• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

36 - Kars

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Yüzölçümü: 18.557 km²
Nüfus: 349.437 (1992)
İl Trafik No: 36

Kars Doğu Anadolu da ülkemizin en doğusundaki ve aynı zamanda karasal iklim dolayısıyla da en soğuk illerinden birisidir. Ancak mekanın bu olumsuzluğu ilin sanayii gelişmesinde nispeten olumsuz olmuş olsa da il turizm potansiyeli açısından bölgenin başlıca illerinden birisidir.

İl ülkemizin başlıca kış turizm merkezinden birisidir ve yapılacak yatırımlarla bu alanda daha da gelişebilir. Bunun yanı sıra kültür turizmi açısından da tarihin çok eski devirlerine uzanan antik kalıntıları ve ören yerleri ile önde gelen kültür turizmi açısından da Yontma Taş Çağından itibaren kesintisiz bir yerleşime sahne olan kent önde gelen kültür turizm merkezlerindendir.

COĞRAFYA

Kars ili Doğu Anadolu Bölgesinin kuzeydoğu kesimlerinde yer almaktadır. Büyük bir plato özelliği gösteren il coğrafyasında genel olarak bitki örtüsü bozkır görünümündedir. Yalnız Sarıkamış ilçesinde çam ormanları bulunmaktadır.

Kağızman ilçesinde bağ ve bahçecilik yapılmaktadır.

Kars Doğu Anadolu Bölgesinin en soğuk bölgesinde yer alır. Bu nedenle karasal bir iklime sahiptir; kışları uzun ve sert, yazları ılımlı hatta serince geçer.

TARİHÇE

Araştırmalardan Kars tarihinin Cilalı Taş Devrine kadar indiği (M.Ö. 9000-8000) anlaşılmaktadır. Bölge daha sonraları Hurriler, Urartular, İskitler, Partlar, Sasaniler ve Bizanslıların hakimiyetine girer.

1064 yılında Selçuklu Sultan Alpaslan, şehir ve civarını fethetmiş, böylelikle Türk kavimlerine Anadolu yolunu açmıştır.

Şehir ve çevresinde Moğollar ve Akkoyunlular, Karakoyunlular gibi Türk devletleri hüküm sürmüş, 1514 yılında Yavuz Sultan Selim bölgeyi fethettikten sonra Osmanlı İmparatorluğuna katmıştır.

İLÇELER:

Kars ilinin ilçeleri; Akkaya, Arpaçay, Digor, Kağızman, Sarıkamış, Selim ve Susuz'dur.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Beş bin yıllık kutsal tarihi sessizce beklerken Anı kentinde bulacaksınız, tıpkı bir mabed içinde yürür gibi…

28_5622_1.jpg


Besmeleyle başlar söze o büyük günde: “Ben Selçuklu Sultanı Alparslan. Anı şehrini fethettim ve yönetimini hükümdarlığım altındaki Şeddatoğulları’na verdim…” Bunlar, 1064’de kente ayak basan sultanın kufi gizemin ardında okunabilen mağrur sözleri. Yani, bu sulak platonun bereketini görmüş ve yamaçlarındaki mağaralara sığınmaya karar vermiş ilk insanların gelişinden o güne, tam dört bin altmış dört yıl geçmiş Alparslan Anı’ya girdiğinde. İlk Bronz Çağı’nda belki bir avuç insanla başlayan medeniyet macerası, bugün en az birkaç bin kilometreyi geride bırakmayı göze alan meraklı gezginlerin seyahatlerinin son durağı olarak devam ediyor.

COĞRAFYA
Kars’a 45 kilometre mesafedeki Ocaklı Köyü’nün yanı başındaki Anı kenti, doğuda Aras Nehri’nin kollarından Arpaçay’ın vadisine dayıyor sırtını. Batı ve kuzeybatıdan Bostanlar Deresi ile sarılmış. Üç kenarı da vadilerle yarılmış bir platoda kurulu kentin açık kalan güney-güneybatı yüzü de bugün ilk destek duvarları çökük olan kalın surlarla korunuyormuş. Yani bereket ve güvenliğin aynı topraklarda bulunduğu, jeolojik ve stratejik olarak korunmakta olan bir kentten bahsediyoruz. Bu nedenle İpekyolu’nun imrendiren duraklarından biri olmuş hep, hem yolcular hem de fetih heveslisi krallar ve sultanlar için.

28_5622_2.jpg


TELAFFUZ HATASI
Deniyor ki Evliya Çelebi de Seyahatnamesi’nde ‘An şehri’ dermiş zaten. Latince yazıtlarda büyük harfle ‘ANI’ olarak geçen isim, batı kaynaklarında yer almaya başladığı dönemde küçük ‘ı’ olmadığı için, ‘Ani’ olarak yazılmış. Bu isimle ilk defa karşılaşanlar da başka bir bilgi olmadığı için bu şekilde okumaya başlamışlar. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü haritalarında da ‘ı’ kullanılırken, dünyaca ünlü yerel rehber Celil Ersözoğlu, 1949’daki depreme kadar çevre mağaralarda yaşamını sürdürmekte olan yerleşik halkın da ‘Anı’ diyor olduğunu ve diğer kullanımın tamamen bir telaffuz hatası olduğunu vurguluyor.

28_5623_1.jpg


KAYNAKÇA
Anı üzerine yazılmış hatırı sayılır sayıda eser birbirleriyle atışırcasına farklı tarihler ve isimler veriyorlar, bölgede kazılar günümüzde de devam ediyor ve ülkemizdeki diğer antik kentlerden farklı olarak henüz tüm sırlar toprak altından çıkarılmış değil. Bu durum, pek çok kavmin geçiş ve hâkimiyet bölgesine girmiş olması itibarıyla, öncelikle bir yerin birden çok adı bulunması şeklinde kendini gösteriyor. Çünkü her dönem, aynı mekâna kendi ihtiyaçları doğrultusunda eklemeler yapmış ve belirli bir zaman süresince yeni bir isimle anmış. Bu bir yaşam döngüsü şeklinde sürüp gitmiş. Kentin ismi, modern zamanlarda kaleme alınmış eserlerden en eskisi olan Josef Strzygowski’nin bir akademik araştırmasıyla 20. yüzyılın ilk çeyreğine tarihleniyor. Günümüzde tamamlanan kazıların raporları yayımlandıkça, bu kaynakça gittikçe daha da derinleşiyor.

28_5623_2.jpg


DOĞAL TAHRİBAT
Tıpkı üç tarafını sardığını söylediğimiz vadiler gibi, Anı kentinin kronolojik tarihinde de depremlerin açtığı yarıklar var. Bir keskin tahribat da tüm Asya ve Avrupa’nın bir bölümünü istila etmiş olan Moğolların 1249’daki saldırısı. Bu tarihten itibaren neredeyse yüz yıla yakın bir süre kentteki medeniyet ilerleyişi durma noktasına geliyor. Depremler ve bu acımasız istila kentin en büyük göç verdiği ve nüfusunun oldukça azaldığı dönemlere denk geliyor.

11. yüzyıl başlarında 100 bin kişiyi geçen nüfusuyla ‘Kırk Kapılı Şehir’ ve ‘1001 Kilise Şehri’ payelerini aldığı günler çok gerilerde kalıyor.

28_5624_4.jpg


SINIRDA OLMAK
Anı’da yürürken, Türkiye’nin en uç noktalarından birinde duruyorum. Sınıra yakın falan değilim, sıradan bir harita ölçeğinin ifade edemeyeceği kadar yakınım. Haritada gördüğünüz kırmızı çizginin tam üzerindeyim neredeyse. Deniliyor ki, yaklaşık beş yıl öncesine kadar, Arpaçay’ın yani sınırın ‘karşı yakası’ndaki taş ocağında patlatılan dinamitler de tarihi eserlerin tahribatına büyük ölçüde neden olmuş.

28_5625_1.jpg


MABEDLER KENTİ
Kentle ilgili herhangi bir bilgiye sahip olmayan bir ziyaretçinin bile ilk bakışta seçeceği çok önemli bir özelliği var bu harabelerin. İnsana ve kültüre ait olarak ayakta kalmayı başarmış yegâne kalıntılar olması. Burada ne boyutlarda bir medeniyetin hüküm sürmüş olabileceğini bize fısıldayan şeyler: Mabedler…

Anı, kutsal bir yer. İnanıyor olmanın, neleri gerçekleştirme gücünü verdiğini nesiller boyunca anlatmak istercesine ayakta duran inanç anıtlarıyla bezeli. Zerdüştlerin Ateşgede’sinden, Hıristiyan mimarisinin süsleme örneklerine ve sekizgen minareli İslam eserlerine, bir sanat tarihi ziyafeti var burada: Menucehr Cami (1072) Selçukluların Anadolu’da inşa ettikleri ilk cami olma özelliği taşıyor. Ebul Muammeral Cami (Boz Minare) de İslami eserlerden bir diğeri. Kurtarıcılar (Keçeli) Kilisesi (1034) yıldırım düşmesi sonucu tam yarısından yıkılmış ama mucizevi bir biçimde hâlâ ayakta. Tigran Honents Kilisesi (1215) kubbesinin iç kısmındaki süslemeleriyle döneminin önemli eserlerinden. Büyük Kral II. Gagik tarafından yaptırılmış Abughamrent Gregor Kilisesi (998) ve bugün bile çıkılması güç sarp kayalıkların üzerine kurulu yapım zamanı tam olarak bilinmeyen Güvercinli Kilise (Genç Kızlar Kilisesi) diğer önemli eserler. Büyük Katedral (Fethiye Cami) (987-1010) Alparslan’ın kenti fethi (1064) sonrasında bir süre cami olarak da kullanılmış ve bugün kentteki en iyi durumdaki eser, Armen mimarisinin başyapıtlarından. Havariler Kilisesi (1031) ise patrikhane olarak inşa edilmiş, Selçuklu fethinden sonra ilave yapıyla kervansaraya dönüştürülmüş bir yapı.

28_5625_3.jpg


GÖRÜNMEZ EL
Surlarında hangi bayrak hangi dönem dalgalanmış olursa olsun, muhtemelen yakın denizlerin ve karaların tüm dillerinin sokaklarında yankılanmış olduğu bir kentle karşı karşıyayız. Bu kadar geniş bir tabana yayılan farklılığı açıklayan şeyse sihirli bir şey, bir görünmez el var aslında: Ticaret. İki ülkeyi birbirinden ayıran ama aslında bağlayan İpek Yolu Köprüsü’nün yıkık hali de sona eren tek şeyin ticaret ilişkisi olmadığını sessizce fısıldıyor. Doğu Roma’nın vazgeçilmez unsurlarından düzenli çarşılar ve yollar, İpekyolu’nun güvenliğini sağlamaya çalışan Selçukluların kervansarayları hep o eski günleri hatırlatıyor. Yani kentin uğrak ve zengin bir İpekyolu durağı olduğu günleri. Hemen yanı başındaki savaşlara rağmen zamanın en güvenli konaklama ve ticaret merkezi olan Anı, kötü günler başlayınca, etrafından dolaşılan ve uğranılmaması gereken yerlerden olmuş.

28_5626_2.jpg


GERÇEK İLE EFSANE BİRBİRİNE KARIŞMIŞ
Söylenti ve gerçek, tarih ve efsaneler birbirine girmiş buralarda. Zaman o kadar eski bir anda durmuş ki, güneşin nereden doğduğu ve battığı bile önemli değil bugün. Anı ile ilgili olduğunu söyleyeceğimiz hemen her bilgi ‘olduğu söyleniyor’ ibaresiyle kullanılmak zorunda. Sessizce içeri süzüldüğüm büyük kapının altından evime doğru giderken, gönül gözleri açık birilerinin tüm bu yazıtlar ve kufi kitabeler arasındaki fısıltıları bir gün çözeceğini biliyorum. O zaman geçmiş, dile gelip gerçeği serpecek bu hüzünlü ve yalnız kentin söylentilerine. Bense bu kadar hüznü, bu kadar çok huzurla yan yana bulabileceğim tek yeri bıraktım arkamda, Anı’yı arkamda bıraktım tekrar gelmek üzere...

28_562FIL5153.jpg

28_562FIL5227.jpg

28_562saat.jpg
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
KARS ÖRF-ADET-GELENEK-GÖRENEKLERİ
Yörede çocuk, kısmet-bereket olarak nitelenmektedir. "Kız bereket, oğlan devlet" deyimi yaygındır. Bu anlayış ise çok çocukluğu ve çocuğa ilgiyi artırmaktadır . İlk çocuk erkekse "baca sökme" denen gelenek uygulanır. Komşu çocukları bacaya çıkarak kiremitleri kaldırır yada toprak dökerler. Bu aile reisinin bahşiş vermesine değin sürer.

Aşerme döneminde gebelerin istekleri karşılanmazsa, çocuğun sağlıklı olmayacağına inanılır. Doğumun sancıları başlayınca ebe çağrılır. Doğumu kolaylaştırdığına inanılarak bacadan silah atılır. Doğumdan sonra göbek bağı ninenin ayakkabısı üzerinden kesilir. Bu işte kullanılan çakı yıkamadan kapatılır ve annenin yastığı altına konur. Çocuğun göbeği kuruduktan sonra çakı açılır ve yıkanır. İlk banyo suyuna teni güzel olsun diye yumurta kırılır. Terlemesini önlemek için tuz serpilir. Daha sağlıklı olacağı inancıyla kundağa ısıtılmış hölük (elenmiş toprak) konur. Yaşamının aydınlık olması için gündüz de olsa anasının ve çocuğun baş ucunda lamba yakılır. Bebek lamba ışığında anasının çevresinde üç kez dolandırılır. Bu sırada ebe "sen mi ağır, yük mü ağır ana ?" diye sorar. Anne "ne ben ağır, ne de yük ağır deyince" kundak yanına bırakılır.

Çocuk al yanaklı al dudaklı olsun diye yüzüne ve dudaklarına kanı; kara kaşlı, kara gözlü olsun diye de ceviz kabuğu yakılıp külü kaşının gözünün üzerine sürülür. Al basmasına karşı loğusanın baş ucuna Kur'an asılır. Yalağının çevresine kıldan örme ip gerilir ve yalnız bırakılmaz. Doğumdan hemen sonra da aynı amaçla ilk lokmayı ebe alır, üç kez anaya uzatıp geri çekerek kendisi yer. Kırkı dolmadan loğusa çocuk dışarıya çıkarılmaz. Bezi dışarıya asılmaz, cinleri kaçırmak inancıyla yanlarında sürekli ateş yakılır.


DÜĞÜN

Evlenme çağı kesin bir rakamla ifade edilmez. Ancak erkeklerde 18-23, kızlarda 15-19 olduğu söylenebilir. Kızlarda evlenme isteğini bildirme gibi bir sorun yoktur. Çünkü evlenme teklifini erkekler yaparlar. Evlenme isteğinde bulunan erkek, ya anasına (Annesine) ,kız kardeşine (Bacısına) yada tanıdık veya akraba olan bir kadın isteğini açar. Bu aracılarla evin büyüğüne isteğini açar. Evin büyüğüne bu haber gittikten sonra, erkeğin ev içindeki çekingen, küskün tavrı devam eder. Kabul edilip edilmediği de aynı aracılardan öğrenilir.

KIZ GÖRME KIZ BEĞENME :
Bunun için en müsait zamanı düğünler hazırlar. Eğer erkeğin istediği kız kendi köyünden ise böyle bir şeye lüzum yoktur. Başka köylerden ise kız ve oğlan çeşitli aracılar vasıtasıyla düğünlerde uzaktan uzağa tanışırlar birde evlenmeden önce kız görmeye gitmek vardır ki, erkek yanında birkaç kişi olduğu halde kız evine gider. Burada amaç kızı görmektir. Kız eğer kabul ediyorsa erkeğe çeşitli vesilelerle gönünür.

ELÇİ GİTME � SÖZ KESME :
Eyçi, Anadolu�daki Dünür karşılığıdır. Elçilik bir sanattır. Her kişinin elçilik yapamayacağı kanaatinin yaygın olduğu Kars�ta, bu iş için seçilenler Köyün büyükleri sayılmış kişilerdir. Elçi ne kadar çok tanınmış olursa, etki ve sonuç o kadar iyi olur. Yalnız ne olursa olusun elçiler arasında erkeğin yakın akrabaları ve babası bulunur. Kız tarafının ister olumlu ister olumsuz olsun gelen elçileri adet icabı iyi karşılaması gerekir.

Önce havadan sudun konuşmalar yapıldıktan sonra elçilerden biri (normal olarak en yaşlı ve sayılır olanı) �Allahın Emri, Peygamberin kavli ile kızınız ......................yı oğlumuz .....................�a istiyoruz� der. Çoğunlukla düşünmek için kız tarafı izin ister. Eğer niyetleri kesin olarak olumsuz ise, o zaman kocalık kızımız yok, sizin yitiğiniz bizde değil, başka yerde arayın gibi klasik sözlerle karşılık verilir. Eğer kız tarafının niyetleri olumlu ise, şirni (tatlı) yemek günü kararlaştırılır. Karalaştırılan günde oğlan tarafı şeker, kolonya ve meyve getirerek oradakilere ikram eder. Çoğu zaman pey (beh) de bugün yapılır. Bu halde kız tarafına armağanlar ve bir yüzük getirilir. Yalnız, asıl elçiler gitmeden kadınlar kendi aralarında gidip gelerek karşı tarafın niyetini öğrenirler. Ayrıca elçilerin kız tarafından beğenilen kimseler olmasında da bu arada dikkat edilir. (Beh) düğün öncesinin en önemli olaylarındandır. Kız ve oğlan tarafları kız evinde toplanırlar. Meyve, kolonya, kalağa (Başörtüsü) götürülür. Oğlan tarafı ayrıca baş örtüsünün bir köşesine bir miktar para bağlar. Bu para başlığın bir kısmıdır.

Kadın ve erkekler ayrı ayrı odalarda toplanırlar. Erkeğin babası, büyük kardeşi veya yakın akrabalarından biri yüzük takmak üzere kızın bulunduğu yere gider. (bazen de kız erkeklerin bulunduğu yere getirilir). Kızın parmağına hayır dualarla yüzüğü taktıktan sonra boy görmesi verilir. Boy görmesi, maddi duruma göre verilen bir miktar paradır. Ayrıca kızı getirene de bir miktar para bahşiş verilir. Eğer evlenecek kız bütün misafirin huzuruna çıkıyorsa yine aynı merasim yapılır. Boy görmesini de yine bir kişi verir.

Behde yapılan diğer önemli iş ise başlık konusunun tamamen halledilmesi ve düğün bilhassa iki dini bayram arasında gelmemesine dikkat edilir. İki bayram arası her nedense uğursuz sayılmaktadır. Muharrem ayı da düğünün olmayacağı bir aydır. (Kerbelâ vak� asında ötürü). Ayrıca kıza alınacak eşyaların bir kısmı da bu sırada tespit edilir. Kesim kesmeğe bazı yerlerde kalın pazarlığı denir.


Nişan

Beh ile kararlaştırılan nişan tarihinde, oğlan evi behdekinden daha büyük bir kalabalıkla kız evine gider. Kız tarafı da kendi tanıdık ve akrabalarını nişana çağırır. Nişana çağırılanlar çoğunlukla kadınlardır. Nişanda masraf daha çoktur. Oğlan tarafı birkaç kat elbise buna göre ayakkabı bir o kadar çamaşır birkaç tane baş örtüsü, küpe, altın bilezik vs. götürür. Ayrıca kız tarafına pirinç, çay, şeker ve bir yada birkaç koyun oğlan tarafından götürülür.

Nişanda davet edilenler de hediye götürürler veya para verirler. Eğer kız ve oğlan aynı köyden ise, öğleden önce gidilir. Öğle yemeği yenir ve merasim başlar. Yemekten hemen sonra oğlanın annesi nişan için gelen eşyaları misafirlere gösterir. Beh�de olduğu gibi şeker ve meyve dağıtılır.

Bundan sonra akrabalardan bir kadın, kızı konukların yanına getirir. Gelin olacak kızın utanmaması için ilk önce bu akraba kadın konuklara hoş geldin der. Eğer genç ise el öper. Sonrada kız bütün konukların ellerini öper. Oğlan tarafından gelenler bu el öpme sırasında getirdikleri hediyeyi kıza verirler. Kızın yerine, yanında dolaşan kadın hediyeleri toplar. Artık bundan sonra nişan merasimi sona ermiştir.
Eğer evlenecek olanlar ayrı ayrı köylerden ise, bir gece kalınır ve ertesi gün öğlen yemeğinden sonra aynı şekilde merasim yapılır. Sıra hona gelmiştir. Hon nişan karşılığıdır. Yani kız nişanlandıktan sonra kız tarafı oğlana nişan götürür ki buna hon denir. Honda kız tarafı kıza hediye getirenlerin her birine bir çift çorap, bir mendil ayrıca kete veya çörekle beraber oğlana da maddi şartlara göre elbiselik, çamaşır, çorap, mendil ve benzerini götürür. Birde nişan yüzüğü vardır.


KIZ YANI (BAYRAMÇALIK) :

Bayramçalık, dini bayramlarda erkek tarafından kız evine götürülen gelinlik , kıza ait hediyelerdir. Hediyenin cinsi ve miktarı erkeğin maddi durumuna göre değişir.
Bu vesile ile gelin bir kez daha görülmüş olur. Bir de uzun zaman tatlı bir hatıra olarak kalan (kız yanı) olayı vardır. Erkek nişanlısını görmek için bir gece seçer. Bu arada kız tarafından olan erkeklerin duymamasına dikkat edilir. Ayrıca kız yanına gidecek olan erkek yanına, kız evininde iyi tanıdığı bir arkadaşını alır.
Bu yabancı aracılığı ile güveyi adayı nişanlısını görür,ki bu olaya kız yanı denir. Birkaç aydan birkaç yıla kadar sürebilen nişanlılık süresince bu �Kız yanı olayı� birkaç defa eder. Aslında nişanlısı olan kendisini evli sanmaktadır.

DÜĞÜNE KADAR :

Önce kız ve oğlan tarafları tekrar toplanırlar. Düğün eşyası maddi duruma göre değişse de normal olarak elbiselikler, çamaşırlar, ayakkabılar, gümüş kemer, altın (ayrıca beşibirlik) çeyiz sandığı, dikiş makinesi, halı, yatak yüzü v.s olur. Bu eşyalar kız ve erkek tarafından birer kişiyle pazara inilerek beraber alınır. Ayrıca pazara gidenlere de düğün eşyası içinde hediye almak adettir. Bir de , düğün birkaç gün kala kız evine gönderilir. Yiyecek maddeleri birkaç sığır veya koyun, yağ,pirinç,kuru üzüm çay şeker vs.dir.

Nihayet oğlan ve kız evleri düğün için misafirlerini çağırırlar bu misafirlere �Atlı� denir. Atla gelip gelmemeleri söz konusu değildir. Her iki ev kendi misafirlerine bir çay ikram ederler. Buna atlı çayı denir. Bu çayda düğünün tarihi de belirlenmiş olur. Bazı yerlerde �Atlı�tabiri sadece oğlan tarafından kız tarafına gidenler için söylenilir. Başka köylerden gelen atlılar düğün olan köydeki evler tarafından misafir edilir. Atlı çayından sonra herkes kendi misafirini götürür. Bundan sonra evine götürdüğü atlının her şeyinden ev sahibi sorumludur. Bu durum her iki tarafta, yani hem oğlan, hem kız evinde aynıdır. Bu sırada kız ve oğlan evlerinde köyün gençleri doğal olarak kız evinde kızlar, oğlan evinde de erkekler toplanırlar. Gelin atlanıncaya kadar eğlenilir ve her gün toplanılır. Bu gençleri toplu halde köyün hemen bütün evleri misafirliğe davet ederler. Böylece evden eve dolaşıp dururlar. O kadar ki bir günde beş altı defa dolaşırlar . Bu olaya da bey gezmesi denir.

Gelin ve damadın bir sağdıcı bir solducu olur. Sağdıç ve solduçlar gelin ve damadın yakın arkadaşıdırlar hiçbir zaman gelin ve damadın yanından ayrılmazlar. Kars�ın bazı bölgeleri vardır ki gelin ve damat düğün önceki sağdıçların evinde kalırlar. Böyle yerlere örnek olarak Kars�ın Büyükboğatepe köyü verilebilir. Düğünden bir gün önce �KIZ ŞAHI� kalkar. Şah oldukça ilginçtir. Ağaçtan yapılan, beşlik ağaç, ya da ağaç çıta arasına bunları dik tutmak için çakılan birkaç çıtadan ibarettir. Bunun etrafı meyvelerle bezenir. Meyveler ipe dizilmiş ve daha sonra Şah, a yerleştirilir. Şah�ın hazırlanması ve bütün masrafı sağdıca aittir. Yukarıda belirtildiği gibi düğünden bir gün önce ve akşam ezanından sonra kız şahı kalkar. Sağdıcın evinin önünden kalkan şahın önünde çubukçu bulunur. Bunun görevi şahdan meyve kaçırılmasına engel olmaktır. Çünkü bu şahdan meyve vs. kaçırıp sağdıca getiren , sağdıçtan bahşiş olarak para alır. Ayrıca yine şahın önünde, dirgen ucuna geçirilmiş bir tezek yanar halde gider. Güvey ortada, sağdıç sağında solduç ise solunda yürür. Elleri mendille bağlanmış ve mumu konmuş haldedir. Devamlı olarak silahla ateş edilir. (Dostun dostluğuna, düşmanın korluğuna hele bir Allah) koro halinde �Allah birde deyin üç olsun, düşmanın ömrü puç olsun, here bir Allah� diye bağırırlar. Yine bu arada devamlı olarak havaya ateş edilir. Bu arada şahın önünü kesenler de vardır. Bunlara ya kendileriyle görüşerek biri çıkarılır veya bahşişlerini isterler. Böyle hallerde çubukçu müdahale edemez. Böylelikle şah kızın evine kadar gelmiştir. Tam kapıda davul zurna çalar ve oyunlar oynanır. Şah içeriye girdikten sonra köyün genç kızları ve gelinleri, sağdıcı ve solducu içeri alırlar.

Gece kız evinde gelin ve genç kızlara, oğlan evinde ya da oğlan sağdıcının evinde güvey ve arkadaşlarına kına konulur. Kına ilkin evlenecek olanın eline konur. Kına konmadan gelin ve güveyin ellerine kına koyarlar. Kına koymak adeti de vardır. Ele konan para yoksul bir çocuk tarafından üç defa eli sıyırarak alınır. Bundan sonra bütün orada bulunanlar ellerine kına koyarlar. Kına koymak sevinç işaretidir.
Ertesi gün artık düğün bütünüyle başlamıştır. Bir yandan gelin hazırlanır, bir yandan davul çalar. Öğleye doru gelin atlanır. Gelinin atlanması demek oğlanın evine hareket etmesi demektir. Gelinin yanına yengeler (Biri Kız Yengesi Birde Düğün Eşyasıyla beraber gelen oğlan yengesi) ve ayrıca birkaç kadın,kız vardır. Bu sırada köyün gençleri atlara biner gelin arabasıyla beraber hareket ederler. Bir de müjde yastığı götüren vardır. Bu gelinden önce gider kız evinden aldığı bu yastığı oğlan evine götürür ve kendisine bir çift çorap ve başka bir şey hediye edilir. Gelin kapıya gelince yine çalgılar çalınır, bir kazan üzerine bir çay tabağı konur, gelin bunu ayağıyla kırar ve içeri gider. Gelin içeri girmeden evvel ayağına bir kurban kesilir. Akşam ezanından sonrada aynı şekilde oğlan sağdıcının evinden oğlan şahı kalkarak oğlan evine gelir. Böylelikle gelin ve damat aynı eve gelmiş olurlar. Gece erkeklere bir koyun kesilir. Buna döşgarı adı verilir. Yemek yenildikten sonra para toplanır. Bu paralar kız yengesine verilir. Böylelikle düğün sona ermiş olur.




YÖRESEL YEMEKLER:
Kaşarı ve balının yanı sıra, Kars zengin ve renkli bir mutfağa sahiptir.

Yöreye özgü belli başlı yemekler; umaç helvası, elma dolması, hörre (un) çorbası, evelik adlı bitkiden yapılan evelik aşı, ekmek üzerine kızgın yağ ve yoğurt dökülerek yapılan ekmek aşı, pişi, kuymak, hengel (mantı), yarma buğdaydan yapılan haşıl, bozbaş, kemikli ve parça etten yapılan ve bir çeşit çorba olan piti, sultani üzümle yapılan pilav ve Kars böreğidir.



YÖRESEL GİYİM:
Kars�taki halk kıyafetleri birtakım değişik şekiller göstermektedir. Bu değişik görüntüyü üç ana grupta toplamak mümkündür.
a) ERKEK KIYAFETLERİ :

1- PAPAK (KALPAK) : Genellikle körpe (küçük) kuzu derisinden yapılmaktadır. Kuzu doğar doğmaz vücuduna bir kılıf geçirilir. Kuzu büyüdükçe ve yünü uzadıkça kıvırcık bir hal alır. Bu deri soyularak papak yapılır. Bunun dışında koyun ve keçi derisi de kullanılmaktadır. Güney Kafkasya�dan gelerek Kars�a yerleşmiş olan terekemeler keçi derisinden yapılma uzun tüylü ve iri papaklar kullandıklarından ve bu papaklar genellikle siyah renkli olduğundan bunlara karakalpak adı verilmiştir. Ayrıca gök mavisi olanı da vardır. Bunların Azerbaycan ve Dağıstan tipleri de vardır. Dağıstan tipleri biraz daha kıllıcadır.

2- ÜST KÖYNEĞİ : Arkalık giyilmediği zaman gömleğin üzerinden veya gömleksiz giyilir. Bunlar ipek kumaştan veya kara lastikten yapılır. Dik yakalıdır. Önden karın hizasına kadar düğmelidir. Göğüste iki cep bulunur. Kollar bileğe kadar geniştir. Etek boyu uzundur. Arkalık giyilmediğinde �sallama kemer� bağlanır.

3- İÇLİK (İÇ GÖMLEĞİ) : Genellikle ipek kumaştan yapılır. Üstlüğün veya arkalığın altından giyilir. Dik yakalı veya yakasızdır. Önden karın hizasına kadar düğmeli olup, cepli veya cepsiz olabilir. Kollar geniştir. Bilekte düğmelenir. Şalvarın içine sokulduğu gibi dışarıda da bırakılabilir.

4- ARKALIK : Kalın kumaştan yapılır. Kara lastik, çuha ve benzeri malzeme kullanılır. Yakasızdır. �V� yaka önden düğmelidir. Göğüs hizasında �Veznelik� bulunur. Etek boyu dize kadar olur ve aşağıya doğru genişler. Kollar uzun ve kol uçları ele doğru genişler.

5- PELERİN (BAŞLIK) : Soğuk havalarda boynu ve kulakları korumak üzere kullanılır. Koni şeklinde ve uçları uzundur. Sırta takılır.

6- CİVEKİ : İnce ve yumuşak deriden yapılan bir nevi çizmedir.

7- SALLAMA KEMER : Köselerden yapılma, genellikle ince ve yanlarından aynı deriden sallamaları bulunan kemerdir. Kemer uçları ve Sallama uçları gümüş ve başka madenlerle süslüdür.

8- ŞALVAR (PANTOLON : Bu civekinin altında sokulur ve üzerine sallama kemer takılır.

9- KURŞAK (KIRABULUZ ) Sigara, Kav,Tütün ve burunotu koymak için kullanılır.

10- AYAKTA : Uzun ve renkli çorap, üstünde çizme veya yemeni bulunur .
Yaşlıların kıyafetlerinde fazlaca bir değişiklik görülmez. Gençlerde nadiren görülen KÖSTEK boyundan geçirilir. Ekseriye gümüşten yapılmıştır. Üst gömleğin cebine konur. Kurşağa kadar sarkar. Yaşlılarda kurşak daha kaba yapılışlıdır. Üstünden arkalık (çuhaya benzer) giyilir.


b) KADIN GİYSİLERİ :​
Bu grubu kız, gelin ve yaşlı diye üçe ayırmak gerekir.
KIZLARDA :
1- SAÇLAR : Saçlar, 1-2 veya 40 tane ayrı örük halinde toplanır.

2- DİNGE : Bir çok kitapta bu giysiden söz edilmekte ise de, bu gün böyle bir giysiye rastlanılmamaktadır.

3- DAYRA (DAİRE) : Entari (don) da denir. Ekseriyetle desen zengindir. Çeşitli kumaşlardan yapılır. Üç etek diye bir cinsi de vardır ki, bunların göğüs kısmı sedef düğmelerle süslenir. Omuzlarda poturlar vardır.

4- KUNDURA : İlk zamanlarda çarık, bilahare galoş (renkli çoraplar) giyilir.

GELİNLERDE :
1- PUŞU : Başta uzun ve bele, hatta topuğa kadar inen puşu vardır. Bunun üstünde ekseriyetle sade bir şeyden çalma bağlanır. Çalma çoğu zaman kızla gelini birbirinden bir özelliktir. Çünkü kızlarda çalma bulunmaz.

2- PEŞTAMAL : Bundan kızlarda pek az rastlanır. Gelin ve yaşlı kadınlarda vardır. Gelinlerdeki biraz desenlidir.

3- ÜÇ ETEK : Kızlarınkinden farklıdır. Kollarına kolçak, göğüse öğlük veya döşlük denilen üstten kopçalı, alttan bağlı bir nevi kumaş göğüslük takarlar.

4- KEMER : Kızlarda gümüş kemer bağlanır.

YAŞLILARDA :
1- KALAĞEY : Bir nevi baş örtüsüdür. Halk arasında en buteber olanı ki, şimdi antikadır. Buna gelinlerde de rastlanır. Yaşlılarda saça kına konur. Püşüler koyu renklidir. Başa birkaç kat sarılır.

2- TEK ETEK : Üç etek veya entariler sade ve koyu renkli olup, 3-6-9 tahtada biçilmiş geniş kırmalıdır. Potur fazlaca bulunmaz.

3- ÖNLÜK : Koyu renklidir. Bazen sadece belden aşağı bağlandığı gibi ve entari gibi olup, arkadan düğmeli iş giysileridir. Bu hem sıcak tutması, hem de abdest�de kolaylık içindir.

4- KEMER : Arkalık üzerinden Gümüş Kemer bağlanır.

5- AYAKKABILAR : Yumuşak deriden yapılma kunduralardır.

HALK OYUNLARI VE FOLKLOR:
Kars, geleneksel oyunlar bakımından en zengin illerdendir. Bunun nedeni değişik kültür birikimi olan insan topluluklarının yöreye yerleşmesidir. Türkmen boyları, Azeriler ve Doğu. Anadolu yöresi insanlarının oyunları bir arada görülebilir. Kars, halk oyunları yönünden bar bölgesine girer. Halaylara ve semahlara da kimi ilçe ve köylerde rastlanır. Tek halkalı, çift halkalı oyunlar olduğu gibi karşılama biçiminde oynanan oyunlar da vardır. Kars halk oyunları çoğunlukla kaçma (kadın-erkek) oynanır. Kars'ın kimi ilçelerindeki oyunlarda nitelikli bir görünüm açısından Kafkas oyunlarıyla benzerlikler görülür. Orta oyunu özelliğinde konulu, Öykülü danslarla da günlük olaylar, savaşlar ve olağan üstü konular simgelenir. Nanay denilen çalgısız oyun havaları da yaygındır.

Bara Artvin ve Kars yörelerinde "yattı" denilmektedir. Toplu barlara genellikle küçük yörelerde rastlanmaktadır. Dağlık yörelerdeki barlar çoğunlukla beceri gerektiren hızlı oyunlardır. Açık havada davul zurna, kapalı yerlerde ney ve davul eşliğinde oynanır.

Kimileri öbür illerde de bir takım ayrılıklarla oynanan barlar şunlardır:

Düz Bar, Ağır Bar, Bar Sekmesi, Tütiye, Mahmudiye, Aşırma (Tek Ayak Bar ), Üç Ayak Bar, Çember Sıçratma (Tik Bar), Bekir-Bengi, Karapürçek, Ters Bar, Tek Tamzara, Çift Tamzara, Sarhoş Barı, Daldalar, Tavuk Barı, Ezingah Deresi, Kars'ın Önü, Durna Barı, Hoşbilezik (Altun Yüzük), Mustafa Barı, Kotan Barı, Can Maral (Göçergin Vurdum), Zencirli Köroğlu, Dur Yerinde (Şüregel Barı), Ardahan Barı, Yayla Barı, Köroğlu Barı, Koçarı Barı, Temur Ağa, Deliloy, Laçın Barı, Papuri (Pağpuru), Sallama, Gülüm Oğlan, Ay Işığı, Bir Gül Ektim, Diz Kırma, Kır-Al, Boyakçının Gelini, Hey-Narı, Kundurayı Mor Boyarlar, Şerbeti Kaldı Tasta, Bu Gelen Nahır mıdır, Sorul, Almalı Dağlar, Senalar, Bizim Bağda, İndim Derede Durdum, Dağdan Kestim Değnek;

Karapapak denilen Türkmenlerin oynadığı Terekeme, Ağır Terekeme, Tellice, Lezgi (Hangi), Koloş, Orta Çala, Süsen Sümbül, Kalender, Memmet Bağır, Almadere, Çil Horuz, Düz Yallı, Narı, Şanalım, Kesme;

Azerbaycan asıllı toplulukların oynadığı Edilceben Senem , Ceylani, Askerani (Gence), Mirzayi, Kaşengi, Lezgi, Beşacılar, Nez Beri (Naz Barı), Lale, Kuçeler (Köseler), Enzeli, Karabağ, Uzun Dere, Arzuman, Iğdır Yallısı, Sincani (Zengani), Gumurü Yallısı, Gulbi;

Doğu Anadolu'dan gelen toplulukların oynadığı Delilo, Koççeri, Göle'nin Düzü, Hay Molo, Nare, Lorke, Gaçke Barı, Kule, Hey Narı, Berzini, Çepik, Hekari gibi halk oyunları oynanmaktadır.

Bunların en bilinenleri şöyle oynanır

Lezgi

Azeri oyunlarındandır. Tek, ikili, alaca dizi (kadın-erkek), toplu karşılamaz gibi değişik adlar alır. Tek oynandığında "Lezinka" denir. Toplu oynanırsa, yöreye göre Lezgi, Lehuri adını alır. Oyunda erkek kartalı, kadınsa sülünü simgelemektedir. Oyuncular haliz oluşturur, dönerek oynarlar, arada bir durdurulur. Bu sırada oyunculardan biri, kimi kez alanın ortasına fırlayarak özel gösteri yapar. Tek kişilik gösteriler sırasında halkadakiler el çırpmakla yetinirler.

Pappuri

Yerli oyunlardandır. Oyun sallanmayla başlar, sert hareketlerle hızlanır. Ağırlaşarak ve hızlanarak süren oyunda birden durulur. Kızlar ortaya farlar, elele tutuşup bir kez döndükten sonra yerlerine geçer. Bu kez aynı hareketi erkekler yapar.

İlk figürlerdeki sağa sola sallanarak yürüme, küçük bebeklerin yürüyüşünü andırdığından, oyuna bebek anlamına gelen, "pappi"dcn türeyen Pappuri denildiği sanılmaktadır.

Üç Ayak

Yerli barlardan Üç Ayak , hareketlilik ve çeviklik gerektiren bir oyundur. Oyun sırasında ayaklar üç kez yere vurulur. Üç kez de yerinde sayar. Adım da bu üçlü hareketlerden almıştır. Kızlı-erkekli oynanır.

Terekeme

Adını Kars'la yerleşmiş bir Türk boyu olan Terekemelerden (Karapapak) almıştır. Terekeme erkeklerinin alınganlığını, yiğitliğini; kadınlarının ise ağır başlı, çekingen davranışlarını yansıtır. Oyun çok ağır bir havada, iki kız oyuncunun, seyircileri ellerindeki mendili başlarına ve göğüslerine götürüp selamlamalarıyla başlar.

Döne

Erkek ve kadın birlikte oynanan yerli oyunlardır. Genellikle üç kız, dört erkekle oynanır. Ağırdan başlar, gittikçe hızlanır. Oyuncular elele tutuşur, iki adım sağa sekilir, sonra üç adım sola yürünür. Tempo hızlandıkça yürüme ve sekmeler sıçramaya dönüşür. Çökmelere de yer verilerek oyun sürdürülür. Bu sırada türküsü yinelenir:

Yar döne, döne, döne N'oldu sevdiğim sene

Laçın-Ters Laçın Barı

Kızli-erkekli oynanır. Kağızman da oynanan biçimi şöyledir: Oyun sağ ayakta sallanmayla başlar. İki sağ, iki sol yerinde sallanarak yürünür. Ağırdan başlayan oyun git gide hızlanır. Sonra Ters Laçın oynanmaya başlanır. İki sağa yürünür, sallama yapılır. Üç sola çekilir. Yeniden sallama yapılır. Oyun böylece sürer, yalnız erkeklerle oynandığında çökmeler, atlamalar ve daha çevik ha¬reketler yapılır. Ters Laçında ters yönde ilerlendiği için, oyuna bu ad verilmiştir.

Kıskanç

Bir erkek ve iki kız, tarafından oynanmaktadır. İlkin beraber ve hareketli bir müzikle oyun alanına çıkılır. Sonra kızların her biri bir köşeye ayrılır. Erkek çeşitli hareketlerle kızlara kur yapar ve kıskandırır. Oyunun sonunda kızların ikisiyle beraber erkek pisti terk eder.

Koçare

Koçare, erkeklerin oynadığı canlı oyunlardandır. Oyuncular kollarını birbirlerinin omuzlarına dolayıp, vücutlarını geriye atarak oynarlar. Koçare adı, göçmek anlamındadır.
Paşa göçtü

Kars, Osmanlı topraklarına katıldıktan sonra hareketli ve askeri bir merkez olmuş, halk ordu ile içiçe yaşamıştır. Paşa göçtü, ordunun harekete geçişi ve komutanların uğurlanmasında oynandığından, bu adla anılır. Kızlıerkekli gruplar elele tutuşarak oynarlar.

Döndürme

Bu oyuna kimi yörelerde döndürme, kimi yörelerde çöğütme denilmektedir. Kızlı-erkekli karşılama biçiminde oynanır. Kızlar ve erkekler iki dizi oluştururarak ve maniler söyleyerek oynarlar.

Kemal Paşa

Atatürk'ün 6 Ekim 1924'te Kars'a gelişinde ezgilenen türkü eşliğinde, kızlı erkekli oynanmaktadır. Türkü şöyledir:

Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa
Askerin, milletin, devletinle bin yaşa
Serfiraz ettin bu kademleri


Mes'ut eyledin KARS' a gelmeyi
Hoş gelişlerin, bu görüşlerin
Tebrik eyleriz, tebrik eyleriz

Cephede mitralyöz ayna gibi parlıyor
Sarkistan Türkleri sancak elde bekliyor
Marş marş askere kurban


Marş ileri, dönmez geri Türk'ün askeri,
Türk'ün askeri Sağdan sola, soldan sağa
Al da bayrağı düşman üstüne

Gelenekselleşen bu oyun daha çok milli bayramlarda oynanmaktadır. Oyun sonunda oyunculardan biri gömleğinin içinden bir bayrak çıkararak ortaya fırlar ve oyun biter.

Halay

Kimi yörelerde oynanan halay Ağrı, Bitlis ve Muş yöresindekilerle büyük benzerlik gösterir. Ağırlama bölümüyle başlayanların ikinci bölümüne hızlı anlamında "yelli" denir. Türkmenler halaylara özellikle barlara "yallı" derler. Bunlar daha çok nanaylarla, yani sözlü olarak oynanır. Üç Ayak, Sarı Seyran, Kürdün Kızı,
Şekeroğlan başlıcalarıdır
 
Top