Anlam arayışının anlamı nedir?

r0se

Forum Onuru
Özel üye
Hayatı çözme çabamızda kimi zaman hızla yol alıyoruz… Kimi zaman tıkanıp kalıyoruz… Peki hayatımıza anlam katma çabamızın arkasında ne var? Tüm çabamızın amacı kestirmeden güç ve hazza ulaşmak mı? Yoksa çok daha fazlasını mı istiyoruz?

Haz, güç ve anlam

İnsan olmak verili olanın ötesini merak etmek demektir. Olduğunun, var olanın üstüne, ötesine geçmek, transandans, insan varoluşunun temelidir. Bunu kimi dini, kimi bilimsel, kimi sanatsal veya edebi yolla yapmak ister.

Peki bütün bu çaba mutlu olmak için midir?

Büyük Alman filozofu Kant bu soruya “Evet” der ama insanın ayrıca‘mutlu olmaya layık olmak’ için çaba göstermesi gerektiğini de ekler. Viktor Frankl ise insanın mutlu olmak değil, mutlu olacak bir neden bulmak istediğini iddia eder. Mutlu olacak bir neden bulunduğu zaman haz onu kendiliğinden takip eder. Kant hazdan önce sorumluluğun geldiğini, hazzın duyumsanabilmesi için insanın sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini söyler. Bir psikiyatr olan Viktor Frankl’da Kant’ın sorumluluk kavramı başka bir kavramla yer değiştirir: ‘anlam’la. Bütün gün, hayatın içinde kaybolmuş insanlarla bir çıkış yolu aradığı için sanırım. Felsefenin evde masa başında yapılmasının rahatlığıyla, terapideki hastanın yüzündeki acının zorlayıcılığı arasındaki farktır bu.

“Hayatının anlamını yitirmiş insanlar” der Frankl, “doğrudan hazzın, gücün peşinde koşmak gibi bir yanılgıya düşer ve mutsuz olurlar.”Doğrudan hazzın peşinde koşan insan, mutlu olmak için gerçek bir neden bulmaya çalışmayı bırakır ve ruhsal sıkıntıların kucağına düşer. Kierkegaard’ın dediği gibi: “Mutluluğa giden kapı dışarıya doğru açılır, bu yüzden de bu kapıdan koşarak geçmek isteyen kişinin yüzüne kapanır.” Frankl bu sözü şöyle anlamayı tercih eder; insan en derininde ve son tahlilde ne haz istenci, ne de güç istenciyle doludur. İnsanın temel itkisi anlam istencidir. Mutluluğa neden olacak anlamı aramak ve bulmak çabası yanında, Martin Buber’ci anlamda ötekiyle karşılaşma ve bu karşılaşma içinde onu sevme istenci de en az anlam arayışı kadar önemlidir. Anlamı bulmak ve sevmek, mutluluk ve onu takip eden haz duygusu için gerekli olan nedenlerdir.

‘İyileşmeyen’ insanlar, ilaç yazan psikiyatrlar

Kapitalizmin tüketime ayarladığı günümüz insanında ise bu arayış doğrudan haz bulmaya dönüşmüştür. İnsanların terapistlerin bekleme odalarını doldurmalarının en önemli nedeni budur. Bir hastam yıllarca tekne alma hayali kurduğunu ve tekneyi alınca bunun anlamını yitirdiğini söylemişti. Erich Fromm ‘Olmak mı Sahip Olmak mı’ adlı kitabında tam da bunu vurgular.

Anlamı bulduğumuzda kendiliğinden gelecek haz bir hedefe dönüştüğünde odağa yerleşir ve insan hazla bu kadar yoğun ilgilenmeye başladığında hazzın nedenlerini gözden yitirir, böylece haz duymak da artık mümkün olmaz. İnsan ‘sahip olduğu’ teknesinin güvertesinde ne‘olacağını’ bilemez.

Hazza giden en kestirme yol sekstir. Hazzın peşinde başka hiçbir şeyi görmeden koşan ve sırf bu nedenle de onu elde etmek konusunda başarısızlığa mahkum olan günümüz hızlı tüketim insanı, teknik olarak seks eyleminin yerine getirilmesini kurtuluşu olarak görmektedir. ‘Potent’olmak (iktidarsız–inpotent olmamak), kısa bir süre için o hazzın peşinde koşup onu elde ettiğini sanmak, ardından gelen boşluk duygusunun dayanılmazlığı ve aynı yanılgının tekrarı. Anlam ve sevgiden gittikçe uzaklaşan mutsuz insanlar. Artık psikiyatri muayenehanelerinin psikiyatri hastalarından daha ziyade, hemen ama hemen o hiç istenmeyen duygudan kurtulmak için şekerleme gibi yuttukları antidepresanlarla ‘iyileşmediklerinden’ yakınan insanlarla dolmasının ana nedeni budur. Psikiyatri hastalıklarını iyileştirmek üzerine eğitim aldıkları için bu durumda ne yapacaklarını bilemeyen psikiyatrların da çözümünü bilemedikleri anlam sorunu karşısında çaresizlik duygusu içinde daha çok ilaç reçete etmelerinin nedeni de.

Günümüzün en önemli sorunu

Haz istenci için geçerli olan durum güç-erk istenci için de aynı şekilde geçerlidir, Frankl’a göre. Haz, anlamın bir yan ürünü olarak ortaya çıkarken güç, yalnızca anlama ulaşabilmek için bir araçtır. Çünkü anlama ulaşabilmek doğaldır ki belli toplumsal koşullara bağlıdır. Anlama ulaşma istenci ‘frusture’ olduğunda insan yalnızca hazzı düşünmeye ya da hedef olarak, aslında yalnızca basit bir araç olan gücü istemeye ve aramaya başlar.

“Freudiyen anlamda haz, doğası gereği nörotiktir” der Frankl.

Cinselliğin, Freud’un yaşadığı zamanlardaki gibi bastırılması, yaşanmaması söz konusu değildir günümüzde. Aksine, hızla ve en kolay yoldan hazza ulaşmanın aracı olarak cinsellik, günümüzde bir tüketim malzemesine dönüşmüş olduğu için ruhsal sorunların kaynaklarından biri haline gelmiştir. Günümüz insanı anlam yokluğu nedeniyle ortaya çıkan içsel boşluk duygusunun huzursuzluğuyla boğuşmaktadır artık. Frankl’ın‘varoluşsal vakum’ adını verdiği bu anlamsızlık durumu günümüzün en önemli sorunudur.

Benim Frankl’a katılmadığım en önemli nokta, Adler’in güç istenciyle ilgili söylediklerine yaptığı yorumdur. “Freud’un haz istenci kavramının kendisi nasıl nörozun nedeniyse” der Frankl, “Adler’in güç istenci kavramı da nörozun bir diğer nedenidir.” Oysa Adler güç istencini bir hedef olarak koymamıştır. Güç istenci Adler’de hedefe ulaşmak için bir araçtır. Çocukluğu hastalıklarla geçen ve kendinden büyük kardeşlerinin baskısı altında büyüyen Adler, insanın çocukken yeti ve becerilerinin eksikliği ve fiziksel olarak yetersizliği nedeniyle doğal olarak bir aşağılık kompleksi içinde olduğunu söyler. Güç istenci olarak adlandırdığı kavramsa bu aşağılık kompleksinden kurtulmak ve anlamlı bir hayat yaşayabilmek yolunda ihtiyacı olan araçtır. Frankl daha dinsel ve bireysel bir transandanstan yanayken Adler, daha toplumsalcı bir dünya görüşüne sahiptir ve doğal olarak hayata bakışı, kurduğu psikolojiyi de etkilemektedir.

Adler nasyonal sosyalizmin yükselişe geçtiği dönemde bir sosyal demokrat olmayı seçmiştir. Eşi daha da sola yakın bir insandır. Hatta Stalin’in gazabından kaçan Troçki, Büyükada’da geçirdiği iki yılın ardından Güney Amerika’ya gitmeden önce Viyana’da mola vermiş ve Adler’lerin evinde kalmıştır.

İnsanca ve anlamlı bir hedef

Konumuza dönersek, Adler hayatın anlamlı yaşanabilmesi için insanın içinde bulunduğu toplum ya da topluluğa yararlı bir şeyler yapması gerektiğini söyler ve bu hedefi ‘toplumsallık duygusu’ olarak adlandırır.

Frankl’ın anlamı tanımlarken Adler’den daha becerikli olduğunu, çünkü daha iyi bir yazar olduğunu düşünüyorum. Ama çözüm önerisi olarak Adler, en azından bana, daha doğru, insanca ve anlamlı bir hedef belirlemiş görünüyor.

Anlamın, ‘toplumsallık duygusu ve ötekiyle gerçekleşen karşılaşma içinde onu sevmek’te olduğunu söylemek sanırım en iyi özet olur.

Yazar: Alper Hasanoğlu
 
Top