• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

ALLAH İçin Sevmek, ALLAH İçin Buğz Etmek

yaren*

Herşey olması gerektiği gibi ;)
Özel üye
ALLAH İçin Sevmek ve Buğz Etmek nedir?

Hubb; dostluk ve sevgi, buğz ise bunun zıddıdır. Kişi, bir kimseyi, ya malı, ya güzelliği, ya asaleti, ya soyu, ya şahsi bir menfaati, ya dünyevi bir isteği veya geçici bir değer için sever.
Bütün bunlar, sevgi ve nefret sebeplerini sınırlandıran bir din olan İslam’da istenilmeyen şeylerdir.




Bu yüzden Müslüman, bir kimseyi ancak hak dine mensup olduğu için sever, veya batıl bir dine mensup olduğu için buğz (nefret) eder.



Efendimiz Muhammed S.A.V buyuruyor ki; “Şu üç şey kimde bulunursa, imanın tadını alır; ALLAH’ı ve Rasulünü, bu ikisi (ALLAH ve Rasulü) dışında her şeyden daha fazla sevmek, bir kimseyi yalnızca ALLAH için sevmek ve ateşe atılmaktan tiksindiği gibi küfre düşmekten tiksinmek.”



Bunun için Müslüman, peygamberleri, velileri, sıddıkları, şehitleri ve Salihleri sever. Zira onlar, ALLAH’ın sevdiklerini yapmışlar ve bu sebeple ALLAH için sevilmişlerdir. Bu da sevileni (ALLAH’ı) sevmenin kemalindendir.
Kafirleri, münafıkları, bidat ve isyan ehlini ise sevmez, nefret eder. Zira onlar ALLAH’ın sevmediği şeyler yapmışlar ve onlara ALLAH için buğz edilmiştir.


Kim böyle yaparsa ALLAH için sevmiş ve ALLAH için buğz etmiştir. ALLAH ona yeter ve O ne güzel Vekildir.

Bil ki, ALLAH için sevmek ve ALLAH için buğz etmek, birkaç açıdan “Vela (mü’minlere dostluk) ve bera (müşriklerden uzaklaşmak)” ile farklıdır;


1- Vela(dostluk) ve Bera(uzaklaşma) temeldir, sevgi ve buğz ise bunları kemale erdirici hasletlerdir.

2- Sevgi ve buğz, “vela ve bera”nın gereklerindendir. Ama vela ve bera, sevgi ve buğzun gereklerinden değildir.

ALLAH İçin Sevmek, ALLAH İçin Buğz Etmek…

Vatikan’ın en çok korktuğu, Hıristiyanlaştırmada en büyük engel gördüğü, İslamiyetin, “hubbu fillah-buğdu fillah” emridir. Yani, ALLAH dostlarını ALLAH için sevmek, ALLAHın düşmanlarını, (dinimize göre, Müslüman olmayan herkes ALLAH düşmanıdır) Yahudileri, Hıristiyanları sevmemektir. Hubbu fillah, buğdu fillâh, imanın esasıdır. İmanın altı şartının geçerli olup olmaması bu esasa bağlıdır.



Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
“İmanın en sağlam temeli ve en kuvvetli alameti, hubb-i fillah, buğd-ı fillahtır.” (Ebu Davud)
“İmanın temeli Mümini sevmek ve kâfiri sevmemektir.” (İmamı Ahmed)
“İmanın efdali ALLAH için sevgi, ALLAH için buğzdur.” (Taberânî)



Yine Resulullah buyurdu ki:
“Cebrail aleyhisselam gibi ibâdet etseniz, müminleri, ALLAH için sevmedikçe ve kâfirleri ALLAH için kötü bilmedikçe, hiç bir ibâdetiniz, hayrat ve hasenatınız kabul olmaz!”


ALLAHü teâlâ, Hz. Musa’ya sordu:
- Ya Musa, benim için ne işledin?
- Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, zikrettim.


- Ya Musa, kıldığın namazlar, seni Cennete kavuşturacak yoldur, kulluk vazifendir. Oruçların, seni Cehennemden korur. Verdiğin zekâtlar, kıyamette, sana gölgelik olur. Zikirlerin de, o günün karanlığında, sana ışıktır. Bunların faydası sanadır.

Benim için ne yaptın?
- Ya Rabbi, senin için olan ameli bana bildir.
- Dostlarımı benim için sevdin mi, düşmanlarıma benim için düşmanlık ettin mi?
Musa aleyhisselam, ALLAHü teâlâ’yı sevmenin onun için olan en kıymetli amelin, Hubb-i fillah ve Buğd-ı fillah olduğunu anladı.

(İmam-ı Gazali)



Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
“Ey iman edenler, Yahudileri de, Hıristiyanları da dost edinmeyin! Onlar, (İslâma olan düşmanlıklarında) birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan olur. ALLAHü teâlâ, (kâfirleri dost edinip, kendine) zulmedenlere hidayet etmez.” (Maide 51)


“Müminler, müminleri bırakıp da, kâfirleri dost edinmesinler! Onları dost edinenler, ALLAH’ın dostluğunu bırakmış olurlar.” (Ali İmran 28)


“ALLAH’a ve ahiret gününe iman edenler, babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da akrabaları olsa bile ALLAH’a ve Resûlüne düşman olanları sevmezler.” (Mücadele-22)

Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: “Bir kavmi sevip de onlarla dostluk kuran, kıyamette onlarla haşrolur” (Taberânî)
Vatikan, bu inanç yıkılmadıkça, Müslümanların Hıristiyan olmayacağını bildiği için, “Diyalog” vasıtasıyla bu inancı yıkmak istiyor.




Emr-i bi’l marufu nasıl yapabiliriz?
Emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker, sadece söz veya yazıyla bazı şeyler anlatmak demek değildir; o çok daha şümullü bir vazifedir. ALLAH Rasûlü’nün (aleyhi ekmelü’t-tehaya) beyanları içerisinde bu vazife, dinin çirkin saydığı bir münkeri mümkünse elle def edivermek, şayet fiilen müdahale edilemiyorsa, tatlı dil ve va’z u nasihatle, yani dil ile o kötülüğün önüne geçmek; dil ile def etmeye de imkân ve vasat müsait değilse, en azından onu hoş karşılamamak ve ona kalben taraftar olmamak gibi değişik şekillerde eda edilebilmektedir.



Söz konusu hadiste, imânın en zayıf mertebesi olarak nazara verilen “münker karşısında kalben buğz etmek” meselesini de, bir insana düşmanlık beslemek, buğz etmek ve nefret duymak şeklinde anlamamak lazımdır. Haddizatında, fena işler yapıyor olsa da, bir insana düşmanlık beslemek ve kin gütmek onu içine düştüğü fenalıktan vazgeçirmek için faydalı bir yol değildir. Kanaatimce, bu ikazdan anlaşılması gereken husus, fenalığa karşı tavır belirlemenin lüzumudur.




Mesela, kendini ciddiyetsizliğe ve laubaliliğe salmış bir insana, “Bir bilsen, sana karşı ne kadar alâka duyuyordum! Gönlümde derin bir yerin vardı. Fakat, içimde beslediğim o muhabbet ve alâka âbidesini dik tutmaya çalışsam da, elimde değil, onun yıkılmasına mani olamıyorum; çünkü şu laubali tavırların karşısında sarsıntı yaşıyor ve kanaatlerimi koruma hususunda çok zorlanıyorum.” diyerek, içine düştüğü münkeri savmaya çalışmak esas olmalıdır.




İşte, güzel ahlaklı nesiller yetiştirmek ve gençleri mesâvi-i ahlaktan uzak tutmak için de önce dinimizin başkalarını hafife alma, çirkin lakaplar takma, insanlarla alay etme, her fırsatta gülüp durma ve sürekli laubali davranma gibi kötü huylara bakışı iyi bilinmeli, hayata hayat kılınmalı ve sonra da bunlar diğer insanlara usulünce anlatılmalıdır.


A'lamenittebeğalhüda.




El, dil ve gönülle müdahale şeklindeki emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker şartlara göre ve üslubuna uygun olarak yerine getirilmelidir. Özellikle gençlerimizi, lâkaydîlikten ve yılışıklıktan kurtarıp nefisperestlik ve şahsî haz düşüncesinden uzaklaştırarak birer gaye insanı haline getirmek ve onlardaki gülme ve eğlenme isteğini biraz olsun çile ve ızdırap duygusuyla dengelemek için onlara her şeyden önce öz değerlerimiz ve kendi kültürümüzün esasları öğretilmelidir.
 
Top