• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu yarışma düzenlendi. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada katilmanizi bekliyoruz...

21 - Diyarbakır

GüLüCüKツ

Tatlım tatlım 👶🏻
V.I.P
Yüzölçümü, 15.355 km2 Nüfusu, 1 milyon 364 bin 209 (2000 sayımına göre) Komşu olduğu iller, Malatya, Elazığ, Bingöl, Muş, Batman, Mardin, Şanlıurfa, Adıyaman. İlçeleri, Bismil, Çermik, Çınar, Çüngüş, Dicle, Eğil, Ergani, Hani, Hazro, Kocaköy, Kulp, Lice, Silvan. Köy sayısı, 743

Mezopotamya’nın kuzeyinde yer almaktadır. Malatya, Elazığ, Bingöl, Muş, Siirt, Mardin, Urfa, Batman ve Adıyaman illeriyle çevrelenmiş olan Diyarbakır ili, bölgenin tüm özelliklerini taşır. Bağlı 13 ilçe merkezi bulunmaktadır.Diyarbakır kent merkezi 7 bin 500 yıllık bir geçmişe sahiptir.

Tarihin her döneminde büyük uygarlıkların, kültürel ve ekonomik hareketlerin merkezi olarak kabul edilen kent, birbirini izleyen 26 değişik uygarlığa beşiklik etmiştir.M.Ö.3000 yıllarında Hurriler’den başlayarak Osmanlılar’a kadar uzanan yoğun bir tarihi geçmişi olan Diyarbakır’da yaşayanlar, dönemlerine ait izlerle kenti ölümsüzleştirmişlerdir.Bu eserlerin başında, kuşbakışı bir kalkan balığını andıran biçimiyle kenti baştanbaşa kuşatan surlar gelir. Diyarbakır surları uzunluk bakımından Çin Seddinden sonra dünyada ikinci, ama eskilik bakımından birinci sırada kabul edilmektedir.
 
Diyarbakır Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun önemli bir ticaret merkezi olma özelliğini tarih boyunca sürdürmüştür. Anadolu’dan Mezopotamya bölgesine giden kervan yoları bu bölgeden geçmiştir. Bu bakımdan da şehirde ticaret merkezleri, özellikle bedesten ve çarşılar yapılmıştır.

Evliya Çelebi Seyahatnamesine Diyarbakır bedesten ve çarşılarına değinmiştir;

“Evvela Hasan Paşa Pazarı, Sipahi Pazarı, Attaran Pazarı, ayende ve revendenin dimağını muattar eder. Kuyumcular Pazarı, Çarşuyi Ahengeran, Pazarı Çilengiran, Pazarı Cevarciyan, Pazarı Zengeran, Pazarı Bezzazan, elhasıl 66 esnafın dükkanları mevcuttur. Amma Sipah Pazarında bezzazistanı gayet mamurdur. İki tarafı demir kapılı kargir bina olup anka bezirganlar ile malamaldır. Cümle büldan, kalayı garanbahaları ve zıkıymet cevahir makuleleri hep bu pazadadır.”

Diyarbakır’a 1660 yılında gelen gezgin M. Poullet şehri anlattıktan sonra çarşı ve pazarlara da değinmiştir:

“Diyarbakır’ın çarşı ve pazarı o kadar büyük ve o kadar güzeldir ki Türkiye’de eşine rastlanmaz. İran’dan, Moğolistan’dan Polonya ve Moskova’dan buraya kadar gelip kendi memleketlerine ipek, pamuk ve fevkalade güzel çeşitli deri mamulleri götüren tacirlerin sayısı çok kabarıktır.”

Polonyalı Simeon da l619 yılında Diyar bakıra gelmiş buradaki çarşılardan söz etmiştir:

“Bursa’daki gelincik, ve Edirne’deki Ali Paşa hanları gibi kemerli, güzel Kuyumcu hanında emsali, yalnız İstanbul’da bulunan çok usta kuyumcular, zernişancılar, bıçakçılar, papuçcular, çizmeciler ve diğer zenaat erbabı çalışırlar.”

Evliya Çelebi’nin sözünü ettiği bu pazarların bazıları günümüzde de Pazar işlevini sürdürüyorsa da Osmanlı mimarisinde önemli bir yeri olan Diyarbakır Bedesteni yıkılmış ve günümüze gelememiştir.


Diyarbakır Bedesteni (Merkez)


Diyarbakır Kasaplar Çarşısı yakınında yer alan Diyarbakır Bedesteni XVI.yüzyılda yapılmıştır. Osmanlı Bedestenleri arasında mimarisi ve plan düzeni olarak önde gelen bir eserdi. Ancak Diyarbakır’ın l894 yangınında büyük zarar görmüş, l914 yangınında da tamamen ortadan kalkmıştır. Bugün planı ile ilgili yeterli bir bilgi bulunmamakla beraber avlulu ve çevresinde dükkanların sıralandığı bir yapı olduğu sanılmaktadır.


Buğday Pazarı (Merkez)

Diyarbakır Buğday Pazarı’nın ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Büyük olasılıkta XVI.yüzyıldan önceki yıllarda yapılmıştır. Pazarın ortasında geniş bir avlu olup bunun etrafı revaklarla çevrilmiştir. Revakların arkasında depo olarak kullanılan mekanlar vardı. Bedestenin üzeri kubbelerle örtülmüştür.

Diyarbakır’daki Hasan Paşa Hanına bitişik olan çarşı günümüzde de çarşı işlevini sürdürmektedir.
 
Diyarbakır’ın simgesi niteliğinde olan Diyarbakır surlarının ilk defa MÖ.3.000-4.000 yıllarında Huriler tarafından bugünkü İçkale’nin olduğu yerde yapılmıştır. Bu surlardan günümüze yok denilecek kadar az kalıntı gelebilmiştir. Bugünkü surlar MS.346 yılında İmparator II.Constantinius tarafından yaptırılmıştır.

Diyarbakır surları, dünyadaki en uzun surlardan Çin Seddi’nden, Antakya surlarından ve İstanbul surlarından sonra gelmektedir. Ancak bu surların hiç birisi Diyarbakır surları kadar üzerindeki yazıtları, burçları ile bezemeleri yönünden görkemli değildir.

Günümüzde bir açık hava müzesi konumunda olan Diyarbakır sur ve kaleleri Roma döneminden sonra bölgeye egemen olan Bizans, Abbasi, Mervan, Selçuklu, Artuklu, İnallı, Nisanlı, Eyyubi, Akkoyunlu ve Osmanlı dönemlerinde de önemini korumuş ve yeni eklemeler yapılarak onarılmıştır. Ancak yapılan bütün bu onarım ve korumaya karşılık ana mimari özelliğini kaybetmemiştir. Bununla beraber her dönem kendi özelliğini de buraya yansıtmıştır. Nitekim burçlar üzerinde değişik dillerde yazılmış kitabeler, güneş, yıldız, çift başlı kartal, aslan, kaplan, boğa, at ve akrep gibi kabartma motifler de bunu açıkça göstermektedir.

Diyarbakır sur ve kaleleri, Diyarbakır’ın yakınındaki Karacadağ’dan getirilen bazalt bir tabaka üzerine yine bazalt taşlardan yapılmıştır. Bu surların uzunluğu yaklaşık 5.700 m. olup, yükseklikleri 8-12 m. arasında değişmekte, genişliği de 3-4 m.dir. Surlar üzerinde yuvarlak, dörtgen, beşgen, altıgen şekillerinde 82 burç yapılmıştır. Bu surlar Dağ Kapısı (Harput Kapısı), Urfa Kapısı (Rum veya Halep Kapısı), Mardin Kapısı (Tell Kapısı) ve Yeni Kapı (Satt veya Dicle Kapısı) isimli dört ünlü kapısı bulunmaktadır. Bu kapılar daha çok Mezopotamya’nın en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Diyarbakır’a giriş ve çıkışların kontrol altında tutulmasında önemli rol oynamıştır. XIX.yüzyılın başlarına kadar sur kapıları güneşin doğuşu ile açılır, güneşin batışı ile kapanırmış. Kapılar kapanınca kimse ne içeri girebiliyor nede dışarı çıkabiliyormuş. 1853 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gezgin H.Petermann’ın anılarında; güneş battıktan sonra Diyarbakır’a ulaştığı, kapıların kapalı olması nedeniyle sur dışında sabaha kadar beklemek zorunda kaldığını yazmıştır.

İki silindirik burcun arasında bulunan Dağ Kapısı’nın (Harput Kapısı) üzerinde Roma İmparatoru Valentininaus’un Latince, Bizans İmparatoru II.Teodosius’un Grekçe kitabelerinin yanı sıra Abbasi ve Mervani dönemlerine ait onarım kitabeleri yer almaktadır.Bu kapı iki katlı olup, alt katta Mervani döneminde yapılan bir mescit bulunmaktadır. Günümüzde Devlet Güzel Sanatlar Galerisi olarak kullanılmaktadır.

Mardin Kapısı (Tell Kapısı) Halife Murtezid Billah’ın Diyarbakır’ı ele geçirmesinden sonra burasının asilerin barınağı olarak kullanılmasını önlemek amacı ile surların güney tarafını yıktırmıştır. Bu bölümde bulunan kapı üzerindeki kitabeye göre; 909-910 tarihlerinde Halife Muktedir Billah ve veziri Ali bin Muhammed’in yardımlarıyla, Cerceralı İshak oğlu Yahya’nın idaresinde Cemil oğlu Diyarbakırlı mühendis Ahmet tarafından onarılmıştır.

Surların doğusundaki Yeni Kapı (Dicle Kapısı) 1240-1241 tarihlerinde Bizans döneminde yapılmış, basık kemerli tek girişli bir kapıdır.

Surların batısında bulunan Urfa Kapısı (Rum Kapısı) üç girişli olup, V.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kapı üzerindeki bir kitabeden Artuklu döneminde Sultan Mehmet tarafından onarıldığı ve üzerinde insan ve hayvan figürlerinin bulunduğu demir kapı kanatlarının buraya eklendiği öğrenilmiştir. Bu kapı diğerlerinden daha farklı ve büyük olup, ortadaki kapı Osmanlı döneminde Saltanat veya Hümayun Kapısı olarak tanınmıştır. Osmanlı padişahları bu kapıdan sefere çıkar ve dönüşlerine kadar da kapının taşla örüldüğü söylenmektedir.

Yedi Kardeş, Evli Beden, Nur, Keçi, Kral Kızı ve Akrep burçları en ünlü kale burçlarıdır. Bu burçların üzerinde çeşitli kabartmalar, hayvan figürleri ve kitabeler başta olmak üzere çeşitli bezemeler bulunmaktadır. Roma ve Bizans dönemine ait yazıt ve figürler daha çok Dağ Kapı’da, Abbasi dönemine ait yazıtlar Dağ Kapı ile Mardin Kapı’da bulunmaktadır. Abbasi dönemine ait kitabelerden birisinde Anadolu’nun bilinen ilk mühendislerinden söz edilmektedir: “Allah adıyla başlarım. Müslümanların emiri imam Cafer el-Muktedir Billah’ın emriyle Cercera’lı İshak oğlu Yahya’nın yönetiminde ve mühendis Cemil oğlu Amid’li Amhed’in gözetiminde yapıldı.”

Diyarbakır Mervaniler döneminde büyük bir onarım faaliyetine sahne olmuştur. Surların pek çok yerinde de Mervanilerin kitabelerine rastlanmaktadır. Bugün sanat galerisi olarak kullanılan Mervanilerin yapmış olduğu mescit’te şunlar yazılıdır: “Allah’ın mescitlerini, ancak Allaha ve ahiret gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve Allah’tan başkasından kokmayanlar doldurur.”

Büyük Selçuklular Dönemi’nden günümüze gelebilen kitabeler daha çok Nur Burcu’nda görülmektedir. Artuklu kitabeleri daha çok Yedi Kardeş, Evli Beden, Urfa Kapı ve İçkale’de görülmektedir. Bu kitabelerin birinde de şöyle denilmektedir: “Yapılmasını efendimiz, bilgin, adil ve mücahid kral, muzaffer ve güçlü insan, dinin ve dünyanın yardımcısı, İslam’ın ve Müslümanların sultanı Sultan Melik Salih emretmiştir.”

Diyarbakır Surları Eyyübiler döneminde büyük bir onarım görmüştür. Bugün “Hindibaba Kapısı” ile “Dağ Kapı” arasında kalan burç ve bedenlerde Eyyübi’lere ait kitabelere rastlanmaktadır. Bunlardan birisinde; “Eyyüpoğlu Ebubekir’in yükseklikler sahibi Sultan Melik Kamiloğlu, Müslümanların ve İslamın Padişahı, din ve dünyanın yıldızı Ebu’l-fet Eyüp Melik Salih Sultan Efendimiz aziz olsun.” Yazılıdır.

Diyarbakır surlarını daha da gösterişli ve görkemli yapan figürlerin büyük bir kısmı Selçuklu ve Artuklu dönemlerine aittir. Bu figürlerin çoğunda Şamanizm’in etkisi görülmekte olup, Orta Asya sanatı ile İslam sanatı burada bir karışım halindedir.

Sur duvarları arasında bulunan 82 burçtan çoğu yuvarlaktır. Bazıları da 6 veya 4 köşelidir. Şehrin Dicle vadisine bakan ve savunması daha kolay olan cephelerindeki burçlar daha çok 4 köşeli ve seyrektir. Dağ Kapı isle Urfa Kapısı arasında kalan ve saldırıya açık olan bölgedeki burçlar daha sık ve yuvarlaktır. Ayrıca bunlar takviye duvarları ile daha da sağlamlaştırılmış olup, Artuklu döneminde buraya eklenen burçlar büyüklük ve taş bezeme yönü ile de diğerlerinden ayrılmaktadır.

Burçlar genellikle iki katlı, bazıları da üç veya dört katlıdır. Bunların alt katları depo ve ambar olarak, üst katları da savunma amaçlı kullanılmıştır.

Evlibeden Burcu ile Yedi Kardeş Burcu surların güneyinde yer almakta olup, 1208 yılında Artuklu hükümdarı Melik Salih adına Mimar Caferoğlu İbrahim tarafından yapılmıştır. Silindirik yapısı, onu çevreleyen kitabesi, çift başlı kartal, kanatlı aslan kabartmalarıyla oldukça görkemli olan Ulu Beden Burcu ile Yedi Kardeş Burcu plan ve bezeme yönünden birbirine benzemektedirler. Bu burçlarla ilgili bir de efsane vardır:

Bu efsaneye göre devrin hükümdarı bir yarışma düzenlemiş ve bu burçların bulunduğu yerde planlarını da kendisinin çizdiği, çok sağlam ve çok yüksek iki ayrı burç yapılmasını istemiştir. Diyarbakır’da bu işi başarabilecek iki kişi varmış. Bunlardan biri usta, diğeri de onun kalfası imiş. Ustanın dileği ustalığını bir kez daha göstermek; kalfanınki ise ustasını geçmekmiş. Usta Yedi Kardeş’ler Burcu’nu, kalfa da Evli Beden Burcu’nu yapmıştır. Burçların yapımı tamamlanınca hükümdar kalfanın burcunu daha çok beğenmiş, buna çok üzülen usta da kendini burçlardan aşağıya atmıştır.

Diğer bir efsaneye göre ise, düşmanlar Diyarbakır’ı kuşatmış, günler süren çatışmalardan sonra yedi kardeşin savunduğu burç dışında tüm kent düşmüştür. Kenti kuşatan kral anlaşmak için kardeşlere bir elçi yollamıştır. Yedi kardeş elçiye teslim olma koşullarını şöyle iletmişlerdir; Burcu teslim almaya kral ve komutanlar gelecek ve teslim olduklarında yedi kardeşin canları bağışlanacaktır. Kral kardeşlerin koşullarını kabul etmiş ve komutanlarıyla birlikte burca girmiştir. Ancak onlar içeri girer girmez yedi kardeş barut deposunu havaya uçurmuşlardır. Patlamayla birlikte kral, komutanları ve yedi kardeş ölmüş, şehir de kurtulmuştur.

Mardin Kapısı’nın doğusunda, yontulmuş kaya kütlesinin üzerinde yer alan Keçi Burcu surların en eski ve en büyük burcudur. Yapım tarihi tam olarak bilinmeyen bu burcun üzerinde, 1223 yılında Mervanoğlu tarafından onarıldığını belirten bir kitabe bulunmaktadır. On bir kemerli bu burcun bir dönem mabet olarak kullanıldığı

Yedi Kardeş Burcu’na bitişik olan Nur Burcu Selçuklu döneminin en güzel eserlerinden biridir. Bu burç, 1268 yılında Selçuklu Hükümdarı Melik Şah tarafından yaptırılmıştır. Duvarlarında kabartma halinde koşan at, aslan, geyik ve kadın figürleri işlenmiştir. Ayrıca burada İslam ikonografisinde ender görülen “çıplak kadın” kabartmasının işlenmiş oluşu dikkat çekicidir.

]Diyarbakır surları birçok kuşatmalarda, istilalarda tarih boyunca önemli rol oynamıştır. 1930’lu yıllarda Diyarbakır’ın hava alabilmesi için bu surların yıkılması yönünde bir görüş ortaya atılmış ve şehir valisi bu surları birkaç yerden yıkmaya çalışmışsa da 1932 yılında buraya gelen Prof.Dr.Albert Gabriel ve şehir aydınlarının çabaları sonucunda bu yıkım engellenmiştir. [/SIZE]

XX.yüzyılın ikinci yarısından sonra Diyarbakır nüfusunun sur içerisinden dışarıya taşması ile Diyarbakır’ın tarihi ve mimari dokusu yozlaşırken bundan en çok da surlar ile sur içerisindeki evler ve sokaklar etkilenmiştir. Özellikle surların Mardin Kapısı ile Urfa Kapısı arasında kalan dış bölümleri, Mardin Kapısı ile İçkale arasındaki bölümler tahribata uğramış ve bu bölgeler gecekondu yapılanması ile karşı karşıya kalmıştır.

Günümüzde Diyarbakır Valiliği, Büyükşehir Belediyesi ve Çekül Vakfı’nın imzaladığı bir protokol ile “koruma projesi” hazırlanmıştır.
 
Diyarbakır Kalesi

Diyarbakır Kalesi’nin hangi tarihte yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Dicle Nehri’nin 100 m. kadar yükseğindeki Fis Kayası, İçkale’nin ilk yerleşme yeri olduğu düşünülebilir. Ayrıca bu bölgede Huriler zamanında da bir kale yapıldığı sanılmaktadır. MS.349’da Roma imparatoru II.Constanius bu kalenin etrafını surlarla çevirmiştir.

Diyarbakır Kalesi, Dışkale ve İçkale olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir. Diyarbakır’da hüküm süren devletler bu kaleyi onarmıştır. Bu bakımdan kalede her dönemin izlerine rastlanmaktadır.

Dışkale’nin kuzeydoğu köşesinde İçkale bulunmaktadır. Bu kale de surlarla çevrilmiştir. İçkale içerisinde Virantepe denilen yerde surlarla çevrili bir bölüm daha bulunmaktadır. Virantepe’de yapılan kazılar XIII.yüzyılda Artukoğulları döneminde bir saray yapıldığını ortaya çıkarmıştır. İçkale Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1524-1526 yıllarında genişletilmiş, on altı burç ile iki kapı eklenmiş ve surlarla çevrilmiştir. Bu kalenin fethi Oğrun, Saray ve Küpeli isimli kapıları Diyarbakır şehrine açılmaktadır.



Çermik Kalesi (Çermik)

Diyarbakır, Çermik ilçesinin batısındaki bir tepe üzerinde kale kalıntıları bulunmaktadır. Bu kalenin ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Ancak, Osmanlılar burayı ele geçirdikleri zaman yörede yaşayan halkın büyük çoğunluğu bu kalede idi. Çermik’in fethinden sonra halk burasını terk ederek ovaya inmiştir.


Çermik Kalesi Osmanlı fethi sırasında top ateşleri ile yıkılmış ve yeniden onarılmasına da gerek görülmemiştir. Kale, yüksek ve oldukça kayalık bir yerde olup, kalenin içerisinden Sinek Çayı’na kayaların oyulması sureti ile 150-170 m. uzunluğunda bir yer altı geçiti yapılmıştır.


Günümüzde harap halde olan kalenin kitabesi bulunamamıştır. Yalnızca İçkale’nin kapısı birkaç sarnıç, dört su kuyusu ve bir de eski bir kiliseye ait duvar kalıntısı dikkati çekmektedir. Kale içerisinde Berber Dükkanı diye isimlendirilen, kayalara oyulmak sureti ile 3.00x4.50 m. ölçüsünde bir mekan ortaya çıkarılmıştır. Bu mekanın yüksekliği 1.55 m. olup, kuzey, güney ve batısında oturma yerleri bulunmaktadır. Kalede çok sayıda ok uçlarının bulunması yerleşimin oldukça eski yıllara kadar indiğinin kanıtıdır.


Eğil Kalesi (Eğil)

Diyarbakır’ın Eğil ilçesinde, Dicle Vadisinin kıyısında bulunan kale, yöredeki en eski kalelerden birisidir. Ancak ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemekle beraber, MÖ.VII.yüzyıldan kaldığı sanılmaktadır.

Kale tek parça büyük bir kayanın üzerine yapılmıştır. Kalenin bulunduğu kayanın etekleri ve yanları yontulmuş ve böylece daha dik bir konuma getirilmiştir. Günümüze yalnızca surların kalıntıları, sur içerisindeki bazı yapıların temelleri ve sarnıçlar gelebilmiştir. Kalenin batısındaki bir kaya üzerinde de Asur hükümdarlarına ait yazılı bir stel bulunmuştur. Burada Asur hükümdarlarına ait kaya mezarları da bulunmaktadır. Ayrıca kaleden Dicle Nehri’ne inen, kayaların oyulması ile yapılmış merdivenli bir de yolu vardır.


Silvan Kalesi (Silvan)

Diyarbakır, Silvan ilçesinde bulunan bu kalenin ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber MÖ.77 yılında Büyük Tigrat Krallığı zamanında yapıldığı, sonraki yıllarda da Bizanslılar tarafından yeni eklerle kale genişletilmiş ve onarılmıştır. Hamdaniler, Mervaniler döneminde kaleye yeni burçlar ve sur duvarları eklenmiş, böylece daha korunaklı bir duruma getirilmiştir.


Kale yörede bulunan kalker taşından yapılmıştır. İçkale kareye yakın planlı olup, bunun dışında dış ve iç surlarla çevrelenmiştir. Kale 25 m. aralıklarla 50 burçla sağlamlaştırılmış ve dört yöne de dört kapı açılmıştır. Kale kapılarında bezemeli kitabeler bulunmakta olup, bunlar Eyyubilerden Melik Eşref zamanından kalmıştır. Ayrıca kalenin diğer kapılarında da Melik Kamil, Selahattin Eyyubi, Melik Evhad, Artukoğulları ve Mervanoğullarına ait çeşitli kitabeler de bulunmaktadır. Sonraki devirlerde kale içerisine Ulu Cami eklenmiştir.


Antak Kalesi (Lice)

Diyarbakır, Lice ilçe merkezinin 15 km. güneydoğusunda Kayacık ve Kabak Kaya Köyü’nde bulunan Antak Kalesi’nin ne zaman ve kimin tarafından kurulduğu kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber kalenin Roma döneminden kaldığı ve 532 yılında Bizans imparatoru I.Iustinianus tarafından onarıldığı sanılmaktadır. Ebu Abdullah Muhammed bin Ömerü’l Vakadi’nin yazmış olduğu kitapta bu kalenin hicretin 17.yılında, VII.yüzyılda Diyarbakır bölgesini ele geçirmek isteyen Iyaz bin Ganem ve Halid bin Velid tarafından Diyarbakır’ın fethinden hemen sonra Arapların eline geçtiğini yazmaktadır.

Kalenin ismi farklı kaynaklara değişik isimlerle geçmiştir. Eski Arap kaynaklarında Hetax, Silvanlı tarihçi İbnü’l-Ezrak da Hatak olarak bu kaleden söz etmişlerdir. Bununla beraber bir çok kaynakta da Atak olarak geçmiştir. Burada bulunan Entak şehri Mervaniler ve Artukoğulları döneminde (X.-XIII.yüzyıl) önemli bir yerleşim yeri idi. Yavuz Sultan selim’in Çaldıran Savaşı’ndan (1514) sonra kale Osmanlıların eline geçmiştir. Evliya Çelebi bu kaleden “Kale nehir kenarında yüksek bir tepe üzerinde, dört köşe taş yapılı güzel bir kaledir” diye söz etmiştir.

Kaleden günümüze yalnız temelleri gelebilmiştir. Kalenin üzerinde yıkık bir cami kalıntısı bulunmaktadır. Güneyinde de Ak Kilise isimli bir kilise kalıntısı vardır.


Zülkarneyn Kalesi (Çeper Kalesi) (Lice)

Diyarbakır, Lice ilçesinin Çeper Köyü yakınlarında bulunan bu kale dağların ovalara açıldığı dar bir geçidin ortasındadır. Ovaya hakim bir konumdadır. Halk arasında bu kaleye Çeper, Şeter kalesi gibi isimler de verilmiştir. İskender-i Zülkarneyn’in buradan geçtiği ve bu kalede misafir edildiği, bundan ötürü de bu kaleye Zülkarneyn Kalesi isminin verildiği yöre halkı tarafından söylenmektedir. Bununla birlikte kalenin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesinlik kazanamamıştır. Büyük olasılıkla MÖ.VI.yüzyılda bölgeye hakim olan Persler tarafından kurulduğu sanılmaktadır.

Kale surlarının büyük bir bölümü yıkılmış, günümüze ancak sur temelleri, surlara ait üç burç kalıntısı gelebilmiştir. Kalenin çevresindeki köyler bu kalenin taşlarını sökerek kullanmışlardır. Bu da kalenin harap olmasını hızlandırmıştır.

Evliya Çelebi bu kaleden söz etmiştir: “Makdisi tarihine göre meşhur İskender-i Zülkarneyn buradaki hayat suyunu içince iyileşmiş ve boynuzları düşmüş. Bunun üzerine 315 gün içinde bu kale tamamlanmıştır. Burç ve kuleleri büyük taşlarla yapılmış olup beşgen şeklindedir.”
 
Diyarbakır’da irili ufaklı çok sayıda çeşme bulunmaktadır. Bu çeşmelerin büyük çoğunluğu Osmanlı döneminde yapılmışlardır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Hamravat Kemeri ile şehre su getirmesinden sonra şehirde çeşmeler çoğalmıştır. Evliya Çelebi de şehrin sularının Ayn-ı Ali Pınarı, İçkale kaynağı Suyu ve Ayn-ı Şakkil-Acuz sularının şehrin su gereksinimini karşıladığını belirtmiştir. Bu sulardan ötürü Diyarbakır da su sıkıntısı çekilmemiş, ayrıca evlerin içerisindeki avlularda havuzlar, selsebiller ve su depoları yapılmıştır.1290 tarihli Diyarbekir Vilayeti Salnamesi şehirde 130 çeşmenin bulunduğunu yazmaktadır.

Diyarbakır çeşmeleri kendi başlarına bağımsız olanlar ile herhangi bir yapının duvarına yapıştırılmış veya bir yapının cephesine yerleştirilmiş çeşmeler olarak iki ayrı gurupta toplanmışlardır.


İçkale Çeşmesi (Merkez)

Diyarbakır’da İçkale’de bulunan, halk arasında Arslanlı Çeşme olarak tanınan bu çeşmenin kitabesi olmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.

Çeşmenin musluk yerinde bir arslan başı vardır ve sular buradan akmaktadır. Büyük olasılıkla bu arslan başka bir yapıdan buraya getirilmiştir. Çeşme kesme taştan yapılmıştır. Çeşmenin üst kısmında iki kısa beyaz sütun üzerine bir üçgen alınlık konulmuştur. Bunun da çeşmeye sonradan eklendiği sanılmaktadır.


Hatun Çeşmesi (Merkez)


Diyarbakır’da Mardin Kapısı çıkışında bulunan bu çeşmeye halk arasında Hatun Çeşmesi veya Hatun Kastalı denilmektedir. Bu çeşmenin de ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir.

Kesme kare taştan yapılan çeşme üç yönlüdür. Her bölüm sivri kemerli ayna taşı, musluk ve yalaktan meydana gelmiştir. Çeşmenin batıya yönelik kısmı düzdür. Doğu cephesinde ise büyük bir kemer bulunmaktadır. İç kısmında üç beyaz taş kullanılmıştır. Burada bulunan iki satırlık kitabe oldukça bozulmuş, bu yüzden de okunamamıştır. Kuzey ve güney yönündeki bölümleri oldukça dar olup buradaki dar bir oluktan su akmakta,üzerini de bir niş kapatmaktadır. Çeşmelerden her üçünün önünde birer yalak bulunmaktadır.


Zinciriye Medresesi Çeşmesi (Merkez)

Diyarbakır Zinciriye Medresesi’nin ön cephesinde bulunan bu çeşme kesme kaştan yapılmıştır. Ayna taşa yalak ve musluğun bulunduğu kısım yuvarlak bir kemer içerisine alınmıştır. Bu çeşmenin Zinciriye Medresesi ile birlikte XII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.


Örfizade Çeşmesi (Merkez)

Diyarbakır Örfizade Tekkesi önünde bulunan bu çeşme yaslandığı duvardan biraz dışarı taşkındır. Üzerinde taş konsollar bulunan çeşmenin ayna taşı muslukları ve yalak kısmı sivri bir kemer içerisine alınmıştır. Kemerin köşelerine süs amaçlı küçük sütunlar yerleştirilmiştir.


Ömer Şeddad Çeşmesi (Merkez)

Diyarbakır Mardin kapısı içerisinde, Ömer Şeddad Camisi’nin önünde yer alan çeşme geniş bir kemerle sınırlandırılmıştır. Bu çeşmenin içerisinde üç niş bulunmaktadır. Bunların üzerindeki kitabe bozulduğundan tam olarak okunamamıştır.


Arbedaş Çeşmesi (Merkez)

Diyarbakır Nasuh Paşa Meydanı’nda, Saray kapısına giden yolun sur duvarları ile birleştiği yerdedir. Çeşmenin üzerindeki kitabede Kanuni sultan Süleyman zamanında l531 yılında yaptırıldığı öğrenilmektedir. Cadde seviyesinden aşağıda olan çeşmeye altı basamaklı bir merdivenle inilmektendir. Önünde bir havuzu bulunan çeşmeye iki musluktan su akmaktadır.

Hanım Çeşmesi (Çermik)

Diyarbakır Çermik ilçesi Saray Mahallesi’nde bulunan çeşmenin kitabesi kırıldığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Büyük olasılıkla XII.yüzyıldan kaldığı sanılan bu çeşme sivri kemerli, aynalı ve yalak taşlı olup, günümüze harap bir halde gelmiştir.


Ali Dede Çeşmesi (Çermik)

Diyarbakır Çermik ilçesi Çukur Mahallesi’nde bulunan bu çeşmenin kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.

Günümüzde çukura gömülmüş olan bu çeşmenin çok eski yıllarda yapıldığı sanılmaktadır. Çeşme beyaz mermerden olup, sivri kemerlidir.


Süt Çeşmesi (Çermik)

Diyarbakır Çermik ilçesinin güneybatısındaki bu çeşmenin kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Ancak yapısından eski tarihlere kadar indiği sanılmaktadır. Halk arasında yaygın bir inanışa göre bu çeşmeden su içen loğusa kadınların sütü çoğalırmış. Bu yüzden de çeşmeye Süt Çeşmesi ismi verilmiştir.


Bandeler Çeşmesi (Çermik)

Diyarbakır, Çermik ilçesi Çukur Mahallesi, Bandeler Sokağı’nda bulunan bu çeşme XVIII.yüzyıldan kalmıştır. Çeşme üzerinde 27x48 cm. ölçüsündeki mermer üzerine nesih yazılı 1768 tarihli kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabenin üzerine 35x48 cm. ölçüsünde 1904 yılında onarıldığını gösteren bir onarım kitabesi konulmuştur:
“Bu hayrat-ı mücelle civar merhum Becan’dır. İcabet Hazreti Zat-i Cenabi Kibriya’nındır. Sene 1322 (1904) Bandizade.”

Çeşmenin mermerden sivri kemerli, ayna taşlı ve yalağı bulunmaktadır.
 
Diyarbakır’ın eski tarihinden söz eden kaynaklar, vilayet salnameleri ve gezginlerin yazılarından öğrenildiğine göre, Diyarbakır’da hamamların büyük yer tuttuğu anlaşılmaktadır. Şehrin hemen her mahallesinde hamamlar bulunuyordu.


Osmanlı döneminde salgın hastalıkları önlemek ve bu kentte yaşayanları korumak amacı ile kente gelen yabancılar zorunlu olarak hamamlara sokuluyor, ondan sora da şehre girmelerine izin veriliyordu. Bu nedenle de Diyarbakır surlarında kente girişi sağlayan dört kapının yakınında hamamlar bulunuyordu. Ancak bu hamamların çoğu zamanla ilgisizlikten, açılan yollar nedeni ile yıkılmış ve şehirde hamam sayısı azalmıştır. Yıkılan hamamlardan Mirza Hamamı XV.yüzyılda Akkoyunlular zamanında yapılmış ve I.Dünya Savaşı sırasında yıkılmıştır. Yeni Kapı Hamamı ise 1882’de yıkılmıştır. Maristan Hamamı Gazi İlkokulu’nun yapımı sırasında ortadan kalkmıştır. İçkale’deki Kale Hamamı, Sinek Pazarı’ndaki Alaaddin hamamı da zamanla ortadan kalkmıştır. Muallak Mahallesi’ndeki Domat Hamamı da I.Dünya Savaşı sırasında yıkılmıştır. Dilaver paşa Hamamı, Hüseyin Efendi Hamamı, Bekir Paşa Hamamı, Cadde Hamamı da yakın tarihlerde çeşitli nedenlerle ortadan kalkan hamamlar arasındadır. Bunun yanı sıra XVI.yüzyılda yapılmış Cimşid Bey Hamamı 1863 tarihli İpekoğlu Hamamı da çeşitli amaçlarla kullanılmış ve işlevini kaybetmiştir.



Ali Paşa Hamamı (Merkez)


Ali Paşa’nın yaptırmış olduğu cami ve medresenin yanı sıra 1534 yılında onlara bir de hamam eklemiştir. Bu hamamın da cami ve medrese ile birlikte Mimar Sinan tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Günümüze oldukça harap bir durumda gelebilmiştir.



Melek Ahmet Paşa Hamamı (Merkez)



Diyarbakır Melek Ahmet Paşa Caddesi üzerinde bulunan bu hamamı Melek Ahmet Paşa tarafından1564 yılında yapımına başlanmış, 1567 yılında da tamamlanmıştır.



Behram Paşa Hamamı (Merkez)


Behram Paşa tarafından 1564 yılında yaptırılan bu hamamdan Evliya Çelebi de söz etmiştir.



Çardaklı Hamam (Merkez)



Diyarbakır İbrahim Bey Mahallesi’nde bulunan bu hamamı Hüsrev Paşa camisi ile birlikte 1521-1528 yılları arasında yaptırmıştır.



Vahap Ağa Hamamı (Merkez)


Diyarbakır’dan Dağ Kapısı’na giden yolun solunda bulunan bu hamamın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.


Soğukluk, sıcaklık ve halvet bölümlerinden meydana gelen bir hamam olup, özellikle halvet kısmı haçvari bir plan göstermektedir.



Deve Hamamı (Merkez)


Diyarbakır Mardin kapısı yakınında, cadde üzerindedir. Bu hamamın da yapım tarihi ve banisi belli değildir. Büyüklüğünden dolayı halk arasında Deve Hamamı olarak tanınmaktadır.



Kadı Hamamı (Merkez)


Diyarbakır Sefa Camisi’nin yakınında bulunan bu hamamın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Evliya Çelebi bu hamamın isminin Eşbek olduğunu yazmıştır.



Küçük Hamam (Merkez)


Melek Ahmet Paşa Camisi’ne bitişik olan bu hamamın da yapım tarihi belli değildir. Oldukça küçük ölçüde bir hamamdır. Soğukluk, ılıklık ve halvet bölümlerinden meydana gelmiş ve üzeri kubbe ile örtülmüştür.



Saray Hamamı (Çermik)


Diyarbakır çermik ilçesinde bulunan bu hamamın kitabesi günümüze ulaşamadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber yapı üslubundan XVI.-XVII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.


Bu hamam haç biçimli, dört eyvanlı, köşe hücreli hamamlar plan gurubundandır. Oldukça büyük ölçüde yapılan bu hamam soğukluk, ılıklık ve halvet bölümlerinden oluşmuş, her bölümün üzeri içten pandantifli, dıştan kasnaklı kubbelerle örtülmüştür.



Çüngüş Hamamı (Çüngüş)


Diyarbakır Çüngüş ilçesinde eğimli bir arazide yapılmış olan bu hamamın da kitabesi günüme gelememiştir. Mimari üslubundan XVII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.


Hamam, dört eyvanlı haç biçimli ve köşe hücreli hamamlar gurubundandır. Yakın tarihlerde içerisindeki eyvanlardan biri ile köşe hücrelerinden ikisi kaldırılmış, halvet bölümü daha büyütülmüştür. Hamamın üzeri içten pandantifli, dıştan kasnaklı kubbelerle örtülüdür.​
 
Paris kadar romantik


Mezopotamya topraklarında, siyah bazalt surların içinde 5000 yıllık tarihin sahibi ‘’Kadim’’ kent Diyarbekir... Benim için, sevgililerin vazgeçemediği Paris kadar romantik. Bunun ötesinde, yaşanmışlığın verdiği bir ağırbaşlılık içinde, daha iyi bir geleceğin özlemini çekenlerin kenti artık.


Binlerce yıl boyunca, yaklaşık 30 medeniyetin sığındığı olağanüstü surlar, kitabeleri, kabartmaları ve süslemeleriyle, daha çok bir sanat eserini andırıyor. Dünyada benzerine kolay rastlanmayan bir özellik bu. Diyarbakır’ın ayakta kalabilmiş evleri de etkileyici. Lebeni Diyarbekir Evi (Cevatpaşa Mah. Yardımcı Sok. No: 4, ) bunlardan biri. Eski gazeteci Mehdi Tanaman’ın, misafirleriyle yakından ilgilendiği bu 400 yıllık Diyarbakır evi, atmosferi, otantik odaları ve sahibinin renkli kişiliğiyle, kentin ruhunu en iyi yansıtan restoranlardan. Yemekler leziz; sac tava, kaburga dolması, 28 çeşit malzemeden yapılan bulgur pilavı, yoğurt çorbası, fırın güveç, içli köfte...


Mehdi Bey’in annesinden öğrendiği, fincanıyla birlikte közde pişen kahve ve dondurmalı irmik de enfes. Sevgililer Günü’nde, Mehdi Bey misafirlerine, keman eşliğinde, elma ağacından yapılmış fıçılarda yıllandırılmış Ermeni şarabı ikram edecek. Ayrıca yine eski bir Diyarbakır evi olan, gençliğin ve sosyal hayatın nabzının attığı Dicle Fırat Kültür Sanat Merkezi’nde (08.00- 22.00 arası açık. Sin Camii arkası, ) başka yerde kolay kolay rastlayamayacağınız dengbejleri tüm doğallığı içinde dinleyebilirsiniz.


Reyan Tuvi - Hürriyet
 
Diyarbakır Mardin Kapısı dışında mezarlıkların arkasındaki, Şeyh Muhammet Düzlüğü’nde bulunan Namazgahı Mahmut Paşa yaptırmıştır. Mihrabın üzerindeki l859-l860 tarihli kitabeden Mahmut Paşa’nın bu namazgahı Gülşeni tarikatından Şeyh Muhammet Amid-i anısına yaptırdığı öğrenilmektedir. Namazgahın kitabesini Şair Sa’id tarih düşürmüştür.

Son yılarda yeniden onarılan namazgah siyah-beyaz taşlardan yapılmıştır. Günümüzde onarım sonrası yalnızca siyah renkli taşlar kullanılmıştır. Güneydeki kısım dışında namazgahın üç tarafı 0.80 m. yüksekliğinde duvarla çevrilmiştir. Kuzeydeki giriş kapsından namazgahın içerisine girilmektedir. Güney duvarına bitişik taş bir minber ve ona çok yakın olarak da mihrap bulunmaktadır. Mihrabın üzerinde kitabesi bulunmaktadır.

Orijinalliğinden uzaklaşmamış olan namazgahın üzerinde bezeme bulunmamaktadır.​
 
Evli Beden Burcu (Ulu Beden Burcu): Artuklu Melik Salih tarafından 1208 yılında Mimar ibrahim’e yaptırılmıştır.


Yedi Kardeş Burcu: Artukoğlu Melik Salih adına 1208 yılında Mimar İbrahim’in oğlu mimar Yahya’ya yaptırılmıştır. Burcun üzerinde Selçukluların simgesi olan çift başlı kartal ile iki arslan kabartması, bunların altında da burcun yazıtı vardır.

Keçi Burcu (Kiçi Burcu): Mardin Kapısının doğusundadır. Diyarbakır surlarının üzerindeki en eski, en büyük

Taş işçiliği


Diyarbakır surları, taş’ın bir büyük sanat eseri haline getiriliği muhteşem bir
abidedir. O, taş üzerindeki süsleme ve bezemelerle güzelliğin zirvesine çıkmış estetik bir abidedir. Taş işçiliğindeki sanatkarane ustalık, bugün Tarih ve Medeniyetinin önemi ile kültür ve sanatımızın sahip olduğu engin ve zengin değerlerimizi tartışmasız kabul edilir duruma getirmiştir. Bu duvarüstü taş işlemeciliğin bir büyük plastik sanat eseri haline getirmek ancak büyük bir sanat ruhuna sahip olmakla mümkündür. Bu Güzel sanat eserleri, bir kaç bin yıllık tarihimizin içinden süzülüp gelen ince işlenmiş " Altın taş " niteliği ile; eşsiz birer güzel sanatlar abideleri olacaktır. Diyarbakır surlarının Duvarlarım birer canlı sanat müzesi haline getirenler, acaba dünya sanat ve medeniyeti için başvurulacak birer kaynak eser niteliğini taşıyacaklarını, biliyorlar mıydı?

Süslemeciliği

Diyarbakır surlarının taş işçiliğini bir büyük sanat haline getiren önemli özelliklerinden biri de " Taş Süslemeciliğidir ". Kendi döneminin, yaşadığı ortamı ve kullandığı eşyayı göze en hoş gelecek şekilde süslemek, onu sanat anlayışı ile biçimlendirmek, Diyarbakır surları taş ustalarının, sorumluluğun ötesinde; doğal bir tutkuları olduğunu göstermektedir. Onbir ve onikinci yüzyıl Selçuklularının kendine öz kavramları, ilhanlıların parlak ve atak sanat ibdaları, Timurluların ince ve zarif sanat görüşleri, Memlükların, Celayirlerin, Muzafferilerin, Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenlerin ve nihayet Safevilerin süsleme sanatlarında gösterdikleri başarılı buluşlar, Türk Süslemesinin oluşmasında büyük rol oynadığı kesin olarak kabul edilebilir. İşte o dönemin Taş ustaları, süslemeleri ile taşı taş olmaktan çıkarıp bir büyük sanat eseri haline getirmeleri, Diyarbakır surlarını bir Güzel Sanatlar Galerisine dönüştürmüştür. Diyarbakır surlarındaki Süslemeciliğin tarihsel süreç içerisinde kendi geleneksel yorumlarına sıkı sıkıya bağlı kalarak surların kültür ve sanat dünyasında seçkin bir yer almasına neden olmuştur.

Kufi Kitabeler

Bin yıllara dayanan tarihi özelliği ile Küfî yazışı Diyarbakır surlarının duvarlarına bir başka biçimde özellik ve önem kazandırmıştır. Bu yazı ile taş, Tarihsel bir belge olmanın ötesinde plastik olgunluğun doruğuna çıkarak surlara bir yücelik kazandırmıştır. Türk sanatının her sahasında en iyi bir biçimde değerlendirilen hat sanatı taş üzerine yazılması yanında mimariye de hayat vermiştir. Bu taşlar üzerinde yer alan Küfî yazısı ile yazılmış kitabeler insanı maddi alemden mana aleminin sonsuz derinliklerine götürmektedir. Bitkisel bezemelerle bir arada şekillendirilen Küfî yazısı; bir taraftan tarihin "zaman tünelinden" geçerek günümüz insanına belge niteliği ile bilgi ulaştırırken, bir taraftan da güzelliğin esintileri ile ruhun derinliklerine işlemektedir. İnsan bu Tarihi manzara karşısında kendisinden geçmektedir. Kitabeler hemen hemen Diyarbakır surlarının önemli bir yüzünü çevre sarmaktadır.

Bitkisel Motifler

Sanat, milletlerin kültür ve zevklerini açıklayan, toplulukların geleneklerini, duygularını yansıtan bir kavram olduğuna göre bitkisel motifler "Taş Süsleme Sanatlarında " ne denli bir mucize olduğu, Diyarbakır surlarının duvarlarında görülür. Kendi devirlerini oluğu kadar kendi devirlerinin sonraki devirlerin de estetik değerlerini yönlendiren Diyarbakır surlarındaki Bitkisel motifli taş süsleme sanatı; Mazinin derinliklerinden gelen sır dolu esintilerini günümüz insanın ulaştırdığı gibi geleceğe de götürecektir. Bitkisel motifler yarı natüralistik, yarı stilize bir üslup ile çalışmıştır. Çeşit çeşit çiçeklerin yepyeni stilizasyonla Taş üstünde biçim bulduğu surlar sanki tarihi bir çiçek bahçesine dönüşmüştür. Bu bitkisel motifler dekorasyon sanatının ilk örnekleri olarak gösterilebilir.


Hayvansal Figürler

Diyarbakır surlarının en önemli özelliklerinden bir de, taş süslemeleri arasında hayvan figürlerinin yer almış olmasıdır. Hayvan figürlerinden oluşan kompozisyonlar bitkisel motifli Küfî kitabelerle yan yana yer almaktadır. Surları oluşturan taşların üzerine yerleştirilmiş ilginç kabartma hayvan figürleri görmek mümkündür.

Diyarbakır Surlarındaki Hayvan Figürlerinin Plastik Analizi


Diyarbakır Surları Yedi Kardeş Burcu Üzerindeki Hayvan Figürleri
Diyarbakır surlarının önemli ünitelerinden biri Yedi Kardeşler Burcudur. Artuklu dönemi eseridir. (1183-1232) Melik-el Salih ebu’l-feth Mahmut zamanında yapılmıştır (1208). Mimarı İbrahim oğlu Yahya’dır.

Yedi Kardeşler burcuna bakıldığında Bütünü kapsayan bir yüzeysel estetiğin sağlanmış olduğu görülür. Zeminden burcun zirvesine kadar hemen yüzeyin hemen her karesinde mimar ve uygulayıcıların estetik bir endişe taşıyarak form-inşada bulundukları gözlenir. Kitabeyi oluşturan kaligrafik istiflerden tutun da, alan boşluklarını dolduran hayvan figürlerinin yerleştirilmesine kadar sanat dili ili ile “espas”a yani dengeli boşluklar bırakılmasına özen gösterilmiştir.

Yedi Kardeşler burcunun yüzeyini hemen hemen iki eşit parçaya bölecek şekilde yerleştirilen bir şerit kaligrafik kitabe geniş taş yüzeyi üzerinde bir oya işlemesi gibi yer almıştır. Kitabenin başlangıç kısmının her iki tarafına simetrik olarak ejder başlı kuyruklara sahip aslan figürleri yerleştirmiştir. Burcun Sol-sağ tarafındaki Aslan figürleri kitabenin bulundu şerit üzerinde dış kabartma tarzında işlenmiştir. Hayvan figürleri burç yüzeyi üzerine, sağdan ve soldan dengeli boşluklar bırakılarak kompozisyon düzenli bir biçimde yerleştirilmiştir. Bu özellik Resim sanatının temeli olan desen çalışmalarında da hassasiyetle üzerinde durulan konulardan biridir. Konu için ayılan alanın yerli yerince değerlendirilmesi resim sanatının temel amaçlarından biridir. Konu gözü rahatsız edecek derecede küçük boyutlu olmadığı gibi kontur çizgisi dışına da taşmamalıdır. Aslan figürlerinde de bu plastik denge ideal bir biçimde uygulanmıştır. Aslan figürleri izleyiciye bir mesaj vermesi yanında iyi estetik değerleri de üzerinde taşımaktadır. Bu üslup bir yerde yazılarla benzeşen bir üslup olsa gerek. Kitabelerle Hayvan figürleri biçimsel farklılıklara rağmen öz’de birbirleri ile örtüşmektedirler. Yazılar ile hayvansal figürler aynı yüzey üzerinde birlerine kontrast düşmemektedirler. Bunun yanında rölyef biçiminde uygulanmış aslan ve çift başlı kartal figürlerin plastik olgunluğa sahip olması, sanatçısının iyi bir gözlem, tasarım ve uygulayım bilgisine sahip olduğunu göstermektedir.

Her iki aslan figürünün orta yerinde ise çift başlı kartal figürü bulunmaktadır. Aslan figürleri kimi tarihçilere göre mücadele, güç ve üstünlük sembolü olarak yorumlanmıştır. Buradaki aslan figürlerinin kullanılma nedeni de; bulunduğu yerin koruyuculuğu ve kollayıcılığı sembolize edebilir. İki aslan figürünün ortasında yer alan çift başlı kartal figürü ise; tarihte gelmiş geçmiş Türk İslam devletlerinin ve Selçuklular’ın simgesi olarak kullanılmıştır. Yedi Kardeşler Burcu üzerinde yer alan tüm bu hayvansal figürler ilginç stlizasyona uğratılarak biçimlendirilmişlerdir.



Yedi Kardeşler Burcu’nun (İzleyene Göre) Sağ Tarafında Yer Alan Arslan Figürü

Aslan figürünün genel biçimsel yapısına bakılırsa; güçlü bir stilizasyon görülür. Bazalt taşının sert olma özelliğine rağmen bu aslan rölyefindeki stilizasyon şaşırtıcı şekilde uygulanmış ve plastik açıdan başarı ile sonuçlandırılmıştır. Aslan figürü hareket ve dinamizm mesajı yüklü bir anlayışla yapılmıştır. Sanatçısının olayı iyi gözlemlemediğini göstermektedir. Figür yüzeyde poz veriyormuş edasıyla durgun bir halde “biblo” görünümündedir. Kabartma derecelendirme yapılırsa; 0,1, 2, 3, 4, 5 aşamalı olarak tanımlanabilir. Sıfır noktası, burcun düz yüzeyi olurken, burun bölümü aslan rölyefinin en yüksek alanıdır. Güzler burun kısmının her iki tarafında Uygur resimlerinde yer alan figürlerdeki gibi çekik gözlüdür. Göğüs bölümüne bir zırh yerleştirilmiş gibi ek kabartma yer almıştır. Aslan figürünün, Askerlik deyimi ile başı dik göğsü ilerdedir. Ön ve arka ayaklar genel anatomik yapıya aykırı bir duruşla kıvrılmışlar, bu durum ya stilizasyonun sonucu ya da sanatçısının gözlem eksikliğinden kaynaklanabilir. Aslanın kuyruğu ejder başı olarak yapılmıştır.



Yedi Kardeşler Burcu’nun (İzleyene Göre) Sol Tarafında Yer Alan Arslan Figürü
Burada yer alan aslan figürü diğerinin simetrik biçimi olarak uygulanmıştır. Baş genel olarak gövdeye oranla daha büyüktür. Her ikisinde de perdahlanmış bir taş işçiliği yer almaktadır.



Çift Başlı Kartal Motifi


Yedi Kardeşler Burcu’nun ön yüzünde, besmele-i şerife’nin yer aldığı kitabenin üzerinde bulunan çift başlı kartal motifi, aslan figürlerinin bir anlamda simetrik olarak ikiye bölmüştür. Burcun ortalarında yer alan kartal motifinin üst bölümündeki friz biçimindeki kabartma şeritler ile bir anlamda kitabe, aslan ve kartal motifleri taçlandırılmıştır. Çift başlı kartal motifi simetrik olarak uygulanmıştır. Kanatlarda beş sembolik telek uygulanmıştır. Kartal figüründeki baş, kanat ve pençelerdeki stilizasyon uygulamasına bakılırsa, sanatçısının iyi bir gözlem, tasarım ve uygulayım gücüne sahip olduğu görülür. Tüm bunlar göstermektedir ki; Güzel sanatlar, Hangi zaman ve mekanda olursa olsun, birey ve toplum olarak, bizzat insanın kendine yönelişi, kendi ruh yapısını ortaya koymasını, kendi dert, çile, ızdırap, özlem ve mutluluklarını dile getirmesini temin ederken, bir taraftan da insana ümit, cesaret, şevk ve dayanma gücünü telkin eder.


Evli Beden Burcu

Evli Beden Burcu, Ulu Beden veya Ben-u Sen Burcu olarak da bilinir. Artuklu dönemi eseridir. (1183- 1232). Melik-el Salih ebu’l-feth Mahmut zamanında yapılmıştır (1208). mimarı Cafer oğlu İbrahim’dir. Burçta toplam 6 aslan motifi rölyefi vardır ve Avrasya hayvan motifleri üslubunu yansıtırlar. Başlarında taç bulunan kanatlı aslan figürlerinin kuyrukları ejder başlı olarak işlenmiştir. Üslup olarak Yedi Kardeşler Burcu ile belirgin özellikler taşır. Evli Beden burcunda da Aslan ve çift başlı kartal motifleri yer almıştır. Bu burçtaki taş işçiliğine bakılırsa bir adım daha önde ince süslemelere girilmiştir. Bu çift başlı kartal motifindeki kanatlarda simgesel altışar adet telek (Kanat tüyü) kullanılmıştır. Evli Beden burcunun ön yüzünde (izleyene göre) sol alt köşede yer alan ve dışa dönük aslan motifi rölyefi dereceli olarak çukur halde işlenmiş yatay dikdörtgen içine alınmıştır. Burç yüzeyinde yer alan tüm aslan motifi rölyefleri ciddi anlamda aşınmış ya da tahrip olmuştur. İnsanlar Çift başlı kartal sembolünü sevmişler; Selçuklu Devleti, Diyarbakır Belediyesi, Dicle Üniversitesi ve diğer bir çok sivil kuruluşlar bu motifi birer amblem olarak kullanmışlardır. Kitabe kuşağının sol başında kanatlı, Ejder başlı kuyruklu aslan motifi rölyefi, görüntüsü ile dinamik bir imaj hissi uyandırmaktadır. Aslan figürü dikdörtgen şeklinde bir taş yüzeyi üzerine işlenmiştir. Kompozisyonun yüzey üzerine dengeli bir biçimde yerleştirildiği söylenebilir. Bununla beraber figürün ejder başlı kuyruğu çerçeve dışına taşırılmıştır. Aslan başı’nın insan başını çağrıştırmış olması, Mısır piramitlerinin önünde yer alan insan başlı aslan heykelleri olan “sfenksleri” hatırlatmaktadır. Güneş doğarken nasıl ilk olarak, dağların tepelerini, daha sonra yüksek binaların damlarını aydınlatıyor ve en sonra, yeryüzünün düzlüklerine ve alçak yerlerine ışınlarını yaymaya başlıyorsa; güzel sanatların yaydığı ışıklar da tıpkı güneş gibi yayılır ve ilkönce yüksek seciyeli, sayıları pekaz olan aydın kişilerin ruhlarını ve kafalarını aydınlatır. Evli Beden burcunun üst kısmında yer alan konsollar form inşa bağlamında çok zarif taş işçiliğinin uygulandığı bir alan örneğidir.


Nur Burcu

Selçuklu dönemi eseridir. (1085-1183). Melikşah zamanında yapılmıştır.(1089). Mimarı Selami oğlu Urfalı Muhammed’dir. Kufi (Nebati) yazı ile yazılmış kitabesi ve çeşitli hayvan figürleriyle en zengin burçtur. Kitabe arasında yer alan uzun boynuzlu keçi motifi rölyefi dikkat çekici estetik değerdedir. Yine kitabe arasında yer alan simetrik olarak yerleştirilmiş dört nala koşan at motifi rölyefleri bu dönem heykel sanatında perspektif ve anatomide ne kadar bilgi, gözlem, beceri ve yetenek konusunda bize net belge sunmuşlardır. Kitabenin sol kenarında yer alan güvercin motifi rölyefinin kanatlarındaki beşli telek, yedi kardeşler burcundaki çift başlı kartalın telekleri ile aynı sayıda olması dikkat çekicidir. Hemen alt tarafında yer alan bağdaş kurmuş bir şekilde oturan kısa saçlı, eli ile ayaklarının tutan çıplak kadın rölyefi ise hangi amaçla yapıldığı konusunda fikir yürütmek zordur. Kitabenin sağ tarafında da soldakinin simetrisi olarak uygulanmış kanatları açık ancak bunda altı telek görünen güvercin motifi rölyefinin altında da çıplak kadın motifi yer almaktadır. Ancak antik çağ eserlerinde; çıplak kadın heykelleri-örneğin: Kibele, Bolluk ve bereket tanrısı sembolü olarak kullanılmıştır. Nur burcunda yer alan kitabenin sağ köşesindeki aslan motifi daha belirgin stilizasyona uğratılmış olması yanında sevinç veren bir gülümseme imajı kayda değer bir özelliktir. Nur burcunun sol yüzünde yer alan ancak türü belli olmayan bir yırtıcı kuş, aynı şekilde türü belli olmayan avını parçalamasını konu edinen bir rölyef, büyük ihtimalle mücadele ve güç gösterisini simgelemiştir. Bazı sanat tarihçileri, Alta mira ve Lascaux Mağara resimlerini, hasımına karşı bir üstün gelme tasviri olarak betimledikleri biçiminde yorum getirmektedirler. Buradaki kuş ve avı konusu da bu anlayıştan kaynaklanabilir. Bu olgunun önemli yanı; düşünce duyguların mukim kale duvarlarına bile olsa resimsel bir anlayışla ifade edilmiş olmasıdır.


Selçuklu Burcu

Melikşah dönemi eseridir. Nur Burcu benzeridir. Kufi yazı ile yazılmıştır (1088). Evli Beden Burcu’nun kuzeyindedir. Kitabe üzerinde yer alan simetrik olarak yerleştirilmiş keçi motifi rölyefinde uygulanan uzun boynuzların stilize edilmiş parçalı bölümleri yüzeyin başka bölümlerinde de uygulandığı görülmüştür. Kitabenin sol köşesinde yer alan aslan motifi rölyefinin stilizasyonu olmakla beraber miken sanatında olduğu gibi zarafet açısından daha az özen gösterildiği yorumu yapılabilir. Güvercin olabileceği yorumu yapılabilecek olan kuş figürü rölyefi yine kitabenin arasında yer almaktadır.


Dağkapı Burcu

Diyarbakır’da hüküm sürmüş devletlerin hemen tümü, kentin en önemli bölümlerinden olan Dağ kapı burcunun iç ve dış duvarlarına çeşitli işaretler, kitabeler ve armalar koydurmuşlardır. Dağ kapı burcunun çeşitli yerlerinde değişik hayvansal, bitkisel ve motiflerinin rölyefleri yer alır. Bitkisel motiflerin içinde üzüm ve yaprak şekilleri bulunur. Dağ kapı harput kapı olarak da bilinir. Kitabe ve rölyef yönünden en zengin kısımıdır. Yanında Mervani dönemine ait mescit vardır. Kapı civarındaki rölyeflerin çoğu çeşitli zamanlarda yapılan onarımlar sırasında rastgele yerleştirilmiştir. Bunlardan biri Bizans döneminden kalma kitabe parçasıdır. Dağ kapı burcunda yer alan ilginç işlemeli demir kapı eskiden beri sürekli nöbetçiler tarafından akşamları güneşin batışı ile kapanır, doğuşu ile açılırdı. Abbasilere ait güvercin, hayvan ve bitki motiflerindeki stilizasyon alabildiğine naif ve spontane bir biçimde yapılmış oldukları dikkati çekmektedir. Öyle ki bazı hayvan motiflerindeki aşırı naiflik, rölyefin hangi hayvan türüne ait oluğuna dair yorumu zorlaştırmaktadır.

Dünün sanatı geçmişin aynasıdır. Bu günün sanatı da geleceğe en geçerli tarihi belgelerdir. Gelecek çağın insanları bizim bugünkü toplumuzda neler olup bittiğini, bu toplumun başından neler geçtiğini nasıl öğrenecekler?.. Bundan yüz sene sonraki insanlarımıza, bu günleri bizzat yaşamayan evlâtlarımıza her anı başlı başına bir olay olan bu enterasan yüzyılı nasıl ulaştıracağız?.. İşte bu mesajı gelecek nesillere iletebilecek yegane köPage Rankü sanattır.

Bir toplum yüce değerlere, güzel sanatlara sahip çıkarak ulaşabilir veya diğer bir ifade ile, güzel sanatları benimseyen toplumlar ulvî özelliklere sahip olabilir. Her bir güzel sanat eseri toplumsal otobiyografidir. Bir toplum ortaya koyduğu veya sahip çıkıp koruduğu güzel sanat eserinin niteliğine göre, kendi otobiyografisini okuyabilir. Meselâ; denilebilir ki, Diyarbakır’da yaşayan toplumların otobiyografilerini Diyarbakır’daki eserlerden okuyabiliriz. Diyarbakır Surları, Ulu Camii, Nebî Camii, Hz. Süleyman Camii, Behram Paşa Camii, Melik Ahmet Paşa Camii, Zinciriye Medresesi, Mesudiye Medresesi, Hatuniye Medresesi, içkale Artuklu Sarayı, Malabadi KöPage Ranküsü, Haburman KöPage Ranküsü, Mervânlı Kitâbesi gibi sanat eserleri sanki kulağımıza yüzyıllar ötesinden birfleyler fısıldıyor.​
 
TARİH

İlk köy yerleşmesi: DİYARBAKIR-Çayönü


İlk şehir yerleşmesi: KONYA-Çatalhöyük



DİYARBAKIR-ÇAYÖNÜ

Diyarbakır ili, Ergani ilçesi, Sesverenpınar Köyü, Hilar Kayalıkları yakınlarnda bulunan Çayönü Tepesi, günümüzden 9500 yıl önce M.Ö. 7500 yıllarında kurulmuş, aralıksız olarak M.Ö. 5000 yılına kadar yerleşim görmüş, daha sonra da aralıklarla iskan edilmiştir. Yerleşme bilim dünyasındaki ününü "Esas Çayönü Evresi" olarak bilinen M.Ö. 7500-6500 yılları arasındaki bin yıllık döneme. ait olan kalıntı ve buluntuları ile sağlamıştır. Bu dönem uygarlık tarihinin en önemli araştırmalarından birini, belki de en önemlisini yansıtmaktadır. Günümüzdeki kent uygarlığının ilk temellerinin atıldığı bu dönem, insanların göçebelikten köy yaşantısına, avcı ve toplayıcılıktan besin üretimine geçtikleri "Neolitik Devrim" olarak da bilinen teknolojik yaşam biçimi, beslenme ekonomist ve insan-doğal çevre ilişkilerinin tümü ile değiştiği Kültür Tarihi ile ilgili buluşlarla birçok "ilki" de içeren canlı ve ilginç bir dönemdir.


Çayönü tepesinde 1963 yılında İstanbul ve Chicago Üniversiteleri tarafından başlatılan çalışmalar günümüze kadar değişik uluslar ve bilim dallarından çok sayıda ummanın katılımıyla sürmüştür. Bu çalışmaların sonunda yakın doğunun bilinen en iyi korunmuş ve en eski büyük yerleşme yerlerinden biri ortaya çıkarılmıştır.
 
Geri
Top