78 - Karabük

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
İl Tanıtımı

19 mahallesi ve 42 köyü bulunan Karabük'ün nüfusunun 102.708' i şehir merkezinde, 14.680' i köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 704 kilometrekare, denizden yüksekliği 280 m. dir. En önemli akarsuyu Filyos Çayı, en önemli yükseltisi Keltepe (2000 m.)' dir. Yüksek yerlerde karasal iklim görülürken vadi tabanlarında iklim nispeten yumuşaktır.

Karabük' ün ekonomisi demir-çelik sanayisine paralel olarak gelişmiştir. Şehirde kurulu bulunan haddehane ve dökümhaneler demir-çelik sanayinin diğer ürünleridir. Böylece Karabük küçük bir yerleşim yeriyken süratli bir şekilde gelişerek sanayileşme ve dolayısı ile de kentleşme evrimini geçirmiştir. Son yıllarda il ekonomisi çeşitlenmeye başlayarak tekstil, mermer, orman ürünleri ve çimento sanayi kurulmuştur. Merkez ilçe ekonomisi ağırlıklı olarak imalat sanayisine dayanmaktadır.

KARABÜK ADININ KAYNAĞI
Karabük adını, üzerinde yaşadığı coğrafi ortamdan almıştır. “Kara” ve “Bük” sözcükleri, kara çalılık yer anlamında, Karabük adının oluşumuna kaynaklık yapmıştır. Bu topluluklarda yaşayan Türkmen toplulukları, Karabük cemaati adını bu biçimde almışlardır. Türkiye’de 14 yer ve mevki adının bugün Karabük şeklinde geçmesi, cemaatlerin bu topraklardan diğer yerlere göç ettiği görüşünü kuvvetlendirmektedir



Coğrafi Yapı
Yüzölçümü 4.145 km² olan ve Karadeniz Bölgesi'nin Batı Karadeniz Bölümü'nde yer alan Karabük İli, 40° 57' ve 41° 34' Kuzey enlemleriyle 32° 04' ve 33° 06' Doğu boylamları arasında yer almaktadır. Yüzölçümünün 4145 km² olup, kuzeyde Bartın (80 km.), kuzeydoğu ve doğuda Kastamonu (120 km.), güneydoğuda Çankırı (195 km.), güneybatıda Bolu (130 km.), batıda Zonguldak (170 km.) illeriyle komşudur. Ankara'ya 230 km., İstanbul'a 400 km. uzaklıktadır.
En önemli akarsuyu Filyos Çayı olan Karabük'ün diğer önemli akarsuları ise Araç, Soğanlı ve Eskipazar Çayları'dır. İl merkezinin rakımı 278 metre, merkez ilçenin yüzölçümü ise 704 km²'dir. İl'de coğrafi yapı engebeli olup büyük düzlükler görülmemektedir. Vadi tabanlarında geniş olmamakla birlikte tarıma müsait araziler bulunmaktadır. Nüfusun büyük kısmı vadi tabanlarına yakın alanlarda kümelenmiştir.
İlçeler itibarıyla en önemli yükseltiler; Merkez ilçede Keltepe (2000 m), Eskipazar'da Hodulca Dağı (1700 m), Eflani'de Tepe Dağ (1043 m), Ovacık'ta Kıraç Tepesi (1400 m), Safranbolu'da Sarıçiçek Tepesi (1750 m) ve Yenice'de Keçikıran Tepesi (1400 m) dir.

Karabük'ün toplam alanının 93.020 hektarını tarım toprakları, 271.403 hektarını ormanlar, kalan kısmını ise mera, yerleşim yeri ve diğer alanlar oluşturmaktadır. Bu verilere göre İl'in % 65.48"i ormanlarla kaplıdır. Jeoloji
Karabük'te III. Jeolojik zamanda oluşan, kalkerli (kireçtaşı) araziler geniş yer kaplar. Kireçtaşları arasına killi ve kumlu tabakalar da bulunmaktadır. IV. Jeolojik zamanda (Kuvaterner), Ovacık çevresindeki traverten alanı oluşmuştur. Vadiler, kuvaternerde akarsuların gelişip, plato yüzeylerini yarmasıyla oluşmuştur. Safranbolu ve Eflani çevresindeki kalkerli arazi, metamorfizmaya (başkalaşım) zengin mermer yatakları oluşmuştur. Eflani'de mermer dışında, çakmak taşı ve kömür yatakları da bulunmaktadır. Ovacık'ta bol miktarda alçı taşı bulunmakta, ara ara gnays ve bazaltlara da rastlanmaktadır. Yenice'de dolomit ve kuvarsit, Eflani'de kuvarsit yatakları bulunmaktadır.
Yerşekilleri
Karabük, etrafı yüksek tepelerle çevrili, havza karakteri gösterir. Ortalama, 250-500 m. yüksekliğe sahiptir. Kuzeyde dağlık alanlardan kaynaklanan tali dereler, şehre doğru taşıdıkları maddelerle alüvyal dolgu oluşturulmuştur. Doğuda Safranbolu'ya doğru yükselti artarak 600 m.yi bulur. Dağlar, Kuzey Anadolu Dağları'nın bir parçası olduğundan kıvrımlı yapıdadır ve 2000 m. yüksekliği geçmezler. Kuzeydeki, Sarıçiçek Tepesi (1750 m), güneybatıdaki Aladağlar (1040 m.) doğudaki Bürnük Tepesi (1143 m.) başlıca yüksekliklerdir. Eflani çevresi, küçük akarsularla parçalanmış plato görünümündedir. Ortalama yüksekliği 1130 m. olan Ovacık da vadilerle parçalanmış plato ve düzlükler üzerinde bulunur. Yenice çevresinde ise düzlük ve ovalık alan bulunmayıp, engebeli ve yüksek bir araziye sahiptir. Karabük'te büyük düzlük ve ovalar yoktur. Araç ve Soğanlı Çayları'nın kenarında küçük düzlükler yer alır. Başlıcaları, Eskipazar Çayı'nın Soğanlı Çayı'na karıştığı alandaki Cemal Ovası, Eskipazar çevresindeki Hamamlı, Sadeyaka ovalarıdır.
Yaylalar
Karabük'te çok sayıda yayla vardır. Karabük, Eskipazar, Yenice arasında kalan Sorkun Yaylası (1650 m.) başlıcalarındandır. Geniş bir alana sahip, ormanlarla çevrili yaylada, doğa yürüyüşü yapılmaktadır. Safranbolu kuzeyinde Uluyayla ve Sarıçiçek Yaylası, Yenice çevresinde Göktepe Yaylası, Ovacık çevresinde Bodoroğlu ve Karabük'ün çevresindeki Dede Yaylası ve Avdan Yaylası önemlidir. Yaylalar genellikle turizm amaçlı kullanılmaktadır. Yayla şenlikleri ve doğa yürüyüşleri başlıcalarıdır.
Kanyonlar
Doğal güzellikteki yerşekillerinden kanyonlar, daha çok Safranbolu'da, kalker (kireçtaşı) tabakalarının derin biçimde yarılmasıyla oluşmuştur. Kanyonların başlıcaları; İncekaya Kanyonu, Düzce (Kirpe) Kanyonu, Tokatlı ve Sakaralan'dır. Ayrıca, Yenice'deki Şeker Çayı 6,5 km uzunluğunda, kenarları dik ve yüksek olan Şeker Kanyonu oluşturulmuştur.
Mağaralar
Karabük'te ayrı bir güzelliği olan, çok sayıda mağara bulunmaktadır. Bunlardan önemli olanlarının başında, Bulak ve Hızar (Mencilis) Mağaraları gelir. Bunlar, turizm değeri olan, karstik oluşumlu mağaralardır.

Akarsular
İlin, en önemli akarsuyu, Filyos Irmağıdır. Bu ırmağın 2 önemli kolu olan Araç ve Soğanlı Çayları il topraklarındaki önemli akarsulardır. Filyos Irmağı, kaynaklandığı yerden, denize dökülünceye kadar değişik isimler alır. Kaynaklandığı yerde Ulusu adıyla bilinen akarsu, Gerede yakınlarında Gerede Suyu, Eskipazar yakınlarında Soğanlı Çayı, Araç Çayı'yla birleştiğinde Yenice Irmağı adını alır. Devrek Çayı'nı da alan akarsu Filyos Irmağı adıyla Karadeniz'e dökülür. Irmak 288 km. uzunluğundadır.

Göller
Karabük'te büyük doğal göl yoktur. Ovacık'ın kuzeyinde Şamlar Köyü yakınlarında Karagöl adında bir krater gölü bulunmaktadır. Eflani'de sulama amaçlı üç gölet yapılmıştır. Bunlar, Bostancılar, Kadıköy, Ortakçılar göletleridir. Sulama dışında buralarda olta balıkçılığı yapılmaktadır. Çevresindeki orman güzelliğiyle beraber, mesire yeri olarak da kullanılmaktadır. Ayrıca, Kastamonu yolu üzerinde, Konarı Gölü adıyla küçük bir göl bulunmaktadır.



İKLİM

Batı Karadeniz Bölümü’nde yer alan Karabük’te kısmen Karadeniz ikliminin özellikleri görülmektedir. Yalnız Karabük, kıyıdan içeride kaldığı için, Karadeniz’in nemli havasından yeterince yararlanamamakta karasal iklimin özellikleri daha ağır basmaktadır. Yıllık ortalama sıcaklık, 13,2 °C’dir. Ocak ayı sıcaklık ortalaması, 2,6 °C, Temmuz ayı sıcaklık ortalaması 23.1 °C’dir. Şu ana kadar ölçülen en düşük sıcaklık, 25 Ocak 1974’de -15,1 °C, en yüksek sıcaklık ise, 11 Ağustos 1970’de 44,1 °C’dir. Karabük’te ortalama yıllık sıcaklık farkı ise 20,5 °C’dir.

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Dağların geniş yer kapladığı Karabük’te ormanlar yaygındır. İlin yüzölçümünün % 60’ı ormanlarla kaplıdır. Merkez İlçe, Safranbolu, Yenice, Eskipazar ormanların gür olduğu alanlardır. Buralardaki yüksek kesimler ormanlarla kaplıdır. Ağaç yetişme sınırının üzerinde ise yüksek dağ çayırları yer almaktadır. İlin en yüksek dağı olan Keltepe’de, 700-800 m.ye kadar kızılçam, sonraki yükseltilerde göknar, temel ağaç türleridir. 1700 m.ye kadar karışık ormanlar yer alırken, bu yükseltiden sonra yüksek dağ çayırları bulunur. Burada kekik ve adaçayı en çok göze çarpan bitkidir. İl genelinde, karasal iklimin daha fazla hissedildiği alanlarda meşe öne çıkmıştır. Eflani çevresinde çayır ve otlaklar da geniş yer kaplar. Yenice ormanları, çok sayıda ağaç türünü barındırır. Gökpınar mevkiinde dört hektarlık alan “Açık Hava Orman Müzesi” olarak belirlenmiştir. Yenice Irmağı vadisinde lokal bir Akdeniz ikliminin mevcudiyeti buralarda ladin, sandal, erguvan, menengiç gibi maki türlerinin yetişmesini sağlar. Yenice ormanları ve Keltepe’de yaygın olarak bulunan şimşir ve porsuk ayrı bir öneme sahiptir.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
KARABÜK
ÖRF-ADET-GELENEK-GÖRENEKLERİ
DOĞUM

Yaşamın başlangıcını oluşturan doğum üzerine, yörede pek çok gelenek ve inanış bulunmaktadır. Bir kısmı halen uygulanan doğum gelenekleri, hamile kadının yapması gerekenlerle başlayıp, çocuk doğum ve bakımını da kapsar. Hamile kadının yerine getirmesi gereken sorumlulukları üzerine inanışlar şu şekildedir.

Anneye gebe iken hiç haram yememesi öğütlenir. Eğer haram yerse çocuğun hırsız, söz dinlemez olacağına inanılır. Gebe kadına yaramaz, kötü huylu çocukları eleştirmemesi öğütlenir. Böyle çocukları eleştirirse doğan çocuğun da onlar gibi kötü huylu, haylaz olacağına inanılır. Balık gibi çocuk da elde avuçta durmaz diye gebe kadına balık eti yedirilmez. Çocuğun dudağı yirik olur diye gebe kadına tavşan eti, çocuğun vücudunda benekler çıkar diye ciğer yedirilmez. Gebe kadına acayip hayvanlara bakmaması öğütlenir. Kadın gebe iken yılan ve gelincik görürse kirlendiği inancıyla yıkanır. Doğacak çocuğun cinsiyetini belirlemek üzere de bir takım inanışlar mevcuttur. İnanışa göre, kadının oturması için sedir üzerine iki minder koyarlar, minderlerden birinin altına makas, diğerinin altına da bıçak yerleştirilir. Kadın makas olan mindere oturursa doğuracağı çocuk kızdır, bıçak üzerine oturursa doğuracağı çocuk erkektir.

Doğuma ilişkin inanış ve gelenekler de şu şekildedir: Loğusa evi, komşuların teklifsiz girip çıktığı bir yerdir. Büyük küçük herkes yardıma koşar. Doğum, köylerde birbirine el verme suretiyle yetişen pratik ebeler tarafından yapılır. Ebelere çok hürmet edilir, onların, büyük küçük herkesin yanında analık vasfı vardır. Bayramlarda ilk defa ebe ananın eli öpülür.

Heyecanla beklenen doğumun neticesi erkek olduğu takdirde derhal babasına haber verilir, kız ise fazla sevinilmez, haber vermekten çekinilir. Çocuk doğunca sesi çıkmazsa, çocuğun tepesinde tef çalar gibi sahan çalınır. Çocuk soğuk suya sokulur. Doğduktan sonra çocuğun her yanı tuzlanır. Yine doğduktan sonra çocuğun hemen göbeği kesilir ve kızsa kulağı delinir. Göbeği kesildikten sonra kesilen parça, çocuk hoyrat, serseri olmasın diye ahıra atılır. Çocuğun ilk pisliği yıkanmaz bezi ile birlikte tavana atılır. Çocuk doğar doğmaz beyaz bir beze sarılır, bir müddet bekletildikten sonra hazırlanan leğende yıkanır, tekrar hazırlanan örtüye sarılarak babasına götürülür, doğumu müteakip lohusa da yıkanır ve yatar.

Durumu iyi olanlar yedi gün sonra mevlit okuturlar. Çocuğun bezleri kırk gün dışarı asılmaz. Aynı günlerde doğum yapan kadınlar birbirlerini kırk gün görmemeye dikkat ederler. Eğer görürlerse çocukları kırk basarlar diye yıkarlar. Doğumdan üç gün sonra çocuk adı verme merasimi yapılır. Hısım akraba davet olunur. Çocuğun babası yoksa yakınlarından biri çocuğun kulağına ezan okuyarak adını koyar. Adı koyan kişi, çocuğun kulağına üç defa ismini seslenir. Çocuğun adı böylece verilmiş olur.

Doğumdan sonra ilk kırk gün içinde her on günde bir olmak üzere anne ve bebek kırklanır. Son kırklama kırkını bastırmayalım diye 38. veya 39. gün yapılır. Kırklama şöyle yapılır; Pınardan (çeşmeden) arkaya bakılmadan yeni su getirilir. Getirilen sudan kırkar kaşık su iki bakır tasa ayrılır. Bu suların içine altın yüzük bir tarak bir de şişe atılır. Anne ve bebek yıkandıktan sonra ayrılan bu sular "Kırk Allah, kırkbir Allah" diyerek başına dökülür. Genellikle anne daha önce kırklanır. Bu kırklama evde yapılır. Eğer çocuk büyümez ve gelişmezse kırk bastı diye ocağa götürülür. Bu durumda çocuk ocakta kırklanır.
SÜNNET
Yörede sünnete ilişkin gelenekler bugün de büyük ölçüde devam etmektedir. Sünnet çocuğuna giydirilen elbise genellikle beyaz renklidir. Üzerine "Maşallah" yazan omuzdan bele çapraz uzanan bir kurdele "şerit" takar. Çocuk beyaz renkli simli, sipersiz şapka giyer. Sünnet günü belirlenir, hazırlıklar başlar. Karyola ipekli kumaşlardan çocuğun hoşlanacağı şekilde süslenir. Çocuk, genellikle dokuz yaşında yazın okul tatillerinde sünnet ettirilir. Çocuk arkadaşları, akraba çocukları ile birlikte gezdirilir. Öğlen vakti sünnet evinde davetlilere yemek ziyafeti verilir. İkramda bolluk dikkati çeker. Safranbolu'da kirve olayı yoktur. Çocuk ailenin kararlaştırdığı birinin kucağına oturur ve onun kucağında sünnet olur. Bu kişi ailenin yakın akrabası ve komşusu da olabilir. Yalnız bu kişinin sünnet olayında nasıl davranıldığını bilen, deneyimli birisi olması gerekir. Bu kişi psikolojik olarak çocuğu sünnete hazırlar ve çocuğu rahatlatmaya çalışır. Çocuk sünnet edildikten sonra hemen ağzına bir tane büyük lokum verilir. Buna "Pelte Şekeri" denilir. Bu lokum, çocuğun ağlamamasını sağlar. Çocuk sünnet edildikten sonra duası yapılır ve hemen yatağa yatırılır. Ondan sonra tebrikat faslı başlar. Gelen misafirler çocuğa "aferin, artık adam oldun, hiç ağlamadın" gibi sözler söyleyerek avuturlar. Yine gelen misafirler çocuğa hediye verirler. Bu hediyeler; para ve altın ise çocuğa takılmaz. Çocuğun başını koyduğu yastığın altına konur. Genelde çocuğun ailesinden biri karyolanın başında durur. Bu kişi aynı zamanda gelen misafirleri "hoş geldiniz, sefa geldiniz" gibi sözlerle karşılar. Çocuğa annesi babası görmeden eskinin en meşhur sigarası olan kırmızı uçlu bir tane "gelincik sigarası" "artık adam oldun" diye içirilir. Belki sünnetin en keyifli olayı budur. Sünnetçi bir iki defa gelir ve pansuman yapar, sargıların ne zaman çözüleceğine karar verir. Daha sonra sıcak suyla dolu leğen buharına oturmuş gibi duran sünnet çocuğunun sargılarının çözülmesi işlemine geçilir. Çocuk bu sargılar alınıncaya kadar, kilot ve don gibi çamaşırlar giymez, etek gibi bol kıyafetlerle dolaşır.
ASKERLİK
Genç askere gitmeden bir gün önceki akşam; hısım, akrabalar, dostlar, komşular asker evinde toplanırlar. Genelde askerliğini yapmış olan erkekler anılarını biraz da abartarak anlatırlar. Bu; moralle öğüt karışımı bir anlatımdır. Gencin beline bağlanacak bir kuşak hazırlanır. Bu hazırlanan kuşağın iç tarafına bir cep dikilir. O cebin içine hem para hem de hastalıklara özellikle, ishal hastalığına iyi gelen, kiren (Kızılcık) çekirdeğinden yapılmış toz (ilaç) konur. Askere gidecek genç ailesi ile hısım akrabaları ile konu ve komşuları ile arkadaşlarıyla helalaşır, kapı önüne su dökülerek uğurlanır. Asker, ailesine, dostlarına, arkadaşlarına yazdığı mektubu "kestana kebap, acele cevap" gibi kafiyeli sözlerle bitirir. Askere gönderilen mektup "yüksek bir Türk gencine takdimdir" diye bir hitapla başlar. Bu hitap cümlesi askere büyük moral verir.
DÜĞÜN
Evlenmemiş erkeklere yörede ergen denir. Ergen olanın evlenme çağı 20-25 arasındadır ve mutlaka askerliğini yapmış olması gereklidir. Evlendirilecek gencin yaşı olgunlaştıkça sararıp solması, yemeden içmeden kesilmesi anasını endişelendirir. Oğlunun ağzını arayan ana bir sırasını bularak kocasına oğlanın dünya evine sokmanın sırası geldiğini anlatır. Babanın anaya verdiği talimat şudur; "Eh, oğlana münasip bir kız arayıver bakalım!"
KIZ BEĞENME
Ana oğlanı evermeyi iş edinerek nerede düğün varsa oradadır ve sık sık hamamlara giderek kız beğenmeye uğraşmaktadır. Oğlunu evermek isteyen analar düğünlere gittiklerinde, beğendikleri kıza göz koyarlar. Ertesi gün oğlanın anası komşularla kızı yakından görmeğe kız evine giderler. Kahveler içilir, kız kahveyi canı isterse verir. Fakat kız anası kızına giyinip kuşanıp görücülere kahveyi dağıtmasını ister. Kız beğenilse de o anda istemek adet değildir.
KIZ İSTEME VE NİŞAN
Oğlanın baba veya amcası kızın yakınlarına kızın beğenildiğini söyler, Allah'ın emri Peygamberin kavliyle kızı oğullarına ister. Kızı isteyen erkeğe "dünür" kadına ise "dünürşü" denir. Kızın anası damat adayını beğenmezse kocasına çeşitli bahanelerle, gönlünün o işe ısınmadığını anlatır. Konu komşu bu işi artık "dile dolak" etmiştir. Kızın babası veya amcası kızı vermek istemiyorlarsa, sudan bir cevap verirler: "Hele bir düşünelim"denilir, istiyorlarsa hemen söz kesilir. Kızın babasına veya yakınlarına çarşıda nişan olarak bir veya iki beşibirlik altın, yüzük, küpe gibi hediye verilerek kız evine gönderilir. Kız evi ise iki sini baklava yaparak oğlan evine karşılık yapar. Baklava sinileri boşaldıktan sonra içine gelin için elbise konarak geri gönderilir. Oğlan ve kız evinde kurulan bir mecliste düğünün ne zaman yapılacağı kararlaştırılır, hazırlıklar başlar. Şayet bayram varsa oğlan kıza bayramlık olarak boynuzuna altınlar takılmış keçi gönderir.
DÜĞÜN
Düğün Eflani (Pazartesi) günü başlar. Düğün başlarken kız evi tekrar bir sini baklava yaparak oğlan evine gönderir. Düğün günü oğlan evi, gelinin elbiselerini (ayakkabısı hariç) ve bütün giyeceklerini sandığa koyarak kız evine gönderir. "Sepet" denilen bu sandığı, oğlan evi evvela düğünde bulunanlara gösterir.

Evvelden düğüne okuyucu (davetçi) çıkarılmış ve davetler yapılmıştır. Sonra kız evde kendi davetlilerine gösterir. Düğün, kız ve oğlan evlerinde ayrı ayrı kurulmuştur. Düğün evinin kapısı herkese açıktır. Buna rağmen, kapıda iri yarı bir adam nöbet bekler ve gelenleri buyur eder. İçeride merdivenin alt başında, çarşafları almak ve gelenlere yol göstermek için bir kadın bulundurulur. Bu kadına "Mahmacı" denir. Düğün gündüz ve öğleden evvel başlar. Hısım, akrabaya yemek çıkarılır.

Düğün evi, kadınlarla dolduktan sonra, çalgıcılar yerlerini alırlar. Saz takımında zillimaşa, küp(darbuka), def ve bir de türkücü vardır. Davetliler sıra halinde oturur. Sağdıç gelenlere yer gösterir ve hal hatır sorar. Ortada oyun oynayacaklar için yer açılmıştır. Davetliler düğüne "tepbaşı", "dallı", "hürriyet yünlüsü", "şetari", "sırmalı kadife", "kaplama" giyerek, "beşibirlik", "inci", "elmas", "ön ve koltuk zinciri" takarak gelirler. Yüzlerine allık ve aklık sürer, gözlerine sürme, kaşlarına rastık çekerler. Eflani gününde öğleden evvel başlayan düğün, ikindiye kadar devam eder ve herkes dağılır. Eflani günü akşamı, yatsıdan evvel, herkes yine düğün evine gelir. Kapıya takılan fener düğün evine gelinmesi içindir. Gündüz genç kızların düğüne gelmesi ayıptır. Bunun için, onlarda gece düğüne gelirler. Gece düğünleri, gündüz düğünlerinden daha eğlenceli olur. Çevrede oturan kadınlar genç kızları oynamaya zorlarlar. Asıl oyun evvelce tutulmuş ve bahşişleri verilmiş olan çengiler tarafından oynanır. Herkes susar, bütün gözler çengilere döner. Yine "oyun çekici" kadın bunları ortaya çeker. Çengilerin oynadıkları oyunların bir çok çeşitleri olduğu gibi en belirlileri, Amani, Aç Kapı, Kaşık Oyunu, Genç Osman ve Çatırdağıdır. Salı günü gündüz ikindiye kadar yemek daveti vardır. İkindi üstü düğün evi açılır ve herkes gelmeye başlar. Yatsıdan sonraya kadar yine türküler ve oyunlarla eğlendikten sonra "Helosa" başlar. Bu geceye "Sağdıç Gecesi" denir. Salı gecesi Helosa Türküsü ve Kabem ilahisi söylenir. Daha sonra arpa, üzüm ve fındıktan ibaret çerez serpilir ve herkes yavaş yavaş dağılmaya başlar.
HAMAM VE KINA
Çarşamba günü sabahleyin, kız ve oğlan tarafı, davetliler ile beraber özel tutulan hamama giderler. Yalnız kızın anası hamam davetine iştirak etmez. Kızın yüzüne duvak yapar. Kabem türküsüyle soyar ve hamamdan içeri sokarlar. Yine aynı türkü ile kızı, göbek taşında yıkar, hamamdan çıkarlar. Hamam dönüşü kızı evin bir odasına kapatırlar ve yanık bir türkü ile ağlatırlar.Kız iyice ağladıktan sonra kız tarafı dostlarına yemek çıkarır. Yemekten sonra yine oyunlar oynanır. Çarşamba gecesi düğün yine devam eder. Bu gece "kına" veya "kız gecesi" denir. Bütün genç kızlar ve oğullarına evlendirilecek kadınlar düğün evini doldurur. Fazla kalabalık dağıldıktan sonra hısım-akraba kızı kınalamak için kalırlar. Gelinin bir elini ve bir ayağını hiç evlenmemiş bekar bir kız, diğer el ve ayağını da başı bozulmamış yani kocadan ayrılmamış veya kocası ölmemiş bir yeni gelin kınalar. Gelinin yüzü örtüktür ve sürekli ağlar. Kına yakılıp bittikten sonra gelin yatağa yatırılır ve hep birlikte dağılırlar. Çarşamba günü gecesi erkekler de düğün yapar. Erkeklerde de oyun yapılır, içkiler içilir ve türküler söylenip sabaha kadar eğlenilir. Perşembe günü güvey alayı, çalgıcılarla hamama giderler. Hamamdan sonra evde hep beraber yemek yiyerek dağılırlar.

GELİN ÇIKARMA
Kız tarafına gelince Perşembe sabahı memleketin en ileri gelen ailelerinden iki kadın gelinin saçını yapıp, süslerler. Gelin giydirilip süslendikten sonra umumun yanına çıkarırlar. Oğlan evi alayının "Gelin alma dümbeleği" duyulur duyulmaz, gelini tekrar bir odaya kapatırlar. Oğlan evini kız evi buyur eder.

Gelenlere bir tarafından şeker dağıtılır. Şekeri alan tabağın içine bahşiş atar. Bu para, şekeri dağıtan kadına ait olur. Oğlan anasına gelinin ayakkabısını ve çarşafını verirler. Kaynana, birkaç kadınla içeri girer ve gelinin ayakkabısını ve çarşafını giydirir. Gelini merdivenden, erkek kardeşi elinden tutarak indirir ve cibinliğin içine sokar. Merdivenden inerken, kaynana kızın başından şeker ve arpa saçar. Şeker tatlılık, arpa da bereket işaretidir. Gelini soktukları cibinlik kırmızı basma ve yerine göre ipekten yapılmış bir oda şeklindedir. Dört köşesine birer sırık geçirilmiştir. Sırıkların uçlarında ikisi kız evinden, ikisi de oğlan evinden olmak üzere dört çocuk tutar. Cibinliğe gelin, gelinle beraber düğün yemeğini pişiren aşçı kadın da girer ve gelinle gereği olan öğütleri ve zifaf gecesi hakkında vazifeleri anlatır. Gelin alma alayının önünde bir tek "dümbelek" çalar. Kaynana ve diğer hısımlar ihram örtünerek, gelin alayının önünde giderler. Bunlar seyircilere elma ve şeker atar bu elmayı kim kaparsa, doğruca güveye götürerek bahşiş alır. Güvey gerdeğe girdiği zaman bu elmanın yarısını geline yedirir, yarısını kendi yer. Gelin alayı oğlan evine geldiği zaman, gelin cibinliğini içinden çıkarılır ve merdivenin alt başına konulmuş bir koyun derisine bastırılır. Bundan maksat gelinin aile hayatında koyun gibi uysal ve yumuşak huylu olması içindir. Gelini merdivenden yukarı çıkarırken bir ibrik, koltuğunun altına da bir Mushaf verirler. Gelin, hususi suretle serilmiş bir seccadeye de bastırıldıktan sonra, ibrikteki suyu döke döke yukarıya çıkar ve odasına kapanarak beklemeye başlar. Güvey, arkadaşları ve dostları ile beraber akşam namazını camide cemaatle kıldıktan sonra hep beraber alayla eve gelirler. Kapının önünde bir imam güveyin duasını yapar; bitirdikten sonra elini öpen güveyin sırtını sıvazlar. Güvey içeri hızlı girmelidir. Aksi halde, sırtına bir sürü yumruk yer ve çürük yumurta, soğan gibi şeylerde arkasından atılır. Güvey doğruca gelinin yanına gider. Gelin oda kapısında onu karşılar. Güvey içeri girerken gelin ansızın ayağının üzerine basar. Bu da sözünün üstün olması içindir. Güvey içeri girdikten sonra, geline giderek "Hanemize hoş geldin" der ve adını sorar. Gelin hiç sesini çıkarmaz ve adını söylemezse güvey onu altın veya elmas gibi kıymetli şeyler vererek gelini konuşturur. Gelin adını söyleyip duvağı açıldıktan sonra, beraberce iki rekat namaz kılarlar. Sonra gelin, anasının evinden gelen bir tepsi baklavayı güveye tutar. Güvey tepsiden bir baklava alarak yarısını geline ısırtır, yarısını da kendisi yer. Güvey ev halkı ile yemek yer veya gelinle ayrı yer. Gelin ve güvey yatsıya kadar oturduktan sonra yatarlar. Cuma sabahı, güvey erkenden hamama sonrada eş-dost eli öpmeye gider. Ev halkı gelini süsleyerek bir köşeye oturturlar, geline bakmak için gelenlere ev dolmaya başlar. Gelinin yüzü örtüktür. Sağdıcı gelinin yanına oturur. Kız evi, o gün herkesi "semet'e buyur eder. Semet diye Cuma günü gelinle sağdıcın oynamasına denir. Herkes toplanınca duvak açılır. Elinde oklava bulunan bir kadın gelinin duvağına bu oklavayı dolar ve dua eder gibi geline öğüt vermeye başlar.

Kutlu olsun, kutlu olsun
Ahırın akibetin hayırlı olsun
İki oğlan bir kızın olsun

Anan evinde uçtun
Kocan evine düştün
Bu gece kocana gutçun

Kutlu olsun, kutlu olsun
Kutlu olsun diyenin akibeti de hayırlı olsun"

Maniyi okuyarak gelinin yüzü açılır. Yüzü açılan gelin mahcup mahcup bakar. Şeker dağıldıktan sonra, artık gelinin oynamasına sıra gelmiştir. Gelin sağdıçla başlayarak bütün genç akrabalarıyla oynamak zorundadır. Gelin oynarken, yere avucundan çerez serper. Herkes bu çerezleri kapışır. Sonradan gelin, döktüğü çerezlerden bir kısmını toplayarak kaynanasına verir. Kaynana bu çerezi bereketli olsun diye erzak ambarına koyar. Gelinle sağdıç son bir defa oynarlar. Güvey merdivenden çıkarak gelini alır ve para saçarak odasına girer odada beraberce kahve içtikten sonra dışarı çıkar ve evden gider. Gelini tekrar umumun yanına getirirler. Kaynana kalkar, geline takısını takar. Arkasından akrabalar da geline takı takarlar takı takma işi bittikten sonra gelinle sağdıç merdiven başında durarak misafirleri uğurlarlar, düğün artık sona ermiştir

Düğün bittikten sonra "Varma-Gelme" denilen karşılıklı ziyaretler başlar. Varma-Gelme, düğün bitip her şey tamamlandıktan sonra, yine pazartesi günü gelin ve kaynana başta olmak üzere, ağlan evi ve akrabalarının, yakın komşularla beraber kız evine yemeğe davet edilmesidir. Davetlilere evvela kahve dağıtılır. Kahveler içildikten sonra sofra kurulur. Bu sofra davetlilerin sayısına göre, birkaç tane kurulabilir. Ortaya evvela büyük bir kase ile pirinç çorbası konur. Bu yendikten sonra "Bütün et" denilen, fırında kızartılmış, üstüne maydanoz ve baharat ekilmiş et yemeği gelir. Sonra, birkaç çeşit sebze yemeği, lahana, yaprak dolması, yoğurtlu kebap, haluşka, ekşili köfte, muhallebi, su böreği, deli oğlan sarığı tatlısı, fasulye, pilav gibi yemeklerle karınlar doyurulur. Daha sonra misafirler bir fincan sade kahve içerler. O gün akşamında da aynı şartlarla erkekler yer, içerler. Perşembe günü de oğlan evi, bu ziyafeti kız evinde tekrar eder. Böylece yiyip içmekle başlayan kasaba düğünü, yine yiyip içmekle sona ermiş olur.

Eskipazar'da düğün bazen Cuma günü öğleden sonra, bazen de cumartesi günü başlayıp pazartesi akşamları son bulur. Eskipazar'da düğünle ilgili en önemli kavram "sinsin" dir. Düğünün başladığı ilk günü akşamı gençler uygun bir meydanda toplanırlar. Meydanın ortasına ateş yakarlar. Burada dans ve tiyatrovari bir takım hareketlerde bulunurlar. Buna Eskipazar düğünlerinde "sinsin töreni" adı verilir.

Yenice'de düğün ile ilgili kavramlarda çeşitlilik görmekteyiz. Bu kavramlar; darabul gecesi(danacılar), hak alma, urba kesme, posta ve maşalılar, bahçe çıkarma, gelin çıkarma, ebe parası, üç günlük ve yüz görümlüğü biçimindedir.

Bunlardan darabul gecesini anlatmak gerekirse: Bu gecenin en önemli konukları danacılardır. Bunlar kız tarafının erkek akrabalarıdır. Düğün sahipleri danacıların geleceği saati dikkatle beklerler. Çünkü danacılar düğün evinin en çok önemsediği konuklardır. Kız alma günü zorluk çıkarmamaları için her istekleri özenle yerine getirilir. Danacılar genellikle düğün evine geç saatlerde gelir, hediye olarak da kız babasının kendilerine verdiği hediyeyi(yorgan veya döşek) düğün sahibine verirler.

Eflani İlçesinde düğünlerde söz konusu olan kavramlar ise: "Kız Çıktı Havası", "Yenge Bölüğü" ve "üç Gecelik" adlarıyla anılmaktadır. Bunlardan yenge bölüğü kavramını açıklayacak olursak; damat ile sağdıç bir araç temin ederek Cuma günü sabahı kız evine giderler. Sabah kahvaltısını orada yaparlar. O köyde bulunan kadınları, beraberinde götürdükleri araca bindirerek düğün evine varırlar. Düğün evine getirilen bu kadınlara "yenge bölüğü" denir.

Ovacık İlçesinde düğünler Çarşamba günü başlar, aşağıdaki türkü bu yöreye aittir.

Gelin Alma Türküsü
Şu doruktan şu doruğa aşurabilsek
Anassını babasını şaşurabilsek
Çiğdem toplamaya bayıra gelin
Seğmen seyretmeye çayıra gelin

Yazı yastık minder oğlan anası
Bağrı daşlı gözü yaşlı kızın anası
Şu doruktan şu doruğa aştuk da geldik
Çifte davul çifte köçekle koştuk da geldik

Şu doruktan şu doruğa aşurabilsek
Kızın babasıynan anasını şaşurabilsek
Bağrı daşlı gözü yaşlı kızın anası
ÖLÜM
Öleceği anlaşılan bir kişiyi ailesi ve yakınları gece gündüz sıra ile beklerler. Hastanın yakınları, dostları, komşuları ziyarete gelirler, helalleşirler. Hasta ölünce sala ile cenaze olduğu bildirilir. Ölü sabaha kadar beklenir. Ölünün çenesi ve ayakları bağlanır. Ölünün üstüne şişmesin diye bıçak, kayış konur. Ölü bulunduğu odaya kedi girmemesine dikkat edilir. Kedi ölünün üzerinden atlarsa evden başka cenazelerin çıkacağına inanılır. Ölü kadın ise yıkandıktan sonra elinin içine konur. Ölünün ağzına, burnuna ve kulaklarına pamuk, kefenine çörekotu konulur.Tabutun üzeri ayetler yazılı kumaşla örtülür. Ölen kişi kadın ise tabutun başına baş örtüsü, erkek ise şapkası asılır. Tabutu, cenaze namazına gelenler mezarlığa sıra ile tutarak taşırlar. Mezara da toprağı sırayla atarlar. Toprak atarken kürek elden ele alınmaz, yere koyar. Ölmeden önce kefenlik biriktirilir. Bu para hocaya, sala veren kişiye, mezar kazıcılarına, suyu dökene, ısıtana dağıtılır. Ölünün yıkandığı suyun ısıtıldığı kazan ters çevrilerek üç gün durdurulur. Ölünün çıktığı odada ölümünün elli ikinci gününe kadar ışık yakılır. Ölünün giysileri üç gün sonra yıkanır. Ölü gömüldükten yedi gün sonra mevlit okutulur. Gelenlere gülsuyu, şerbet, şeker gibi şeyler dağıtılır. O gece ölünün kemiklerinden ayrılacağına inanılır. Daha sonra isteyenler, ölen kişi adına kurban keserler. Bu kurbana kabir kurbanı denir.
YÖRESEL YEMEKLER:

Karabük'ün turizm merkezi Safranbolu'da evlerin restorasyonu ile oluşturulmuş pek çok yeme-içme ve eğlence mekanları bulunmaktadır. Akşamları Çarşı bölgesinde yoğunlaşmış eğlence mekanlarında canlı müzik dinlenebilir. Gözleme, kuyu kebabı, yayım makarnası, su böreği ve ev baklavası bulunabilecek yöresel yemeklerdendir. Her zaman taze satılan, fındıklı, şamfıstıklı, güllü ve safranlı çeşitleri bulunan Safranbolu lokumu, Safranbolu Evleri kadar ünlüdür.

YÖRESEL GİYİM:
ERKEK GİYİM

Erkekler genelde; çuha kumaştan yapılan ve mavi rengin hakim olduğu şalvar, cepken, keten(Diril) gömlek, yerli tezgahlarda dokunan kuşak, yerli yünden yapılan keçe külah, yün çorap ve Safranbolu yöresine özgü yemeniler giyer, yine dokuma ile elde edilen keçe külahı üzerine bağlanan ve kök boya ile renklendirilen renkli sarık ile kıyafet tamamlanır.

Keçe Külahı (Fes): Yerli kuzu yününden kafaya uygun bir şekilde tas veya benzer araçların içine sıkıştırılarak yapılırdı. Bu keçe külahları dikişsizdir. Keçe külahları üzerine bağlanan ve kök boya ile renklendirilen kentli sarıklar bağlanırdı. Bağlama biçimi ise yöre geleneklerine göre yapılırdı.

Cepken : Mavi çuha kumaştan uzun kollu bel kemerine kadar uzanan üzerleri yöreye özgü motiflerle ekonomik durumlarına göre sim veya diğer renkli ipliklerle yaka, kol ağızları ve sırt kısmı süsleme yapılarak işlenen ve yöreye özgü bir dikim biçimi verilirdi.

Şalvar : Mavi çuha kumaştan yöreye özgü bir şekilde kesimi yapılır. Belden uçkurlu, geniş ağlı, ayak bileklerinde cepken motiflerine uygun bir şekilde ayak bilekleri ve cep ağızları sim ve diğer ipliklerle işleme yapılır. Yerli dokunan uçkurla bağlanırdı.

Gömlek : Keten (Diril) kumaştan, hakim yaka(yakasız), uzun kollu, bilekten düğmeli, yöreye özgü kesimle yapılır. Çizgili kumaş hakimdir.

Kuşak : Renkli ipliklerle el tezgahlarında dokunan kuşaklar bele bağlanarak giysiye çok güzel bir görünüm kazandırırdı.

Yemeni : Eskiden giyilen kısa konçlu, hafif erkek ayakkabısı, çoğunlukla sarı yada siyah renkte Sahtiyandan yapılırdı. Alçak ölçekli, sayası oldukça küçük olurdu. Tulumbacıların giydiği yemenilerin yüzü en ince sahtiyandan(deri), tabanı da çok ince köseleden yapılırdı. Sarayda kullanılan yemeniler sırmayla işlenir, değerli taşlarla süslenirdi.

Yün Çorap: Yerli yünden dokunan yün çoraplar giyilirdi. Erkeklerde beyaz renk takım, kadınlarda daha desenli ve renkli biçimler hakimdi. Aksesuar olarak, köstekli saat, ağızlık, tütün tabakası ve kama ile süslenirdi.

Tütün Kesesi: Sağ yana takılır. Boncuk işlemeli ipek saçaklıdır. Yürürken baldırını dövecek şekilde sallanır.

Köstek : Boyundan aşırmalı gümüş savatlıdır. Beline aşağı sallanır.

Çevreler (Kama): Kınından yarı beline kadar sıyrılmış kabzası ile kını arası sırma işlemelidir.
KADIN GİYİM
Yörede kadın giysileri Bindallı entari, Üçetek Entari, Tepebaş, Sırmalı Kadife, Şeteriye, Fistan(uzun entari), Pamuklu Entari, Uzun Pazen Don(Setüklü), Oyalı Yazma, Silimli Çevre, Tepelik, Çorap, Dolak, Çarık, Zelgerde ve takılardan oluşurdu.

Başa giyilen : Bayanlarda yandan inen Zülüfler(avruka) kadının güzelliğini daha da bütünleştirir. Oyalı yazmalar topuzun çevresine bağlanır. Başta serbest bir şekilde başa örtülürdü. Kare şeklinde desenli, etrafı oyalıdır.

Bindallı : Bazı bölgelerde, hazır olarak kutu içinde satıldığından kutu içi entari adıyla anılan elbiseler XIX. Asrın başlarından itibaren giyilmiştir. Bu entarilerde çoğunlukla kadife, nadiren atlas kumaşlar kullanılmıştır. Boy entarisi şeklinde olan bu elbiseler bindallı tarzında sırma ile işlenmiştir. Bu sebeple bu elbiselere bazı bölgelerde "Bindallı" da denilmiştir. Topuklara kadar tamamıyla düz inen bu entarilerde eteğe bolluk vermek maksadı ile koltuk altından itibaren yanlarına birer ikişer peş konulmuştur. Peşli entari ismi ile de anılmıştır. Yaka bazılarında yuvarlak, bazılarında kare şeklindedir. Yuvarlak olanlar önden bele kadar, kare olanlar ise yandan göğse kadar açık ve parçalıdır. Kolları hafifçe bol ve uzundur. Kol ve yenleri bazılarında dilimli, bazılarının yaka, kol ve kenarları iki parmak genişliğinde beyaz dantellidir.

Bu elbiselerle başa yemeni ve krep örtülüp bele gümüş kemer takılırdı. Çoğunlukla mor kadifeden, üzerine kabartma olarak sırma ile çeşitli bitki motifleri işlenen ve bindallı adıyla adlandırılan elbise çeşidi gelinlerin ve törenlerin en sevilen ve en değerli kıyafetlerindendi. Yörede bindallının dışında kadınlar, yöreye özgü Üçetek, Şalvar, Entari gibi giysiler giyerlerdi.

Üçetek Entari: Üç etek denilmesinin sebebi, eteğin üç ayrı dilim biçimde yapılmasındandır. Arkası tek parça, ön tarafı ortadan iki parçaya ayrılmış biçimdedir. Eteğin üç parça oluşu kişiye hareket kolaylığı sağlamaktadır. Öndeki iki parça kaldırılarak beldeki kuşak yada kemere takılarak da kullanılmaktadır. Üç etek entari içine şalvar giyilerek de kullanılmaktadır. Üç etek entariler daha sonraları yan ve ön parçaları birleştirilerek entari olarak da kullanılmıştır.

Ayağa giyilen: Ayakta hafif topuklu, tonguraklı kundura veya mesler giyilmiştir. Orta yaşlılar yandan açmalı kancalı "sümsüm" adı verilen mesler tercih etmişlerdir.

Takılar
Kaplama (Kebe), Ön Zinciri, Koltuk Zinciri, Beşibirlik, Sorguç ve Enteşe'den ibarettir .

Ön Zinciri: Bir takımı 20'lik ve 30'luk 200 mahmudiye altınından ibaret, zincir üzerine sıralanmış ve "kebe" nin üzerinden geçmek suretiyle boyuna asılmıştır. Bir ucu yine aynı şekilde yapılmış ve göğüsten çapraz olarak koltuk altından geçirilip koltuk zincirine bağlanmıştır.

Beşibirlik: Boyuna takılan, on taneden aşağı olmaz. 20-30 sıradan ibaret ufak inci sıraları da bir araya getirilerek kalınlaştırılır ve boyuna bağlanır.

Koltuk Zinciri: Altın dizelerinin koltuk ve boyundan geçirilmiş şeklidir.

Toka: Som altın veya gümüş işlemeli ve savatlı bir kemerdir.

Entese: Altın veya gümüş savatlı enlice bilezik, iki bileğinde süsüdür.

Sorguç: Alnın ortasına iliştirilen el kadar elmastan yapılmış tamamlayıcı bir takıdır.

HALK OYUNLARI VE FOLKLOR:
Karabük ilinde halk oyunları çerçevesinde, yine en zengin folklora sahip iki ilçesi Safranbolu ve Yenice'dir. Safranbolu'da halk oyunları ve müzik folklor çerçevesinde değerlendirebileceğimiz en önemli öğe Seymenler ve buna bağlı teşkilatlardır.

Seymenlik, efelik, yiğitlik, doğruluk, mertlik, güzellik, yardımlaşma gibi ahlak ve ruh asaletini, yürek bütünlüğünü yaşatan bir topluluktur. Memleketin en usta ve müzik oyunlarını bir araya topladıkları için müzik folklorünün en güzel, en hareketli ve canlı örneklerini bu topluluklarda görmek mümkündür.

Seymenler, en parlak gösterilerini düğünün, Perşembe günü kız evinin önünde yaparlardı. Bunu "kız evini yasta koymamak" gibi bir anlayışa bağlamak mümkündür. Zira Perşembe günü oğlan evinden gelen dünürcüler alayı, kızı alıp götürecekler, " kız evini kızsız, tuz kabını tuzsuz bırakıp gidecek "lerdir. Seymen topluluğu hakkında şunları söyleyebiliriz. Halk müziği ve halk oyunları hakkında davullu, zurnalı mehter derneklerinin düzenli olarak bir araya gelmesi ile oluşmuş topluluktur. Seymen kuruluşu, son derece karakteristik bir özellik gösterir. Bir gösteri alayı şeklinde yürüyüş haline göre, Seymen topluluğunun kuruluşu şöyledir.

En önde Çubukçubaşı vardır. Buna değnekçibaşı da denir. İkinci sırada mehterler vardır. Bunlar davul-zurna takımıdır. Üçüncü sırada, maniciler yani türkücü ve tekerlemeciler bulunur. Dördüncü sırada Seymenbaşı vardır. Beşinci sırada sayıları 20-100 kişi arasında değişen Seymenler, Altıncı sırada ise kadın kılığına girmiş sayıları 1/-20 arasında bulunan etekliler yer almaktadır.

Safranbolu'da bazılarının türküler bölümünde yer aldığı, Aç Kapıyı, Beyleraman, Bozaklı Oyun, Sepetçioğlu(Safranbolu Varyantı), Genç Osman, Amani, Gınalı Keklik(Safranbolu Varyantı), Mızmız(Kadın) , Entarisi Ala Benziyor(Kadın), Yeşil İpek Bükene( Kadın), Kaşık Oyunu(Kadın), Irgalama, Selamlama(Davul-Köçek), Sallama(Davul-Köçek), Meydan Oyunu(Davul-Köçek), Köçek Oyunu(Davul-Köçek), Köroğlu, Kol Bastı, Alçak Cevüz Dalları, Çifte Telli önemli halk oyunlarıdır.

Düğün havaları arasında da , Kabemin Dalları Bölük Bölüktür. Eşim Dostum Yüklesinler Yükümü, Yük Dibine Yerin Ettim, Entarisi Ala Benziyor, Kızıl Belden Gelir Bekmez Helosa, Güvey Dama Çıkmaz Hey, Ben Yarime Galealtında gavuştum, Gale Kapısından Girdim İçeri, Dünürşüler Bölük Bölük Hey, Düriyemin Güğümleri Kalaylı, Garalı Yazmam Benek Benek, Yeşil İpek Bükene, Oğlanda Kolunu Sallama Ana Hamam Vaadınmı oyunları sayabiliriz.

Karabük İlinin araştırmalardan anlaşılacağı üzere halk oyunları açısından zengin bir ilçesi de Yenice'dir. Yenice Halk Oyunları, Köy Göçtü Oyunu, Arap Oyunu, Güvercin Takla ve Kaşık Oyunları biçiminde adlandırılmaktadır. Bunlardan Arap oyunu üç kişi tarafından oynanır. Esas oyuncu iki kişidir. Üçüncü kişi söylediği türkülerle oyunun biçim ve tarzını belirler. Oyunculardan ikisi ceketlerini ters şekilde giyer, başlarına birer fes geçirerek yüzlerini siyaha boyarlar. Üçüncü kişi oyunu, söylediği şu türkü ile başlatır.


Çalkala Arabım çalkala
Gıç gıça gelde ırgala
Arap da dereye apışmış
Kıçına da yavrusu yapışmış

NELERİ İLE ÜNLÜ:
Safranbolu Evleri, Safranbolu Lokumu, Demir-Çelik Fabrikası
 

Paradoks

... Elif ...
Özel üye


Safranbolu evleri hakkında bilgi

Müze kent Safranbolu; Karabük'ün Safranbolu ilçesi. 18, 19. ve 20. yüzyılda inşa edilmiş yaklaşık 2 bin tarihi evle Türk kent kültürünü günümüze taşıyor.
Müze kent Safranbolu'da 2 bin tarihi ev
Herhangi bir mimari plana bağlı kalmaksızın yapılan tarihi Safranbolu evleri, birbirinin önünü kesmeyen yerleşim biçimleriyle ilgi çekiyor. Yerleşim düzeni ve yapısı gibi fonksiyonel özelliklerinin yanı sıra estetik unsurlar da evlerin ziyaretçilerin uğrak yeri olmasını sağlıyor. Evlerin, boyutu ve biçimini, geniş aile yapısı ve yağışlı iklim özellikleri belirliyor. Bahçe içinde çoğunlukla 3 katlı, 6-8 odalı tasarlanmış konaklarda, doğa ile insan ilişkilerinin son derece dengeli biçimde düzenlenmesi, ziyaretçileri hayrete düşürüyor.
Horasan harcıyla örülmüş duvarlar ve el yapımı fırının bulunduğu Bulak Mağarası'nın, turizme açılan 400 metre uzunluğundaki alanında yer alan sarkıt ve sütunların yanı sıra kireçli kaya oluşumlarını da görmeden Safranbolu'dan ayrılmamak gerekiyor.

Tropik bölgeler dışında dünyada çok az ormanda görülebilecek kadar çok sayıda ağaç türünü barındıran Yenice ilçesinin ormanları, ağaç müzesi görümüyle görenleri cezbediyor. Çeşitli ağaç türlerinin yanı sıra bazı ağaçların olağanüstü çap ve boya ulaşan örneklerinin oluşu, zengin yaban hayatı potansiyeliyle bölge eşsiz ekosistem özelliği gösteriyor.

Ormanların oluşturduğu oksijen kuşağı, kent turizmi için önemli kaynak gösterilerek, turizm bölgesi olmaya yönelik projeler üretiliyor. Doğa yürüyüşlerinin zorlu parkurları arasında gösterilen, kenarları dik ve yüksek Şeker Kanyonu'nun yer aldığı Yenice, tropik bölgeler dışında dünyada pek az ormanda rastlanabilecek kadar çok sayıda ağaç türü de görülmeye değer.
Eskipazar ilçesindeki, her yıl ortaya çıkarılan mozaiklerle Karadeniz'in Zeugması olarak adlandırılan Hadrianoupolis antik kentine de kültürel değerlere önem verenlerin uğramadan dönmemesi gerekiyor. Karabük'te doğayla iç içe mekanlarda yapılan kuyu kebabı da tadılması gereken önemli lezzetler arasında gösteriliyor.
 
Top