Ayşe Kulim Veda Roman Özeti

Papatya

V.I.P
V.I.P


2007-2008 tarihleri arasında Everest yayınları tarafından 4 kez basılmış olan roman, 24 bölümden ve 390 sayfadan oluşur. İstanbul’a vakitsiz yağan bir kar manzarası ile başlayan roman, Ahmet Reşat’ın adı İttihatçıya çıkan yeğeni Kemal’i evinde nasıl sakladığını anlatan bir bölümle devam eder. Daha sonra, Kemal’in hem sarayla hem de İttihatçılarla arasının açıldığı, yine Sarıkamış’ta askerken vereme yakalandığı anlatılır. Roman böylece Osmanlı son döneminin, önemli bir siması olan Ahmet Reşat; onun konağı ve ailesi etrafında genişleyen bir olay örgüsü ile başlamış olur.

Yazar, bu yolla olayları tarihsel gerçeklik zeminine oturtarak çöken Osmanlı İmparatorluğunun da bu döneme ait bir fotoğrafını okuyucusuna sunmuş olur. Ahmet Reşat vekâleten “Maliye Nazırlığı” gibi önemli bir mevkide bulunmaktadır. Dönemin önemli isimleri Enver, Talat, Cemal Paşalar yurt dışına kaçmış, İstanbul ise iki yıldır işgal altındadır. Ankara’daki hükümetin ise başarılı olup olamayacağı belli değildir. Yürekten, devletine ve milletine bağlı bir bürokrat olan Ahmet Reşat’ın bu manzara karşısında gözleri yaşarır.

İkinci bölüm konakta yaşayanların tanıtımına ayrılmıştır. Ahmet Reşat’ın karısı Behice bu sıkıntılı dönemde kocasıyla yaşadığı eski mesut günleri hatırlar. Kendisi varlıklı bir Çerkez ailesinin çocuğu olan Behice, babası tarafından zengin bir koca yerine bu okumuş adama verilmiş, mutlu süren evlilikleri Kemal’in eve gelişiyle yerini sıkıntılı bir sürece bırakmıştır.

Behice’nin kocası, bütün kızgınlığına rağmen her akşam Kemal’le siyasi münakaşalar yapmakta, Behice’ye zaman ayırmamaktadır. Behice, bunu erkeklerin dünyasına ait bir özellik olarak algılar (Kulin 2007: 17). Bir diğer kahraman, Kemal’e bakmakla yükümlü evin hizmetçisi Mehpare’dir. Romanın ilerleyen bölümünde Mehpare birincil öneme sahip bir figür haline gelecektir. Bu bölüm, Ahmet Reşat’la ile içten içe çok sevdiği yeğeni Kemal arasında dönemin siyasi gelişmelerinin tartışıldığı bir diyalogla devam eder. Ahmet Reşat, yeğeninin görüşlerini tehlikeli görse de, aslında ona hak vermektedir. Romanın önemli bir kahramanı haline gelecek olan Dr. Mahir’in, Kemal’i muayene ettiği bölüm aslında iki hürriyetperver gencin, durumu kendi aralarında mütalaa etme imkânı buldukları bölümdür. Bu bölümde yazar, ayrıca Mehpare’nin Kemal’e olan duygusal ilgisini de okuyucuya hissettirir. Kemal, Mehpare’nin bu ilgisinden memnundur ve böyle bir konak hayatında alışık olunmadığı üzere o da Mehpare’ye samimi bir ilgi duymaktadır. Ancak mecburen onu hafiye olarak kullanmak zorunda kalacaktır.

Diğer bir şahıs ise, evin büyük hanımı (Saraylıhanım)dır. Otoritesi, asilliği ve güzelliği ile konağa hâkim olan, Saraylıhanım, Kemal’e de çok düşkündür. Ancak, Behice ile aralarında bildik bir gelin-kaynana çekişmesi de yaşanmaktadır. Mehpare’nin hafiyelik denemesi bir bombanın patlaması ile sonuçsuz kalır. Dr. Mahir’in oraya yetişmesi ile Mehpare karakola düşmekten kurtulur. Ahmet Reşat’ın durumu anlaması, Kemal’e pahalıya mal olacaktır. Bu bölümdeki şu diyalog, yazarın kadın duyarlılığını ortaya koyması bakımından önemlidir. “Allah aşkına dayı, bundan ne çıkar? Kadınlar artık çalışmaya başladı bu şehirde. Naciye Sultan himayesinde kurulan teşkilat tarafından, çalışmaya tesvik ediliyorlar. Yani sizin muhafazakâr saray mensuplarınız dahi artık kadınların evlerde hapis kalmalarından yana değiller. İstanbul Belediyesi, kocaları muharebelerde ölen kadınları, evlerine ekmek götürebilsinler diye işe almaya başlamış. Biz burada yedi göbekten tahsilli bir ailenin fertleri olarak neyi tartışıyoruz, kuzum? Mehpare neden tek başına sokakta yürümüş! Bunu mu tartışıyoruz” (Kulin 2007: 63). Bu diyaloğun, Kemal’in dayısının dikkatini başka tarafa çekmek için kullanmış olduğu da dikkatlerden kaçmaz. Bu bölüm Ahmet Reşat’ın karısının yanına inişi ve asaleten Maliye Nazırlığına atandığının haberini verişiyle bitecektir.
Sabah kahvaltısına, Ahmet Reşat’ın Maliye Nazırlığına atanmasına ilişkin konuşmalar damgasını vurur.

Nazırın evinden işine yürüyerek gidiyor olması önemli bir başka ayrıntıdır. Konağa yapılan tebrik ziyaretleri, özellikle de Ziya Paşa’nın eşinin ve kızı Azra’nın ziyareti ve bu ziyaret sırasında kadınların sosyal hayatta ve siyasette varlıklarını hissettirmelerini ön plana çıkaran sohbetler önemlidir. Bu konuşmalarda sözü edilen “Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti”(Kulin 2007: 80) dikkate değer bir ayrıntıdır. Yazar daha sonra Kemal ve Mehpare’nin herkesten gizli yaşadıkları şehvetli anların tasvirini romana taşır.
Romandaki bazı ayrıntılar diğer romanlarla bire bir örtüşür. Evin küçük kızı Leman’ın, piyano, erkek çocuğunun ise keman çalıyor olması buna örnek olarak verilebilir. Saraylıhanım’ın Mehpare’ye ud çaldırıyor olması ise romanda bir karşılaştırma unsuru olarak kullanılan gelenek ve modern yaşamın imgeleri durumundadır. Burada dikkatli bir okuyucu Peyami Safa ve Fatih-Harbiye’yi hemen hatırlayacaktır.
Roman, konağın bahçıvanı, Aret Efendi’nin günün siyasi olaylarını haber vermesi ile olay akışı bakımından hızlanır. Meclis basılmış, seri tutuklamalar başlamıştır. Kemal’in bu konakta kalıyor olması son derece tehlikeli gelişmelere neden olacaktır. Kemal kadın kılığına sokularak, Mehpare’nin fikriyle evden kaçırılıp Ziya Paşa’nın konağına götürülür. Ancak, kocası öldükten -şehit olduktan sonra hiç evlenmeyen Azra Hanım, Mehpare için bir rakip olabilecek durumdadır. Yazar, bu kadınsı güdüyü ayrıntılı bir şekilde, Mehpare’nin iç monoloğu ile bize yansıtır. Azra, Mehpare’nin bu duygularını anlamakta gecikmez. Fakat Mehpare’nin sandığı gibi bir düşüncenin içinde değildir. Bu tehlikeli kaçış, Azra ve Kemal’in gizli bir teşkilat olan “Karakol”a üye olmalarıyla sonuçlanır.
Kaçış sırasında Kemal, bir süre bir tünelde soğuk zeminde yatmak, saklanmak zorunda kalmış, hasta bedeni ve ruh hali onu Sarıkamış’ta yaşanan trajik günlerin acı hatıralarına sürüklemiştir. Sarıkamış gazisi Kemal’in, Mehpare ile olan şu diyalogu bu anlamda önemlidir: “Uyumak, ölmeye yatmak demekti Sarıkamış’ta… Ne kadar anlatsam yüreğimdeki yarayı göremezsin, isyanımı anlayamazsın. Arkadaslarımın donarak öldüğü, aç kurtlara ve Ermeni çetelere yem olduğu o seferden beri, beni acıtan bambaşka bir şeydir Mehpare. Vatan için donaydık, vatan için öleydik gam yemeyecektim. Bizler, o karlı dağlara tırmandık, bilir misin? Ruslarla savaşan Almanların hatırı için. Rus kuvvetlerini peşimize düşürelim de Alman askerleri rahatlasın diye bir Şark cephesi açması için baskı yapıldı Osmanlıya. Enver delisi sürdü bizleri beyaz cehenneme, doksan bin genç adamı, gözünü kırpmadan sürdü dağlara. Arap çöllerinden gelenler üzerlerinde incecik kumaştan üniformalarla, bizler ayağımızda kösele postallarla karın üzerinde günlerce yürüdük. Rüzgârda buzdan kalıplara dönmüş kaputlarımızın içinde, kollarımızı kıpırdatamıyorduk. Buz tabutlara konmuş gibiydik. Eldivenlerimizin içinde, parmaklarımız önce üşüdü, sonra yandı acıdan, daha sonra hissizlşsip dondu. Dövüşmeden, bir kurşun atmadan teker teker dondurdu bizi. Öldürdü bizi Enver” (Kulin 2007: 110-112). Mehpare’nin yardımıyla tekrar Azra’nın evine giden Kemal’in ağzından, Sarıkamış faciasının diğer ayrıntıları da romana yansır.

Tekrar, konağa döndüğümüzde -Kemal ve Mehpare ile- Ahmet Reşat’ın çılgına dönmüş sinirli haliyle karşılaşırız. Meclis’in basılması Ahmet Reşat’ı çileden çıkarmış, ancak çaresizlik onu çılgına çevirmiştir. Kemal ve Ahmet Reşat’ın bu süreçteki şu diyalogları önemlidir. Ahmet Reşat, Sultan’ın hiçbir şey yapmıyor gibi görünmesine şu cevabı verir: “Oğlum, arka çıkmıyor mu zannediyorsun? Silah teslimatı yapmayarak, emirlere itaat etmeyerek mukavemet gösteren paşalara müsamaha eden sadrazamları makamlarına kim tayin ediyor?

Onu yerli yersiz, hiçbir şey bilmeden suçlama, rica ederim” (Kulin 2007: 126). Kemal’in bu açıklamaya pek inanmaması üzerine Ahmet Reşat çok geniş başka bir açıklama yapar. Yazar, böylece İstanbul’un işgal günlerinde yaşanan siyasi manevraları okurla bir başka açıdan paylaşmış olur. Bu sohbet devam ederken, dışarıda tutuklamalar da devam etmektedir. Günün akşamında her şeye, her türlü gerginliğe rağmen Kemal ve Mehpare’nin ateşli bir sevişme sahnesine yer verilir.
Yazar bu bölümden sonra, olayların bir değerlendirmesini de kadınların ağzından yaptırır. Behice, Azra ve Saraylıhanım’ın bu bölümdeki konusmaları hem siyasi hem de sosyal açıdan önemli ayrıntılar barındırır. Özellikle eğitimle ilgili konuşmalarda, “evde eğitim” “okulda eğitim” tartışması ve Saraylıhanım’ın çocukların okula gönderilmesine karşı çıkışı, farklı dönemin kadınlarının, farklı görüsleri ortaya koyması bakımından önemlidir.

Yeni açılan “Fevziye Mektebi”ndeki yeni eğitim usulleri ve müdürünün bir kadın oluşu da önemli bir ayrıntıdır. Bu bölümde, ayrıca evin çocuklarının -Leman ve Suat’ın- çekişmeleri de okuyucuya hissettirilir. Azra’nın bu konuşmalardan sonra, Behice’yi bir kadın teşkilatının toplantısına götürmesini, Behice’nin orada fenalaşması takip eder. Yazar, böylece nazır karısı olsa bile Behice’nin -Osmanlı kadınının- sosyal hayatın ne kadar dışında olduğunu vurgulamaya çalışır.

Roman, Ahmet Reşat’ın yeni kurulan Damat Ferit hükümetinde görev alışıyla devam eder. Asıl önemli olan ayrıntı ise Kemal ve dayısının konuşmaları, münakaşalarıdır. Bu bölümler, İstanbul hükümeti ile Ankara hükümetinin birbirinden çok farklı çalışmaları ve amaçlarını ortaya koyması bakımından önemlidir. Bu diyaloglar, okuyucuya adeta yakın dönemi konu eden bir tarih dersi gibi yansır. Dr. Mahir’in konağa gelişi, Ziya Paşa konağına işgalciler tarafından el konulması ve Azra’nın Ankara hükümeti lehine Kemal’le yaptığı çalışmaların anlatımı bu bölümün önemli konularıdır.

1920 Temmuz-Ağustos aylarını konu eden 9. Bölüm, Ahmet Resat’ın maliye nazırlığını vekâleten yürüttüğü döneme ait olayları irdeleyen bölümdür. İşgalle yaşanan çaresizlik ve umutsuzluğu, konak çalışanları üzerinden bir genelleme yaparak nasıl bütün insanımıza hâkim olduğunu ortaya koyan ayrıntılar, bu bölümün önemli olaylarıdır. Aile, Ada’daki yazlıktan döndükten sonra olaylar değişecektir. Behice, bu sıkıntılı dönemde kocasını anlamaktansa, onun başkasına âşık olduğunu düşünecek, Mehpare ve Azra “Hilal-i Ahmer” cemiyetine bağlı olarak Anadolu’ya geçmeye karar verecektir. Yine Saraylıhanım’ın Kemal’i Mehpare konusunda sorgulaması da önemli bir ayrıntıdır. Sonuçta Kemal, Mehpare ile evlenme kararı alır. Nikâhın ardından Kemal evden ayrılacaktır. Kemal’i bu süreçte Milli Mücadeleye lojistik destek sağlayan bir çiftlikte ve buradaki faaliyetleriyle takip eder okuyucu.

Konakta ise, Ahmet Reşat’ın hem İstanbul hükümeti kabinesinde olup hem de Ankara hükümeti ile olan yakınlaşmasının ayrıntılarını görürüz. Mehpare’nin kocasına ulaşma, onu görebilme çabaları da romanın aksiyonunu sürükleyen bir diğer olayıdır. Behice’nin üçüncü çocuğa hamileliği ve doğumu ile Rusya’dan kaçan askerlerin Osmanlıya sığınmalarının yarattığı sıkıntı, romana aynı paralelde yansır. Bu askerlerin, Karadeniz bölgesine konuşlandırılmaları sırasında Ahmet Reşat önemli rol oynar. Roman boyunca Dr. Mahir’le Leman’ın yakınlaşmasını ima eden yazar, olayları yavaş yavaş çözümlemeye başlar. Romana bu süreçte Saraylıhanım’ın bir yakını olan Dilrüba Hanım iki kızı ve oğlu Recep’in dâhil edildiğini görüyoruz. Yine Kemal’den -Ankara’dan- gelen mektuplar, Ahmet Reşat’ın konağında heyecanlı dakikalar yasatır. Mehpare’nin hamileliğinin son dönemi, kocası Kemal’in şehit olduğu haberi ile birleştirilerek verilir okuyucuya. Böylece yazar, merakın azaldığı süreçte, olayı tekrar ilgi çekici bir hale getirir. Bu sıkıntılı dönemde Mehpare’ye, Antep’te bulunan Azra’nın “taziye” mektubu yazarken yasadığı duygusal anlar da eklenince, roman daha farklı bir boyut kazanır.

Vahdettin’in İstanbul’daki son günleri, son selamlığının konu edildiği bölüm, bir devrin artık kapandığını, Ankara hükümetininse zaferini ilan etmeye hazırlandığını yansıtan bölümdür. Vahdettin’in İstanbul’dan ayrılışı, Ahmet Reşat’ın sürgüne gönderilişi, aslında yeni bir romanın, “Umut”un da konusunu teşkil edecek bir ayrıntıdır. Dr. Mahir’le Leman’ın evliliği ve hak etmese de Ahmet Reşat’ın sürgüne gönderilmesi ile roman son bulur.

 
Top