Tadımlık Hikayeler

r0se

Forum Onuru
Özel üye
Görmek bakmaktan ibaret değildir…

Adamın biri,ilk defa gitttiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra
yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve
arka koltukta tek başına oturan coçuğa;

- Buraların yabancısıyım,parkın hemen yanı başında ki fırını arıyorum.
Çok yakın olduğunu söylediler demiş.

Çocuk arabanın penceresini iyice açtıktan sonra;

- Bende buraların yabancısıyım,ilk defa geliyorum.
Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde,diye açıklamış.

Adam,çocugunda yabancı olmasına ragmen bunu nasıl anladığını sormus
ister istemez.

Çocuk:

- Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyormusunuz,diye sormuş gülümseyerek.
Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.

- İyi ama bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malum,
demiş adam.

- Tek bir ağaçtan bu kadar yogun koku gelmez,diye atılmış çocuk.
Üstelik, manolyalar da katılıyor onlara.
Hem biraz derin nefes alırsanız,fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu
duyacaksınız.

Adam,gözlerini hafifce kısarak denileni yaptıktan sonra,cebinden bir kağıt para
çıkarıp teşekkür ederken fark etmiş onun kör oldugunu.
Çocuk ise,konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış adamın
durumunu fark ettiğini.

Işıga hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken şöyle demiş:

- Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim.Görmeyi o kadar çok özledim ki !
Sizinkiler sağlam öyle değil mi ?

Adam çocugun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken;

- Artık emin değilim evlat,demiş.
Emin oldugum tek şey,BENDEN İYİ GÖRDÜĞÜN.

Bazı seyleri görmek için göze gerek yoktur.
Göz sadece hedefimize bizi götüren amaçtır.
Önemli olan kalbimizin görmesidir.Kalbimizle hissetmemizdir.
Etrafınızdaki herşeyi gönlünüzce görmeniz dileğiyle...
 

r0se

Forum Onuru
Özel üye
Ask Istiyorum Amca Sende Var mı..?

Dün akşamüzeri şehrin arka sokaklarına yolu düştü.
Daracık sokakların hepside birbirine benziyordu, bir an için kayboldum sanıyor
tam birine sormaya yeltenirken tanıdık bir kaldırım taşı yüzüne haykırıyordu
nerede olduğunu…
Kaldırım taşları adeta onunla konuşuyordu, birkaç kere daha kaybolmuştuda
ona nereden gelip nereye gitmekte olduğunu hep onlar fısıldamıştı
gizliden gizliye…

Bu ıssız sokaklara birkaç kaldırım taşı ile hal hatır etmeye gelmemişti şüphesiz.
Kasvetli sokaklardan geçerek nihayet genişçe bir meydana geldi.
Meydana şöyle bir göz gezdirdi; ak sakalı, kafasında takke, uzunca paltosu ve
soğuktan kızaran yüzü ile şeker mi şeker işportacı bir ihtiyardan başka
kimsecikler yoktu.
O da O’ndan başkasını aramıyordu zaten…

Sanırım ürkek adımlarla yönelmişti ki; ihtiyardan “Korkma yavrum, buyur gel!”
şeklinde bir cümle işitti.
Cesaretle yürüdü, meydanda ayak sesleri ve ihtiyarın hastalıklı nefes alış
verişinden başka duyulan tek bir ses yoktu.
Yürüdüğü son yedi sekiz metreyi hem ruhunda hem de zihninde sanki yıllarla
ifade edilebilecek bir zaman diliminde almış hissi duydu.

Tezgahın önüne vardığında ne diyeceğini bilemez haldeydi, birkaç saniye
suskunca bekledi, tezgahtakilere göz gezdirdi.

İhtiyar şöyle bir süzdükten sonra tatlı sert bir üslupla;

—Ne istiyorsun evlat! Dedi.

Doğruldu, göz göze geldiler, bir şeyler söylemek istedi ama söyleyemedi,
sıkıntılıydı…
İhtiyar bir süre bekledi ve daha yüksek bir sesle;

—Onca yolu susmak için mi geldin, evlat! Dedi.

Acaba nereden geldiğini biliyor muydu?
Niçin geldiğini? Kim olduğunu?
Bir yandan zihninde bu sorularla cebelleşirken diğer yandansa ne istediğini
bulmaya çalışıyordu ki dudaklarından şu sözler dökülüverdi;

—Aşk… Aşk istiyorum, sizde varmış.

—Evet var…

—Ne kadar?

—Endazesi bir bakış.

—Bu kadar ucuz mu?

—Ne sandın evlat, bu devirde bu kadar ucuz…

Bu sorgulayış ihtiyarı şaşırmıştı.
Buraya her gün yüzlerce genç gelir endazesi bir bakıştan istediklerini alıp
giderdi…
Bu sorgulayış ihtiyarın hoşuna gitmişse de kızmış gibi yaptı;
sert bir ses tonuyla:

—Evlat! Alacak mısın, almayacak mısın? Dedi.

—Alacağım…

İhtiyar bu cevapla biraz buruldu, karşısındaki gencin de her gün tezgaha
uğrayan yüzlercesinden farklı olmadığını düşünüp acıma ve
tiksinti ile karışık bir bakış iliştirdi gencin gözlerine ve devam etti sözlerine.

—Hangisi? Dedi.

—Hepsini alacağım…

İhtiyar yine şaşırmıştı. İhtiyar karşısındaki genci çözmekte zorlanıyor,
buda tatlı bir hoşnutsuzluğa sebep oluyordu.

—Peki, bu kadar aşkı ne yapacaksın?

—Götürüp ait oldukları yere bırakacağım.

—Neresiymiş bakalım ait oldukları yer?

—Bizim Dünyamız değil! İşportada satılan, kuytu köşelerde sevişmekten ibaret
aşk müsvettelerinin bizim dünyamızda işi yok!
Bunlardan o kadar çoğaldı ki gerçek aşkın değeri bilinmez oldu…

İhtiyarın derin çizgilerle dokunmuş yüzünde hafif bir tebessüm belirdi.
Tezgâhın altından tozlu bir sandık çıkardı. Gence uzattı ve ekledi;

—Mecnun isminde sen yaşlarda bir genç bırakmıştı bunu,
aklını oynatmış gibiydi…
Sürekli “Keremin yangınından kurtardım seni” sözlerini tekrarlıyordu bazende
“Leyla” nöbetleri geçiriyordu zavallı…
Yıllardır bendedir hiç isteyen olmadı, al istersen…

Genç kendine uzatılan sandığı aldı. İhtiyara baktı ve;

—Artık sana bu sokakta iş yok ihtiyar! Dedi.

Sandığı açtı ve beklemeye başladı, nihayet uzaktan birkaç genç göründü.
Yaklaştılar, güle oynaya tezgâhın önüne gelip sorular;

—Ne satıyorsun arkadaş?

—Aşk… Gerçek aşk…

—Ne kadar?

—Zerresi bir ömür…

Gençler bir şey söylemeden ihtiyarın tezgahına yöneldiler.
İhtiyar adam “görüyorsun ya evlat” dercesine bir bakış savurdu…

Genç adam sandığı topladı, can çekişen ideallerini yanına alarak karanlıkta
kaybolup gitti.
Bir daha da ortalarda görünmedi…
 

r0se

Forum Onuru
Özel üye
Günlerdir 2 demir lirayı elimde çevirip duruyorum.


2 Türk lirası...


Bazılarınız yere düşse eğilip almazsınız.


Para üstü olsa aldırmazsınız.


Harçlık diye, bahşiş diye, sadaka diye verilse surat asarsınız.


Hepi topu 2 lira....



* * *



6 Şubat gecesi Şanlıurfa'ya çok yağmur yağdı.



Ceylanpınar Tarım İşletmesi arazisi içinde bulunan Çırpı Deresi taştı; üzerindeki stabilize geçişi tahrip etti.




O geçişten bir kamyon geçmeye çalışıyordu o gece...



Kamyonun kasasına 44 kişi binmişti. Çoğu kadın ve çocuktu.



Tarım İşletmeleri çiftliğine, koyun sağmaya gidiyorlardı.



Kamyonun şoförü yolun çöktüğünü fark etmedi; araç Çırpı Deresi'ne uçtu.



Kasadaki 44 kişi dereye döküldü; sürüklendiler.



Kamyonun kasasına tutunmayı başaran 33 kişi kurtarıldı.



Kurtarılanlar Ceylanpınar Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı.



Sel sularına kapılan 2 işçi, Elma ve Hacer Kaya öldü.

Halil, Ahmet, Emine ve Anuç Ete kayboldu.
Zehra ve Hatun Kaya kayboldu. Naile Çorak, Fatma Merç, Halfe Ayberk kayboldu.
Adları ilk kez haberlerde duyuldu.



* * *



Gece, arama kurtarma çalışmaları başladı. Dalgıçlar sabaha kadar derede işçi aradılar. Derenin Suriye tarafında da Suriyeliler çalıştı. Sonuç alınamadı.



Kazayla ilgili olarak Ceylanpınar Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı. Çiftlikte süt sağımı işini yaptıran müteahhit Celal Ulukaya gözaltına alındı. Bu gözaltının nedeni, kurtulan işçiler konuşunca anlaşıldı.
Kazazedelerden Halil Ertuğrul 10 yıla yakın süre bu işi yapmıştı. Çiftlikteki sağım işinden günde 2 lira kazanıyorlardı.



Ertuğrul, "Niye çalışıyorsun o zaman" sorusuna kısa bir yanıt verdi:


"Mecburum. İş yok."



* * *



Günde 2 liradan ayda 60 lira...



44 işçiyi Çırpı Deresi'ne sürükleyen, 11'ini yağmur sularından bir selde boğan ekmek kavgasının bedeli bu...



İşsizlik illetine düşmüş fukaraları "Hiç yoktan iyi" tesellisiyle kandıran müteahhitlerin ucuz işgücüne biçtikleri değer...



2 demir lira...



Günlerdir elimde çevirip durduğum 2 metelik...



2 paralık hayatların can pahası..



Harçlık isteyen çocuklara bu yazıyla birlikte veriniz.



Hayat dersi niyetine!...
 

r0se

Forum Onuru
Özel üye
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?"

Bakın göstereyim demiş, ermiş.

Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış.

Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.

Ermiş, "bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. Peki demişler ve içmeye teşebbüs etmişler.

Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine şimdi demiş ermiş, sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.

Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa.

"Buyurun" deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındakine uzatarak içirmiş.

Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

İşte demiş ermiş, "kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır."

Ve kim karşısındakini düşünür de doyurursa o da karşısındaki tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu da unutmayın, gerçek pazarında alan değil, veren kazançtadır daima..
 
Top