• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Ailenin Tek Kızının Dirilmesi

KıRMıZı

TeK BaşıNa CUMHURİYET
V.I.P
AİLENİN TEK KIZININ DİRİLMESİ

Bir zamanlar yalnızca bir kızları olan yaşlı bir karı koca yaşarmış. Kızları çok güzelmiş ve kabilenin gençlerinden birçok talibi varmış, ama kız bekar kalmayı tercin ediyor ve büyük aşk tekliflerini hep aynı yanıtlar karşılıyormuş, “hayır.”

Bir gün bu kız hastalanmış ve günden güne kötüleşmiş. Bütün iyi büyücüler çağrılmış ama hiçbirinin ilacı yarar getirmemiş, kız iki hafta içinde ölüp gitmiş. Köyde büyük bir yas olmuş. Cesedi köyden birkaç mil uzağa götürüp güzel giysiler ve örtülere sarmışlar, sonra bir tabuta koyup tabutu ayakta durur şekilde bırakmışlar (Bu Kızılderililerin ölü gömme adetlerinden biridir). Yere çatallı dört direk dikip üstlerine sağlam direkler ve adaya söğüt dallarından bir yatak koymuşlar, üstünü sağlam dişbudak çalılarıyla kaplamışlar. Bu mezar yerden 5-6 ayak yüksekmiş. Cenaze töreninden sonra ana-babası bütün atlarını, güzel elbiselerini ve örtülerini ölmüş kızlarının anısına bırakmışlar. Sonra saçlarını kesmişler, paçavralara bürünmüşler.

Bir yıl geçtikten sonra arkadaşları ve akrabaları yaşlı karı kocayı yastan çıkarmak için boşuna uğraşmış durmuş. “Yeterince yas tuttunuz” demişler. “Artık yas tutmayı bırakın da hâlâ hayattayken güzelliklerin tadını çıkarmaya bakın. Giderek yaşlanıyorsunuz, fazla ömrünüz kalmadı, zamanınızı iyi geçirin.”

Yaşlı çift önerileri dinliyor, sonra başlarını sallayıp şöyle cevap veriyormuş: “Artık yaşayacak bir şeyimiz kalmadı. Bizi mutlu edecek hiçbir şey yok, hayatımızın ışığını kaybettik çünkü.”

Böylece yaşlı çift kaybettikleri sevgilileri için yas tutmaya devam etmiş. Güzel kızın ölümünün üstünden iki yıl geçtikten sonra bir akşam bir avcıyla karısı güzel kızın mezarının yanından geçiyormuş. Aydan döndüklerinden yükleri ağırmış ve pek hızlı ilerleyemiyorlarmış. Mezarın yarım mil kadar ilerisinde bir kayanın dibinden fışkıran berrak bir pınar varmış ve buradan küçük bir dere çıkıyormuş, derenin kıyısında yemyeşil çimenler bitmiş. Avcı pınar başında kamp kurmuş, atını bağlamış, yanlarında taşıdıkları küçük çadırı kurmak için karısına yardım etmiş.

Hava iyice kararınca avcının köpeği havlayıp ulumaya başlamış. “Çık da köpek neden havlıyor bir bak” demiş avcı karısına. Kadın kapıdan uzanıp bakmış sonra geri çekilip, “Kızın mezarının o taraftan yaklaşan bir kadın var” demiş.

“Herhalde ölü kızdır, bırak gelsin, korktuğunu belli etme” demiş, avcı. Giderek yaklaşan ayak sesleri duymuşlar, sesler kapıda kesilmiş. Avcı kapının altındaki küçük açıklıktan bakınca bir çift küçük ayakkabı görmüş ve gelenin kim olduğunu anlamış, “Her kimsen içeri gir de yemek ye” diye seslenmiş.

Davet üzerine kız içeri girmiş ve yüzü güzel bir giysiyle sıkı sıkıya örtülü olarak kapının yanına oturmuş. Kadın bir tabağa yemek koyup ziyaretçiye doğru uzatmış, “Ye dostum, aç olmalısın” demiş. Kız ne kıpırdamış, ne de yemeğe uzanmış. Avcı: “Sırtımızı kapıya dönersek belki ziyaretçimiz yemeğini yiyebilir” demiş. Bunun üzerine karısı arkasını dönmüş ve iple asılmış olan geyik etini parçalamaya koyulmuş (Kızılderililer genellikle eti asmak için ipler kullanır). Tütün çubuğunu dolduran avcı arkasını dönüp sessizce içmeye başlamış. Sonunda tabak kadına geri uzatılmış, kadın tabağı almış, yıkadıktan sonra yerine koymuş. Kız hâlâ sessizce kapının yanında oturuyor, ne bir ses çıkarıyor, ne nefes alıyormuş. Sonunda avcı konuşmuş: “Sen iki yıl önce şu mezara gömülen kız mısın?” Kız onaylar gibi başını birkaç kez sallamış. “Bu gece burada yatmaya mı geldin? Eğer öyleyse karım sana yatak hazırlasın.” Kız hayır anlamına sallamış başını.

“Yarın akşam da bizi ziyarete gelecek misin?” Kız başını sallayarak onaylamış.

Böylece kız üç gece üst üste çadırı ziyarete gelmiş. Üçüncü gece avcı kızın artık nefes aldığını fark etmiş. Ellerinden birinin elbisesinin dışına çıktığını görmüş. Derisi siyahmış ve kemiklerine yapışmış durumda imiş. Avcı bunu görünce kalkmış ve bir direğe asılı olan ilaç torbasını almış, bazı kökler çıkarıp kokarca yağı ve sülüğenle karıştırmış ve kıza şöyle demiş:

“Eğer bunu alır ve yüzüne ve ellerine sürersen cildine tekrar hayat gelir, canlanırsın.” Kız kabul etmiş ve avcı ilacı kızın ellerine ve yüzüne sürmüş. Sonra kız kalkıp mezara dönmüş. Ertesi gün çadırı toplayıp köye doğru yola koyulmuş. O gece köye birkaç mil kala kamp kurmuşlar. Gece olunca köpek her zamanki gibi havlamaya başlamış, kadın çıkıp dışarı bakmış ve yaklaşan kızı görmüş.

Kız gelip içeri oturmuş, avcı o zaman kızın elbisesini yüzüne eskisi kadar sıkı bastırmadığını fark etmiş. Karısı yemek içir bir şeyler uzatınca kız uzanıp tabağı almış, o zaman elleri ortaya çıkmış, artık neredeyse normal görünüyormuş. Kız yemeğini bitirdikten sonra avcı, “İlacın faydası oldu mu” diye sormuş. Kız başını sallamış.

“İlacı her yerine sürmemizi ister misin?”

Kız tekrar başını sallamış.

“Bütün vücuduna yetecek kadar ilaç hazırlayıp dışarı çıkacağım, karım ilacı sürer.”

İlacı hazırlayıp karısı sürene kadar dışarı çıkmış. Kadın işini bitirince kocasını içeri çağırmış, adam içeri girip oturmuş ve kıza, “Yarın köye varacağız. Bizimle gelmek ister misin” diye sormuş.

Kız evet anlamında başını sallamış tekrar. “Yarın köyde çadır kurduğumuzda tekrar gelecek misin?”

Kız yine başını sallamış ve kalkıp karanlıkta gözden yitmiş.

Avcı sabah erkenden çadırı toplamış, öğleden sonra köye varmışlar. Hemen karısını olan biteni anlatmaya yaşlı çifte göndermiş. Kadın gitmiş ve yaşlı çift gün batarken çadıra gelmiş. Karı-kocayı içeri davet edip yemek ikram etmişler. Köpek havlayama başladığı zaman karı koca yemeklerini daha yeni bitirmiş imiş. “İşte geliyor, cesur olan, birazdan kaybettiğiniz kızınızı göreceksiniz” demiş avcı.

Konuşmasını bitirdiği anda kız yaşarken olduğu haliyle çadırın girişinde belirmiş. Ana babası kızın boynuna atılıp onu öpücüklere boğmuş.

Kızdan kendileriyle birlikte eve dönmesini istemişler, ama kız yaşamını geri veren avcıyla birlikte kalmak istemiş, onunla evlenip ikinci karısı olmuş. Evlenmelerinden kısa bir süre sonra avcı bir savaşa katılmış ve bir daha geri dönmemiş, çünkü savaş alanında öldürülmüş. Kız kocasının ölmesinden bir yıl sonra tekrar evlenmiş. Bu kocası da atlarını kaçırmak için pusu kurduğu düşmanları tarafından öldürülmüş. Üçüncü kocası da ilkiyle aynı kaderi paylaşmış ve savaş alanında ölmüş.

Üçüncü kocası öldüğünde hâlâ güzel bir kadınmış, ama bir daha evlenememiş, çünkü erkekler kadının kutsal olduğunu düşünerek ondan korkmaya başlamış ve onunla evlenenlerin düşman tarafından öldürüleceğine inanarak evlenmeye cesaret edememişler.

Bunun üzerine kadın hastaları tedavi etmeye başlamış ve kabilenin en iyi doktoru olarak nam salmış. İleri yaşlara kadar yaşamış, ölümünün yaklaştığını anlayınca eskiden gömülmüş olduğu yere gitmiş, yeni yapılmış olan bir mezara çıkmış, üstünü elbiseler ve örtülerle sıkıca örtmüş ve bir daha uyanmamak üzere uykuya dalmış.
 
Top