Forumlar
Yeni Mesajlar
CerezExtra
EĞLENCE ↓
Şans Kurabiyesi
Renk Falınız
ÇerezRADYO
Sevgiliye Özel
ÇerezDERGİ
Hızlı Okuma Testleri
Pratik Çözümler
Yeniler
Yeni Mesajlar
Yeni ürünler
Yeni kaynaklar
Son Aktiviteler
İndir
En son incelemeler
Dükkan
Giriş
Kayıt
Yeniler
Yeni Mesajlar
Menu
Giriş
Kayıt
Uygulamayı yükle
Yükle
Forumlar
Güncel
İl İl Türkiye
23 - Elâzığ
JavaScript devre dışı bırakıldı. Daha iyi bir deneyim için, devam etmeden önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
You are using an out of date browser. It may not display this or other websites correctly.
You should upgrade or use an
alternative browser
.
Konuya cevap yaz
Mesaj
<blockquote data-quote="Suskun" data-source="post: 292431" data-attributes="member: 21093"><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong><span style="color: red">DOĞUM:</span></strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Türk kültüründe doğum kutsal bir hadise olarak yer almaktadır. Elazığ'da bu önemli olaya hazırlıklar çok önceden başlar. Kadının, hamile kaldığı günden itibaren çocuğun sağlıklı ,akıllı veya sevilen bir kimseye benzemesi için yaptığı veya sakındığı bir çok uygulama vardır. Çocuk, doğmadan bir çok eşyası hazırlanır. Beşiği dizilir.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Doğumun kolay olması için fincana dua yazdırmak, kurban kesmek, hocaya salatu selam verdirmek, doğum sırasında kolay doğum yapmış kadınları doğum odasına almak gibi uygulamalar vardır. Düşük yapmış kadınlar ve çocuklar doğum odasına alınmazlar. Bebeğin göbeği bıçakla kesilerek tuzlanır.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Eş,ev dışına çıkarılmaz, bahçeye gömülür. Eskiden bebeğin altına höllük konulurdu. Kundağına nazarlık takılır ve çocuk doğduktan sonra beş ezan geçmeden verilmezdi. Çocuğa adını kulağına ezan okunduktan sonra üç kez verildiği isimle seslenir,doğumu izleyen sabah doğarken şenliği yapılırdı.Yakın komşular çağrılır,yemekler yenir,eğlenceler yapılırdı.Çocuğa ilk yedi gün ebe bakardı ve buna küçük kırk denirdi.Bunun için ebeye ebe hakkı verilirdi.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Doğumdan sonra al basmasına karşılık tedbirler alınır, yatağın çevresine kara sicim bağlanır. Lohusa kırk gün evinden dışarı çıkmaz,çocuğu yanlız bırakmaz,dışarı çıkacaksa çocuğun ayak ucuna su ,baş ucuna süpürge bırakılırdı. Lohusa evine et girmez. Karşılaşan iki lohusa birbirlerine iğne verirdi. Çocuğa muska, mavi boncuk takılırdı. Çocuğun ilk dişinin, saçının çıkması, yürümeye, konuşmaya başlaması hep olay niteliğinde değerlendirilir ve birtakım uygulamalar yapılırdı. Günümüzde köylerde bu uygulamaların bir kısmı yaşarken şehirlerde büyük değişimler olmuştur.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong></strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong></strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong><span style="color: red">SÜNNET:</span></strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Eski devirlerde bir çocuk sünnet çağına geldi mi ve ana baba da çocuklarını sünnet etmeye karar verdiler mi, her şeyden evvel çocuğa bir KİVRE seçerlerdi. Bu Kivre, akraba arasından veya ailenin çok yakın ve samimi dostları arasından seçilirdi. Bu seçime karar verilince ve Kirve belli olunca, çocuğa yeni sünnet elbiseleri giydirilerek zatin evine götürülür, eli öptürülürdü o da bu olaydan sonra kendisinin çocuğa kivre seçildiğini anlardı. Bu, bazen de taraflar arasında daha evvelden görüşülür, konuşulur ve karar altına alınırdı. Bu karardan sonra artık o zat, ölünceye kadar o çocuğun Kivresidir. Çocuk büyüdüğü, hatta olgunluk çağlarında bile o zata daima Kivre diye hitap ederek ona saygı ve sevgi gösterirdi. Kivrenin ailesi ile olan münasebet ve bağlar daha sıkılaştırılır, adeta bir akraba gibi teklifsiz birbirlerinin evlerine gider gelirler, sık sık görüşürler, icabında birbirlerine yardım eder ve birbirlerini korurlardı. İlk hazırlık olarak çocuğun giyecekleri hazırlanırdı. Bu iş kirve olan kişiye aitti . Sünnet olan çocuğa bir kirve bulunurdu. Bu genellikle çocuğun babası evlenirken kim idiyse o kişi olurdu. Çocukta büyüdükten sonra kendisine kirve olan kişinin çocuğuna kirve olurdu ve böyle devam ederdi.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Kirve çocuğun giyecek ihtiyaçlarını karşılardı. Ancak maddi durumu buna uygun değil ise ihtiyaçlar çocuğun babası tarafından karşılanırdı. Daha sonra çocuğun odası hazırlanırdı. Bu işi çocuğun annesi ve yakınları yaparlardı. Yatak ve yorgan takımları dikilirdi. Şayet sünnet düğünü yemekli olacaksa yemekler hazırlanırdı.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Diğer taraftan Hitan Cemiyetine (Sünnet Düğünü) davet edilecek kimselerin isimleri bir kağıt üzerine yazılarak mahallenin uhucusuna verilir. Uhucu, listede kimlerin isimleri yazılı ise bunların evlerine, ticarethanelerine gider, selam ve kelamdan sonra bunları muayyen gün ve saatler için Sünnet düğününe davet eder ve bahşişlerini aldıktan sonra ikinci bir davetlinin kapısını çalardı. Bir iki gün içinde bu hazırlıklar da ikmal edilince Sünnet gününün sabahı sünnet çocuğu tepeden tırnağa kadar yeni çamaşırlar, yeni elbiseler ve ayakkabıları giydirilmek suretiyle hazırlanırdı. O sıra Kivre de hediyeleriyle gelir ve her Kivre mali durumuna göre çocuğa ya bir Tay, ya bir koç ve yahut altın veya gümüş bir cep saati gibi hediyeler ve kutu kutu badem şekerleri... Rahet-i Holkumlar getirirlerdi. Bazı hali vakti yerinde Kivreler de bir kaç gün evvel çocuğu alır, Terziye götürür, elbiselerini kendisi yaptırırdı.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Sünnet çocuğu, bir taraftan bu hediyelere, bu yeni elbiselere sevinirken, diğer taraftan sünnetin korkusuyla mini mini kalbi durmadan çarpar. Yüzünün alı al, moru mor bu badireden nasıl kurtulacağım düşünür. Kendine ıssız köşeler arardı. Bu sıralarda Sünnetçiler gelince, evin havası büsbütün değişir, bilhassa kadınlar arasında heyecan ve gözyaşları başlardı. Sünnetçi bir kahve tepsisi ister, içine usturasını. bir takım pamuk ve bantlarla beraber kağıt paketler veya mukavva kutular içindeki sünnet otlarını, bu tepsinin içine koyduktan ve kollarını sıvadıktan sonra çocuğu getirmelerini aileden ister. Çocuğu babası veya dayı ve amcası, titreyen ellerinden tutarak sünnetçinin bulunduğu yere getirdikleri zaman Harem tarafındaki kadınlar arasında ağlamalar, sızlamalar, bazen feryat ile tepinmeler başlar ve işitilirdi. Kivre, çocuğu bunların ellerinden alarak çocuğu cesaretlendirmek ve sünneti unutturmak için hediyesini çocuğa verir. Oda veya sofanın münasip bir tarafına konulmuş olan bir yastığın üstüne oturur ve çocuğu okşayarak kucağına oturtur, kollarını bacakları arasından geçirerek her iki taraf ellerinden tutar. Bu şekilde çocuğun bacakları da açılmış olur. Sünnetçi ve yamağı, çocuğun karşısına otururlar, sünnetçi tepsiyi çocuğun bacaklarının hizasına koyar ve hemen usturayla eline alarak Tekbir getirmeye başlarlar, orada hazır bulunanlar da tekbire iştirak edince, tekbir sesleri evin her tarafına dağılır. Harem tarafındaki kadınlar, çocuğun feryadını işitmemek için evin en ücra köşelerine girer, kulaklarını parmaklarıyla tıkar ve bir taraftan da gözyaşı dökerlerdi. Tekbirler sona erince bir feryat kopar. İşte bu kadar. Yavru sünnet edilmiş. Yarası sarılmış ve evvelden hazır1anmış olan sünnet yatağına yatırılmıştır.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong></strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Sonra berber başı veya Sünnetçi içinde ufak bir et parçası ve bir kaç damla kan lekesi bulunan tepsiyi eline alarak evvela Kivre ve Babanın, sonra orada bulunan yakın davetlilerin önlerine götürürler. Bahşiş toplamaya başlar. Nal kadar gümüş mecidiyeler, on ve beş kuruşluklar arasında bazen gözleri kamaştıran madeni yüzlükler ve ellilik sari altınlar ve ufak paralarla tepsi dolar. Sünnetçiler tarafından boşaltılırdı. Akşama doğru zengin sünnet evlerinde ince saz takımı çalarken davetliler sırasıyla gelir, yemek yerler ve beraberlerinde getirdikleri hediyeleri de çocuğun yatağının başına bırakırlardı. Orta halli ve fakir ailelerde ise ancak konu komşu kadınları davet edilir, yer içer eğlenir ve sünnet çocuğunu da eğlendirirlerdi.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Çocuk, eli hafif sünnetçiye tesadüf etmiş ise ertesi gün evin içinde dolaşmağa başlar. Yok değilse günlerce, haftalarca yatakta kalır, kalkmak isterse bacaklarını açarak ördek misali yayvan yayvan evin içinde dolaşır dururdu.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Sünnet çocuğu, tamam iyileşince karşılıklı Kivre davetleri yapılır ve bu suretle Hitan Cemiyeti (Sünnet düğünü) de sona ermiş bulunurdu. Ertesi sabah eğlence tekrar başlardı. Sünnet olacak çocuğa banyo yaptırılırdı. Gözlerine sürme çekilirdi. Bu arada çocuğun giyeceği elbiseler bohçalara sarılırdı. Öğlene doğru davul zurna eşliğinde gençler gelerek bu bohçaları ve çocuğu alıp düğün yerine giderler ve burada kınada olduğu gibi çocuğun bohçaları oynatırdı.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong></strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong><span style="color: red">SÜNNETÇİLER</span></strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Kivre seçildikten ve sünnet günü de kararlaştırıldıktan sonra, Sıra Sünnetçiye gelirdi. Sünnetçi, ya ailenin Berberi veya Kasabada bu yönden eli hafif diye şöhret kazanmış berberlerden birisi ve yahut Usturaları ve Sünnet otları (ilaçları) işinde bulunan Hekbeleri omuzlarında şehir şehir, Kasaba Kasaba ve Köy beköy dolaşan saçlı sakallı ve hatta sarıklı meşhur Siirt'li sünnetçilerden birisi tercihen seçilir ve bunlara gün ve saati hakkında mutabık kalınırdı. Esasen sünnetler çok defa ilk baharda ve bazen de yaz aylarında yapıldığından Siirtli sünnetçiler, ilk baharda seyahate çıkar bütün doğu illerini dolaşırlar, boş hekbeleri altınlar, mecidiyelerle dolu olarak dönerlerdi.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong></strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong></strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong></strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong><span style="color: red">ÖLÜM:</span></strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Ölüm gelenekleri kültür açısından büyük önem taşır. Zira en az değişikliğe uğrayan uygulamalara ölüm geleneklerinde rastlanmaktadır.Elazığ'da genelekselliğini koruyan ölüm gelenekleri ölümden önce,ölüm sırasında ve ölümden sonra yapılan pratik ve uygulamalarda kültürel devamlılığın önemli unsurlarını taşır.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Köylerde ve kentlerde herkes cenazeye büyük saygı gösterir.Elazığ şehir merkezinde cenaze geçerken yardıma koşmayan ,saygı duruşunda bulunmayan hiç kimseye rastlanmazdı.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Köylerde ölüm olduğunda bütün köylü işini bırakarak hemen cenaze evine koşar.Aralarında iş bölümü yaparak kimi mezar kazar,kimi mezarda kullanılacak malzemeyi hazırlar.Ölü suyunun kaynatılmasından ölünün yıkanmasına kadar bütün işleri cenaze sahiplerinden önce tamamlarlar.Taziye süresince taziye evine sırasıyla yemek pişirip getirirlerdi.Ölü olduğu günde veya yas süresince köyde hatta yakın bir köyde düğün,sünnet gibi törenler varsa ya ertelenir veya ölü evinin müsadesi alınarak müziksiz olarak gerçekleştirilirdi.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>İnanışa göre akşam namazından sonra cenaze gömülmez ;her halükarda cenaze namazı mutlaka kılınırdı.Ölen kadınsa tabutunun üzerine yeşil yazma bağlanır.Tabutun üzerine bırakılan halı ve kilim camiye bağışlanırdı.Defin işlemi yapıldıktan sonra topluca cenaze sahibinin evine gidilirdi.Hoca Yasin-i şerif okur,taziye verilir.Ölü sahibine yakın kimseler burda kalır.Onların acılarına ortak olmaya çalışırlar.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Ölünün devrine oturma geleneği vardır.Ölen kişinin sağlığında yapmadığı veya eksik bıraktığı ibadetler için fitre dağıtılırdı.Taziye süresi üç gündür.Ölümün kırkıncı günü mevlit okutulur,davetlilere yemek ve helva ikram edilir.Elli ikinci gününde hatim indirilir.Ölümden sonraki ilk dini bayram karalı bayram sayılır.Arife günleri mezarlıklar ziyaret edilir.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong></strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong></strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong></strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong><span style="color: red"><u><p style="text-align: center">Kürsübaşı Geleneği- Harput Sıra Geceleri :</p><p></u></span>Eski harput evlerinde kış mevsiminde kullanılan adeta soba görevi yapan özel olarak düzenlenmiş kürsü etrafında ısınmak sohbet etmek eğlenmek amacıyla bir araya gelinmesi kürsübaşı denilir.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>"Kürsübaşı" günümüzde Harput kültürünün belli bir yönünü ifade eden, çağrıştıran kelime olarak algılanır.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Kürsü 50-60 cm yüksekliğinde en küçüğünün bir yanı 60 cm den başlamak üzere 1,5metreye kadar genişleyen dört ayaklı ve dört köşeli tahtadan yapımış kare bir masa şeklindedir. Bazılarının ise altıda üstüde kapalı, yanlız alt döşemenin ortasında 30-60cm kutrunda dairemsi oyulmuş boş bir yer vardır ki buraya mangal koyulur. Kürsülerin büyüklük ve küçüklüğüne göre hususi surette saman ve yapışkan bir çamurdan yaptırılmış olan bu mangallar kürsü ayakla- rının tam ortasına kanulur,etrafında ise abdest sularının ısınması için bakır ibrikler bulunurdu.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Açık havada ve ekseriyetle yemek ocaklarında yakılan ağaç kömürü,ateşi carıtlarla (ateş küreği) bu mangallara konulur ve dayanmak içinde üzeri külle kapatılırdı.Bu ateş soğuğun şiddetine göre 10-12 saat kadar kürsüyü ve kürsü başlarını hamam gibi ısıtır ve sıcak tutardı.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Kürsülerin üzerine iç yüzü kırmızı renk düz ve dış tarafı ise aynı yerli bezden (çiçekli bez) hususi surette yaptırılmış büyük yorganlar örtülür.Kürsünün iki tarafı sedir diğer iki tarafıda büyük minderler konularak bu seviyeye çıkarılır. Bunların üzerine tekrar yumuşak döşek veya makatlar konulur ve üzerine tertemiz örtüler çekilir.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Duvarlara gelen taraflarada sırayla yastıklar dayanır. Yumuşak minderlerin üzerine oturulur ve yastıklara dayanırlırAyaklar bacak ve kollar bu yorgan altına sokulur,kürsü yorganı göğüslere kadar çekilir.İşte bu surette kürsünün dört bir tarafında oturanlar vücutlarını ısıtır ve soğuktan muhafaza edilmiş olurlardı. (Sunguroğlu Cilt-4 Sh.256)</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Bazı köylerde ise dört tarafı kerpiçle çevrilmiş ve yumurta ile sıvanmış ortası boş kürsüler yapılmıştır. Bu kürsünün ortasına içi köz dolu mangal bırakılır ve üzeri kapatılrıdı. Kürsünün etrafında minderler bulunurdu.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Kürsünün kendisinden ziyade Kürsübaşı diye bilinen ve bu isimle alınan toplantılar müzikli eğ- lenceler, halk hikayeleri anlatımları gibi kültür hayatımızda önemli yeri olan konuların işlenmesi ve günümüze kadar gelmesi önemlidir.Kürsübaşları geleneksel kültürel unsurlarımızın günümü- ze ulaşmasında önemli bir fonksiyonu olmuştur.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Uzun kış gecelerinde Harputluların hemen tek eğlencesi olan Kürsübaşlarında ,yaş guruplarına göre toplantılar olurdu. Kürsübaşlarında önceden karar verilmesi suretiyle sırayla her gece bir evde toplanılırdı. Her mahallede akran olan ve ruhen uyuşan insanlar bir topluluk oluştururlardı. Bunlara "kol" denirdi. Bu kollar o topluluğun liderinin ismiyle anılırdı. Bu kollar içerisinde iyi yemek yapanlar mutlaka bulunurdu.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Toplanılmasına karar verilen eve tedarik edilen malzemeler önceden gönderilirdi.Evdeki kadın ve çocuklar akşam erkenden başka bir komşuya gider;evli misafirlere bırakılırdı. Yarı gecelere kadar sürecek olan eğlenceler,anlatılacak fıkralar, yapılacak şakalar hep planlanır ve gece mutlu bir şekilde tamamlanırdı. Halk oyunları şarkı ve türküler, maya ve hoyratlar, güzel yiyecekler, çeşit çeşit sohbetler Harputun soğuk kış gecelerini ısıtır gönüller şenlenirdi. Bir dahaki toplantı ve yiyecekler de bu gecenin sonunda kararlaştırılırdı. Yemekler, meyve ve diğer yatsılıkların kimler tarafından alınacağı hususunda kura çekilirdi.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>Kürsübaşları ,gündüzleri bütün ev halkını etrafında toplar geceleride varsa misafirlere tahsis edilirdi. Kürsübaşlarında efsaneler, masallar, bilmeceler söylenir; latifeler şakalar yapılır,yüzük oyunları oynanırdı. Oyun sonunda kaybedene cezalar verilir ağır şakalar yapılırdı. Kürsübaşı geleneklerinden başka Harputta bütün mahallelerde "oda işletme adeti" vardı. Zengin konuklarında selamlık daireleri orta hallilerin evlerinde ise selamlık odaları bulunurdu. Akşamla yatsı arasında buralarda toplanılırdı. Bu odaların müdavimleri hep aynı kişilerdi. Bir odanın müdavimini diğer odaya gitmesi hoş karşılanmazdı.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong>"Selamlık odalarında sesleri güzel kimseler tarafından Ahmediye ,Muhammediye, Kıssası Enbiya kitapları Emrah, Nevres külliyatından parçalar okunurdu. Hikayeler, masallar, savaş anıları anlatılırdı. "İlim adamlarının selamlık odaları kalabalık olurdu. Müdavimleride çoğu hocalar, Müderrisler veya mektep medrese görmüş kimselerdi. Bu odalar adeta bir ilim yuvasıydı. Fuzuli, Baki, Nefi, Nabi, Nedim, Sabi gibi şair ve ediplerin eserleri okunur, incelenir, yorumlar yapılırdı. Hatta bu toplantıda ezbere beyitler okunmakla kalınmaz "fuzuliden bir beyit okıyacaksın ki son harfi "b" olsun" şeklinde sorulan sorulara cevaplar alınırdı.İşte böylesine ortamlarda adeta Kürsübaşlarında ve odalarda bir yaygın eğitim yapılır insanlar bilgi sahibi olurlardı. Harput insanının kadirşinaslığını bilge kişiliğini ve musikisindeki şahsına münhasırlığını buralarda almak gerekir</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong></strong></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Suskun, post: 292431, member: 21093"] [FONT="Comic Sans MS"][B][COLOR="red"]DOĞUM:[/COLOR] Türk kültüründe doğum kutsal bir hadise olarak yer almaktadır. Elazığ'da bu önemli olaya hazırlıklar çok önceden başlar. Kadının, hamile kaldığı günden itibaren çocuğun sağlıklı ,akıllı veya sevilen bir kimseye benzemesi için yaptığı veya sakındığı bir çok uygulama vardır. Çocuk, doğmadan bir çok eşyası hazırlanır. Beşiği dizilir. Doğumun kolay olması için fincana dua yazdırmak, kurban kesmek, hocaya salatu selam verdirmek, doğum sırasında kolay doğum yapmış kadınları doğum odasına almak gibi uygulamalar vardır. Düşük yapmış kadınlar ve çocuklar doğum odasına alınmazlar. Bebeğin göbeği bıçakla kesilerek tuzlanır. Eş,ev dışına çıkarılmaz, bahçeye gömülür. Eskiden bebeğin altına höllük konulurdu. Kundağına nazarlık takılır ve çocuk doğduktan sonra beş ezan geçmeden verilmezdi. Çocuğa adını kulağına ezan okunduktan sonra üç kez verildiği isimle seslenir,doğumu izleyen sabah doğarken şenliği yapılırdı.Yakın komşular çağrılır,yemekler yenir,eğlenceler yapılırdı.Çocuğa ilk yedi gün ebe bakardı ve buna küçük kırk denirdi.Bunun için ebeye ebe hakkı verilirdi. Doğumdan sonra al basmasına karşılık tedbirler alınır, yatağın çevresine kara sicim bağlanır. Lohusa kırk gün evinden dışarı çıkmaz,çocuğu yanlız bırakmaz,dışarı çıkacaksa çocuğun ayak ucuna su ,baş ucuna süpürge bırakılırdı. Lohusa evine et girmez. Karşılaşan iki lohusa birbirlerine iğne verirdi. Çocuğa muska, mavi boncuk takılırdı. Çocuğun ilk dişinin, saçının çıkması, yürümeye, konuşmaya başlaması hep olay niteliğinde değerlendirilir ve birtakım uygulamalar yapılırdı. Günümüzde köylerde bu uygulamaların bir kısmı yaşarken şehirlerde büyük değişimler olmuştur. [COLOR="red"]SÜNNET:[/COLOR] Eski devirlerde bir çocuk sünnet çağına geldi mi ve ana baba da çocuklarını sünnet etmeye karar verdiler mi, her şeyden evvel çocuğa bir KİVRE seçerlerdi. Bu Kivre, akraba arasından veya ailenin çok yakın ve samimi dostları arasından seçilirdi. Bu seçime karar verilince ve Kirve belli olunca, çocuğa yeni sünnet elbiseleri giydirilerek zatin evine götürülür, eli öptürülürdü o da bu olaydan sonra kendisinin çocuğa kivre seçildiğini anlardı. Bu, bazen de taraflar arasında daha evvelden görüşülür, konuşulur ve karar altına alınırdı. Bu karardan sonra artık o zat, ölünceye kadar o çocuğun Kivresidir. Çocuk büyüdüğü, hatta olgunluk çağlarında bile o zata daima Kivre diye hitap ederek ona saygı ve sevgi gösterirdi. Kivrenin ailesi ile olan münasebet ve bağlar daha sıkılaştırılır, adeta bir akraba gibi teklifsiz birbirlerinin evlerine gider gelirler, sık sık görüşürler, icabında birbirlerine yardım eder ve birbirlerini korurlardı. İlk hazırlık olarak çocuğun giyecekleri hazırlanırdı. Bu iş kirve olan kişiye aitti . Sünnet olan çocuğa bir kirve bulunurdu. Bu genellikle çocuğun babası evlenirken kim idiyse o kişi olurdu. Çocukta büyüdükten sonra kendisine kirve olan kişinin çocuğuna kirve olurdu ve böyle devam ederdi. Kirve çocuğun giyecek ihtiyaçlarını karşılardı. Ancak maddi durumu buna uygun değil ise ihtiyaçlar çocuğun babası tarafından karşılanırdı. Daha sonra çocuğun odası hazırlanırdı. Bu işi çocuğun annesi ve yakınları yaparlardı. Yatak ve yorgan takımları dikilirdi. Şayet sünnet düğünü yemekli olacaksa yemekler hazırlanırdı. Diğer taraftan Hitan Cemiyetine (Sünnet Düğünü) davet edilecek kimselerin isimleri bir kağıt üzerine yazılarak mahallenin uhucusuna verilir. Uhucu, listede kimlerin isimleri yazılı ise bunların evlerine, ticarethanelerine gider, selam ve kelamdan sonra bunları muayyen gün ve saatler için Sünnet düğününe davet eder ve bahşişlerini aldıktan sonra ikinci bir davetlinin kapısını çalardı. Bir iki gün içinde bu hazırlıklar da ikmal edilince Sünnet gününün sabahı sünnet çocuğu tepeden tırnağa kadar yeni çamaşırlar, yeni elbiseler ve ayakkabıları giydirilmek suretiyle hazırlanırdı. O sıra Kivre de hediyeleriyle gelir ve her Kivre mali durumuna göre çocuğa ya bir Tay, ya bir koç ve yahut altın veya gümüş bir cep saati gibi hediyeler ve kutu kutu badem şekerleri... Rahet-i Holkumlar getirirlerdi. Bazı hali vakti yerinde Kivreler de bir kaç gün evvel çocuğu alır, Terziye götürür, elbiselerini kendisi yaptırırdı. Sünnet çocuğu, bir taraftan bu hediyelere, bu yeni elbiselere sevinirken, diğer taraftan sünnetin korkusuyla mini mini kalbi durmadan çarpar. Yüzünün alı al, moru mor bu badireden nasıl kurtulacağım düşünür. Kendine ıssız köşeler arardı. Bu sıralarda Sünnetçiler gelince, evin havası büsbütün değişir, bilhassa kadınlar arasında heyecan ve gözyaşları başlardı. Sünnetçi bir kahve tepsisi ister, içine usturasını. bir takım pamuk ve bantlarla beraber kağıt paketler veya mukavva kutular içindeki sünnet otlarını, bu tepsinin içine koyduktan ve kollarını sıvadıktan sonra çocuğu getirmelerini aileden ister. Çocuğu babası veya dayı ve amcası, titreyen ellerinden tutarak sünnetçinin bulunduğu yere getirdikleri zaman Harem tarafındaki kadınlar arasında ağlamalar, sızlamalar, bazen feryat ile tepinmeler başlar ve işitilirdi. Kivre, çocuğu bunların ellerinden alarak çocuğu cesaretlendirmek ve sünneti unutturmak için hediyesini çocuğa verir. Oda veya sofanın münasip bir tarafına konulmuş olan bir yastığın üstüne oturur ve çocuğu okşayarak kucağına oturtur, kollarını bacakları arasından geçirerek her iki taraf ellerinden tutar. Bu şekilde çocuğun bacakları da açılmış olur. Sünnetçi ve yamağı, çocuğun karşısına otururlar, sünnetçi tepsiyi çocuğun bacaklarının hizasına koyar ve hemen usturayla eline alarak Tekbir getirmeye başlarlar, orada hazır bulunanlar da tekbire iştirak edince, tekbir sesleri evin her tarafına dağılır. Harem tarafındaki kadınlar, çocuğun feryadını işitmemek için evin en ücra köşelerine girer, kulaklarını parmaklarıyla tıkar ve bir taraftan da gözyaşı dökerlerdi. Tekbirler sona erince bir feryat kopar. İşte bu kadar. Yavru sünnet edilmiş. Yarası sarılmış ve evvelden hazır1anmış olan sünnet yatağına yatırılmıştır. Sonra berber başı veya Sünnetçi içinde ufak bir et parçası ve bir kaç damla kan lekesi bulunan tepsiyi eline alarak evvela Kivre ve Babanın, sonra orada bulunan yakın davetlilerin önlerine götürürler. Bahşiş toplamaya başlar. Nal kadar gümüş mecidiyeler, on ve beş kuruşluklar arasında bazen gözleri kamaştıran madeni yüzlükler ve ellilik sari altınlar ve ufak paralarla tepsi dolar. Sünnetçiler tarafından boşaltılırdı. Akşama doğru zengin sünnet evlerinde ince saz takımı çalarken davetliler sırasıyla gelir, yemek yerler ve beraberlerinde getirdikleri hediyeleri de çocuğun yatağının başına bırakırlardı. Orta halli ve fakir ailelerde ise ancak konu komşu kadınları davet edilir, yer içer eğlenir ve sünnet çocuğunu da eğlendirirlerdi. Çocuk, eli hafif sünnetçiye tesadüf etmiş ise ertesi gün evin içinde dolaşmağa başlar. Yok değilse günlerce, haftalarca yatakta kalır, kalkmak isterse bacaklarını açarak ördek misali yayvan yayvan evin içinde dolaşır dururdu. Sünnet çocuğu, tamam iyileşince karşılıklı Kivre davetleri yapılır ve bu suretle Hitan Cemiyeti (Sünnet düğünü) de sona ermiş bulunurdu. Ertesi sabah eğlence tekrar başlardı. Sünnet olacak çocuğa banyo yaptırılırdı. Gözlerine sürme çekilirdi. Bu arada çocuğun giyeceği elbiseler bohçalara sarılırdı. Öğlene doğru davul zurna eşliğinde gençler gelerek bu bohçaları ve çocuğu alıp düğün yerine giderler ve burada kınada olduğu gibi çocuğun bohçaları oynatırdı. [COLOR="red"]SÜNNETÇİLER[/COLOR] Kivre seçildikten ve sünnet günü de kararlaştırıldıktan sonra, Sıra Sünnetçiye gelirdi. Sünnetçi, ya ailenin Berberi veya Kasabada bu yönden eli hafif diye şöhret kazanmış berberlerden birisi ve yahut Usturaları ve Sünnet otları (ilaçları) işinde bulunan Hekbeleri omuzlarında şehir şehir, Kasaba Kasaba ve Köy beköy dolaşan saçlı sakallı ve hatta sarıklı meşhur Siirt'li sünnetçilerden birisi tercihen seçilir ve bunlara gün ve saati hakkında mutabık kalınırdı. Esasen sünnetler çok defa ilk baharda ve bazen de yaz aylarında yapıldığından Siirtli sünnetçiler, ilk baharda seyahate çıkar bütün doğu illerini dolaşırlar, boş hekbeleri altınlar, mecidiyelerle dolu olarak dönerlerdi. [COLOR="red"]ÖLÜM:[/COLOR] Ölüm gelenekleri kültür açısından büyük önem taşır. Zira en az değişikliğe uğrayan uygulamalara ölüm geleneklerinde rastlanmaktadır.Elazığ'da genelekselliğini koruyan ölüm gelenekleri ölümden önce,ölüm sırasında ve ölümden sonra yapılan pratik ve uygulamalarda kültürel devamlılığın önemli unsurlarını taşır. Köylerde ve kentlerde herkes cenazeye büyük saygı gösterir.Elazığ şehir merkezinde cenaze geçerken yardıma koşmayan ,saygı duruşunda bulunmayan hiç kimseye rastlanmazdı. Köylerde ölüm olduğunda bütün köylü işini bırakarak hemen cenaze evine koşar.Aralarında iş bölümü yaparak kimi mezar kazar,kimi mezarda kullanılacak malzemeyi hazırlar.Ölü suyunun kaynatılmasından ölünün yıkanmasına kadar bütün işleri cenaze sahiplerinden önce tamamlarlar.Taziye süresince taziye evine sırasıyla yemek pişirip getirirlerdi.Ölü olduğu günde veya yas süresince köyde hatta yakın bir köyde düğün,sünnet gibi törenler varsa ya ertelenir veya ölü evinin müsadesi alınarak müziksiz olarak gerçekleştirilirdi. İnanışa göre akşam namazından sonra cenaze gömülmez ;her halükarda cenaze namazı mutlaka kılınırdı.Ölen kadınsa tabutunun üzerine yeşil yazma bağlanır.Tabutun üzerine bırakılan halı ve kilim camiye bağışlanırdı.Defin işlemi yapıldıktan sonra topluca cenaze sahibinin evine gidilirdi.Hoca Yasin-i şerif okur,taziye verilir.Ölü sahibine yakın kimseler burda kalır.Onların acılarına ortak olmaya çalışırlar. Ölünün devrine oturma geleneği vardır.Ölen kişinin sağlığında yapmadığı veya eksik bıraktığı ibadetler için fitre dağıtılırdı.Taziye süresi üç gündür.Ölümün kırkıncı günü mevlit okutulur,davetlilere yemek ve helva ikram edilir.Elli ikinci gününde hatim indirilir.Ölümden sonraki ilk dini bayram karalı bayram sayılır.Arife günleri mezarlıklar ziyaret edilir. [COLOR="red"][U][CENTER]Kürsübaşı Geleneği- Harput Sıra Geceleri :[/CENTER][/U][/COLOR] Eski harput evlerinde kış mevsiminde kullanılan adeta soba görevi yapan özel olarak düzenlenmiş kürsü etrafında ısınmak sohbet etmek eğlenmek amacıyla bir araya gelinmesi kürsübaşı denilir. "Kürsübaşı" günümüzde Harput kültürünün belli bir yönünü ifade eden, çağrıştıran kelime olarak algılanır. Kürsü 50-60 cm yüksekliğinde en küçüğünün bir yanı 60 cm den başlamak üzere 1,5metreye kadar genişleyen dört ayaklı ve dört köşeli tahtadan yapımış kare bir masa şeklindedir. Bazılarının ise altıda üstüde kapalı, yanlız alt döşemenin ortasında 30-60cm kutrunda dairemsi oyulmuş boş bir yer vardır ki buraya mangal koyulur. Kürsülerin büyüklük ve küçüklüğüne göre hususi surette saman ve yapışkan bir çamurdan yaptırılmış olan bu mangallar kürsü ayakla- rının tam ortasına kanulur,etrafında ise abdest sularının ısınması için bakır ibrikler bulunurdu. Açık havada ve ekseriyetle yemek ocaklarında yakılan ağaç kömürü,ateşi carıtlarla (ateş küreği) bu mangallara konulur ve dayanmak içinde üzeri külle kapatılırdı.Bu ateş soğuğun şiddetine göre 10-12 saat kadar kürsüyü ve kürsü başlarını hamam gibi ısıtır ve sıcak tutardı. Kürsülerin üzerine iç yüzü kırmızı renk düz ve dış tarafı ise aynı yerli bezden (çiçekli bez) hususi surette yaptırılmış büyük yorganlar örtülür.Kürsünün iki tarafı sedir diğer iki tarafıda büyük minderler konularak bu seviyeye çıkarılır. Bunların üzerine tekrar yumuşak döşek veya makatlar konulur ve üzerine tertemiz örtüler çekilir. Duvarlara gelen taraflarada sırayla yastıklar dayanır. Yumuşak minderlerin üzerine oturulur ve yastıklara dayanırlırAyaklar bacak ve kollar bu yorgan altına sokulur,kürsü yorganı göğüslere kadar çekilir.İşte bu surette kürsünün dört bir tarafında oturanlar vücutlarını ısıtır ve soğuktan muhafaza edilmiş olurlardı. (Sunguroğlu Cilt-4 Sh.256) Bazı köylerde ise dört tarafı kerpiçle çevrilmiş ve yumurta ile sıvanmış ortası boş kürsüler yapılmıştır. Bu kürsünün ortasına içi köz dolu mangal bırakılır ve üzeri kapatılrıdı. Kürsünün etrafında minderler bulunurdu. Kürsünün kendisinden ziyade Kürsübaşı diye bilinen ve bu isimle alınan toplantılar müzikli eğ- lenceler, halk hikayeleri anlatımları gibi kültür hayatımızda önemli yeri olan konuların işlenmesi ve günümüze kadar gelmesi önemlidir.Kürsübaşları geleneksel kültürel unsurlarımızın günümü- ze ulaşmasında önemli bir fonksiyonu olmuştur. Uzun kış gecelerinde Harputluların hemen tek eğlencesi olan Kürsübaşlarında ,yaş guruplarına göre toplantılar olurdu. Kürsübaşlarında önceden karar verilmesi suretiyle sırayla her gece bir evde toplanılırdı. Her mahallede akran olan ve ruhen uyuşan insanlar bir topluluk oluştururlardı. Bunlara "kol" denirdi. Bu kollar o topluluğun liderinin ismiyle anılırdı. Bu kollar içerisinde iyi yemek yapanlar mutlaka bulunurdu. Toplanılmasına karar verilen eve tedarik edilen malzemeler önceden gönderilirdi.Evdeki kadın ve çocuklar akşam erkenden başka bir komşuya gider;evli misafirlere bırakılırdı. Yarı gecelere kadar sürecek olan eğlenceler,anlatılacak fıkralar, yapılacak şakalar hep planlanır ve gece mutlu bir şekilde tamamlanırdı. Halk oyunları şarkı ve türküler, maya ve hoyratlar, güzel yiyecekler, çeşit çeşit sohbetler Harputun soğuk kış gecelerini ısıtır gönüller şenlenirdi. Bir dahaki toplantı ve yiyecekler de bu gecenin sonunda kararlaştırılırdı. Yemekler, meyve ve diğer yatsılıkların kimler tarafından alınacağı hususunda kura çekilirdi. Kürsübaşları ,gündüzleri bütün ev halkını etrafında toplar geceleride varsa misafirlere tahsis edilirdi. Kürsübaşlarında efsaneler, masallar, bilmeceler söylenir; latifeler şakalar yapılır,yüzük oyunları oynanırdı. Oyun sonunda kaybedene cezalar verilir ağır şakalar yapılırdı. Kürsübaşı geleneklerinden başka Harputta bütün mahallelerde "oda işletme adeti" vardı. Zengin konuklarında selamlık daireleri orta hallilerin evlerinde ise selamlık odaları bulunurdu. Akşamla yatsı arasında buralarda toplanılırdı. Bu odaların müdavimleri hep aynı kişilerdi. Bir odanın müdavimini diğer odaya gitmesi hoş karşılanmazdı. "Selamlık odalarında sesleri güzel kimseler tarafından Ahmediye ,Muhammediye, Kıssası Enbiya kitapları Emrah, Nevres külliyatından parçalar okunurdu. Hikayeler, masallar, savaş anıları anlatılırdı. "İlim adamlarının selamlık odaları kalabalık olurdu. Müdavimleride çoğu hocalar, Müderrisler veya mektep medrese görmüş kimselerdi. Bu odalar adeta bir ilim yuvasıydı. Fuzuli, Baki, Nefi, Nabi, Nedim, Sabi gibi şair ve ediplerin eserleri okunur, incelenir, yorumlar yapılırdı. Hatta bu toplantıda ezbere beyitler okunmakla kalınmaz "fuzuliden bir beyit okıyacaksın ki son harfi "b" olsun" şeklinde sorulan sorulara cevaplar alınırdı.İşte böylesine ortamlarda adeta Kürsübaşlarında ve odalarda bir yaygın eğitim yapılır insanlar bilgi sahibi olurlardı. Harput insanının kadirşinaslığını bilge kişiliğini ve musikisindeki şahsına münhasırlığını buralarda almak gerekir [/B][/FONT] [/QUOTE]
Alıntıları ekle...
İsim
Spam kontrolü
Atatürk'ün doğduğu şehir?
Cevapla
Forumlar
Güncel
İl İl Türkiye
23 - Elâzığ
Top