"ÇANINI SAT AMA SATMA CANINI"

Gül 34

Usta
Güzel Hikayeler ve Yazılar "ÇANINI SAT AMA SATMA CANINI"
"ÇANINI SAT AMA SATMA CANINI"
Çok uzun yıllar evvel, haritalarda bile yeri olmayan, kıyıda köşede, gölge gibi bir köy varmış. Köyün adı „Çarıksızlar Köyü“ymüş.
Çarıksızlar Köyü’nde, adından belli, köyün ağası ve çevresindeki yalakaları hariç, kimsenin çarığı yokmuş.
Köylü yoksul.
Köylü korkak.
Köylü sessiz...
Yaz kış, güneş çamur, sabah akşam demeden, taşlı topraklı yollarda yürüdükçe, tabanları yarık içinde kalan, acı ve kan içinde evlerine dönen ama yine de „Böyle gelmiş, böyle gider“ diyen köylü.
Ağa deseniz, yediği önünde, yemediği arkasında. „Höt“ dese kelle gidiyor, „Heyt“ dese kelle gidiyor. Astığı astık, kestiği kestik, kural bilmez, kanun bilmez, Allah korkusu bilmez bir zorba. Köylünün çarıksızlıktan inim inlediği yollarda, o ve yalakaları, çarıklarını ve kaftanları giyip, sırıtarak ve salına salına yürürlermiş. Kimin haddine tek kelime etmek, ettiğne karşı durmak...Haşa!
Kimse zerre kadar sevmezmiş ağayı. Hani, gitseler kapısına, yalvarsalar, yakarsalar, el etek öpseler, ağanın zulmüne ortak olsalar, onların da çarıkları olurmuş olmasına ama gitmezlermiş. „Tamam susuyoruz, korkuyoruz, gücümüz yetmiyor ama en azından geriye kalan bir parça onurumuzu da ağaya kurban etmeyelim.“ derlermiş.
Köyün ta başında, yıldızlara yakın bir yerde, dedesiyle yaşayan bir genç varmış. Gel zaman git zaman, yoksulluk, sefalet, açlık, yarınsızlık, umutsuzluk gencin canına tak etmiş. „Dedem diğer köylüler gibi, yıllarca bu çileyi çekti amma ben çekmeyeceğim. Yemin olsun, onlar gibi çarıksız ölmeyeceğim.“ Deyip, bir gece, dedesinden habersiz, evden çıkıp, ağanın konağına varmak için yollara düşmüş.
Gitmiş gitmiş.
Dere tepe düz gitmiş.
Kurtların, yılanlarıni çiyanların arasından geçmiş.
Geceyi gündüz etmiş.
Ve en sonunda konağın kapısına varmış.
Genci apar topar ağanın huzuruna çıkarmışlar.
Genç el etek öpmüş, yalvar yakar olmuş, ezilmiş büzülmüş, küçüle küçüle ağaya meramını anlatmış. „Aman“ demiş „Aman ağam, n’olur bana bir çift çarık ver. Geceleri rüyamda, gündüzleri hayalimde. Ahan da bu fakirlik, bu garibanlık yetti. Senden isteğim bir çift çarık.“
Ağa önce bir gerinmiş. Sonra sakalını sıvazlamış. Ardından sırım sırım sırıtmış. Altın dişleri ay gibi parlamış. „Yahu delikanlı“ demiş „Sen ki geldin, ağanın elini ayağını öptün. Bir çift çarığın lafımı olur. Al işte, en pahalı çarıklardan bir çift. Senindir artık. Güle güle giyesin.“
Genç altın işlemeli, parlak ve simsiyah çarıkları ayağına geçirmiş. Çok mutlu olmuş. Ağasına dualar ederek, konaktan ayrılıp evine dönmüş. Bahçeden içeri girdiğinde, dedesini kapının önünde, taburede otururken bulmuş.
Dedesi önce gence, sonra da aayağındaki çarıklara bakmış. Olup biteni anlamış. Kaşları çatılmış. Gözleri bulutlanmış. Yüzü gökyüzü gibi kararmış. „Oğul. Ah oğul. Sen ne ettin böyle!“ demiş.
Genç „Ne etmişim dede ha. Ben sizin gibi çulsuz yaşayıp, çarıksız ölmek istemiyorum. Bu yüzden gittim ağadan çarık istedim. Bir çift çarığın nesi kötü?“ demiş.
Dede yerinden kalkmış, arkasını dönüp eve girecekken durmuş, başını öne eğip „Kötülük bir çift çarıkta değil oğul. Kötülük, o çarıkları senin ayağına geçiren ellerdedir.“ Demiş ve susmuş.
Dede günlerce torunuyla konuşmamış.
Ama bu torunun umrunda mı.
O da ağası gibi, ayağındaki çarıklarlarla, köy meydanında salına salına gezmeye çıkmış. Daha birkaç dakika geçmeden, ağanın yalakaları gencin önünü kesmişler. „Kardeş“ demişler „Tamam ağamız sana çarık vermesine verdi lakin öyle kafana göre her yerde gezemezsin. Ağamız nerede ne zaman isterse, orada gezeceksin. Şimdi evine git ve ağanın emrini bekle.“
Genç ne yapsın, kös kös evine dönmüş.
Bir gün iki gün üç gün...
Beklemiş de beklemiş.
Ama ağadan ses yok.
Dayanamamış.
„Yok“ demiş „Bu böyle olmayacak. Ben bu yıldızlar gibi parlayan çarıklarımı kimseye gösteremeyeceksem, meydanda gerine gerine yürüyemeyeceksem, ne anladım bu işten. En iyisi ağanın emrini beklemeden, gizlice, ağanın adamlarına görünmeden, dışarda dolaşmak. Birkaç saat gezer gelirim. N’Olcak sanki.“ deyip, heyecanla meydana gelmiş ve çarıksızların arasında dolaşmaya başlamış. İnsanlar gence tiksinerek bakmışlar. Selamını almamışlar, Onu gören arkasını dönmüş. Yine de keyfini bozmamış genç.
Derken, ağanın yalakaları genci bir sokakta yakalamışlar ve ağanın huzuruna götürmüşler. Ağaya durumu anlattıklarında, ağa çok kızmış. Gencin ayağından çarıkları almışlar ve saatlerce dövdükten sonra çuvala benzer halini götürüp evinin kapısının önüne atmışlar.
Dede gözyaşları içinde torununu içeri almış.
Yaralarını sarmış.
Günler sonra genç gözlerini açmış.
Dedesiyle göz göze gelmiş. Utancından dedesinin yüzüne bakamamış.
Dedesi gencin saçlarını okşamış.
„Oğul, ah can oğul. Ne dedim ben sana. Kötü olan çarıklar değil, çarıkları senin ayağına geçiren eldedir. Eğer giydiğin çarık senin değilse, gittiğin yer de istediğin yer değildir. Başkasının atıyla kendi yolunu gidemezsin. Neden biz yıllarca çarıksız yaşamayı göze aldık, anladın mı? tabanlarımızın altındaki yara, zalimin çarığından daha az canımızı acıtır, o yüzden. Sen sen ol oğul, tencereni sat, çulunu çaputunu sat, testini, tesbihini sat. Kapıdaki çanını sat ama onurunu canını satma. Sattığın kilim, çanı alabilirsin de onurunu, canını alamazsın.“
Genç dedesinin ellerine sarılmış, af dilemiş.
Dedesi avucunu gencin kalbine koymuş. „Sen kendini affet oğul. Asıl sen kendini affet.“ demiş.
Tamer Dursun


101958649_13650821703k9kxb.jpg
 
Top