• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu yarışma düzenlendi. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada katilmanizi bekliyoruz...

11 - Bilecik

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Yüzölçümü: 4.307 km²
Nüfus: 175.526 (1990)
İl Trafik No: 11

Bilecik ili, Marmara Bölgesi'nin güney doğusunda; Marmara, Karadeniz, İç Anadolu ve Ege Bölgelerinin kesim noktaları üzerinde yer alır. İlin bilinen en eski isimleri arasında Agrilion ve Belekoma vardır. Bilecik, Osmanlı İmparatorluğu' nun doğduğu topraklardadır. Sakarya ırmağının etrafında kurulan ve göletleri ve derelerinin zenginliği ile tanınan yöre antik çağlardan günümüze tarihin izlerini taşır.

COĞRAFYA

Bilecik ilinin en önemli akarsuyu Sakarya Irmağı olup, bir doğal göl, bir de baraj gölü bulunmaktadır.

İlin orman zenginliği av hayvanları bakımından da zenginleşmesini sağlamıştır. Bin metreye kadar yükseklerde orman örtüsü genellikle meşe, otsu bitkiler ve makilerden oluşmaktadır. 1000 metre ve daha yükseklerde ise karaçam, kayın, kızılçam, kestane, köknar türündeki yüksek boylu ağaçlar sıralanır.

Bilecik' de İç Anadolu Bölgesi' nin sert ve az yağışlı karasal iklimi ile Akdeniz ve Karadeniz kıyılarının ılık ve yağışlı ılıman iklimleri arasında geçiş iklimi görülür.

TARİHÇE

Kentin Antik Çağdaki hayatı, tarih kaynaklarında Bilecik'i de içine alan Bitinya (Bithynia) bölgesinin genel tarihi içinde gösterilir. Bitinya bölgesinin bilinen tarihi M.Ö. 1950' lerde burada yaşayan Trakya kavimlerinden Thynler'le başlar. Bölge daha sonra Mısır, Hitit, Frig, Kimmer, Lidya, Pers, Makedonya, Bitinya Krallığı, Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğunun yönetimine geçmiştir. Bilecik'in bilinen ilk adı Belekoma' dır.

Tarihte pek çok kavmin uygarlık ve egemenliğine sahne olan Bilecik, Kayı Boyu'nun Orta Asya'dan 400 çadırla gelip Söğüt'te, Osmanlı Devletinin kuruluş merkezliğini yaptığı yerdir. İlin tarihçesinin çok eskilere dayanması ve Osmanlının kurulduğu yer olması ayrıcalığı yanında, Kurtuluş Savaşı'nda verdiği çetin mücadeleler ve kazanılan zaferlerle Cumhuriyetin kuruluşunda da önemli bir role sahip olmuştur. Üzerinde çok sayıda arkeolojik ve tarihi eser bulunan, Bilecik'teki tarihi eserlerin çoğunu Osmanlı döneminde yapılan camiler, türbeler, hanlar, hamamlar, sivil mimari örnekleri , imaret ve benzeri yapılar oluşturmaktadır.

Kayı Boyu Aşireti mensuplarının 720 yıldan beri geleneksel olarak sürdürdükleri ve her yıl (Eylül ayının 2. haftası son üç gün) yapılan muhteşem törenlerle kutlanan 'Ertuğrul Gazi' yi Anma ve Söğüt Şenlikleri'ne çok sayıda yerli ve yabancı ziyaretçi gelir. Törenlerde yörüklerin kına gecesi ve yaşantıları canlandırılır, cirit gösterileri yapılır.

İLÇELER:

Bilecik ilinin ilçeleri; Bozüyük, Gölpazarı, İnhisar, Osmaneli, Pazaryeri, Söğüt ve Yenipazar'dır.
 

BİLECİK

ÖRF-ADET-GELENEK-GÖRENEKLERİ

Gelenek ve göreneklerin birçoğu çağdaşlaşma nedeni ile terkedilmiştir.Batıl inançlar yok denilecek kadar azdır.Ailede baba etkindir.Anne ve çocuklar ona saygı duyarlar .Köylerde yaşayanlar gelenek ve göreneklere daha çok bağlıdır. Köylerde erkek çocuklar evlendiklerinde genellikle baba ocağında kalırlar.İlçe merkezinde ise ayrı bir ev açılır.Medeni nikahın yanında dini nikahta yapılır.
Giyim kuşamda mahalli olarak dokunan giyecekler bırakılmıştır.Daha çok hazır giyime ilgi duyulmaktadır.Yöreye ait giyeceklerden yeldirme, kirlik, terlik, örtme, atkı ve mahrama giyilmektedir.
Bayramlarda, düğünlerde ve önemli günlerde bindallı, şalvar, şıtari, elmasiye, cepken ve zeybek elbisesi giyilir.Poşu takılır.
DOĞUM
Anne adayı hamileliğinden itibaren doğacak bebeğe "çeyiz düzme"ye başlar.Aynı anda gelinin annesi ve damadın annesi de, bütçelerine göre, doğacak torunlarına giyim eşyası örerler.Yorgan diktirirler.Dünürler karşılıklı anlaşarak birisi beşik veya karyola, diğeri çocuk arabası alır.Kız annesi bebekle birlikte kızına ve damadına da kıyafet alır.
Doğuma bir hafta kala gelin yatak odasını süsler, bebeğin karyolası hazırlanır ve süslenir. Heyecanla doğum beklenmeye başlanır.
Yöremizde doğum evde veya hastanede olur. Hastaneden eve getirelen anne ve bebeğin önceden süslenip hazırlanan lohusa yatağına yatırırlar. Doğumu duyan akraba, komşu ve yakınları ; süt, sütlaç, börek gibi yiyecek maddeleri ve bebek için armağanlar alarak geçmiş olsuna gelirler. Gelenlere lohusa şerbeti ile pasta sunulur. Doğumdan sonraki ilk cuma günü bebeğin ismi konur. Sabah ile öğlen arasında ailenin yakınlarından biri ezan okuyarak çocuğun kulağına üç kez adını fısıldar ve bu suretle çocuğun adı konmuş olur.
Bebek bir haftalık veya 10 günlük olunca "bebe mevlidi" okutulur. Mevlit'ten bir gün önce gelin ve damat anneleri yaptıkları bebek çeyizlerini getirerek masa üstüne sergilerler. Mevlit'te konuklara gül suyu dökülür. Mevlit'in bitiminden önce bebek bir battaniye içine konur; babaanne ve anneanne bebeği sallar. Daha sonra diğer konuklar da bebeği sallarlar. Salam işi bittikten sonra konuklara pasta ve çay ikram edilir.
Bebek yarı kırkına gelince "kırk uçurmaya" çıkarılır. Gelin, annesi başka yakınları ile birlikte ilkönce babaanneden başlayarak el öpme ziyaretine götürülür. Gidilen evde bebeğin yanına yumurta ve şeker konması adettir. Babaanneden sonra anneanne ve diğer yakınlar ziyaret edilir.
Bebeğin ilk dişini gören kişi bebeğe iç çamaşırı veya oyuncak gibi armağanlar alır.
SÜNNET
Sünnet düğünleri okulların tatile girdiği, havaların güzel olduğu yaz aylarında yapılır. Sünnet olma çağı genelde ilkokul çağıdır, çocuğun başka erkek kardeşi yoksa, 10 yaşına kadar sünnet ettirilir. Kardeşi varsa onun büyümesi için 12 yaşına kadar da bekletilir.
Aileler çocuğun sünnet olduğunu bilmesi için küçük yaşlarda pek sünnet yapmazlar. Sünnetten bir müddet önce çocuğa özel sünnet giysileri olan: takım elbise, gömlek, şapka, pelerin gibi giysiler alınır.
Davetiye bastırılır ve dağıtılır. Sünnetten birkaç gün önce sünnet yatağı hazırlanır. Duvara ve tavana halı çakılır. Sünnet yatağı oyalı kreple, krepon kağıtları, balonlar, fenerlerle süslenir.
Sünnet törenleri genelde Cumartesi ve Pazar günleri yapılır. Törenden birkaç gün önce kına gecesi yapılır. Kına gecesinde bayanlar kendi aralarında eğlenirler. Sünnet olacak çocuğa kına yakılır. Önceden karılan kınanın içine mumlar yakılır ve tepsi çocuğun eline verilir. Orada bulunan davetliler çocuğa para takarlar.
Ertesi gün çocuk giydirilir, konuklar gelir, sünnet çocuğu ve arkadaşları arabalarla gezdirilir. Bazen bu gezi atla yapılı. Gezi tamamlandıktan sonra çocuk, at ya da arabadan inmez. Büyüklerinden armağanlar ister ve istediği armağanı alınca iner. Evde mevlit okutulur, çocuğa sünnet gömleği giydirilir. Mevlit'ten sonra dua yapılır; tekbirlerle sünnet işlemi tamamlanır.Tek çocuk sünnet ettiriliyorsa bir adet de horoz kesilir. Sünnet olayı tamamlandıktan sonra orada bulunan davetliler, sünnet olan çocuğa geçmiş olsun der para ve çeşitli armağanlar bırakırlar. Davetlilere yemek veya pasta, meşrubat ikram edilir. O gün akşama kadar çocuğun canının sıkılmaması için eğlenceler yapılır.
EVLENME
Kız İsteme Ve Nişan:
İlimizde önceleri aile baskısı ile oluşan evlilik zamanla değişerek genç kız ve erkeğin birbirin beğenip arkadaşlıkları sonucunda gerçekleşmeye başlamıştır. Erkeğin ailesi oğullarının evini geçindireceğine inandıkları an beğendiği birinin olup olmadığı sorarlar. Böyle biri varsa, öncelikle o kız istenir. Eğer yoksa erkeğin yakınları kendisine yakın gördükleri kızı görmeye giderler. Kızı beğenirlerse tekrara rahatsız edeceklerini belirtir; ikinci defa giderken ağız tadı olarak şeker veya çikolata alınıp kararlaştırılan günde kızı istemeye giderler. Dünürcülerden biri "Allah'ın emri, Peygamberin kavli" şeklinde söze başlayarak kızı ister. Bu istek uygun görülürse belirti olarak "nasipse olur" denir, olumsuz karşılanırsa çeşitli bahanelerle istek geri çevrilir.
Kız istenip olumlu cevap alındıktan sonraki Perşembe veya Pazar günü akşamı kız evi tekrar ziyaret edilir. "Mendil alma" denilen bu ziyarette kıza çeyizinde harcamak için bir miktar para verip söz yüzüğü takar. Daha sonra nişan günü karalaştırılır. Nişandan bir müddet önce iki aile birlikte alışverişe çıkarak gelin ve damat için gerekli giyim eşyaların alırlar. Nişandan bir gün önce kızın evine nişan için alınan giyecek ve kuruyemişleri getirirler. Aynı gün iki üç saat sonra da kız tarafı, oğlan evine bohça götürür. Bu bohçada damat ve yakınları için çeşitli armağanlar bulunur. Nişan , salon ya da evde yapılır.
Davetlilerin huzurunda bir aile büyüğü tarafından nişan yüzükleri takılır. Oğlan tarafı aldıkları bilezikler, küpe, altın ve saat gibi ziynetleri kıza taktıktan sonra, kız ve oğlan davetlilerin elini öperler. Yeni nişanlılar ortaya çıkarak birlikte karşılama oynarlar. Daha sonra erkekler düğün yerini terk ederek bayanları kendi aralarında eğlenmeye bırakırlar.Nişandan bir gün önce gelen armağanlar konuklara gösterilir.Armağanlarla birlikte gelen yemişler, birgün sonra kızın arkadaşları tarafından eğlence düzenlenerek yenir.
Düğün
Nişandan sonra yavaş yavaş düğün hazırlıklarına başlanır. Kız çeyizindeki eksiklikleri tamamlar. Oğlan tarafı maddi durumuna göre ev eşyaları alır. Kız tarafı durumu iyi ise yatak odası takımı alır. Her şey hazırlandıktan sonra düğün hazırlıklarına başlanır. Alışverişe çıkıp kıza gelinlik manto gibi giyecekler ile oğlana damatlık elbiseler alınır. Düğün davetiyeleri bastırılıp dağıtılır.
Düğünden üç dört gün önce oğlan tarafı çeyiz almaya gider. Alının çeyiz kız ve oğlan yakınlarınca gelinin evine serilir. Arzu edenler düğüne kadar çeyizi görmeye gelirler
Düğüne bir gün kala kız arkadaşları ile birlikte kız hamamına götürülür. Burada hem eğlenip hem yıkanırlar. Banyodan dönüşte kız kuaföre götürülür, saçları yaptırılır, milli kıyafetlerden bindallı ve şitari giydirilir. Akşam olduğunda davetli konuklar gelir, eğlence yapılır, eğlencenin sonuna doğru kına karılır, mumlar yakılır, gelinin başına kırmızı yazma örtülür, ilahilerle gelinin avucuna kına yakılıp ağlatılır. Kına yakıldıktan sonra orada bulunan davetliler geline para takarlar. Bir müddet sonra topluca eğlenildikten sonra kına gecesi tamamlanır. Gece saat 24.00'e doğru kızın arkadaşları ve yakınları türküler söyleyerek damadın yakınlarını haklamaya giderler. Bir süre sonra kız evine dönülür.
Gelin alma günü gelin, düğün için hazırlanır. Oğlan tarafı otobüs ve taksilerle gelin almaya gelirler. Gelin, anne ve babasının orada bulunan yakınlarının ellerini öper; daha önceden süslenmiş gelin arabasına bindirilerek düğün salonuna götürülür. Salonda toplanan davetliler huzurunda medeni nikah kıyılır. Kadınlar kendi aralarında iki üç saat eğlenirle. Eğlence bitiminde gelin ve damat arabaya bindirilerek eve götürülür. Akşam namazından sonra tekbirlerle eve getirilir. Evin önünde dua yapılır, Damadın sırtı yumruklanarak eve sokulur.
Düğünden birkaç gün sonra kızın ailesi, oğlan evine yemeğe gider. Bu suretle iki aile arasında ilişki kuvvetlenmiş olur.
ASKER UĞURLAMA
Askerlik çağı gelen gençler, silah altına alınmadan 10-15 gün önce çağrı pusulası tebliğ edildikten sonra toplanmaya başlar. Her akşam gençlerden birinin veya bir gencin akrabasının evinde toplanarak toplu halde yemek yerler. Askere gidecekleri sabahın akşamı her genç yemeğini kendi evinde yer ve kendi evinde yatar. Hane büyüğü o gence nasihat eder. Sabah erkenden meydanda toplanan gençler akrabalarıyla vedalaşırken ceplerine harçlık olarak para konur. Gençlerin samimi arkadaşları onların cebine çocuk emziği gibi şeyler koyarlar. Bazı köylerde meydandan otobüse kadar asker götürülürken tekbir getirilir. Yine bazı köylerde uğurlama törenini davul zurna eşliğinde yapıldığı ve ' Hey garip yol göründü' türküsünün çalınıp söylendiği olur. Askere giden genç vedalaştıktan sonra geriye dönüp bakmaz, araba yada trene bindiğinde ne olursa olsun inmez. Adımını geri atmaz. Bu yiğitliğe yakışmayan bir davranış olarak kabul edilir.
ÖLÜM
Durumu ciddileşen hastanın yakınlarına haber verilir. Son nefesinden önce zemzem içirilir. Başında Kur'an okunur. Konuşabiliyorsa Kelime-i Şadet getirtilir. Ölüm olayı gerçekleştikten sonra çene altından bir tülbentle baş üzerinden bağlanarak çene çekilir. Gözler açıksa kapatılır. Ayak baş parmakları birbirine bağlanır, yere yatak serilir, cenaze soyulduktan sonra ayakları kıbleye gelecek şekilde bu yatağa alınır. Üzerine bir çarşaf örtülür. Ölüm olayı gece olmuşsa,yakınları tarafından sabaha kadar beklenir. Ölüm haberi camiden sela verilerek duyurulur. Diğer yandan yıkama, kefen ve mezar hazırlıkları yapılır.Ölü evde sabun ve ölü lifi ile yıkanır. Daha sonra kefenlenerek tabuta konur tabutun baş tarafına erkekse havlu, kadınsa oyalı yazma takılır.
Cenaze evinde yapılan dini törenden sonra, orada hazır bulunan cemaat tarafından camiye götürülür. Burada musalla taşına yatırılır. Cenaze namazı, vakit namazından sonra kılınacaksa cenazenin yanında birkaç kişi bekçi bırakılır. Vakit namazı kılındıktan sonra cenaze namazı kılınarak mezarlığa götürülür. Daha önce açılmış olan mezara yakınlarından üç kişinin yardımıyla indirilir. Yüzü kıbleye döndürülerek yerleştirilir. Gömme işlemi bitiminde mezarın ayak ve baş ucuna kimliğini belirleyen iki tahta çakılır. Kur'an ve dua okunur. Dini tören bitiminde imam mezarın başında kalarak taklan duasını okur.
Cenaze evinde yedi gün Kur'an okunur ve bitiminde mevlit'le beraber duası yapılır. Daha sonra 40. ve 52. günlerinin geceleri mevlit okutulur; konuklara şeker ve gülsuyu dağıtılır.
BAYRAMLAR
Dini Bayramlar hemen hemen aynı eğlence ve adetlerle kutlanır. Bayramdan önce bütün evlerde bir sevinç ve heyecan vardır. Aile içindeki herkese evin büyüğü tarafından yeni elbiseler, giyecekler alınır, En güzel yemekler pişirilir. Evin reisi bir gününü ayırarak bu işler için pazara iner.
Bayramdan bir gün önce fırınlarda yağlı, susamlı, haşhaşlı, cevizli lokumlar, külçeler yapılır. Baklavalar, burmalar, kadayıflar hazırlanır. Erkekler o gün işe gitmezler. Arife günü hatalı gündür kaza olmasın, kan akmasın diye işe gidilmez. Ramazan Bayramı arifesinde kurtların, kuşların bile oruç tuttuğuna inanılır. Bayram akşamı kadınlar kına yakarlar. Sabahleyin erkekler yeni elbiseleriyle bayram namazına giderler.
Namaz çıkışında bütün küsler, dargınlar barışsınlar diye bayramlaşma yapılır. En başa köyün en yaşlısı dikilir. Ondan küçükler onun elini öper. Elini öptürmek için sıraya dizilirler. Bu bir sıra halinde devam eder. Herkes böylece birbiri ile bayramlaşmış olur. Kadınlar ise erkenden kalkarak o sabah hiç suyu alınmamış çeşmeden ve kuyudan su alınır. (Zemzem suyu diye) Çocuklar ise erkeklerin bayramlaşma yerine yakın bir yerde toplanır. Bayramlaşan erkeklerin büyüğü çocuklara şeker dağıtmaya başlar. Arkasından ise yaşlılık derecesine göre sırayla erkekler şeker dağıtır. Şeker sepetleri mısır soymadığından çocukların anneleri ve babaanneleri tarafından örülür. Şeker dağıtımından sonra erkekler mezarlığa giderek geçmişlerinin mezarlarını ziyaret ederler.
Kurban Bayramında mezarlık dönüşü kurbanlar kesilir. Sabah yemeği kurban etinden yapılır. Ev içi bayramlaşma dönüşü yapılır. Daha sonra el öpme ziyaretleri başlar ve evlerde yemek sofraları hiç kalkmaz. Her gelen misafire kurban etinden ve lokumdan tattırılır. Şöyle bir söz vardır: Bayramda insan dokuz karınlıdır; her gittiği yerde yemeğini yemek zorundadır. Gençler salıncaklara biner ve çeşitli oyunlar oynanır. Bayram neşe, dostluk kardeşlik, birlik içinde kutlanır
YAĞMUR DUASI
Yağmur yağmadığı zaman Allah'tan yağmur yağmasını istemek amacıyla yapılan tören bilindiği gibi "Yağmur Duası" töreni olup, yurdumuzun hemen her yerinde yapılan bir dua şeklidir. İlimiz ve yöresinde de yağmura ihtiyaç hissedildiğinde "Yağmur Duası" yapılmaktadır.
Yağmur duasının yapılacağı önceden duyurulur ve gerekli hazırlıklara başlanır. O gün halk temiz bir şekilde giyinerek abdest alır. Başta İmam olmak ve buna muadil kişiler olmak üzere toplu halde duanın yapılacağı açıklık veya yüksekçe bir yere gidilir. Duayı yapacak hoca ellerini kaldırarak Yağmur Duası'nı okur ve yağmurun yağmasını diler. Orada bulunan halk ta "Amin" diyerek yağmur dilerler. Dualar bitince kurbanlar kesilir. (Bazen kesilmeyebilir).
Kurban etiyle pilav yapılarak orada bulunanlar tarafından toplu halde yenilir. (Kurban kesilmemişse sadece pilav yapılır). Bu arada eğer varsa dargın kimseler de barıştırılırlar. Yemekler yendikten sonra Sofra Duası okunarak yağmur duası bitmiş olur.
Yağmur Duasını yaptıktan sonra yağmurun yağması, lütuf ve ihsanı bol olan Cenab-ı Allah'ın takdirine bağlıdır.
HALK OYUNLARI VE FOLKLOR

Bilecik, halk oyunları ve türküleri bakımından çok zengindir. Fakat türkü ve oyunların çoğu derlenmemiş, araştırılmamış ve milletimizin beğenisine sunulmamıştır.
Yörede oyunlar ve türküler iç içedir. Bütün türkülerin bir de oyunu vardır.
Türkülü oyunların bazıları hem erkekler hem de kadınlar tarafından oynanır. Aşağıdan Gelen Hanım Oynasın, Kız Pınar Başında Yatmış Uyumuş, Et Koydum Tencereye gibi. Fakat, oyun figürleri ve ritmi değişiktir. Bu sebeple kadınlar ve erkekler aynı anda oynayamazlar
Erkekler daha çok şu türkülü oyunları oynarlar: Aşağıdan Gelen Hanım Oynasın, Et Koydum Tencereye Yar Geldi Pencereye, Mehmet'im Türküsü, Kâzım'ın Türküsü, Bilecik'in Altından Geçtim, Söğüt'ün Erenleri. Lefke'yi Kara Duman Bürüdü Zaptiyeler Kol Kol Oldu Yürüdü türküsü söylenerek seymen tutulur. (Erkekler kol kola girerek iki ileri bir geri yürüyerek bu türküyü söylerler.)
Kadın oyunları darbuka ile oynanır. Darbukanın yanında bir grup kadın türkü söyler. Oyunlar eşlidir. Karşılıklı oynanır. Oyuncular kaşık tutan ellerini, kaşık çalarak omuz hizasından aşağıya doğru ritimli şekilde indirir ve kaldırırlar. Omuz titreterek karşılıklı gidip gelme, birbirlerinin yerine geçme, daire şeklinde olma, çökme şeklinde oynanır. Bu oturarak çöküm, dağlardaki kekliklerin sekişi gibidir. Oyunlar genel-de ağırdır, bazı yerde hızlanır. Oyunların ağırlığı ne Osmanlı kadın deyimi içindedir.
Erkeklerin oyunları ise daha serttir. Sanki dövüşme gibidir. Müzik eşliğinde düşmanla savaşmaya, mücadele etmeye benzer. Düşman karşısındaki asaletini, oyunlarda gösterir efeler. Kaşıkların sesi ve savaştaki kılıçların şakırtılarını, atların nal sesini andırır. Mesela Et Koydum Tencereye oyununda savaş hali iyice bellidir. Hele ok atışları açıkça anlaşılır; yan yana sırt sırta düşmana ok atılır.
Oyunlar, ağırdan başlar, yavaş yavaş hızlanır. Karşılıklı ve daire şeklinde oynanır. Yere diz vurulur, oyuncular çökerek omuzlarını birbirine vurur. O sırada kolların aldığı durum, kişinin savaşta ok atma durumu gibidir. Meydan okuyuş vardır. Bu sırt sırta vuruş, omuz omuza gelme birliğin-beraberliğin kardeşliğin ifadesidir sanki. Güçlülüğün, mağrurluğun sembolüdür. Oyunlarda çalgı olarak saz, darbuka kaval, flüt, davul vardır. Oyun esnasında oyuncular türkü söylemez; saz çalanlar oyunun türküsünü söylerler. Oyunlar, rast gele bir sırayla oynanmaz. Usta oyuncular ilk oyundan başlayıp, sırasını bozmadan son oyuna kadar oynarlar;oyun bozanlık büyük ayıptır.
Oyunların sırası şöyledir:
Bilecik çiftetellisi, karşılama, Bilecik zeybeği ve Söğüt'ün erenleri.
Kadınlar ise aşağıdan gelen hanım oynasın, ay oğlan Tatar mısın, oğlan adı İsmail, kız pınar başında, et koydum tencereye, kralın kızı, halıyım ben (Dodurga Zeybeği), cezayeri'nin harmanları savrulur, elmalar ezik olur dalında nazik olur gibi türkülü oyunları oynarlar. Oyunlar kadın erkek bir arada oynanmaz. Kadın ile erkek tarlada, bağda, bahçede çalışmada beraberdir. Fakat eğlence oyununda ayrıdırlar.
Erkek ve kadın oyunları kaşık ile oynanır. Kaşıkların sapları kesiktir. Uçlarında püskül olan şimşir ağaçtandır.
Kadınlar manili oyunlarda kaşıksız oynarlar. Baş parmak ile orta parmağın birleştirilip aşağı, yukarı hareketi ile müzik sesi çıkartarak oynarlar. Oyun sözlerinde ise, iki elini birleştirip işaret parmakları sağ elin parmağı yukarı, sol aşağı çekilerek musiki sesi çıkartılarak oynanır.
YÖRESEL GİYİM

Bugün Bilecik'te dokunup giyilen kıyafet çok azdır. Bazı köylerde ağaç el tezgâhlarında dikilip giyilmektedir. Bir de beyaz dokumadan yapılan kumaş, tere otu ile kazanlarda kaynatılıp siyaha boyanır. Bu dokumalardan erkek poturu. pantolonu ve yeleği dikilir. Kadın ve erkeklerin kıyafetleri kullanılma zamanına göre değişmektedir. İş kıyafetleri yörük ve manav köylerinde hemen hemen aynıdır.
Manav kadın ve erkekleri de yörük erkekleri de iş kıyafetlerinin yenisini yabanlık, urba veya bayramlık diye isimlendirirler.
Manav köylerinde kadınlar don, entari, başta çember ve onun üzerinde beyaz renkte örtme, sırtta ise siyah renkte saya denilen giysi vardır. Örtme ve sayanın örtünme işi özel bir marifet istemektedir. Ayaklarında ise örme çorap ve lastik ayakkabı (daha eskiden çarık) giyilir. Erkeklerde ise pantolon, ceket, entari, koyun yününden örme kazak, başta şapka, ayakta ise yün çorap ve ayakkabı vardır.
Yörük köylerinde de aynı kıyafetler giyilir. Kadınlar saya giymez. Yalnızca örtme'nin üzerini çeki ile bağlarlar. Önlerine önlük takarlar. Bu kıyafetler yaz kış giyilir.
Düğün ve önemli günlerde yörük erkek ve kadınlarının giydikleri kıyafetler çok değişiktir. Kadınlar içte al göynek (kızlar giyer), ak göynek (evliler giyer) üstüne de üç etek giyilir. Kırmızı yünden dokunun kaba kumaş bele sarılır. Üzerine de bele gümüş kemer takılır. Bunun kıyılarında sağından ve solundan sarkan işlemeli yağlıklar vardır. Öne önlük giyilir. Üste ise kadife kumaştan yapılmış ve işlenmiş genelde al renkte veya onun tonlarında cepken bulunur. Başı örten başlık kendine has rengi, özelliği ve bağlaması ile dikkati çeker. Saçaklı vala diye isimlendiren başlık ortası al renkte olup, tel işlemelidir.
Valanın kıyı kısımları oya, boncuk, pullarla işlidir. Bu kısımlar üçgen şeklinde omuzlardan aşağı doğru sarkar. Uçları başın üstünde bağlanır. Bunun üzerine iğne oyalı boncuklu, pullu işlemeli çember bağlanır. Valanın altına baş altınlarını tutan fes, ayağa ise nakışlı uzun çorap giyilir. Altta da çorapları örtmeyen uçkurlu ağlı iç şalvarı bulunur.
Erkeklerin içlerinde yukarıdan giyilen önü kapalı ak göynek vardır. Bunun üstünde yakasız göynek, onun üzerinde de kollu işlemeli cepken vardır. Altta ise ağlı, arkadan kabartmalı işlemeli uçkurlu potur, diz kapaklara kadar uzanır. Bele sarılan bir de kuşak vardır. Püsküller yandan sarkar. Bu kuşağın sabit durmasını sağlar. Ayaklarda ise diz kapaklarına kadar uzanan örme yün çorap vardır.
Bugün bu kıyafetler yaşamakta ve giyilmektedir. Kadınlar takı olarak; baş altını, gümüş kemer, örgülü saçlara mavi boncuklu nazarlıklar, gümüş, altın bilezikler, beşi bir yerde, sarı lira altın, gümüş küpe gibi ziynet eşyaları takarlar. Bu kıyafetler Bilecik'in mahalli kıyafetleridir.
YÖRESEL YEMEKLER

Bilecik ili geleneksel beslenme yöntemleri etkinliğini sürdürmektedir. Beslenmede, tahıl türleri ilk sırayı alır. İl'e özgü yemeklerin çoğunluğunu hamur işleri oluşturur. Yöre halkının bir bölümü ekmeğini kendisi pişirir. Pide, bükme, hodalak fırında pişirilen ekmek türleridir.
Ayrıca yeni sönmüş ocağın kıvılcımlı küllü ateşine gömülerek yapılan kömme diye adlandırılan bir tür ekmek de yapılmaktadır.
Yöre halkı makarna,tarhana,kuskus,erişte gibi yiyecekleri de kendisi hazırlar.Bilecik'te,
kentsel beslenme biçimleri giderek etki alanını genişletmektedir.Ancak,geleneksel beslenme düzeni ve özgün yemekler,ağırlığını korumaktadır.Büzme,nohutlu tavuklu mantı,keşkek,ovmaç çorbası, mercimekli mantı,kesme hamur,saçta yufka böreği, yağlı yufka, su böreği,keklik kebabı güveç, kuru fasülye, kuskus pilavı, piruhi, samsı, pancar pekmezi, saç kebabı, köpük helvası, höşmerim, kıtırcı helvası, karacaoğlu helvası, cevizli üzüm sucuğu, mantı, kavurma ;Bilecik'e özgü yemeklerin başlıcalarıdır.
NELERİ İLE ÜNLÜ:
Şeyh Edebali ve Ertuğrul Gazi Türbeleri, Saat Kulesi, Türk Büyükleri Platformu, Osmanlının Kuruluş Yeri Söğüt İlçesi, Mermer Üretimi ve Bozöyük Seramiği


İL İSMİ NEREDEN GELİYOR:

Bizanslılar döneminde burada Bilekoma adlı bir kale vardı. Osman bey burayı alınca bu adı Bilecik olarak değiştirdi.
 
Ertuğrul Gazi Türbesi (Söğüt)

Söğüt-Bilecik yolu üzerindeki mezarlığın yanı başında bulunan Ertuğrul Gazi Türbesi XIII. Yüzyıl sonlarında yapılmıştır.Sultan III.Mustafa zamanında 1757’de yeniden yapılırcasına onarılmış ve ilk yapılıştaki özelliğini yitirmiştir. Ardından Sultan II.Abdülhamit zamanında 1886’da bir kez daha onarılmış ve yanına da bir çeşme eklenmiştir.

Bu onarım sırasında Türbe giriş kapısı yanına bir kitabe eklenmiştir:

Menba-i cuy-i inayet şah-ı ali siretin
Mevce-i derya kadar ömrün Huda kılsın mezid
Kıldı ol şahinseh-i devran cedd-i emcedin
Gazi Ertuğrul Cenabın kabrini zira cedid
Baabı yanında dahi bu çeşmeyi inşa ile
Eyledi ruh-ı revanın şad o Hakan-ı reşid
Cevher-i nazma iki tarih bir beyt içre bak
Su verir buldukçe mecray-ı kalem feyz-i bedid
Ruh-ı Ertuğrul içün bu çeşmeyi kıldı iyan
Ayn-ı Lütf-ı saltanat Şah-ı zaman Abdül Mecid 1304

Türbeyi onartan ve yanındaki çeşmeyi Sultan II.Abdülhamit yaptırmış ise de kitabeye babası Abdülmecid’in ismi konulmuştur.

Türbe kapısı üzerine bu onarım sırasında ikinci bir kitabe konulmuştur:

Şeref-ü şevket eyle aleme Sultan Hamit
İşte ezcümle olup ahdihümayuunda
Sene 1100 dahi 71 iken Ahmet Han çok
Vakit geçmekle münhemdim olmada iken
Bir iki çeşme vü fevvade ederek şimdi de
Mevkiini havi harita yapılıp yeniden
Eyledi inşaasını emrü ferman yani bu
Tarzı dilevize Hamit Han kodu
Nekadar yar ise kurbinde kuburu şüheda
Bunların yattığı müddetçe bu merkatlerde
Kaymakam Zühti kulu kuşesin necetti zida
Salik kulu tarih temhidi tevşihin Eyledi seyai İmranını metdü temhit
Türbe-i hazreti Ertuğrul Gazide cedid
Temelinden buni idmişti bina-i tecdit
Pederişah zaman hazreti Sultan Mecit
Şerefi türbeyi tamir ile etmişti mezd
Şeref-ü zineti hakkaki olundu teyit
Oldu sandukasında böyle ruhamile Ferit
Ziri sanduka hazenede iderler tahmit
Şevket-ü saltanatın eylesün Allah medit
Bunun imarına meşkurkıla ol rabbi-vahit
Kıldı bu türbeyi mamur ol Hakkan Hamit

Ertuğrul Gazi Türbesi altıgen planlı ,üzeri kubbe örtülü olup, dikdörtgen bir girişten sonra içeriye ulaşılmaktadır. Bu girişin yanlarında ikişer pencere bulunmaktadır. Türbenin duvarları bir sıra taş iki sıra tuğladan örülmüştür. Sandukanın bulunduğu türbenin içerisi batı, güneydoğu duvarlarına dikdörtgen pencereler açılmıştır.


Dursun Fakıh Türbesi (Söğüt)

Şeyh Edebali’nin damadı, Osman Bey’in bacanağı olan Dursun Fakıh’ın doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. Karamanlı olduğu bilinen Dursun Fakıh, Şeyh Edebali’den Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Usul ilimlerini öğrenmiştir.Osman Bey ile birlikte savaş ve fetihlere katılmıştır. Katıldığı bu seferlerde askerlerin imam hatipliğini ve vaizliğini yapmıştır. Devletin bağımsızlığının bir nişanesi olan Osman Bey adına ilk hutbeyi Karacahisar’da okuyan ve Osmanlı Devleti’nin ilk kadısıdır. Türbesi ilçeye bağlı Küre beldesinde, Söğüt-Bilecik karayolu yakınında bir tepe üzerindedir.


İsa Sofi Türbesi (Söğüt)

Söğüt’ün 5 km. uzağında, Borçak Köyü'nde, dağlar arasında İsa Dede Türbesi bulunmaktadır. İsa Dede’nin kim olduğunun bilinmediği gibi türbenin de kimin tarafından ve ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Bununla beraber türbenin Erken Osmanlı Döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde yaşamış olan İsa Sofi bilgin, gönül dostu, ermiş bir insan olarak bilinmektedir.

Türbe moloz taştan yapılmıştır.Kare planlı olup üzeri sekizgen kasnaklı küçük bir kubbe ile örtülmüştür. Günümüzde bu türbe ziyaretgahtır.

Ayrıca çevrede Sır Hoca, Kara Tekin, Kamuran Tekke,Taşça Dede, Kumral Dede, Süleyman Bey, isimleri ile anılan türbe ve yatırlar da mevcuttur. Ancak bunlar hakkında yeterli bilgiler bulunmamaktadır.


Mal Hatun Türbesi (Merkez)

Eski Bilecik’in kuzeyindeki Orhan Camisi yakınında, Şeyh Edebali Zaviyesi’nin yanında, Edebali’nin kızı ,Osman Gazi’nin eşi Mal Hatun’un Türbesi bulunmaktadır

Türbe, Osmanlı Türbe Mimarisinin tipik bir örneğidir. Kare planlı, moloz taştan yapılmış olup üzeri beden duvarlarına oturan bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin üzeri de kiremit örtülüdür. Yanındaki Edebali zaviyesinden birkaç basamakla çıkılan türbesinde kubbe intikali Türk üçgenleri ile sağlanmıştır. Türbenin içerisi küçük bir pencere ile aydınlatılmıştır.

Türbe içerisinde Mal Hatun’dan başka Nilüfer Hatun’un da sandukası bulunmaktadır.
 
Osman Gazi Camisi (Merkez)

Eski Bilecik’in Kuzey batısında,dik yamaçlı iki tepenin oluşturduğu bir vadi içerisinde yer alan Osman Gazi Camisi,Vakıf kayıtlarından anlaşıldığına göre
Orhan Gazi tarafından babası Osman Gazi adına yaptırılmıştır.

Bilecik’in Yunan işgali sırsında yakılan caminin kuzey duvarı, avlu duvarlarının bir bölümü ile minaresi günümüze gelebilmiştir. Bu caminin dikdörtgen planlı ve üzerinin de çatı ile örtülü olduğu bilinmektedir. Mimari yönden önemli bir cami olmamakla beraber, tarihi yönden üzerinde durulacak bir eserdir. Kare kaideli tuğla gövdeli silindirik minaresi ahşap minberi vardı. Bunlardan ahşap minberin XIX.yüzyılın sonlarında İstanbul’a götürüldüğü biliniyorsa da nerede olduğu tespit edilememiştir.


Orhan Gazi Camisi (Merkez)

Bilecik’in yaklaşık 500 m. güneyin de dik yamaçlı bir kayalık vadide bulunan Orhan Gazi Camisi’nin XIV.yüzyılın başlarında Orhan Gazi tarafından yaptırılmıştır. Büyük olasılıkla caminin yapım tarihi 1331’dir.

Cami kareye yakın dikdörtgen planlı olup kaba taştan yapılmış,ibadet mekanını bir bölümünü ahşap çatı,orta kısmını da kubbe örtmektedir. Kubbenin üzeri kurşun kaplı olduğundan ötürü de halk arasında Kurşunlu Cami olarak tanınmıştır.Kuzey duvarının sağ tarafında eski sıva tabakaların altından bir tamir kitabesi bulunmaktadır:
Bu Selviyi olsun deyu diktim bir tarihte
Sene 1229 (1813) da her kim beni yad edesu ruhuna bir fatiha ihsan ede
Ve inna el Gayüfül Haç
İbrahim Bin Abdülselim

İbadet mekanı kubbeli kısmın örttüğü bölümler sivri kemerlerle genişletilerek dört eyvanlı Osmanlı Erken Dönem plan şemasına uydurulmuştur. Bu kemerler aynı zamanda kubbenin ağırlığını taşımaktadır.

Mihrap basit bir niş halindedir. Caminin bugünkü minareleri 1882 yılındaki fotoğraflarından anlaşılmaktadır. Günümüze yalnızca düzgün olmayan bir kaide üzerinde yükselen, yuvarlak gövdeli iki minaresi gelebilmiştir. Son cemaat yeri yakın tarihlerde yapılmış ,yapı ile uyum sağlayamamıştır.


Emirler Camisi (Merkez)

Bilecik’in doğusunda, Emirler Mahallesinde bulunan bu caminin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmemektedir. XIX..yüzyılda yapıldığı sanılan bu cami de Bilecik’in Yunan işgali sırasında yakılmıştır.

Caminin orijinal durumu ile çok az kalıntı günümüze gelebilmiştir. Moloz taştan yapılmış olan cami duvarlarında ağaç hatıllar kullanılmıştır. Basit bir mihrabı ve minberi bulunmaktadır. Duvarları üzerine oturtulmuş minare kaidesi üzerinde on altı köşeli gövdesi bulunmaktadır.


Karacalar Camisi Minaresi (Merkez)

Bilecik Emirler Mahallesinde bulunan Karacalar Camisinden günümüze yalnızca minaresi gelebilmiştir. Bu caminin ne zaman yapıldığı bilinmemekle beraber günümüze ulaşan bazı kalıntılarından ve minaresinden XIV.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Büyük olasılıkla bu cami kesme taştan ve dikdörtgen planlı idi üzeri kubbe ile örtülü bulunuyordu.

Minare kesme taş kaide üzerine tuğladan olup, minare gövdesi altta ve üstte birer bilezik ile sınırlanmıştır.


Köprülü Mehmet Paşa Camisi (Vezirhan)

Bilecik, Vezirhan’da olan bu camiyi Köprülü Mehmet Paşa 1665’de yaptırmıştır. Mimar Sinan eseri olduğu ileri sürülen caminin bu iddiayı kesinleştirecek bir belgeye rastlanmamıştır.

Cami dikdörtgen planlı olup, 17.30 X 18.60 m. ölçüsünde, kesme taştan yapılmıştır. Üzeri kırma çatı ile örtülüdür. Kuzey kenarında birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlı altı sütunlu beş bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yeri ile ibadet mekanı kırma bir çatı ile örtülmüştür. İbadet mekanı sonraki devirlerde yapılmış ahşap bir tavanla örtülmüştür. İbadet mekanı yan duvarlarda ikişer, mihrap duvarında iki sıra halinde yuvarlak kemerli pencerelerle aydınlatılmıştır. Mihrabı basit olmasına rağmen rozetler, stalaktitlerle süslü minberinin sanat tarihi yönünden güzel bir görünümü vardır.

Kuzeybatı köşesindeki kesme taştan minaresi 1965 yılında yenilenmiştir.


Mihal Bey Camisi (Gölpazarı)

Bilecik Gölpazarı’ndaki Mihal Bey Camisi XIV.yüzyılda Mihal Bey tarafından yaptırılmıştır.
Cami 12 x 10 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı, küçük bir yapıdır. Çeşitli dönemlerde yapılan onarımlarla özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Moloz taştan olan caminin önündeki son cemaat yeri ibadet mekanına katılmıştır. Caminin mimarisinde ve bezemesinde sanat tarihi yönünden önemli unsurlara rastlanmamaktadır.


Kasımlar Köyü Camisi (Gölpazarı)

Gölpazarı’nın l5 km güney batısında Kasımlar Köyü’nde bulunan Kasımlar Köyü Camisinin ne zaman ve kimin tarafından kurulduğu bilinmemektedir. XVII-XVIII.yüzyıla ait olduğu sanılan cami 18.40 X 10.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Kaba moloz taştan yapılan caminin önüne sonraki devirlerde bir son cemaat yeri eklenmiştir. İbadet mekanında iki ahşap sütunun desteklediği kadınlar mahfeli bulunmakta olup, yarım silindirik mihrap özellik taşımamaktadır. İç mekana iki sıra halinde dikdörtgen, üsttekiler de alçı şebekeli pencerelerle aydınlatılmıştır. Yalnızca ahşap tavanın süsleyen boyalı nakışların ileri düzeyde bir işçiliği vardır.


Ertuğrul Gazi Mescidi (Söğüt)

Söğüt’ün batısında küçük bir tepenin eteğinde bulunan Ertuğrul Gazi Mescidi, Ertuğrul Gazi zamanında yapılmışsa da günümüze ulaşan yapı orijinal değildir. XIX.yüzyıl sonlarında Hacı Hüseyin isimli bir kişi tarafından yeniden yapılırcasına onarılmıştır. Cami 96.10 X 6.10 m. ölçüsünde kare planlı, kubbeli bir yapıdır. Kuzeyindeki son cemaat yerine iki yanında yuvarlak kemerli iki penceresi olan bir kapıdan içerisine girilmektedir. İbadet mekanında mimari ve sanat tarihi yönünden hiçbir özellik bulunmamaktadır. Minare beden duvarları üzerinde, silindirik gövdelidir.


Çelebi Mehmet Camisi (Söğüt)

Söğüt Çarşısında, Hükümet Konağının karşısında bulunan Çelebi Mehmet Camisi, Çelebi Sultan Mehmet döneminde XIV.yüzyılda yaptırılmıştır .Günümüze yalnızca minaresi orijinal olarak gelebilmiştir. Bugünkü camiyi Sultan II.Abdülhamit devrinde Üsep Kalfa yapmıştır.

Cami kareye yakın dikdörtgen planlı olup, üzeri dört sütunun taşıdığı on iki kubbe ile örtülmüştür. Böylece Osmanlı mimarisindeki ulu cami plan tipinde bir eserdir. Ancak caminin Çelebi Mehmet zamanındaki ilk yapılışında tek kubbeli olduğu sanılmaktadır

Caminin kuzey, doğu ve batısında beşer basamakla çıkılan üç kapısı bulunmaktadır. Doğu ve batı kapısında iki sütunlu sundurmalar vardır. İbadet mekanı dört sütunun taşıdığı ve yuvarlak kemerlerle birbirlerine bağlanan kubbeleri taşımaktadır. Bunlardan orta kubbe diğerlerinden daha yüksek olup burada ulu cami plan tipi aynen uygulanmıştır. Bu kubbelerin içerisi XIX.yüzyıl alem işleriyle bezenmiştir. Ancak süsleme sanatı yönünden bu bezemenin özelliği bulunmamaktadır.

Kuzey batı kenarına camiye bitişik olarak kaide ve pabuç kısmı kesme taştan, gövdesi tuğladan minaresi bulunmaktadır..


Rüstem Paşa Camisi (Osmaneli)

Osmaneli’nde Rüstem Paşa Camisi,Sadrazam Rüstem Paşa tarafından l527’de yaptırılmıştır. Bu caminin Mimar Sinan eseri olduğu ileri sürülmüşse de, Mimar Sinan’ın yapmış olduğu camiler arasında bu yapının ismi geçmemektedir. Büyük olasılıkla Mimar Sinan üslubunu benimsemiş bir mimar tarafından yapılmıştır.

Cami kareye yakın dikdörtgen planlı olup üzeri ahşap tavan ve çatı ile örtülmüştür. Kesme taştan caminin önünde altı sütunun taşıdığı ve birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmış revaklı bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Camiye giriş büyük bir niş içersindedir. Bunun iki yanında da birer küçük mihrap vardır. Ahşap tavanlı ibadet mekanının kuzeyinde dört sütunun taşıdığı ahşap bir mahfil bulunmaktadır. Mihrap ve minberi oldukça basit olup mihrap ve pencere arasında Kabe tasvirli, XVII.yüzyıla ait bir çini pano yerleştirilmiştir.



Kırgıllı Camisi (Osmaneli)

Hamidi Hatun ve Şaban Ağa tarafından inşaatına başlanmıştır. Tavan kısımları tamamlanmadan, banilerinin ölümleri üzerine inşaat yarıda kalmıştır. Hacı Mustafa Ağa tarafından tamamlanarak ibadete açılmıştır.



Ertuğrulgazi Gazi Mescidi ( Kuyulu Mescit) (Söğüt)

Ertuğrul Gazi aşiretiyle birlikte Söğüt’e geldiğinde Aktopraklı mevkiine yerleşmiştir. Söğüt Çayı kenarındaki mescit, küçük, bahçe içerisinde bir ibadet yeridir. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Kare planında tek kubbeli ve minaresi bulunan mescidin kuzeyinde, son cemaat yeri vardır. Bahçesinde günümüzde üstü kapatılmış olan bir de su kuyusu bulunmaktadır. Kuyulu Mescit adı da buradan gelmektedir. Mescit mekan ve plan olarak özelliğini korumakla birlikte zaman içerisinde büyük bir değişikliğe uğramıştır.


Balaban Cami (Söğüt)

Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey tarafından 1300 yılından sonra yaptırıldığı bilinmektedir. Önünde bir çeşmesi bulunan cami tek minarelidir. Cami mekan ve plan özelliklerini korumuş ancak yapılan onarımlarla orijinalliğini kaybetmiştir.


Çelebi Sultan Mehmet Camisi (Söğüt)

Çelebi Sultan Mehmet tarafından 1414-1420 yılları arasında yaptırılmıştır. Dikdörtgen planı, bir büyük ana kubbe ve on bir küçük kubbesi, bir minaresi kuzey,doğu ve batı taraflarından üç giriş kapısı olan bir camidir. İç mekanın aydınlanması için kubbe üzerine, Erken Osmanlı Dönemi camilerinde görülen aydınlanma feneri konulmuştur. Ana kubbe dört taş sütun üzerine oturtulmuştur. Kubbeler ve iç mekan son devir işlemeleri ile süslenmiştir. Bu cami ”Çarşı Cami” diye de bilinmektedir. Cami II.Abdülhamit döneminde büyük bir onarımdan geçirilmiş olup, bugünkü görünümü daha çok bu döneme aittir. Geçmişte büyük bir vakfiyesi olduğu söylenen cami, Söğüt’ün merkezinde olup, avlusundaki ulu çınarlarla geçmişi günümüze taşımaktadır.


Hamidiye Cami ( Çifte Minareli Cami) (Söğüt)

Söğüt İstiklal Caddesinde,ilçenin hemen girişinde bulunan Hamidiye Camisini Sultan II.Abdülhamit l790 da yaptırmıştır.

Cami kare planlı olup ibadet mekanı, kemerlerin taşıdığı büyük ve tek bir kubbe ile örtülmüştür. Kuzey yönündeki son cemaat yeri Neo-Klasik üslupta olup hafif sivri kemerli bir kapıdan içeriye girilmektedir. İbadet mekanı iki sıralı pencerelerle aydınlatılmıştır. Bunlardan alt sıradakiler Neo-Klasik üslupta ,üst sıradakiler de Arap üslubundadır..Bu bakımdan XIX.yüzyılın ikinci yarısında mimari de görülen üslup karmaşası burada da karımıza çıkmaktadır. Ayrıca pencereler arasında yapıldığı dönemin çinileri ile pencereler birbirinden ayrılmıştır. Bezeme XIX.yüzyıl üslubunda bitkiseldir.

Caminin kesme taştan iki minaresi bulunduğundan ötürü de halk arasında bu camiye çifte minareli cami ismi yakıştırılmıştır.


Kasımpaşa Camisi (Bozöyük)

Bozöyük merkezinde bulunan Bozöyük Kasımpaşa Camisi’ni Sadrazam Kasım Paşa 1525-1528 yıllarında Mimar Sinan’a yaptırmıştır.

Klasik Osmanlı mimarisinde tek kubbeli camiler gurubu içerisindeki cami, kare planlı olup üzeri çokgen kasnaklı, pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür. Kesme taştan beden duvarları iki kademe halinde yükselmekte silmeli bir saçak kısmı ile son bulmaktadır. Kuzey kısmında dört sütunun taşıdığı, çokgen kasnaklı üç kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. İbadet mekanı girişin ve diğer kenarlardaki ikişer bunların üzerinde alçı şebekeli üçer, kasnakta da sekiz yuvarlak pencere bulunmakta olup, toplam sekiz pencere ile aydınlatılmıştır.

Mihrap beyaz mermerdendir.Üst kısmında palmetli bir bezeme bulunmaktadır. Beş köşeli mihrap stalaktitli olarak sona ermektedir. Minber beyaz mermerdendir. Caminin içerisi XVI.yüzyıl çinileri ile bezenmiştir. Bu çinilerde sır altı tekniğinde lacivert, sarı, yeşil, mavi sarı renklerde palmet ve rumili kompozisyonlara yer verilmiştir. Kalem işleri orijinal olup kiremit kırmızısı, lacivert, sarı, beyaz renklerde çeşitli motifler, rozetler, hatayiler, kıvrık dallardan oluşan kompozisyonlar birbirini izlemektedir. Ayrıca kündekari tekniğinde pencere kapaklarında yer yer fildişi kakmalar da dikkati çekmektedir. Doğu duvarındaki mermer vaaz kürsüsü, müezzin mahfili de XVI.yüzyıl Osmanlı Sanatını yansıtmaktadır.

Caminin kare, taş kaidesi üzerinde yuvarlak gövdeli, tek şerefeli minaresi bulunmaktadır.



Bilecik Müzeleri

Ertuğrul Gazi Müzesi (Söğüt)

Bilecik, Söğüt Ertuğrul Gazi Müzesi 1981 yılında Ertuğrul Gazi Türbesi’nin karşısındaki XIX.yüzyıl konağında kurulmuştur. Müzedeki eserler Bilecik, Söğüt çevresinden derlenmiş, etnoğrafik malzemeden oluşmaktadır. Bunların başında halı, kilim, düz yaygılar, heybeler, tartı aletleri, ateşli ve kesici yöresel silahlar gelmektedir. Çevrede bulunan arkeolojik eserler ile sikkeler de müze koleksiyonlarını tamamlamaktadır.
 
Bilecik Evleri

Bilecik evleri Batı Anadolu evlerinin tipik örneklerini bir araya getirmiştir. Evlerin plan düzenleri iki ve üç katlı olup girişlerde taşlık ve bunun çevresinde kiler, mutfak, çamaşırhane gibi bölümler yer almıştır. İkinci ve üçüncü katlarda ise bir sofanın çevresinde odalar yer almıştır.Odaları genelde dikdörtgen pencereler aydınlatır ve çoğu kez kafeslere yer verilmiştir i.Bunların çevresinde duvara dayalı sedirler yerleştirilmiştir. Ayrıca odalarda yüklüklere, dolaplara yer verilmiştir. Üst örtüyü oluşturan tavanlar çoğu kez kalem işleri veya manzara resimleri ile bezenmiştir.Üst örtüyü ise kırma veya düz çatılar oluşturmuştur.

Bilecik evlerinin en iyi korunmuş örnekleri Osmaneli ilçesindedir. Osmaneli evleri bahçe içerisinde veya birbirlerine bitişik olarak sokak boyunca sıralanmışlardır. Zemin katın üzerinde iki kata yer verilmiştir. Çoğu örneklerde birinci katların cephesi zemin katları ile aynı düzendedir. Üst kat cephelerinde baş oda denilen oda yola doğru çıkıntı yapar ve bu odalar alttan çıkmalarla desteklenir. Ev köşe başında ise çıkmalar yan sokakta da devam der. Üst kat cepheleri eşit boyutlarda üç bölüme ayrılır. Bunlardan ortadaki bölüm zemin katlarla aynı düzeydedir. Yalnızca bunlar köşelerde ise iki yana da çıkma yapar ve çıkma ve konsollarla desteklenir.

Osmaneli evleri çatı ile örtülü olup çatı altları ahşap kirişlerle desteklenir.Saçaklar her evde ayrı bir görünümdedir. Çoğu kez de bunlar bezemesiz ve çıplak bırakılmıştır. Yalnızca çatının sofa üzerine rastlayan bölümü üçgen bir alınlık şeklinde olup çeşitli bezemelerle süslenmiştir.

Evlerin girişinde, arkasında veya bahçesinde kümes, ağıl, tandır, aşhane ve helalara yer verilmiştir. Bahçenin bir köşesine de gölgelikli bir oturma yeri yapılmıştır.

Osmaneli’nde evler içerisinde yaşayanların sosyal konumlarına göre ayrıcalık göstermezler. Osmaneli’ndeki Muhtar Evi varlıklı bir aileye aittir. Bu ev dış sofalı plan tipine göre yapılmıştır ve ahşap payandalara dayanan çıkmaları,renkli camlarla bezenmiş alçı tepe pencereleri, bezemeli ahşap tavanları ile dikkat çekici bir örnektir.
 
Bilecik Köprüleri

Taş Köprü (Osmaneli)


Göksu nehri üzerinde bulunan köprü Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Bakım çalışmalarının yapılmaması, gerekli koruma önlemlerinin alınmaması sebebiyle yıkılarak Göksu nehrinin içinde bir taş yığını halini almıştır.

Bilecik Saat Kulesi

Bilecik’e hakim bir tepe üzerinde Anadolu Lisesi’nin bahçesindedir. Giriş kapısı üzerindeki kitabesinden 1907’de Ertuğrul mutasarrıfı Musa Kâzım Bey tarafından yaptırıldığı, 1987’de Bilecik Valisi Adil Yazar tarafından restore edildiği öğrenilmektedir.

Bilecik’in sembolü niteliğindeki saat kulesi, yukarıdan aşağıya doğru genişleyen dikdörtgen prizma şeklindedir. Alttan iki kat, köşeleri kesme taştan, cepheleri ise moloz taştan olup, üst katlar ahşaptır. En altta yuvarlak kemerli bir kapısı ile üzerinde yine yuvarlak bir pencere yer almaktadır. İkinci katta balkon bulunmaktadır. Balkon üzerindeki ahşap bloğun dört cephesinde birer kare kadranlı saat yer alır. Saat Kulesinin üzeri pramidal bir külahla örtülü olup h.1325 (1907) tarihli Hüdavendigâr salnamesindeki resmi ile onarım sonrası bugünkü görünümü arasında hiçbir fark bulunmamaktadır.
 
Baki Hamamı (Merkez)

Bilecik İstiklal Mahallesi’ndeki Baki Hamamı’nın ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı kesinlik kazanamamıştır.

Hamamın günümüze ulaşan bölümlerinden dikdörtgen planlı olduğu, soyunmalığın ise ahşaptan olduğu sanılmaktadır. Doğu yönündeki girişin arkasında kubbe ile örtülü soğukluk ve sıcaklık kısımları bulunmaktadır. Ayrı ayrı kubbeli olan bu mekanların üzeri pandantifli kubbelerle örtülüdür.


Göl Pazarı Hamamı (Gölpazarı)

Göl Pazarı Hamamını Mihal Bey yaptırılmıştır.

Hamamdan günümüze yalnızca soğukluk ve sıcaklık bölümleri gelebilmiştir. Soyunmalık bölümü günümüze gelememiştir. Soğukluk iki yarım kubbenin desteklediği merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Buradan kare kubbeli sıcaklığa geçilmektedir. Sıcaklığın iki yanında da halvet hücreleri bulunmaktadır.Bu hücrelerin üzeri de küçük birer kubbe ile örtülüdür.
 
Ayşe Hatun Çeşmesi (Merkez)

Bilecik Merkezinde Orhan Camisi’nin batısında bulunan Ayşe Hatun Çeşmesi’ni Bilecik Ayanı Himmet Ağa’nın annesi Ayşe Hatun l813 yılında yaptırmıştır.

Yuvarlak kemerli kaba yontma taş ve tuğla hatıllı çeşmenin ayna taşı üzerinde altı satırlık bir kitabesi bulunmaktadır:

“Safha-i dehri içre emme hak edicek rüsgar
Bu cihan-ı vefada kala çeşme yadiğar
Ma-i zemzem feyz idev at şane bu
İç imam Hasan Hüseyin aşkına su
Sahip-ül hayrat ve hasenat
1228”.


Kaymakam Sait Bey Çeşmesi (Söğüt)

Söğüt Meydanında,parkın yanında bulunan bu çeşmeyi Söğüt de kaymakamlık yapmış olan Sait Bey l914 yılında yaptırmıştır.

Neo-Klasik üsluptaki çeşme üç kenarı, dış yüzleri dilimli vazolar halinde çeşme yalakları ile çevrilmiştir. Bu yalakaların ikişer yanında kabartma yıldız motifleri yerleştirilmiştir. Gövdenin köşeleri pahlı,ön yüzleri sivri kemerli nişler halindedir. Nişler ve aynaların yüzeyleri çinilerle bezenmiştir. Ayrıca üst kısımda dikdörtgen nişler içerisinde kitabeler bulunmaktadır. Çeşmenin doğu yüzünde “Minel mal küllüşeyhinbay”, kuzey yüzünde “Rebihüm ve sekahüm şeraban Tahura” yazılıdır. Batı yüzünde ise bir çini üzerine “Amel-i Mehmet Emin mintilazım Mehmet Hilmi Kütahya 1334” yazılıdır. Saçak kısmında stalaktitli frizler bulunmakta olup bunların üzerleri kıvrık dallar, rumiler ve palmetlerle süslü bir alınlıkla sona ermektedir.
 
Bilecik İmareti

Eski Bilecik’in doğusunda bulunan İmaret’in Orhan Gazi döneminde yapıldığı bilinmektedir. Vakıf kayıtlarından Osman Gazi’nin Şeyh Edebali adına Bilecik’de bir zaviye yapılmasını istediği, kendi mülkünden Kaz Ağaç Köyü’nde bir zaviye yaptırdığı öğrenilmektedir. Günümüze bu zaviye yıkıldığından, hiçbir iz gelememiştir.

Bilecik İmareti, orta eksen üzerinde iki kare mekandan meydana gelmiştir. Birbirlerinden geniş,yuvarlak kemerlerle ayrılan, üzerleri kubbe ile örtülü olan bu mekanlar moloz taş duvarlardan örülüdür. İmaretin güneyinde taş çıkıntılar dikkati çekmektedir. İmaretin dört taş sırası arasına üç sıra tuğla yerleştirilmiştir. Mihrap yönündeki bölümündeki pencereler içerisini aydınlatmaktadır.Yan mekanların üzerinin tonozlu olduğu sanılırsa da bu bölümler günümüze gelememiştir
 
Bilecik Şeyh Edebali Zaviyesi

Şeyh Edebali Zayiyesi Mal Hatun Türbesi ile birlikte Eski Bilecik’in kuzeyinde, Orhan Camisi’nin üzerindeki kayalık bir tepe üzerinde bulunmaktadır. Bu yapı topluluğundan zaviye yıkılmış, Osman Gazi’nin eşi Mal Hatun Türbesi yanına sonraki devirlerde yeniden yapılmıştır. Günümüzde bu yapı topluluğu Şeyh Edebali’nin Türbesinin de bulunduğu zaviye-mescit, türbeden ibaret bir yapı topluluğu halindedir.

Şeyh Edebali Türbe ve dergahı aynı yapı içerisinde olmasına karşılık Mal Hatun Türbesi onların doğusunda ayrı bir yapıdır. Bazı kayıtlarda bütün bu yapı topluluğunu Osman Gazi’nin yaptırdığı ileri sürülmüşse de o tarihlerde Osman Gazi hasta olup, Bursa’da yaşıyordu. Bu bakımdan bu yapı topluluğunu Orhan Gazi’nin yaptırmış olması daha akla yakındır.

Edebali Türbesi ve zaviye dikdörtgen planlı, ahşap tavanlı bir yapıdır. Taş duvarlı yapının batısında Edebali’nin türbesi kubbeli olup iki yanında eyvanlı bir üst örtü bulunmaktadır.

Bu yapı topluluğunun doğusunda Mal Hatun Türbesi bulunmaktadır. Türbe küçük bir yapı olmasına karşılık Osmanlı Türbe Mimarisi özelliğini taşımaktadır. Kare planlı,moloz taş bir yapısı vardır. Türbenin orta kısmında sandukaların bulunduğu kubbeli kısım kare planlıdır.Yanlarda eyvan duvarlarında açılmış küçük pencerelerle içerisi aydınlatılmıştır. Üzeri kubbe ile örtülüdür. Ayrıca kubbe üzerine kiremit çatı kaplanmıştır.

Bilecik Köprülü Kervansarayı

Bilecik’e 16 km. uzaklıkta Vezirhan’da bulunan Kervansarayı Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa yaptırmıştır. Kervansarayın yapım tarihini gösteren kitabesi olmamakla beraber l655’de yapıldığı sanılmaktadır.

Kervansaray 101.52 X 27.21 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır.Üç bölümlü kervansarayın orta kısmı iki yandakilere göre biraz daha farklıdır. Bu bölüm girişe ayrılmış, yapımında taş ve tuğla kullanılmıştır. Bunun iki yanında arabaların ve atların barındığı birbirine eşit iki dikdörtgen bölüm bulunmaktadır. Dışa kapalı, payandalarla destelenen, kale görünümündeki kervansarayın üzeri iki yana meyilli ahşap kırma bir çatı ile örtülmüştür. İçerideki ahşap sütun dizisi ve kirişler çatıyı taşımaktadır. Bu çatı 1912 yılına kadar sağlam durumda kalmış, bundan sonra yıkılmış ve kervansaray kendi haline terkedilmiştir.

Kervansarayın iç kısmında her iki yanda duvarlara ocaklar yerleştirilmiştir.Yanlara sekiler yapılmış ve bunlar zeminden daha yüksek tutulmuştur. Bu durumda ortada araba ve atlar, iki yanda da yolcuların konaklaması sağlanmıştır. Duvarlardaki ocakların üzerinde de küçük, mazgal niteliğinde pencereler açılmıştır.
 
Geri
Top