isteyen tüm görüşler, sosyal demokrasi olarak adlandırılıyordu.Günümüzde "sağ" ve "sol" ayrımı o günlere oranla çok değişmiş bulunmaktadır. Gerçekten o dönemde sağ dendiği zaman anlaşılan mutlakıyetçiler, monarşistler ve çok ufak bir kısım liberallerdi. Sol dendiği zaman ise liberallerin büyük bir
bölümü ve sosyal demokratlar anlaşılırdı. Günümüzde ise sağı liberalistler temsil ederken, sosyal demokratların bir bölümü de sağ içinde görülebilmektedir. Buna karşılık sol, sosyalistler ile diğer sosyal demokratlardan oluşmaktadır.Pek çok yazarın özenle vurguladıkları gibi liberallerle sosyal demokratlar arasındaki ayrım, bundan elli sene önce oldukça fazlaydı. Ancak günümüzde bu
ayrım çok azalmıştır. Belki de birçok kuşak sonra tüm olarak kaybolacaktır. Zira liberaller, gitgide sosyal bir nitelik kazanırken, sosyal demokratlar, mülkiyet ve ekonominin devlet tekelinde bulunması konusundaki düşüncelerini önemli ölçüde yumuşatmışlardır.Hatta ilginç bir nokta olarak, günümüz ABD'sinde "liberal" olarak adlandırılan bir kişinin görüşleri, Avrupa'da sosyal demokrat olarak adlandırılan kişilerin görüşleriyle aynıdır. Yani Avrupa'da sosyal demokrat olarak nitelenen görüşler, ABD'de liberal olarak nitelenmektedir. Ayrıca günümüzde sosyal demokrat partilerden pek çoğunun ekonomik alanda savunduklarının liberalizmden başka bir şey olmaması çok ilginçtir.
Sosyal demokrasinin sosyalizmden gitgide uzaklaşması ve liberal görüşleri savunmaya başlaması yönündeki gelişmeler, 20. yüzyılın başlarına denk düşmektedir. Yani sosyalizmle sosyal demokrasi arasında başlayan uzaklaşmanın kristalleşmesi ancak 20. yüzyılın başlarında olmuştur. Zira gerek I.
Enternasyonal'de (1864, 1876) ve gerekse II. Enternasyonal’de (1889--914) sol düşüncenin tüm farklı anlayışları temsil edilmiştir. Ancak devrimden sonra SSCB'de toplanan III. Enternasyonal’le yolların iyice ayrıldığı ortaya konmuştur.
Sosyal demokrasi, devletin ödevlerini artırdığı gibi, halkın ödevlerini de artırmaktadır. Burada siyasetin kapsamı genişlemektedir. Devletin temel görevi, var olan özgürlükleri korumak değil, var olması gereken özgürlüklerin ortamını hazırlamaktır. Servetin belirli ellerde toplanması, farklı gelir grupları arasındaki büyük farklar, fırsat eşitliğinin yokluğu, işsizlik gibi hususlar
sosyal demokrasinin ilk mücadele hedefleri olmaktadır.Sosyal demokrat terimi, sosyal demokrasi taraflarını ifade etmek için kullanılan bir terimdir. 19. yüzyılın ikinci yarısında Marksist eğilimli parti mensupları için kullanılan bu kavram, daha sonraları ılımlı sosyalistler için kullanılmıştır. Bugün ise sosyal demokrasi, kavramın taşıdığı belirsizlik paralelinde sosyal görüşlü liberaller için kullanıldığı gibi ılımlı sosyalistler için de kullanılmaktadır.


DEMOKRASİ KAVRAMI
Demokrasi, halkın, halk tarafından, halk için yönetimidir. Kısaca, halkın kendi kendini yönetmesidir. Siyasal otoritenin, millete ait olduğu bir rejimdir. Buna göre demokrasi, halkın egemenliği, halkın iktidarı demektir. Genel siyasetin, halkın kendisi tarafından yönlendirilip ve halkın eliyle tespit olunduğu anlamını taşır. Demokrasi denilince; aklımıza, egemenliğin halka ait olduğu bir yönetim biçimi gelir. Halk, bu hakkı ya doğrudan doğruya ya da seçeceği temsilcileri aracılığı ile kullanır. Egemenlik; devlette karar verme yetkisinin kendisinde toplandığı bir otorite veya devlet etkinliklerinde söz sahibi olan bir iradedir. Egemenlik, emir almaksızın emredebilmektir. Halk, egemenliğin kendisine ait olduğunu bilir ve bu egemenliği kurumlar aracılığıyla kullanır. Demokrasi yönetiminde devlet ve bütün kurumlar, birlikte demokratik nitelik taşır. Demokraside, yönetilenlerin ana hak ve özgürlükleri geniş ölçüde tanınır. Yönetenlerin ise yetkileri sınırlanır, eylem ve işlemleri denetlenir.
Demokrasi; halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimidir. Milli egemenliğin millete ait olduğu bir rejimdir.

Uygulama biçimlerine göre demokrasi

Doğrudan Demokrasi
Yarı Doğrudan Demokrasi
Temsili Demokrasi

Doğrudan Demokrasi: Toplumlarda, ilk ortaya çıkan demokrasi örneğidir. Egemenliğin sahibi olan millet devlet işlerini kendisi görür. Halkın tümü zaman zaman toplana*rak devlet işlerini görüşüp kabul eder. Yasaları da kendisi yapar. Günümüzde kalabalık ve büyük toplumlar oluşturan insanların hepsinin toplanması ve kararlar alması zordur. Bu yönetim şekli İlk Çağ’da uygulanmıştır.
Yarı Doğrudan Demokrasi: Bu demokrasilerde halkı temsil eden, seçimle gelmiş yöneticiler vardır. Bu yöneticilerin yetkileri sınırlı olduğundan kendi başlarına karar veremezler.Alınan kararlar, hazırlanan yasalar halkın oyuna sunulur. Bu yasalar, halk tarafından kabul edilirse uygulanır. Halkın veto etme yetkisi de vardır. Ayrıca halktan kişiler de yasa teklifinde bulunabilirler.
Temsili Demokrasi: Günümüzde uygulanan demokrasi şeklidir. Halk bu sistemle yönetime katılabilmektedir.Çünkü halk, belirli bir süre için temsilcilerini seçer. Yönetim yetkisi,geçici bir süre için bu temsilcilere verilmiştir. Seçilenler, milleti temsil etmek durumundadır. Seçilenler, sadece kendine oy verenlerin, ilin veya bölgenin temsilcileri değil, tüm milletin temsilcileridir.
Milletvekilleri mecliste gerekli görevleri yerine getirerek tüm millete hizmet vermeye
çalışırlar. Çalışmaları millet tarafından başarılı görülenler yeniden seçilme şansına sahiptir
 
Geri
Top