1 . Sınıf Anatomi Dersi

Mc_ÖRGE

Kaptan
Özel üye
I.BÖLÜM


1.1 ANATOMİ


Anatomi vücudunun yapısını inceleyen bilim dalıdır. İnsan anatomisi, insan vücudunun normal şekil ve yapısını inceleyen, en eski temel medikal bir bilim dalıdır. Anatomi terimi yalnız başına kullanılırsa, insan anatomisi anlamına gelir. Anatomi terimi Grek orjinli olup ana: içinde, ayrılmış, temnein: tome: kesmek, parçalara ayırmak kelimelerinden oluşmuştur. Latince kökenli dissectio (dis=ayrılmış, secare=kesmek) terimide anatomi ile aynı anlamı taşımakla beraber, dissectio günümüzde anatomi öğretiminin vazgeçilmez yöntemi olan kadavra pratiğini belirtmek amacı ile kullanılır.

1.2. ANATOMİNİN TARİHÇESİ

Riolan’ a göre, İbraniler 40 kemik ve 360 kiriş ve damar tanırlardı;Yunanlıların anatomi alanındaki bilgilerinin ise çok daha gelişmiş olduğu söylenir. Haller’e göre Hippokrates insan kadavralarının teşhisini yapmıştır; ama bunu ıspatlayan bir belge yoktur . Anatomi çalışmaları yapmaya yönelik bilinen ilk girişimler Batı’da
Aristoteles (i.ö.384-22?)tarafından yapılmıştır. Bununla birlikte i.ö.3000-i.ö.1600 arasında kalan bazı papürüsler, eski Mısırlıların mumyalama sırasında anatominin bazı konularıyla ilgilenmiş olduklarını göstermektedir. Biyoloji biliminin kurucusu olan Aristoteles, bitkilerde ve hayvanlarda inceleme amaçlı kesmeler (teşrih) uygulanmıştır. Ama Aristoteles de tıbbın kurucusu sayılan Hippokrates(460-374) de, insan bedeninde kesme çalışmaları yapmamışlardır. Aristoteles’in eserlerinde, Hippokratesci yazarlara göre, anatominin durumunu bildiren bilgiler hem çok zayıf hem de hatalı gözlemlerle doludur. İnsan anatomisinin gerçek temelleri M.Ö.4yy. da İskenderiye okulu tarafından atılmıştır. Koslu Praksagoras ve öğrencileri Herophilos ve Erasistratos (bu sonuncusu belki de Aristoteles’in torunudur) insan kadavrası teşhiri yapmışlardır 2. Herophilos ve Erasistratos Aristoteles’ in ölümünden kısa süre sonra, Mısır’da Ptolemaios sülalesi hükümdarları, insan üstünde inceleme amaçlı kesme işlerini desteklemişler ve bu işin en etkili uygulayıcıları, Herophilos (i.ö.335-280) ile çağdaşı Erasistratos (i.ö.310-250) olmuşlardır. Herophilos 600 kadar insan bedenini keserek, anatomi incelemeleri yazmıştır;bunlar arasında gözlerle ilgili bir inceleme ve ebeler için bir el kitabı sayılabilir. Ama en büyük katkısı, beynin sinir sistemi merkezi ve zekanın bulunduğu yer olduğunu kanıtlaması ve beyinden omuriliğe giden sinirlerin çizimini yaparak, isteme uyanlar ve uymayanlar diye sınıflandırması olmuştur. Erasistratos, ayrıca kalbe yağ taşıyan lenfi incelemiş, gırtlak kapağının gırtlağı kapatmaktaki işlevini tanımlamış, kalpteki üçlü kapak ’ı ortaya çıkarmış, duyum sistemleri ile hareket sistemlerini birbirinden ayıdetmiştir. Dolaşım sistemini de yoğun biçimde incelemiş, ama atardamarda hava bulunduğunu savunmuştur:Bu, o dönemde yaygın bir inançtı; Çünkü normal olarak toplam kanın %60 kadarı toplardamarlarda bulunur ve ölümde atardamarlar, kılcal damarlara ve toplardamarlara boşalırlar.

GALENUS: Eskiçağ bilginlerinin pek çok gözlemi yanlış yapmış olmalarına karşın, Kleopatra’nın hükümdarlığının sonuna kadar (İ.Ö. yaklaşık 30 ) bulunan ilkelerin, sonraki 1000 yılda yapılacak buluşlar kadar çok olduğu söylenebilir. Kleopatra’nın ölümünden kısa süre sonra, İskenderiye bir Roma kenti ve Hrıstiyan kilisesinin başlıca merkezlerinden biri olmuş ve kent yöneticileri, anatomi çalışmalarına karşı çıkmaya başlamışlar, dünyanın Arabistan dışındaki yerlerindeki yöneticiler de, insan bedeni üstünde inceleme amaçlı kesme çalışmaları yapılmasını yasaklamışlardır .Bununla birlikte, anatomi bilgisini arttırma konusundaki isteğin önü alınamamıştır.

Anatomi bilgisini geliştirme konusunda çaba gösteren en önemlisi, Roma imparatoru Marcus Aurelius’un Yunan asıllı hekimi Claudius Galenus’tur;(İ.S.131-200)Tarihte deneysel fizyolojinin kurucusu sayılan Galenus, idrarın idrar kesesinde değil, böbreklerde oluştuğunu ve omuriliğin kesilmesinin, bedenin kesme noktası altında kalan bölümünde felce yol açtığını göstermiştir. Büyük yapıtı İnsan Parçalarının Kullanımı Üstüne, günümüzde 1400 yıl önce, her yerde kullanılan bir tıp kitabı haline gelmiştir. Ne var ki, deneysel tıbba bazı güzel katkılarda bulunmasına karşın, Galenus’un aslında anatominin ilerlemesini geciktirdiği söylenebilir: Dinsel görüşlerden ötürü Galenus’un insan bedenini kesmesine izin verilmediğinden, elde ettiği sonuçların çoğu sığırlar, köpekler, domuzlar ve maymunlar üstünde yaptığı kesme işlemlerine dayanıyordu. Üstelik kendisinden önceki ve çağdaşı anatomicilerin bazı yanlışlarını da, yapıtıyla kalıcı duruma getirmiştir .3 Ondan sonra bu dini inançlar ve ön yargılar yüzünden anatominin tamamen ihmal edildiği ve on iki yüz yıllık bir karanlık devre gelir. Anatominin yeniden bir hamle yapabilmesi için 1215’te İmparator Friedrich II’nin emirnamesi ve 1300 tarihinde Papa Bonifacio 7’in izini beklemek gerekir.1315’te Mundinus, Balogna’da öğrencileri önünde, iki kadavra teşrihi yapar.2
İbni sina ve öbür islam bilginleri .Dinin karşı olması yüzünden anatomi araştırmaları Ortaçağda Batı’da büyük ölçüde bir yana bırakılırken, İslam bilginleri bu dalda büyük gelişmeler göstermişlerdir. İslam anatomicilerinin en ünlüsü İbni Sina (İ.S.980-1037)İ.S.1000’de yazdığı Kanun fi’t Tıp (Tıp Kuralları )adlı yapıtında, insanlar, maymunlar, köpekler ve öteki hayvanlar üzerinde yaptığı incelemelerden elde ettiği bilgilere yer vermiştir;ama İbni Sina’da, öbür İslam bilginleri de sistemli incelemeler yapmamışlardır.

VESALİUS: Batı’da Rönesans geliştikçe, bazı bilim adamları din kökenli kısıtlamalara karşı çıkmaya başlamışlar ve ortaya hızla çok sayıda anatomi bilgini çıkmıştır. Bunlar arasında en önemlisi Vesalius’tur. (1514 -64) Anatominin modern çağının başlatıcısı sayılan Vesalius, Galenus’un çoğu hatalı olan gözlemlerini kabul etmek ve incelemeleri metafizik diyalektiğe göre sürdürmek yerine, doğrudan bilimsel-deneysel bir yaklaşım göstermiş, pek çok hayvanın anatomisini, insanınki ile karşılaştırmış ve türler arasındaki farklılıkların nasıl şaşırtıcı biçimde bilinmeyenleri ortaya çıkardığını belirtmiştir. Kopernik’in Gök Cisimlerinin Dolanması adlı yapıtıyla aynı yıl yayınlanan İnsan Bedeninin Yapısı Üstüne adlı yapıtı, insan bedeninin iç yapısıyla ilgili doğru çözümlemelere yer vermesi açısından son derece önemlidir. Vesalius’un çağdaşları ve sonraki bilginler, yüzyıldan kısa bir süre içinde, genel anatomiyle ilgili temel incelemelerin çoğunu tamamlamışlardır.3
Vesalius kitabıyla biyolojinin morfoloji olarak tanımlanan ve pratikte anatomi ile hemen hemen eş anlamlı olan dalı ortaya çıktı. Morfoloji, organizma bölümlerinin biçim ve işleyişlerini evrimsel ilişkiler, işlevler ve gelişim temel ilkeler açısından açıklarken, anatomi yalnızca bunların yapılarının tanınmasını kapsar.4 Vesalius’un 1543 yılında henüz 28 yaşında yazdığı ‘De Humani Corporis Fabrica’ adlı eseri ile büyük yankılar yaratmış ve bütün tıp temeli ve girişi olarak tanıtılmaktadır. Bu görüş bugün değişmediği gibi hiçbir zaman değişmeyecektir.5

1.3. ANATOMİNİN BÖLÜMLERİ

Çok geniş bir bilim dalı olan anatomi, hekimlik dallarındaki ayırımlarla paralel olarak çeşitli alt dallara ayrılmıştır. Bu anatomicilerin hepsinde ortak temel bilgiler kullanılmasına karşın, bakış açıları ve bilgi gruplarında değişiklikler yapılmıştır . 1

Genel Anatomi: Konusu, birbirine benzeyen vücut kısımlarını bir araya toplayıp, ‘sistem’ denilen tabii gruplar meydana getirmektir. Bu sistemleri biçim, yapı ve gelişmeleri içinde inceler; böylece de organları meydana getiren temel kısımları yani dokuları incelemiş olur. Genel mikroskobik anatominin veya histolojinin ortaya attığı yapı problemlerinin çözümü için, genel anatomi, mikroskobik, kimyevi ve fiziki analizlerin verilerinden yararlanır. Bichat, mikroskop kullanmadığı halde dokuların ve suyukların bileşimine giren kısımları, anatomik elemanları veya temel prensipleri ayırt etmesini bilmiştir. Ona göre, her dokunun vücudun bütünü içinde ele alındığında bir sistem meydana getirdiği görülür. Çeşitli sistemler, aralarında değişik miktar ve oranda birleşerek organları oluşturur. Tek bir organın görevinde daha genel bir fonksiyonu olan birleşmiş organlar bütünü bir aygıttır. Demek ki anatomi ile fizyoloji bir arada yürür.2

Sistematik (analitik) Anatomi: İnsan vücudunun, organ gruplarına sistemlere göre incelendiği bir anatomi çeşitidir 1. Bir organın en ince noktasına dek tanımlanmasını amaçlar ve bir çok alt dala ayrılır 6. Sistematik anatomi en çok kullanılan anatomi öğretim yöntemidir. Sistematik anatomide insan vücudu sekiz sisteme ayrılarak incelenir. Bunlar: (I)Hareket sistemi, (II)Sinir sistemi, (III)Duyu organları, (IV)Dolaşım sistemi, (V)Sindirim sistemi, (VI)Solunum sistemi, (VII)İdrar ve üreme sistemi, (VIII)İç salgı bezler sistemi

Tasviri Anatomi: Organlı bir varlığın yapısı hakkında gerçek bilgi sahibi olabilmek için, anatomist, sırasıyla çeşitli aygıtları meydana getiren organların her birinin durumunu göz önüne almalıdır. Organların durum, şekil, ağırlık, yön ve hacmini, ilişkilerini, kısacası dış özelliklerini ele alan bu analitik inceleme, tasviri anatominin işidir. Kemikbilim (osteoloji), iskelet ve kemikleri; eklem bilim (artroloji), eklemleri; bağ bilim (sindezmoloji) bağları; kas bilim (miyoloji), kasları; damar bilim (angioloji), damarları; sinir bilim (nevroloji),sinirleri; iç organlar bahsi (splanknoloji), iç organları inceler.2


Topografik Anatomi: Aynı bölgede bulunan organlar arasındaki ilişkileri açıklar.6 Tasviri anatominin iyice bilinmesi gerektirir;onu tamamlar ama yerini alamaz. Tasviri anatomiyi bölge bölge anlatmak topografik anatomi yapmak değildir. Bölgeyi, Velpeau ile birlikte, başlı başına bir yapılışı, özel görevleri ve hatta özel hastalıkları olan bir bütün olarak kabul etmek gerekir. Bu bölgenin incelenmesine de tıbbi-cerrahi anatomi veya uygulamalı anatomi denir;zira bu inceleme sonunda, hekim veya cerrah semiyoloji ve teşhis bakımından olduğu kadar tedavi için gerekli müdahaleler bakımından da bütün bilgi ve verileri elde etmiş olur.1

Karşılaştırmalı Anatomi: (komperatif anatomi) Cinsler arasındaki benzerlikleri, farklılıkları, cinslerin örgenleşmesindeki temel yada ikincil etkenleri araştırır:bu bilim antropoloji, zooloji ve paleontolojiye önemli veriler sağlar 6. Bu inceleme, çok değişik gelişme dereceleri gösteren türlerin, bugünkü tabiat şartları altında bulunmasından veya hiç olmazsa göz, kalp v.b. gibi belirli bir organın gelişme merhalelerinin ortaya çıkarılmasından faydalanır 2.

Patolojik Anatomi: Hastalıkların organlarda neden olduğu yapı ve biçim değişikliklerinin incelenmesidir. Makroskopik patolojik anatomi, çıplak gözle görülebilen değişiklikleri, histo patolojik anatomi, mikroskopla seçilebilen doku bozukluklarını inceler. Büyüteçle birlikte doğan doku bilim (histoloji) mikroskoplar geliştikçe ilerledi. Günümüzde, elektron mikroskobunun yardımıyla hücre, en ince ayrıntısına dek incelenebilmektedir. Geçmişte yalnızca ölüm sonrası lezyonlarının incelenmesiyle sınırlı olan patolojik anatomi, bugün temel tıp bilimlerinde bir uzmanlık dalı olmuştur, ameliyatla çıkartılan her parçanın sistematik olarak incelenmesinde şart olan histopatolojik anatomi, klinik uygulamada hergün başvurulan bir araştırma yöntemidir.(biyopsi) 6 Çok eski zamanlardan beri hekimler klinik gözlemlerini anatomik bilgilere bağlamak istemişlerdir otopsinin yasak olması uzun zaman bunu engellemiştir.16. y.y. da Padova’lı hekim Morgagni, klinik anatomisi metodunu kurdu. Fakat Fransa’da Dupuytren, Bichat, Leannec’in sayesinde bu metodun gelişebilmesi için 19.y.y. beklemek gerekti. Patolojik anatomide elde edilen sonuçlar çeşitlidir. Bu sonuçlar teşhise yarar;ilmidir;adli tıbba yardımcı olur;hatta tedavi içinde patolojik sonuçlardan faydalanılır. Patolojik anatomi iki büyük bölümden meydana gelir: genel patolojik anatomi, patolojik olayları genel olarak inceler (enflamasyon, tümörler, şekil bozuklukları) ve özel patolojik anatomi, bu olayları ayrı ayrı her organ açısından ele alır.2

Radyolojik Anatomi: Radyografi aracılığıyla gözlemlenen organ biçimlerinin ve organlar arası ilişkilerin incelenmesidir 6. Hastalıkların, yaralanmaların ve eklem rahatsızlıklarının teşhisinde X ışınının kullanılmasından beri radyolojik anatomi çok ilerlemiştir. Radyolojik anatomi, radyografi sonucu elde edilen şekil ve durumları inceler . Organ ve aygıtların belli yönlerden (önden, yandan, yarı yandan, dikey ve yatay olarak v.b.) muayenesi, kemiklerin iç yapısının, eklemlerin ve bazı iç organların incelenmesini kapsar. Gerçek veya muhtemel organik boşlukların iç yapısı, saydamsız bir madde (yemek borusu, idrar yolları, kanallar veya damarlara) veya gaz (pnömoseröz, gazlı anserografi) şırınga edilerek meydana çıkarılır. Teşrihle elde edilen sonuçlarla yapılan kıyaslama, ışığın, kişinin ve ekranın bulunduğu yerler göz önünde tutularak klişeler üzerinde anamorfozları değerlendirmeye yarar. Bu değişiklikler bazen belirli bir planın görünümünü tespit, bir planı büyültebilme, başka türlü görülmeyen bir ayrıntıyı ortaya çıkarabilmek bakımından önemlidir. Radyolojik anatomi, canlıda normal ve patolojik şekilleri görmeğe, patolojik durumları tespitle tıbbi ve cerrahi teşhise yardımcı olur2.
 

Mc_ÖRGE

Kaptan
Özel üye
II. BÖLÜM

2.1. ARTİSTİK ANATOMİ

Dış şekillerin anatomisidir. Vücudun çeşitli kısımlarını yerlerine yerleştirmeyi, organların iz düşümlerini, bölme planlarının kullanılmasını, hareketin meydana getirdiği değişiklikleri öğretir. Gerdy, artistik anatominin güzel bir incelemesini yaptı. Mathias Duval, artistik anatomi okuttu ve bu konuda önemli bir eser yazan Richer’den beride güzel sanatlar okullarında artistik anatomi okutulmaktadır. Şekillerin dıştan incelenmesi, bir orantı incelemesini gerektirir; bu da bir ideal insan vücudu anlayışı doğurur. Vitruvius’a göre yunan heykeltraşları başın uzunluğunun vücudun sekizde biri olduğunu kabul ederlerdi; bu, Doryphoros’un temsil ettiği Lysippos’un kabul ettiği ölçülere göre insan vücudu daha uzun ve daha az tıknazdı 6.

Leonardo da Vinci tabuların çağdaşlarını korkuttuğu bir devirde Resim Sanatı ile İnsan Anatomisi arasında anlamlı ilişkiler kurarak Artistik Anatominin de temellerini hazırlayan modern anatomi çalışmaları yapmıştır. Onun çok eski dönemlerde insanın yapısı hakkındaki gözlemleri ve bulduğu orantılar hala geçerliliğini korumaktadır. Bu denli değerli ve hala geçerli olan bulgularını, uzun fakat sabırla yaptığı titiz çalışmalarındaki gözlemlerine borçlu olduğunu, hemen her yazısında belirtmiştir. Ayrıca plastik sanatlarla uğraşan insanlara önemli bir önerisi de şu olmuştur; ‘İyi ve doğru ölçülere sahip insan yapıtları hazırlayacaksanız mutlaka insan anatomisini öğrenmelisiniz’.7

Tıp eğitimi dışında, ressam ve heykeltraş yetiştiren güzel sanatlarla ilgili yüksek okullarda artistik anatomi, Spor Yüksek Okullarında sportif anatomi okutulur. Bunlar dışında, halkın insan vücudu konusunda bilinçlenmesini amaçlayan popüler anatomi’de tıp eğitimi dışında kullanılan bir anatomidir 1

Vücudumuzun dış yapısına estetik ve şekil veren kemik, kas ve eklem yapısının organizasyonu bu yapıların deri altında oluşturdukları konturlar, ayrıca vücudumuzun yüzeyel yapısına perspektif bir görünüm veren organlarımız Artistik Anatomi içerisinde ayrıntılı olarak incelenir.

2.2. ANATOMİ VE MEDİKAL İLLÜSTRASYON

“İnsanlar bir konuyu anlamışlarsa, onu kafalarında bir imaj olarak canlandırabilirler demektir.” Ünlü hekim ve İllüstratör Frank H. Netter’in bu sözü tıp eğitiminin temel ilkesinden biridir. Tıp eğitiminde görsel materyaller kıllanmanın gerekliliği medikal İllüstrasyon (Medical İllustration ) veya medikal iletişim (Medical Communication) adı verilen bilim dalını doğurmuştur. Batı tıp literatüründe Medikal iletişim biliminin amacı şöyle tarif edilmektedir. “Klasik eğitim metodlarının yetersiz yönlerini araştırp, düzeltmek ve yeni metodlar geliştirerek tıp eğitiminin kalitesini arttırmak”.

Konusu insan olan tıp bilgisinin görsel hale getirilmesi özel bir profesyonellik ve adına Medikal İllüstrasyon denir. Bu alanda resim, fotoğraf, grafik, film, heykel ve bilgisayar gibi çeşitli vasıtalar kullanılarak multimedya, slayt, yansı (tepe göz) basılı yayın ve poster şeklinde bilgisinin alıcıya aktarılması gerçekleşir.

Tıbbi bilginin görsel hale getirilmesinde dikkat edilmesi gereken temel ilke, bilginin tam doğrulukla ve amaçlanan mesajı vurgulayarak aktarılmasıdır. Bu yüzden bir medikal illüstratörün; anatomi, fizyoloji, pataloji, genel tıp konularında yeterli bilgiye sahip olması yanı sıra yüksek düzeyde resim kabiliyetine ve başta bilgisayar olmak üzere kullanacağı medya vasıtaları hakkında da iyi düzeyde birikime sahip olması gerekir. Bu yüzden medikal illüstrasyon özel eğitim gerektiren bir iştir.

Medikal İllüstrasyon, Eski Mısır’dan başlayan yaklaşık 3000 yıllık uzun bir geçmişe sahiptir. Batıda Rönesans sonrası büyük gelişmeler kaydedilmiştir.8 Bu alanda yetişmiş bazı büyük isimleri ve eserleri şöyle sıralayabiliriz:

Galenus : De Usu Partium, De Anatomius Administrationibus
Sabuncuoğlu Şerafetti: Cerrahiyetü’l Haniye
Leonardo De Vinci : Çizimlerini bir eserde toplamamıştır.
Charles Estienne : De Dissectione Partium Corporis Humani
Andreco Vesqlius ve Jan Stephan of Colcor : De Humanis Corparis Fabrica
Frank H. Netter : The Ciba Collection of Medical Illustration

Medikal İllüstrasyon işi 18.yüzyılda resmiyet kazanmıştır. William Hunter kurduğu Anatomi enstitüsünde çalışmalarını resimlettirmek için ressamlar çalıştırmıştır.9 İlk medikal illüstrasyon okulu 1894 yılında ABD’de max Brodel tarafından Johns Hopkins Tıp Okulunda kurulmuş ve 1911’de ilk eğitim programını organize edilmiştir.

Batıda modern anlamda tıp bilgisinin görselleştirilmesi Vesalus ile başlamıştır. Önceleri sadece Anatomik oluşumların resmedilmesi amacıyla çalışmalar yapılmıştır. Ortaçağ sonlarında tıbbi resim için öznel bir yapıya kavuşmuş ve “Medical Illustration” adına alınmıştır.

“The Association of Medical Illustrators” adıyla 1945’de 45 tıp ressamı tarafından kurulan ilk dernek halen çalışmalarını devam ettirmektedir. Index Medicus’da Medikal Illusrtrasyon başlığı alanında dört dergi yer almaktadır. Bunlar; Journal of Audiovisual Medioin Medicine (İngiltere), Journal of Biocommunication (ABD), Visual Medicine (ABD) ve Journal of Biological Photography (ABD)’dir.

Bilgi ve iletişim çağı olan günümüzde, tıp eğitiminde klasik metotların aşılıp, amaca yönelik daha modern, daha etkili ve daha ekonomik metodların getirilmesi gerekmektedir. Bu yüzden medikal illüstrasyon ve iletişim kurumlarının daha fazla gecikmeden ülkemizdeki tıp eğitimine kazanılması gerektiği inancındayız.


2.3. ANATOMİDE GENEL TERİMLER

Ayakta dik duran topukları ve ayak başparmakları birleşmiş, el ayaları öne, yüzü ve gözleri tam karşıya bakar durumdaki insan anatomik pozisyondadır 7 . Herhangi bir anatomik tanım 3 ana düzlem temel alınarak yapılabilir. Bunlardan ikisi olan sagital ve koronal düzlemler vücudun boyunca seyrederler, birbirlerini ortada dik açı ile keserler. Diğeri ise transvers veya horizontal düzlem, diğer iki düzlemi dik açı ile enine keser. (Bkz Resim 1)

Sagital Düzlem: Vücudu önden arkaya dik kesen düzlemlerdir. Vücudu tam ortadan iki parçaya ayıran düzleme median düzlem denir. Sagital düzlem üzerinde olan iki oluşumdan median düzleme yakın olanına medial, daha uzak olana lateral denir. Median düzlem üzerindeki bir oluşum için median terimi kullanılır.

Koronal veya Frontal Düzlem: Vücut boyunca uzanan fakat vücudu sağdan sola kesen düzlemlerdir. Bunlardan vücudun ön cephesine daha yakın olanların üstünde bulunan oluşumlar için anterior veya ventral, arkada bulunan oluşumlar için posterior veya dorsal terimleri kullanılır.

Transvers veya Horizontol Düzlem: Vücudu enine kesen düzlemlerdir. Başa daha yakın oluşumlar için suparior veya sefalik, altta kalanları için ise inferior veya kaudal terimleri kullanılır.

Oblik Düzlemler: Diğer düzlemleri herhangi bir açı ile kesen düzlemlerdir.
Böylece vücudun içindeki herhangi bir organın veya oluşumun göreceli pozisyonu; şu tanımlamalarla ifade edilir:

Genel terimler

medial,
lateral,
anterior,
postarior,
suparior
inferior

İki komşu oluşumdan, vücut yüzeyine yakın olanı için superficial veya external, derin olanı için ise profundus veya internal terimleri kullanılır. Örneğin diş dudağa göre internal, baş derisi kafatasına göre externaldir. Bu üç oluşumdan arada kalan için intermediatus terimi kullanılır.
Ekstiremite’nin gövdeye yakın kısmı için proksimal, daha uzak kısmı için distal terimi kullanılır. El ön kola göre distaldir. Uyluk bacağa göre proksimaldir.
El ve ayak ayası için palmar veya volar yüz terimleri, ayak tabanı için plantar yüz terimi kullanılır. El ve ayak sırtlarının her ikisi için dorsum terimi kullanılır.




2.4. TERMİNİ GENERALES, HAREKETLE İLGİLİ TERİMLER

Anterior: Ön. Önde bulunan anlamındadır. Ventralis’te aynı anlamda kullanılır.

Posterior: Arka. Arkada veya vücudun sırt tarafında bulunan olumlar için kullanılan bir terimdir. Dorsalis’le eşanlamlıdır.

Superior: Üstte. Yukarıda olan anlamındadır. Superior. Oranialis terimi ile eşanlamlıdır.

İnferior: Alt. Aşağı anlamındadır. Caudalis. İnferior ile aynı anlamda kullanılır.

Medialis: İç tarafta. Orta düzlemde yakın olan oluşumları belirtmek için kullanılır.

Lateralis: Dışta. Yanda olan anlamındadır. Vücuttta orta düzlemden uzakta olan oluşumları belirtmek için kullanılır.

İntermedius: İlki nesne arasında olan anlamındadır.

Medianus: Orta hatta bulunanlar anlamındadır.

Apicalis: Tepe ile ilgili anlamındadır.

Basilaris: Taban ile ilgili anlamındadır.

Centralis: Merkezden uzakta, periferide bulunan anlamındadır.

İnternus: İçerde. Içe ait olan anlamındadır.

Externus: İnternus’la zıt anlamlı bir terim olup dışa ait dışta olan anlamındadır.

Proximalis: Başlangıç yerine yakın olan anlamında olup gövdeye yakın olan. Bitişik bulunan oluşumlar için kullanılır.

Distalis: Gövde’den veya başlangıçta uzakta olan anlamındadır.

Verticalis: Dikey, düşey anlamındadır.

Horizontalis: Yatay, enine, horizontal anlamındadır.

Superficialis: Latince superficalis terimi yüzeysel anlamındadır. Vücutta deri yüzeyine yakın oluşumları belirtmek için kullanılır.

Profundus: Vücutta deri yüzeyinden uzakta- derinde bulunan oluşumları belirtmek için kullanılır.5


HAREKETLERLE İLGİLİ TERİMLER

Flexion: Latincede Flexio = bükme, bükülme anlamındadır. Flexion, sagittal düzlemde vücudun bölümleri veya eklem kolları arasındaki açının küçülmesini sağlayan harekettir.

Extension: Flexion hareketinin tersi olup, sagittal düzlemde vücudun bölümleri veya eklem kolları arasındaki açının genişlemesini sağlayan harekettir.

Abduction: Frontal düzlemde eklem kolunun orta hattan uzaklaşması hareketidir.

Adduction: Frontal düzlemde ekstremitenin veya bir bölümünün orta hatta yaklaştırılması hareketidir.

Rotation: Latince Rotatio = Dönme anlamındadır. Rotasyon, vücudun bir bölümünün veya bir kemiğin uzun ekseni etrafında döndürülmesi hareketidir. Pronasyon ve Supinasyon üst ekstremite ön kolun, radius’un ekseninde içe ve dışa döndürülme hareketlerini belirtmek için kullanılan özel terimlerdir.

Circumduction: Bir ekstremitenin veya bir bölümünün, abduction, adduction, flexion, extension hareketlerinin kombinasyonu ile oluşturulan dairsel hareketini belirtir.

İnversion: Ayak tabanının orta düzleme döndürülme hareketidir.

Eversion: Ayak tabanının orta düzlemden uzaklaşıp, dış yana doğru bakacak şekilde döndürülmesi hareketidir.5
2.5. İNSAN FİGÜRÜNÜN ÇİZİMİ VE ARTİSTİK ANATOMİ

Leonardo da Vinci, Dürer ve Michelangelo gibi bir çok Rönesans dönemi sanatçıları, insan vücudu hakkında ayrıntılı bir inceleme yaptıktan sonra ideal ölçüleri yani oranlar oluşturmaya çalışmışlardır. Çizdikleri resimleri de bu ölçüleri kullanarak yapmışlardır. Ölçüler arasında çok fazla olmasa da farklılıklar vardır. Polykleitos’un kanon adını verdiği kuramı ise kendi içerisinde bazı farlılıklar göstermesine rağmen oranlar konusunda somut kurallara sahip bir ölçü sistemi olarak kabul görmüştür. Resim yaparken kanon’un dışında altın oran, perspektif, antropometri, denge ve kontur verme göz önünde bulundurulması gereken özelliklerdendir.

2.6. ANTROPOMETRİ

Kurucusu olan Alphonse Bertillon tarafından insan vücudunun yada vücudun bir bölümünün ölçülerini oranlarını inceleyen bilim dalı olarak tarif edilmiştir. Antropometri insan figürünü çizme sanatı ile doğrudan ilgilidir. Her şeyden önce de her vücudun birbirinden farklı olduğunu gösterir.

Anatomiyi tanımlayan bir ilim dalı olan antropometri; ırk, cinsellik ve yaş açısından binlerce vücudun orantılarını kıyaslayarak araştırmış, yüzyıllardan bu yana ressam ve yontucuların kullandıkları ölçüleri incelemiş ve günümüz sanatçılarına, doğrudan bilgiler sağlamıştır.


2.7. KANON

Modül adı verilen bir ölçü biriminden yararlanarak insan vücudunun oran ve boyutlarını saptayan bir ölçme sistemidir. İnsan figürünün orantılarını saptamak için üç kanon vardır. Fakat sanatçılar ideal insan figürü için 8 başlık kanon kullanırlar. XVIII. y.y. Alman sanatçısı Albert Dürer çizmiş olduğu sekiz baş’lık kanon ile günümüz sanatçılarının kullandığı sekiz baş modüllü çağdaş kanon’un aynı özelliklere sahip olması yönetimin geçerliliği açısından çok rahatlatıcı bir durumdur. Fakat çocuklar için yaşa göre farklı kanonlar kullanmak gerekir. Kanon, orantıların belirlenmesi ve bu orantılardan yola çıkılarak çizim oluşturulmasını sağlayan önemli bir yol göstericidir 7.

2.8. VÜCUDUN GENEL ORANTI VE ÖLÇÜMLERİ

Vücut geleneksel yedi buçuk kafa boyu yerine toplam sekiz ve üç çeyrek kafa boyu uzunluğuyla incelenir. Kafayı ölçü aracı olarak kullanırsak vücudun bölümleri şunlardır.
1-Ön Beden: Üç kafa boyundadır ve omuzlar üzerinden çizilen hattan cinsel organların üzerine kadar uzanır. Göğüsten karında ve cinsel organları üzerinden geçen çizgilerle üç kısma ayrılır.
2-Arka Beden: Üç buçuk kafa boyu uzunluğundadır, omuzlardan kaba etlerin bittiği yere kadar uzanır. Kürek kemiklerinin kökünden, öndeki karın çizgisinin karşılığı olan externus oblique üzerinden, kuyruk sokumundan, kaba etlerin bittiği yerden geçen çizgilerle dört kısma ayrılır.
3-Boyun: Dik vaziyette yarım kafa boyunda, çene noktasından boyun boşluğuna kadar.
4-Kol: İki ve üç çeyrek kafa uzunluğundadır. Köprücük kemiklerinden bileğe kadar uzanır. Göbeğin karşısında ki dirsekten iki kısma ayrılır. Bilekte büyük trochantern hizasında bulunur, elin uzunluğu ise kola üç çeyrek kafa uzunluğunu ekler.
5-Bacak: Dört kafa uzunluğundadır, büyük trochanter’den iç bilek kemiği üstüne kadar dizden ikiye ayrılır. Ayak bu uzunluğa dörtte bir kafa uzunluğunu ekler böylece toplam bacak uzunluğu dört tam bir çeyrek kafa uzunluğunu bulur.
6-El: El üç çeyrek kafa uzunluğundadır, bu çeneden saç çizgisine kadar olan kısımdır. Genişliği kafanın genişliğinin dörtte biri kadardır veya başka bir değişle burundan çeneye kadar olan uzunluktadır.
7-Ayak: Ayağın uzunluğu ön kolun uzunluğundadır. Bu da bir tam üçte bir kafa uzunluğundadır. Ayağın önünde genişliği yarım kafa kadardır 11 . (Bkz Resim 2)

Erkek Figürü Çiziminde Kanon: Figür sekiz baş yüksekliğinde, iki baş genişliğindedir.

a.1 numaralı modül, yüz bölgesinde çenenin altından geçer.
b.2 numaralı modül, meme uçlarının tam üstündedir.
c.3 numaralı modül, göbeğin biraz üstünden ve dirsek hizasından geçer.
d.4 numaralı modül, bilek hizasından geçer.
e.5 numaralı modül, anatomik pozisyonda duran bir kişinin elinin orta parmak ucunun biraz aşağısından geçer.
f.6 numaralı modül, dizkapağının (patella kemiği) hemen altından geçer.
g.7 numaralı modül,yaklaşık olarak bacağın ortasından (M.triceps surea kabarıklığının biraz altından) geçer.
h.8 numaralı modül, ayak tabanı hizasından geçer.

Omuzdan parmak uçlarına kadar kol uzunluğu üç buçuk modüle eşittir. İki meme ucu arasında ki genişlik bir modül genişliğine eşittir.

Kadın Figürü Çiziminde Kanon: Erkek figürü için kullanılan sekiz başlık kanon, kadın figürü içinde geçerlidir. Kadın başı erkek başına oranla daha küçük olduğundan, kadın vücudu erkek vücudundan yaklaşık 10 cm. daha kısadır. Bu nedenle her iki cins arasında şu şekilde farklılıklar olur.

Kadının omuzları, erkeğin omuzlarından daha dardır.
Kadında, memeler daha aşağıda ve meme uçları da erkeğe göre biraz daha aşağıdadır.
Kadın beli, erkek belinden daha incedir ve göbek deliği de erkeklere göre daha aşağıdadır.
Kadın kalçası daha geniş ve yuvarlaktır.

Çocuk Ve Genç İnsan Figürü Çiziminde Kanonlar:Çocuk doğduğundan gelişimine kadar olan dönemde vücut oranlarında görülen değişime bağlı olarak en az dört farklı kanon kullanmak gerekir. Yeni doğmuş bebeğin kanonunda, vücut dört modüle bölünmüştür. Yetişkinlerle karşılaştırıldığında baş, vücudun diğer bölümlerine oranla iki kat daha büyüktür. Vücut ile kol ve bacak arasındaki orantılar yetişkinlerle aynıdır, bacaklar ise oldukça kısadır. (Bkz Resim 3)


İki yaşında bir çocuğun kanonu, yeni doğmuş bir bebeğinkiyle aynı sayılabilir. Vücut beş modüle bölünmüştür ve baş vücuda oranla büyüktür. Çocuğun saçları iyice gürleşmiş, yüzü daha dolgun ve bacakları henüz uzamamıştır. Göğüs bölgesinde ise karın ve kalça bölgesine göre bir gelişme başlamıştır.

Altı yaşında bir çocuğun kanonunda, vücut baştan daha hızlı büyüdüğü için artık figür 6 modülden meydana gelir. Vücut yavaş yavaş yetişkin vücudunun orantılarına ulaşmaktadır. Meme uçlarını yeri yetişkin figürü ile aynıdır. Bel incelmeye başlamıştır. Oniki yaşında bir çocuğun kanonunda, figür artık 7 modüle ulaşmıştır ve yetişkin figürüne giderek daha çok benzemektedir. Bu kanonu yetişkin kanonuyla karşılaştırdığımızda kasık, karın ve meme uçları noktalarının aynı olduğunu görürüz. Buna karşılık, göğüs ile kalça arasında orantısızlık sürmektedir.

2.9. ALTIN ORAN

Leonardo da Vinci insan figürünün çizimde bazı zamanlar, matematiksel oranlamalar sonucu oluşturduğu altın oran kuralını kullanmıştır. Bu oranlamalar sonucu çizdiği resimler matematikçi Luca pacioli’nin 1509’da yayınlanan De Divina Proportione (Kutsal Oran ) adlı kitabında yer almıştır. Bu çizimlerin en iyi bilinen iki örneği ; Bir insanın değişik duruşlarda kare ve daire içindeki ölçü uyumunu gösteren yapıt ile 1483 yılı civarında yaptığı ama bitiremediği Aziz Jerome adlı yapıttır. Leonardo da Vinci ‘Matematiksel açıklamalar ve yöntemler kullanılmadan yapılan hiçbir araştırmanın bilimsel olmayacağını söylemiştir.
Altın oran bir doğru parçasının geometrik ortalamasıdır. Formüle edilirse B noktası AC doğru parçasını:
(A-B-C) (IACI /IABI)=(IABI /IBCI) olacak şekilde ayırır. (Bkz Resim 4)

2.10. PERSPEKTİF

Perspektif, nesnelerin gözden uzaklıklarına göre görünüşlerini uzaklıkları içinde aslına uygun olarak gösterme ve çizme bilgisidir. Böylece yapıtlar tüm ayrıntılarıyla aynı oranlar içinde gösterilebilmektedir. Perspektif ve anatomi, plastik sanatlarla uğraşan insanların mutlaka öğrenmeleri gereken konulardır. Rönesans döneminde pek çok sanatçı bu olayı çok iyi kavramışlar ve morglara giderek kadavralar üzerinde ayrıntılı incelemeler yapmışlardır. Leonardo da Vinci ve Michelangelo bu gruba örnek gösterilebilen ünlü sanatçılardandır.

2.11. DENGE

Vücut ağırlığının vücut şekline göre dağılımı ile belirlenen bir yerçekimi ekseni ve yerçekimi merkezi vardır. Bu özellik insan vücudunun bir denge içinde olduğunun göstergesidir. G merkezinin ve G ekseninin pozisyonu, postürün bütün evrelerinde kas ve destek faaliyetlerinin saptanmasında en önemli etkendir. G ekseni başın ortasından, boyun omurlarının önünden, omur cisimlerinin hemen hemen ortasından,kalça ekleminin arkasından, diz ekleminin önünden ve ayak bileği ekleminin önünden geçerek, iki ayak arasında, ortada yere değer.
 

Mc_ÖRGE

Kaptan
Özel üye
2.12. VÜCUDUN YÜZEYEL KONTURLARINI OLUŞTURAN YAPILAR VE
CİNSİYETE GÖRE GÖSTERDİKLERİ ÖZELLİKLER

Vücutta erkek ve dişi karakteristikleri saptamakta seks hormonları asıl rolü oynarlar. Erkekte testesteron hormonu etkisi ile kemik ve kaslar daha kitleli ve boy daha uzundur ve ağırlık fazladır. Doğal olarak kasların fazla fiziki kullanımında kas gelişmesine etkisi büyüktür. Bu nedenle erkekte deri altında kas konturları çok daha dinamik olarak belirgindir. Kadında ise deri altı dokusu (yüzeyel fasia) miktarı fazladır. Bu yağ deriye, kas konturları olmayan düzgün bir görünüm ve çoğunlukla yuvarlak olan yumuşak feminin kıvrımlar kazandırır. Vücudun bazı bölgelerinde yağın dağılımı iki cinsiyette farklıdır. Kadında memeler, karnın alt yarısı, gluteal bölge ve uylukta yağ miktarı, yuvarlak çıkıntı ve düzgün, yumuşak hatlar verecek biçimde çoktur. İlerleyen yaşla birlikte kadında göbeğin altında, kalça ve uylukta, erkek ise bütün karın ön duvarı ve mezenter içinde yağ birikimi artar. Göbek öne doğru çıkıntılı bir durun alır.

Vücudun yüzeyel konturlarının pek çoğu, kemikler, onlara yapışan kasları ve çok küçük bölümde de damarlar tarafından belirlenir. İnsan vücudunun asıl şeklini ve hareket yeteneğini iskelet sistemi sağlar. Eklemler ise vücut şeklinin korunması ve daha iyi pozisyonlara sahip olmaları için şarttırlar. Yüzeyel konturları oluşturan kemik ve kas yapıları aynı zamanda perspektif görünüm de verirler. Vücudumuzda perspektif görünüm veren bu oluşumlara estetik karakter ise bölgenin eklem grupları tarafından çoğu zaman sağlanır.7

2.13. KÜTLELER, ÖLÇÜMLER VE FORMLARIN BİRBİRLERİYLE İLİŞKİLERİ
ANATOMİNİN DETAYLARI


2.13.1.GENEL OLARAK İNSAN VUCUDUNA YAKLAŞIM

I-KAFA (baş):


Kafa iki büyük kitleye sahiptir. (Bkz Resim 5)

A-CRANİAL KÜTLE

Kafanın top şeklindeki kütlesi, incelen silindir şekilli yüz bölümü. Önden kafa, oval şekilde görülür. Yandan birbiri üzerine binmiş iki eşit yumurtanın görüntüsünü verir. Önden görünüşte kafanın eni boyunun üçte ikisidir. Uzunluğu boyuna yukarıdan aşağı çizilen bir çizgi kafayı iki eşit parçaya ayırır. Bu parçalardan birinin uzunluğunun üç katı yumurta şeklindeki kütlelerin, oranlamasında kullanılır. Onun 2:3 iki parça boyu üç parça uzunluğu, yandan görünüşte üst üste binmiş yumurta şekilleri kullanılır. Yüzde ikinci derece kütleler; (1) alın sırtı (2)burnun incelen kütlesi (3) çene kemiği (4)göz boşluğu (5)ortası şişkin köşelerde incelen yapısıyla ağız (6) çene kutusu (7) alt çenenin açısı veya çene noktası (8)yanak kemiğinin yan kemeri (9) kulak kepçesi. Alın siperliği; tepeden çeneye olan mesafenin yarısında . Burun kütlesi; alından çeneye yüzün ortasında . Yanak kemikleri; burnun altından çizilen çizgi üzerine kadar. Göz oyuğu; alın siperindeki açıların burnun orta noktasından çizilen çizgiye kadar. Ağız; burnun alt noktasından başlayarak burundan çeneye olan mesafenin üçte ikisi uzunluğunda. Genişliği göz çukurunun bittiği noktalar arasında uzanır. Çene kutusu; burundan çeneye olan mesafenin geri kalan üçte birlik bölümü. Alt çene eğimi; çene noktası alt dudak üzerinden karşıdan karşıya çizilen hat üzerinde. Yanak kemiklerinin yanındaki kemer; göz oyuğunun altından çizilen hat üzerinde yanak kemiği ile açı yaparak yukarıda kulağa bağlanır. Kulak kepçesi; çenenin altında monte edilmiştir, alın siperi ile burun altı arasındaki yerde bulunur 11.

Çizerken Hatırlanacak Noktalar:

Burnun genişliği gözünün boyu kadardır. Kafa önden görünüşte alnın genişliği 5 göz boyu kadardır. Kulak geriye doğru 15 derece eğimlidir, ileri doğru dönüyormuş gibi durur. Alt dudak üst dudağın altında hafif geri çekilir. Üst göz kapağının kıvrılışı alttakinden daha geniştir. Çenenin alt kısmı, aşağıdan görünüşte çenenin boyuna doğru 15 derecelik açıyla eğim yapar,at nalı görünüşündedir. Burun deliğinin bitim noktasından, yüze çizilen dikey çizgiler gözün başlangıç noktasını verir.

B.YÜZ: FACİES

B.1.GÖZ


Göz küresi, golf topu büyüklüğüyle kafada alın kemiği ve yanak kemiği arasında ki göz oyuğu çatısına asılmıştır. Göz kapakları kısa bir siper gibi küreyi örter. Üst kapak alt kapaktan daha fazla yayı çevreler. Yandan görünüşte alt ve üst göz kapakları 45 derecelik bir açı ile birbirinden ayrılır 11 . Gözler kavisli bir yüzeyin üzerinde oldukları için aynı düzeyden ve tam karşıdan bakmamızın dışında nereden bakarsak bakalım birbirine tam eşit iki yapı olarak göremeyiz. Gözleri, birlikte hareket eden iki bilye olarak düşünürsek bir gözün açısının diğerinkini belirlediğini anlar ve ona göre doğru çizim yaparız. İki göz arasındaki mesafe ise bir gözün genişliği kadardır. Yaş ve cinsiyete göre gösterdiği farklılıklara baktığımızda çocuklarda gözler arasındaki açıklık bir gözün genişliğinden daha fazla ve tam ortaya yerleşmemiştir. Ergin bir insanda gözler daha oval ve birbirine daha yakındır. Fakat kadınlarda bunlara ilave olarak gözler biraz daha büyüktür. Yaşlılarda ise göz çukuru ve genel olarak gözün kendisi daha çok çöker ve bu nedenle göz çukuru üzerindeki kemikler daha dışarı çıkar. Gözlerin çevresinde torbalar ve kırışıklıklar oluşur 7. (Bkz Resim 6)

B.2. BURUN

Burun dört önemli kütleden oluşur. Üst nasal (burun deliği) kütle incelenerek kıkırdaklı burun topuna (olar) doğru iner, deliklerin iki kanadı (ola).Burun topu aşağıya doğru bombelenen bir kanca (septum) şeklini alır ve burun kökünün altında üst dudak sütunuyla birleşir. Burun deliği kanatları bir göz boyu genişliğinde açılır. Burun boşlukları bir parmak kalınlığı şeklinde çizilmelidir 11 . Çoçukta burun kemikleri tam gelişmediği için burun biraz yukarı kalkıktır. Fakat burun delikleri küçük ve belirgindir. Ergin bir erkekte burun kemikleri tam gelişmiş ve köşeli bir hal almıştır. Ergin bir kadının burnu ise daha küçük bir yapılaşma gösterir. Bunun nedeni olarak erkeğin daha fazla güçlü solunum yapması gösterilebilir. Yapılan antopometrik çalışmalarda birbirinden ayrılabilen 5 ayrı burun tipi çizilebilmiştir 7 . (Bkz. Resim 7)

B.3.DUDAKLAR

Dudaklar, sephincter kası ile çevrilmiş ve ağzın kenarlarında buccınator kasıyla bağlanır. Bu kaslar,buccınatorler çeneye doğru yatay olarak devam eder. Üst dudak, düzeltilmiş bir M şeklindedir ve alttaki daha genişlemiştir. Her iki dudak çevresinde ince kenarlı bir çizgi vardır 11 . Ağız çocukken yüzün aşağısında yerleşmiş ve küçüktür. Ergin insanlarda ise ağız yüzün yukarısında yerleşmiştir. Bu yer değiştirme kemik gelişimine göre orantılı bir şekilde meydana gelmektedir. Ağız yapısı kadınlarda erkeklere nazaran daha küçüktür. Yaşlı insanlarda ise dudaklar incelmektedir 7. (Bkz. Resim 8)

B.4.KULAK

Bir deniz kabuğu şeklindedir. Çerçevesinin geniş kulak memesinde dardır. Dört büyük şekle sahiptir. Dış geniş çerçeve (helix) iç çerçeve (antihelix) kulak açıklığının kapağı (tragus) ve kulak memesi (labule). Kulak üç eşit parçaya bölünebilir; 1-üst çerçevede kulak kepçesine girilen yerde, 2-tragus boyunca, 3- etli kulak memesidir. İç çerçeve üst kısımda bükülmüş Y şeklindeki iki kola ayrılır. Çizimde kurgu kıkırdağın sert formuna verilmelidir ve bu etki kulak memesinde yumuşatılmalıdır. Kulak kepçesi baş parmağı içine alabilecek derece geniş çizilmelidir 11 .

Kulağın morfolojik farklılıklarını incelediğimizde 20 tane kulak çeşidi olduğunu görürüz. Kulağı bebeklerin gelişiminde, başın aşağısında ve yüzle oranlandığında diğer yapılara göre büyük olduğu ortaya çıkar. Gelişmesini tamamlamaya başlayan çocuklarda kulağın normal yerine çıktığı ve yüzle orantısının yakalandığı görülür 7 . (Bkz. Resim 9)


II- BOYUN (COLLUM) BÖLGESİ:

BOYUN


Sıkışmış şekilde boyun çeneden boyun çukuruna kadar önden görünüşte yarım kafa boyundadır. Yandan görünüşte, çene konturüyle çene noktasından boyun birleşir. Boynun önden çene kadar geniş değildir. Kafa dönüş kıvrılma, uzama hareketleri ile boynu sürekli çeker. Bu nedenle çenenin yönünün ve yerinin çizimleri takip edilmesi gerekir. Değişmez bir kural olarak boyun, çenenin hareket pozisyonunu takip eder. Burnun ortasından başlayan çizgi, dudakların ortasından çizilerek aşağı inip larynx (adem elması) üzerine düşer 11 .



III-TRUNCUS: BEDEN

BEDEN : TORAX, SIRT, KARIN, BEL


Beden önden görünüşte baştan başa üç kafa boyunda ölçülür. Bu arada bedenin üç buçuk kafa uzunluğundadır. Ön ölçümleri; Köprücük kemiğinden çizilen çizgiden göğüslere kadar birinci bölüm, göğüs çizgisinden karna ve göbeğe kadar ikinci bölüm, karından cinsel organın hemen üstüne kadar uzanan ise üçüncü bölüm olan bir kafa boyuna eşittir. Arka ölçümler: kürek kemiğinin genişliğinin uç noktalarından geçen çizgiden kürek kemiğinin köküne kadar, bu noktadan göbeğin karşılığı olan externus oblixue kadarı ikinci, buradan kuyruk sokumuna kadar üçüncü kafa boyu, kuyruk sokumundan kaba etin dibine kadar yarım kafa boyundadır.

IV-UZUVLAR: (EKSTREMİTELER)

A.Üst Ekstiremite omuz, kol, önkol, el

A.1. KOL


Üst kol omuz kemerinden başlayıp, göbek çizgisine düşer. Böylece dirsek bükümü karnın yanında yer alır. Ön kol bu noktadan hareketle bileğe doğru aşağıya iner ve büyük trochanter (bacağın yukarısında yan tarafında ki kemiksel çıkıntı) hizasına gelir. Bu nokta önde genital organlar üzerinde, arkada kuyruk sokumu üzerinden geçen çizgilerin üzerindedir. Deltoit kasının, tam olarak bir kafa boyu derinlikte olmasına ve yerinin göğüsteki büyük göğüs kaslarından geçer arkada da kürek kemiğinin uçlarından geçen çizgilerin üzerinde olmasına dikkat edilmelidir. Omuzdan bileğe tüm kolun uzunluğu 2 ve ¾ kafa uzunluğundaki el ile birlikte bu 3 ½ kafa uzunluğuna ulaşır. Bileğin düz kısmı, avucun düz kısmına kilitlendirilmiştir. Böylece kol dönünce avuçta döner. Kolların korkunç bir hareket serbestliği vardır. Hareket kapasitesini anlamak için kolların omuzların değil boynun çukurluğuna bağlandığını düşünmek gerekir. Bu nedenle köprücük kemikleri kola gerçekten ek bir uzunluk getirir, böylece kolun kompleks kemik yapısı beklenmedik hareket becerisini veren mekanizmayı üretir 11 .

A.2. EL

Elin uzunluğu genişliğinin iki katıdır ve elin alt yarısı kare biçimindedir 7 . El kafanın dörtte üçü uzunluğundadır. Genişliği de burundan çeneye kadardır. Parmak uzunluklarının ölçümlendirilişi orta üçüncü parmağa göre çıkarılır. Bu en uzun parmaktır ve boyu avucun boyuna eşittir. Orta parmağı norm olarak kullanınca, işaret ve dördüncü parmaklar orta parmak tırnağının alt noktasında biterler, küçük parmakta dördüncü parmağın ikinci eklemine kadar uzanır. Başparmak avucun orta noktasından başlar,işaret parmağının ilk boğumunda sona erer. Baş parmak hariç parmağın her bölümü bir öncekinin 2/3 üçte ikisi boyundadır 11 . Başparmağın ucuyla öbür parmakların orta boğumları tam bir kavis oluşturmaktadır. Elin iskeleti elin dış yapısını biçimlendirir. Parmaklar boğum noktalarında, el serbest yada sıkılmış durundayken birbirine paralel dairesel çizgilerle birleştirilebilir. Parmaklar olmadan avuç içinin uzunluğu ayak tabanının uzunluğunun yarısına eşittir 7 . Tırnakların uzunlukları, baş parmak dahil olmak üzere küçük parmağın orta noktasından her parmağın üçüncü kısmına kadardır. (Bkz. Resim 10)

B-ALT EKSTİREMİTE ( kalça, uyluk, bacak, ayak)

B.1. BACAK


Bacağın üst kısmı diz kapağına kadar iki kafa boyundadır. Alt bacak diz kapağından ayağa kadar aynı uzunluktadır. Ayağın bileğin iç kemiğine kadar olan yüksekliği dörtte bir kafa uzunluğundadır. Çiziminde önemli noktalar: 1-tüm bacağın önden görünür şekli uzayıp incelen bir ‘B’ harfini andırır. ‘B’ nin düz çizgisi ona değen konturların formunu oluşturmak için bacağın iç yanında yatan bir kontrol çizgisi olarak durur. 2-bacağın yandan görünür şekli uzatılmış bir ‘S’ çizgisidir. 3-Alt bacağın temel kemiği kaval kemiğidir. O tüm alt kütlen yönünü ve durumunu verir. Önden görünüşte her zaman dizden ayak bileğine olan kısım vücut çizgisine göre içeri doğru bir kavis alır. (Bkz. Resim 11)

B.2. AYAK

Ayağın uzunluğu ön kolun uzunluğu kadardır. Ayağın genişliği büyük parmaktan küçük parmağa yarım kafa genişliğindedir. Ayak uzunluğu dört eşit parçaya ayrılır:1-önden arkaya topuk kısmı, 2- oyuk kısmı, 3-büyük parmak topu, 4- büyük parmak. Topuğun ön tarafının üzerindeki bir noktada bilek ve ayak birleşir. İç bilek kemiğinin yüksekliği topuğun boyuna eşittir. Veya ayak boyunun dörtte biridir. Ayağın dış yanında küçük parmak büyük parmağın başlangıcından çizilen çizgide sona erer. Ayakların duruş pozisyonu hemen hemen değişmez şekilde vücut merkezi çizgisinden dışa doğrudur. Bacaklar içe doğru kıvrıldığı sürede de ayak yönünü korur ve dışa doğrudur. Ayağı çizerken kemer ve oyuğu hemen kavislendirilmelidir. Ayağın temel formunu oluşturur. Ayağın üst kısmı uzun bir kayak çubuğunun şeklini oluşturur. Alt yüzeyin çiziminde önce basit bir ayak izi çizilir, gereken inceltilme yapılır. Topuk kemiği üzerinde geniş bir tokmak vardır ve bu çiftli topuk konturlarını yaratır. Ayağın küçük parmakları, büyük parmaktan farklı bir ritim hareketine sahiptir. Büyük parmak yukarı doğru kıvrılırken, küçük parmaklar zemine basarak kavramaya çalışır 11 . (Bkz. Resim 12)
 

Mc_ÖRGE

Kaptan
Özel üye
III. BÖLÜM

3.1. RÖNESANS​

Yeniden doğuş anlamına gelen Fransızca bir sözcüktür. Avrupa tarihinde 14. yy sonuyla 15. ve 16. Yüzyılları kapsayan dönemi tanımlamaktadır. Eski Yunan ve Roma kültürünün canlandığı, düşüncede, edebiyatta, resimde, heykelde, mimarlıkta büyük değişikliklerin olduğu bu dönemde sanki her şey yeniden doğmuş gibiydi. Işte tarihsel değişim dönemine Rönesans denmesi bu yüzdendir.

Rönesans’ın resim sanatına büyük katkıları olmuştur. Perspektif kuralları saptanmış ve bu sayede resimlerde derinlik duygusu verilmiştir. Ressamlar anatomi biliminden yararlanarak insan vücudunu gerçekçi bir biçimde çizmişlerdir. Ayrıca Rönesans resim sanatına bir çok ünlü sanatçıyı da kazandırmıştır.12

Klasik antikiteyi ve daha da önemlisi uzun süre sonra ilk kez kendilerini keşfeden Rönesans insanları, giderek artan bir özgüvenle, bilim ve tıbbı da kucaklayan bir aydınlanma dönemine girdiler. Bu kültürel patlama, zamanlama dışında birbirleriyle hiçbir bağlantısı olmayan bir dizi olağanüstü olayın peş peşe gelmesi sayesinde yaşanabildi. Matbaanın icadı iletişimi hızlandırırken, uzak denizlere yelken açan kaşifler coğrafi görüş alanını genişletti, güneş merkezli evren fikri ise yerleşik bakış açısını temelinden değiştirdi. Barut, çökmekte olan feodalizmin son kalelerini de yıkıyordu. 1453’te İstanbul Osmanlıların eline geçince, bölgeden ayrılarak Avrupa’nın dört bir yanına dağılan Yunanlılar, hümanist hareketin yaşlı kitaya yayılmasını başlattılar. Sanat ve bilim arasındaki dayanışma, ikisinin de yükselişini hızlandırıyordu. Otopsinin yasallaşmasıyla insan diseksiyonu yeniden gündeme geldi ve bilim adamlarının sanata, sanatçıların da diseksiyona gösterdiği yoğun ilgi, araştırmalara büyük ivme kazandırdı. Berengarios, Vesalios ve Eustachios olağanüstü sanatsal yeteneklere sahip ünlü anatomistlerdi ve elbette Leonardo da Vinci, özgün anatomik buluşları ve fizyolojik yorumlarıyla çağının çok ötesinde bir diseksiyon ustasıydı. Leonardo, kadavralar üzerinde uyguladığı geniş çaplı diseksiyonları büyük gizlilik içinde yürütüyordu, çünkü yaşamını tehlikeye atmak niyetinde değildi. Da vinci’nin “ayna görüntüsü” tekniğiyle yazması ve buluşlarını gizlemesi, ne bencillikten ne de elindeki kanıtların yeterliliğine duyduğu güvensizlikten kaynaklanıyordu. Asıl neden, dinin henüz yürürlükte olan yıldırıcı baskısıydı. Kilise doğması ve yaratıcılığı köstekleyici gelenekler, bilinmeyenin peşinde koşan serüvencileri, ayaklarını denk almaya zorlayan önemli bir tehdit unsuruydu. Diseksiyonlarını genellikle ventrikül, beyinkökü ve omirilik üzerinde yoğunlaştıran Leonardo, periferik sinirleri ve işlevleri konusunda da ciltler dolusu notlar tuttu. Sempatik sinir sistemi ve refleks arkına ilişkin tanımlamalar getirdiyse de, ne denli önemli olduklarını farkedemedi. Kurbağalar yaptığı deneylerde, beyin çıkarılsa da bir takım duyusal tepkilerin yok olmadığını, buna karşılık bulbusun omirilikle bağlantısı kesildiğini tüm yaşamsal işlevlerin durduğunu gözlemledi ve ruhun bulbusta bulunduğu sonucuna vardı. Leonardo'’a göre ağrı, dokunma duyusunun yoğunlaşmış bir uzantısıydı. Hayvanlar üzerindeki diğer deneylerine dayanarak, bazı spesifik sinirlerin kesilmesiyle oluşan anestezik bölgelerin haritasını çıkardı. Da vinci, saptamalardan yola çıkarak ağrının koruyucu etkisi ve yaşamsal önemi üzerinde de çeşitli düşünceler üretti 13 .

Dönemin açık fikirli, cesur anatomistlerinden biri de Vesalios’tu. Akademik olanakların çekiciliğine kapılarak Padova’ya gelen bu Belçikalı araştırmacı, Galen’in hayvan diseksiyonlarındaki hatalarını saptayarak, kendine özgü yetkin yöntemler geliştirdi. 1543’te Oporinos tarafından Basel’de basılan De Humani Corporis Fabrica adlı yapıtı, kuşkusuz Rönesans’ın paha biçilmez hazinelerinden biridir. Anatomideki yerleşik yanılgıları kışkırtıcı bir dille eleştiren Vesalios, bu tutumunun bedelini sürgüne gönderilerek ödedi . 13

3.2. İTALYA’DA RÖNESANS SANATI

Rönesans denilen bir devrim şeklini, yani hızlı ve sistemli bir değişme halini, ancak Gotik sanatın yürürlükte olduğu ülkelerde, kuzey Avrupa’da almıştır. XV. Yüzyılın İtalya sanatı plastik sanatların tekniğini canlandırmak, form konusundaki görüşlerini derinleştirmek için uğraştır 14 .

Önce İtalya’nın floransa kentinde filizlenen Rönesans, zamanla öteki kentlerde ve ülkelerde de kendini gösterdi. Bu dönemde İtalya’da her kent kendi sanat anlayışını geliştirdi, kendi sanatçılarını yetiştirdi 12 .

XV. yüzyıl Floransa ressamları, bugünkü resim dilimizin temeli olan çizgi gramerini meydana getirmişlerdir. İlgiyi bu kadar bağlayan pek az çağ vardır. İki üç kuşak boyunca bu ekolde resim için zenginlik ve başarı olmayan hiç bir şey yapılmamıştır. Bu günlerin en gösterişsiz eserlerinde bile öyle bir temizlik vardır ki, değeri tartışılmaz olan şaheserlerde bile bulunmamaktadır 14 .

Rönesans’ta İtalyan sanatı üç aşamada oluşmuş ve gelişmiştir. İtalyan sanat terminolojisine göre bu aşamalar şunlardır.

1. XIV. Yüzyıl Trecento (treçento) Hazırlık aşaması, Primitif denilen sanatçılar.
2. XV. Yüzyıl Quatrocento (kvatroçento) İlk Rönesans aşaması.
3. XVI. Yüzyıl Cinquecento (çinkveçento) Klasik Rönesans aşaması

1. Hazırlık Aşaması – Primitifler :

Ortaçağda İtalya roman sanatı formlarını benimseyerek uygulamış, çok yaygın olan gotik mimarlığa öncelik tanımamıştır. Resim sanatınsa ise Bizans sanatı mozaik ve freskleriyle, uzun süre, İtalya’da geçerli olmuştur. Ravenna, Milano, Roma ve Sicilya’daki dinsel yapılar Bizans mozaik ve freskleriyle süslenmiştir. Venedik ise başlı başına bir Bizans sanatı merkezi haline gelmiştir.

İnsan ve eşyayı mekan içinde değerlendirme şeklinde tanımlanan natüralizm ve onun gereği olarak, sanatta ve özellikle resim sanatında hacim, gölge-ışık ve perspektif uygulamaları Avrupalı sanatçıların Ortaçağ sanatlarından yavaş yavaş ayrılmalarıyla mümkün olabilmiştir. Bu basit bir sanat olayı değil, zihinsel bir gelişmenin ifadesidir. Ortaçağ sanatında büyük ölçüde egemen olan mistisizm ve sembolizm bu çaba ile sona erdirilmiştir. Doğa sevgisi ve doğayı daha iyi inceleyerek sanatta olduğu gibi yansıtma isteği Rönesans’ın karakteristiğidir. Bu sonuca yönelik çabalarda bulunan ilk sanatçılara primitifler adı verilmiştir. Bu sanatçılar İtalyan Rönesans sanatını hazırlamışlardır. İtalyan primitifleri de gotik sanatın ilke ve etkinliklerinden sıyrılmak suretiyle yeni bir sanat aşamasına yönelebilmişlerdir.

XIII. yüzyılın sonunda XIV. Yüzyılında İtalya’da artistik faaliyet Toscana bölgesinde toplanmış görünmektedir. Bu bölge ekonomik yönden kalkınmış, toplumsal yapı bakımından da sanata yatkın bir duruma ulaşmıştır. Floransa (Firenze) ve Siena önemli iki sanat merkezi olmuştur.

2. İlk Rönesans Aşaması

XV. yüzyılın ikinci yarısında plastik sanatlar XVI. Yüzyıl klasisizmini hazırlayacak çapta sanatçılar yetiştirebilecek düzeye ulaşmıştır.

1432 yılında Floransa’da doğmuş olan Antonio Pollaiolo (1432-1498) gerçekten XV. Yüzyıl sonu sanatçısıdır. Bu sanatçı da çok yönlüdür. Kuyumcu, heykeltraş ve ressamdır. Zamanın ve gelecek yüzyılın estetik araştırmalarına, özellikle anatomi incelemeleriyle katkılarda bulunmuştur.

Bu aşamanın ikinci büyük sanatçı Andre Verrochio (1435-1488) dur. Sanatçı ressam ve heykeltraş’tır. Ressam olarak yaptığı tablolardan tanınmış biri Leonardo Da Vinci ile ortak eser İsa’nın Vaftizi’dir. Bu tabloda sağda bulunan melek ile gerideki manzara Leonardo’nun elinden çıkmadır. Paloiolo’nun resim dalındaki çalışmaları unutulmuş ise de, heykeltraşlık eserleri sanat edebiyatına geçmiştir.

XVI. yüzyıl klasisizmini hazırlayan XV. Yüzyıl sanatçılarının, Giotto’dan itibaren ışık, volüm, mekan ve perspektif sorunlarıyla ne kadar büyük uğraşı verdikleri görüldü. Paolo Uccello perspektif problemini önde görmüş ve onunla çok ilgilenmiştir. Bu arada ve bu açılardan iki sanatçıyı daha incelemek gerekir. Bu resim sanatçıları Ombria’lı Piero della Francesso ve Pauda’lı Andre Mantegna’dır.

Piero della Francesso (1416-1492) bir aralık Floransa’da Domenico Veneziano ile çalışmıştır. Sanatçının San Sepolcro’da Palazzo Communale’de bulunan Diriliş tablosu kompozisyon ve anlam bakımından önemli bir eserdir.

Sandro Botticelli (1445-1510) Polatolo ve Verrochio ile XV yüzyılın ikinci yarısının çok değerli ve güçlü sanatçılar grubunu oluşturur. Bu sanatçı gerçekten liriktir, şiir doludur. Denebilir ki resim sanatı bu derece arı ritimli bir sanatçıyı nadiren görmüştür. Bir çok dinsel konulu tablolar yapmış bulunan Botticelli’nin en tanınmış eseri Primavera (ilkbahar) ve Venis’ün Doğuşuu tablolarıdır.

3. İtalya’da XVI. Yüzyıl-Cinquecento- Klasik Rönesans

XV. yüzyıl sanatçıları perspektif, anatomi ve doğanın tasviri denemelerinde bulunmuşlar, bu ilkeleri keşfederek sanat dünyasına yeni ve taze bir soluk getirmişlerdir. XVI. Yüzyıl sanatçıları bu verileri ve buluşları kendi artistik ve filozofik anlayışları ve teknik değerlendirmeleri doğrultusunda işleyip değiştirmişlerdir. İtalya’da olgunlaşan XVI. Yüzyıl sanatı bütün Avrupa’ya yayılmış XIX. Yüzyıl sonuna kadar bütün sanatçılar İtalyan sanat merkezlerini ve müzelerini, o yüzyılda yetişmiş büyük ustaların eserlerini görmek, inceleme ve kopya etmek için ziyaret etmiş, onlardan esinlenmişlerdir.

Leonardo da Vinci artistik gücü XVI. Yüzyılı da etkileyen bir XV. Yüzyıl sanatçısıdır. XVI. Yüzyıl İtalya’sının büyük sanat ustaları Floransa-Roma merkezlerinde çalışmış olan Michelangelo ve Raphello ile Venedik ekolünün temsilcileri Timtoretto, Tiziano, Giorgione ve Veronese’dir. Bu sanatçıların çoğu çok yönlü, evrensel kişilerdir 15 .

XVII. asrın başlangıcında, İtalya’da doğan klasik sanat Avrupa’yı kaplamıştı. Böyle iken prensiplerin birliği, milletlerin yerli şivelerini kaldıramamıştır. İspanya, Hollanda, Fransa, İngiltere gibi büyük memleketler, siyasi varlıklarını gittikçe belirtmekle beraber yeni sanat dilinden de türlü lehçeler çıkarıyorlardı. Fakat gariptir ki bu dili kurmağa çalışan iki memleket, İtalya ve Flandra birlik ve bağımsızlık kazanamamışlardı. Bu siyasi zayıflık onların sanat faaliyetlerini ilerleten imarın bir neticesi idi 14 .

3.3. 16. YÜZYILDA İTALYA’DA YÜKSEK RÖNESANS

XVI. yy’ın ilk yarısı Rönesans’ın olgunluk dönemi olarak kabul edilmiştir. Bu çağın, güzel sanatlar alanında bulunduğu değerler XIX. yy’ın ortalarına kadar devam eder. Bu dönemin büyük sanatçıları Leonardo, Raphael, Michelangelo’dur.

Sanat tarihinde “Yüksek Rönesans” ya da “Rönesans’ın gelişme devri” diye tanımlanan ve 1500-1530 arasın İtalya sanatı, başlangıçtaki Rönesans’ın mantıklı sonucudur.

16. yüzyılda pozitif bilimler insanı şaşırtan gerçeklere ulaşmıştır. Hümanizme yeni ruhsal değerler kazanmıştır. Yüksek Rönesans, yeni çağın getirdiği tüm duygu ve düşünce sistemlerini en kusursuz yaratış biçimlerine aktarmıştır.

XV. yüzyılda Floransa’da başlamış olan, sanatta Rönesans, özellikle Mecidi ailesinin şehri yönettiği sırada en güçlü devresine ulaşmıştır.

16. yüzyılda ise, aynı üretici ortam Roma’da oluşmuş ve sanat merkezi Floransa’dan Roma’ya taşınmıştır. Geçmişin güçlü biçimleri, hümanist Rönesans ruhu ile yorumlanarak 16. Yüzyılda yeniden inşa edilmiştir. Yüksek Rönesans’ı doğuran bu yeni kuruluş, Papalar şehri Roma’nın ikbal hırsıyla dolu, görkemli karakterine uygun şekilde baş döndürücü olmuştur.

Yüksek Rönesans, antikitenin dış görüntüsünden sıyrılarak kurallara yönelmiştir. 15. Yüzyılda araştırılan mekan, perspektif, anatomi, gölge-ışık açık-koyu, altın kesim problemleri Yüksek Rönesans’ta kurallaşmış ve amaç olmaktan çıkmıştır. Yüksek Rönesans, bütün teknik ve biçim değerlerini yeni dünya görüş ve düşüncelerini anlatmakta araç olarak kullanılmıştır. İlk Rönesans resimleri kusursuz dikdörtgenlerdi. Altın kesim kurallarına uygun bu kusursuz dikdörtgenler içine kusursuz üçgenler yerleştirmişlerdir. Kiliseler ve Saraylar ise kusursuz küpler olarak biçimlenmiştir. Bu estetik geometri 15. Yüzyıl sonunda biçimlerin en doğal ve kusursuz olanı diye saptanan “daire” şekliyle taçlanmıştır. Daire ve piramit 16. Yüzyılın her sanat alanına en-boy-derinlik veren silsileli deseni ile örülmüştür. Böylece en-boy-derinlik yani “üç boyutlu” perspektif düzeni gözle görülen bir mekan yaratmıştır. Biçimler, olduklarından daha anıtsal bir görünüş kazanmışlardır.

Yüksek Rönesans gerçek bir akılcı (rasyonel) sanattır. Yüksek Rönesans, duygu ve düşüncenin, özle biçim değerlerinin kusursuz dengesiyle taşlanmıştır. Raffaello, Leonardo, Michelangelo onun temel taşlarıdır 16. Ancak 1900 yıllarından itibaren, klasik esrin savunulmasının gerektiği kabul edilir. Böylece bu iki akımın, klasik olanın son derece fakir ve hatta boş bozlardan ibaret olduğu kabul ediliyordu.

Dikkat edilirse, çağlar değiştikçe değer hükümleri de değişiyordu. Bu bakımdan güzel sanatlarda en dolgu değerleri bile başka çağların dünya görüşü karşısında temsil edici nitwliklerini, ancak kendi içinde korudukları anlaşılıyor. Ve her çağ kendi değer hükümlerine göre kendine uygun eserler talep ediyor.17

3.4. Leonardo Da Vinci (1452-1519)

Leonardo, Ver Piero da vinci ile Carterina isimli bir köy dilberinin gayri meşru çocukları olarak 15 Nisan 1432 yılında Toskana eyaletinde, vinci kasabasına bağlı Anchiano köyünde doğdu. Aslında Floransalı bir kişizadenin oğlu olan babası, kendi halinde bir noterdi. Ver piero’nun işi, Floransa’da idi. Leonardo böylee çocukluk ve gençlik yıllarını baba evinde geçirdi 18.

16. yy’ın başında bazı sanatçılar erken Rönesans geleneğini sürdürürken Leonardo da vinci Rönesans’ı taçlandıran “modern klasisizm”in kurucularından oldu 16.

Rönesans sanatını doruğuna ulaştırmış, yalnız sanat yapıtlarıyla değil çok çeşitli alanlardaki araştırmaları ve buluşlarıyla da tanınan, dünyanın gelişmiş sanatçılarından biridir14 .

İnsanlık tarihinin en büyük kişilerinden biri olan Leonardo da vinci, tüm geçmişi özetlenmiş ve ileriye ışık tutmuştur. Büyük bir sanatçı olduğu değin, büyük bir bilim adamı, biyolog, mühendis, mimar, heykeltraş, ressam, ozan ve mizisyendir. Çeşitli savaş aletleri, makinalar, şehir ve köprü projeleri, fizik, optik, matematik.. vb.. çok değişik konularda sayısız araştırma ve taslaklar yapmıştır. İlk karanlık kutu- fotoğraf makinası, insan tarafından yönetilmek üzere ilk balon projesini de Vinci yapmıştır. 120 ciltlik bir anatomi kitabı hazırlamıştır. Renk üzerine 20 ciltlik bir kitap yapmıştır. Kitabında rengi ışık etkilerini ve çeşitli resim promlemleri üzerinde görüşlerini belirtmektedir. Renk konusundaki savları, 19. yy’da Empresyonist sanatçılara büyük bir kaynak olmuştur 16. Resim, sanatçının yaygın ve çok yönlü çalışmalarında küçük ve sınırlı bir bölüm tutmaktadır. Resmi zihinsel bir olay olarak nitelendirmiştir. Bu tanım sanatçının eserlerinde açıkça ifade bulur. Tanınmış eserleri arasında, yapılış sırasına göre, Verrochio ile ortaklaşa meydana getirdikleri İsa’nın Vaftizi, Muştulama, Kahinlerin Tapması, Mağarada Meryem, Cena (Son Yemek), Gioconda (Monna Lisa), Saint-Anna Grubu bulunmaktadır. Leonardo’nun sanat çalışmaları, genellikle Floransa’da geçmiştir. Bir aralık Milano’ya gitmiş ve orada eser vermiştir. Leonardo ilk sanat çalışmalarını Verrochio’nun atölyesinde yapmıştır 15 .
Sanata eğilimi daha erken yaşlarda ortaya çıktığından babası oğlunun çizimlerini dönemin ünlü heykelci ve ressamlarından Andrea del Verrochio’ya gösterdi Leonardo’nun yeteneğini ilk bakışta anlayan Verrachio, yanında çalışmak üzere onu Floransa’daki atölyesine aldı. Leonardo orada yaklaşık beş yıl çalıştı ve çok yönlü bir eğitim gördü. O yıllarda az sayıda yağlıboya resmin yanısıra kurşunkalem ve mürekkeple bir çok çizim yaptı. Çizimlerinde öne çıkan keskin gözlem gücü ve gerçek varlıkların görünüşlerini, hareketlerini, ışık ve gölgeleriyle kağıda tam olarak aktarabilme yeteneğiyle Verrochio’nun hayranlşığını kazandı. Çizimleri arasında silahlar, mekanik araçlar, az rastlanan türden hayvan ve bitkileri, ilginç insan figürleri vardı 12.

Ne var ki Leonardo daha da ileri giderek insanların fizyolojik yapıları ile ruhsal yapıları arasında dinamik bir gerilim kurdu. Giderek araştırmaları ile 15. Yy’da araştırılan “Merkezi kompozisyon” düşüncesinin resimde ilk kez uyguladı.

1481’de yaptığı “Kralların Secdesi” , “Merkezi Kompozisyon” düşüncesinin ilk kez uygulanışıdır. Merkezi kompozisyon, ileride Michelangelo’nun birinci dönem Raffaello’nun eserlerinde doruğuna ulaşacaktır.

Leonardo da Vinci’den pek az resim kalmıştır. Bu , ya resimlerin kaybolması ya da sanatçının çok yaygın konulardaki çalışmalarından ileri gelmektedir.

Ömrünün büyük bir kısmı 15. yy’la ait olan Leonardo’nun 16. yy’la aktarılmasının nedeni eserlerinde 15. yy’lı ve 16. yy yüksek Rönesans’ını içeren yeni dünya görüş ve yorumundan ötürüdür. Aslında sanatçının deseni, 15 .yy’ın ikinci yarısı Floransa kültür ve sanat görüşü üzerinde kuruludur. O da, atölyesinden yetiştirdiği Verrochio ve diğerleri gibi insan vücudunun anatomik özelliklerini derinden incelemiştir16.

Muştulama (müjdeleme) Leonardo’nun ilk yapıtlarındandır. Simetrik bir kompozisyonla meydana getirilmiştir. Mimari değeri olan bir masanın sağ yanında Meryem, sol tarafında da Meryem’e İsa’ya hamile olduğunu müjdeleyen melek bulunmaktadır. Meryem, konunun niteliğine tümüyle uygun olarak, meleksi yüzlü genç bir kız görünüşündendir. Davranışı yumuşak ve saygılıdır. Sol elindeki bakirliği simgeleyen (immacule conception anlamında) zambaklar tutan haberci niteliğin profil görünüşü çok arı ve gerçekten meleksidir. Sağ el üç parmağı teslisi (Trinite, yani ruhulkuduş, İsa ve Meryem üçlüsü) ifade etmektedir. Buğulaşarak derinleşenpeyzajın ön planında çeşitli tür ağaçlar bir botanist bilinciyle değerlendirilmiştir 15.

Sanatçının anıtsal nitelikteki yapıtı Milano’da Santa Maria della Grazie kilisesinin yemekhane duvarında yer alan freskidir. Fresk İtalyan sanatçılarının XII. Yüzyılından beri uyguladıkları resim tekniğidir. XV. ve XVI. Yüzyıl sanatçıları da bu tekniği uygulamışlardır15.

1494’te Milano’daki Santa Mario delle Grazie manastırında Rönesans resminin en etkileyici örneklerinden biri olan Son Akşam yemeği üzerinde çalışmaya başladı. Duvara özel bir astar çekerek yağlıboya ve tempera karışımı boyalarla yaptığı bu resim, boyanın yeterince tutmaması yüzünden bir süre sonra çatlayıp, bozulmaya başladı 12.

İsa’yı Havarileriyle son yemekte tasvir eden bu fresk, yemekhanenin bir duvarını tümüyle örtmektedir. İsa masanın tam ortasında, arkasındaki oda penceresinin ekseni üzerine yer almıştır. Havarileri iki yanında, simetrik düzende bulunmaktadırlar. Freskteki duvarlar ve tavan yemekhanenin duvarlarının ve tavanının devamı gibi görünmektedir. Maddi mekanla fresk bütünleştirilmiştir. İsa: içinizden biri beni ele verecek sözlerini söylemiş ve bu sözler, hain luda dahil, bütün Havarileri etkilemiş, hareketlendirmiştir. Üçer kişilik gruplar halindeki kişilerin hareketleri İsa’da düğümleniyor gibidir. Jestler, ifadeler karakterleri yansıtmaktadır. Bu Leonardo’nun vücutların hareketi, ruhların yansımasıdır tanımı belgelenmektedir.

Leonardo da Viinci büyük bir ışık ustasıdır. Figürleri, volümleri ışıkla değerlendirmek onun sanatının büyük bir özelliğidir. Mağarada Meryem tablosunda dört figür, bir peyzaj içinde bulunmaktadır. Piramidal bir kompozisyon meydana getirilmiştir. Perspektif çok bilinçlidir. Mağara dibinden, fonundan gelen ışık bir planda kesilmekte, sonra ön plandaki figürleri aydınlatmaktadır. Raccourci mükemmeldir, Meryem’in sol eli bunu göstermektedir. Volümler ışık ve boya ile yoğrulmuştur. Konturlar bir plandan ötekine yumuşayarak, fonda eriyerek geçmektedir. Bu, Leonardo’nun sfumato denilen buğulu tekniği uygulanmasıdır. Jestler kişiler arasındaki ilişkiyi kurmakta ve böylece grubun birliği sağlanmaktadır 15.

Leonardo, 1502 yılında yeniden Floransa’ya geldiği zaman sanat dünyasının en büyük şaheserlerinden birini vereceğini kendi dahi bilmiyordu: Mona Lisa...18

Mona Lisa ya da La Joconda porte sanatının en ulaşılmaz sayılan örneklerindendir. Leonardo’nun sfumato tekniği bu yapıtta en üst düzeyde mükemmelliğe ulaşmıştır 15.

Mona Lisa’nın 500 yıllık ünü, usta kullanılan büyülü ışık ve gölgelerle yakalanan dudaklardaki kaygan ve değişken anlık gülümsemedir. Mona Lisa’da da yüzeyler buğulu bir atmosfer içinde sertliklerini kaybedip yumuşamışlardır. Mona Lisa’nın dudaklarında eriyip kayboluverecekmiş gibi beliren, yakalanması hayli güç bu gülümsemeyi Leonardo usta gölge-ışık oyunlarıyla yakalanmıştır 16.

Mona Lisa veya La Gioconda’nın yüzündeki ifade, ancak Albeeht Dürer’in eserlerine kattığı Melankoli ile kıyaslanablir 18.

Mona Lisa, Napolili olup, Floransalı Franceso Gioconda’un karısıydı. Leonardo 1503 yılında resme başladığı zaman, Mona Lisa 26 yaşındaydı. Vasari’nin belirttiğine göre, Leonardo bu eserine dört yıl çalışmış, ancak ona son çalışmasını yapamadan bırakmıştı. Portrenin yüzünde gözler ve dudaklarda ölçülü bir tebessüm ilgiyi çekmektedir. Gioconda, süssüz bir elbise ve bir tül ile örtünmüş. Arkada, mavi-yeşil bir kayalık arazi görünüyor. Bu tebessümün Mona Lisa’ya ait olup olmadığı hususunda tereddütler vardır.
Hatta “Kayalıklarda Meryem” adlı eserde de biz bu esrarlı tebessümü görüyoruz. Demek ki, Leonardo, aynen Grek klasik heykelinde gözlemlediğimiz bir dudak biçimi gibi, kendine özgü bir tebessüm bulmuştur. Bunun yanında Leonardo, inik bir perde gibi olan gözkapaklarının güzelliğine varmıştır. Ayrıca bu bilgin ressam, insanlarına anıtsal, adeta sarsılmayan bir büyüklük kazandırmış, iç duygunun en ince nüanslarını hissettirebilecek bir fizyonomi biçimlendirmiş ve bir duyguyu en sade bir yüz biçiminde yansıtmayı başarmıştır. Böylece biz Leonardo’yu üstün bir içi analizine varmayı başarmış, bilgin bir ressam olarak görüyoruz 17. Geride pek çok tanımlanmayan yapıt bırakan büyük usta 1519 yılında hayata gözlerini yummuştur.
 
Top