Forumlar
Yeni Mesajlar
CerezExtra
EĞLENCE ↓
Şans Kurabiyesi
Renk Falınız
ÇerezRADYO
Sevgiliye Özel
ÇerezDERGİ
Hızlı Okuma Testleri
Pratik Çözümler
Yeniler
Yeni Mesajlar
Yeni ürünler
Yeni kaynaklar
Son Aktiviteler
İndir
En son incelemeler
Dükkan
Giriş
Kayıt
Yeniler
Yeni Mesajlar
Menu
Giriş
Kayıt
Uygulamayı yükle
Yükle
Forumlar
Tarih
Cumhuriyet Tarihi
2009 Yılının Dünyada ve Türkiye’de Önemli Dış Politika Gelişmeleri
JavaScript devre dışı bırakıldı. Daha iyi bir deneyim için, devam etmeden önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
You are using an out of date browser. It may not display this or other websites correctly.
You should upgrade or use an
alternative browser
.
Konuya cevap yaz
Mesaj
<blockquote data-quote="wien06" data-source="post: 257943" data-attributes="member: 4383"><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="color: Red">Türkiye İle Doğrudan İlgili Önemli Dış Politika Gelişmeleri</span></span></strong></p><p> </p><p> <strong>2009 yılı, Türkiye açısından oldukça yoğun bir dönem olarak tarihe geçti. 2009 yılının önemli dış politika olaylarını ABD, İsrail, Rusya, AB, Suriye, Irak, İran, Ermenistan, Azerbaycan, Enerji bağlantılı, Çin (Doğu Türkistan), Türk dünyası ve İslam ülkeleri ile ilişkiler başlığı altında incelemek mümkündür.</strong> </p><p> </p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="color: Blue">Türkiye – ABD İlişkileri:</span></span></strong> </p><p></p><p>ABD’nin Mart 2003’teki Irak müdahalesi ile adeta yerle bir olan Türk-Amerikan ilişkileri, 2007 yılı sonlarından itibaren düzelme yoluna girmişti. Ancak, ABD’nin Irak’tan çekilme süreci, Afganistan’a ilave asker talebi, İran’a olası bir yaptırımda Türkiye’ye duyulacak ihtiyaç, Ermenistan’ın dışa açılımda Türkiye ile ilişkilerinin düzeltilmesine ihtiyacı ve küresel ekonomik kriz sebebiyle ABD, hele de yeni ve Demokrat bir başkanla tüm ülkelere olduğu gibi, Türkiye’ye de “beyaz sayfa” açıyordu. Mart 2009’da Türkiye’ye gelen ABD Dışişleri bakanı Hillary Clinton, bir ay sonra Başkan Obama’nın geleceğini “müjdeledi.” 5-6 Nisan’da Türkiye’ye gelen, TBMM’de konuşma yaptırılarak onurlandırılan Obama, üç önemli istekte bulundu: (1) Ermenistan’la sınır kapılarının açılması, (2) Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin istediği Ruhban Okulu Yüksek Teoloji bölümünün açılması, (3) Afganistan’daki bizzat ABD’nin sorunlarında yardım, (4) Orta Doğu’nun kalıcı barışında Türkiye’nin katkısı, (5) Muhtemelen kapalı kapılar ardından Rusya, İran, Karadeniz, Orta Asya vb konularda istekler.</p><p> Türkiye bu isteklerden Ermenistan’la ilgili olanına önemli ölçüde destek verdi. 10 Ekim’de Zürich’te imzalanan metinle sınır kapılarının açılacağı taahhüt edildi. Ancak, Ermenistan-Azerbaycan arasındaki Dağlık-Karabağ sorunu çözülmeden metnin TBMM’ye gelebileceği kuşkulu. Buna karşılık Nisan 2009’da ABD Kongresi’nde de 1915 zorunlu göçünü “soykırım”la suçlama girişimi de Demoklesi’in kılıcı gibi tepede beklemektedir. Zaten 24 Nisan 2009’da ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, ABD’nin Ermeni soykırımını tanıma zamanının çoktan geldiğini söyledi. Obama da “Ermeni Anma Günü”ne ilişkin mesajında, Ermeni dilinde “büyük felaket” anlamına gelen “Meds Yeghern” terimini ve “Ölüme yürüyen 1.5 milyon Ermeni’yi anıyoruz” cümlesini kullandı. Bu tavır Türkiye’de tüm iktidar ve muhalefet pertileri tarafından (DTP dışında) “kabul edilemez” bulundu. </p><p> </p><p>ABD’nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, 19 Haziran’da NTV’de yaptığı açıklamada, Irak’taki ABD askerlerinin çekilmesi sırasında Türk limanlarının ya da askeri üslerinin kullanılması konusunda Türk yetkililerle teknik müzakerelere başladıklarını kaydetti.</p><p> </p><p>29 Temmuz’da Pew Global Attitudes Project adlı bir kuruluş tarafından yapılan bir kamuoyu araştırması, Başkan Barack Obama’nın seçilmesinin, ABD’nin Avrupa ve Müslüman çoğunluklu ülkeler dâhil dünyadaki duruşunda önemli bir ilerlemeye yol açtığını, ancak Türkiye’de sadece yüzde 2’lik bir artış kaydedebildiğini yazdı. Pew’e göre, Türkiye’de 1999-2000 yıllarında ABD taraftarlığı yüzde 52 idi. Ama sonra birden bu rakam 2002 yılında yüzde 30’a, 2003’te yüzde 15’e ve 2008’de de yüzde 12’ye kadar düşmüştü. Son anketlerde ise sadece yüzde 14’tür.</p><p> </p><p>ABD Federal İç Güvenlik Birimi FBI Başkanı Robert Mueller, 18 Kasım’da Ankara’da Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal ile görüştü. Mueller’in, bu ziyaretinde kara, hava, deniz ve demiryollarını kullanan şüphelilerin biyometrik bilgisini istediği, bu talebine Türkiye’nin “Avrupa ülkesiyiz, sadece şüphe üzerine bunu yapamayız!” cevabının verildiği ileri sürüldü. 2 Aralık’ta Mueller’i ABD’nin Avrasya Enerji Özel Temsilcisi Richard Morningstar izledi. Morningstar, Ankara’daki ziyaretinin ardından “İran bugün enerji projelerine katılabilecek konumda değil!” sözleriyle, Türkiye-İran enerji işbirliğine ABD’nin rıza göstermediğini ima etti. </p><p> </p><p>Ekim sonuna planlanan, ancak ABD’nin isteği ile ertelenen Obama-Erdoğan zirvesi 7 Aralık’ta Beyaz Saray/Washington’da gerçekleşti. Görüşme sonrası taraflar birbirlerine dostluk mesajları verdiler, ancak beklendiği gibi somut sonuçlara ulaşılamadı. Her iki tarafın da oldukça geniş kadrolarla katıldığı bu zirvede, taraflar birbirlerinden istekleri konusunda bir uzlaşma emaresi vermediler. Muhtemelen teknik heyet yeni uzlaşma zeminlerini hazırlayarak, yeni bir zirve tertipleyeceklerdir. Zirveyi, Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy’un merkeze dönme isteği de ayrıca gölgeledi. </p><p> </p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="color: blue">Türkiye – İsrail İlişkileri: </span></span></strong></p><p></p><p>- 29 Ocak 2009’da, Davos’taki “Gazze Paneli”nde, Başbakan Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında, kamuoyunda “one minute” olarak bilinen bir kriz yaşandı. Bu olay Türk-İsrail anlaşmazlığını tüm dünyanın gözleri önünde ortaya çıkardı. Olay sonrasında İsrail’de bazı yetkililer Türkiye’nin Arap-İsrail sorunlarının çözümünde bundan böyle “arabulucu” olamayacak kadar “taraf” olduğunu ileri sürdüler. Hemen arkasından 14 Şubat’ta İsrail’in Ankara Büyükelçisi çağrılarak nota verildi. Sebebi ise, İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı General Avi Mizrahi’nin 13.2.2009 tarihinde, Başbakan Erdoğan’ın, Davos’taki panelde “Siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz” sözlerini anımsatarak, “Erdoğan, aynaya baksın. Ermenileri katlettiler. Şimdi aynı şeyi Kürtlere yapıyorlar. Kıbrıs’ı da işgal ettiler!” şeklindeki sözleriydi.</p><p> </p><p>İsrail’de Benyamin Netanyahu, 3 Nisan’da “aşırı milliyetçi” Avigdor Lieberman’ın “İsrail Evimiz” partisi ve Ehud Barak’ın İşçi Partisi’ni de aldığı, 5 partili koalisyon hükümetini kurdu. Bu hükümet Gazze Şeridi’ne uygulanan ambargoyu sürdürdüğü gibi, Batı Şeria’da yeni yerleşim yerleri açma ve Golan Tepelerini Suriye’ye vermeme konusunda direnmekteydi. Bu konular ABD ve AB’de de tepki gördüğü gibi Türkiye tarafından da tepkiyle karşılandı. İki devletli bir oluşuma direnen, ya da kafasına göre bir sistem kuran Netanyahu hükümeti, hemen her vesileyle İsrail-Suriye arasındaki barış görüşmelerinde Türkiye’nin aracılığını “taraf” olduğu gerekçesiyle kabul etmeyeceklerini bildirdi. </p><p> </p><p>İsrail Sanayi, Ticaret ve Çalışma Bakanı Binyamin Ben-Eliezer, 23 Kasım tarihli İstanbul’daki Karma Ekonomi (KEK) Toplantısı sonrası Esenboğa Havaalanı’nda hem Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile, hem de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüştü. Bu gelişme Gazze Paneli sonrası iki ülke arasındaki ilk önemli adım idi. Daha sonra 18 Aralık’ta kapanışı yapılan BM Kopenhag İklim Zirvesi sırasında da İsrail Cumhurbaşkanı Peres, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüştü. 2010 yılı ilk aylarında da İsrail savunma bakanı Ehud Barak’ın Türkiye’yi ziyareti beklenmektedir. </p><p> </p><p>Türkiye, insansız hava aracı Heronların tedariki ve pek çok savunma sanayi konuları dahil İsrail’le sıkı ekonomik ilişkiler içerisindedir. Buna rağmen Türkiye-İsrail ilişkileri kopmamakla birlikte, adeta “lütfen” yürütülen ilişkiler haline gelmiştir.</p><p> </p><p><strong><span style="color: blue"><span style="font-size: 15px">Türkiye – Rusya İlişkileri:</span></span></strong> </p><p></p><p>Türkiye’nin itici güce soyunduğuNabucco ile Rusya’nın Güney Akım doğalgaz projelerinin neredeyse aynı ülkelere doğalgaz taşıyacak olmasıyla iki ülke çıkarları çatışan bir konum görünümündeyken, hele de Rusya’nın 2008 yılından beri Türk mallarını gümrüklerde bekletmeyi sürdürmesi yaşanırken, Ağustos ayı başlarında önemli bir gelişme gerçekleşti. Rusya Başbakanı Vladimir Putin Ankara’ya gelerek, içinde Samsun-Ceyhan petrol boru hattı, Güney Akım’ın Türk karasularından geçmesi ihtimaline karşı fizibilite çalışmaları, Türkiye’de nükleer santral kurma vb dahil pek çok konuda anlaşmalara imza atıldı. Birden bire Türkiye, Rusya’nın “stratejik ortağı” gibi nitelendirilmeye başlandı.</p><p> </p><p>Türkiye-Rusya ilişkilerinin bu aşamaya gelmesinde kuşkusuz, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin aldığı yol kadar, Rusya-ABD ilişkilerinin geldiği seviye, NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin dondurulması ve Karadeniz’deki örtüşen çıkarlar da önemli rol oynamıştı. Bir diğer önemli husus da, Rusya’nın Ukrayna’yı, Türkiye marifetiyle yola getirme düşüncesi olabilir.</p><p> </p><p><strong><span style="color: blue"><span style="font-size: 15px">Türkiye – Suriye İlişkileri: </span></span></strong></p><p></p><p>Eylül 1998’de Kara Kuvvetleri komutanı Atilla Ateş’in Reyhanlı’da, Suriye’nin PKK terör örgütü elebaşısı Abudullah Öcalan’a erdiği destek ve himaye sebebiyle tehdit edici konuşmasından sonra iki ülke ilişkileri dostu düşmanı kıskandıracak kadar çok gelişti. Kasım 1998’de Adana Mutabakatı ile imza altına alınan karşılıklı taahhütler, Hafız Esad’ın cenaze törenine dönemin Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in katılmasıyla dostluk temalarına yer açtı. Bundan sonra Türkiye’de tüm devlet adamları gibi, Suriye’deki Beşşar Esad yönetimi de iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi yönünde kararlılıklarını sürdürdüler. Bu kararlılık sonucu Türkiye-Suriye “Stratejik İşbirliği”ni doğurdu. Türkiye ile Suriye 13 Ekim 2009’da Suriye-Türkiye Stratejik İşbirliği toplantısı Türkiye’den 10, Suriye’den 15 bakanın katılımıyla önce Halep’te gerçekleşti. Ardından Türkiye-Suriye sınırında vize muafiyeti anlaşması imzalandı. Daha sonra da iki ülkenin heyetleri Gaziantep’te toplantıyı devam ettirdi. 40 civarında anlaşma ve mutabakat metni imzalandı.</p><p> </p><p>22-23 Aralık 2009 tarihlerinde ise Başbakan R. Tayyip Erdoğan, beraberindeki geniş bir bakanlar gurubu ile Suriye’yi ziyaret etti. Başbakanın katıldığı bu ilk “Stratejik İşbirliği Konseyi” ile Suriye-Türkiye ilişkilerinde yeni adımlar atıldı, 51 yeni anlaşma metni imzalandı.</p><p> </p><p>Suriye, Türkiye’ye olan güvenini hemen her alanda sürdürdüğünü gösterdi. Bunlardan biri de, Fransa’nın Suriye-İsrail arasında aracılık girişimlerinde ısrarla Türkiye’yi de istemekle göstermektedir.</p><p> </p><p><strong><span style="color: blue"><span style="font-size: 15px">Türkiye – Irak İlişkileri: </span></span></strong></p><p></p><p>İlki 31 Ocak, ikincisi 25 Temmuz’da olmak üzere Irak’ta iki mahalli seçim yapıldı. İlki Erbil, Süleymaniye, Dohuk ve statüsü belli olmayan Kerkük dışındaki 14 ilde yerel meclisler için yapılan seçim sonuçlarına göre, genelde Merkezi hükümetin ağırlık kazandığı, bazı yerlerde Sünni Arapların devreye girdiği, Musul ve Telafer’de bölgesel Kürt yönetiminin kayıp verdiği görüldü. 25 Temmuzda sadece Irak Kuzey Yönetimine ait Erbil, Dohuk ve Süleymaniye’de yapılan mahalli seçimlerde KDP-KYP koalisyonu bir önceki seçimlere göre 19 kayıpla 59 milletvekili çıkarabildi. “Değişim (Goran)” ile “Hizmet ve Reform” koalisyonları ciddi muhalefet olarak ortaya çıktı. KDP-KYP yüzde 59’luk oy alırken, bölge başkanlığına yüzde 69 oyla seçilen Mesut Barzani, KYP’nin kan kaybettiği Süleymaniye’de Değişimin adayı Kemal Muratlı’nın gerisinde kaldı. </p><p> </p><p>ABD’nin kent ve köylerden çekilmeye başlamasıyla birlikte Merkezi Hükümeti hedef alan terör olaylarında artış yaşandı. </p><p> </p><p>16-22 Mart tarihlerinde İstanbul’daki “Su Forumu”na katılan Irak Cumhurbaşkanı Talabani’nin ardından, 23-24 Mart tarihlerinde de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Irak’ı ziyaret etti. Cumhurbaşkanı Gül Bağdat’ta Irak Cumhurbaşkanı’na ilaveten Başbakan el-Maliki ve Irak Kuzey Yönetimi “Başbakanı” Neçirvan Barzani ile de görüştü. </p><p> </p><p>Irak’ta devlet adamları PKK’nın rahatsızlığını sıkça dile getirdiler. Bunlardan Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi, El-Hurra televizyonuna yaptığı açıklamada, PKK’nın Irak ve Türkiye’nin çıkarlarına zarar verdiğini belirterek, “Ya PKK işini bitirmeliyiz ya da Türkiye’nin bölgede askeri üs kurmasına izin verip dağların temizlenmesine fırsat tanımalıyız” dedi. Haşimi Türkiye ziyareti sırasında Haziran’da da Irak’taki Kürt liderlerin PKK’ya silah bırakma çağrısı yapacakları konusunda kendisine söz verdiklerini belirterek, “PKK’lılara iki seçenek kalıyor; ya silah bırakacaklar ya da Irak’ı terk edecekler. Çünkü PKK, Türkiye’nin canını yaktığı gibi Irak’a da zarar veriyor” dedi. Cumhurbaşkanı Talabani de Mart 2009’da İstanbul’dakine benzer ifadeleri Nisan ayında tekrarlayarak, “PKK’nın silah bırakması bu örgütün teslim olacağı anlamına gelmez, siyasi sürecin başlaması anlamına gelir. Eğer PKK silahla devam edecekse bunu gidip kendi ülkelerinin topraklarında yapsınlar” dedi. Bu konuda Ekim 2009’da Irak Kuzey Yönetimi Lideri Mesut Barzani, kendisiyle yapılan bir mülakatta “PKK’nın silah bırakması” gerektiğini söyledi. Barzani ayrıca, aynı gazetecinin 1993 ve 2003 tarihlerinde sorduğu “Kürt devleti kurmak istiyor musunuz?” şeklindeki soruya, ilk kez “birlikte kardeşçe yaşayabiliriz” şeklinde kaçamak bir cevap verdiği ileri sürüldü.</p><p> </p><p>Mayıs 2009’da, Irak’taki işgal kuvvetlerinin arananlar listesinin üst sıralarında yer alan ve Şii direnişin sembol ismi olan Mukteda el-Sadr, sığındığı İran’dan Türkiye’ye getirildi. El-Sadr Türkiye’de, Başbakan Erdoğan dahil üst düzey görüşmelerde bulundu. </p><p> </p><p>Aynı ayın ortalarında Türkiye’nin Fırat ve Dicle’nin sularından verilen suyun azlığını bahane eden Iraklı milletvekilleri, su meselesinin Ankara ile yapılan bütün anlaşmalarda yer alması kararını aldılar. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, 22 Haziran’da Irak Elektik Bakanı Kerim Vahid Hasan’ı kabulünün ardından günlük 400 ile 600-650, aylık bazda ise 500 metreküp/saniyenin altına düşmeyecek şekilde bir uzlaşma sağlandığını bildirdi. Irak’ın isteği üzerine 3 Eylül’de Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Irak Su ve Doğal Kaynaklar Bakanı Abdüllatif Jamal Rasheed ile Suriye Sulama Bakanı Nader Al Bounni ile heyetlerinin katılımıyla, İstanbul’da bir “Su zirvesi” yapıldı. </p><p> </p><p>“Türkiye-Irak 1. Stratejik İşbirliği Konseyi Toplantısı” 17-18 Eylül tarihlerinde İstanbul’da yapıldı. İki ülkenin dışişleri bakanlarının başkanlık ettiği toplantıda 40’ın üzerinde anlaşma, mutabakat metni imzalandı, ya da mutabakata varıldı. Bunu 15 Ekim’deki Başbakan R. Tayyip Erdoğan ve beraberindeki 9 bakanın Bağdat’ta Iraklı makamdaşlarıyla, başbakan düzeyindeki ilk “Stratejik İşbirliği Konseyi” toplantısı izledi. Taraflar 48 anlaşma-mutabakat metni imzaladı. Habur’a ilaveten iki ayrı sınır kapısı daha açılması kararlaştırıldı. Ekim sonunda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın Irak ziyareti sırasında Basra ve Musul başkonsoloslukları açıldı. </p><p> </p><p>Irak-Türkiye ilişkilerinde pek çok husus düzgün gitmekle birlikte, Irak kuzey Yönetimine ait bölgede yuvalanan PKK terör örgütü ile Irak Kuzey Yönetimi, zaman zaman Türkiye’yi endişelendirmektedir. Bunlardan biri 22 Kasım’da Barzani’nin, “birleşik bir Kürt ordusu” oluşturmak istediğini belirtmesiyle yaşandı. ABD askeri delegasyonuyla yapılan görüşmeler sonucunda dillendirilen bu istek, kuşkusuz Irak merkezi hükümeti kadar Türkiye’nin de hoşuna gitmedi.</p><p> </p><p>Irak’la stratejik işbirliği konseyi işletilmesine, kısa-orta ve uzun vadede örtüşen çıkarları gözeten anlaşmalar yapılmış olmasına rağmen, iç istikrar sağlanamaması halinde, bu işbirliğini sağlamak pek kolay olmayacaktır. Merkezi Hükümeti yıpratmak için ivme kazanan ülkedeki terör sebebiyle 25 Ağustos’tan itibaren Suriye ile ilişkiler bozulmuş, Şam büyükelçisi merkeze çekilmiştir. Türkiye, istek üzerine birkaç kez yalnız ve Mısır’la birlikte aracılık yaparak, iki ülke ilişkilerini düzeltmeye çalışmıştır. Ancak, bu konuda henüz önemli bir ilerleme de sağlanabilmiş değildir.</p><p> </p><p>Önceleri Ocak 2010’da yapılması planlanan Irak Genel Seçimleri, Cumhurbaşkanı 1. Yardımcısı Haşimi’nin seçim sistemiyle ilgili vetosu üzerine gecikti ve Mart 2010 ayı içerisine ertelendi. Irak’ta, bilhassa kuzeydeki yeni petrol ve doğalgaz kaynaklarının işletilmesi için yabancı petrol şirketleriyle anlaşmalar peş peşe yapılmaktadır. Muhtemelen doğalgazın önemli bir miktarı da Türkiye üzerinden Avrupa’ya ve Türkiye’ye nakledilecektir. Irak’ın yenilenen ve bilhassa kuzeyde eksik olan altyapı inşaatında Türk firmaları en şanslı firmalar arasında yer almaktadırlar. Türkiye ile geliştirilecek ekonomik ve ticari ilişkiler, Türkiye’den çok Irak’ın, bilhassa da Irak Kuzey Yönetimi’nin yararına olacaktır. </p><p> </p><p>Burada en önemli hendikaplardan biri de, Kerkük’ün statüsü konusunda Irak kuzey yönetimi, Merkezi Hükümet ve Türkiye-İran arasındaki görüş farklılığıdır. Kuzey Yönetimi, petrol ve doğalgaz zengini Kerkük’ün kendilerine ait olduğu konusunda ısrarlarını sürdürmekte, bu konuda BM’nin önerisini de dikkate almamaktadırlar. Bu iddianın sürmesi halinde Merkezi hükümet ile kuzey yönetimi arasındaki gerilimin çatışmaya dönüşme ihtimali büyüktür. Bu düşünceden hareketle bölgeyle ilgili bazı senaryolar üretilirken, burada Türkiye’ye de rol biçilmeye çalışılmaktadır. Bunlardan biri de Temmuz ayı başlarında açıklandı. Merkezi Brüksel’de bulunan Amerikan düşünce kuruluşu Uluslararası Kriz Grubu’nun (ICG) “Irak ve Kürtler” başlıklı raporunda, Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin, komşularına ve Bağdat yönetimine karşı ABD’nin koruyuculuğunu kaybetme ihtimali karşısında tek gerçekçi alternatif olan Türkiye’ye yöneldiği belirtildi. Bu haberin hemen ardından Dışişleri Bakanlığı’nca, Türkiye’nin “Irak’ın toprak bütünlüğüne önem verdiği” bir kaz daha vurgulanarak, böylesi bir senaryoya dahil olunmayacağı açıkça belirtildi.</p><p> </p><p>İç istikrarı sağlayabilen Irak’la Türkiye’nin ilişkileri iki tarafı da memnun edebilecek düzeyde şekillenebilir. Ancak, bu “Stratejik İşbirliği”nden rahatsız olabilecek iç ve dış mihraklar, bir taraftan iki ülke arasına nifak sokmak isteyebileceği gibi, kolay yoldan Irak’ın iç istikrarını da bozmak isteyebileceklerdir. Burada da Irak Merkezi Hükümeti’ne daha dikkatli olması yönünde büyük görevler düşmektedir.</p><p> </p><p>Irak’ın geleceği ile ilgili en önemli göstergelerden birini de Mart 2010’da yapılacak genel seçimler belirleyecektir. Seçimlerin sonucunda üzerinde uzlaşma sağlanan ve nispeten kuvvetli bir merkezi hükümetin kurulması halinde Irak’ın iç istikrarı yakalaması da kolaylaşacaktır. Böyle bir durumda Türkiye-Irak ilişkileri de daha sağlam adımlarla mesafe kat edebilecektir.</p><p> </p><p><strong><span style="color: blue"><span style="font-size: 15px">Türkiye – İran İlişkileri:</span></span></strong> </p><p></p><p>Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler Cumhurbaşkanı Hatemi döneminde düzelme yoluna girmiş, ABD’nin Irak müdahalesi üzerine de düzelme yönünde önemli bir ivme kazanılmıştır. ABD’nin Irak Kuzeyi ile ilgili politikaları (Barzani yönetimine güvence, Kerkük’ün statüsü) ve PKK ile PJAK konusundaki duyarsızlığı, hatta PJAK’a 2007 yılı sonlarına kadar destek vermesi gibi hususlar, Türkiye ile İran’ın bölgeyle ilgili çıkarlarının örtüşmesine sebebiyet verdi. Üstelik ABD’deki George W. Bush ve “Yeni Muhafazakar” yönetimin 11 Eylül 2001 olaylarından sonra Müslümanları “potansiyel terörist” gibi görme yanlışlıkları da bunlara eklenince, hele de “mazlum” rolündeki İran’ın üzerine bilhassa Mahmud Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığı döneminde yüklenilince, Türkiye-İran yakınlaşması daha da hızlandı. İran nüfusunun yarıya yakınının Türk (Azerbaycan Türkü, Türkmenler ve Kaşkay Türkleri) dikkate alındığında, bunun geç kalınmış bir vuslat olduğu dahi söylenmektedir.</p><p> </p><p>Orta Doğu’da İsrail’in haritadan silinmesi gerektiğini ileri süren Ahmedinejad yanında, İran’ın 2004 yılından itibaren nükleer silah üretme çabası içerisinde bulunduğu kuşkusu sebebiyle, 1979 yılında İran İslam Devrimi’yle başlayan İran-ABD gerilimi neredeyse 2007 yılı sonlarında savaşa sebebiyet verecek kadar tırmanmıştı. Bu arada İsrail’in tek başına, ya da ABD ile birlikte en azından nükleer tesisleri havadan vuracak mahdut ölçüde bir harekat yapma ihtimali hala canlılığını sürdürmektedir. Öte yandan ABD de, BM Atom Enerjisi Ajansı vasıtasıyla İran’daki tesisleri denetlettirmeye özen göstermekte, İran’ın hemen her itirazında, ya da “kaçak güreşinde” BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerini ikna edebildiği ölçüde İran’a yaptırımlar getirtmektedir. Buna rağmen, gelinen güne kadar İran geri adım atmamıştır. Birkaç kez bölgeyi ve hatta dünyayı nükleer silahlardan arındırma teklifi yapan İran bu isteğine 2009 yılı içerisinde Başbakan R. Tayyip Erdoğan’dan olumlu bir cevap alabilmiştir. Birkaç kez nükleer silah üretmediklerini ileri süren İran, nükleer enerji tesisleri için gereken zenginleştirilmiş uranyumun takas ve depolanmasının Türkiye üzerinden yapılmasını “egemenliğine aykırı” bulduğu için reddetmişse de, Aralık 2009 sonlarına doğru bu konuda biraz yumuşama emareleri göstermiştir. Ancak, bir sonraki adımda İran’ın hangi adımı atacağı da soru işaretleriyle doludur. Buna karşılık BM Güvenlik konseyi de yaptırımlar konusunda bir derece daha şiddeti artırmanın işaretlerini vermiştir.</p><p> </p><p>Türkiye İran ilişkilerinde ABD-İran ilişkileri belirleyici faktördür. Nabucco doğalgaz boru hattının eksik gazının tamamlanarak verimli bir hat haline getirilebilmesi için mutlaka İran gazına ihtiyaç vardır. Türkiye İran’da çeşitli bölgelerde petrol ve doğalgaz araması yapmak için de anlaşma yapmıştır. Buna karşılık ABD’den de “onay” çıkmamıştır. 12 Haziran Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tüm dünyada “şaibe” uyandıran bir şekilde yeniden seçilen Ahmedinejad döneminde de ABD-İran ilişkilerinin düzelebileceğine ihtimal verilmemektedir. Dolayısıyla 28 Şubat 2009’da Tahran’daki Ekonomik İşbirliği Teşkilatı toplantısı sırasında Ahmedinejad tarafından dillendirilen İran, Türkiye, Irak ve Suriye arasında dörtlü işbirliği kurularak, kalıcı barış ve pekişecek kardeşliğin sağlanması mümkün olamayacak kadar açıktır. Zaten İsrail’in kuzeyinde ve Türkiye bir tarafa bırakılacak olursa tarihi Hasımlardan (İran, Irak ve Suriye) bir “Kuzey Kuşağı”nın oluşumu ne İsrail, ne de ABD tarafından arzu edilecek bir gelişme değildir. Üstelik bölgenin dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip olması da istikrarsızlığı tetiklerken, Ahmedinejad’ın dört ülkenin “kardeşçe” yaşaması dileğinin “masumane ve içten” olduğu algılansa bile, bu gelişmeye başka mihrakların rıza göstermeyecekleri de açıktır.</p><p> </p><p>Tüm bu olumsuzluklara rağmen, İran-Türkiye ilişkileri bir kenara bırakılamayacak kadar önemli ve hayatidir. İran hem bir enerji hammadde kaynağı ülke, hem de komşudur. Dış ticaretin en az maliyetle yapılabileceği bir komşu ülke olmasının yanı sıra, “dost ve kardeş” olmayı gerekli kılan gerçek Kardeş Türk unsuruna da sahiptir. Türk dünyası-Türkiye arasındaki önemli kara ulaşım hatlarını barındırmaktadır. Kuşkusuz İranlı Türklerin de devletin üst düzey görevlere (Ruhani lider, Cumhurbaşkanı, Yüksek İstişare Organı Başkanı, Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı, Petrol Bakanı vb.) istihdamı halinde, iki milletin birbirlerine olan yakınlığı daha da artabilecektir. Buna da ihtiyaç vardır.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="wien06, post: 257943, member: 4383"] [B][SIZE=4][COLOR="Red"]Türkiye İle Doğrudan İlgili Önemli Dış Politika Gelişmeleri[/COLOR][/SIZE][/B] [B]2009 yılı, Türkiye açısından oldukça yoğun bir dönem olarak tarihe geçti. 2009 yılının önemli dış politika olaylarını ABD, İsrail, Rusya, AB, Suriye, Irak, İran, Ermenistan, Azerbaycan, Enerji bağlantılı, Çin (Doğu Türkistan), Türk dünyası ve İslam ülkeleri ile ilişkiler başlığı altında incelemek mümkündür.[/B] [B][SIZE=4][COLOR="Blue"]Türkiye – ABD İlişkileri:[/COLOR][/SIZE][/B] ABD’nin Mart 2003’teki Irak müdahalesi ile adeta yerle bir olan Türk-Amerikan ilişkileri, 2007 yılı sonlarından itibaren düzelme yoluna girmişti. Ancak, ABD’nin Irak’tan çekilme süreci, Afganistan’a ilave asker talebi, İran’a olası bir yaptırımda Türkiye’ye duyulacak ihtiyaç, Ermenistan’ın dışa açılımda Türkiye ile ilişkilerinin düzeltilmesine ihtiyacı ve küresel ekonomik kriz sebebiyle ABD, hele de yeni ve Demokrat bir başkanla tüm ülkelere olduğu gibi, Türkiye’ye de “beyaz sayfa” açıyordu. Mart 2009’da Türkiye’ye gelen ABD Dışişleri bakanı Hillary Clinton, bir ay sonra Başkan Obama’nın geleceğini “müjdeledi.” 5-6 Nisan’da Türkiye’ye gelen, TBMM’de konuşma yaptırılarak onurlandırılan Obama, üç önemli istekte bulundu: (1) Ermenistan’la sınır kapılarının açılması, (2) Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin istediği Ruhban Okulu Yüksek Teoloji bölümünün açılması, (3) Afganistan’daki bizzat ABD’nin sorunlarında yardım, (4) Orta Doğu’nun kalıcı barışında Türkiye’nin katkısı, (5) Muhtemelen kapalı kapılar ardından Rusya, İran, Karadeniz, Orta Asya vb konularda istekler. Türkiye bu isteklerden Ermenistan’la ilgili olanına önemli ölçüde destek verdi. 10 Ekim’de Zürich’te imzalanan metinle sınır kapılarının açılacağı taahhüt edildi. Ancak, Ermenistan-Azerbaycan arasındaki Dağlık-Karabağ sorunu çözülmeden metnin TBMM’ye gelebileceği kuşkulu. Buna karşılık Nisan 2009’da ABD Kongresi’nde de 1915 zorunlu göçünü “soykırım”la suçlama girişimi de Demoklesi’in kılıcı gibi tepede beklemektedir. Zaten 24 Nisan 2009’da ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, ABD’nin Ermeni soykırımını tanıma zamanının çoktan geldiğini söyledi. Obama da “Ermeni Anma Günü”ne ilişkin mesajında, Ermeni dilinde “büyük felaket” anlamına gelen “Meds Yeghern” terimini ve “Ölüme yürüyen 1.5 milyon Ermeni’yi anıyoruz” cümlesini kullandı. Bu tavır Türkiye’de tüm iktidar ve muhalefet pertileri tarafından (DTP dışında) “kabul edilemez” bulundu. ABD’nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, 19 Haziran’da NTV’de yaptığı açıklamada, Irak’taki ABD askerlerinin çekilmesi sırasında Türk limanlarının ya da askeri üslerinin kullanılması konusunda Türk yetkililerle teknik müzakerelere başladıklarını kaydetti. 29 Temmuz’da Pew Global Attitudes Project adlı bir kuruluş tarafından yapılan bir kamuoyu araştırması, Başkan Barack Obama’nın seçilmesinin, ABD’nin Avrupa ve Müslüman çoğunluklu ülkeler dâhil dünyadaki duruşunda önemli bir ilerlemeye yol açtığını, ancak Türkiye’de sadece yüzde 2’lik bir artış kaydedebildiğini yazdı. Pew’e göre, Türkiye’de 1999-2000 yıllarında ABD taraftarlığı yüzde 52 idi. Ama sonra birden bu rakam 2002 yılında yüzde 30’a, 2003’te yüzde 15’e ve 2008’de de yüzde 12’ye kadar düşmüştü. Son anketlerde ise sadece yüzde 14’tür. ABD Federal İç Güvenlik Birimi FBI Başkanı Robert Mueller, 18 Kasım’da Ankara’da Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal ile görüştü. Mueller’in, bu ziyaretinde kara, hava, deniz ve demiryollarını kullanan şüphelilerin biyometrik bilgisini istediği, bu talebine Türkiye’nin “Avrupa ülkesiyiz, sadece şüphe üzerine bunu yapamayız!” cevabının verildiği ileri sürüldü. 2 Aralık’ta Mueller’i ABD’nin Avrasya Enerji Özel Temsilcisi Richard Morningstar izledi. Morningstar, Ankara’daki ziyaretinin ardından “İran bugün enerji projelerine katılabilecek konumda değil!” sözleriyle, Türkiye-İran enerji işbirliğine ABD’nin rıza göstermediğini ima etti. Ekim sonuna planlanan, ancak ABD’nin isteği ile ertelenen Obama-Erdoğan zirvesi 7 Aralık’ta Beyaz Saray/Washington’da gerçekleşti. Görüşme sonrası taraflar birbirlerine dostluk mesajları verdiler, ancak beklendiği gibi somut sonuçlara ulaşılamadı. Her iki tarafın da oldukça geniş kadrolarla katıldığı bu zirvede, taraflar birbirlerinden istekleri konusunda bir uzlaşma emaresi vermediler. Muhtemelen teknik heyet yeni uzlaşma zeminlerini hazırlayarak, yeni bir zirve tertipleyeceklerdir. Zirveyi, Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy’un merkeze dönme isteği de ayrıca gölgeledi. [B][SIZE=4][COLOR="blue"]Türkiye – İsrail İlişkileri: [/COLOR][/SIZE][/B] - 29 Ocak 2009’da, Davos’taki “Gazze Paneli”nde, Başbakan Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında, kamuoyunda “one minute” olarak bilinen bir kriz yaşandı. Bu olay Türk-İsrail anlaşmazlığını tüm dünyanın gözleri önünde ortaya çıkardı. Olay sonrasında İsrail’de bazı yetkililer Türkiye’nin Arap-İsrail sorunlarının çözümünde bundan böyle “arabulucu” olamayacak kadar “taraf” olduğunu ileri sürdüler. Hemen arkasından 14 Şubat’ta İsrail’in Ankara Büyükelçisi çağrılarak nota verildi. Sebebi ise, İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı General Avi Mizrahi’nin 13.2.2009 tarihinde, Başbakan Erdoğan’ın, Davos’taki panelde “Siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz” sözlerini anımsatarak, “Erdoğan, aynaya baksın. Ermenileri katlettiler. Şimdi aynı şeyi Kürtlere yapıyorlar. Kıbrıs’ı da işgal ettiler!” şeklindeki sözleriydi. İsrail’de Benyamin Netanyahu, 3 Nisan’da “aşırı milliyetçi” Avigdor Lieberman’ın “İsrail Evimiz” partisi ve Ehud Barak’ın İşçi Partisi’ni de aldığı, 5 partili koalisyon hükümetini kurdu. Bu hükümet Gazze Şeridi’ne uygulanan ambargoyu sürdürdüğü gibi, Batı Şeria’da yeni yerleşim yerleri açma ve Golan Tepelerini Suriye’ye vermeme konusunda direnmekteydi. Bu konular ABD ve AB’de de tepki gördüğü gibi Türkiye tarafından da tepkiyle karşılandı. İki devletli bir oluşuma direnen, ya da kafasına göre bir sistem kuran Netanyahu hükümeti, hemen her vesileyle İsrail-Suriye arasındaki barış görüşmelerinde Türkiye’nin aracılığını “taraf” olduğu gerekçesiyle kabul etmeyeceklerini bildirdi. İsrail Sanayi, Ticaret ve Çalışma Bakanı Binyamin Ben-Eliezer, 23 Kasım tarihli İstanbul’daki Karma Ekonomi (KEK) Toplantısı sonrası Esenboğa Havaalanı’nda hem Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile, hem de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüştü. Bu gelişme Gazze Paneli sonrası iki ülke arasındaki ilk önemli adım idi. Daha sonra 18 Aralık’ta kapanışı yapılan BM Kopenhag İklim Zirvesi sırasında da İsrail Cumhurbaşkanı Peres, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüştü. 2010 yılı ilk aylarında da İsrail savunma bakanı Ehud Barak’ın Türkiye’yi ziyareti beklenmektedir. Türkiye, insansız hava aracı Heronların tedariki ve pek çok savunma sanayi konuları dahil İsrail’le sıkı ekonomik ilişkiler içerisindedir. Buna rağmen Türkiye-İsrail ilişkileri kopmamakla birlikte, adeta “lütfen” yürütülen ilişkiler haline gelmiştir. [B][COLOR="blue"][SIZE=4]Türkiye – Rusya İlişkileri:[/SIZE][/COLOR][/B] Türkiye’nin itici güce soyunduğuNabucco ile Rusya’nın Güney Akım doğalgaz projelerinin neredeyse aynı ülkelere doğalgaz taşıyacak olmasıyla iki ülke çıkarları çatışan bir konum görünümündeyken, hele de Rusya’nın 2008 yılından beri Türk mallarını gümrüklerde bekletmeyi sürdürmesi yaşanırken, Ağustos ayı başlarında önemli bir gelişme gerçekleşti. Rusya Başbakanı Vladimir Putin Ankara’ya gelerek, içinde Samsun-Ceyhan petrol boru hattı, Güney Akım’ın Türk karasularından geçmesi ihtimaline karşı fizibilite çalışmaları, Türkiye’de nükleer santral kurma vb dahil pek çok konuda anlaşmalara imza atıldı. Birden bire Türkiye, Rusya’nın “stratejik ortağı” gibi nitelendirilmeye başlandı. Türkiye-Rusya ilişkilerinin bu aşamaya gelmesinde kuşkusuz, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin aldığı yol kadar, Rusya-ABD ilişkilerinin geldiği seviye, NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin dondurulması ve Karadeniz’deki örtüşen çıkarlar da önemli rol oynamıştı. Bir diğer önemli husus da, Rusya’nın Ukrayna’yı, Türkiye marifetiyle yola getirme düşüncesi olabilir. [B][COLOR="blue"][SIZE=4]Türkiye – Suriye İlişkileri: [/SIZE][/COLOR][/B] Eylül 1998’de Kara Kuvvetleri komutanı Atilla Ateş’in Reyhanlı’da, Suriye’nin PKK terör örgütü elebaşısı Abudullah Öcalan’a erdiği destek ve himaye sebebiyle tehdit edici konuşmasından sonra iki ülke ilişkileri dostu düşmanı kıskandıracak kadar çok gelişti. Kasım 1998’de Adana Mutabakatı ile imza altına alınan karşılıklı taahhütler, Hafız Esad’ın cenaze törenine dönemin Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in katılmasıyla dostluk temalarına yer açtı. Bundan sonra Türkiye’de tüm devlet adamları gibi, Suriye’deki Beşşar Esad yönetimi de iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi yönünde kararlılıklarını sürdürdüler. Bu kararlılık sonucu Türkiye-Suriye “Stratejik İşbirliği”ni doğurdu. Türkiye ile Suriye 13 Ekim 2009’da Suriye-Türkiye Stratejik İşbirliği toplantısı Türkiye’den 10, Suriye’den 15 bakanın katılımıyla önce Halep’te gerçekleşti. Ardından Türkiye-Suriye sınırında vize muafiyeti anlaşması imzalandı. Daha sonra da iki ülkenin heyetleri Gaziantep’te toplantıyı devam ettirdi. 40 civarında anlaşma ve mutabakat metni imzalandı. 22-23 Aralık 2009 tarihlerinde ise Başbakan R. Tayyip Erdoğan, beraberindeki geniş bir bakanlar gurubu ile Suriye’yi ziyaret etti. Başbakanın katıldığı bu ilk “Stratejik İşbirliği Konseyi” ile Suriye-Türkiye ilişkilerinde yeni adımlar atıldı, 51 yeni anlaşma metni imzalandı. Suriye, Türkiye’ye olan güvenini hemen her alanda sürdürdüğünü gösterdi. Bunlardan biri de, Fransa’nın Suriye-İsrail arasında aracılık girişimlerinde ısrarla Türkiye’yi de istemekle göstermektedir. [B][COLOR="blue"][SIZE=4]Türkiye – Irak İlişkileri: [/SIZE][/COLOR][/B] İlki 31 Ocak, ikincisi 25 Temmuz’da olmak üzere Irak’ta iki mahalli seçim yapıldı. İlki Erbil, Süleymaniye, Dohuk ve statüsü belli olmayan Kerkük dışındaki 14 ilde yerel meclisler için yapılan seçim sonuçlarına göre, genelde Merkezi hükümetin ağırlık kazandığı, bazı yerlerde Sünni Arapların devreye girdiği, Musul ve Telafer’de bölgesel Kürt yönetiminin kayıp verdiği görüldü. 25 Temmuzda sadece Irak Kuzey Yönetimine ait Erbil, Dohuk ve Süleymaniye’de yapılan mahalli seçimlerde KDP-KYP koalisyonu bir önceki seçimlere göre 19 kayıpla 59 milletvekili çıkarabildi. “Değişim (Goran)” ile “Hizmet ve Reform” koalisyonları ciddi muhalefet olarak ortaya çıktı. KDP-KYP yüzde 59’luk oy alırken, bölge başkanlığına yüzde 69 oyla seçilen Mesut Barzani, KYP’nin kan kaybettiği Süleymaniye’de Değişimin adayı Kemal Muratlı’nın gerisinde kaldı. ABD’nin kent ve köylerden çekilmeye başlamasıyla birlikte Merkezi Hükümeti hedef alan terör olaylarında artış yaşandı. 16-22 Mart tarihlerinde İstanbul’daki “Su Forumu”na katılan Irak Cumhurbaşkanı Talabani’nin ardından, 23-24 Mart tarihlerinde de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Irak’ı ziyaret etti. Cumhurbaşkanı Gül Bağdat’ta Irak Cumhurbaşkanı’na ilaveten Başbakan el-Maliki ve Irak Kuzey Yönetimi “Başbakanı” Neçirvan Barzani ile de görüştü. Irak’ta devlet adamları PKK’nın rahatsızlığını sıkça dile getirdiler. Bunlardan Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi, El-Hurra televizyonuna yaptığı açıklamada, PKK’nın Irak ve Türkiye’nin çıkarlarına zarar verdiğini belirterek, “Ya PKK işini bitirmeliyiz ya da Türkiye’nin bölgede askeri üs kurmasına izin verip dağların temizlenmesine fırsat tanımalıyız” dedi. Haşimi Türkiye ziyareti sırasında Haziran’da da Irak’taki Kürt liderlerin PKK’ya silah bırakma çağrısı yapacakları konusunda kendisine söz verdiklerini belirterek, “PKK’lılara iki seçenek kalıyor; ya silah bırakacaklar ya da Irak’ı terk edecekler. Çünkü PKK, Türkiye’nin canını yaktığı gibi Irak’a da zarar veriyor” dedi. Cumhurbaşkanı Talabani de Mart 2009’da İstanbul’dakine benzer ifadeleri Nisan ayında tekrarlayarak, “PKK’nın silah bırakması bu örgütün teslim olacağı anlamına gelmez, siyasi sürecin başlaması anlamına gelir. Eğer PKK silahla devam edecekse bunu gidip kendi ülkelerinin topraklarında yapsınlar” dedi. Bu konuda Ekim 2009’da Irak Kuzey Yönetimi Lideri Mesut Barzani, kendisiyle yapılan bir mülakatta “PKK’nın silah bırakması” gerektiğini söyledi. Barzani ayrıca, aynı gazetecinin 1993 ve 2003 tarihlerinde sorduğu “Kürt devleti kurmak istiyor musunuz?” şeklindeki soruya, ilk kez “birlikte kardeşçe yaşayabiliriz” şeklinde kaçamak bir cevap verdiği ileri sürüldü. Mayıs 2009’da, Irak’taki işgal kuvvetlerinin arananlar listesinin üst sıralarında yer alan ve Şii direnişin sembol ismi olan Mukteda el-Sadr, sığındığı İran’dan Türkiye’ye getirildi. El-Sadr Türkiye’de, Başbakan Erdoğan dahil üst düzey görüşmelerde bulundu. Aynı ayın ortalarında Türkiye’nin Fırat ve Dicle’nin sularından verilen suyun azlığını bahane eden Iraklı milletvekilleri, su meselesinin Ankara ile yapılan bütün anlaşmalarda yer alması kararını aldılar. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, 22 Haziran’da Irak Elektik Bakanı Kerim Vahid Hasan’ı kabulünün ardından günlük 400 ile 600-650, aylık bazda ise 500 metreküp/saniyenin altına düşmeyecek şekilde bir uzlaşma sağlandığını bildirdi. Irak’ın isteği üzerine 3 Eylül’de Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Irak Su ve Doğal Kaynaklar Bakanı Abdüllatif Jamal Rasheed ile Suriye Sulama Bakanı Nader Al Bounni ile heyetlerinin katılımıyla, İstanbul’da bir “Su zirvesi” yapıldı. “Türkiye-Irak 1. Stratejik İşbirliği Konseyi Toplantısı” 17-18 Eylül tarihlerinde İstanbul’da yapıldı. İki ülkenin dışişleri bakanlarının başkanlık ettiği toplantıda 40’ın üzerinde anlaşma, mutabakat metni imzalandı, ya da mutabakata varıldı. Bunu 15 Ekim’deki Başbakan R. Tayyip Erdoğan ve beraberindeki 9 bakanın Bağdat’ta Iraklı makamdaşlarıyla, başbakan düzeyindeki ilk “Stratejik İşbirliği Konseyi” toplantısı izledi. Taraflar 48 anlaşma-mutabakat metni imzaladı. Habur’a ilaveten iki ayrı sınır kapısı daha açılması kararlaştırıldı. Ekim sonunda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın Irak ziyareti sırasında Basra ve Musul başkonsoloslukları açıldı. Irak-Türkiye ilişkilerinde pek çok husus düzgün gitmekle birlikte, Irak kuzey Yönetimine ait bölgede yuvalanan PKK terör örgütü ile Irak Kuzey Yönetimi, zaman zaman Türkiye’yi endişelendirmektedir. Bunlardan biri 22 Kasım’da Barzani’nin, “birleşik bir Kürt ordusu” oluşturmak istediğini belirtmesiyle yaşandı. ABD askeri delegasyonuyla yapılan görüşmeler sonucunda dillendirilen bu istek, kuşkusuz Irak merkezi hükümeti kadar Türkiye’nin de hoşuna gitmedi. Irak’la stratejik işbirliği konseyi işletilmesine, kısa-orta ve uzun vadede örtüşen çıkarları gözeten anlaşmalar yapılmış olmasına rağmen, iç istikrar sağlanamaması halinde, bu işbirliğini sağlamak pek kolay olmayacaktır. Merkezi Hükümeti yıpratmak için ivme kazanan ülkedeki terör sebebiyle 25 Ağustos’tan itibaren Suriye ile ilişkiler bozulmuş, Şam büyükelçisi merkeze çekilmiştir. Türkiye, istek üzerine birkaç kez yalnız ve Mısır’la birlikte aracılık yaparak, iki ülke ilişkilerini düzeltmeye çalışmıştır. Ancak, bu konuda henüz önemli bir ilerleme de sağlanabilmiş değildir. Önceleri Ocak 2010’da yapılması planlanan Irak Genel Seçimleri, Cumhurbaşkanı 1. Yardımcısı Haşimi’nin seçim sistemiyle ilgili vetosu üzerine gecikti ve Mart 2010 ayı içerisine ertelendi. Irak’ta, bilhassa kuzeydeki yeni petrol ve doğalgaz kaynaklarının işletilmesi için yabancı petrol şirketleriyle anlaşmalar peş peşe yapılmaktadır. Muhtemelen doğalgazın önemli bir miktarı da Türkiye üzerinden Avrupa’ya ve Türkiye’ye nakledilecektir. Irak’ın yenilenen ve bilhassa kuzeyde eksik olan altyapı inşaatında Türk firmaları en şanslı firmalar arasında yer almaktadırlar. Türkiye ile geliştirilecek ekonomik ve ticari ilişkiler, Türkiye’den çok Irak’ın, bilhassa da Irak Kuzey Yönetimi’nin yararına olacaktır. Burada en önemli hendikaplardan biri de, Kerkük’ün statüsü konusunda Irak kuzey yönetimi, Merkezi Hükümet ve Türkiye-İran arasındaki görüş farklılığıdır. Kuzey Yönetimi, petrol ve doğalgaz zengini Kerkük’ün kendilerine ait olduğu konusunda ısrarlarını sürdürmekte, bu konuda BM’nin önerisini de dikkate almamaktadırlar. Bu iddianın sürmesi halinde Merkezi hükümet ile kuzey yönetimi arasındaki gerilimin çatışmaya dönüşme ihtimali büyüktür. Bu düşünceden hareketle bölgeyle ilgili bazı senaryolar üretilirken, burada Türkiye’ye de rol biçilmeye çalışılmaktadır. Bunlardan biri de Temmuz ayı başlarında açıklandı. Merkezi Brüksel’de bulunan Amerikan düşünce kuruluşu Uluslararası Kriz Grubu’nun (ICG) “Irak ve Kürtler” başlıklı raporunda, Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin, komşularına ve Bağdat yönetimine karşı ABD’nin koruyuculuğunu kaybetme ihtimali karşısında tek gerçekçi alternatif olan Türkiye’ye yöneldiği belirtildi. Bu haberin hemen ardından Dışişleri Bakanlığı’nca, Türkiye’nin “Irak’ın toprak bütünlüğüne önem verdiği” bir kaz daha vurgulanarak, böylesi bir senaryoya dahil olunmayacağı açıkça belirtildi. İç istikrarı sağlayabilen Irak’la Türkiye’nin ilişkileri iki tarafı da memnun edebilecek düzeyde şekillenebilir. Ancak, bu “Stratejik İşbirliği”nden rahatsız olabilecek iç ve dış mihraklar, bir taraftan iki ülke arasına nifak sokmak isteyebileceği gibi, kolay yoldan Irak’ın iç istikrarını da bozmak isteyebileceklerdir. Burada da Irak Merkezi Hükümeti’ne daha dikkatli olması yönünde büyük görevler düşmektedir. Irak’ın geleceği ile ilgili en önemli göstergelerden birini de Mart 2010’da yapılacak genel seçimler belirleyecektir. Seçimlerin sonucunda üzerinde uzlaşma sağlanan ve nispeten kuvvetli bir merkezi hükümetin kurulması halinde Irak’ın iç istikrarı yakalaması da kolaylaşacaktır. Böyle bir durumda Türkiye-Irak ilişkileri de daha sağlam adımlarla mesafe kat edebilecektir. [B][COLOR="blue"][SIZE=4]Türkiye – İran İlişkileri:[/SIZE][/COLOR][/B] Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler Cumhurbaşkanı Hatemi döneminde düzelme yoluna girmiş, ABD’nin Irak müdahalesi üzerine de düzelme yönünde önemli bir ivme kazanılmıştır. ABD’nin Irak Kuzeyi ile ilgili politikaları (Barzani yönetimine güvence, Kerkük’ün statüsü) ve PKK ile PJAK konusundaki duyarsızlığı, hatta PJAK’a 2007 yılı sonlarına kadar destek vermesi gibi hususlar, Türkiye ile İran’ın bölgeyle ilgili çıkarlarının örtüşmesine sebebiyet verdi. Üstelik ABD’deki George W. Bush ve “Yeni Muhafazakar” yönetimin 11 Eylül 2001 olaylarından sonra Müslümanları “potansiyel terörist” gibi görme yanlışlıkları da bunlara eklenince, hele de “mazlum” rolündeki İran’ın üzerine bilhassa Mahmud Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığı döneminde yüklenilince, Türkiye-İran yakınlaşması daha da hızlandı. İran nüfusunun yarıya yakınının Türk (Azerbaycan Türkü, Türkmenler ve Kaşkay Türkleri) dikkate alındığında, bunun geç kalınmış bir vuslat olduğu dahi söylenmektedir. Orta Doğu’da İsrail’in haritadan silinmesi gerektiğini ileri süren Ahmedinejad yanında, İran’ın 2004 yılından itibaren nükleer silah üretme çabası içerisinde bulunduğu kuşkusu sebebiyle, 1979 yılında İran İslam Devrimi’yle başlayan İran-ABD gerilimi neredeyse 2007 yılı sonlarında savaşa sebebiyet verecek kadar tırmanmıştı. Bu arada İsrail’in tek başına, ya da ABD ile birlikte en azından nükleer tesisleri havadan vuracak mahdut ölçüde bir harekat yapma ihtimali hala canlılığını sürdürmektedir. Öte yandan ABD de, BM Atom Enerjisi Ajansı vasıtasıyla İran’daki tesisleri denetlettirmeye özen göstermekte, İran’ın hemen her itirazında, ya da “kaçak güreşinde” BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerini ikna edebildiği ölçüde İran’a yaptırımlar getirtmektedir. Buna rağmen, gelinen güne kadar İran geri adım atmamıştır. Birkaç kez bölgeyi ve hatta dünyayı nükleer silahlardan arındırma teklifi yapan İran bu isteğine 2009 yılı içerisinde Başbakan R. Tayyip Erdoğan’dan olumlu bir cevap alabilmiştir. Birkaç kez nükleer silah üretmediklerini ileri süren İran, nükleer enerji tesisleri için gereken zenginleştirilmiş uranyumun takas ve depolanmasının Türkiye üzerinden yapılmasını “egemenliğine aykırı” bulduğu için reddetmişse de, Aralık 2009 sonlarına doğru bu konuda biraz yumuşama emareleri göstermiştir. Ancak, bir sonraki adımda İran’ın hangi adımı atacağı da soru işaretleriyle doludur. Buna karşılık BM Güvenlik konseyi de yaptırımlar konusunda bir derece daha şiddeti artırmanın işaretlerini vermiştir. Türkiye İran ilişkilerinde ABD-İran ilişkileri belirleyici faktördür. Nabucco doğalgaz boru hattının eksik gazının tamamlanarak verimli bir hat haline getirilebilmesi için mutlaka İran gazına ihtiyaç vardır. Türkiye İran’da çeşitli bölgelerde petrol ve doğalgaz araması yapmak için de anlaşma yapmıştır. Buna karşılık ABD’den de “onay” çıkmamıştır. 12 Haziran Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tüm dünyada “şaibe” uyandıran bir şekilde yeniden seçilen Ahmedinejad döneminde de ABD-İran ilişkilerinin düzelebileceğine ihtimal verilmemektedir. Dolayısıyla 28 Şubat 2009’da Tahran’daki Ekonomik İşbirliği Teşkilatı toplantısı sırasında Ahmedinejad tarafından dillendirilen İran, Türkiye, Irak ve Suriye arasında dörtlü işbirliği kurularak, kalıcı barış ve pekişecek kardeşliğin sağlanması mümkün olamayacak kadar açıktır. Zaten İsrail’in kuzeyinde ve Türkiye bir tarafa bırakılacak olursa tarihi Hasımlardan (İran, Irak ve Suriye) bir “Kuzey Kuşağı”nın oluşumu ne İsrail, ne de ABD tarafından arzu edilecek bir gelişme değildir. Üstelik bölgenin dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip olması da istikrarsızlığı tetiklerken, Ahmedinejad’ın dört ülkenin “kardeşçe” yaşaması dileğinin “masumane ve içten” olduğu algılansa bile, bu gelişmeye başka mihrakların rıza göstermeyecekleri de açıktır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, İran-Türkiye ilişkileri bir kenara bırakılamayacak kadar önemli ve hayatidir. İran hem bir enerji hammadde kaynağı ülke, hem de komşudur. Dış ticaretin en az maliyetle yapılabileceği bir komşu ülke olmasının yanı sıra, “dost ve kardeş” olmayı gerekli kılan gerçek Kardeş Türk unsuruna da sahiptir. Türk dünyası-Türkiye arasındaki önemli kara ulaşım hatlarını barındırmaktadır. Kuşkusuz İranlı Türklerin de devletin üst düzey görevlere (Ruhani lider, Cumhurbaşkanı, Yüksek İstişare Organı Başkanı, Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı, Petrol Bakanı vb.) istihdamı halinde, iki milletin birbirlerine olan yakınlığı daha da artabilecektir. Buna da ihtiyaç vardır. [/QUOTE]
Alıntıları ekle...
İsim
Spam kontrolü
Ülkemizin kuzeyindeki deniz hangisidir? (bitişik yazınız)
Cevapla
Forumlar
Tarih
Cumhuriyet Tarihi
2009 Yılının Dünyada ve Türkiye’de Önemli Dış Politika Gelişmeleri
Top