Yörükler

Suskun

V.I.P
V.I.P
Yörükler kimdir

Yörükler, Atlı-Göçebe Türk kültürüne uygun yaşantılarını diğer bir çok Türk topluluğuna göre daha uzun süre devam ettiren ve yerleşik düzene nisbeten yakın zamanlarda geçen Türk topluluklarından birisidir.

16349


Bu hayat tarzının onların karakterlerine yansıyan ve onların temel özellikleri haline gelmiş bir takım hasletleri vardır.

Mesela Yörükler hoşgörülü insanlardır. Sürekli olarak yer değiştirirler ve farklı anlayışa sahip bambaşka yaşantı tarzları olan insanlarla sürekli olarak karşılaşırlar. Bu durum onların daha toleranslı insanlar olmasını sağlar çünkü onlarla barış içinde yaşamanın tek yolu hoşgörüden geçer. Kendi hayat tarzlarını korumanın başkalarının hayat tarzına saygı duymakla mümkün olduğunu görmüşlerdir.

Yörükler yardımsever insanlardır. Yüksek yaylalarda çarşı pazardan uzak yaşadıkları için ihtiyaç duydukları şeyleri yine başka Yörüklerden karşılamak zorundadırlar. Bu mecburiyet onlara imece sistemini ve paylaşmayı çok iyi öğretmiştir.

Çalışkandırlar. Hayatlarını yaylalarda sürdürmek, ve daha rahat yaşamak için ihtiyaç duydukları şeyleri kendileri üretmek zorundadırlar. Bu yüzden her Yörük obası aslında bir tür entegre fabrika gibi çalışır. Peynir, yağ, yoğurt yaparlar. Koyunlarından yün elde ederler. Bu yün ile kilim, halı, çadır çulu, pantolonluk kumaş dokurlar, kazak, eldiven, çorap gibi giysiler örerler. Deriyi işler, post, çarık, çanta, peynir tuluğu yaparlar. Kısacası her Yörük obası bağımsız bir ekonomik birimdir.

Yörükler temiz insanlardır. Bir kere hep su başlarında konaklarlar. Bu sadece kendileri ve hayvanları için içme suyu teminine yönelik bir şey değildir. Temizlik de bu seçimin en önemli sebeplerinden birisidir. Hijyen şartları göz önüne alındığında o zamanların en sağlıklı ortamları mikropların yayılma riskinin en az olduğu yüksek dağ başlarıydı. Çadırında kaynatılmış temiz bezler ve kaynatılmış sıcak su kullanılarak doğum yaptırılan bir Yörük gelini - geçmişin gelişmemiş sağlık şartları göz önüne alındığında - acaba gerçekten kötü şartlarda mı doğum yapıyordu?

Yörükler özgürlüklerine de düşkündürler. Özgürlükleri için tehlike olarak gördükleri ev-bark, tarla-bahçe sahibi olma işine hiç meyletmemişler, Anadolu'nun uçsuz bucaksız yaylalarında o pınar başı senin bu pınar başı benim dolaşıp durmuşlardır. Yerleşmeleri için yapılan baskılara uzun süre direnmişlerdir.Yörükler bir süreliğine de olsa yerleştirilseler dahi bir fırsatını bulup yine eski yaşantılarına dönmüşlerdir. Çabalarının özeti şu dizededir:

Ferman padişahın, dağlar bizimdir.

Kurtuluş Savaşı'nda ülkemizi işgale yeltenen düşmana karşı Anadolu'da başlayan direniş hareketlerine hemen katılmışlar, bir çok şehitler vermişler ama Türk vatanseverliğinin en güzel örneklerini göstermişlerdir.

16350


16351



TÜRK ÇADIRLARI

Türklerin bundan bin beş yüz yıl önce orta Asya’da, iklim ve coğrafi şartların icabı olarak, umumiyetle göçebe bir hayat yaşadıkları malumdur. Öyle göçebe bir gayet ki, bu hayatı yaşınlar yazı yazmasını biliyorlar ve kervan ticareti yapıyorlardı. Göçebe hayatı yaşıyan Türkler,iyi ahlaklı olmayı, yoksullara yardım etmeyi seviyorlar ve bunu en büyük faziletler arasında sayıyorlardı. Ortaçağdaki göçebe Türk cemiyetlerinde, çok zengin bir asılzadeler sınıf, her hususta hür olan halk tabakası ve nihayet kara halk denilen, esirlerden mürekkep aşağı tabaka vardı. İşaret edildiği üzere, Türk göçebe cemiyetinde medeni hayatın mürekkep manzarası ve birçok müesseseleri görülmektedir. Türkler, hep çadırlarda doğmuşlar ve buralarda yaşayıp ölmüşlerdir. Eski Türkler çadıra otak (otağ) adını veriyorlardı ki, bugünkü oda sözü buradan gelmektedir. Otağ ismi çadır manasında olarak, Selçuklularda ve beyliklerde olduğu gibi, Osmanlılar’da da kullanılmıştır. Çadır kelimesine gelince, bu da Türkçe olup çatmak fili ile ilgilidir.

Orada da, ihtiraslar birbirleriyle mücadele etmekte ve dedikoduya büyük bir yer verilmektedir.

İşte, birçok Avrupalı alimlerin de tasdik ettikleri üzere, doğuştan asker, teşkilatçı ve idareci olan

Yukarı orta çağda, Orta Asya’nın engin bozkırlarında yaşıyan Türklerin çadırları, keçeden mamuldü. Şekli yuvarlak olup, sağlam kazıklarla yere raptedilmişti. Alelade halk çadırları sekiz on kişi alçak büyüklükte idi. Asılzadeler olan beylerin ve hanların muhtelif şekil ve büyüklükte otağ yani çadırları vardı. Bunlardan kırmızı atlas veya ipekten yapılmış büyük otağlar elli, yüz kişi alırdı ki, burada resmi toplantılar yapılır, ziyafetler verilirdi. Renk renk kıymetli kumaşlar ve ipeklilerle süslenmiş olan bu otağlar, bazı samanlarda ziyafetten sonra içindeki kıymetli eşya ile birlikte ziyafeti veren han veya beyin müsaadesiyle yağmalanırdı. Yağma esnasında han veya bey, varsa oğulları ve katunu ile beraber otağdan uzaklaşırdı. Otağı yağma edenler, yağmayı müteakip han veya beyin huzuruna vararak onu selamlarlar. ve yağmaladıkları eşya ile birlikte kendi yerlerine giderlerdi. İşte eski Türklerdeki yağmalı şölenin aslı budur. İranlılar, Türklerde gördükleri bu adeta han-ı yağma (yani yağma sofrası) adını vermişlerdir.

Çadır, Türkler tarafından o kadar sevilmiş ve iona o kadar alışılmıştı ki, yabancı ülkelerde bulunan ve evlerde oturan Türkler çadırda yaşamın hasretini çekmişlerdir. Şaphesiz ki, onlar çadıra, hür ve serbest yaşamanın hasretini çekmişlerdir. Şüphesiz ki, onlar çadıra, hür ve serbest yaşamının bir timsali nazariyle bakıyorlardı. Yedinci asrın başlarında Çin’de bir müddet yaşıyan bir Gök Türk şehzadesi, kendisine tahsis edilen muhteşem bir binada kalmak istemeyerek, bu binanın bahçesine kurduğu bir çadırda oturmuştur. Eski Türklerin

çadırları, elbiseleri gibi, umumiyetle ak idi. Ancak köle ve cariyeleridir ki, kara çadırda yaşarlardı. Büyüklerin çadırlarından bazıları al, kırmızı ve turuncu idi.

Arap müelliflerine göre, Peygamberimiz, hayatının son zamanlarında Türk çadırında oturmuş ve bu çadırı çok sevmiştir.

Osmanlı Türklerinin çadırları da Orta Asyalı atalarınınkinden farksızdı. Osmanlı hükümdarlarının büyük ve muhteşem çadırları vardı ki, buna otağ-ı hümayun denilirdi. Otağ-ı hümayun seferlerde, av ve gezintilerde kullanılırdı. Fevkalade müzeyyen, işlemeli ve süslü olan otağ-ı hümayunlar müteaddit kısımlara ayrılmıştı.

Otağ-ı hümayunların rengi kırmızı idi ve Osmanlı ordusunda padişah, şehzadeler, vezir ve beylerbeyilerden başkası bu renkte çadır kullanamazlardı. Padişah otağlarından Kanuni Sultan Süleyman’ın 1566 da yaptığı Sigetvar seferindeki otağı pek mükellef olup yedi direkli idi. Bu hükümdarın nişancısı ve müverrihi Celalzade, bu otağı pek edibane bir surette tasvir etmiştir. Onun bu tasvirinden anlaşılıyor ki, Kanuni’nin otağı, renkli şerit ve sırma saçaklarla süslenmişti. Padişah otağlarının nezaretine hayme mehterleri adı verilen bir cemaat bakardı. Bu cemaat oda tabir edilen dört kısma ayrılmıştı. Padişahlar sefere veya herhangi uzakça bir mahalle gidecekleri vakit Davutpaşa, Çırpıcı çayırı ve Üsküdar’daki Doğancılar meydanına hayme mehterleri daha önce hareket ederek otağlar kurarlardı. Seferlerde iki otağ bulundurulması adet idi. Bunlardan birisinde bizzat hükümdar oturur, diğeri de tuğlarla beraber daha ilerdeki menzilde kurulurdu. Tuğlarla otağ-ı hümayunu nakle memur edilenlerin başlarına, konakçı başı denilirdi ki, bunlardan bazıları beyler beyi rütbesini haizdi.

Asker çadırlarına gelince, bunlar mahruti şekilde olup, pamuktan yapılmıştı. Renkleri beyazdı.

Yörüklerde çadırın ayrı bir yeri ve önemi vardır. Onun için Yörükler çadırı kurduğu her yeri yurt bilir.

Osmanlı İmparatorluğuda Kara Çadırın içinde kurulmuştur. Türk çadırda doğar at üstünde ölür. Sözü Yörükler için söylenmiştir.

kaynak : Prof. Dr. Faruk Sümer (Yörük-Türkmen Vakfi)
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
YÖRÜK - TÜRKMENLERİN SOY KÜTÜĞÜ

1 - BOZOKLAR
2 - ÜÇOKLAR

BOZOKLAR


1 - ALITIHALABLU
2 - TRABZON ŞAM TÜRKMENLERİ
3 - KIZIK
4 - ALKAEVLİ
5 - KARAEVLİ (Karaevliler)
6 - YAZIR (Yazar)
7 - DÖĞER (Töker)
8 - DUDURGA
9 - YAPARLI (Çarıklı)
10 - BEĞDİLİ (Beydili-Bağdıllı)
11 - KARKIN

12- KAYI
..A ) Saçıkara (Saçıkaralı)
..B ) Atçekenler
..C ) Kurtlu
..D ) Sarıkeçili
..E ) Kızılkeçili
..F ) Haculu
..G ) Karakeçili
...g - a ) Osmanlı Padişahları
...g - b ) Yeni Osmanlı

13 - BAYAT
..A ) Dulkadır (Zulkadır)
..B ) Kaçar
..C ) Şambayat
..D ) Kerkük Türkmenleri
..E ) Inallı (Ulu Yörükleri-Kocacık Yörükleri)

14 - AVŞARLAR
..A ) Deller (Karamanlı)
..B ) Caper (Cafer)
..C ) Kadirli
..D ) Cerit
..E ) İmamlı
..F ) Torun (Toran)
..G ) Burhanlı
..H ) Havarizm (Horzum)
..I ) Balabanlı
..J ) Haliller (Haliloğlular)
..K ) Kızılışık
..l ) Çatak (Çıtak)
..M ) Solaklar
..N ) Hacınallu
..O ) Karahacılı
..P ) Farsak (Varsak)
..R ) Honanamlı (Honamlı)
..S ) Cingöz
..T ) Türkmenaliler (Aliler)
..U ) Çakıl (Çakal-Çakalanlar)
..Y ) Meller (Milliler)

ÜÇOKLAR

1 - BÜGDÜZ
2 - CAVINDIR (Çavuldur)
3 - BAYINDIR
4 - IĞDIR
5 - YÜREĞİR (Üreğir-Yüreğir-Yüreil)
6 - YİVA (Yuva)
7 - EMÜR (Emir-Emre)
8 - ALAYÖNDLÜ (Alayöntlü)
9 - BİÇNE (Beçenek-Peçenek)

10 - SALUR

..A ) Usta
..B ) Yomut
..C ) Hızır
..D ) Karaman (Karamanlı)
..E ) Akkoyunlu (Akçakoyunlu)
..F ) Sarıklı (Aksarıklı)
..G ) Karakoyunlu (Karacakoyunlu)
..H ) Teke
....H - 1 ) Burgaz
....H - 2 ) Akseki
....H - 3 ) Bahşı (Bahşiş)
....H - 4 ) Karaca
....H - 5 ) Karatekeli
....H - 6 ) Alseki
....H - 7 ) Aziz (Aziziye Kınalı Yörükleri)
....H - 8 ) Daş (Taş)
....H - 9 ) Tongüç (Tonguç)
....H - 10 ) Ayak (Kızılayak)
....H - 11 ) Ötemiş (Ödemiş)
....H - 12 ) Mırış
....H - 13 ) Tutamış
....H - 14 ) Karaahmet
....H - 15 ) Toktamış
....H - 16 ) Tufaz
....H - 17 ) Gökçe
....H - 18 ) Saçmaz (Şıçmaz)

11 - KINIK (KANIK - KONUK)
..A ) Atalar (Atabeyler)
..B ) Selçuklu Padişahları

12 - CEPNİ
..A ) Ruğuş
..B ) Yakupoğulları
..C ) Ganetler (Canıklar)
..D ) Oturak
...d - A ) Bayramoğulları
..E ) Demirler
...e - A ) Kuşdemir
...e - B ) Kandemir
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Anadolu ve Rumelide göçebe olarak yaşayan, geçimlerini hayvancılıkla sağlayan ve mevsimlere göre ova veya yaylalarda kurdukları çadırlarda oturan Oğuz Türklerine verilen ad.

Türkmenler adı da verilir. Cesur, muhârip, iyi yürüyen, eli ayağı sağlam gibi mânâları ifade eden Yörük kelimesi yerine, yürük kelimesi de kullanılır. Umumî olarak konar-göçer hayat yaşayan bütün topluluklar için kullanılan bu isim, daha çok göçebe Oğuz boyları için alem (özel isim) olmuştur.

On birinci yüzyılda Orta Asyadan göç eden ve göçebe hayat yaşayan Oğuzlar, İrandan geçerek, Malazgirt Zaferi'nden sonra Anadoluya geldiler. Burada da eski hayat tarzlarını aynen devam ettirdiler. İlk zamanlar Türkmen adıyla anılan Oğuzların bir kısmı yerleşik hayata geçti. Anadolunun İslâmlaştırılıp Türkleştirilmesi sırasında, Oğuz boyları, Anadolunun her tarafına yayıldı. Bir kısmı yerleşik hayata geçerek Türkmen adını aldı, bir kısmı da göçebe hayatını sürdürüp Yörük ismiyle anıldı.

Anadolu Selçukluları ve beylikleri dönemlerinde, Yörüklerden, askerî güç olarak faydalanıldı. Selçuklular ve Osmanlılar, Yörükleri sistemli bir şekilde toprağa yerleştirmeye çalıştılar.
Orhan Gâzi ve Yıldırım Bayezid devirlerinde, geçitlerin, derbentlerin korunması, Yörüklere yaptırıldı. Osmanlıların Rumeliye geçişinden sonra, Yörüklerin önemli bir bölümü de Rumeliye göç ettirildi. Sultan Birinci Murad Han zamanında, Saruhandan, Serez taraflarına kalabalık gruplar hâlinde sevk edilen Yörükler, iskân edildikleri yeni bölgelerde, yabancı unsurlar arasında bir dayanak noktası teşkil ettiler ve ileride yapılacak fetihlere yardımcı oldular. Yörüklerin Rumeliye geçirilmeleri, Yıldırım Bayezid Han devrinde daha yoğun bir şekilde devam etti.

Sultan
İkinci Murad Han ve Fatih Sultan Mehmed Han zamanlarında, yeni fethedilen yerlere, çok Yörük nüfus nakledildi. Fatih Kanunnâmesinde Yörüklere, diğer ahaliye göre bazı vergi muafiyetleri tanındı. Fatih Kanunnâmesinde, Yörüklerin, ağnam (koyunlar) resmî mükellefi ve askerlikle mükellef oldukları belirtildi. Orduda yardımcı kuvvet olarak vazife alan Yörükler, Kanunî devrinden itibaren, daha çok imar ve muhafaza hizmetlerinde kullanıldı. Bulundukları coğrafî mevki itibariyle çeşitli hizmetler gören Yörükler, sahillerde gemi malzemesi temini ve gemi yapımında; derbentlerde ve ana güzergâhlarda yol emniyeti, tamir, muhafaza, köprü inşası ve menzillere zahire toplanması ve korunmasında; madenlerde, ordunun nakliye işlerinde ve devletin kalelerinin onarımlarında da istihdam edildiler. Yörüklerin, geçtikleri yerlerde kalabilecekleri, yaylak ve kışlak alanları belirlendi.

Yörüklerin Rumeliye geçirilmesi ve fethedilen yerlere yerleştirilmesi, daha sonra Osmanlı Devletinin umumî bir siyaseti oldu. Ancak, sonraki devirlerde, Yörüklerin Rumeliye yerleştirilmesi yavaşladı. Fakat 18. yüzyılın sonlarına kadar devam etti. Bu göçlerin bir kısmı, isteğe bağlı olduğu gibi, bir kısmı ise devlet siyaseti doğrultusunda mecburî olmuştur.

Anadoluda başgösteren Celâlî isyanları ve neticesinde meydana gelen iç çalkantılar ve ekonomik buhranlar, Anadoludaki Yörüklerin düzeninin bozulmasına yol açtı. Bu karışıklıklar, Yörük camiasına da sirayet etti. Devlet, bu yüzden, Yörükler üzerindeki idarî otoriteyi sağlamak ve doğabilecek zararları önlemek için, onları mecburî yerleşmeye tâbi tuttu. Mecburî iskânın gayesi, göçebe hayat tarzı sebebiyle Yörüklerin, yerleşik halka zarar yapmalarını önlemek, harap ve boş olan iskân merkezlerinin imar edilmesini, ekilmeyen toprakların işlenmesini temin etmek, devlet tarafından kontrol edilmesi zor olan eşkıya gruplarına karşı bir emniyet unsuru olarak set vazifesi görmelerini sağlamaktı.

1683 Viyana Seferi'nin mağlubiyetle sonuçlanması, Rumeli ve Anadoluda, geniş çapta aşiret hareketleri ve eşkıyalık hadiselerine sebep odu. Köprülüzâde Fazıl Mustafa Paşa'nın sadrazamlığı sırasında, 1691 senesinde, Yörükleri tamamen iskân etmek için harekete geçildi.

Rumelideki Yörükler, Evlâd-ı Fâtihân adı altında yeni bir teşkilata tâbi tutuldu. Bunlardan, askerî maksatlarla faydalanılmaya çalışıldı. Anadoludaki Yörükler ise, bilhassa Hama, Humus, Rakka ve Halep bölgelerine yerleştirilmek suretiyle, Aneze ve Şammar aşiretlerinin baskınları önlenmeye çalışıldı. 18 Mart 1692 tarihli bir ferman ile, Anadolunun çeşitli vilayet ve sancaklarından, muhtelif yörük aşiretlerine mensup yetmiş kadar oymak yerleştirildi. Bu aşiretlerin, yerlerini terk etmemeleri için de, Adana ve Maraş taraflarında, derbent mahallelerine Yörükler yerleştirildi. 1720 senesinde, Şam vilayetine bağlı bazı sancaklar Yörükler yerleştirilmek suretiyle, Türk nüfusu yönünden takviye edildi. Bazı Yörük oymakları da, kendi yaylak ve kışlaklarında iskâna tabi tutuldular. 1693 senesinde, Kayseri vilayetine bağlı Zamantı ve Pınarbaşı yaylaları, 1728de Zamantı Irmağının etrafındaki harabe köyler, bu bölgede yaylak-kışlak hayatı yaşayan Yörüklere tahsis edildi. Ayrıca Kozan Dağındaki Yörükler, Çukurova'ya, Orta Toroslar'daki kalabalık Yörük cemaatleri İçele, Antalya ve Isparta bölgelerinde dağınık halde bulunan Yörükler ise, Taşeli yaylaklarına yerleştirildiler. Bu arada, Orta Anadoluya (Çiçekdağı, Nevşehir, Niğde) yörük iskânı yapılırken, Teke, Hamid, Beyşehir, Alanya ve Akşehir Yörüklerinin de uygun yerlere yerleştirilmeleri için, 1732 senesinde ferman çıkarıldı. Ayrıca doğudan batıya uzanan Toros Dağlarının iç ve dış kısımlarında yeni kurulan birçok kasaba ve nahiyelere de, çeşitli yörük cemaatleri yerleştirildi. İçel ve Alanya bölgesinde yaşayan bazı Yörükler, Kıbrıs Adasına gönderildiler.

On dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren, Yörüklerin iskânı, daha düzenli olarak yapılmaya başlandı. Vilayetlerine Yörük iskân edilecek valiler, yaylak ve kışlaktaki Yörükler üzerine iskân nazırı tayin ederek, onları disiplin altına almaya çalıştılar. Tanzimat'tan itibaren de boş araziler ve terk edilmiş yerler, iskân sahası olarak seçildi. Bu şekilde iskân için Bursa, Sivas, Ankara, Konya ve Aydın eyaletleriyle mülhakatı (bağlı yerler) seçildi. Yörüklerin iskânı için tertip edilen Fırka-i Islâhiye, Adana Halep, Maraş ve Ayıntab'da (Anteb) yeni kasabalar da kurmak şartıyla pek çok Yörük cemaatini iskâna tâbi tuttu.

Bugün, Yörüklerin tamamı yerleşik hayata geçmişlerdir. Ancak, eski hayat tarzlarını devam ettiren ve yaylak-kışlaklarda göçebe olarak yaşayan Yörükler, Toroslar'da hâlâ mevcuttur.

Yörüklerin isimleri ve onlarla ilgili kanunî hükümler, ilk defa Fatih Kanunnâmesinde yer aldı. Buna göre kurulan yörük teşkilatı, idarî ve askerî maksatlara uygun şekilde düzenlendi. Fatih Kanunnâmesinde, Yörüklerin, sefere çıktıklarında her türlü teçhizatı kendilerinin temin etmeleri ve avârızdan muaf tutulmaları ve sefere çıkanların ertesi yıl çıkmamaları kanun hâline getirildi. Ancak, Yörüklerle ilgili kanunnâme Kanunî devri ortalarına doğru tamamlandı. Hasılatı, devletin hazine defterlerinde yazılı ve muayyen zeamet birliklerine çevrilen Yörükler, seraskerlik adı altında bir takım gruplara ayrıldı.

Bunların başında, Yörüklerin arasından seçilerek bir berat ile tayin edilen serasker (yörük reisi) bulunurdu. Yörük seraskerlikleri, kendi aralarında ocaklara taksim olunmuşlardı. İlk zamanlar yirmi beş kişi birocak sayılırken, sonradan ocağın sayısı, otuza çıkarıldı. Bu ocakların her birinden beş kişi, sefere gitmek veya devlet hizmetini görmek üzere eşkinci olarak ayrılır, ocakta kalan diğer yirmi beş kişi de yamak olurdu. Eşkinci olarak seçilen bu beş kişinin, sefer ve dîvân-ı hümâyûna hizmet masraflarını, altı aylık müddetle ve ellişer akça olmak üzere yamaklar karşılar, buna mukabil avârız-ı dîvâniye vergisinden muaf tutulurlardı. Yörükler, yörük tarzı hayatı devam ettirirlerse, kendi hayat düzenlerine göre ayarlanmış bir kısım vergileri verirlerdi. Onlardan, hiçbir surette, diğer halktan alınan vergi alınmazdı. Ancak Yörükler, tabiî hayatlarını bırakır da, ziraî hayata geçerlerse reaya kaydolunurlar, diğer halkın verdiği vergileri öderlerdi.

Yörüklerin yaşadıkları mıntıkalarda, köyler, mezralar ve yurtlardan meydana gelen kazalar kurulmuştu. Yörükler için cazip bir hâle getirilen kazalarda, Yörüklerin kazâî (adlî) meselelerini hal için, bir kadı bulunurdu. Kadılar, aynı zamanda, Yörüklerin sahip oldukları hayvanların tahrirleri ile, sefer sırasında orduda ikmal ve nakliye işlerinde vazife alacak olanların isimlerini ve kira bedellerini de tespit ederdi. Anadoluda, bu şekilde kurulan birçok yörük kazası vardı.

Yörükler, Orta Asyadan getirdikleri gelenekleri devam ettiriyorlardı. Hayatları, belli kaidelere bağlanmıştı. Bu kaideler, daha çok, örfe bağlıydı. Yazları serin olan yaylalarda, kışları ise sıcak veya ılık kışlaklarda geçiren Yörüklerin, yaylalara gidiş gelişleri, belli bir düzen içinde yapılırdı. Bu gidiş gelişler, belli yollardan olurdu. Yaylağı ve kışlağı olmayan Yörükler de otlak kiralarlardı. Yörüklerde yaylaklar, oymakların malı sayılır, o oymağa mensup olan herkesin hayvanları, burada serbestçe otlardı. Yaylak veya kışlaklardaki evler ve çevrelerindeki küçük bahçeler, şahıslara aitti. Çadırların ve küçük bahçelerin bulunduğu yere, yurt yeri denirdi. Bir oymağın hayvanlarının, diğer oymakların hayvanlarına karışmasını önlemek için, hayvanlara dökün, dövme veya döğme adı verilen damgalar vurulurdu. Hayvanların kulakları, belli şekillerde çentilerek de, diğer oba hayvanlarından ayrılırdı. Bu işaretlere en adı verilirdi. Koyun, keçi, sığır ve deve gibi hayvanlar besleyen Yörükler, yaylak ve kışlaklarda buğday, arpa, mısır ve bazı sebzeleri yetiştirirlerdi. Süt mâmulleri ve et, temel gıdalarını teşkil ederdi. Giyim ve ev eşyalarını, kendileri dokurlardı. Bununla beraber, kapalı bir ekonomiye sahip olmayıp, köy ve kasabalardaki pazarlara inerler, ürünlerini satarak kendi ihtiyaçlarını satın alırlardı. Develeriyle, şehirler arasında yük taşırlardı. İstanbul gibi büyük şehirlere, buğday ve benzeri tüketim maddelerini, develeriyle, Yörükler taşırlardı. Keçi besleyen Yörükler, kıldan yapılmış çadırlarda, diğerleri ise keçeden yapılmış çadırlarda otururlardı. Evi andıran yörük çadırlarında, oturma, yatma ve yemek pişirme için bölümler vardı. Çadır, orta direğin etrafına sıralanmış 5-9 direk üzerine kurulurdu. Büyük çadırlarda, binek hayvanlarının bağlandığı bölüm dahi bulunurdu. Çadırın oturma bölümü, Yörük kilimleriyle döşenir, kenarlarda minderler bulunurdu. Çadırda, herkesin oturacağı yer belliydi.

Yörüklerde aile yapısı, daha çok erkek hakimiyetine dayanırdı. Yörüklerde esas evlilik şekli, tek evliliktir. Umumiyetle, evlenen çocuklar, babayla birlikte yaşardı. Bu yüzden, büyük aileler meydana getirirlerdi. Yörükler, amca kızı, dayı kızı, amca ve teyze kızı gibi yakın akrabayla da evlenirlerdi.

Yörüklerin idarî teşkilatlanmaları, oba, oymak, boy ve ulus şeklindeydi. Yaylak ve kışlaklarda, bir soyun yaşadığı alana oba denirdi. Bu terim, zamanla kaybolmuş ve yerini mahalle kelimesi almıştır. Bir veya iki oba halkına oymak denirdi. Oymakların başında, kethüda bulunurdu. Yörükler, buna, kâhya derlerdi. Birkaç oymağın birleşmesinden meydana gelen topluluklara, boy adı verilirdi. Boyun başında boybeyi bulunurdu. Boy beylerine daha sonra, yörük başbuğu adı da verildi. Birkaç boyun birleşmesinden ulus meydana gelir, bunun başkanlarına ulusbeyi denirdi.

Arı duru bir Türkçe konuşan ve zengin bir folkloru bulunan Yörüklerde, an'ane ve geleneklere bağlılık vardı. Yörüklerin göçleri, belli esaslara bağlanmıştı. Yaylaklara göç, bahar aylarında olurdu. Oymak veya boy beyleri, göçün gününü önceden tespit ederek herkese duyururdu. Göç günü gelmeden önce, gerekli hazırlıklar yapılırdı. Önceden bildirilen gün gelince, bütün eşyalar develere yüklenir, üzerine kilimler atılırdı. Develerin alınlarına süs, küçük ve büyük çanlar takılırdı. Kervanın önünde, yeni elbiselerini giymiş, elinde kirmanı ile yün eğirerek bir gelin giderdi. Çevrede, ata binmiş genç erkekler, silah atarak, at sürerek yayla yoluna yürürlerdi. Boyun çocukları, kadınları ve genç kızları, hayvan sürülerinin önünde veya yanında yürürlerdi. Uzun yolculuktan sonra yaylağa varılır, yerleşilirdi. Sonbaharda da buna benzer merasimle yaylaktan göç edilirdi. Yörüklerin nişan, düğün, bayram ve sünnet zamanlarında uyguladıkları, buna benzer merasimleri vardı.

Yörüklerin, bir kısmı bugün de devam eden, nişan ve düğün âdetleri şöyleydi:

Oğlu evlenme çağına gelen yörük ailesi, kendisine uygun bulduğu ailenin kızına dünür giderdi. Eğer olumlu cevap alınırsa, kız evinde kahve içilirdi. Bunun tersi olursa, dünürcüler, hemen evi terk ederlerdi. Dünürcüler, uygun cevap aldıkları zaman, oğlan evi tarafından hazırlanan ve beraberlerinde getirdikleri şerbeti içerlerdi. Uygun cevap alınıp, söz kesildikten sonra, beylik ismi altında, oğlan tarafından seçilen kadınlar, kız evine giderler ve kıza nişan takarlardı. Nişanlar, elbise, altın, gümüş gibi ziynet eşyalarıydı. Söz kesiminde, oğlan tarafından kızın babasına veya velîsine bir miktar para verilirdi. İslâm dinine göre alınmasının haram olduğu bildirilen bu paraya başlık adı verilirdi. Oğlan tarafı, kızın elbise, mutfak ve diğer eşyalarını aldıktan başka, kızın akrabalarına da uygun hediyeler alırdı. Bunun ismine yol denirdi. Kız, başka köyden gelecek olursa, oğlan babası davet edeceği köylerin her odasına ve her oda sahibine ayrıca birer yol (dâvet hediyesi) gönderirdi. Bu yollar kâse, bardak, sahan, şeker, kahve gibi şeylerdi. Oda sahipleri, düğüncüleri odalarına davet ederek yedirip içirirler ve oğlan babasına düğün sahibiymiş gibi yardım ederlerdi. Odalara inen misafirlerin misafirliği, tamamen oda sahiplerine ait olurdu. Kız tarafı da davetçiler çıkarırdı. Düğün başladığında, her iki taraf, konuklarına ikramlarda bulunurdu.

Kız evinde, kına gecesi yapılırdı. Gelinin gideceği gün, kız evinde hazırlanan ve oğlan tarafından önceden kız evine gönderilen çeyizler, kapının önüne çıkarılırdı. Kız evinden, yüzü alla örtülü olarak çıkarılan gelin, ata bindirilirdi. Çeyizler de yükletilip oğlan evine götürülürdü. Oğlan evine götürülen gelinin, yollarda önüne sık sık çocuklar tarafından ipler gerilir, çocuklara hediyeler verilerek geçilirdi. Gelini, güveyin evi önünde, yengeler attan indirirdi. Gelin attan inmeden önce, güveyin yakın akrabalarından biri, başına üzüm, şeker, arpa, buğday, para gibi şeyler serperdi. Gelin attan ineceği sırada, oğlan babası davet edilir, geline hediye verir veya vaad ederdi. Kaynana ve diğer yakınlar da, çeşitli hediyeler verirlerdi. Gelin attan indikten sonra, güveyinin evine gider, çeyiz içinde ayrılmış olan ve dürü adı verilen bazı eşyalar, davetlilere dağıtılırdı.

Damada törenle elbise giydirilirdi. Güvey, elbiseyi giydikten sonra, sağdıç adı verilen, evli bir kimsenin evine götürülür, vaktin gelişine kadar, güveye her türlü şakalar yapılır, güvey burada izin almadıkça yerinden kalkamaz, gülemez ve söz söyleyemezdi. Bundan sonra meclise köyün hocası gelirdi. Güveye, gerdeğe ait sıhhî ve dinî öğütler verir, kendisine hayırlı bir evlilik için dua ederdi. Yatsı namazı kılındıktan sonra, güveyi, arkadaşları evine götürürler, evin giriş kapısı önünde hoca tarafından dua okunduktan sonra, arkadaşları tarafından vurulan birkaç yumruk arasında, güveyi eve girerdi.

Ertesi gün kadınlar, gelini ziyaret ederler, bu ziyaret esnasında yapılan törene baş bağlama veya duvak açma adı verilirdi. Bir hafta veya bir ay sonra damat, gelinle beraber kayınpederin evine giderek, büyüklerin ellerini ve dizlerini öptükten sonra, kayınpeder ve kayınvalidesini evine davet ederdi. Bu davet günü, kayınpeder de, ayrıca bir gün için onları davet etmiş olur ki, buna el öpme denirdi.

Yörükler mensup oldukları Oğuz boylarına göre isim alırlardı: Kayı,Kara-Keçili, Bayat, Karaevli, Yazır, Döğer, Dodurga, Yaparlı, Avşar, Kızık, Beğdili, Karkın, Bayındır, Peçenek (Beçenek), Çavundur, Çepni, Salur, Eymir, Alavuntlu, Yüreğir, İğdir, Buğdüz ve Kınık isimleri yörük boylarına ait isimlerdir. Bugün Anadoludaki birçok mezra, köy ve kasaba, isimlerini bu yörük boylarının isimlerinden almışlardır. Yörükler, umumiyetle Orta, Güney ve Batı Anadoluda yerleşmişlerdi. Bugünkü, Sivas, Ankara, Bolu, Kastamonu, Balıkesir, Manisa, Kütahya, Afyon, Uşak, İzmir, Aydın Antalya, Konya, Aksaray, Niğde, Nevşehir, Adana, Hatay, Gaziantep ve Maraş illerinin bulunduğu geniş bir sahaya yayılmışlardı. Büyük gruplar hâlinde yaşayan Yörükler, ayrıca birçok tâli kollara ayrılmışlar ve çeşitli yerlere dağılmışlardı. Bunlardan Ankara, Tokat, Kırşehir bölgesinde yaşayan Ulu-yörük topluluğu ve Ankara Yörükleri, Orta Anadolu yaylalarında yaşamaktaydılar. Aydın, Honaz, Nif, Çeşme ve Bozdoğan havalisinde Karaca-Koyunlu, Menteşe bölgesinde Oturak Barza, Güne Barza, Küre Barza, İskender Bey, Kayı, Horzum, Kızılca-Yalınç, Bolu, Uluborlu, Tefenni ve Ereğli civarında Bolu Yörükleri diye adlandırılan Yörükler yaşamaktaydı. Söğüt Yörükleri diye anılan büyük bir topluluk, Bursadaki Emir Sultan Evkafı reayası olarak, Söğüt, Edincik, Balıkesir, Bursa, Bergama, Gönen ve İnegöle kadar yayılmışlardı. Kara-Keçili Yörükleri,Kütahya, Söke; Boynu-İncelü Yörükleri, Nevşehir ve Aksaray; Kayı ve Çoban Yörükleri, Manisa civarında dolaşıyorlardı. Kalabalık nüfusa sahip Danişmendlü Yörükleri de, Aksaray, Kırşehir, Aydın ve Adana gibi geniş bir sahaya yayılmışlardı. Biga ve çevresinde yaşayan Ağaca-Koyunlu Yörükleri ise, daha küçük bir cemaati teşkil etmekteydi.

Anadoluda dağınık bir durumda bulunan Yörükler, Rumelide daha teşkilâtlı ve belli yerlerde yaşamaktaydılar. Rumelideki Yörükler, İstanbuldan kuzeye doğru Bender ve Akkermana kadar, Tunayı takiben Bulgaristan ve Sırbistan hudutlarına, oradan da Selanik Çatalcasına kadar yayılmışlardı. Bu geniş saha içinde, sekiz grup olarak defterlere kaydedilmiş olan Yörükler, daha sıkı disiplin altındaydılar. Rumelideki Yörükler, Tekirdağ, Naldöken, Kocacık, Vize, Selanik, Ofçabolu Yörükleri, Aktuğ ve Oktav Tatarları adlarını taşımaktaydılar.

Uzun müddet Rumelide kalan, fetihler sırasında Osmanlı ordularına yardımcı olan bu Yörükler, zamanla azaldılar. Osmanlılar'ın, Rumeliden çekilmeleri üzerine, onlar da Anadoluya göç ederek, çeşitli yerlere yerleştirildiler. Rumelide kalan yörüklerden bir kısmı, bugün Yugoslavyada Ograzden Dağlarının güney eteklerinde hayvancılıkla uğraşmakta, geleneklerini, dillerini ve ekonomik yapılarını korumaktadırlar.

Bugün, hemen hemen tamamen yerleşik hayata geçmiş olan Yörükler; Aydın, Manisa, Kütahya, Antalya, Mersin, Adana, Muğla ve Balıkesir gibi muhtelif yerlerde yerleşmişlerdir. Eski ananelerini ve hâlen konar-göçer yaşayışlarını sürdüren Yörükler de vardır. Bilhassa Orta Toroslar üzerindeki Bulgar (Bolkar) Dağlarının eteklerinde bulunan, Güzeloluk, Yağdağ, Karagül, Eğriçayır, Perçengediği, Sarıtaşgediği, Konçagediği, Bayboğan, Düden, Çatalca, Dikmen, Yağlıpınar, Bastırık, Dedeli, Barçın, Alaçayır, Cumayalık, Konurcuk yaylalarında; yine Toroslar üzerindeki Aladağlar eteğindeki Üçkapılı, Demirkazık, Baş Yayla, Alagöl, Göşdere, Dönberi, Taşhan, Tekir ve Namrun yaylalarında; Kozandağı eteklerindeki, Uyuzpınarı, Seyhan Nehrinin kolu Zamantı Suyunun yamaçlarındaki Şıhlı, Yeniköy, Bakırdağı, Kurşundağı, Çataloluk, Dereşimli, Gölalan, Çadıryeri, Boncuklubel, Boyduran yaylalarında; Binboğa Dağlarındaki Ayran Pınarı, Yedi Kardeş Pınarı, Alapınar, Karagöl, Yaylaklı, Kemerli gibi yaylalarda; Nurhak Dağlarındaki Gülkice, Akpınar, Beysöğüt, Yamrıtaş, Isırganlı, Yapraklı ve Abeş yaylalarında yarı konar göçer halde yaşamaktadırlar.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Yörüklerin, yazın üç ay yaylada ve kışın beş ay da deniz kıyısında oturdukları hesaplanmıştır. Yılın dört ayını da yolarda geçirirlerdi. Çilesi, gailesi, eşyası ve hayvanları ile, yağmur altında, çamur ve fırtına içinde, bu yolculuğu niçin göze aldıkları sorulduğunda Yörükler, şöyle derlerdi: Bu bir görenek ve alışkanlıktır. Bir çok Yörükler, artık bu yıl yaylaya gitmeyeceklerini ve yerleşip kalacaklarını söylerlerdi. Bu sözlerinde samimi oldukları halde, bahar geldi mi, düşünmeğe başlarlardı. Hele bir kere Yörük obası çadırını yıkıp da devesini çekti mi, artık onu göçme kararından hiçbir kuvvet vazgeçiremezdi. Hele bir oba da göçü çekmiş ise, göçler arka arkasına ulanır; Mayıs sonuna kadar, kıyıda bir tek Yörük çadırı kalmazdı.


Türkçe'de yaylak veya yayla denince ilk hatıra gelen şey, hayvanların otladığı yüksek yerler ve dağlar hatıra gelir. Aslında ise, yaylak sözü, kışlak deyiminin bir karşılığıdır. Yani, "yazın oturulacak yer" manasına gelir. "Yayladım, yaylayur, yaylayurmen" gibi, "yaylaya çıkmak, yazlığa gitmek ve yazlamak" anlayışları ile ilgili eski fiil köklerine de rastlanır.

Orta Asya obalarında yaylası olmayanlar ise, yazı kışlakda geçiriyordu "Er kışlagda yazadı" gibi. Tabii bu, Türkler için iyi bir şey sayılmıyordu. Yaylaya çıkamayanlar, fakir ve bahtsız kişilerdi.

Macit Selekler, Türk Akdeniz dergisinde çıkmış "Antalya'da Göç" adlı bir yazısında şöyle diyordu: "Yörüklerin, yazın üç ay yaylada ve kışın beş ay da deniz kıyısında oturdukları hesaplanmıştır. Yılın dört ayını da yolarda geçirirlerdi. Çilesi, gailesi, eşyası ve hayvanları ile, yağmur altında, çamur ve fırtına içinde, bu yolculuğu niçin göze aldıkları sorulduğunda Yörükler, şöyle derlerdi: Bu bir görenek ve alışkanlıktır. Bir çok Yörükler, artık bu yıl yaylaya gitmeyeceklerini ve yerleşip kalacaklarını söylerlerdi. Bu sözlerinde samimi oldukları halde, bahar geldi mi, düşünmeğe başlarlardı. Hele bir kere Yörük obası çadırını yıkıp da devesini çekti mi, artık onu göçme kararından hiçbir kuvvet vazgeçiremezdi. Hele bir oba da göçü çekmiş ise, göçler arka arkasına ulanır; Mayıs sonuna kadar, kıyıda bir tek Yörük çadırı kalmazdı.

"Yayla Tutkusu" mantık ile anlatılamayacak derin bir istek ve içgüdüdür. Yine Macit Selekler 1938 yılında yazılmış, fakat küçük bir derginin sahifeleri arasında kaybolmuş bu yazısında şöyle diyordu: "... Obası göçmüş olan bir yörüğü alıkoymak imkansızdır. Kadını doğuracak bir halde bile olsa yine göçer. Erkek, devesini ve sığırını yitirmiş bile olsa da yine göçer. Çadır da ölüp giden bir hastası olsa bile yine de göçer..."

Bu hayat düzenini, bugünkü düşüncemiz ile anlayabilmemiz çok zordur. Yörük, bu yıl yaylaya gitmeyeceğim diye söz veriyor ve ailece karar alıyor, fakat göç çekme, yani obaların yıkılıp da, komşularının yayla yoluna koyuldukları görülünce, Yörük her türlü söz ve kararından cayıyor. Topluluğun harekete geçmesi, kişilerin değişik istek ve kararlarını çözüyor ve kendi içinde benzeştiriyordu. Bu gücün ne kadar tesirli ve önüne geçilmez olduğunu açıklayan bazı fıkralar bile söylenmiştir:

"Göç halinde olan bir yörüğün yolda babası hastalanmış. Üç gün beklerler, fakat ihtiyar bir türlü ölmez. Hafif bir hırıltı sesi ile baygın ihtiyar yaşamaya devam eder. Göç çeken obalardan geri kaldığını gören oğlu, kızıp hocayı çağırır ve babamı yıkayarak hemen göm, der. İmam, babasının henüz dah ayaşadığını söyleyince, yörük büsbütün kızar. "Yörük kısmı bu kadar ölür" diye, imama bağırır ve bir de küfreder."

Eski Türklerde yeni "Yurt Edinme" bakımından yapılan göçler konusunda, şöyle atasözlerine rastlıyoruz: "Göçün rahat, konuşun kazançlı olsun". Büyük göçler, tabii olarak kolay ve rahat bir şey değildi. Bu sebeple her an karşılarına, türlü tehlikeler ve türlü güçlükler çıkabilirdi. Bu bakımdan Türk atasözleri arasında, göç edenlere sabır dilekleri de bulunurdu. "Göç yürüye yürüye düzelir", yani "Her iş ve göç, yavaş yavaş tamamlanır ve yoluna girer" gibi. Öyle anlaşılıyor ki, yeni ve toprağı bereketli, iyi yerlere göç edenler, sevinçli ve biraz da gururlu idi. Bunun için şöyle bir atasözü vardır: "Göç etmeye karar veren kimse, kendi yurdunda beraber yaşadığı kimseleri kötüler" böyle ebediyen yurdunu bırakarak başka bir yere göçen kimselere ise, Ortaasya ağızlarında, köçormön, yani "göçermen" adı verilirdi. Yazın yaylaya göçemeyip de evinde kalan kimselere de,Türkler arasında adeta acınırdı.

Gidiyorum yaylaya, su bağlaya bağlaya,

Aç beyaz kollarını, gel sallaya sallaya

Su gelir hark uyanır, dağlar yeşil boyanır,

Sen orda ben burada, buna can mı dayanır.

(Bu satırlar Prof. Dr. Bahaeddin ÖGEL'in Kültür Bakanlığı tarafından 1991 yılında yayınlanan "Türk Kültür Tarihine Giriş I" adlı kitabından alınmış ve hiçbir eklenti yapılmamıştır.)
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
YÖRÜKLERİN YAŞAMI

Yörük boylarının, konar göçerlerin; yükseklere çıkmak, uçsuz bucaksız bozkırlara, yeşil ovalara, kıvrım kıvrım akan derelere, yemyeşil çayırlara, alçak tepelere, pıynarlı yakalara dağlardan bakmak, burcu kokulu bitkilerin arasında kabardıcın, koyu gölgesine yaslanmak, çayıra uzanmak, keçilerin çanlarını, erekteki koyunların melemelerini, develerin hataplarındaki havan çanlarını dinlemek, öküzlerin böğürmelerini, sıyırtmacın düdüğüyle beraber duymak, danaların tozu dumana katışını görürken, hergelecinin sıklığını duymak, atların kişnemesini, horozların ötmesini, köpeklerin havlamasını, kuşların cıvıltısını duymak, kaval sesiyle geçmişe dalmak, cura sesiyle uyanmak, kemence sesiyle sevdayı hatırlamak, tekenin kayadan kayaya sekmesi, bögelek tutmuş düvenin koşuşturması, kısrakların kişneyerek suya dört nala gitmesini görmek ne zevklidir yörük için.

Yaslandığınız yerden doğrulur, dengilerek etrafa iyice bakarsanız; öbek öbek çadırları, önünde koşanları, cıngırak oynayan çoçukları. Elinde bakraç koyun sağmaya gidenleri görür, göz kapaklarını hafif kaldırır daha uzaklara bakınca; daha yüksek dağları görür "kimbilir orası nasıldır" der ve özlem duyarsınız, karşı yamaçlara serpilmiş; obalar oymaklar, yeşillikler içerisine" küme küme yerleşmiştir. Doğa cömert, yeşillere bezenmiş yeryüzü, gökyüzündeki mavilikler arasına serpilmiş pamuk yığınları gibi bulutları hep birarada görünce geçmişi ve geleceği birarada hayal edersiniz. Hele ilk defa bütün bu güzellikleri görürseniz dünyayı yeniden keşfettiğinizi sanırsınız. Oysa yörük obasının insanları o güzelliği sanki içlerindeymiş gibi hergün görüyorlar, uzak kalınca da yayla hasretiyle yanıp tutuşuyorlar.


Yüce dağlarda dolaşmak yiğitliktir,vatanı kuran, kurtaran ve savunan yiğitler, efeler, zeybekler, kızanlar çıkmıştır, Yörük obalarından tarih boyunca. Yörükler her zaman asker sayılırlardı, Türk milletinin özünde varlardı. Asker doğup asker ölmeleri de doğaldı. Tarih incelenirse savaştığımız milletler hep yerleşim birimlerini,savunma ve korunma amacıyla kalelerini dağlara, yüksek tepelere kurmuşlardı. Yüksek tepelere yapılmış düşman kalelerine ilk atağı yapan akıncılar, neferler yörüklerdi. Yörükler dağlara, yükseklere ulaşma sevdasını vatan sevgisi ve hürriyet özlemiyle birleştirilince dayanır mı kaleler. Yörükler tepelere bir bir hakim olunca Türk ordusu zaten savaşı kazanmış sayılırdı. Tarih hep böyle yazılmıştı. O nedenledir ki ordunun öncüleri, akıncıları, uç askerleri, atlıları, neferleri, Alperenleri, yörüklerin gözü pek yağız delikanlılardan seçilirdi.

Gaza ve cihat yapan yörüklere fatihlerin çocukları denirdi. Zeybeklik, efelik isimleri de kolay alınmamıştır. böyle olmasaydı Hazar Denizi, Aral Gölü etrafında ve Orta Asyanın bozkırlarında oturan Oğuz Boyları'nın kolları; Ata yurttan Ana yurda, Anadolu'nun bereketli topraklarına kavuşabilirler miydi, bin yıllık ana yurdu koruyabilirler miydi?


Teke yöresinin kepenek altında yatan aslanları için, güngörmüş Türkmen dedeleri, Aş-elek görmüş eli kınalı, ak dastarı altında kepezli ebeleri dua etmişler; Atadan oğula hep söylene gelmiştir yörük ellerinde: "Güneş batarken ay doğsun, ay batarken güneş doğsun üzerinizden aydınlık hiç eksik olmasın" diye.

Yörük obasının insanları çileye sevdalıdır. Zoru aşmak, uzağa kavuşmak, yükseklere çıkmak özlemidir. Kuşun tüneğinde korkusuz olduğunu bilir. Dağlara ulaşırsa yörük; turluğunu, alacığını, çadırını kuruverirse ata yurduna, işte o zaman mutludur.

Obanın yağız delikanlıları; dağların yamaçlarından akşama doğru ahenkli çan sesleriyle meleşerek inip gelen Yörüklerin seyretmeye doyamadığı keçilerini koşana toplarlar, koyunları ereğe katarlar, eli bakraçlı genç kızlar hayvanlarını sağmaya giderken, delikanlılar, kızanlar, kopiller Çıngırağa koşarlar, tereyağıyla kömürü katınca ne de ses çıkarır kulakları çınlatır Çıngırak sesleri, sanki için için ağlar, bazen nara olur, bazen feryat olur. Belki'de yurtların acılarını, sevdalarını anlatır. Çıngırakta yer bulamayanlar çelik oynamaya koşarlar, el ile başlayan oyun ayak, bel, uç, taş derken sıra yelliye gelince naralar kopar hep birağızdan, çığlıklar yankılanır, kayalardan, zapırayanlar, seyidenler, koşanlar soluk soluğadır, elinde çalı, gütmek zordur aslında çeliği.

***

Alacakaranlık olunca çöker sessizlik ortalığa, sessizliği bozar erekti koyunların yayılmaya gidişi. Ama sessizdir usul usul, süzüle süzüle yürür koyunlar. Arada bir köpek havlar, salar korkuyu dağlara. Elbet canavarlarda boşdurmaz bekler zamanı. Bulurlarsa sahipsiz sürüyü sıkar geçer. Derler ki Türkmen kocaları; bir canavar yüz koyunu sıkarsa çatlarda ölürmüş, bilinen şudur; en fazla altmış koyunu, sıkmıştır. Ama yamandır çoban köpekleri vermeyince canlarını, vermezler koyunu.

Gecenin karanlığında koyun gütmeye gitmeden önce kocalar; eli kınalı kadınların hazırladığı yufkayla höşmerimi yerler, kese yoğurdundan yapılmış ayranı içerler. Kurmuşken sofranın başında bağdaşı, kalkmak zordur, ama yörüktür yürüyecektir. Başında çorap şapkası ayağında çarığı, çorabıyla dimisi, belinde kuşağına yerleştirdiği kavalı, sırtında kepeneği, elinde değneği, omzunda tüfeği ile koyunun arkasından karanlığa dalınca yörük kocası, kaybolunca karanlıktan her tepeden, her çayırdan ıslıklar duyulmaya başlanır. Her ıslığın anlamı ve manası vardır. Bu yörüklerin haberleşmesidir.

Sağılan sütler kazanlarda kaynatılmış, yoğurtlar çalınmıştır. Yörük için sabah erken olur. Kadını, erkeği için gün gökyüzünden yıldızlar kaybolunca başlar. Zaten keçiler, koyunlar melemeye, horozlar ötmeye, köpekler havlamaya başlar zamanı gelince. Erken yatmak erken kalkmak gerektir. Yerdeki kızıl kilimlerin, karaçulların üzerine, keçeler ve postlar serilir. Koyun yününden yorganlarla yatılır. Dağlar soğuktur ama yazın gözenekleri açılan serin tutan keçi kılından yapılmış çadırın kışın soğukta yağmurlu havalarda gözenekleri kapanır bu defa sıcak tutar.


Erkenden kalkan Yörük; Oğlakların keçilerin yanına koşana katarlar ve emdirirler sonra ayırırlar bir bir anasından oğlağı. Koşanın çırkık kapısını açarlar. Koşarlar özlediği dağlara çan sesleri ortalığı kaplar bir an. Belki'de çobanın müziği, yüzünün gülümseyişi çanlardan çıkan ahenkli seslerdir. Eli kınalı kadınların saçta pişirdiği gatmarları sütle, ayranla, yeni saçtan indirilmiş hamurlu ekmeğin üzerine halis tereyağını sürerek yiyen kızanlar oğlak gütmeye, yağız gençlerde keçileri pıynarlı dağlara ağdırmaya giderler. İşi biten gençler çeşme başlarında buluşurlar, duymak isterler sevda seslerini. Sevdalar sözle söylenmez yörük obalarında. Bir tepede elinde kemençe erkekler, diğer tepede eli boğazında kızlar söyler müziğini. Her nefesin bir anlamı vardır boğaz çalınırken. Sevdalılar adeta konuşurlar müzikle, belki güneşin ilk ışıklarıyla sessizlikte ovalar, dağlar ortak olurlar, dinlerler tıpkı sevdalı insanlar gibi müziği. Sırma, çitme, çift, tek melikli, al

yanaklı, eli kınalı kızlar oya, nakış işlemeye, ıstarlarında karaçul, kızıl kilim, alara kilim, heybe, çuval dokumaya başlarlar. Maniler söylerler: Öbür yandan yakınlar bir birlerine eklenir. Öyküler anlatır hiç durmadan, çadırlarında işlerini bitiren analar da ellerinde tengerek eğirirken, halaç bükerken, golan örerken halleşirler konu komşularla. Gece boyunca yayılan koyunlar güneşin yukarlara çıkmasıyla, sıcağın bastırmasıyla ağaç gölgesine yatırılır. Yörük kocası da ya çadırında, ya da ardıç gölgesinde yaslanır gidermeye çalışır gecenin uykuzuzluğunu


Köşenden şişene, goduktan guline hayvanlar alemi dosttur yörük obalarında insanların. Sevdalarıyla bir tutuşmuşlardır söylemişlerdir türkülerini, manilerini. Belki'de dünyada hayvanları, doğadaki bitkileri, ağaçları yücelterek sevdalarıyla bir tutan, doğayı kendisinde gören yörüklerdir. Bu nedenledir ki bırakmamışlardır dağları, sevgilerini, dertlerini hep dağlara söylemişlerdir. Düşünmüşlerki dertlerine yalnız dağlar ortak olabilir. Herkes bilir ki halk müziğinde hayvanlar vardır, hep yaylalar hep dağlar vardır.

Çok kazanamaz insanlar, eğirdiğini yüne değişir de kazançları için bir türlü ses çıkaramaz, şükreder haline isyan nedir bilmez. Devletine sadakatlıdır, kanında vardır ulul emre itaat, Vatan sevgisi ecdadtan yadigar kalmadır kendisine. Bilir ki Vatan varsa kendi de vardır. Vatan yoksa kendi de yoktur. Olgundur, kabül etmesini bilir, yiğittir, merttir, mücadele etmesini bilir, cömerttir vermesini bilir, inançlıdır hakkı hukuku bilir. gene de gelinemez yörüğün üstüne üstüne; çıkarılınca orman kanunu, salınınca orman askeri çobanın üzerine üzerine çoban abanın altından sopayı gösterip deyiverince "ya keçinin affı yada ormanın mahfı. İşte o zaman atılmıştı geri adım lavedilmişti orman askeri.

Yörüklerin bakmayın toplu hareket etmediklerine. Yörükler kendi işlerinde bile özgür olmak isterler. Dünya ile tek başlarına mücadele edebileceklerine inanırlar, o gücü kendilerinde görürler. Tıpkı bir "Türk dünyaya bedeldir" sözü gibi. İstemezler kimse karışmasın işlerine, dokunmasın özgürlüklerine, zaten özgürlüğe güce sevdalanmasaydı çıkarmıydı dağlara?

Katlanır mıydı zorluklara?

Yolunuz düşerse Yörük obalarına, uğrarsanız çoban yanına; tadarsanız höşmerimi, yerseniz kese yoğurdunu, çökeleği, dağarcıkta saklanan dürgelerle, yufkalarla ayrılasınız gelmez, bir de buz gibi soğuk suyu gözünden avuç avuç, ya da küyner kokulu susakla içince.

Keçilerle teke, o da ister pıynarlı bir tepe, koyunlarla koç o da ister mevsiminde göç. Güzün sahile inen çoban mutlu değildir. Daha ilk gün başlar yayla özlemi. Bitince kış, otlar cücüklemeye, ağaçlar pürçüklemeye başlayınca sahilde; çok zaman geçmeden ak sakallı yörük dedesi toplar ihtiyar heyetini, büyük çadırın baş köşesinde bağdaş kuran güngörmüş yörük dedesi elini kuşağından çıkarır, ihtiyar heyetini bir bir süzer ve derki"ak geçi kara geçi yine geldi yaz göçü". Artık karar verilmiştir.


Genç kızlar, yağız delikanlılar, kızanlar, kopiller heyecan içinde koşuşturmaya başlamıştır. Muhtar hemen deştimene ve tellala görev verir, haber salınır civar obalara, oymaklara göç tarihi duyurulur. Başka obanın aynı tarihte yola çıkması atalardan gelen tecrübelerle pek uygun görülmez. Göçün de kaide ve kuralları vardır. Sürdürüle gelmiştir. Göç hazırlıkları tamamlanmıştır, gök yüzünün doğusunda gecenin karanlığının arkasından deveci yıldızı görününce, "göç yolda düzelir" denir. Önde en değerli kızıl kilimler yüklü

hataplarında havan çanlı develer, arkasında yozlar, tülüler, mayalar, köşekler, atlar, ırafanlar, kısraklar, taylar, gulinler, semerinde çar çapıt yüklü eşşekler, sıpalar, goduklar, öküzler sığırlar, düveler, tosunlar, danalar, bızalar, keçiler, tekeler, çepiçler, oğlaklar, koçlar, koyunlar, şişekler, kuzular velhasıl yörüğün evcilleştirdiği dost saydığı hayvanlar sıralanmıştır bir bir. Muhtar, ihtiyar heyetleri önde giderken, tecrübeli atlılar pervane dönerler göçün çevresinde.

Yörük göçte geçit vermeyen koca dağlara tırmanmaya başlayınca, göç zorlaşır. Kalsa da atının nalları yolda, yırtılsa da ayağındaki çarığı, yüklü deve dinlenmez der yürür Yörük insanı.

Göç devam ederken gece olup, konaklama yerine gelince develerdeki, atlardaki, eşşeklerdeki yükler çözülür. Dinlenmeye çekilir, hemen ateş yakılır, tarnalar pişirilir, dağarcıklardaki ekmekler çıkarılır, taze sütler sağılıp ısıtılır, hep birlikde yenilir. Bir taraftan ateş çoğaltılır, curalar çalınır, önünde oynanılır, uyuma zamanı gelince; nöbetçiler dikilir, dağlar tekin değildir, hele göç yollarında, yataklar serilir uyunur, yine gecenin karanlığının ötesinden deveci yıldızı görününce yola çıkılır. Çünkü yörük obalarında göçerlere deveci yıldızının yol gösterdiğine inanılır.

Yaylaya yaklaşınca, Yörük kabaardıcın kokusunu almaya başlar. Bilseniz ne kadar ferahlatır, huzur verir, güven verir insana. Yayla denince akla kabardıç gelir. Yörük Kabardıcın gölgesine bakar hemen oraya kuru verir alacağını, çadırını. Kabaardıç hayvanları da unutmaz elbette; bazen erek olur. Bazen ağıl olur, bazen de koşan olur kuzucuklara. Atalar demiş ki; armut ağlatır, kavak kavlatır, söğüt söyletir, kaba ardıç gölgesi başyayladır.


Yörüklerin bir diğer ismi de konar göçerlerdir. Göç, yörükler için vazgeçilmezdir. Varınca yaylaya; ulaşmıştır insanlar özlediği ata yurtlarına. Bu sevinci kutlamak yarenlik yapmak isterler. Göçün ve çevre obalarının insanlarını alacak kadar geniş, yeşile bezenmiş çayır ve gürül akan suyu olan yerde toplanırlar, buraya genellikle yaren yeri, yaren beleni, yaren tepesi derler. Oğuz Boylarının, Türkmenlerin yörüklerin toplandığı yaren yerine; yiğidin harman olduğu yer denir. Türklerin tarih boyunca oynadığı oyunlar bir kez daha oynanır. Gücün, sevdanın, birliğin gösterisi yapılır. Yüce dağ başlarındaki yaren yerlerinde.

Obanın bütün insanları oyuna iştirak ederler.

Sevinci beraber paylaşırlar, hünerlerini gösterirler. Yörüklerde öyle güç parayla, yada kolay kazanılan payelerle gösterilmez. Güç bilekle, yürekle, akılla gösterilir. Yörüğün ata binişi, yürüyüşü, zeybek oyunu, konuşması, oturması, kalkması hepsi bir yiğitlik sembolüdür. Çünkü ata öyle yapmış, oğullar devam etmiş, devam etmekte gerektir.

Yörüğün oyunlarında fazla silaha raslanılmaz, çünkü gücü silahta değil kendilerinde görürler de kendilerini ortaya koyarlar.

Oyunlara at yarışıyla başlanır, cirit, çelik çomak, güreş, cıngırak, an daşı, arap, yanık oynarken erkekler, kadınlarda boş durmazler; kaya, göçek oynarlar. Sıra ezgilere ve oyunlara gelince; cura, bağlama, saz, düdük, sipsi, kaval, kemençe çalınır. Türküler söylenir.

Orta yerde görürsünüz ağır zeybek, kıvrak zeybek, Teke Zortlaması, çömlek kırdıran oynayanları. Oyun deyip geçmemek gerektir. Alıcı gözle bakınca görürsünüz develerin yürüyüşünü, tekenin kayadan kayaya sekmesini, kabaardıcın arasında yürüyen insanı, çayırda usul usul yayılan sonra da suya koşan koyunları.

Her oyunun bir anlamı, bir ifade ediş biçimi vardır. Bütün bunlardan sonra dağılır öbek öbek ata yurtlarına yörükler. Zaten gezilmiş yurdun konması da kolay olur.

Hayat devam ederken yörük obalarında, insanları dosttur, açık sözlüdür, sevda yüklüdür, yiğittir, merttir, cömerttir, olgundur. Türk'ün mayasıdır, saygılıdır büyüğüne, sadakatlıdır devletine, zorlukları aşınca mutlu olur, şükreder haline, soğuk günlerde kepenek yeter, bilir yaşamın zorluklarını, ama kopamaz dağlardan bir türlü; şahsiyetli insandır, aşk ile tutkuludur ÖZGÜRLÜĞÜNE.


Kaynak : Yör-Türk Vakfi
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
YÖRÜK SÖZLÜGÜ

Not: Yörüklerin Kullandiklari Dil Eski Türkcedir,gecmisten bozulmadan bu günümüze kadar gelmistir ve halen kullanilmaktadir

-- A --

Abuu: Çok, aşırılığı ifade etmek için ünlem sözü.

Aba: Çeket, abla, yağmurdan korunmak için koyun yününden çoban giysisi.

Ababacık haa! : Büyüklüğüne hayret etme ünlemi.

Aboo: Hayret etmek, şaşırmak.

Ağınt: Dikkatli olmak.

Ala: Alacalı.

Ayazlık: Evlerin bir köşesine inşa edilen soğuk yer.

Asar: Kale, hisar.

Arğıç: Göçte erzak ve yiyecek taşımak.

Abanmak: Yüklenmek.

Aş: Bulgur pilavı.

Anız: Biçilen buğdayın tarlada kalan köklü sapı.

Ağıl: Etrafı çalılarla örülen koyun ve keçilerin barınma yeri

Alama: Avuç içini dolduracak kadar büyükçe taş.

Ahır: Hayvanların barındığı yer.

Alaf: 1. - Hayvanların saman yediği yer

2. - Ağaçtan yapılmış çeşme sularının toplandığı oyulmuş ağaç.

Ağam: Kadınların kocasının erkek kardeşi.

Anaz: Babanın annesinin ismini taşıyan kız.

Alavırt: Su kabağından yapılan su kabı.

Anay: Evin salonu.

Ambar: Ağaçtan yapılan buğday gibi kuru bakliyat konulan yer.

Alacık: Çobanların evleri.

An: Tarla sınırı.

Alabacak: Laf taşıyan, dedikoducu.

Alan: uzak, arazi.

Alata: Alışmış.

Amaşmak: Sarılmak, sarılarak yukarı çıkmak, tırmanmak.

Aran: Süt mamülü yiyecekler.

Ağarantı: Süt mamülleri.

Apışmak: Ayakları açmak.

Ağdırmak : Yukarı sürmek.

Abcallamak: Üstünden atlamak.



-- B --


Boba: Baba

Bağlama: Üç telli sazdan küçükçalgı.

Bozçalamak: Hafif karıştırılarak az pişirmek.

Böyün: Bugün.

Beşik: Ağaçtan yapılan bebek yatağı.

Bezirgan: Manifaturacı (Gezgin manifaturacı - yırtım malcı).

Bılla: Kocanın kız kardeşi.

Bizimoğlan: Küçük erkek kardeş.

Bostan: Sebze.

Barabar: Beraber.

Beri: Yakın.

Babıç: Ayakkabı.

Borda: Burada.

Birisi: Bir şahıs,bir kişi

Börülce: Fasulye.

Bakara: Herhalde, gibi.

Boyunduruk: Çift süren öküzlerin sabanı çekmesi için boyunlarına takılan ağaçtan aygıt.

Baça: Bahçe.

Basma: Kumaş çeşidi.

Bisel: Biraz.

Boduç: Topraktan yapılan küçüksu kabı.

Bisi: Kedi.

Böğelek: Hayvanları sokan sinekten büyük böcek.

Boba: Baba.

Baldır: Bacağın dizden yukarı bölümü.

Bülük: Küçük erkek çoçuğun erkeklik organı.

Bızalamak: Sığırın doğurması.

Bağırmak: Yüksek sesle seslenmek.

Bide: Bir defa daha anlamında.

Biyol: Bir defa.

Böğülmek: Yüzü koyun eğilmek, yatmak.

Bıdırsadır: Alçak sesle karşılıklı konuşmak.

Bekitmek: 1. Yüklemek,

2. Yavaş ve etkili bir şekilde vurmak, bastırmak.

Banmak: Tadına bakmak.

Bulamak: Karıştırmak.

Bıdırış: Sessiz olmak.

Beer: Zaman.

Bıdıramak: Konuşmak.

Beceviş: Değiştirmek, aynı değerde eşya değişimi.



-- C --

Cıngırak: Yere çakılan kazık üzerine yerleştirilen uzun ağaç. İki tarafına binilerek döndürülür.

Cura: Telli sazın küçüğü şeklinde çalgı aleti.

Cibi: Tavuk ya da kuş yavrusu.

Celep: Hayvan tüccarı.

Cereme: Zarar etme, fazladan masraf etme, zarar ziyan

Cırlak: Boşyere gereksiz konuşmak.

Cozutmak: Saçmalamak, bunamak, mantıksız işler yapmak.

Cıbıldak: Soyunuk şekilde.

Cıngar çıkarmak: Olay, yada kavga çıkarmak.

Cüdde: Vucüt.

Caillik: Cahillik.

Cuvap: Cevap.

-- Ç --


Çörten Boğazı: Çörtenlilerin boğaz havası.

Çökelek: Peynir Çeşiti, "deri peyniri".

Çilte: Oturmak için yapılan küçük yer döşeği.

Çakı: Küçük bıçak.

Çatma: Harman zamanı.

Çomak: Bir metreden kısa ince uzun odun.

Çıkı: 1. Ağızı lastikli bez torba 2. Ekmek sarılan bez parçası.

Çırkık kapı: Ağaçtan yapılan bahçe kapısı.

Çeç: Dövülen fakat ayıklanmamış buğday harmanı.

Çarık: Hayvan derisi ve lastikten yapılan ayakkabı.

Çapıttan: Eski bez parçalarından dokunan yazgı.

Çulhalık: Çul dokunan taraklı tezgah.

Çul: Keçi kılından dokunan yazgı.

Çaal: Bahçe veya tarlaların sınırını taştan kuru yığıntı şeklinde örülen duvar.

Çatmak: 1. Birleştirmek.

2. Kavga etmek için sataşmak.

Çepgen: Mintan içine giyilen giysi.

Çınga: Çinko.

Çuhadirlik: Dize kadar olan, pantalon şeklinde giysi.

Çörek: Buğday ve mısır ekmeğinden yapılan hayır için dağıtılan yağlı dilim.

Çaşır: Siyah koyun yününden yapılan pantalona benzeyen giysi.

Çorap takka: Örgü iple yapılan şapka.

Çücük: Buğday tohumunun fisillemesi.

Çorak: Verimsiz sulanmayan toprak.

Çiltim: Üzüm salkımının parçası.

Çan: Metalden yapılan ve hayvanların boynuna takılan ses çıkaran alet.

Çiğin: Omuz.

Çer: Ticaretin takası, trampa.

Çardak: Üzeri örtülü dinlenme yeri.

Çilbir: Hayvanın Başına takılan yuların ipi.

Çermenmek: Kadınların eteklerini beline dolaması.

Çiğ: 1. Pişmemiş.

2. Olgunlaşmamış.

3. Sabahları yerde bitkilerde bulunan sulu rutubet.

Çuh: Üzgünüm anlamında ünlem.

-- D --


Daa: Uzaktaki yer tarifi.

Dembel: Tembel.

Dünne: Dünya.

Dont: Esenkoy'ün eski adI

Dadanmak: Alışmak, tatmak.

Daramantoz: Dağınık parçalanmış,talaman yoz..

Değidi de: Şaşırmak anlamını ifade eden ünlem.

Dabıyat: Huy.

Dınnak: Çok çok az.

Dınnaçık: Olabildiğince az.

Dılcık: Aklı havada, haylaz kız.

Döğümlük: Sabır.

Divit ambar: 80 mut buğday alan büyük ambar.

Deste: Elin alabildiği kadar biçilen buğday.

Döğecek: Ağaçtan yapılan sarmısak vs. ezen alet.

Dimi: Lastikli pantolona benzeyen giysi.

Dam: Ev, Cezaevi.

Depmek: Bastırarak doldurmak .

Darı: Mısır

Doru: Atın genç olanı.

Duroo: Dur bekle anlamında ünlem.

Demi: Sözü onaylatmak anlamında kullanılan soru edatı.

Deynek: Bir metreden biraz uzun, ince ağaç parçası.

Deyi: Söyleyerek anlamında ünlem.

Deyor: Söylüyor anlamında ünlem.

Dipli: Eski, köklü.

Döğen: Harman döverken hayvanların çektikleri üstü ağaç, altı çakmak taşı olan aygıt.

Dıvan: Yemek pişirmeye yarayan tek kollu tencere, "tava"

Düğer: Toprak evlerin çatısına boydan boya konulan ağaç.

Dıka: Toprak kapların ağızlarını kapamaya yarayan ağaçtan yapılan veya çam kozağından kapak.

Deştimen: Muhtarın hizmetindeki köy bekçisi.

Döndüreç: 1. Saç ekmeğini pişirirken döndürmeye yarayan ağaçtan yapılan aygıt.

2. İp eyirmeye yarayan ağaçtan yapılan aygıt.

Dönüm:1000 m2 alanlı toprak.

Dikelmek: Ayakta durmak.

Değmek: Dokunmak.

Dürge: Saçta yapılmış iki adet yufka ekmeğinin katlanmış şekli.

Dastar: Özel olarak dokunan yöresel baş örtüsü.

Dibek: İri tuz ve baharatları ezme işinde kullanılan kap.

Dağarcık: Deriden yapılan içine ekmek türü yiyecek konan torba

Dıllanmak: Sallanmak

Dengilmek: Otururarak hafif yan yatmak

Dul: 1. Eşinden boşanmış yada eşi ölmüş kişi

2. evin arka ve yan dış duvarın dibi

Duşaklamak: Hayvanların ön ayaklarının birbirine iple bağlanması.

Diremlemek: Kapıyı içeriden sağlamca kilitlemek.

Dangıramak: Yüksek sesle kalın ve zevksiz konuşmak.

Dürm: Su içmeye davet anlamında çağrı ünlemi

Dakmak: Bağlamak.

Dıkım: Bir parça ya da, bir lokma yiyecek.

Dımınmak: Çömelerek bekleme.

Dıkamak: Kapamak.

Dinmek: Vazgeçmek, bırakmak

Da bısene: Geçen yıl

...e...


Ellik: Ekin biçerken parmaklara takılan ağaçtan yapılmış aygıt.

Eğnel : Ekin biçerken iznenen yol.

Enik: Köpek yavrusu.

Ellikleşmek: Ekin biçerken birlikte ahenk içinde folklorik şekilde ekin biçmeleri.

Evlek: Bir dönümün dörte biri, yani 250 m2 toprak parçası.

Enek: Kısır hayvan.

Eyer : Atın sırtına konan oturmaya yarayan semer.

Emme: " Ama " anlamında kullanılır.

Elti: Kocanın erkek kardeşinin karısı.

Emik: Omurilik, beyin.

Ekin: Buğday,arpa ekili yer.

Eren: Ermiş,evliyaların mezarlarının konulduğu yer.

Eyi: İyi.

Elek: Unu elemeye ve başka bir malzemeyi ayırmaya yarayan gözenekli süzgeç.

El: Yabancı, akraba olmayan.

Entari: Üç eteğin altına giyilen ince elbise.

Eğrek: Koyun ve keçilerin dinlendiği taş ağaç dipleri.

Ece: Ağabey.

Efem: Kadınlar kocalarının kardeşine derler.

Ebe: 1.Nene 2.Doğum yaptıran.

Eğirmek: Örmek, birleştirmek.

Enleme: Mantar türü.

Eltmek: Götürmek, Taşımak.

Evmek: Acele etmek.

Eyef: Ağaç dalı yaşken halka haline getirilip biçilen ekin

destesini çekerken iple sıkıştırmaya yarayan alet.

Eneme: Kısırlaştırmak.

Ergen: Genç.

Eşme: Bir yeri eşmek.

-- F --


Falaka: Çift süren hayvanların boyunlarına geçirilen. hamıtlarla zencirinin sabana takılmasına yarayan ağaçtan aygıt.

Fıçı: Bidon.

Fistan: Basmadan yapılan kadın elbisesi.

Fıydırmak: Elle uzağa atmak.

Fakır: Fakir, fukara.

Fena: Kötü.

Fendi: Oyun kuralı.

-- G --

Gatmar: Yufkadan yapılan saç böreği.

Garga: Karga.

Gam: Üzüntü.

Gara: Kara.

Gayda: Müzik aletinde düzen.

Gebe: Hamile

Gevşek: Sıkılmamış.

Gidi: Tasdik için takı.

Gırla: Hızlı, toplu hareket etmek.

Gidişmek: Kaşınmak.

Girişme: İşe başlama.

Gök: Mavi , gökyüzü.

Gömek: Koyu, sakız gibi sıvı.

Gursak: Boğaz.

Gücük: Küçük.

Gücüle: Şimdi.

Geriz: Suyun getirildiği sıvalı yol.

Göynüm: Gönlüm.

Gümül: Buğday destelerinin üst üste konması, susam demeti.

Geren: Toprak evlerin üzerine dökülen su geçirmez toprak.

Gebiz: Verimsiz toprak.

Gebre: Atın tüylerini silmeye yarayan aygıt.

Gene: Bir daha.

Geloru: Gelebilir.

Geliboturu: Geliyor.

Gatıyan: Asla

Gök: 1. Mavi,

2. bitkilerin meyvalarının olgunlaşmayanı yeşili,

3. Gökyüzü

Görümce: Kocanın kız kardeşi.

Gözel: Güzel.

Golan: Yünden örülerek yapılan ip.

Gem: At ve katırların ağızlarına kontrol etmek için kullanılan demir ağızlık.

Geyin: Onun için anlamında ünlem.

Güyüm: Topraktan yapılan büyükçe su kabı.
Güveç: Topraktan yapılan tabak şeklinde kab.

Görek: Anahtar.

Geven: Yaylalarda olan bitki türü

Gacara: Gürültü çıkaran ufak çocuk.

Ganera: Görgüsüz yiyici.

Gocunmak: Suçlu olduğunu hissetmek.

Geviş getirmek: Çiğnemek.

Göynek: Atlet.

Gavaracı: Boş ve gürültülü konuşan.

Gulyat: Ağır hareket eden üşengeç insan.

Gıymana: Kadınların başlarına örtülen süslü yöresel dastarın örtünme çeşidi.

Gatmak: Doldurmak.

Göde: Kısa şişman.

Gunnamak: Eşeğin doğurması.

Gocili: Yakın arkadaş.

Geremek: Kapamak.

Ganırmak: Eğerek, Zorlayarak kırmak.

Gıran: Salgın hastalık,Kenar

Güverti: Yeşillik, havlu.

Garanı: Karanlık.

Gulin: Atın yavrusu.

Garez: Kin.

-- H --

Heybe: Kıl veya yünden örülen iki gözlü Ağzı açık torba.

Havıt: Devenin üzerine oturmak ya da eşya sarmak için yapılan semer.

Hatap ağacı: Deve havıdının ağaçları.

Hindi: 1. Şimdi 2. Tavukgillerden kümes hayvanı.
Hı: Al buyur anlamında davet sözü.

Hadibakan: Hadi göreyim.

Hani: Nerede?

Hende: O, şu bu anlamında işaret zamiri.

Haa: Hayır anlamında ünlem.

Hasıl: Buğday veya arpanın olgunlaşmadan yeşil olarak biçileni.

Husa: Dert, tasa.

Harman: Buğdayın dövülmek için toplanması.

Hiye: Öyle, evet anlamında onay sözü.

Holuz: Buğday elemeye yarayan büyük gözenekli elek.

Hırka: Kazak.

Holluk: Tavukların yumurtlama yeri, "folluk".

Harım: Bahçenin etrafına çalıdan örülen çit

Hergeleci: Köyün hayvanlarını otlatan sıyırtmaçı (Öküzcü) nün yardımcısı olan yavru hayvanları otlatan.

Honu: Su kabı

Hadi: Haydi.

Halva: Helva.

Ham: Olgunlaşmamış.

Hangı: Hangi.

Haranı: Büyük tencere.

Hele: Öylemi sorusu.

Hısım: Akraba.

Hoppala: Olurmu şimdi?

Halal: Helal.

Hatır: İtibar.

Hepten: Topyekün.

Hırlama: Köpeğin saldırı öncesi sesi.

Hodul: Kalın, kaba.

Hoşbeş: Sohbet

Höşmerim: Süt kaymağından yapılan yiyecek.

Harar: Kıldan dokunan saman koymaya yarayan büyük çuval.

Hasır: Kamıştan örülen yazgı.

Hışılamak: Hafifce ince ses çıkarmak, hafif tazyikli ince akan su sesi.

Höle: Şöyle.

Hora: Şurası.

Hötte: Orası.

Halıberi: İdare eder anlamında söz.

Höteki: O anlamında.

Hiye: Evet.

Hunevi: Yoksul ev, dağınık ev.



-- I -- İ --


Innak: Biraz.

Innacık: Birazcık.

Iradıya : Radyo.

Ilıca: Kaplıca.

Ilıcacık: Sıcacık.

Irgat : Tarım işlerinde çalıştırılan amele, günlük işçi.

İçgeçiği: Amel, ishal olmak.

İcar: Toprak kirası.

İskemle: Sandalye.

İğdiş: Hadım edilen (Kısırlaştırılan) deve ve at

Irham: Yünden dokunan kumaş.

İlik: 1. Düğme 2. Kemik içindeki sıvı.

İni: Kocanın erkek kardeşi.

İhicik: işte anlamında.

İilik: İyilik.

İlik: Düğme.

İlkin: İlk defa, önce, ilkönce.

İşlemek: Çalışmak.

İzmetçi: Hizmetçi.

Irbık: Topraktan yapılan ümzüklü su kabı.

Istar: Kilim dokunan tezgah.

Isıran: Ocaktan kül almak için demirden yapılan alet.

Irak: Uzak.

İğlek: Hayvanların hastalıklısı, bakımsızı, zayıfı.

Ingıl Çıngıl: Boncuk, Bujiteri vb.

Işılamak: Parlamak.

Irgın: Yorgun.

Ivır Zıvır : Küçük önemsiz eşya.

İspirte: Kiprit.

İmece: Köylülerin yardımlaşarak toplu yaptıkları işçilik.

İdare: Gaz ile yanan altı honi,üstü camsız,fitilli lamba.

Islık: Sıklık.

Iramak: Uzlaşma.



- K -

Kırkmak: Makasla kesmek.

Karıye: Köy.

Kepenek: Koyun yününden yapılan çoban giysisi.

Keçe: Koyun yönünden yapılan sergi.

Kuşak: Beyaz koyun yönünden örülen bel bağı.

Köcek: Oyuncu.

Kaynata: Kocanın babası.

Kaynana: Kocanın annesi.

Kırmandal: Tütün kurutmaya yarayan tezgâh.

Kancık: Dişi.

Külür: Mısır (Darı)'nın çekirdeklerini sardığı kısım.

Külüstür: Çok eski.

Koruk: Üzümün olgunlaşmayanı.

Kesecek: Makas, bıçak.

Köhün: Kargıdan veya hayıttan yapılan büyük sepet.

Kupa: Su bardağı.

Kep: Şapka.

Kaba: Olgunlaşmamış, iri, cahil.

Kapu: Kapı.

Keerli: Kazançlı.

Kere: Defa, kez.

Kıt: Az.

Kurdeşen: Allerji.

Kızılayak: Düğünde yemekle taşıyan hizmet eden.

Kabahat: Suç.

Kalbur: Büyük gözenekli elek.

Kancık: Dişi.

Kamaa: Kaldırılmaz tek sıra dizilmesi.

Katı: Sağlam.

Katık: Ekmeğin yanındaki yiyecek.

Keyifsiz: Hasta, iştahsız.

Kil: Toprak çeşidi.

Kültünk: Taş ağaç yarmaya yarayan alet.

Küsme: Darılma.

Köşek: Deve yavrusu.

Kak: Erik,elma ve ayvanın dilimler halinde kurutulması.

Karasaban: Öküzlerle çift sürmeye yarayan ağaç aygıt.

Kasnak: Sofrada sini altına konan yuvarlak elek çerçevesi.

Kor: Odunun yanmış fakat daha sönmemiş parçaları.

Kulp: Tutulacak yer.

Kaklık: Dağlarda, kayalardaki küçük su birikintilerine denir.

Kıpçık: Çokhareketli, Yerinde duramayan.

Kurnaz: Açıkgöz.

Kopil: 5 ile 10yaş arası küçük erkek çocuk.

Kızan: Aileden çocuklar.

Kecek: Elbise, Giyicek.

Kavul: Anlaşma, Sözleşme, Kavil.

Kıt: Az.

Kere: Defa.

Küp: Topraktan yapılan ağzı geniş kab.

Kumpir: Patates.

Kaval: Ağaçtan yapılan uzun olan delikli nefesli çalgı.

Kile: Buğday ölçülen 12-14 kilo alan kab.

Kama: Ucu eğri ve sivri olan bıçak.

Kepçe: Ağaçtan yapılan büyük kaşık.

Kes: Buğday döküntüsü.

Koşan: Koyun ve keçilerin sağıldığı yer.

Kese: Bezden yapılan torba.

Kuzluk: Koyun ve keçi yavrularının beklediği yer.

Kalbır: Çok büyük gözenekli buğday eleği.

Kımçı: Katır çiftinde katıra yürümesi için vurulan sopa.

Kovuk: Ağaçların oyulmuş yeri.

Keme: Fare.

Kepez: Kadınların dastar altına giydikleri başlık.

Kıyna: İnatçı.

Küt: Keskin olmayan.

Köşk: Balkonun yüksek bölümü.



- L -


Laf: Söz.

Laf Ebesi: Çok laf bilen.

Lüzger: Rüzgâr.

Lata: Kalın tahta parçası.



- M -

Merilcen: Eylül ayındakı soğuk, sert, şiddetli rüzgâr.

Murt: Mersin

Mintan: Sırta giyilen kısa elbise.

Mana Bulmak: Ayıplamak.

Mezzet: Tellal ücreti.

Mıh: Çivi.

Mıy mıy etmek: Alınmak, hafif ağlamak.

Mızıramak: Gözyaşı dökerek mırıltılı nazlanmak.

Mahsul: Çiftçinin yetiştirdiği ürün.

Melik: Saç örgüsü.

Maşa: Kömür tutan demirden alet.

Maar-Mıar: Çeşme.

Mangöz: Ambarın küçüğü,tahtadan yapılmış kapaklı buğday kabı.

Mera: Köyün otlak için kullanılan ortak malı.

Merdek: Çam ağacından yapılan toprak evlerin düğerlerinin üzerinde bulunan ağaç.

Mintan: Yelek.

Mutaf: Yan duran kilim tezgâhı.

Mıdıl: Çift sürerken hayvana yürümesi için kullanılan ucu çivili sopa.

Mayışmak: Gevşemek.

Milazım: Askeri rütbe. (Mülazım)

Manaa: Kabahatli.

-N-

Nacap: Nasıl?

Nadas: Toprağın sürülük biryıl bekletilmesi.

Nışa: Nişa.

Netcez: Ne Yapacağız?

Nedecen?: Ne Yapacaksın?

Neddin: Ne Yaptın?

Ne Var-yok: Nasılsın gibi hal hatır sorma.

Narasın: Yok olduğunu üzülerek söylemek.

Nişleyon: Ne yapıyorsun?



-O-Ö-

Oba: Komşu

Okka: Kilenin sekizde birini ifade eden ölçü kabı.

Oban: Değirmenin su borusu.

Okğa: Oldukça ağır avuç içinden biraz büyük taş. "400 dirhem."

Oluk: Ağaçtan yapılmış çeşme borusu.

Örüm: Ekili Yer.

Övendire: Öküz çiftinde öküzlerin yürümesi için kullanılan bir ucu sivri,hem de sabanın toprağının temizlenmesinde kullanılan diğer ucu yassı metal takılı sopa.(Mıdıl)

Obaçana: Komşuya çok giden kişi

Oklaç: Yufka açmaya yarayan silindirik ağaç parçası.

Oku: Düğün davetiyesi

Ölgün: Olgunlaşmış ekime hazır toprak.

Örüm Bozumu: Mahsul'ün kaldırıldığı zaman.

Ötebete: Küçük eşyalar

Öte: Uzak.

Örük: Hayvanı sikkeye bağlayan zincir.

Ötebaşa kadar: Sonuna kadar.

Örme: Harman döverken atların dizilerek kalın ve uzun iple bağlanması.

Öndün: Geçen gün.

-P-R-

Peçe: Keçi kılından dokunan kumaş.

Pak: Temiz.

Pala: Eski bez parçası.

Potur: Kıldan dokunan pantalon.

Potin: Bot.

Paldım: Eşeklerin semerinin ileri gitmemesini sağlayan arkadan bağlanan kayış.

Pine: Golan dokumak için kurulan tezgâh.

Peştemal: Kadınların önüne taktıkları yarım eteklik.

Pardı: Toprak evlerin tavanına dizilen çam yarmaları.

Payam: Badem.

Palaz: Keklik Yavrusu.

Poçu: Atkı, dolak.

Paytar: Veteriner.

Peşkir: Mendil.

Paalı: Pahalı.

Penir: Peynir.

Rabaat: Rağbet.

Raatlık: Rahatlık.

-S-


Sınaplı: Şeytanlı Yer.

Seyil: Sahil.

Seyitmek: Koşmak.

Sele: Kargıdan veya hayıttan örülen orta boy sepet.

Safa geldin: Hoş geldin.

Sintireli: Sinirli.

Secireli: Huysuz.

Silbiş: Bebeklerin beşikte çişini yaptıkları toprak kab.

Sibek: Bebeklerin beşikte çişini silbişe ulaşmasını sağlayan karğıdan yapılan boru.

Semer: Eşşeklere binmek veya yük sarmak için deri, kamış keçe ve ağaçtan yapılan aygıt.

Sini: Sofrada üzerine yemek tabakları konulan malzeme.

Sayacak: Üzerine tencere konulan demirden yapılan alet, sacayak.

Sefertası: Ağzı kapalı tencere.

Söğen: Harım yapmada kullanılan bir ucu yere çakılan ağaç.

Sındı: Makas.

Saar: Tasdik etme anlamında ek.

Sıyma: Kabuklarını temizlemek.

Sancı: Ağrı.

Semiz: Temiz, hastalıksız.

Sıırtmaç: Sığırtmak (Öküz çobanı.)

Serili: Yere sergi serilmesi.

Serin: Sıcak olmayan.

Sızıntı: Ağrı, suyun toprakta çıkması.

Sökük: Elbisenin yırtık yeri.

Sütsüz: Hayırsız.

Susak: Ağaçtan yapılan su içmek için çeşme başlarına konan su kabı.

Sındı: Makas, kesecek.

Safa ırbık: Topraktan yapılan orta boy su kabı, genelde misafirlerin su içmesi için veya abdest alması için kullanılır.

Sıyırtmaşçı: Köyün ineklerini, öküzlerini otlatan kişi.

Sağan bakırı: Süt sağılan kab.

Sağan: Süt

Sülün: Uzun, zarif.

Seren: Raf

Sınıkçı: Kırık, çıkık işlerine bakan, olçum.

Söbü: Enli, uzun, söbe.

Samıt: Konuşamayan kişi.

Sıyırmak: Temizlemek

Sömürmek : Yiyeceği kaşıksız tabağından direk yemek.

Savalamak: Uzaklaştırmak, defetmek.

Sıvışmak: Usulce, sessizce kaybolmak.

Sinavı: Kurnaz.

Salmak: Bırakmak.

Savul: Dağılma, vazgeçme.

Sıybınmak: Sarılarak aşağıya inmek.

Savak: Büyük arıktan küçük arıklara suyun dağıtıldığı yer

Sırf: Devamlı.

Şuul: Meşgul olmak.

Şıllık: Ahlaksız uçarı kız.

Şirlet: Şımarık.

Şişek: İki yaşında küçük koyun.

Şindi: Şimdi.

Şööle: Şöyle.

Şarşar: Gür ve sesli akmak.

Şamar: Avuç içinle vurulan tokat.



-T-


Tacık: Yakın yer işareti.

Tıkalı: Kapalı.

Tılısım: Büyü.

Tınaz: Buğday yığını.

Tüüsüz: Tüyü olmayan.

Taşyağı: Gaz.

Toşur: Küçük iri anlamında.

Tosba: Kaplumbağa.

Tepelik: Başa giyilen süslemeli kadın giysisi.

Tımar: Atın kıllarının temizlemesi ve atın masaj edilmesi.

Turluk: Çoban çadırlarının üzerine örtülen koyun yününden yapılan örtü.

Tozluk çorap: Koyun yününden örülen renkli çorap.

Toy: Genç.

Tecir: Pazar yeri.

Tacir: Mal alıp satan seyyar esnaf.

Tooz: Toz.

Toy: Düğün.

Tellal: İlan eden, halka duyuran

Tas: Naylon veya metal bardak.

Tuvalet: Apana, ayakyolu, hela, apteshane, kenef.

Tokuç: Çamaşır yıkarken kirin iyi çıkması için çamaşıra vurulan ağaçtan yapılan aygıt.

Tünek: Tavuk sığınağı.

Tabla: Tahtadan yapılan sofrada üzerine tabak kaşık konan aygıt.

Tengerek: Ağaçtan yapılan koyun yünü veya keçi kılından ip yapmaya yarayan aygıt.

Tepit: Arpa ve buğday unundan yapılan köpek maması.

Tokat: Cezalı hayvanların kapatıldığı yer.

Tokatçı: Ovaları, evleri, bahçeleri bekleyen bekçi.

Toğra: Yünden dokunan torba.

Tırlak: Amel, ishal.

Tıkırış: Gürültü çıkarmamak.

Tırışcı: Yalancı.

Toru: Genç ağaç fidanı (Çam, Ardıç).

Tene: Buğday tanesi.

Telbis: herkese karşı iyi görünmek isteyen yalancı.

Ted: Köpeğe uzak dur anlamında.

Tekelemek: Bakmak.

Tak: Evlenmeden cinsel ilişkide bulunan kadın.

Tarza: Tahra.

Tek: Uslu.

- U-Ü-


Ufak: Küçük.

Uçkur: Donun belde durmasını sağlayan ipten yapılan bağ.

Uhraçana: Buğday ekmeği yaparken Yastacın üzerine konan unun kabı.

Usul usul: Sessiz hareket etmek.

Ufalama: İnceltme.

Uramaz: Uğramak, hareket etmek.

Upuzun: Çok uzun.

Uzun oturmak: Yatarak durmak.

Ümzük: Kabların ağzından ayrı açılan delik.

Ünleme: Yüksek sesle seslenmek, bağırmak.

Üyük: Tarihi şehir kalıntıları olan yüksekçe yer.



-V-

Voyn: Yakındaki kişiye seslenmek hitap etmek.

Vıyn: Uzaktaki kişiye seslenmek. (hey anlamında).

Velesbit: Bisiklet.

Vınılamak: Havaya atılan maddenin ses çıkarma ölçüsü.

Vakıt: Vakit.



-Y-

Yalık: Yağlık, mendil

Yapağı: Baharda kesilen koyun tüyü.

Yakım Yakmak: Başkası hakkında mani ve tekerleme söylemek.

Yavhu: hayret etme anlamında ünlem.

Yazmak : Yere sermek.

Yayılmak : Hayvan otlaması.

Yaa: Öyle mi?

Yazma: Baş örtüsü çeşidi.

Yaba: Harman döverken çeç savurmaya yarayan tahta aygıt.

Yal: Hasta ve yavru köpeklere verilen çorba.

Yalak: Köpeğin su içtiği yer.

Ya'ar: Hayvan yarası, yağır.

Yastaç: Üzerinde pişirilmeye hazır buğday ekmeği yazılan tahta aygıt.

Yastık yamamak: Uzun süre hasta yatmak.

Yeni: Hafif, Ağır olmayan yeğni.

Yele: Atların boyunlarındaki uzun kıllar.

Yığın: Buğday destelerinin çapraz olarak sıralanması.

Yungu: Toprak evlerin üzerindeki geren toprağını sıkıştıran silindir biçimindeki taş.

Yular: Eşşeği çekmek için başına bağlanan ip.

Yumurtalık: Evleri yaparken yumurta koymak için duvarlara konan ırbık kabı.

Yuluk: Lastik sapana taşın konulduğu yer, anası ölmüş oğlak ve kuzuları beslemeye yarayan emzik.

Yün: Son baharda kesilen koyun tüyü.

Yonga: odun parçası.

Yoluk: Kızların yaramazı, şımarığı.

Yavan: Tatsız.

Yalabık: Parlak, yalbırak.

Yumuruk: Yumruk.

Yalınayak: Ayakkabısız.

Yaar: Keskin dar, yamaç, sevgili, hayvan yarası.

Yaslı: Ağlamaklı.

Yatalak: Yatakta yatan hasta ayağa kalkmayan.

Yayılmak: Hayvanların ot yemesi.



-Z-


Zaten: Yapılan işin tastiki için kullanılan edat.

Zere: Buğday.

Zapıramak: Hızlı koşmak.

Zıbıdak: Çok ıslanmak.

Zaamat: Zahmet.

Zından: Hapis, karanlık.

Zulum: Zulüm.
 
Top