Bu son gidişin miydi anlayamadım sevgili..

cırcırböcee

V.I.P
V.I.P
Bu son gidişin miydi anlayamadım sevgili..

Hani hep giderdin ve gelirdin ya geriye, bu da onlardan biri miydi..? Uzun zaman oldu bu sefer, söylemek ve sormak zor geliyor ama bu senin son gidişin miydi sevgili...? Küçük bir oyun oynuyor gibiyiz sanki. Ben ebe olmuşum sen saklanan...Nerelere saklandın da bulamıyorum seni. “Ah işte ordasın” dediğim yerlerden hep başkaları çıkıyor, herkes hep bir ağızdan, dalga geçer gibi, “çanak çömlek patladı” diyor,bense garip bir umutsuzlukla geri dönüyorum ağacıma, kaldığım yerden seni aramaya başlamak için.

Bu son gidişin miydi, anlayamadım sevgili..Göremeyeceğimi sandığım zamanlarda birden karşıma çıkıyor, içimde yeni yangınlar bırakarak geri dönüyorsun. Kimlerin yanına dönüyorsun da uzun sürüyor sessizliklerin? Gittiğin yerlerde bana benzeyen ve tanıdık bir şeyler var mı bari.? Gülmeyi unuttuğun zamanlar, kimleri çağırıyorsun yanına..? Hüzünlerini kovan yürekli biri var mı yani..? Hani bir anda gelip de o puslu havayı dağıtan, seni içmeden sarhoş eden ve güldüren, hüzünlerini bulamayacağın yerlere saklayan biri..Sen dayanamazsın yalnızlığa. Dokunmak ve karışmak istersin. Yalnız kalmak sana acılarını hatırlatır..bir kadının teninde istemeyerek bıraktığın acıları. Yalnız kalmak sana çocukluğunun masum düşlerini hatırlatır..ağlamak istersin ama ağlayamazsın. Yalnız kalmak sana tutunamadığın sevgileri hatırlatır; çaresizliğini, yıkılmışlığını...arkanda bıraktığın, dokunmaya korktuğun özlemleri. Yalnız kalmak sana göre değil sevgili..Sen yalnızlığında kendinle karşılaşır ve ürkersin yüreğinin saatlerce sana karşıt konuşmalarından. Bu yüzden merak ediyorum ya, başkalarına da ‘hüzün kovan kuşum’ diye sesleniyor musun acaba..?
.........................
Bu son gidişin miydi, anlayamadım sevgili..
Hani birden için çocuklar gibi şımarmak istediğinde, parmakların telefona gider, arar ve kusardın ya, dizginleyemediğin coşkunu ve manyaklığını..hani bir tek ben anlardım ya, senin bu ani çıkışlarını, serseriliğini ve türk dil kurumunda bulunmayan hafif meşrep kelimelerini ve cümlelerini..hani kimseyle böyle konuşulmaz deyip de, sınırlarını aşardık ya gereksiz kibarlığın ve nazlanmaların..Uzun zaman oldu içimizdeki bu deliliği ve bastırılmışlığı dışa vurmayalı. Bu yüzden merak ettim, bu senin son gidişin miydi sevgili, anlayamadım...

Söylenmemiş ve çoğaltılabilecek bütün sözleri kendi adına söyledin ve gittin..
Umuduma, çılgınlığıma ve kadınlığımın senin yanındayken güzelleştiğine inanırken, yokluğunu mutlu edemeyeceğime inandın ve gittin..Sana karışıp, yüreğine akmama izin verip, beni göklere çıkartırken; bir anda yere indirdin, midemi bulandırdın ve ayrılığı sıkıştırdın parmaklarımın arasına, gittin..Ne kadar değerli ve farklı olduğumu anlatmakta zorluk çeken sen; yalnızlığımın en ıssız, en karanlık ve en savunmasız zamanlarında beni dinlemedin, gelmedin ve gittin...
sen beni gerçekten sevmedin sevgili. Kendini daha ne kadar kandırabilirsin bilmiyorum ama sen acı çekmeyi seviyorsun...bense balonlar patlatmayı, uçurtmalar uçurmayı ve yaşamayı seviyorum her şeye rağmen. Sen korkularını seviyorsun..bense, korkularımın üzerine gitmeyi, savaşmayı ve hatta gülmeyi kaybederken bile...Artık biliyorum, bu senin son gidişindi sevgili ve benim son bekleyişim, son vazgeçişim sevdandan...
.......................
Artık gelsen de ne işe yarar ki..? Ben; sana olan kırgınlığımı, yokluğunu, özlemini, umutsuzluğunu sevmeye başladım. Ben senin giderken bende unuttuğun ve zaman zaman öksüzlüğüne ağlayan sevdanı sevmeye başladım. Ben senin artık beni unutan, merak etmeyen ve değer vermeyen yüreğini sevmeye başladım. Şimdi hangi tende üşüyorsun da titrediğini hissediyorum kilometreler ötesinden? Ben senin başka mevsimleri tanımak isteyen o heyecanlı ama tutunamayan bakışlarını sevmeye başladım. Artık gelsen de ne işe yarar ki..? Parçaladığın sevgimi toparlayabilecek ve çiçekler toplayıp yollarıma serebilecek kadar güçlü değilsin sen. Sen, ben değilsin. Hiç olmadın ve olamazsın..O sakladığın yüreğine hiç almadın beni, hiç özlemedin, gözlerin hiç uzaklara dalmadı, belki de şerefime hiç kadeh kaldırmadın. Bu yüzden bu senin son gidişin olsun sevgili, ayrılığın hakkını ver. Böyle bir sevgiyi terk edebilecek kadar yürekli oldun, beni unutacak kadar da korkusuz ol. Özleme, yolunu yolumdan geçirme, sesime düşme, salaş meyhane masalarında konuşmalarımı arama, rakının yanında anma adımı..ayrılığın hakkını ver. Çünkü bunu sen istedin..

Bu senin son gidişin olsun sevgili, bıraktığın son acı olsun. Ve ben senin yaşayamadığın son sevda olayım...
 

cırcırböcee

V.I.P
V.I.P
Bir şehri terk ederken, yaşanmış gerçek zamanlar ve ötesindeki gerçek hayallerin yansıması, mutluluklarla ve hüzünlerle geçen dört yıl...
Bir sonbahar günü, asvalt bir yola basılan ilk adımlarla başladı her şey ve yine kurşuni bir günde yağmuru bekleyen bulutlar arasında onunla ilk buluşma ile devam etti. İlk görüşte bu büyük ve yaşlı şehir korkutucu gelmişti. Ama yine de geçirilmesi gereken zamanlar vardı ve kendince bu zamanlara sıkıştırılmış binlerce hayal vardı akılda dolaşan, her yabancının bildiğiydi bilinen şehir hakkında ve kimse yoktu tanıtan, sadece bir sima vardı akılda saklanan. Kitaplardan başlandı önce tanıma faslına, şiirler vardı şehri anlatan, mısralarda o kadar güzeldi ki bu koca şehir, gerçekte öyle miydi acaba? Kim bilir! Ve ben! İlk hatırladığım, ürkek adımlarla ilerlemeye başlamamdı şehrin kalbine doğru, ne bir resim vardı bildiğim; ne de bir manzara vardı sevdiğim. Sadece isimler vardı aklımda kalan. Derken ilerledikçe büyümeye başladı şehir, şaşkın gözlerimle beraber!
Bir kıyı çaktı karşıma, dalgaları eski duvarlara vuran, duvarkardan anlaşılabiliyordu ki şehir çok yaşlıydı aslında, kıyı boyunca bir taraf mavi-yeşil deniz, bir taraf ise gri taşlarla uzayıp gidiyordu. Evet mavi-yeşil deniz! Mavi-yeşil deniz deyip geçmeyin sakın. Bu şehre gelen ilk deniziyle tanışır ve samimiyetinden mi bilinmez ama tanıştım mı sizi bırakmaz her yerde takip eder bu deniz. Kıyı bitince bir saray çıktı karşıma önü boylu boyunca denizler savaşıydı sanki. Evet bir savaştı. Çünkü bütün denizler bu sarayın önünde birleşiyor ve her biri farklı güzelliğini sergilemek için yarışıyordu adeta; belli ki bu sarayı yaptıran bu yarıştaki sessiz çığlıkları duyan birisiydi. Sarayın önündeki iskelelerin birinden bir vapura bindim kimse söylemedi bu vapura binmemi ama ben bindim bir sıcaklık vardı içimde sanki. Ona yaklaştığımı biliyormuşum gibi.
İki parçaydı şehir ve ben onu ilk defa karşı kıyılarda gördüm. Güzelliği daha ilk baştan sarsıcıydı, ve hapsetti beni kendine. Şehri ve onu tanıma zamanım da böylece başladı! Zamanla hayaller çıkmaya başladı. Suyun üstüne önceden belirli kendi özel zamanlarında...
Milyonlarca insan yaşardı bu şehirde, dolayısıyla milyonlarca kalp vardı bu şehirde ve bu kalplerde milyonlarca aşk, milyonlarca anı, milyonlarca ayrılık ve milyonlarca keder. Bende öğrndim bu şehirde mutluluğu, aşkı, ayrılığı, kederi! Ve hepsine şahit en samimi dostum mavi-yeşil deniz tıpkı onun gözleri gibi mavi-yeşil olan, her baktığımda beni derinlere götüren o gözler gibi. O gözleri görmek için neler yapılmadı ki bu şehirde. En sadık arkadaşım mavi-yeşil denizin bile varlığını unuttum kimi zaman. Bir saniye bile görebilmek için o gözleri martılarla yarıştım, insanlarla kavga ettim, ama çok görmeyin o gözlerle gördüm kitaplardaki İstanbul’un güzeliğini. Mesela kimse bilmez Sarayburnu’ndaki bir ceviz ağacının İstanbul’un en güzel yerini kaptığını ve milyonlarca yaprağıyla milyonlarca kalp gibi attığını, gözleriyle etrafı nasıl izlediğini, ama ben biliyordum. Kimse göremez Kadıköy’e vuran bir dalganın uzaklardan birilerine haber getirdiğini ama ben gördüm, kimse duyamaz bir martının çığlığındaki varoluş sevincini ama ben duydum. O gözlerle anladım Moda’dan bakıldığında karşıda görünen Sarayburnu ile Fenerbahçe’den bakıldığında görünen adaların farkını, yada boğazdan karşıdaki köşklere bakarken ki mutlulukla, Yeşilyurt’tan belirsiz maviliğe bakarken ki kederin farkını.
Hani yedi tepeli şehir demişler ya bu şehre, evet yedi tepeyi görmüşler ama yedi denizli şehir olduğunu bilememişler, onu da ben söyleyeyim. Evet yedi denizlidir bu şehir ve her denizde farklı yaşam duyguları vardır ama karışmaz hiçbiri birbirine, denizler akıllıdır, efendidir. Her deniz kendi temizler kendi pisliğini ve hepsi de iyi arkadaşımdır benim!
Ne baharlar geçirdim bu şehirde, ne kışlar, ne yazlar ama ben en çok soğuk havalarda sevdim bu şehri, çünkü soğuk havalarda uyanırdı şehir, gösterirdi kendisini kalabalıklar arasından, biz de, her fırsatta attık kendimizi bir parçasına şehrin, bazen mor çiçekler arasında bir parkta bulduk kendimizi, bazen de kırmızılı, beyazlı, sarılı gül bahçelerinde. Yemyeşil bir tapeden izledik boğazı. Hem de hiç kimse görmeden, yalnız ikimiz, sanki şehrin sahibi ikimizdik, milyonlarca kalp arasında. Kimi zaman bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında gördüm, ıslanmış, yaprak yeşili gözlerini, soğuk havalarda ısıttım küçücük ellerini, ayrılınca akşamları birbirimizden, boş sokaklardan dinledim güzelliğini.
Ne acılar yaşadık, ne zorluklarla karşılaştık, sarıldık birbirimize her güçlükte, savaştık! Artık bir parçam olmuştu şehir ve O! Ve yitirmemek için o gözleri, o telaşlı elleri güçlü olmaya çalıştım, hayata karşı, çünkü hayat denen şey acımasızdı güçsüzlere biliyordum!
Ve bir sene havalar ısınmaya başladı şehirde, her zaman olduğu gibi, ama bu seferki bir başkaydı sanki, havalar ısındıkça mavi sular gibi buharlaştı duygular, onda, o en çok güvendiğim hiç bir şey değiştiremez dediğim duygular, bir nakış gibi emek verdiğim, her sevgi zerresini oluşturmak için bütün gücümü tükettiğim duygular, uçup gitti elimden, yüzüme bile bakmadan gitti, yitirdim onu, bir bahar günü.
Bir süre yalnızlık denen şeyle tanıştım o günden sonra, ama zamanla anladım ki yalnız değilim aslında, koca bir şehir vardı arkadaşım, havalar kararırken, ellerim cebimde dolaştığım boş sokaklar, her anımı izleyen yaşlı ağaçlar vardı beni anlayan. Birtek onlar görmüştü gözyaşlarını, kalpteki bıçak yarasını. Üzülmek gereksizdi aslında çünkü geçirilecek zamanlar yaşanmış, hayaller gerçekleşmişti. Bir şehir ve içinde bir aşk da böylece bitmişti, sarhoş ederek gölgesindekileri...
 

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
Ölenlerin üstüne bir kürek toprak ve düşenlerin üzerine bir kepçe çamur: Çok kişi insanlık vazifesini böyle anlar.
 
Top