Yörükler ve Yörük Kültürü

Suskun

V.I.P
V.I.P

yoruk-kulturu.jpg

Teke yöresi Yörüklerinin; ecüğünü, cücüğünü, beşikteki çocuğunu, kaşık sepetinden, kızıl çuvalına kadar gelmişini geçmişini, dağların sevdasını, özgürlüğün gücünü, öz kültürümüzü, obaları, oymakları, yurtlardaki yaşamları burada bulabilirsiniz.

İnsanlarımız ne yer, ne içer, ne giyer, ne söyler?.. Yörüğün sevdikleri; goduktan guline, şişekten köşeğe hayvanlar âlemini, yoncasından çalbasına, çalısından, çırpısına bitki örtüsünü, maarından, ırmağına, orağından tırpanına, ipinden kuşağına, çarığından çorabına, kavalından kemençesine, sipsisinden curasına, kopilinden kızanına, efesinden zeybeğine, atalarımızın çok çarık bıraktım dediği; otu kekik, dağı keklik olan Teke Yöresi’ndeki yaşamını bu yazıda bulacaksınız.

Bir an bu salondan çıkıp, Toroslar’da, kaba ardıcın gölgesine dengilip, şöyle uçsuz bucaksız dağlara baktığımızı hayal edelim: yemyeşil ovalar, pınarlı yakalar, kıvrım kıvrım akan dereler, yalçın kayalar, karlı dağlar, Yaradan’ın bizlere bahşettiği bütün güzellikler gözlerimizin önünde… Aslında Teke Yöresi’nde yaşayan Yörükler çok kazanamaz; eğirdiğini, yüne değişir de, bir türlü ses çıkaramaz. Şükreder haline, isyan nedir bilmez. Devletine sadakatlidir. Kanında vardır, ulu emre itaat… Vatan sevgisi, ecdattan yadigâr kalmadır. Vatanla birlikte var olduğuna inanır. Olgundur; kabul etmesini bilir, yiğittir; merttir; mücadele etmesini bilir… Cömerttir; vermesini bilir, inançlıdır; hakkı hukuku bilir. “Gene de gelinemez Yörüğün üstüne üstüne!”

Yakın zamanda, çıkarılınca orman kanunu, salınınca orman askeri çobanın üzerine üzerine, çobanın keçisi koyunu aç kalınca, derisi etinden pahalı olmaya başlayınca, çoban abanın altından sopayı gösterip deyiverince “Ya keçinin affı, ya ormanın mahfı!” işte, o zaman atılmıştı geri adım, lağvedilmişti orman askeri…

Yörüklerin, bakmayın toplu hareket etmediklerine. Yörükler kendi içlerinde bile özgür olmak isterler. Dünya ile tek başlarına mücadele edebileceklerine inanırlar; o gücü kendilerinde görürler. Tıpkı, “Bir Türk dünyaya bedeldir.” sözü gibi, istemezler kimse karışsın işlerine, dokunsun özgürlüklerine. Zaten özgürlüğe, güce sevdalanmasaydı, çıkar mıydı dağlara? Katlanır mıydı zorluklara?..

Sabah erkenden kalkan Yörük, önce dışarı çıkar. Hem özlediği yüksek dağlara bakar, göç zamanını belirlemeye çalışır, hem de bakarken, gözünün ferini, nazarını dağa akıtır. Bilir; dağ dayanıklıdır. Sonra keçisine koyununa bakar; canı gibi bildiği hayvanlarını, kendi nazarından bile korumaya çalışır. Sabah, ahenk içinde çalan çan sesleriyle yayılmaya giden koyunu seyretmeye, bir de ikindi üzeri, eve dönüşte, karnı tok olan keçinin oğlağıyla, koyunun kuzusuyla buluşması… Anne ile yavrunun meleşerek, sesinden ve kokularından birbirlerine kavuşması, sonra bir bir emişmesi, özlemle beklediği andır. Yörük için o an, yaşadığı bütün zorlukları unuttuğu, “her şeye değer” dediği zamandır. Yörük dokuduğu keçi kılından çadırını kurarken, bir taraftan direk dikilir, bir taraftan yemek verilir, dua edilir. Böyle olunca; “O ailede dua singini var.” denilir; işleri rast gider. Kara çadırın gözenekleri, kışın ıslanınca şişer; yağmur geçirmez, sıcak tutar. Yazın gözenekleri açılır; serin tutar. Ocaklığı, yazgısı tertemiz, yüklüğü, yiyeceği misafire göre boldur. Yolunuz düşerse Yörük obalarına, uğrarsanız çoban yanına, tadarsanız höşmerimi, yerseniz kese yoğurdunu, çökeleği, dağarcıkta saklanan dürgelerle, yufkalarla ayrılasınız gelmez. Bir de buz gibi soğuk suyu, gözünden avuç avuç ya da küyner kokulu susakla içince…


YÖRÜKLERDE ANA BABA ÇOK ÖNEMLİDİR


Bebeğini dokuz ay karnında taşıyan, doğunca tuzlu suyla yıkayan, sarıp sarmalayan, helal sütünü veren, zemheride beşiğini sallayan, yanarsa serinleten, üşürse ısıtan, bebek gülünce gülen ağlayınca ağlayan “candan yanan ana”… Yürüdükçe sevinen, sendeledikçe yüreği ürperen, nazardan korumak için şer insanlardan saklayan, okuyan üfleyen, çeşit çeşit muskalar, nazar boncukları takan o canım analar !.. Uyusun diye ninniler söyleyen, maniler, türküler yakan, yemeyip yediren, içmeyip içiren, giymeyip giydiren, kızına cicili bicili elbiseler giydiren… Ahlaklı, terbiyeli, hünerli yetiştirip, gelin olacak kızını kocaya, “kurban olsun!..” diye kınalayan, yiğitçe yetiştirdiği yağız delikanlısına, “vatana kurban olsun” diye askere gönderirken kınalayan… Evlenen çocuklarının mutluğunu görürken, tam “Çocuklarımın muradına erdim, torunlarımı gördüm, eşim de işimde düzene girdi.” derken saçlarına ak düşen, yaşlanan, dünyada yeni analar bırakıp, ahrete göçen analar. Uğruna kurban olunacak kadar önemlidir, Yörük obalarında ana! ‘Ana dıştan ağlar, baba içten ağlar’ derler. Baba vatanını, namusunu, toprağını, evladını canını verecek kadar sever. Oturmasını, kalmasını bilir, ağırbaşlıdır, korkusuzdur, adaletlidir. Kadına güvence, evlada örnektir Yörük yurdunda baba.


YÖRÜKLERDE AVCILIK

Atalarımızın bizlere bıraktığı bereketli topraklara sahip ülkemizde, 9 binden fazla bitki, bini aşkın hayvan ve kuşlarla en fazla beraber olan ve onlarla iç içe kardeşçesine yaşayanlar, Yörüklerdir. Yörükler, hayvanları takip ederler; depremin olacağını önceden belli eden köpeği, yağmurun yağacağını önceden bilen keçiyi, mahalleden ölü çıkacağını bilen alıcı kuşu iyi tanırlar… Yörükler, hayvanlardan istifade ederken, onların neslini asla yok etmezler. Avda bir alay kuşu, bir sürü tavşanı öldürenleri ayıplarlar, azarlarlar. Yörük avda, av hayvanlarının çiftleşme ve üreme mevsimini bilir. Hatta daha ileriye giderek, “Hamile hayvanların ve yuvada yavrusu olan kuşun eti yenmez. Günahtır, haramdır.” derler. Su içerken, uyurken, vurmazlar. Avcılığın da adabı, töresi vardır. Yörükler, öldürmekten, yok etmekten hoşlanmazlar. Kekliğin ötüşünü, şahinin uçuşunu, turnanın gökyüzündeki, bülbülün yeryüzündeki sesini her zaman görmek, duymak isterler.

Dağlardaki avların neslini bitirenler, Yörük değildir. Doğanın dengesini bozan yok eden, ormanları talan eden, yakan, şehir yapanlardır. Hayvan ve kuşları öldüren, zehirli tarım ilacı ve gübre üreten, denetimsiz piyasaya sürenlerdir. Avcılığın kurallarını bilmeden, eline otomatik tüfek alıp dağa çıkan, önüne geleni vuran öldürendir ve bunları engellemeyen devleti yönetenlerdir. Tek tüfek çıkınca, “Mertlik bozuldu.” deniliyordu; otomatik tüfek, namertlikle beraber geldi. Bunun üzüntüsünü, yüreğimizde hissediyoruz. Yörükler, kuş yuvası bozmazlar. Kuş tüneğinde iken yağmur yağmadığını bilirler. Kuşlar da bundan emindirler. O nedenle, yaylalardaki Yörük neneleri, “Kuş tüneğinde korkmaz.” derler. Tabii ki korkmazlar! Çünkü onlar Yörük yurdundadırlar!

YÖRÜKLER NE YER NE İÇER?

İNCİR:
Tatlanınca balart, olgunlaşınca incir, kurutulunca yemiş olan kara incirin; kil ve mersin yaprağı ile, kaynatılan suya batırıldıktan sonra kurutulup, ak torbada bekletilip, kışın içine ceviz katıp yiyen Yörük, güreşlerde de pehlivanlara ödül olarak, avuç avuç incir dağıtır.

ÇAKAL ARMUT: Ala, sarı, çakal armutları toplayıp, saman sepetine koyup, olgunlaşınca bal gibi yemesini bilen Yörük, yurtlarına armut alanı, çatal armut boğazı, bozca armut gediği gibi isim vermiştir.

AYVA: Yörük, ak appak çiçek açan, sonra yeşil olan, daha sonra sapsarı olan, burcu gibi kokan ayva, sıcak küle gömülürse tadı bir başka, dilinip kurutularak kak yapılıp hoşafı yapılırsa, tadının bambaşka olduğunu iyi bilir. Tanesi dökülmeden yenen narın, dağların yanal almasının, kayaların alıcığının, yamaçlardaki çitemiğin, tarla anlarındaki pamuk gibi iğdenin, kızılçam ağacına sarılmış üzümün başta olmak üzere, ağzının tadını bilen Yörüktür.

TARHANA: Ata yemeğimiz tarhananın içine, Allah ne verdiyse katılır. İlk karıldığında, göcesi yoğurtlanarak yenir. Kurutulduktan sonra, üzeri buharlı tarhanaya mısır ekmeğini ufalayıp yedin mi, gel keyfim gel!

DİRİKME: Yağmurlu havalarda, nohut, fasulye ve buğdayı kaynatıp, yaptığımız dirikmeye; nerdek, sarı ekşi, kırmızı biber katar, küyner kokulu tahta kaşıkla arası sulu yersek, dışarıda yağan siğim siğim yağmuru da içinizde hissedersiniz.

KABUK FASULYE: Yaylalarda, çalı harımla etrafı çevrilerek, toprağa hayvan gübresi dökülerek yetiştirilen sırık fasulyenin, yeşilken toplanarak ipe çizip kurutulmasından sonra, yağmur yağınca odun ateşinde haranıda yanık soğan kokulu pişirilip, içine sarı ekşi sıkıldı mı, tadına doyulur mu?

EKMEK: Saçta, eli kınalı anaların pişirdiği buğday unundan yapılan yufkadan gatmar yapılırsa, hamurlu ekmeğe daha sıcakken tereyağı sürülürse, darı ekmeğini deri çökeleğine bastırılıp bastırılıp yenirse, hele üfelemeç ya da dingil çorbalarına ufalayıp yenirse şifa değil midir?

BOSTAN: Bostana girip; pembeleşmiş domatesi, burcu kokulu hıyarı, taze pırasayı, yemyeşil biberi dalından koparıp, hemen oracıkta bağdaş kurup, yufka ekmeği ile yerseniz, bir de üzerine bir tas soğuk su içtiniz mi tamam olur.

YOĞURT: Baharda, incirden çıkan ak sütün, yeni sağılmış kendi sıcaklığındaki süte katılıp karıştırılması ile oluşan ya da yine baharın başlangıcında gökten yağan çiğin, çayırdaki otun yaprağından güneş görmeden alınması ve süte katılması ile oluşan yoğurt; dünyada kendi adıyla anılan yiyeceğimizdir. Hele kese yoğurdunu buğday ekmeği ile “eşekkulağı” yapıp yemek, ne zevklidir… Dağarcıya konan yoğurdun, soğuk suyun içerisinde, üstünden tereyağı, altından çökelek yapmayı, “namerde muhtaç olmadan yaşamayı bilen” Yörüktür. Bolluğu da kıtlığı da bilen Yörük anası, üzümden pekmez, nardan ekşi, domatesten, biberden salça, susamdan tayın, arpadan, pelitten un, ottan çöpten yemek yapmasını bilir.

Özetlersek; bir şişe yağ ile yarım çuval un ile bir kışı geçirmeyi, yani idareyi bilir.
DOĞA VE HAYVAN SEVGİSİ

Tarihte, doğayı çok seven, doğayı kendilerinde gören Yörüklerdir. Yörük, çevresindeki ormanı, kendi malı gibi korur. Yörüğün yurduna yakın yere oduna gidemezsiniz. Giderseniz, sizi ananızın kül döktüğü yere kadar kovar. Kendisi bile kuru dallardan odun yapar. Doğadaki yeşilin devamlılığı, Yörüğün koyununun, keçisinin, dolaylı olarak kendi yaşamının devamıdır. Yörük obalarında, insanların, köşenden şişene, goduktan guline, hayvanlar âlemi dostudur; sevdalarıyla bir tutmuşlardır. Türkülerini, manilerini onlara söylemiştir. Belki de dünyadaki hayvanları, doğadaki bitkileri, ağaçları yücelterek, sevdalarıyla bir tutan, doğayı kendisinde gören yalnızca Yörüklerdir. Bu nedenledir ki bırakmamışlardır dağları; sevgilerini, dertlerini hep dağlara söylemişlerdir. Düşünmüşler ki, dertlerine yalnız dağlar ortak olabilir. Herkes bilir ki, halk müziğinde hayvanlar vardır, hep yaylalar, hep dağlar vardır…


MÜZİK

KEMENÇE:
Yörük müziksiz yapamaz. Kapı gıcırtısına, yaprak hışırtısına oynar… Su kabağından teknesi, oğlak derisinden kapağı, at kuyruğundan yayı, sincap bağırsağından teli yapılan kemençeyi, erkek bir tepede çalarken, karşı tepede gırtlağına parmağını bastırıp, boğaz çalan kadından karşılığını görür.

CURA: Kızılcık ağacından yapılan üç telli, tezene kullanmadan on parmakla çalınan curada, devenin hataplarına takılan havan çanlarının sesini duyabilirsiniz. Dörtnala giden atların nal seslerini, gökyüzünde uçan şahinin kanat çırpınışlarını, yürüyen sürünün ayaklarından ayrı ayrı, tıpır tıpır çıkan seslerini, yeni doğan çocuğun sallanan beşik gıcırtısını, apalayan, sendeleyen, düşen kalkan çocuğun mücadelesini, yağız delikanlının hızlı hareket etmesini ve sert duruşlarını, yaşlılığın olgunluğunu, kadının sadeliğini, yurtların acılarını, sevdalarını… Velhasıl; cenazeye giderken yakılan ağıtları bile duyar, anlayabilirsiniz.

SİPSİ: Kargıdan yapılan, siğilcik kabuğuyla süslenen, bir karış boyundaki sipsi, Yörüğün çok uzaklara, dört bir yana duyurmak istediği, bastırılmış duyguları ortaya çıkaran müziğidir. Hem ağlatan, hem sevindiren, hem de oynatan o sestir. Sipsinin çalındığı tarafa, heyecanla dönmeyen Yörük yoktur. Yörüğün müziği bununla bitmez; düdüğü, kavalı, davulu, zurnası, delbeği, leheni, sazı... Hiç bulamazsa, ekin yaprağını iki elinin arasına alır üfler ya da ıslık çalar. Çalgının önünde de döne döne, çöke çöke, kıvrak zeybek, ağır zeybek, teke zorlatması, çömlek kırdıran oynar. Yörük oyunlarında, kartal kanadı gibi kollarını açar, teke gibi zıplar, deve gibi yürür, kısrak gibi sıçrar, Ege’den Yunanlıları kovan efenin, mavzer sıkışı gibi diz çöker. Tekrar ayağa kalkışı, oyunun devamı bir asalet, yiğitlik ve özgürlük gösterisidir. Bütün oyunları, ya karşılıklı, ya arka arkaya ya da ayrı ayrı oynarlar. Yörük kadını da, delbeğin, sininin önünde yanık türkülerle oynarken, Üzümlü dastarından başörtüsünü gıymana şeklinde beline kadar sallayarak örter; üç eteğini giyer. Türk kadının bayramı olan, içi delice dolu kapkara, deredeki akarsuda bile zor temizlenen kırnav buğdaydan, yumurması da, yazması da, yemesi de güzel olan sarı buğdaya geçişin türküsü “sarıca da buğday tanesi” türküsünde Allah’a, verdiği nimetten dolayı şükreder gibi ellerini açar, yaşadığı zorlukları anlatmak için seke seke yürür, sarı buğdayın gelmesinin mutluluğuyla sevinçle aniden döner, dönerken de hem başındaki gıymanası hem etekliği pervane gibi savrulur. Bu kadının çilesinin azalması, bayramının kutlanmasıdır. Ayrıca mani de söylenir: Ekersen sarı buğday ek Güdersen ak koyun gütÇekersen güzel kahrı çek Yörükler oyunlarında, aynı hareketi bir anda yapmamaları, tek tek oynamaları, oyun alanına dağılarak hâkim olmaya çalışmaları; Yörüklerin kendi içlerinde bile özgür olmak istediğini gösterir.

Türküler acıların, sevdaların, sevinçlerin, yiğitliğin, kahramanlığın, cesaretin, kolaylığın, zorluğun, varlığın, yokluğun, hayatta ne varsa hepsinin söze dökülmesidir.

YÖRÜKLERDE SPOR VE OYUN

Yörüklerin sporunda yarış vardır, yiğitlik vardır, koruma vardır, ahlak vardır. İslam’ın ahlakı, Türklüğün, yiğitliğinin sergilendiği yağlı güreşte, cazgırın, “Kispeti beline, besmeleyi diline, haydi pehlivan meydan yerine!” diye davetinden sonra, koç yiğitler, er meydanı zümrüt çayırda, sıra sıra dizilirler. Cazgır, peygamberimize salâvat getirip, “Allah derman versin.” diye ortaya salınca, pehlivan kıbleye doğru yürür, sağ ayaklarıyla, tek dizle toprağa basıp, toprağa dokunduğu sağ elini dudaklarına ve alnına götürür ve “Topraktan geldik, toprağa gideceğiz.” demek ister.

Birbirlerini kontrol edip, tokalaşıp, kucaklaştıktan sonra başlayan güreş, kıran kırana geçen sürede, biri yenip diğeri yenilince; peşrev çekerken alkışlayan seyirci, bu defa yenilen pehlivanın gururu incinmesin diye, alkışlamaz. Yenen pehlivan da, rakibini yerden kaldırıp, kucaklamadan galip ilan edilmez. Hatta yenen pehlivan küçükse, yendiği kendinden yaşlı pehlivanın elini öper. İşte böyledir, Türk’ün ata sporu güreşin töresi!..

Darıya gelen kargaları kıl iple örülen sallama sapanla taş atıp kovan Yörük, kınalı kekliğin toplu hareket ettiğini, çil kekliğin bir taşta tıpkı karga gibi dört yana dağıldığını bilir. Darı soyarken de darıdaki renkli dişlerin sırasına göre yedili, danalı, Arap gibi simler takıp oyun oynar. Akşam olunca da topraktan yapılan Dontlu ırbığına su doldurulur, kapağına mısır tuğu, püskülü tıkanır, sonra üstüne gazal örtülür. Gece bekletilen su sabahleyin, hoş kokulu olur. Bu anlatmakla olmaz, yalnız içmekle olur. Buna Yörükler tuğ ya da gazal suyu der. Böbrek hastalığına da iyi geldiği söylenir. Yörükler buluştuklarında, her zaman oynadıkları çelik çomak, Amerika’daki golf un atası olan tokala, yıkık, an taşı, yanık, babıç kapma, Arap, çıngırak, cirit hep yiğitliğin temsilidir. Kadınlar da boş durmazlar, kaya göç oynarlar. Göç, kırk taş ile oynanır. Hem, Peygamberimizin kırk kişi olunca, İslami açık açık anlatması ve hicreti, hem de Türklerin Anadolu’ya, hangi engellerle hangi konalgalarda geceleyerek geldiklerini anlatır.

ZARARLILARLA NASIL MÜCADELE EDİLİR?

Gece ormanda uyurken, yedi boğumlu zehirli kuyrukludan kurtulmak için, Yörük yatacağı yerin etrafına, keçi kılından yapılma ip dolaştırır. O zaman kuyruklu; keçi kılları kendine dokununca, rakip sanır, geri çekilir.

Yılan ve kuyruklu soktuğunda kullanılan hayıt kabuğu, çamaşır suyunun ısıtıldığı kazandaki suya konursa, pireden bitten kurtulunur. Ayrıca çamaşır yıkarken, meşe külü ve sarı ekşi kullanarak temizliği de sağlarlar. Habersizce deriye yapışan ve yapıştığı deriye bacakları ile kafasını sokan yılan kenesini, elle veya cımbızla koparırsanız, ayakları ve kafası deride kalır, zehirlemeye devam eder. Kurtulmak için, iğneyi kıpkırmızı oluncaya kadar ateşte ısıtıp, yılan kenesinin kıçına sokacaksınız. O zaman yılan kenesi, deriden ayaklarını ve kafasını çıkarır. Böyle kurtulup, yere atar, babıcınızın altında çiğner, zıvıtıverirsiniz, olur biter.

Gece dağda kalır, etrafınızı kurt sararsa, ateş yakacaksınız. Hatta, bir közü havaya atsanız bile, kurtlar onu on kilometreden bile görür ve kaçarlar. Bostanı yabani hayvanlardan korumak için dikilen korkuluk gibi, küçük göllerdeki suyu, domuz batırmasın diye keçi kılından dokunan kara çulu, iki direğin ucuna ardarsanız, domuz oraya gelmez ve suyunuzu batırmaz.

YÖRÜK GÖÇÜ

Keçilerle teke, O ister pıynarlı bir tepe. Koyunlarla koç, O da ister mevsiminde göç. Güzün sahile inen çoban, mutlu değildir. Daha ilk gün başlar yayla özlemi. Bitince kış; otlar cücüklemeye, ağaçlar pürçüklemeye, koca dağlardaki karlar alarmaya başlayınca; atlar kişnemeye, öküzler böğürmeye, eşekler anırmaya, koyunlar keçiler melemeye, köpekler havlamaya, tavuklar ötmeye başlayıp, göç zamanını haber verirler. Ak sakallı, gün görmüş Yörük dedesi, toplar ihtiyar heyetini. Bey çadırının başköşesine bağdaş kuran Yörük dedesi, elini kuşağından çıkarır, sakalını sıvazlar, ihtiyar heyetini bir bir süzer; “Ak geçi, kara geçi, / Yine geldi yaz göçü” der. Artık göçe karar verilmiştir. Göç hazırlıkları, heyecanla sevinçle başlar. Hareket zamanını haber veren dukuk kuşunun ötmesi duyulur. Gecenin karanlığında, gökyüzünde, göçerlere yol gösterdiğine inandıkları deveci yıldızı da doğar. “Göç yolda düzelir.” denir. En önde, en değerli kızıl kilim yüklü, hataplarında havan çanlı develer, arkasında tülüler, yozlar, mayalar, dorumlar, köşekler… Göçün kaidesine göre, deve katarının ardından atlar, ırafanlar, kısraklar, taylar, gulinler, semerinde çar çaput yüklü eşekler, sıpalar, goduklar, öküzler, sığırlar, tosunlar, düğeler, danalar, bızalar, keçiler, tekeler, çepiçler, oğlaklar, koçlar, koyunlar, şişekler, kuzular… Kısaca, Yörüğün evcilleşmiş, dost saydığı bütün hayvanlar sıralanmıştır.

Yörük göçte, geçit vermeyen koca dağlara tırmanmaya başlayınca, göç zorlaşır. Kalsa da atının nalları yolda, yırtılsa da ayağındaki çarığı, “Yüklü deve dinlenmez.” der, yürür Yörük insanı… Göç devam ederken, gece olunca varılır konalga yerine, yükler çezilir. Önce hayvanlar doyurulur, dinlendirilir. Sonra, insanlar Allah ne verdiyse yer içer. Ortaya ateş yakılır. Curalar, sazlar, kavallar, sipsiler çalınmaya başlar. Yörük göçü zordur; ama aynı zamanda şenliktir. Türkülerde dağ, yayla özlemi vardır. Yaylaya ulaşma sevdası ile kendi sevdasını bir görmüştür, özgürlük tutkunu Yörük. Bu nedenledir ki, Türkülerinde göçün zorluğu ve yayla özlemi vardır. Türkülerin birkaçı şöyledir: “Dağlar seni delik deşik ederim”“Yaylam senin ne dumanlı başın var”“Yayla yolarında meleyen kuzu”“Sarı yaylam seni yaylayamadım”“Salınıp gelir gelin yayla yolunda”“Yüce dağ başında kar idim”“Benim ölüm şu dağlarda kalırsa”“Karlı dağlar karanlığı bastı mı”“Dirmilcik’ten gider yaylanın yolu”“Sarı kurdelem sarı, dağlara saldım yâri” Gibi, binlerce türkü, yaylalar için söylenmiş. Oysa sahil için söylenen türküye pek rastlanmaz. Yaylaya yaklaşınca, Yörük gabardıcın kokusunu almaya başlar. Bilseniz ne ferahlatır, huzur verir, güven verir, kendine gelir… Yayla denince akla, gabardıç gelir. Yörük, gabardıcın gölgesine bakar, hemen oraya kuruverir alacığını, çadırını. Gabardıç hayvanları da unutmaz. Bazen erek olur, bazen ağıl olur, bazen de koşan olur kuzucuklara.Atalarımız demiş ki:
“Armut ağlatır,
Söğüt söyletir,
Kavak kavlatır,
Gabardıç gölgesi baş yayladır.”
Varınca göç yaylaya, ulaşmıştır insanlar, özlediği ata yurtlarına. Bu sevinci kutlamak, yarenlik yapmak isterler. Yüksecik bir çayırda toplanırlar; buraya yarenlik yerleri denir. Yaren beleni, yaren tepesi de denir. Oğuz boylarının, Türkmenlerin, Yörüklerin toplandığı yaren yeri, yiğidin harman olduğu yerdir. Türklerin, tarih boyunca oynadığı cirit, güreş, çelik gibi oyunlar bir daha oynanır. Gücün, sevdanın, birliğin gösterisi yapılır. Obanın bütün insanları, oyuna iştirak ederler; sevinci paylaşırlar; hünerlerini gösterirler. Yörüklerde öyle güç, parayla ya da kolay kazanılan payelerle gösterilmez. Güç, bilekle, yürekle, akılla gösterilir. Yörüğün ata binişi, yürüyüşü, zeybek oyunu, konuşması, oturması, kalkması… Hepsi ahlak ve yiğitlik sembolüdür. Çünkü ata öyle yapmış, oğullar devam etmiştir. Devam etmek de gerekir. Yörüğün oyunlarında, fazla silaha rastlanmaz. Çünkü gücü silahta değil, yüreklerinde görürler de, kendilerini öyle ortaya koyuverirler. Bütün bunlardan sonra, dağılırlar öbek öbek ata yurtlarına. Ne zaman ata yurtlarına konarlarsa, o zaman mutlu olurlar. Zaten, gezilmiş yurdun konması da kolay olur.

SONUÇ

Hayat, devam ederken Yörük obalarında; insanları dosttur, açık sözlüdür, sevda yüklüdür, yiğittir, merttir, cömerttir, olgundur. Türk’ün mayasıdır; saygılıdır büyüğüne; sadakatlidir devletine. Zorlukları aşınca mutlu olur; şükreder haline; soğuk günlerde kepenek yeter. Bilir yaşamın zorluklarını; ama kopamaz dağlardan bir türlü, tutkuludur özgürlüğüne. Tarifi şahsiyettir, sevdası hürriyettir.

Güneş batarken ay doğsun! Ay batarken güneş doğsun! Üzerinizden aydınlık ve hürriyet sevdası hiç eksik olmasın.!
 
Top