Çanakkale Bir Destandır

ÇANAKKALE BİR DESTANDIR!

Çanakkale Zaferi, yokluk ve yoksulluk döneminin başarısıdır. Maddi ve siyasi açıdan devletin tıkandığı bir dönemde meydana gelmiştir. Maddi imkânların neredeyse tabana vurduğu, düşmanların ise çok güçlü bulunduğu bir savaştır.
Bu gerçeğe rağmen Çanakkale Savaşları nasıl zaferimizle sonuçlandı?
Bu zaferin bir tek doğru izahı vardır. O da Mehmetçiğin imanıdır. "Ölürsem şehit, kalırsam gazi!" dedirten iman, askerimizi kahramanlaştırmıştır.
Kana, kine ve inanılamaz bir ateş sağanağına rağmen Mehmetçik, adının ilham ettiği imanı hiç unutmamış, bir gül bahçesine girercesine şehadete koşmuştur. Yine bu imanladır ki, fedakârlığın her türlüsüne, açlığa, susuzluğa, yara bere ile yaşamaya sabırla katlanmış, yılmamış, yıkılmamıştır.
Mehmetçiği ayakta tutan güç, düşmanlarını şaşkına çevirmiştir. Zira böylesine bir direnci onlar değil düşünmek, hayal bile edememişlerdi.
Düşman cephe, her ihtimali hesaba katmıştı, ama bu imanın kahramanlaştırma derecesini bilememişti.
Ateş püsküren çeliğe karşı Mehmetçik, iman dolu göğsünü siper etmişti. Hem de onca kana, kine ve acımasızlığa rağmen insanlığından bir şey kaybetmiyor, düşmanının seviyesizliğine asla düşmüyor, böylece savaşa güzellik getiriyordu. Hastaya, hastaneye, silâhsıza, teslim olana ateş etmiyor, esire misafir muamelesi yapıyordu. İmanından kaynaklanan merhameti öyle coşkundu ki, onu "tek dişi kalmış medeniyet"in acımasızlığı bile söndüremedi. Bu merhametten düşmanı da yararlandı. Kendisini tehlikeye atarak, yaralı düşmanını sırtlayıp siperine ***ürdü.
Mehmetçik, Çanakkale'de binlerce insanlık dersi verdi. Şimdi, daha aradan bir asır bile geçmeden, bırakın düşmanlarını, dostları, hatta çocukları ve torunları dahi o insanlık örneklerine yabancılaştı! O güzelim insanlık tabloları unutuluverdi.
Mehmetçiğin Çanakkale'de yaşattığı insanlığa bütün dünya, şimdi daha çok muhtaçtır. Çünkü, açık ve örtülü savaşlarda yine acımasızlıklar, sömürüler, bencillikler ve yaşanıyor;yine insanlar, küçük çıkarlar uğruna, açlığa ve ölüme terk ediliyor;özellikle de Müslümanlar, yine dünyanın her yerinde kana, gözyaşına, acıya boğuluyor.

İşte bu sebeple, Çanakkale'de Mehmetçiğin sergilediği insanlığı samimi olarak yaşatacak bir imana şiddetle ve çok acele ihtiyaç vardır. Bu imanı yaşa*, dünyada insanlığın, sevginin, hoşgörünün hâlâ var olduğuna insanları inandırmak gerekiyor. Aksi halde zayıfın ezilip sömürüldüğü, zenginin daha da zenginleştiği bir maddeci zihniyet, çölleşmedik gönül bırakmayacaktır.
Dünyayı yeniden ve bir daha merhametle, vicdanla, sevgiyle, şefkatle kim tanıştıracak? Bu insanlık görevi, herkesten önce, Çanakkale dehşetinde bu güzellikleri yaşayanların torunlarına düşmez mi?Yani bize, size, hepimize düşen ve alternatifi olmayan bir görevdir bu... İnsanlık ya yeniden ve bir daha kendine gelerek yaratılış gayesini hatırlayıp dünyaya yaşanılacak bir hayatı gösterecek ya da gelişini hızlandırdığı kıyameti bekleyecektir.
Mehmetçiğin güzelliklerin kaynağı yüreğindeki imandı. O, imanın başka adreslerde aranmaması gerektiğini, adıyla da bütün âleme göstermekteydi. Çünkü o, Mehmetçik idi...Adı, sahibinin güzelliklerine sahipti. Bütün imkânsızlığına, çaresizliğine ve bilgi eksikliğine rağmen, güzelliğin adresini biliyordu.

Güzelliğin kaynağından fazla uzaklaşmamıştı. Gönlü, Güzeller Güzeli'ndeydi...
Bu millet, onu o kadar çok seviyordu ki, bu muhabbetle onun adını askerine ad olarak almıştı. Böylece dünyada, peygamberinin adını kendisine ad olarak alan tek ordu olmuştu.

Hem de bu adı alışta, benzersiz bir incelik göstermiş, asla onun gibi olamayacağını bilmenin ve aşkının derinliğini göstermenin idrakı içinde Muhammed'i Mehmet'e çevirmiş, onu da küçülterek askerine isim yapmıştır.
İşte Çanakkale, bu askerin zaferidir.
Çanakkale'yi diğer zaferlerimizden ayıran bir üstünlüğü de, Osmanlının son döneminde, daha doğrusu çöküşü sırasında kazınılmış olmasıdır.
Bu zafer, "Çöktü, bitti,öldü" denildiği zamanda Osmanlı insanının ne olduğunu bir kez daha bütün dünyaya göstermiştir, Osmanlı insanını bütün olumsuzluklara rağmen güçlü ve üstün kılan İslâm imanını dosta düşmana tanıtmıştır.

O günden sonra düşmanlarımızın asıl hedefi imanımız olmuştur. Çünkü onlar da iyice anlamışlardır ki, yüreklerde bu iman olduğu sürece bu millet ne sürü olur, ne de sömürülür...

Bugün ülkemizin içinde bulunduğu bütün darboğazların sebebi, bizi biz yapan, kimlik ve kişiliğimizi oluşturan değerlerimizden uzaklaşmamızdır. Çanakkale'den aldıkları dersle, düşmanlarımız, neremize vuracaklarını öğrenmişlerdir. Biz ise, tam tersine, bir gaflet ve tembellik içine düşüp sürekli düşman oyunlarına gelmişiz. İşin en acı yanı da, maddi ve manevi varlığımızı borçlu olduğumuz İslâm imanından ve onun kazandırdığı ahlâktan uzaklaşmış olmamızdır. İslâm imanından uzaklaşmak demek, sahip olduğumuz temel hayat damarını koparmak demektir. Çünkü bu millet, bin senedir, sahip olduğu bütün güzellikleri o imana borçludur;bütün kahramanlığını, güzel ahlâkını, sevgisini o imandan ve o imanın en yüksek temsilcisi olan Güzeller Güzeli'nden almıştır. Bu gerçeği görenler, bu milleti zayıflatmak ve yenmek için doğrudan doğruya her vesile ve vasıta ile imana saldırıyor, bu konuda netice almak için her yolu, daha doğrusu her yolsuzluğu deniyorlar;ilmi gerçekleri saptırıyor, tarihi tahrif ediyor, güncel olayları tersine çeviriyorlar.

Bütün mesele, İslâm'la güçlenmiş, kahramanlaşmış olan bu milleti tarih sahnesinden silmektir. Çanakkale'de çok ümitlendiler;maddi sebeplere, silâh ve asker üstünlüğüne, Osmanlı askeri ve bürokratik çözülmesine bakınca da hemen harekete geçtiler. Ancak Mehmetçik bütün bu olumsuzlukları tersine çevirircesine şahlandı. Bu şahlanış , bütün plânları, entrikaları, ince ayar hesapları alt üst etti.
1916 yılının şartları iki yıl sonra değişti, çünkü Mehmetçik, elinden geleni, hatta gelmemesi gerekeni de yapmıştı. Ancak askeri ve sivil bürokrasi, kendisinden ve silâh arkadaşlarından kaynaklanan sebeplerle çaresiz kaldı ve devlet çöktü.

Mehmetçik çökmemişti; zira hâlâ aynı imanın sahibiydi... Gün, düşünülen yerden kalkmanın günüydü. Tekrar, yegâne gücümüz olan Mehmetçiğe iş düştü. Bu defa bütün millet yediden yetmişe Mehmetçikti...
Yeni savaşın adı "İstiklâl Savaşı" idi. İstiklâl "bağımsızlık" demekti. Daha iki asır önce dünyaya bağımsızlık armağan eden devlet, şimdi son vatan parçasında kendi bağımsızlığını kurtarmaya çalışıyordu.
Yine imkânsızlık vardı... Yine düşman çoktu ve güçlüydü...Biraz yorgun ve yaralı da olsa, yine karşılarında kahraman Mehmetçik vardı.
İstiklâl Savaşı, Çanakkale'nin verdiği tecrübe ve moralle kazanıldı. Mustafa Kemal Paşa'dan Ali Çavuş'a kadar aynı kadro, bir kez daha cephede saf tuttu.
Çanakkale Zaferi, hem Balkan Savaşlarındaki acı yenilgimizin hüznünü giderdi, hem de İstiklâl Savaşımıza güç verdi.

Söylemesi biraz zordur;ama Çanakkale Zaferi, günümüzdeki olumsuzluklardan bile sorumludur!Çünkü Çanakkale Savaşı, sekiz buçuk ay içinde, ülkemizin en iyi yetişmiş, en kaliteli insanlarını, gelecek vaat eden parlak gençlerini de alıp ***ürmüştür. Zira Çanakkale bir "subay savaşı" olmuştur. İstanbul'un ve Anadolu'nun en seçkin liselerinin öğrencileri, gönüllü olarak Mehmetçiğin imdadına koşmuş ve büyük bölümüyle de burada şehit olmuşlardır."Biz Çanakkale'ye bir darülfünün(üniversite) gömdük!" sözü Atatürk'e aittir. En kaliteli insanımızın Çanakkale'de dünyasını değiştirmesi, günümüze kadar uzayıp gelen bir kaht-ı ricale(adam kıtlığına) sebep olmuştur.
Bununla beraber Çanakkale, milletimizin hafızasına kazınmış, hatıralarının en canlısı ve en etkilisi olarak ibretlerle dolu durmaktadır. Çünkü neredeyse her üç evden biri, Çanakkale'ye evlâdını göndermiştir. Hem de Çanakkale'de, bugün çok muhtaç olduğumuz müthiş bir birlik ve beraberlik yaşamışızdır. İstanbul'dan Ankara'ya, İzmir'den Adana'ya, Samsun'dan Selanik'e, Antep'ten Tunceli'ye, Maraş'ten Diyarbakır'a, Medine'den Bağdat'a, Kudüs'ten Trablusgarp'a, Üsküp'ten Saraybosna'ya kadar bütün Osmanlı coğrafyasından insanımız, yan yana omuz omuza düşmana karşı durmuştur. Bu birlik, gönül birliği idi, iman birliği idi, din kardeşliğinin verdiği beraberlik idi.
Şimdi "son vatan parçası" olan Anadolu'da bile, bir avuç insan, Çanakkale'deki birlik ve beraberliği gösteremiyorsa, burada durup düşünmek gerekmez mi? Evet, bu noktada durup düşünmek ve "Acaba biz nerede yanlış yapıyoruz?" diye kendimizi hesaba çekmek icap etmez mi?
Çanakkale'nin o zor ve çetin günlerinde var olup da bugün kaybettiğimiz ruh, nasıl bir şeydi?
İşte, elinizdeki eser, o ruhu, Çanakkale heyecanını yeniden bulmakta bir nebze işe yararsa, mutluluğumuz sonsuz olacaktır.

İnanıyoruz ki, yeniden Çanakkale ruhunu kazanırsak, bir daha Kuva-yı Milliye aşkını yakalarsak, maddeten ve manen çok güçleneceğiz; önümüz açılacak ve biz, bir daha dünyaya insanlık nedir, gösterebileceğiz.
Ümitsiz değiliz. O güzel insanlara ve hatıralarına lâyık olmaya çalışıyoruz. Onları anlayan, seven ve yollarını yol bilen güzel gençler yetişiyor. O güzel gençlere, erkekliğiyle kızıyla, güneylisiyle kuzeylisiyle, doğulusuyla batılısıyla hepsine sevgiler, saygılar sunuyorum.

Vehbi VAKKASOĞLU
 

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
Osmanlı Devleti 1911 Libya ve Trablus, 1912-1913 Balkan Savaşlarından yorgun ve bitkin, aynı zamanda yenik çıkmıştı.
Bu durum, Rusların XV. Yüzyıldan, yani I. Petro’dan beri sistematik olarak uygulaya geldikleri sıcak güney denizlerine inme politikasını, İngiltere’nin İstanbul’u ikinci bir Cebelitarık yapma emellerini, Fransa’nın Ortadoğu hâkimiyetini pekiştirmek isteklerini fazlasıyla kolaylaştırmış izlenimi veriyordu.
İngiltere Deniz Bakanı Churchill, “Alınacak sonuç, uğranılacak kayıpları göze aldırtacak kadar önemlidir” sloganı ile harekete geçmiş, kıskanç Fransız politikacılarını da kendine uydurmuştu.
İtilâf devletleri, artık zorlayıp geçebileceklerini sandıkları kara harekâtı için hazırlıklarını tamamlamışlardı.
Buna karşılık Osmanlı cephesinde durumlar gözden geçirilmiş ve gerekli kararlar alınmıştır. Osmanlı Halifesi bütün Müslümanlara din uğrunda “cihad-ı ekber” ilân etmiştir.
Yıl 1914…
Ege Denizinde pek çok düşman savaş gemisi büyük ümitlerle Çanakkale istikametinde ilerliyordu. Takvimler 3 Kasım’ı gösteriyordu. İtilâf Devletlerine bağlı kuvvetler boğazlardan geçip dostları olan Rusya’ya yardım etmek istiyorlardı. Düşman çeteleri 70.000 askerle gelip Çanakkale Boğazı’na takılıp kaldılar. Osmanlı askerleri imanından aldığı cesaretle düşmanları karşısında adeta etten kale olmuştu. Düşman kuvvetleri takviye edildi. Sayı kısa sürede 500.000’e ulaştı.Şairimiz bu manzarayı şöyle tasvir ediyordu:
“Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.”

Yarım milyon kişilik kuvvetin 400.000’i İngiliz, 79.000’i ise Fransız ordusundandı.
Cepheye savaşın sonuna kadar 700.000 Mehmetçik gönderdik. İçinde üniversite çağında ve gönüllü binlerce genç vardı. Mehmetçik bu savaşa sevinerek gitmişti. Düğüne bayrama gider gibi. Ağızlarında cenk türküleri duyuluyordu:
“Çanakkale içinde aynalı çarşı,
Anne ben gidiyorum düşmana karşı.”

M. Âkif ise manzarayı uzaklardan seyrediyordu. Ama çocuklar gibi ağlıyordu. Acaba bu son istinatgâhımız da elden gidecek mi, diyordu. Düşman olanca gücüyle ve hıncıyla saldırmıştı Çanakkale’ye. Eski haçlı orduları gibi. Parçalamak ve yutmak için var gücüyle uğraşıyordu.
Manzarayı şairimiz şöyle canlandırıyordu:
“Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi…Mahşer mi, hakikat mahşer. (...)
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk.
Sade bir hadise var ortada, vahşetler denk.”

“Ne idüğü belirsiz” kimseler boğaza hücum etmişlerdi. Adeta ölüm yağdırıyordu. Bu manzara karşısında muazzam ordumuzun askerleri lisan-ı haliyle âdeta şöyle haykırıyordu:

“Değil mi cephemizin sinesinde iman bir,
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir.
Değil mi sinede birdir vuran yürek… Yılmaz!
Cihan yıkılsa emin ol, bu cephe sarsılmaz.”

Düşmanın attığı top gülleleri Mehmetçiğin iman dolu göğsünde sönüyordu. Boğaz Harbi aylarca devam etti. Bütün yollar denendi. Düşman 18 Martta Çanakkale’nin geçilemeyeceğini anlamıştı. Ama geride binlerce ölü ve kayıp vermişti. Boğazın suları üzerinde nice firenk şapkası yüzüyordu. Pek çok gemi de suların altına gömülmüştü.
Düşmanın bu savaştaki kayıp bilânçosu şöyle idi: İngilizler, 115.000 ölü, yaralı, esir ve geri gönderilen 90.000 hasta olmak üzere 205.000; Fransızlar ise 47.000 askerini kaybetmişlerdi. Çanakkale’ye getirdikleri yarım milyon askerin ancak yarıya yakını geri dönebiliyordu.
Düşman kadar biz de kayıp vermiştik. Akan şehit kanlarıyla tepeler sulanmıştı. Bizimkiler ebedî hayata, daha güzel bir âleme gittiler; şehit oldular, gazi oldular. Önceki şehitlere zafer müjdesi götürdüler. Dünyada ahiretin beratını aldılar. Namusunu çiğnetmemişti. “Çanakkale Geçilmez!” demişti ve düşman bunu aylar sonra anlayabildi.
Millî şairimiz Âkif, savaş sonrası manzarayı şu mısralarıyla ne güzel tasvir etmiş:
“Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna, Ya Rab, ne güneşler batıyor!”

Şairimiz şehitlerimiz için çok şeyleri yapmak istiyor, ama hepsini az buluyordu. Onlar için kabir bulamıyordu.
Ve sonunda şöyle seslenmekten kendini alamıyor:
“Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.”

Zamanın imkânsızlıkları içinde düşmanın üstün silâhlarına cesaret ve imanla karşı koyan Mehmetçiklerimiz, bir destan daha yazmışlardı.


Ahmet ÖZDEMİR​


Yeni Asya Gazetesi
 

KaderKatibi

Dürüstlük insanın kartvizitidir, Matbaada basılmaz
Özel üye
Şunuda belirtmek lazım; dünya savaş tarihinde ilk defa savaş uçağı Trablusgarpta İtalyanlar tarafından kullanıldı. Bizi bitirmek için her şeyi yaptılar Osmanlı, Türk düşmanları bunu farkedemediler biz bir ölürüz bin diriliriz, vatan bizim için namustur namusumuz içinde ölürüzde öldürürüzde.
 
Top