Osmanlida Bahriye Teskilati ve Bahriye Mektebi

wien06

V.I.P
V.I.P
BAHRİYE TEŞKÎLÂTI

Donanma, tersane, Bahriye mektebi ve bunlarda vazifeli personelden meydana gelen teşkilât. Teşkilât içerisinde donanma esas gaye olup, diğerleri onun için vardır ve Osmanlı Devleti’nin bütün devirlerinde mühim bir kuvvet olma hususiyetini dâima muhafaza etmiştir.

Donanma

İlk Osmanlı donanması; Karesi, Menteşe, Aydın gibi denizci beyliklerin hâkimiyet altına alınmasıyla sâhib olunan gemi ve personelle kuruldu. Fâtih Sultan Mehmed zamanında ise dünyâ çapında bir seviyeye kavuştu. İkinci Bâyezîd ve Yavuz Selîm zamanlarında donanma daha da gelişerek, Barbaros kardeşlerin kendilerini hizmete adamaları ile Kânûnî devrinde en mükemmel şeklini aldı. Marmara, Karadeniz, Akdeniz birer Türk gölü hâline geldi.

Bu muazzam donanmanın ve diğer bütün Bahriye teşkilâtının bağlı olduğu en yüksek makam kapdân-ı deryalık makamı idi. Uzun müddet deniz işlerine bakan bu makam, 13 Mart 1867 yılında kaldırılarak yerine 19 Mart 1867’de Bahriye nezâreti kuruldu. Kapdân-ı deryaya da bahriye nâzırı denildi.

Kapdân-ı derya 1516’ya kadar Gelibolu’da ikâmet ederken, ondan sonra Kasımpaşa’da oturmaya başladı. Kapdân-ı derya, önce sadrâzama sonra pâdişâha karşı sorumlu idi. Kapdân-ı deryanın sırasiyle, kapudâne (oramirâl), patrona (koramiral), riyale (tuğamiral) olmak üzere üç yardımcısı vardı. Kapudâne, kapdân-ı deryaya her türlü işinde vekâlet ederdi. Kapudânenin rütbesi derya sancakbeyi (tümamiral) iken, sonradan derya beylerbeyi (oramirâl) olmuştur. Patronalara beylerbeyi (koramirâl) rütbesi verildiği de görülür, Osmanlı deniz kuvvetleri, bu dört kişi tarafından idare olunurdu. Kapdân-ı derya (büyük amiral) al, bahriye beylerbeyi (oramirâl) yeşil, bahriye sancak beyi (tümamiral) mavi âsâ taşırdı. Kadırgalarına kara generallerinin tuğlarına karşılık olmak üzere; sırasiyle üç, iki ve bir fener takarlardı.

Osmanlı bahriyesinde subaylık ve leventlik (deniz erliği) çok defa babadan oğula geçerdi. Mezomorto Hüseyin Paşa, hazırladığı donanma kanunnâmesine; “Babası Osmanlı donanmasında subay olmayan hiç bir levendin deniz subayı olamıyacağı maddesini koyarak, deniz subayının çekirdekten yetişmesini istemişti. Levend başarı gösterirse, subaylık rütbelerini geçerek kabdân-ı deryalığa kadar yükselebilirdi. Osmanlı Deniz kuvvetlerinin başı olan kapdân-ı deryanın sorumluluk sahası, Akdeniz ve ona bağlı denizler, Adalar denizi (Ege denizi), Marmara, Karadeniz, Azak denizi ve Atlas okyanusu idi.

Kapdân-ı derya bütün bu denizleri, buralarda üslenmiş olan amiralleri vâsıtasıyle idare ederdi. Bunlar arasında en mühimi Cezâyir kapdanlığı idi. On altı ve on yedinci asırlarda Cezâyir kapdanlığının donanması tek başına dünyânın belli başlı donanmalarından biri idi. On altıncı asrın sonunda kurulan Tunus ve Trablusgarb (Libya) kapdanlığı da, kapdân-ı deryanın emrinde olarak doğrudan Dîvân-ı hümâyûna bağlı idi.

Bu üçünden başka, doğrudan kapdân-ı deryaya bağlı kapdanlıklar da vardı. Bunlar;

İskenderiye kapdanlığı: Çok kestf olan Anadolu-Mısır trafiğinden mes’ûl idi.

Süveyş veya Hind kapdanlığı: Doğuda Endenozya, güneyde Mozambik’e kadar filo gönderirdi.

Tuna kapdanlığı: Elindeki ince donanma denen filosuyla, Estergon’a kadar, Tuna nehri üzerindeki askerî ve ticarî trafikten mes’ûl (sorumlu) idi.

Fırat kapdanlığı: Tuna kapdanlığından küçük olup, Birecik’ten Basra’ya kadar olan trafikten mes’ûl idi. İran’a karşı yapılan muhârebelerde ehemmiyeti artardı.

Hazar ve Kür (Ardahan) kapdanlığı: İran seferlerinde orduya malzeme taşımak için birlikte hareket ederlerdi.

Faşa (Fas, Riyon) kapdanlığı: İran muhârebelerinde kullanılan askerî nakliyeye âid bir ince filo idi.

Nil kapdanlığı: Nil üzerindeki trafiği denetlemekle beraber, devlete itaat etmeyen bedevilere gözdağı vermek gayesi ile kurulmuştu.

Osmanlı deniz hâkimiyetinin te’minâtı olan donanmada daha ziyâde; çektiri, kadırga gibi kürekli gemiler kullanılıyordu. İkinci Bâyezîd devrinde yelkenli gemilerden kalyonlar kullanılmışsa da zaman zaman terk edilmiş, kesin olarak yelkenli gemilere geçiş on yedinci yüzyılın sonunda mümkün olabilmiştir. Gemiler sekiz-on yıldan fazla donanmada bulundurulmazdı. Yoksa donanmanın gücüne zaaf verirdi. Böyle gemiler Avrupa devletlerine satılır, yerine daha yenisi konurdu. Böylece her on senede bir donanma yenilenmiş olurdu.

Gemilerde azablar, leventler, kürekçiler, kalyoncular gibi muhtelif hizmet grubu vardı.

Osmanlı donanmasında, ayrıca korsan ocağı denen mühim bir denizci sınıfı da vardı. Akıncılar karada ne ise, korsan ocağı da denizde aynı vazifeyi görürdü. On altıncı asırdaki dehâ sahibi denizcilerin hemen hepsi bu sınıftan gelmişti.

Gayet techizâtlı olan Osmanlı donanması, disiplin ve intizâmı ile yabancılar tarafından takdir görmüştür. Nitekim zamanın Fransa büyükelçisi Sakız adasındaki Osmanlı donanmasının disiplin ve intizâmını övmekten kendini alamamıştır.

Osmanlı donanması bu seviyeye, gemi ve teçhizat bakımından pek yüksek bir teknik, idâri üstünlük ve denizcilerin kültür seviyelerinin çok ileri olması ile ulaşmıştır. Kristof Colomb’un Amerika kıt’asına ayak basmasından 21 yıl sonra donanma-yı hümâyûnun elinde, Amerika’nın Atlantik kıyılarının en iyi haritası bulunuyordu. 1529’da bu harita, 16 yıllık yeni keşiflerin neticelerine göre düzeltilmişti. Bu târihlerde Pîrî Reis’in bu derece mükemmel bir Amerika haritası çizebilmesi, Avrupalıların hâlâ münâkaşa ettiği bir mevzudur. Bu devirde Osmanlı denizcilerinin küttür seviyeleri pek ileri idi. Meselâ Pîri Reis, Türkçe’den başka; Arabça, Farsça, Yunanca, İtalyanca, İspanyolca ve Portekizce’yi şiir yazacak derecede iyi biliyordu. Bir kaç dil bilmeyen Türk denizcisi azdı. Bunlar bilhassa korsan (deniz akıncısı) sınıfına mensup subaylardan olup devletin istihbaratında çalışır, düşman donanma ve gemilerinin harekâtına, hangi limandan ne zaman ayrılacağına ve rotalarının ne olacağına dâir mühim bilgileri, ilgili mercilere ulaştırırlardı.

Düzenli bir bahriye teşkilâtına sâhib olan Osmanlı Devleti, donanma-yı hümâyûn için hiçbir fedâkârlık ve masraftan çekinmezdi.

Tersane

Devlet, gemilerini dışardan almaz, kurduğu büyük tersanelerde yapardı. İstanbul’un fethinden önce en büyük tersane Gelibolu tersanesi idi. Burada 1470’e doğru, Venedik donanmasını geçmek için 100.000 işçi birden çalıştırıldı. Fâtih’den sonra ise, Tersâne-i hümâyûn ve Haliç tersanesi de denilen İstanbul tersanesi birinci sırayı almıştır. Tersâne-yi hümâyûn on yedinci asrın sonlarında 137 gemiyi birden tezgâha koyup, kızakdan indirecek şekilde idi ve devletin seksen altı tersanesi vardı. Bu tersaneler, aynı zamanda, büyük sanayi siteleri idi. Osmanlı Devleti’nin sanayi kuvveti, on altıncı asırda öyle kurulmuştu ki, devletin eski gücünü kaybettiği 1838’de Samsun tersanesini gezen bir yabancı, buradan takdirle bahsetmiştir.

Devletin en büyük tersanesi olan tersâne-i hümâyûn, kapdân-ı deryanın emrinde idi. Ondan sonra en yüksek rütbeli me’mur, tersanedeki elli bin işçi, usta ve mühendisin âmiri olan bahriye müsteşarı makamındaki, tersane emini idi. Başlıbaşına bir şehir olan tersanenin disiplinini, bir ihtilâf ve kargaşalığa meydan vermeden o te’min eder, her gece 300 azab (deniz piyadesi) devriye gezer ve 35 kapdan da hiç uyumadan nöbetçileri murakabe (kontrol) ederdi. Donanma-yı hümâyûnun masraflarından da mes’ûl olduğu için, tersane emînine, 1805-1807 yılları arasında defterdâr denildi. Tersanenin diğer me’murları rütbe sırasına göre şöyledir: Kethüda, tersane başmîmârı, forsa, zindan kâtibi, mahzen kâtibi, tersane başsavcısı ve bunlardan başka albay rütbesinde diğer vazifelilerdir.


DIPNOTLAR:
) Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı (Uzunçarşılı); sh. 389

2) Osmanlı Târih Deyimleri; cild-1, sh. 148

3) Büyük Türkiye Târihi; cild-10, sh. 5

4) Gelibolu ve Yöresi Târihi (F. Kurdoğlu, İstanbul-1939)
 

wien06

V.I.P
V.I.P
BAHRİYE MEKTEBİ

Osmanlı donanmasına subay yetiştiren okul. Bugünkü Deniz harb okulunun ve Deniz lisesinin çekirdeğini teşkil eder.

Osmanlı Devleti, kuruluş döneminde Ege ve Marmara’da kıyıları, gemi ve tersaneleri bulunan beylikleri idaresi altına almak suretiyle donanmaya sâhib oldu. Ayrıca, donanmanın ehemmiyeti sebebiyle kesîf çalışmalar yaptı. Nihayet, Fâtih devrinde, 1470’lere doğru dünyânın rakîbsiz olan Venedik donanmasını geçti. İkinci Bâyezîd ve Yavuz devirlerinde daha da gelişen Osmanlı donanması, Kânûnî zamanında en yüksek noktaya ulaştı. Donanmadaki personel, senenin büyük bir kısmını denizlerde geçiren çekirdekten denizciydiler. Tersânelerdeki işçi, usta ve mühendisler de çıraklıktan görerek yetişiyorlardı. Donanma ve tersane tatbîkâtlı (uygulamalı) ders veren birer mekteb durumunda olduğundan devlet haklı olarak ayrıca denizci ve gemi usta ve mühendisi yetiştirecek mekteb açma ihtiyâcını hissetmemişti. Ayrıca Osmanlı denizciliği en parlak devrini yaşadığından, denizcilik sahasında daha başka faaliyetlerde bulunmaya teşvik edici ve zorlayıcı sebepler de yoktu.

Bu dönemde Avrupa devletlerinin durumu farklı idi. Osmanlı Devleti sınırlarının Tuna’ya ulaşması, Bizans’ı Avrupa topluluğundan koparması, boğazları kapatarak modern bin boğazlar statüsü kurması, Karadeniz’i bir Türk gölü hâline getirip, Akdeniz’de hâkimiyetini îlân etmesi sebebiyle, Avrupa devletlerinin bu denizlerdeki gelir, kapılan kapanmıştı. Ceneviz’in Karadeniz yoluyla Asya ve Doğu Avrupa’dan yaptığı ticâreti yok olmuş, Venedik de bu alanda büyük darbeler yemişti. Bu yüzden Avrupa devletleri zenginliğini bildikleri Asya memleketlerinin gelirlerinden istifâde edebilmek için açık denizlerde başka yollar aramak zorunda kaldılar. Müslümanlardan öğrendikleri pusula da onlara yaptıkları uzun deniz yolculuklarında büyük kolaylıklar sağladı.

Portekiz ve İspanya’nın baş çektiği bu açık deniz seyahatleri neticesinde coğrafî keşifler yapıldı ve üç asır geçmeden Avrupa pek çok servet sahibi oldu. Daha sonra bu servetten en büyük payı İngilizler aldı. Bütün bunlara paralel olarak Avrupalılar, denizcilik ve gemicilik san’atında pek çok bilgi ve tecrübe kazandılar. Kürekli gemilerden yelkenliye, daha sonra buharlıya geçtiler. Bunun için lâzım gelen personeli yetiştirdiler. Donanmalarını da kalyonlarla (yelkenlilerle), yeni bilgi ve tecrübeleriyle techiz edip donattılar.

Avrupa bu seviyede bulunurken, Osmanlı Devleti mevcut durumunu ve hâkimiyetini devam ettirme ile iktifa ediyordu. Bu sebeple modern gemilere ve yetişmiş personele sâhib Avrupalı karşısında muvaffak olamıyordu. Bunun için on yedinci yüzyılın sonunda donanma modern gemilerle donatıldı. Fakat bu defa yetişmiş personel sıkıntısı başgösterdi. Hattâ 1768-1774 Osmanlı-Rus muhârebesinde yirmi kalyon (yelkenli gemi) bulunduğu hâlde, personel yetersizliğinden yalnız on tanesi techiz edilebilmişti (donatılabilmişti). Bu filo, Rusların Ege denizine sokulan Baltık filosu karşısında kesin netîce alamıyarak Çeşme limanına çekilmişti. 6-7 Temmuz 1770 gecesi Rus filosuna âid bir ateş kayığının baskını ile Osmanlı kalyonlarının tamâmı yakıldı ve beş bin denizci şehîd oldu.

Zâten personel sıkıntısı çeken Osmanlı Devleti’nin artık denizci mes’elesini köklü bir şekilde hâlletmesi, gemicilik bilgi ve tecrübesi ile deniz muhârebe san’atında mahir denizci yetiştirmesi zarureti ortaya çıktı. Donanmanın ehemmiyetini çok iyi bilen Osmanlı pâdişâhları bu hususta hiç bir fedâkârlık ve masrafı esirgemediler. 1734 yılında sultan birinci Mahmûd zamanında Üsküdar’da kara ve deniz okullarına esas olan bir mühendishâne (askerî mekteb) açıldı. Fakat bozulmuş olan yeniçerilerden çekinildiği için hemen kapandı. Arkasından sultan üçüncü Mustafa’nın emri ile Kasımpaşa’da bir kalyonda gemi kaptanlarının katıldığı bir kurs açıldı. Aralarında Baron de Tott’un da bulunduğu yabancı hocalar tarafından düzlem geometri ve seyr dersleri gösterildi. Bundan dolayı bâzıları Deniz Harb Okulu’nun kuruluş yılı olarak sultan üçüncü Mustafa zamanını kabul eder.

Bilâhare 1776 (H. 1190) târihinde Kasımpaşa’daki tersanede Mühendishâne-i Bahrî adıyla bir sınıf açıldı. Deniz Harb Okulu’nun kuruluş yılı olarak bu târihi kabul edenler de vardır. Bu sınıfa bir hoca, muavin ve bir eğitim âletleri muhafızı tâyin edilerek, on talebe alındı. Ders olarak matematik, coğrafya ve harita okutuluyordu. Bu mektebe hoca olarak ilk defa Cezâyirli Hasan Hoca vazifelendirildi ise de, mîrî kaptanlığa tâyin edilmesiyle, yerine imtihanla Seyyid Osman Efendi getirildi. Bir müddet sonra Seyyid Osman Efendi’nin de Hasköy mühendishânesi (Kara mühendishânesine) tâyin edilmesi üzerine, yerine, mühendishânenin yetişmiş talebelerinden Mustafa Efendi getirildi.

Beş-altı sene sonra bu mühendishâne küçük geldiği için, Halîl Hâmid Paşa’nın sadrâzamlığı ve tersanedeki inşâat, tâmirat, alım-satım işlerine bakan Atâ Bey’in tersane eminliği zamanında, şimdiki Câmialtı yakınındaki Tersane zindanı yanında iki-üç odalı bir mühendishâne yaptırıldı. 1782 (H. 1192)’de mektebe, deniz tabiyesi ve hendese (mühendislik) dersleri de ilâve edildi. Bu sırada İstanbul’da bulunan Fransız firkateyninin komutanı binbaşı Truquet, deniz tabiyesi; Fransız sefarethânesi (elçiliği) vazifelilerinden Tonda da mühendislik dersleri verdiler. Bu Fransız öğretmenlerin hazırladıkları ders notları Türkçe’ye çevrilerek talebelere dağıtılıyordu.

Yine Halîl Hâmid Paşa’nın sadrâzam olduğu 1784 (H. 119B) senesinde Fransa’dan istihkâm binbaşısı Mâniye ile Lafayet Klave isimlerinde iki kale mühendisi getirildi. Bunlar, Tersane mühendishânesinde (Bahriye mektebinde) uygulamalı olarak ders vermeye başladılar. Böylece Tersane mühendishânesinin yanında Kara mühendishânesinin de çekirdeği kuruldu. İstanbul’da Fransız hey’etinin Osmanlı kara ve deniz kuvvetlerini modernize etmek için yaptıkları bu faaliyetler, Rusya’nın hoşuna gitmedi. Buna mâni olmak için teşebbüslerde bulundu. Müttefiki olan Avusturya imparatorluğu ile Fransa’ya müracaat edince, Avusturya kralının dâmâdı olan Fransa kralı on altıncı Louis, 1788’de üçüncü Selîm zamanında, Türkiye’deki askerî uzmanlarını geri çağırdı. Bundan sonra mektebde yalnız nazarî (teorik) tedrisâta devam edildi. Bu dersi, Gelenbevî İsmâil ile Kasabbaşızâde İbrâhim efendiler veriyordu.

Üçüncü Selîm, 1787-1792 Türk-Rus harbinden sonra, çekirdekten denizci olan Küçük Hüseyin Paşa’yı kapdan-ı deryalığa getirdi. Küçük Hüseyin Paşa, Osmanlı bahriyesini modernize etmek için pek çok gayret gösterdi ve 1795 yılında Tersane mühendishânesine bir gemi inşâ dâiresi açıldı. Bölümün başına da Fransa’dan getirilen Brün tâyin edildi. Bölümün dersleri üç kısım olup, birincisinde, matematik, hendese (geometri); ikincisinde, resim ve gemi resimleri dersleri vardı. Üçüncü kısım, gemi inşâat tezgâhlarına gidip, tatbikat yapmaktı. İnşâ bölümünde on talebe vardı. Her talebenin kabiliyet ve çalışması hakkında her ay kapdan paşaya bilgi veriliyordu. Zamanla iyi talebeler yetişti. Hattâ buradan yetişme olan Mustafa ismindeki talebe Brün’e muavin oldu.

Daha sonra yine Fransa’dan getirilen Parale adlı mühendis, tatbîkâtlı harita, coğrafya ve seyr-i sefâin dersleri vermeye başladı. Neticede Tersane mühendishânesi; seyr-i sefâin ve harita ile gemi inşâ bölümü olmak üzere İki kısma ayrılmış oldu.

Seyr-i sefâin ve harita bölümünden me’zun olanlar, önce jurnal hocası (seyr zabiti), sonra çorba hocası (levazım zabiti), daha sonra baş hoca yâni ikinci kumandan, nihayet imtihanı kazanırlarsa, kapdan oluyorlardı. Gemi inşâ bölümünü bitirenler ise, sırayla İkinci kalfa, baş kalfa ve sonunda mîmâr oluyorlardı.

Üçüncü Selîm’in dikkat ve bilgisi, Küçük Hüseyin Paşa’nın gayretleri ile Bahriye mektebi gittikçe rağbet kazandı ve bahriyenin modernleşmesi yolunda büyük adımlar atıldı. Ancak bu sırada Napolyon’un tutumu daha fazla işler yapılmasına manî oldu. Mısır’ı işgal ederek Osmanlıları yıllarca uğraştırdı. Sonunda Fransızlar Mısır’dan çıkarıldı. Küçük Hüseyin Paşa, donanmanın başında zaferle İstanbul’a döndükten bir müddet sonra vefât etti.

Onun yerine Fransa’da elçilik yapmış, çok çalışkan ve müteşebbis bir zât olan Morali Seyyid Ali tâyin edildi. Seyyid Ali daha modern Mühendishâne-i bahr-i hümâyûn adı ile bir Bahriye mektebi binasının inşâası için üçüncü Selîm’den izin aldı. Binanın temelleri atıldığı sırada Kabakçı isyânı çıktı (1807).

Bütün bunlara rağmen, üçüncü Selîm zamanında İstanbul tersanesi yeniden canlandı. Mühendishâne ders programına cebir, trigonometri, mekanik, astronomi, atıcılık ve harb târihi kondu. Ayrıca Arabça, Fransızca mecburî olup, Farsça seçmeli idi. Bu sırada, çok iyi Fransızca ve bâzıları İngilizce öğrenmiş subay ve mühendisler yetişti.

Bahriye mektebindeki tedrisât bu şekilde devam ederken, 1821 (H. 1237) Kasımpaşa yangınında mekteb yandı. Bir yıllık aradan sonra, Kasımpaşa’daki askeri bıçakçı yeri olarak kullanılan binada, bâzı tadilât yapılarak, on iki yıl zor şartlar altında derslere burada devam edildi. Fakat burası ihtiyâcı karşılamadığı için seyr-i sefâin (deniz subaylığı) kısmı 1834 (H. 1250)’de Heybeliada’daki Kalyoncu kışlasına nakledildi. 1838 yılında Kasımpaşa’da şimdiki Deniz hastahânesinin olduğu yerde bulunan Cezâyirli Hasan Paşa’nın konağı satın alındı. Dört yüz talebeyi okutacak şekilde bir Bahriye mektebi yapıldı ve Heybeliada’daki seyr-i sefâin bölümü tekrar buraya taşındı. Tanzîmât devrinde ise mektebin ismi, Mekteb-i bahriye-i şâhâne olarak değiştirildi ve programında bâzı yenilikler yapıldı.

1848 (H. 1264)’de Sultan Abdülmecîd zamanında Patrona-i hümâyûn kapdanı Mustafa Paşa, Bahriye mektebi ile ilgili bir lâyiha (rapor) verdi. Lâyihada, tersanedeki tahsil müddetinin yedi seneden dört seneye indirilmesi, talebe sayısının yüz yirmiden fazla olmaması, darülfünûn (üniversiteden talebe alınıncaya kadar, 14-16 yaşları arasındaki deniz subayı çocuklarının talebe olarak alınması, alınacak talebelerin Kur’ân-ı kerîmi okuyabilmesi, Arabî yazabilmesi, sıhhat ve diğer durumlarının bir hey’et tarafından tedkîk edilmesi, üçüncü sınıfa gelince talebelerin makina ve inşâiyye sınıflarına ayrılmaları, üçüncü ve dördüncü sınıf talebelerine îmân, amel ve ahlâk bilgilerini ihtiva eden ilmihâl bilgilerinin öğretilmesi, Arabî, matematik, geometri, cebir, resim, Fransızca, inşâiyye ve güverteye ayrılan talebelere de kendi bölümleri ile ilgili dersler gösterilmesi teklif ediliyordu.

Bahriye meclisi, bu rapora; talebeye tatbikat gemisinin tahsis edilmesi, Fransızca seçmeli ve İngilizce’nin mecburî olmasına dâir iki madde ekledi.

Bu lâyiha ilâvesiyle birlikte, hükümet tarafından kabul edildi.

1852 yılına kadar Kasımpaşa’da kalan Bahriye mektebi, bu sırada Sakızağacındaki hastâhânenin Mühendishâne-i bahrî binasına nakledilmesi üzerine, Kasımpaşa’daki Mühendishâne-i bahrî de Heybeliada’ya nakledildi.

1860’da tahta geçen Sultan Abdülazîz, Bahriye teşkilâtına son derece ehemmiyet verdi. Osmanlı donanması, dünyânın sayılı donanmaları arasında yer aldı. Bahriye mektebi büyük bir gelişme içerisinde iken, 93 Osmanlı-Rus harbi bu durumu önledi. Bu dönemde, Bahriye mektebinin dershâne binası ile vapur iskelesi arasında bir köşk yaptırılarak, burada Ticâret-i bahriyye mektebi öğretime başladı. Bu mektebin 1904 yılında kapatılması ile talebeler, Bahriye mektebinde karşılığı olan sınıflara alındı.

İkinci Meşrûtiyet’den (1908) sonra Bahriye mektebinin programı, İngiliz bahriye okulu esaslarına göre düzenlendi. Genel kültür ve meslek derslerine ağırlık verildi. Bilâhare makina ve levazım kısımları açıldı.

Daha sonra, Cumhuriyet döneminde açılan Deniz lisesine (1928), Deniz harb okulu ismi verildi. Okul 1985 yılında Heybeliada’dan Tuzla-Tuzbumu’ndaki te’sislerine taşındı.


DIPNOTLAR:
1) Deniz Mektebleri Tarihçesi (F. Kurdoğlu, İstanbul-1941)

2) Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı (Uzunçarşılı); sh. 507, 528

3) Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi’nin Tarihçesi (Suphi Aksoydan, Deniz Kuvvetleri Dergisi); cild-79, Ağustos-1973, sayı 482); sh. 10

4)1773’den 1973’e kadar Türk Bahriyesinde Öğretim ve Eğitim (Hasan Yumuk, Deniz Kuvvetleri Dergisi, cild-79, sayı-482); sh. 4

5) Deniz Harp Okulu Tarihçesi ve İlgili İncelemeler (İstanbul Deniz Müzesi Müdürlüğü, Deniz Kuvvetleri Dergisi, cild-87, sayı 499); sh. 4
 
Top