• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Ünlü Türk Denizcileri

wien06

V.I.P
V.I.P
Çaka Bey

Türkleri denizlerle kaynaştıran ilk öncü, Çaka Bey olmuştur. Çaka Bey, 1078 yılında Bizans’a esir düşmüş ve İstanbul’a gönderilmiştir. Çaka Bey, İstanbul’daki esaret döneminde deniz ve denizciliğe karşı tutku derecesinde bir ilgi duymaya başlamıştır.

Bizans İmparatoru’nun 1081 yılında değişimi sebebiyle İstanbul’daki karışıklıklardan yararlanarak kaçmayı başaran Çaka Bey, Beyliğinin askerleri ile yeniden bir araya gelerek; İzmir’i, ele geçirmiş ve müstakil bir Türk Beyi olarak sınırlarını genişletmeye başlatmıştır. Çaka Bey, İzmir’de o döneme göre modern sayılabilecek bir tersane yaptırmıştır.

Bu aşamadan sonra gemi inşa faaliyetlerine geçilmiş; kürekli ve yelkenli gemilerden oluşan 50 parçalık ilk Türk Donanması 1081 yılında inşa edilmiştir. Emir Çaka Bey, 1081 yılında 50 parçadan oluşan ilk Türk Donanması ile Ege’nin sıcak sularına yelken açarak, Urla, Çeşme ve Foça’yı ele geçirmiştir. 1081 yılı Türk Deniz Kuvvetlerinin kuruluş yılı olarak kabul edilmiştir. İlk Türk Donanması 1089 yılında Midilli, 1090 yılında ise Sakız Adası’nı fethederek denizlerin dünyasına hızlı bir giriş yapmıştır.

Çaka Bey komutasındaki, ilk Türk Donanması 19 Mayıs 1090 tarihinde Karaburun ile Sakız Adası arasında kalan Koyun Adaları civarında Bizans Donanması ile karşılaşmıştır. Tarihte “Koyun Adaları Muharebesi” olarak geçen bu ilk deniz savaşında Bizans Donanması ağır kayıplarla geri çekilmek zorunda kalmıştır.

Çaka Beyin 1095 yılında ölümü, yükselen bir değer olan Türk Denizciliğinin gelişim hızına büyük bir darbe indirmiştir.


Umur Bey

Aydınoğulları Beyliği hükümdarlarından. Babası Aydınoğlu Mehmed Beydir. Lâkabı Bahâüddîn’dir. Genç yaşında babası tarafından İzmir Emiri tâyin edildi. Bu sırada deniz seferlerinde gösterdiği cesâreti, kumandanlık ve adâletiyle meşhur oldu. 1328-1329’da Bozcaada’ya kardeşi İbrâhim’le birlikte bir akın harekâtında bulundu. Sakız Adasına da bir sefer tertip etti. 1332 yılında Gelibolu, Semendire; 1333 yılında Yunanistan ve Ege adalarına tertip ettiği sefer neticesinde, buraları haraca bağladı. Umur Bey, bu deniz seferlerinden birçok ganîmet elde etti.

1334 yılında babasının vefâtı üzerine, yirmi beş yaşında Aydınoğulları Beyi oldu. 1334-1335’te Yunanistan ve Mora’ya sefer düzenledi. 1335’te Alaşehir’i kuşatarak aldı. Bu kuşatma sırasında üç yara aldığı rivâyet edilir. 1336 yılında Bizans İmparatorunun Midilli ve Foça’daki Cenevizliler üzerine yaptığı sefere, Umur Bey de yardım etti. Bu yardıma karşılık Sakız Adasını aldı. 1338 yılında, Ege adalarına ve 1339 yılında da Yunanistan’a seferlerde bulundu. Ayrıca Karadeniz seferine de çıkıp; Kili, Eflâk gibi sâhillere baskınlar yaptı. Umur Bey, bu seferleriyle Lâtinleri, Rodos Şövalyelerini tesirsiz hâle getirdi.

1341 yılında, Bizans İmparatoru Üçüncü Andronikos’un ölümü ve tahta geçen İonnes’in yaşının küçük olması dolayısıyla, Bizansta saltanat mücâdeleleri başladı. Umur Bey, bu mücâdeleler esnâsında kara orduları komutanı Kantakuzen'i destekledi. Bu sırada Kantakuzen, Dimetoka’da krallığını ilân etmişti. Umur Beyin deniz seferlerinden bunalan Lâtinler ve Bizans İmparatorunun annesi, Papa’ya mürâcaat edip, yardım istediler. Papa’nın teşvikiyle bir Haçlı donanması kuruldu. Bu donanmada Papalık, Kıbrıs, Venedik, Ceneviz ve Rodos Şövalyeleri yer alıyordu. Haçlı taarruzu başladığında, Umur Bey, daha yeni Kantakuzen’e yardım etmekten dönmüştü. İlk hücum başarıyla püskürtüldü. Haçlılar, Aralık 1344’te yaptıkları ikinci hücumda, Sâhil İzmir’i almayı başardılar. Bu durum karşısında Umur Bey, Yukarı İzmir’e çekilmek zorunda kaldı. Umur Bey müsâit zaman ve şartlar kollamak gâyesiyle, anlaşma teklifinde bulundu. Böylece geçici bir süre için harp durdu. Umur Bey, bu fırsattan istifâdeyle, Rumeli’ye Kantakuzen’e yardım etmeye gitti. İstanbul üzerine yapılan harekât sırasında, yanında bulunan Saruhan Beyin oğlu Süleyman vefât etti. Umur Bey, bunun üzerine dönüp, Süleyman’ın cenâzesini babasına teslim etti.

Papa şiddetle, taarruzun devam etmesini istediğinden, tekrar çarpışmalar başladı. Bütün bunlara rağmen, 1347 yılında anlaşma yapıldı. Buna göre; İzmir, Aydınoğullarının olacak, buna mukâbil Haçlılara bâzı ticârî imtiyazlar verilecekti. Haçlı rûhu kabarmış olan Papa, bu antlaşmaya da muhalefette bulunup, anlaşmayı tasdik etmedi. Umur Bey, bu olumsuz tutum üzerine ordusunu toplayıp, karşı hücuma geçti. 1348’deki hücum sırasında, alnından okla vurularak şehit düştü. Umur Bey, Birgi’de babasının yanına defnedildi. Yerine büyük ağabeyi, Ayasuluğ Emiri Hızır Bey geçti.

Umur Bey, bilhassa yaptığı deniz seferleriyle meşhur oldu. Aydınoğulları Beyliğine yükselme devrini yaşattı. Ege Adaları, Yunanistan ve civar yerlere yaptığı seferlerle bol ganimet ele geçirip, Haçlıların korkulu rüyâsı hâline geldi. Bütün bu harp faaliyetleri yanında, beyliğin îmârına ve gelişmesine de önem verdi. Zamânında birçok şehirde câmi, medrese, kervansaray, çeşme vs. gibi hayır eserleri kuruldu. Umur Bey, yazar, şâir ve âlimleri koruyup, teşvik ederdi. Kendi adına 5568 beyitli Süheyl-ü Nevbahar manzumesiyle, Farsça'dan Türkçe'ye çevrilmiş olan Kelile ve Dimne ve Tabiatnâme adlı eserler vardır. Umur Bey adına, üzerinde “Umur bin Mehmed” yazan bir sikke bastırılmıştır.


Karamürsel Bey
Karamürsel’in 1323 yılında fethi ile Marmara Denizi’ne ulaşan Osmanlı Beyliği, 1324 yılında Batı komşusu Karesi Beyliği’nden yardım maksadıyla Mürsel Bey komutasında gönderilen 24 gemiden oluşan kuvvet sayesinde denizlerle tanışmış ve güçlü bir Deniz Kuvvetine gidecek uzun yoldaki ilk kararlı adımlarını atmıştır.

Mürsel Bey; denizcilik bilgisi, kahramanlığı ve denizlerdeki çatışmalarda göstermiş olduğu üstün başarıları nedeni ile Osmanlı Beyliği içerisinde haklı bir şöhrete sahip olmuş; kendisine, cesaret ve atılganlığı nedeniyle, “Kara” unvanı verilmiştir.

Osmanlı Beyliği, Doğu Marmara’da kesin bir hakimiyet sağlayınca, deniz gücünün kurumsallaşması için çalışmalar başlatılmıştır. Karamürsel’de 1327 yılında ilk Osmanlı Tersanesi kurulmuş; burada ilk Osmanlı savaş gemisi inşa edilmiştir. Donanma hiyerarşik bir sistemle teşkilatlandırılarak, Donanma Komutanı’na, “Derya Beyi” unvanı verilmiştir. Kara Mürsel Bey, Osmanlı Devleti’ndeki ilk “Derya Beyi” olarak Türk Deniz Tarihi’nin öncüleri arasında yerini almış, ölümünden sonra isminin verildiği şimdiki Karamürsel İlçesinde ebedi istirahatine çekilmiştir.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Kemal Reis

Büyük Türk Denizcilerinden, asıl adı Ahmet Kemalettin olup, 1451 yılında Karaman’da doğdu. Osmanlı tarihi kaynakları onun Karamanlı olduğunu belirtir.Kemal Reis ünlü Türk amirali ve coğrafya bilgini Piri Reis'in amcasıdır.Gençliğinde korsanlık yaptı, daha sonra Gelibolu'da Osmanlı donanmasına deniz piyadesi (azap askeri) olarak girdi ve azaplar reisliğinde bulundu. Eğriboz seferinde Mahmut Paşa kumandasındaki donanmaya katıldı, adanın fethinden sonra (1470) oraya yerleşti. Adadaki korsanların reisliğini üzerine alarak Venediklilerle mücadele etti. Türkler ve Venedikliler arasında ün yarattı.

1487 yılında II. Beyazıt kendisinden yardım isteyen Granada (Gırnata) hükümdarı Hasan'a yardım için bir korsan filosuyla birlikte Kemal Reis'i gönderdi. Kemal Reis Endülüs Müslümanlarının İspanya ile yaptığı savaşta bir İspanyol filosunu bozguna uğrattıktan sonra, Malaga şehrini fethetti, yardımı sağladı ve batı Akdeniz'in ele geçirilmesinde etkili oldu.

Türk savaş gemilerine dünya denizcilik tarihinde ilk defa uzun menzilli toplar yerleştirdi. Cerbe adasında ve Cezayir'in Becaye (Bogue) limanında Türk donanması için üsler kurdu. Bu üsleri kullanarak İtalya, Fransa, orta ve batı Akdeniz adalarında korsanlık yaptı. Malta adasına yaptığı baskında ada hakiminin oğlunu esir aldı. Başarıları Kaptan-ı Derya Sinan Bey tarafından padişaha bildirildi ve padişah tarafından mükafatlandırıldı. Kuzey Afrika kıyılarında mahalli Müslüman emirlerin işlerine karıştı.

1495 yılında padişah tarafından İstanbul'a çağırıldı. Osmanlı donanması hizmetine girdi. Donanmada birçok yenilikler ve düzeltmeler yaptı. Bir yıl sonra Çukurova'nın Haremeyn evkafı (Mekke ve Medine'ye tahsis edilen vakıflar) gelirlerini deniz yoluyla İskenderiye'ye götürdü.

28 Temmuz 1499'da İyonya denizinde küçük Sapienza açıklarında Burak Reis'in'in de yardımıyla yaklaşık 200 gemilik Venedik donanmasını perişan ederek 15. yüzyılın en büyük deniz savaşını kazandı.

1500 yılında Kefalonya'yı fethetti, 1501'de 22 parçalık donanmasıyla Venediklilerle yapılan Navarin deniz savaşını kazandı. 1502 yılında Santa Maria adalarını aldı. 1503'de Rodos yakınlarında Saint Jean şövalyelerini yenerek Rodos Amiralini esir aldı. 1504'de (bazı kaynaklara göre 1507) Rodos adasına asker çıkararak kasaba ve köyleri yağmaladı. Aynı yıl padişahın emriyle Mısır'a giderek Memluk sultanı Kansu Gavri ile görüştü.

1510'da İspanya'ya ikinci bir sefer yaptı ve İspanya kıyılarını yaktı. İspanyol egemenliği altında yaşayan bir kısım Endülüs Araplarını İspanyolların zulmünden kurtarıp gemileriyle kuzey Afrika'ya taşıdı. Bu seferde yanında 35 yaşlarında bulunan yeğeni Piri Reis de vardı.

1511 yılında Adalar denizindeki savaşa giderken yolda yakalandığı bir fırtınada gemisi ile birlikte batarak boğuldu. Reisülmücahidin adı verilen Kemal Reis'in ölümü Bütün Akdeniz'de üzüntüyle karşılandı. Denizciliğinin yanı sıra Osmanlı donanmasına getirdiği en önemli yenilik uzun menzilli topları ilk defa kullanmış olmasıdır. Zaferleri, yaptığı hizmetleri ile Türk denizciliğinin şöhretli kumandanlarından olan Kemal Reis Barbaros kardeşlerin gerçek öncüsüdür.


Burak (Barak) Reis

Ünlü Türk denizcisi Burak Reis 1488’de Osmanlıların Mısır Memlûkları ile yaptıkları deniz seferine kadırga reisi olarak katıldı.


Cem meselesinin hallinden sonra, İkinci Bayezid Han, Akdeniz’i bir Türk gölü hâline getirmek için bazı kalelerin bir an önce fethedilmesini istiyordu. Bunun için de önce İnebahtı (Lepanto) Kalesinin fethedilmesi gerekiyordu. İnebahtı’nın fethi için İstanbul ve Gelibolu’da sefer hazırlıklarına başlandı. Nihayet, Sultân İkinci Bâyezîd Han karadan, Kaptan-ı deryâ Küçük Davud Paşa da 300 parçadan meydana gelen Osmanlı donanması ile 1499 yılı baharında Gelibolu’dan hareket etti. Devrin meşhur denizcilerinden Kemal, Burak, Kara Hasan ve Herek reisler de bu donanmaya katılmışlardı. Ancak buralara sahip olan Venedikliler de boş durmuyordu. Bütün Avrupa devletlerinden yardım alarak 160 parçadan meydana gelen kuvvetli bir filo meydana getirmişlerdi.

Osmanlı donanması aylarca sıkıntılı yolculuktan sonra, İnabahtı’ya yaklaştı. İnebahtı’ya ulaşabilmek için, Bradino Kanalını geçmek gerekiyordu. Oysa düşman donanması bu sırada Kanal’da yatmaktaydı. 29 Temmuz 1499 günü, Kaptan-ı deryâ Davud Paşanın gemisinin güvertesinde yirmi kadar kaptan toplandılar. Yapılacak işin müzâkeresini yaptılar. Davud Paşanın bir yanında Kemal Reis, diğer yanında Burak Reis vardı.

Davud Paşa, kaptanlara: "Daha kuvvetli olan düşman donanmasını ikiye bölüp kuvvetini azaltmak için, arkasına sarkmak üzere bir akıncı müfrezesi ayrılacaktır. Ben, bu müfreze ile düşmanın arkasına sarkacağım. Kemal Reis ile Burak Reis benim yerimde hücuma geçecekler. Bu tehlikeli bir teşebbüstür. Düşman farkına varırsa, kurtuluş Allahü teâlâya kalmıştır." dedi. O zaman Kemal Reis: "Bu işi senin yapman olmaz Paşam!" diye cevap verdi. Kırk beş yaşlarındaki Burak Reis, hemen ileri atıldı: "Paşa kardeş, sen serdârsın, Donanma-yı Hümâyûn sana emânettir. Bu akını benim gemim yapacaktır. Destûr ver! Şehid olmak önce bize düşer. Kara Hasan ile ben giderim!" dedi.

Şafak sökerken düşman donanması ile karşılaştı. Burak Reis bir düşman mavnasıyla bir göğesini top ateşi ile batırdı. Donanmadan ayrılarak düşman gemilerinin arkasına sarktı. Fakat bunu fark eden düşman, dört gemi ile Burak Reisin peşine düştü. Bu gemilerin ikisinde biner, ikisinde beş yüzer kişi bulunuyordu. Burak Reis, kendisinden çok güçlü ve süratli olan düşman gemilerinin ortasından sıyrılamayacağını anlayınca, mahvolmayı, mağlup olmaya tercih ederek, yakın muhârebeyi seçti. Şan ve şerefle ölmeyi tercih etti. Saldıran düşman gemilerine ateşe başladı. Düşman da karşı ateşe geçerek yaklaştılar. Üç düşman gemisi Burak Reisin gemisine rampa yaptılar. Kancalı halatlarla sıkı sıkıya bağladılar.Kanlı ve çetin bir muhârebe başladı ve saatlerce sürdü. Düşman kalyonları yok olduğu takdirde Venedik donanmasının sevk ve idâresinin de bozulacağını tahmin eden Burak Reis, kendi gemisinin barutluğunu ateşlemeye karar verdi. Böylece kendi gemisiyle berâber kendisine rampa yapan çok kuvvetli Venedik kalyonlarını da yok edecekti. Son nefesine kadar çarpışan leventler, gemiyi neft ile tutuşturdular. Düşman gemilerini de neftlediler. Rüzgârın hızlı olması sebebiyle yangın düşman gemilerini de sardı.

Çok geçmeden, deniz ortasında, siyah dumanlarla karışık kızıl alevler içinde Burak Reis ve arkadaşları şehid olurken, düşman donanmasının önemli bir kısmı da yok oldu. İnebahtı yolu da Osmanlıya açıldı. Türk denizcileri Modon limanının güneyindeki Sapienza Adasına Burak Reis Adası adını vererek kadirbilirliğin güzel bir örneğini verdiler.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Oruç Reis (1474-1518)

En büyük Türk denizcilerinden olan Oruç Reis 1474 yılında Midilli’nin Bonova köyünde doğdu. Babası, Midilli’nin Osmanlılarca 1462'deki fethinden sonra, kale muhafızı olarak buraya gelmiş bulunan Nurullah Yakub Ağa, annesi ise Katerina adında, sonradan müslüman olan Midilli'li bir kadındı. Midilli’nin fethinden sonra gösterdiği yararlılık sebebiyle kendisine tımar olarak verilen Midilli'nin Bonova Köyü'ne yerleşen Nurullah Yakup Ağa bu köyde yetiştirdiği çocukları İshak, Oruç, Hızır ve İlyas'ın tahsillerine büyük önem verdi. Oruç Reis dinî ilimler tahsilinin yanı sıra Arapça, Yunanca, İtalyanca, İspanyolca ve Fransızca da öğrenerek yetişti. Gençliğinde gemiciliği ve deniz ticaretini çok iyi öğrenen Oruç Reis, cesareti, zekası ve girişimciliği ile kısa zamanda gemi sahibi oldu. Suriye, Mısır, İskenderiye ve Trablusşam’a mal götürmekte ve oradan aldıklarını da Anadolu’da satmaktaydı. Bu ticari yolculukların birinde Oruç Reis, yanında küçük kardeşi İlyas ile birlikte Trablusşam'a gitmek için yola çıktı. Yolda serseri yatağı bir haydut teşkilatı olan Rodos Saint-Jean Şövalyeleri’nin gemilerine rastlayarak şiddetli bir savaşa tutuşan iki kardeşten İlyas şehit olurken, Oruç Reis de esir edilerek Rodos Adası'na götürüldü. Bu haberi öğrenen Hızır Reis ağabeyini kurtarmak için Krigo adlı bir tüccarla 18.000 akçeyi fidye olarak gönderdiyse de Krigo'nun ihaneti sebebiyle bu girişim sonuçsuz kaldı. Yeraltındaki bir zindanda işkence gören Oruç Reis sabaha kadar gözyaşlarıyla kendisini kurtarması için Allah'a yalvardığı gece gördüğü rüyada "Ey Oruç! İslam uğruna her ne eziyet çekersen sabret, ferahın yakındır. Sen sekiz yüz altın vermeye razı olmuştun ama buradaki kısmetin kesilmediği için işin aksi gitti. Allah seni bir akçe vermeden kurtarmaya kadirdir. Daha çok gazalar edeceksin." müjdesini aldı. Sabah olunca, Rodos kaptanları bir gün kendilerinin de esir durumuna düşebileceklerini ve bu yüzden Ouç Reis'e bu kadar işkence yapmanın akıllıca olmadığı konusunda ittifak ettiler. Rodos Kralı'nı da ikna eden kaptanlar zindandan çıkarttırdıkları Oruç Reis'i bir gemide kürekçi yaptılar. Bir çok lisan gibi Rumcayı da çok iyi bilen Oruç Reis şen tabiatlı ve hoşsohbet bir kimse olduğundan kendisiyle bir kere konuşan yanından ayrılmak istemezdi. Böylece geminin kaptan ve mürettebatıyla da yakınlık kurmuştu. Fakat gemideki bir papaz bu durumdan rahatsız olup gemidekileri uyararak Oruç Reis'le bu denli yakınlaşmamalarını, aksi halde güçlü kişiliğiyle hepsini müslüman yapacağını söyledi. Bu olaydan sonra Oruç Reis'e karşı soğuk davranmaya başlayan mürettebat "Muhammed seni elimizden kurtarsın da görelim bakalım" diyerek dalga geçmeye başlamışlardı. O gece Oruç Reis gözyaşları ile yine sabaha kadar Allah'a yalvarıp kendisini kurtarması için dua etti. Nihayet gemi Antalya yakınlarında iken çıkan şiddetli bir fırtına ve bastıran karanlığı fırsat bilerek denize atladı ve yüzerek karaya çıkarak Antalya'da bir Türk köyüne sığındı. Burada kendisini misafir etmek için birbirleriyle kavga eden misafirperver köy halkının yanında 10 gün kaldı. Daha sonra şöhretini duyup kendisini çağıran Mısır Memlük Sultanı Kansu Gavri'nin Hind tarafına göndereceği 16 gemilik bir donanmaya Serasker olma teklifini kabul ederek donanmayı alıp İskenderun Körfezi'ne geldi. Oruç Reis'in donanmayla İskenderun'a geldiğini duyan Rodos Şövalyeleri âni bir baskın yapınca Oruç Reis gemileri karaya oturtarak ellerinden kurtuldu. Ardından Antalya’da 18 oturaklı bir tekne yaptırıp Rodos sahillerini basarak korsanlığa başladı. Derhal Divân'ı toplayan Şövalyeler Kralı'nın emriyle hazırlanan 5-6 Rodos gemisi Oruç Reis'i bir limanda bastırdıysa da yine yakalayamadı. Oruç Reis Antalya'ya dönerek o sırada Antalya Sancakbeyliği'nden Manisa'ya tayini çıkan Yavuz Sultan Selim’in kardeşi Şehzade Korkut'un himayesine girdi. Şehzade'nin kendisine hediye ettiği 2 gemiyi almak için İzmir'e giderek leventlerini topladı ve ardından Midilli'ye gitmek üzere denize açıldı. Yol boyunca toplam 5 Venedik gemisini içindeki 24.000 altın ve bol miktarda ganimetle ele geçirerek memleketi olan Midilli'ye ulaştı. Limanda kendisini karşılayan Hızır ve İshak Reis'le buluşarak hasret giderdi. Bir müddet sonra Mısır'a giden Oruç Reis -daha önce Rodos Şövalyeleri'nin yaptığı baskında 16 gemiyi karaya oturttuktan sonra Mısır'a geri dönmediği için- kırgın olan Mısır Sultanı'nın yanına giderek af diledi ve yolda ele geçirdiği 7 düşman gemisini kendisine hediye etti. Oruç Reis'in inceliğine çok sevinen Sultan kendisini ve leventlerini en iyi şekilde ağırladı. (1512) Bahar gelince yeniden denizlere açılarak Kıbrıs sularına gelen Oruç Reis burada 5 Venedik gemisi daha ele geçirip ganimet mallarını satmak üzere Cerbe Adası'na gitti ve orada Hızır Reis'le buluştu. Kendilerine emin bir sığınak arayan iki kardeş 1512 yılında Tunus'a giderek Sultan Ebu Abdullah Muhammed'den gemilerini barındırmak için bir liman istediler. Hak yolunda savaşacaklarını, aldıkları ganimetleri Tunus pazarında satacaklarını, bundan Tunusluların da faydalanacağını, Sultan’a ganimetlerinden beşte bir pay vereceklerini bildirerek bir anlaşma yaptılar. Sultan'la yaptıkları bu anlaşma sonucunda da, Halku'l Va'd Limanı'na yerleştiler. İşte daha sonra bütün Avrupa'ya "Barbaros Kardeşler" olarak nam salacak Hızır Reis ve Oruç Reis’in tarihe geçen ve Akdeniz'i adeta bir Osmanlı gölüne çeviren seferleri böylece başlamış oldu.

Kışı Halku'l Va'd Limanı'nda geçiren iki kardeş bahar gelince 5 gemiyle denizlere yelken açıp Sardunya Adası açıklarında içinde bal, zeytin, peynir, buğday ve demir bulunan toplam 4 düşman gemisini içindeki 150 esirle ele geçirdikten sonra Tunus'a döndüler. Ertesi bahar Anapoli Limanı açıklarında içinde 525 İspanyol'un bulunduğu sultat yüklü büyük bir gemiyle giriştikleri ve 150 levendin şehid olduğu şiddetli savaşta esir aldıkları 183 İspanyol dışında düşmanın tamamını öldürdüler. Oruç Reis'in de ağır yaralandığı bu savaştan sonra 1 gemi daha ele geçirerek Tunus'a döndüler. Barbaros Kardeşler'in hemen yok edilmezse ileride başlarına büyük işler açacağını anlayan İspanyollar iki kardeşi yok etmek için üzerlerine 10 adet donatılmış gemi gönderdiler. Leventler bir manevrayla bu gemilerden 4'ünü ele geçirdiler. Kaçan diğer 6 gemi ise İspanyol işgalindeki Becaye Kalesi altına girerek yattı. Oruç Reis onları da ele geçirmek istedi. Kaleden yağmur gibi top ve tüfek misketleri yağdı. Oruç Reis'in sol koluna misket isabet edip ağır yara alınca 60'dan fazla şehit verdikleri savaşta 300 İspanyol'u öldürülüp 150'sini de esir alarak geri çekildiler. Tunus'a dönen Barbaros bütün cerrahları çağırtıp Oruç Reis'in kolunu kurtarana ağırlığınca altın vermeyi vaad etti ise de çok kötü durumdaki sol kol kesilmek zorunda kalındı ve daha sonra yerine gümüş bir kol takıldı.

Oruç Reis iyileşip, bahar gelince İspanya'ya akınlar yapan levendler destan yazmaya devam ediyordu. Bu sırada adları bütün Avrupa'da destanlaşmış olan Barbaros Kardeşler, Korsika seferinden sonra kışı geçirmek üzere memleketleri olan Midilli'ye gidip dost ve akrabalarıyla hasret gidererek, ada halkını çeşitli hediyelerle sevindirdiler. Burada 3 yeni gemi daha yaptırıp Anadolu'dan levend yazılmak için akın akın gelen genç yiğitlerden seçim yaparak yeniden denizlere açıldılar. İçleri buğday, zeytinyağı, fildişi ve çok sayıda ganimetle dolu 15 düşman gemisini 1.000'den fazla esirle birlikte ele geçirip Tunus'a döndüler. Kışı burada geçirip baharda 12 gemiyle denize açılarak gittikleri Sicilya'da bir kaleyi basıp 300 esir aldılar. Ardından içi şeker, çuha, kurşun, barut, gülle ve seren direğiyle dolu toplam 5 düşman gemisini ele geçirdiler. En büyük teknelerde bile kullanılabilecek derecede kaliteli ve uzun olan seren direklerini seçilmiş 200 esirle birlikte Yavuz Sultan Selim'e hediye olarak gönderdiler. 6 gemiyle İstanbul'a giden Piri Reis hediyeleri Sultan'a sundu. Sultan da Piri Reis ve leventlerine çok değerli hediyeler vererek, Barbaros ve Oruç Reis'e iletilmek üzere altın yaldızlı 2 gemi, elmas kabzalı 2 kılıç ile hil’atlar ve sorguçlar hediye etti. Padişah'ın gönderdiği harikulade gemileri gören Oruç Reis çok sevindi. Büyük bir merasim düzenlendi ve bütün Tunus erkanının önünde Piri Reis tarafından Oruç Reis'e kılıç kuşatılıp, hil’at giydirildi. Ertesi gün Padişah hediyesi olan altın yaldızlı gemilerine binip İspanyol işgalindeki Becaye Kalesi'ne 2033 levendle çıkarma yaparak burayı fethettiler. (1513) Çok stratejik bir kale olan Becaye'nin fethi İspanya'da deprem etkisi yaptı.

Becaye'nin fethinden sonra Türkler'in gücünü gören Araplar ülkenin her yerinden heyetlerle gelmeye başladılar. İspanyol işgalinde büyük acı çeken Cezayir şehri halkının da yardım istemesi üzerine bu şehre 500 leventle yürüyen Oruç Reis şehrin büyük kısmını ele geçirdi. (1516) Cezayir'in ele geçirilmesinden sonra Oruç Reis, Cezayir Sultanı ilan edildi. Cezayir'de yönetimi düzenlemek için kardeşiyle iş bölümü yapan Barbaros Cezayir'in doğu kısmının, Oruç Reis ise batı kısmının idaresini üstüne aldı ve bütün ülkede nüfus ve arazi sayımı yapıldı. Cezayir'i ele geçirerek hızla güç kazanan Barbaros Kardeşler'in gün geçtikçe büyüyen bir tehdit oluşturması sebebiyle telaşa kapılan İspanya bir süre sonra Cezayir Limanı'na 40 gemilik büyük bir çıkarma yaptı. Gece olunca şehir kalesinden gizlice çıkan Oruç Reis 2.000 levendle birlikte İspanyollar'a arkadan bir gece baskını düzenledi. Zifiri karanlık, korkunç bir fırtına ve yağan şiddetli dolu altındaki İspanyollar neye uğradıklarını şaşırıp gemilerdeki askerlerini de indirince birbirlerini öldürmeye başladılar. Bir süre sonra Cezayir Kalesi'nden -Arap, Berberi ve Endülüslülerin de bulunduğu- 2.000 asker daha levendlere yardıma geldi ve sabaha kadar süren çatışmalarda 25.000 İspanyol askeri öldürüldü. Sadece 300 şehidin verildiği bu büyük savaşta İspanyollar'dan 2.700 asker de esir edildi. Ertesi yıl Tenes Şehri'ni ele geçirdiler. (1517) Fakat; Barbaros şehrin yönetimi için bir Subaşı tayin edip Cezayir'e döndükten sonra kaçan Tenes Beyi'nin Arap ve İspanyol askerleriyle birlikte tekrar Tenes’i ele geçirdiği haberi ulaştı. Bu duruma çok öfkelen Oruç Reis Cezayir Uleması'nın Tenes Beyi hakkında verdiği "Katli vacip, canı ve malı helaldir" fetvasını yazılı olarak aldıktan sonra Tenes'e gitti. Korkan şehir halkı Tenes Beyi'ni Oruç Reis'e teslim etti. İspanyollarla işbirliği içindeki Bey'in boynunu vurduran Oruç Reis şehir halkından da bağlılık yemini alarak geri döndü. Cezayir'de yönetimi düzenlemek için kardeşiyle iş bölümü yaptı. Cezayir'in doğu kısmının yönetimini Hızır Reis, batı kısmının yönetimini ise Oruç Reis üstüne aldı ve bütün ülkede nüfus ve arazi sayımı yapıldı.

Cezayir ülkesi'nin en büyük ikinci şehri olan ve sürekli baş ağırtan Tlemsen de İspanyol himayesinde, kötü bir Sultan'ın yönetimindeydi. Fakat huzursuzluğu artan Tlemsen halkı ayaklanarak Sultan'ı kaçırdılar ve Oruç Reis'e bağlılıklarını ilan ettiler. Tlemsenliler'in bu davranışı -böylesi büyük bir şehri savaşsız ele geçiren- Oruç Reis'i çok sevindirirken İspanyollar'ı ise telaşlandırdı. Tlemsen'i, buraya yakın binlerce askerin konuşlandığı çok güçlü bir kale olan Vahran Kalesi'nden yöneten İspanya'nın Afrika'daki en büyük komutanı da bu kalede bulunmaktaydı. Vahran Komutanı kaçan Tlemsen Sultanı'na 20.000 altın göndererek ordu toplayıp şehri geri almasını istedi. Tlemsen önlerinde 2.000 levendin 10.000 İspanyol ve Arap'a karşı yaptıkları ve üç buçuk saat süren savaşta 400 esir dışında düşmanın tamamı kılıçtan geçirilerek öldürüldü. (31 Ocak 1518) Aralarında İshak Reis'in de bulunduğu yaklaşık 1.000 şehit veren levendler kışı geçirmek üzere Kal'atü'l Kılâ'da konuşlandılar. İspanyolların ifadesiyle "Bir an önce söndürülmezse hristiyanlığın büyük bir bölümünü yakacak olan bu ateş"in yok edilebilmesi için İspanya Kralı'nın emriyle harekete geçen Vahran (Oran) Valisi Diego de Cordoba 35.000 askerle Kal'atü'l Kılâ'yı kuşattı. 3 ay bu büyük kuvvete karşı duran Oruç Reis, bıkan düşmanın anlaşma teklifiyle kaleyi boşaltırken -anlaşma dışı olarak- silahlarının da istenmesine karşı çıkarak 1.000 levendiyle birlikte savaşa savaşa şehri terketti. Rio Salado Irmağı üzerinde kurulu köprüye ulaşan Oruç Reis'in amacı, sağ kalan levendleriyle köprüyü geçerek köprüyü atmaktı. Fakat levendlerinin kendisine "Baba" diye seslendikleri Oruç Reis aç ve susuz durumdaki levendlerin yarısı köprüyü geçemeyince köprüyü atmaya kıyamadı ve kılıcını çekerek düşmanların içine daldı. Garcia Fernandez de la Plaza komutasındaki binlerce İspanyol'dan yaklaşık 100'ünün hep birlikte kılıç çekmesiyle şehit edilen Oruç Reis'in başı kesilerek İspanya Kralı'na gönderildi. (10 Ekim 1518) Oruç Reis'in cenazesini almayı başarıp naaşını defneden levendlerden sağ kalan 340'ı kara haberi getirince Barbaros büyük bir üzüntü ile sarsıldı. Ağabeyinin şehit edilmesine duyduğu öfkeyi: "Ah, bütün Frengistan'ı kılıçtan geçirsem kardeşlerimle yoldaşlarımın intikamını alamam!" sözleriyle belirten Barbaros, Afrika ve Akdeniz'i düşmanlarına dar etmeye and içti. Bu büyük Türk Denizcisi'nin şehit edilmesi İspanya'da ise büyük bir coşku ve sevinçle karşılandı. Öyle ki Garcia Fernandez de la Plaza'ya -oğulları ve torunları ile soyundan gelenler de dahil- İspanya Kraliyet İmtiyazı verilerek, Oruç Reis'in resim ve simgelerini üstlerinde, evlerinde, kapılarında ve istedikleri her yerde ebediyen taşıma ve kullanma hakkı tanındı.

Cezayir'in ilk Türk Sultân'ı olan Oruç Reis, Kuzey Afrika'daki Türk varlığının öncülüğünü yaptı. Zeki, cömert, merhametli ve şen olmasının yanısıra sözünü sakınmayan, korkusuz ve sert bir tabiatı vardı. Sohbetiyle insanları kendisine bağlar, sıcaklığı ve güvenilirliğiyle de kolayca kalplere girerdi. Leventleri ve yerli halk tarafından çok sevilip sayılır, yiğitliği ve babacanlığı sebebiyle "Baba Oruç" diye anılırdı. Korsanlık hayatı boyunca Avrupa'nın korkulu rüyası olmasının yanı sıra korsanlığa ailesinde ilk olarak o başlayarak küçük kardeşi Hızır Reis'e de yol açtı ve böylece dünyanın en büyük deniz savaşçısının yetişmesinde büyük pay sahibi oldu. Halen Cezayir halkı tarafından çok sevilen Oruç Reis hayırla yâd edilmeye ve büyük bir lider olarak kabul görmeye devam edilmektedir. Kabri nur, makamı Cennet olsun. Amin.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Seydi Ali Reis (1498-1563)

İstanbul, Galata'da doğdu. Sinoplu bir aileden gelmedir. Dedesi, II. Mehmet zamanında tersane kethüdalığında, babası Hüseyin Ağa da Darüssınaa kethüdalığında bulunmuşlardı. Kendisi de tersanede reis olarak çalıştı. Barbaros Hayreddin Paşa'nın yanında yetişti.

Seydi Ali Reis, tersane kethüdası olduğundan, bir deniz harekatında bağımsız olarak kumandanlık yapmadı. Rodos'un fethine (1522) ve daha sonra Akdeniz'de cereyan eden bütün deniz savaşlarına Barbaros Hayrettin Paşa yanında katıldı ve Batı Akdeniz bölgesini çok iyi öğrendi. Preveze Deniz Savaşı’nda (1538) Osmanlı donanmasının sol tarafına komuta ederek büyük yararlıklar gösterdi ve bu savaştan sonra adı daha çok duyulmaya başlandı. Trablusgarp'ın fethiyle biten harekatta Kaptan-ı Derya Sinan Paşa ve Turgut Reis emrinde çalıştı(1551).

Kanuni Sultan Süleyman tarafından, Portekiz donanmasıyla girdiği deniz savaşını kaybeden Murat Reis'in yerine Hint Kaptanlığına atandı ve Basra'daki donanmayı Süveyş'e getirmekle görevlendirildi.

Bu olay onun yaşamının da dönüm noktası oldu. 15 gemiyi derhal tamir ettirerek uygun deniz mevsimi için beş ay bekledi ve donanması ile Basra'dan ayrıldı (1554). Basra'dan aldığı 15 kadırga ile Süveyş'e doğu yol alırken Horfakan şehri açılarında 25 parçalık Portekiz donanmasıyla karşılaştı. Yapılan çarpışmada Portekizliler bir gemi kaybedip geri çekilince yoluna devam etti. Maskat yakınlarında 34 parçalık bir Portekiz Donanmasının saldırısına uğradı. Güney Arabistan sahillerinde dağların denize dik inmesinden faydalanarak, gemilerini Portekiz donanmasıyla kıyı arasına soktu, savaş başladığı zaman dağların kestiği rüzgar sebebiyle Portekiz donanmasının yelkenli gemileri hareketsiz kaldı, kürekli gemileriyle hızlı hareket ederek düşmanın sayı üstünlüğünü yok etmeye çalıştı. Yapılan savaşta Portekizlilerin altı gemisi batırıldı, Osmanlı donanmasının da beş gemisi battı, biri de yandı (1554).

Umman sahilindeki Zufar limanı geçilerek Şihr şehri hizasına gelinince, günbatısı yönünden fil tufanı (Tufan-ı Fil) veya Tsunami denilen bir fırtına çıktı. Çıkan fırtına yüzünden Seydi Ali Reis kalan dokuz kadırgalık donanmasıyla birlikte kıyıdan uzaklaşmak zorunda kaldı. Fırtınaya kapılan, günlerce denizde çalkalanan gemiler doğuya doğru sürüklenerek Hindistan kıyılarına, Gücerat sultanlığının Demen Kalesi önüne gelebildi, burada üç gemi karaya vurdu; geri kalan gemilerdeki top ve levazımı bırakarak Seydi Ali Reis elindeki altı gemiyle Surat limanına girdi; çünkü Portekiz donanması onu yakalamak için dolaşıyordu

Seydi Ali Reis buradan Gucerat'ın başkenti Ahmedabad'a gitti. Harap gemilerle Süveyş'e ulaşmak imkansız olduğundan, kalan gemiler satılıp karadan İstanbul'a dönülmesine karar verildi. Seydi Ali Reis Gucerat sultanı Ahmet Han tarafından iyi karşılandı. Daha sonra adamlarından bir kısmı Gucerat Sultalığı'nın emrine girdi. Seydi Ali Reis, Ahmedabad'tan Sind memleketinin başkenti Multan'a, oradan Lahor'a, bu şehirden de Delhi'ye gelerek Timuroğullarından Hümayun Şah'ın huzuruna çıktı (1555).

Hümayun şahın ölmesi üzerine Afganistan - İran yoluyla Anadolu'ya hareket etti (1556). Bundan sonra Kabil, Semerkant, Buhara, Meşhet şehirlerinde hükümdarları gördü.

Buhara civarında Özbeklerin saldırısına uğradı ve yaralandı. İran da Meşhet valisi tarafından tutuklandı, daha sonra serbest bırakılarak Şah I.Tahmasp'a gönderildi. Bir süre göz hapsinde kaldıktan sonra Anadolu'ya geçmesine izin verildi ve Şah'ın Kanuni'ye yazdığı bir mektubu da alarak Kazvin'den ayrıldı (1557). Aynı yıl Bağdat'a ulaştı. Böylece Basra'dan çıkışından 3 yıl 7 ay sonra tekrar Osmanlı ülkesine dönüyordu.

Seydi Ali Reis 1557 mayıs ayı başlarında İstanbul'a vardı ve Edirne'de bulunan hükümdarın yanına gitti. Süveyş donanmasının uğradığı kayıptan dolayı padişahtan af diledi. Dolaştığı yerlerde görüştüğü hükümdarların verdiği 18 nameyi sundu; Ali Reis mahvolmuş bir donanmanın sorumlusu olmakla beraber, başına gelen olağanüstü olaylar kabul edilerek suçlu görülmedi, önce Müteferrika yapıldı, sonra Diyarbakır tımar defterine tayin edildi. Bir süre şehzade Selim'in hizmetinde çalıştı, Galata Hassa gemi reislerinden biri oldu (1560). Son görevi bilinmemektedir. 1562 yılında İstanbul'da vefat etti.


Seydi Ali Reis'in Eserleri


1-MİRAT'I KAİNAT :

Güneşin hareketinden, yıldızların uzaklığından; kıblenin ve öğle vaktinin tayininden, nehirlerin genişliğinin tespitinden ve rub'u meceyyibden bahseden bir eserdir.

2-HULASET'EL- HAY'A :

Halep' te bulunurken hey'et ve matematik dersleri alan Seydi Ali Reis, Ali Kuşçu'nun Fethiye isimli eserini tercüme etmiş ancak bununla yetinmeyerek Mahmud b. Omar al Çağmini'den ve Kadızade-i Rûmî Musa Paşa'nın eserlerinden de faydalanarak tercümesine bir çok ilaveler yapmıştır.

4-KİTAB AL-MUHİT Fİ İLM'AL-EFLAK VA'L ABHUR :

Seydi Ali Reis kısaca Muhit adı ile tanınmış olan meşhur eserini 1554'te Haydarabad'da bulunurken kaleme almıştır. Geçirdiği tecrübelerden sonra kaptanlara ve gemicilere kılavuz olmadan Hint denizlerinde kolaylıkla dolaşım imkanını verecek bir kitap hazırlamak isteyen Seydi Ali Reis bu eserinde; yer tayini, zaman hesabı, takvimler, pusula taksimatı, denizcilikte önemli bazı yıldızlar ve yıldız grupları; meşhur limanlar, Hindistan'ın rüzgar- altı ve rüzgar-üstü sahilleri ile Hint denizindeki adalar, rüzgarlar, tayfunlar, sefer yolları hakkında mühim bilgi ihtiva etmekte; kitabın dördüncü bölümünde Yeni Dünya ( Amerika) ya ait bir bölüm de bulunmaktadır. Katip Çelebi, Cihannüma' sında Seylan, Cava, Sumatra ve diğer adalar hakkında verdiği bilgiyi aynen Muhit' ten nakletmiştir.

4-MİR'AT ÜL' MEMALİK :

Seydi Ali Reis'in Hindistan'dan Bağdad'a dönüşünde yol arkadaşlarının, görülen şehirleri, karşılaşılan değişik ve ilginç olayları, ziyaret edilen türbeleri ve çekilen zorlukları anlatan bir kitap yazmasını istemeleri üzerine kaleme almaya başladığı bu eseri 1557' de İstanbul'da tamamlamıştır. Süveyş kaptanlığına tayininden sonra yaşadıklarının bir hikayesi olan bu eserde Seydi Ali Reis, geçtiği memleketler, tanıştığı hükümdarlar ve şahit olduğu olaylar hakkında bilgi vermektedir. Aynı zamanda şair olan Seydi Ali Reis' in Mir'at ül-Memalik'te şiirlerinden örnekler mevcuttur.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Piri Reis (1475-1555)

Eşsiz bir kartograf ve deniz bilimleri üstadı olan Piri Reis haritacılık bilgisi ve kitaplarıyla dünyaca ün yapmış değerli ve büyük bir Osmanlı denizcisidir.

Türk denizcilik ekolünün öncüsü sayılan Karamanlı Kemal Reis'in yeğenidir. Asıl ismi Ahmed Muhiddin olan Pîrî Reis, 1475'te Gelibolu'da doğmuştur. Babası Hacı Mehmed Efendi'nin nezaretinde tanınmış hocalardan ders gören Pîrî Reis 11 yaşında dayısı Kemal Reis'in yanında çırak denizci olarak denizlere açılmıştır. Pîri Reis'in ölünceye kadar devam edecek denizcilik hayatı böylece çocukluk çağında başlamıştır. O hem denizlerde harp edecek, hem de ilim tahsil ederek kendisini yetiştirecektir. O dönemde Karamanoğulları Osmanlı devletine katılmış, Fatih Sultan Mehmet'in emriyle, Beyliğin ileri gelenleri İstanbul'a göç ettirilmiştir. Kemal Reis ve ailesi önce İstanbul'a, bir süre sonra Gelibolu'ya giderek orada yerleşmiştir. Kemal Reisle Birlikte Akdeniz ve Ege'de dolaşarak düşmana aman vermeyen Piri Reis, Osmanlı Devleti'nin hizmetine girerek bu şanlı Devletin bayrağını denizlerde şerefle dalgalandırmıştır. 1486'da Granada’nın Osmanlı Devleti'nden yardım istemesi üzerine 1487-1493 yılları arasında Piri ve amcası, gemilerle Endülüslü müslümanları İspanya'dan Kuzey Afrika'ya taşıdılar. Bu hizmetleri altı sene devam etmiştir. II.Bayezit'ın daveti üzerine dayısıyla birlikte İstanbul'a giden Pîrî Reis'e padişah, Amirallik rütbesi vermiştir. Pîri Reis dayısıyla birlikte 1498'de başlayıp 1502'ye kadar devam eden Osmanlı-Venedik harbine de katılmıştır.

Pîrî Reis, dayısıyla birlikte Sicilya, Korsika, Sardunya ve Fransa kıyılarına yapılan akınlara iştirak etmiştir. 1500'de Modon kalesinin denizden kuşatılmasında "Reis" unvanıyla harp gemisine kumandanlık etmiştir. Piri Reis Akdeniz'de yaptığı seyirler sırasında gördüğü yerleri ve yaşadığı olayları, daha sonra Kitab-ı Bahriye adıyla dünya denizciliğinin de ilk kılavuz kitabı olma özelliğini taşıyacak olan kitabının taslağı olarak kaydetti.

Piri Reis, 1511'de amcasının ölümünden sonra, bir süre için açık denizlere açılmadı ve Gelibolu'ya yerleşti. Burada, önce 1513 tarihli ilk dünya haritasını çizdi. Atlas Okyanusu, İberik Yarımadası, Afrika'nın batısı ile yeni dünya Amerika'nın doğu kıyılarını kapsayan üçte birlik parça, işte bu haritanın elde bulunan bölümüdür. Bu haritayı dünya ölçeğinde önemli kılan, Kristof Kolomb'un hala bulunamamış olan Amerika haritasındaki bilgileri içeriyor olmasıdır. Kemal Reis'in vefatından sonra Barbaros'un idaresi altındaki donanmada görev alan Pîri Reis, bu büyük Türk denizcisinin pek çok seferine iştirak etmiştir.

Pîrî Reis 1516 ve 1517'de Suriye ve Mısır'ın Yavuz Sultan Selim tarafından fethedilişi harekatına donanmasıyla katılarak değerli hizmetlerde bulunmuştur. Pîri Reis haritalarını Yavuz Kahire'de iken padişah'a takdim etmiş ve çok takdir görmüştür.

Mısır seferinden sonra Gelibolu'ya dönerek hayatını ilme veren Pîrî Ris, Kanuni devrinde Rodos seferine katılmıştır.

Tamamladığı değerli eseri "Kitab-ı Bahriye"yi 1527'de Sadrazam İbrahim Paşa vasıtasıyla Kanuni'ye takdim eden Pîrî Reis, ilme âşık padişah tarafından mükafatlandırılmış ve teşvik görmüştür.

Kanunî tarafından 1547'de Hind (Mısır) Kaptan-ı Deryalığına atanan Pîri Reis bu vazifesinde devlete büyük hizmetlerde bulunmuştur.

Bu vazifede iken 1551'de Aden'i fethetti ve Maskat’taki Portekiz Garnizonunu zaptetti. Basra Körfezinde bâzı yerleri de fethettikten sonra, Katar Yarımadasını, Bahreyn Adalarını, Lahsa (Hasâ) kıyılarını Türk hâkimiyetine soktu. İhtiyârlığına rağmen mücâdelelerine yılmadan devâm eden Pîrî Reis, 27 parça gemisini Basra’da bırakıp, üç kadırga ile Süveyş’e dönmesi yanlış anlamalara ve ithamlara sebep oldu. Ömrünü denizlerde yılmadan mücâdele ile geçiren Pîrî Reis, 1555’te öldüğü zaman, ardında, o güne kadar bilinmeyen birçok deniz bilgileriyle dolu ciltlerce eserle, bugün bile hayranlıkla seyredilen haritalar bıraktı. Pîrî Reis’in eserleri, çeşitli dillere çevrilerek basılmış ve onun şöhreti bilhassa 20. asırda dünyâya yayılmıştır. Türk denizcileri arasında başarılı bir kaptan-ı deryâ olan Pîrî Reis, aynı zamanda bir ilim adamı olarak bıraktığı eserlerle târihin sayfalarında unutulmazlar arasına girmiştir.


Kitab-ı Bahriye:

Türk haritacılığının kurucusu Piri Reis tarafından 1521 tarihinde hazırlanmış ve dünyanın en önemli coğrafya eserlerinden kabul edilen "Kitab-ı Bahriye" Akdeniz kıyılarına ait ayrıntılı bir harita-kılavuzdur. 858 büyük sayfayı bulan denizciliğe ait bu değerli eserinde 223 harita bulunmaktadır. Kitap, denizcileri, Akdeniz kıyıları, adaları, geçitleri, boğazları, körfezleri, fırtına halinde nereye sığınılacağı, limanlara nasıl yaklaşılacağı hakkında bilgiler vermesi yanında ayrıca limanlar arasında gitmek için de kesin rotalar verir. Kitabın 78 sayfası ise nazım şeklinde kaleme alınmıştır.

Büyük bir denizci olduğu kadar büyük bir haritacı da olan Piri Reis, gezip gördüğü yerler hakkında bilgileri kaydetmiş ve onların haritalarını çizmiştir. 1511-13 yılları arasında birinci dünya haritasını çizerken seyir notlarını da bir kitap olarak düzenlemeye başlamıştır. Sonunda, yabancı kaynaklardan da yararlanarak bu yerlerin tarihî ve coğrafî özelliklerini 1521 tarihinde tamamladığı Kitab-ı Bahriye'de toplamıştır.

1524 yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın damadı ve sadrazamı Pergeli İbrahim Paşa, Mısır'a sefer yaparken, Piri Reis'i de yanına kılavuz kaptan olarak alır. Piri Reis'in sefer sırasında kendi hazırladığı kılavuzdan yararlandığını farkeden Sadrazam, Piri Reis'ten eserin temize çekilerek Kanuni Sultan Süleyman'a sunulmasını ister. Piri Reis, usta hattatlar ve çizimcilere yaptırılan yeni Kitab-ı Bahriye'sini 1526'da Kanuni'ye armağan eder.

Kitab-ı Bahriye'nin 1526 sürümünde Akdeniz ve Ege'nin 290 haritası vardır. Bunu izleyen yüzyıl boyunca Kitab-ı Bahriye'nin ilk nüshasından daha da gösterişli çeşitli kopyaları yapılır. İşlevselliği artsın diye sonraki yıllarda yapılan kopyalarına Marmara Denizi kıyı ve adaları ile İstanbul da ilave edilir.

Güzelliği bir yana, bu ikinci sürüm denizcilikle ilgili pek çok bilgi içerir: birinci bölümün konuları fırtınalar, pusula, portolan(bir limanın ya da kıyının bir bölümünün, büyük ölçekte yapılmış haritası) haritaları, yıldızlarla yön bulma, okyanuslar, ve onları çevreleyen kara parçalarıdır.

İkinci kısım, portolan tarzı harita ve seyir kılavuzlarından oluşur. Her bölüm söz konusu ada veya kıyının bir haritasını içerir. Bu bölümlerden birinci kitapta 132, ikincisinde 210 tane vardır. Kitab-ı Bahriye'nin ikinci bölümü, Çanakkale Boğazı ile Sultaniye ve Kilitbahir kalelerinin anlatımı ile başlar. Ege Denizi adaları ve kıyıları, Yunanistan kıyıları, Mora Yarımadası, Adriyatik kıyıları, İtalya kıyıları, Sicilya, Sardunya, Korsika adaları, Fransa kıyıları, İspanya kıyı ve limanları, Kanarya Adaları, Kuzey Afrika kıyıları, Mısır ve Nil nehri, Doğu Akdeniz kıyıları, Girit ve Kıbrıs, Anadolu'nun güney ve Ege kıyıları ve adaları, Gelibolu ile Saros Körfezi anlatılır. Kentlerdeki önemli anıt ve binaların çizimlerinin de yer aldığı kitapta ayrıca Piri Reis'e ait biyografik bilgiler de bulunur.

Kitapta, Piri Reis, Akdeniz'le ilgili bunca bilginin büyük bir parşömen üzerine çizmek yerine bir kitapta toplamasının nedenini açıklamış, elindeki bilgilerin tek bir haritaya sığdırılmasının kullanışsız olacağını belirtmiştir.

Kitabı Bahriye, Anadolu sahillerinin özelliklerini karış karış veren değerli bir coğrafya kitabı olarak bugün dahi geçerlidir.

Kitab-ı Bahriye'nin kopyaları Avrupa'nın çeşitli kütüphanelerinde bulunur. Birinci kitabın suretleri İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda, Nurosmaniye Kütüphanesi'nde ve Süleymaniye kütüphanesi'nde, Bolonya'da Bibliotheque de l'Universite'de, Viyana'da Nationalbibliothek'de, Dresden'de Staatbibliotek'de, Paris'de Bibliotheque Nationale'de, Londra'da British Museum'da, Oxford'da Bodlein Library'de, Baltimore'da Walters Art Gallery'de bulunur. İkinci kitabın suretleri İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda, Köprülüzade Fazıl Ahmed Paşa Kütüphanesi'nde, Süleymaniye Kütüphanesi'nde ve Paris Kütüphanesi'nde bulunurlar.


Dünya Haritası I ve II:

1513'te yaptığı Amerika ve Dünya haritası bütün dünyadaki ilim adamlarınca hayret, takdir ve heyecanla karşılanmıştır. Çünkü Pîri Reis asırlar öncesinin sınırlı imkanlarına rağmen haritayı hayret verici doğrulukta çizmiştir. Deri üstüne çizdiği haritalar, tek kelime ile şâheserdir. 1513 yılında yaptığı haritasında, Atlas Okyanusu ve yeni keşfedilen Amerika da yer almaktadır. Haritayı yaptığı târihten henüz yirmi beş yıl önce keşfedildiği iddiâ edilen Amerika kıtasının, ayrıntıları ile îzâh edilmesi düşündürücü ve bu yerlerin daha önceden bilindiğinin açık işâretleridir. Bu haritayı, üzerinde gerekli düzeltmelerden sonra 1528’de tekrar yapmıştır. Her ikisi de, büyük haritalar şeklinde sekiz renk üzerine deriye işlenmiştir. Bütün dünyâda büyük hayranlık uyandıran bu büyük eserde Grönland’dan Florida’ya kadar olan kısımlar, büyük bir doğrulukla çizilmiştir. Topkapı Müzesinin düzenlenmesi esnâsında, diğer târihî kıymetli eserler arasında ele geçen, deri üstüne yapılmış haritalar, 1929 yılında aynen yayınlanarak dünyâ kamuoyunun takdirine sunulmuştur.

Piri Reis'in dünyanın yuvarlık olduğunu söylediği yıllarda Macellan'ın henüz dünya turuna çıkmadığı (dünya turu 20 Eylül 1519'da başlamış ve Macellan'ın kaptanları tarafından 6 Eylül 1522'de tamamlanmıştır) hatırlanırsa, Pîrî Reis'in coğrafya ilmi bakımından Avrupalılardan ne kadar ileride olduğu açıkça görülür.

Kendi değerlerimize sahip çıktığımızda ne harikalar ortaya koyduğumuzun delillerinden birisi de Pîrî Reis'dir.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Turgut Reis (1485-1565)

Turgut Reis, Trablusgarp fatihi olarak anılan ünlü Türk denizcisi ve korsanı Trablus beyidir.

Osmanlı Devletinin Menteşe (Muğla) Sancağı'na bağlı Seroz(Saravuloz) Köyü'nde, tahminen 1485 yılında doğdu. O dönemde Bodrum Kalesi halen Rodoslu St.John Şövalyeleri'nin elindeydi ve Bodrum yarımadasının kıyıları hıristiyan korsanların yağmasına açıktı. Bu risk nedeniyle Türk yerleşimleri çogunlukla kıyıdan uzak yerlere kuruluyordu. Seroz da bir dağ köyüydü ve ahalisi geçimini denizden sağlamıyordu. Turgut Reis'in babası da Veli isminde bir çiftçiydi. Buna rağmen, Menteşe yöresi gençlerinin çoğu gibi Turgut'un hayyallerini de yiğit bir deniz gazisi olmak süslerdi. Gençliğinde cirit, güreş ve ok atmada gösterdiği ustalık ve cesaretiyle çevrede tanınıp Menteşe kıyılarından levent toplayan Hızır Reis'in adamları tarafından seçilerek, Cezayir leventleri arasına alındı. Pek çok muharebelerde cesaret ve silahları kullanmadaki maharetiyle büyük kahramanlıklar gösterip, Barbaros’un takdirini kazandı ve reis oldu.

Preveze Deniz Zaferi'nin kazanılmasında büyük hizmetleri görüldü. Muharebe sırasında harp hattının gerisinde ihtiyat filosuna kumanda etti. Harbin en şiddetli zamanında, yerinde yaptığı çevirme ile Andrea Doria'yı geri çekilmeye mecbur etti. Geri çekilen düşmanı takip ederek pek çok gemiyi zaptetti.

Akdeniz'in hıristiyan yakasında Dragut adıyla tanınan Turgut Reis'in yağma seferleri, kralların da gündemindeydi ve kendisini etkisiz hale getirmek üzere birkaç defa takip filoları oluşturuldu. Kendisine bağlı 8 gemilik şahsi filosuna komuta eden Turgut Reis, bu küçük çatışmalatdan zaferle ayrıldı. Ancak, 1540’ta Salih Reis ile beraber Akdeniz’deki korsan gemilerine karşı açtıkları mücadele günlerinde, Korsika’da gemisini yağlarken, 15 kadar gemiyle ani bir baskın yapan Giannettino Doria tarafından yakalanarak gemisinde esir edildi ve forsaya vuruldu. Dört yıla yakın eziyet ve sıkıntı içinde kürek çekti. Daha sonra Cenova'ya götürülüp hapsedildi.

Kendisini kurtarmak amacıyla Barbaros Hayrettin Paşa'nın sunduğu fidye teklifleri geri çevirildi. Ancak Kanuni'nin emriyle Fransa Kralı Fransuva'ya destek vermek üzere 120 parçalık bir donanma ile Marsilya'ya hareket eden Barbaros'un, ani bir şekilde Cenova önlerinde demir atmasıyla; şehir meclisi fidye görüşmelerine yanaşmak zorunda bırakıldı. Şehir, Türk toplarının menzili içindeydi. Bazı kaynaklara göre o sırada açık denizde olan, Turgut Reis'in forsaya vurulduğu gemi derhal limana çağırıldı ve ünlü amiral, Türk donanmasına teslim edildi.

Turgut Reis'i büyük bir sevgiyle karşılayan Barbaros Hayreddin Paşa, dönüşte yedek gemisini ona hediye etti. Zamanla filosunu büyüten Turgut Reis, Batı Akdeniz’de kendini kabul ettirerek Cerbe Adası'na yerleşti. Akdeniz’de düşmana aman vermeyen gazalarının sonucunda, Kanuni Sultan Süleyman tarafından İstanbul’a davet edildi.

Emrinde çalışan Kılıç Ali, Gazi Mustafa, Hasan Reis, Kara Dayı, Kara Kadı gibi kaptanlarla birlikte sekiz gemiyle İstanbul’a gelip, sultana bağlılıklarını arz ettiler. Kanuni Sultan Süleyman, Turgut Reis'e iltifatlarda bulunup Karlıeli Sancakbeyliğini, diğerlerine de yetmişer-seksener akçe ulufeyle, fener taşıma hakkını verdi.

Turgut Reis, bundan sonra bir Osmanlı kaptanı olarak tekrar denize açıldı. İspanyollar, Cerbe Adası'nda kendisini baskına uğrattılarsa da bir dere yatağından gemilerini denize aşırıp Haçlı donanmasının ardına düştü ve büyük bir bozguna uğrattı. Malta Baskını, Manya Zaferi, Selanik limanı önündeki harple kendisini gösterdi.

1548-1550 yılları arasında iki yıl Kuzey Afrika sahillerinde, Müslümanlara yardım etti. Kanuni Sultan Süleyman, Kuran-ı Kerim ile bir kılıç gönderip Trablusgarb’ın fethini istedi. 15 Ağustos 1551’de, Malta şovalyelerinin hakimiyetinde bulunan Trablusgarb’ı fethi, 1552’de Andrea Doria’ya karşı kazandığı Pestiye Zaferi, 1553’te Korsika Adası'nın merkezi Bastia’yı zaptı başarılarından sonra, Trablusgarb Beylerbeyliği'ne getirildi.

Kaptan-ı Derya Piyale Paşa ile birlikte pek çok deniz seferine katılmıştır. 1560’ta Andrea Doria’nın oğlu Giovanni’nin Cerbe saldırısında, Turgut Reis'in Osmanlı donanmasının zafere ulaşmasında çok büyük gayreti görüldü. 1565’te Malta Kuşatması'na katıldı. Bu sırada 80 yaşında olan Turgut Reis, kuşatmada yapılan hatayı belirtmesine karşın büyük bir istekle savaşa katıldı. Ada'nın üç direnek merkezinden en büyüğü olan St. Elmo Kalesi kuşatmasını bizzat yönetti. Gemilerin yelken direklerini söktürerek, kalenin etrafını saran hendek engelini aşmak üzere bir köprü oluşturdu. Kalenin duvarında açılan ve yer seviyesinden yüksekte olan gediğe doğru uzatılan bu köprüyü kullanan leventler, içeri sızmayı denedi. 17 Haziran'da St. Elmo burcunda yapılan bir hücumda, başından yara alarak beş gün baygın yattıktan sonra, 23 Haziran'da şehit oldu. Turgut Reis son nefesini verirken, St. Elmo kalesi Türk hakimiyetine geçmişti. Ancak; Paşa'nın şuuru kapalı olduğu için bu müjdeli haber kendisine açıklanamadı.

Barbaros Hayreddin Paşa'nın; “Turgut benden yeğdir!” dediği bu deryalar hâkiminin naaşı, Trablusgarp’ta kendisinin yaptırdığı caminin yanındaki türbesine defnedildi. Günümüzde de türbesi, Libyalılar ve onu sevenler tarafından ziyaret edilerek hayır dualarla anılmaktadır.

"Dragut", Avrupalı'ların Turgut Reis'e taktığı lakaptır. Ejderha manasına gelen "Dragon" ile "Turgut" kelimeleri arasındaki ses benzerliği ve Turgut Reis'in, Akdeniz'in hıristiyan yakasına yaptığı yağma seferleriyle sebep olduğu korku ve dehşet; "Dragut" lakabının doğmasına yol açmıştır. Batılı kaynaklar, kendisini hala "Dragut Rais" olarak anmaya devam etmektedir.


Salih Reis (1488-1556)

Büyük Osmanlı amirallerinden Salih Reis'in doğum târihi kesin olarak bilinmemekle beraber, Çanakkale veya Edremit yakınlarındaki Kazdağı’nda 1488’de dünyâya geldiği tahmin edilmektedir. Çocuk denecek yaşta Oruç Reis’in maiyetinde levend olarak yetişti. Barbaros kardeşlerin Akdeniz’e nam ve korku salan seferlerinde bulundu. Oruç Reis’in şehit edildiği 1518’de otuz yaşlarında olup, tecrübeli, korkusuz, düşmana aman vermeyen tam bir deniz akıncısıydı. Oruç Reis’in şehâdetinden sonra, Barbaros kardeşlerle berâber çalıştı.

Kânûnî Sultan Süleymân Hanın, Barbaros Hayreddin Paşayı İstanbul’a dâvetinde, onunla beraber gelen reislerin arasında Sâlih Reis de vardı. Sultanın huzûruna, Hayreddin Paşa ile berâber kabul edildi ve deniz albayı rütbesi verildi. Sonra bahriye sancakbeyliğine (tümamiral) terfi etti. Akdeniz’de korsan gemilerine diğer reislerle berâber göz açtırmayan Sâlih Reis, 1540’ta Korsika’nın bir limanında âni baskın neticesinde, Turgut Reisle berâber esir düşüp forsaya vuruldu. Akdeniz’in kendilerine dar geldiği bu korkusuz denizciler, üç yıla yakın eziyet ve sıkıntılar içinde kürek çektiler. Barbaros Hayreddin Paşa, bunların bulunduğu geminin Cenova Limanında olduğunu, câsusları vâsıtasıyla öğrenince, yüz parçalık muhteşem donanmasıyla derhal oraya gitti. Şehrin doçunu, amiral gemisine çağırarak, Sâlih ve Turgut Reislerin akşama kadar teslimlerini istedi. Yoksa Cenova limanında taş taş üstünde bırakmayacağını bildirdi. Bir müddet sonra reisler getirilip teslim edildi.

Sâlih Reis, Preveze Zaferinde (1538) Donanma-yı Hümâyûnun sağ kanadına kumanda etti. 1551’de bahriye beylerbeyi (oramiral) rütbesine yükseltilerek Cezayir eyâletinin beylerbeyliğine getirildi. Fas’ın İspanyollarla anlaşmasına meydan vermeden gerekli tedbirleri alması emredilince, 1553’te Fas topraklarına girdi. Böylece Osmanlı sınırları Atlas Okyanusuna kadar genişledi.

Barbaros Hayreddin Paşa hatıralarında Salih Reis için: "Andrea Doria, benden sonra en çok Salih Reis’e kin beslerdi. Akıl almaz cüreti, görülmemiş zekası, denizcilikteki büyük dehasıyla Salih, bütün kafir hükümdar ve amirallerini yıldırmıştı" şeklinde övgü dolu sözlerle anmaktadır.

Osmanlıların Akdeniz hâkimiyetlerinde, büyük gayretleri görülen Sâlih Reis, çalışkan, zeki, teşebbüs sâhibi, idâreci, kâbiliyetli bir deniz amiraliydi. Barbaros kardeşler gibi dîne, devlete hizmet etmeyi şeref sayardı. Bu meziyet ve kâbiliyetleriyle denizlerde uzun yıllar, şerefli hizmetlerinden sonra, 1556 yılında Cezayir’de vefât etti.


Kurdoğlu Muslihiddin Reis

Kurdoğlu Muslihittin Reis'in babası Kurt Ahmet Reis, Fatih Sultan Mehmet'in donanmasında görev almış korsanlardan biridir. Kurt Ahmet Reis yaşı ilerlediği için inzivaya çekilmiş, yerini en büyük oğlu olan Muslihittin'e bırakmıştır. Bunu kutlamak için de Muslihittin'in yavuklusunu bulundukları köye gemiyle getirtmek ister. Lakin yolda, Philippe Villiers de L'Isle-Adam'ın emrindeki Rodos Şövalyeleri'nden birisi Muslihittin'in yavuklusunu kaçırır. İntikam ateşiyle yanan Kurdoğlu en sonunda Kanuni Sultan Süleyman'ın da izniyle Rodos'u fetheder.

Kurdoğlu Muslihittin, Akdeniz'de ecnebi korsanlara göz açtırmaz ve filosundaki gemilerin sayısı 50'yi bulur. Kendini güçlü hissettiği zaman, Karadeniz Bölgesi'nden binlerce levent toplar ve İtalya'ya gider. Papa'yı kaçırmayı düşünen Kurdoğlu, beraberinde olan leventlerine kıyamaz ve kişisel bir mesele için onca levendin canına kıymak istemez geri döner. Donanmasından 10 adet gemiyle Bab-ı Ali'ye gider ve Yavuz Sultan Selim'in huzuruna çıkar. Ondan Rodos'u fetih izni ister. Yavuz Selim ise o sıralar Arap Yarımadası'na fetih hazırlıkları içerisindedir. Fetihten sonra Rodos için söz alır Muslihittin. Arap Yarımadası fethedildikten sonra Yavuz Selim'in ömrü yetmez. Muslihittin Reis pes etmez ve Kanuni Sultan Süleyman'ın huzuruna çıkar. Ondan fetih için söz alır. 400 gemiyle Rodos fethedilir. Muslihittin Reis intikamını alır.

Fiziksel özellikleri; lacivert gözlü, uzun boylu, atletik yapılı. Çok zeki ve geleneklerine çok bağlıdır. 3 kardeşi de kendisinin oğlu gibidir. Hayatı boyunca birçok köleyi azad etmiş, birçok korsan gemisi ele geçirmiş, birçok şövalye öldürmüştür. Yavuz Sultan Selim ile çok iyi ilişkileri vardır. Yavuz Selim kendisini Arabistan'ı fethettikten sonra yanına çağırmıştır. Orada yaklaşık 1 ay Yavuz Selim'in misafiri olarak kalmıştır. Kanuni ise Muslihittin Reis'i, kişisel çıkarları için devleti kullanan biri olarak görmüş, Rodos'un fethinden sonra Philippe Villiers de L'Isle-Adam için "Şu yaşlı adamı Rodos için yurtsuz bıraktık, bırakın yaşasın" demiştir ve onun tebaasıyla birlikte Malta'ya kaçıp orada örgütlenmelerine olanak tanımıştır.

Ayrıca, Kurdoğlu Muslihittin Reis'in hikayesini anlatan Bekir Büyükarkın tarafından yazılmış 1966 tarihli "Suların Gölgesinde" isimli bir roman ve 1991 yapımı "Osmanlı Bedel İster-Kurdoğlu" isimli bir film de mevcuttur.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Aydın Reis

On altıncı yüzyıl Türk denizcilerinden. Aslen Karamanlı olup Kemal Reisin yetiştirmelerindendir. Osmanlı donanmasında gemi kaptanlığı vazifesindeyken Sultan İkinci Bayezid’in emriyle Memlüklü Sultanlığı hizmetine girdi. Ustası Kemal Reisin vefatı (1511) üzerine Kuzey-Batı Afrika’ya geçerek Oruç Reisin gazalarına iştirak etti. Cezayir’in fethine katıldı. Oruç Reisin şehadetinden sonra Barbaros Hayreddin Paşanın maiyetinden ayrılmadı. Barbaros, on beş gemilik bir filoyu Aydın Reisin emrine verip İspanyol zulmü altında inleyen Müslümanları kurtarmaya gönderdi. İspanyollar tarafından “Şeytan Döven” adı verilen Aydın Reis, Endülüs’e giderken rastladığı beş İspanyol gemisini ele geçirdi. Güney İspanya kıyılarına vardı. Oliva Limanında Müslümanları gemilere bindirip yola çıktı. Balear Takım Adalarından Formentera'da muhacirleri karaya çıkarıp kendisini takip eden İspanyol donanması komutanı Portundo’nun filosuna hücum etti. Yedi İspanyol gemisini ele geçirdi. İspanyol komutan ve kaptanları çarpışmada öldü. İspanyol amiral bayrağını da ele geçiren Aydın Reis, muhacirleri alarak Cezayir’e döndü. Barbaros tarafından Cezayir donanması kaptanlığı ile taltif edildi. On parçalık bir filoyla Barbaros’un mektubunu ve hediyeleri takdim etmek üzere İstanbul’a gönderildi. Arkadaşları ile birlikte Kanuni Sultan Süleyman Hanın huzuruna kabul edilip iltifatlarına mazhar oldu.

Daha sonra Barbaros’un Kaptan-ı deryalık vazifesiyle İstanbul’a gitmesi üzerine Aydın Reis seferler tertip edip İspanyol zulmünden Müslümanları kurtarmaya devam etti. 1534 yılında Barbaros Hayreddin Paşa ile birlikte Tunus seferine iştirak etti. 1535 yılında Beledül-Unnab’da (Bone) vefat etti.


Murat Reis (1509-1609)

Meşhur Osmanlı amirallerinden Murâd Reis Rodos’ta dünyaya gelmiştir. Genç yaşında Garp Ocağına dâhil olup, Barbaros’un emrine girdi. Barbaros’la çeşitli sefer ve akınlara katıldı. Gemi kaptanlığındaki sevk ve idâresi, cesâreti, yiğitliği onu Barbaros’la berâber İstanbul’a götürdü. Barbaros Hayreddin Paşa 1534’te Osmanlı donanmasının başına getirilince, Murâd Reis, Haliç’te gemilerin hazırlanmasında büyük yardımlarda bulundu. Barbaros Hayreddin Paşanın Osmanlı Kaptan-ı Deryası olarak katıldığı bütün seferlere iştirâk etti.

25-26 Eylül 1538 gecesi Preveze’ye çıkarma teşebbüsünde bulunan Haçlı donanması üzerine kahramanca saldıran Murâd Reis, onların bu teşebbüsüne mâni oldu. Târihin sayfalarındaki altın zaferlerden biri olan 28 Eylül 1538 Preveze Deniz Savaşında kahramanca dövüştü.

1552 yılında Hint Kaptanlığına getirildi. Avrupa-Hindistan deniz yolunu ellerine geçirmek için uğraşan Portekizlilerle amansızca mücâdele etti. Hürmüz Savaşında kendisinden sayıca fazla, kuvvetli Portekiz donanmasına saldırdı. Gece karanlığına kadar cesâretle savaşan Murâd Reis, kalan gemileriyle Basra’ya çekildi.

1553 yılında Hint Kaptanlığından alındıktan sonra, Kıbrıs’ın fethi sırasında keşif ve emniyet filosu komutanlığına getirildi.

1570 Martında yirmi beş kadar gemiden ibâret filosu ile İstanbul’dan hareket ederek Girit-Rodos-Kıbrıs arasında karakol görevine başladı. Savaş ve nakliye gemileri Rodos yakınlarına varıncaya kadar bu görevine devam eden Murâd Reis, ana donanmaya katıldı. Kıbrıs’a yapılacak çıkartmada Murâd Reis’e, Güney Ege’de karakol görevi verildi. Kıbrıs fethedilip, donanma İstanbul’a dönünceye ve alınamayan tek kale Magosa ele geçinceye kadar, Girit Adasındaki Venedik donanmasının yapması muhtemel bir harekâtına karşı görevine devam etti.

Daha sonra da Osmanlı donanmasındaki hizmetlerine devam eden Murâd Reis, Anadolu-Mısır ticâret yolunu kesmeye uğraşan korsan gemilerle mücâdele etti. 1609’da Ege Denizine açıldığı sırada Türk ticâret gemilerinin yollarını kesmek için, on gemiden müteşekkil bir Malta filosunun Kıbrıs açıklarında görüldüğünü haber aldı. Süratle gemilerin bulunduğu tahmin edilen yere doğru yol alan Murâd Reis onları yakaladı. Fresine adlı bir şövalyenin komuta ettiği filoya önce uzaktan, sonra da yakından isâbetli top atışları ile hücum etti. Maltalıların meşhur gemileri “Kızıl Cehennemi” armasından başlamak üzere âdetâ budadı. Sonunda, yol alamayan gemi teslim alındı. Maltalıların on gemisinden altısı Türkler tarafından zaptedildi ve esirler kurtarıldı.

Bu savaşta yüz yaşında olmasına rağmen düşman gemilerine rampa edildiği zaman korsanlarla gemi güvertesinde çarpışan Murâd Reis ağır yaralandı. Bütün ömrünü devletine hizmet için denizlerde geçiren usta denizci, tecrübeli kaptan Murâd Reis’i, Kaptan-ı Derya Halil Paşa tedâvi için Kıbrıs Adasına çıkarttı. Fakat yarası çok ağır olan Murâd Reis, kurtarılamayarak 1609’da şehit oldu. Vasiyeti üzerine Rodos Adasına defnedildi.


Ali Macar Reis

Ali Macar Reis 16’ncı yüzyılda yaşamış ünlü bir Türk denizcisidir. Daha çok yapmış olduğu haritalar ve denizcilik konusundaki çalışmaları ile tanınmaktadır. Ali Macar Reis, hazırlamış olduğu eserlerini 1566 yılında tahta çıkan Sultan II.Selim’e sunmuştur. İnebahtı Deniz Savaşı'na da katılan Ali Macar Reis, bu savaşta Türk Donanmasının merkez bölgesinde bulunan gemilerin birinde kaptan olarak görev yapmıştır.

Ali Macar Reisin dünyaca ünlü Atlası, yedi haritadan oluşmaktadır. Bunlar: “Karadeniz”, “Doğu Akdeniz ve Ege”, “İtalya”, “Batı Karadeniz ve İber Yarımadası”, “İngiliz Adaları ve Avrupa'nın Atlantik kıyıları”, “Ege Denizi, Batı Anadolu, Yunanistan” ve “Dünya” haritalarıdır. Atlas, dönemine ait kahverengi bir cilde sahiptir. Ön ve arka kapakların ortasında, Osmanlı cilt sanatının süsleme öğesi şemse bulunmaktadır. Kapakların kenarı ayrıca altın yaldız ve cetvel ile çevrelenmiştir. Ön cilt kapağının iç yüzündeki ebrunun üst kenarında, “Bu harita Ali Macar'ındır, gaflet olunmaya” notu yer almaktadır.18 sayfadan oluşan atlasta, deri parşömen üzerine çizilen haritalar yedi çift sayfa üzerinde 31x43 cm’lik alanı kaplamaktadır. Atlasta yer alan ilk altı harita, 16’ncı yüzyıl Osmanlı deniz haritalarının tipik örneğidir. Sonuncusu bir dünya haritasıdır.

harita.jpg

Ali Macar Reis'in Dünya Haritası


2018-11-04_223147.jpg

Ali Macar Reis'in Karadeniz Haritası
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Kılıç (Uluç) Ali Paşa

İtalyan asıllı Büyük Türk denizcisi ve Osmanlı Kaptan-ı Deryâlarındandır. 11 yaşında Barbaros Hayrettin Paşa'nın leventleri tarafından İtalya'da esir edilen ve eski adı Giovanni Dionigi Galeni olan Kılıç Ali Paşa müslüman olduktan sonra Uluç Ali adını aldı. Turgut ve Piyâle Paşalarla berâber büyük Osmanlı Amirali Barbaros Hayrettin Paşa'nın yanında eğitim aldı.

Osmanlı Sultanı Kânûnî Sultan Süleyman Han devrinde Barbaros Hayreddin, Turgut ve Piyâle Paşaların bulundukları deniz muhârebelerine katıldı. Gösterdiği yararlıklar üzerine 1550’de, Sisam Adası mâlikâne olarak kendisine verildi. 1565’te İskenderiye Beylerbeyliğine tâyin olundu. Mısır donanmasıyla Malta Seferine katıldı. Turgut Reisin bu muhârebede şehid düşmesi üzerine Trablusgarb Beylerbeyi oldu. 1568’de Barbaroszâde Hasan Paşanın yerine Cezâyir Beylerbeyliğine tâyin edildi. 1570’de Papanın teşvikiyle meydana getirilen Haçlı donanmasına karşı İnebahtı Deniz Savaşına katıldı. İnebahtı Deniz Savaşı sırasında donanmanın 42 parçalık bir filosuna kaptanlık eden Uluç Ali Paşa, akıllıca yaptığı manevralarla Malta donanmasını batırarak İstanbul’a dönmeyi başarır. Kanuni’den sonra Sultan II. Selim’e de vezirlik eden Sokullu Mehmet Paşa, bu yürekli ve yetenekli denizcinin Uluç olan lakabını Kılıç’a çevirerek onu donanmanın başına getirir. Sokullu, paşadan yeni bir donanma inşa etmesini şu sözlerle emreder: “Paşa, paşa! Sen bu devleti anlayamamışsın! Eğer bu devlet isterse, bu donanmadaki gemilerin halatlarını ibrişimden, yelkenlerini atlastan donatır! Eğer zamanında sana istediğin malzemeyi veremezsem, gel benden bunları iste!” Ve İnebahtı’dan beş ay sonra, Kılıç Ali Paşa kumandasında 300 parçalık bir donanma, yine İtalya açıklarında gezinmeye başlar…

İkinci Sultan Selim (1566-1574) tarafından Kaptan-ı Deryâlığa getirildikten sonra 1572’de Akdeniz, 1573’te İtalya, 1574’te Tunus Seferlerine çıktı. Bu seferler netîcesinde Akdeniz’de Osmanlı hâkimiyeti pekiştirilerek, İspanyolların elinden Tunus’u aldı. 26 Temmuz 1574’te Fas Kalesini yaptırdı. 1584’te Kırım Seferine katıldı. 1585’te Sûriye ve Lübnan’daki Derezî (Dürzî) âsilerinin yola getirilmesi için donanmasının başında İskenderiye’ye gitti. 21 Haziran 1587 târihinde İstanbul’da vefât etti. Tophâne’de Mîmar Sinan’a yaptırdığı câminin yanındaki türbesine defnedildi.

Osmanlı Devletinin en kuvvetli devri olan 16. yüzyılda yetişen büyük denizcilerden olan Kılıç (Uluç) Ali Paşa, Akdeniz’de Osmanlı bayrağını dalgalandırırken, Hıristiyan devlet korsanlarının tavizsiz tâkipçisiydi. Adı Avrupa kaynaklarına “Occhiali” olarak geçmiştir. Kânûnî Sultan Süleymân, İkinci Selim ve Üçüncü Murâd zamanlarında Osmanlı Devletine hizmet edip, şanlı Türk zaferlerinin kazanılmasında emeği geçen kumandanlardandır. 16 yıl süren kaptan-ı deryâlık zamânında büyük harp gemilerinin inşâsına ehemmiyet verdi. 1586’da Yeni Saray’da pâdişâh için bir hamam, Boğaziçi kıyılarında iki câmi yaptırdı. Hanımı Selîme Hâtun da Fındıklı’da (Salıpazarı ile Kabataş arasında bir semt) bir mescit yaptırdı. Her ikisi de muhtaçların ihtiyaçlarını giderir, binlerce kimseye muntazam bir şekilde aylık verirlerdi.


Kaptân-ı Derya
Gazi Hasan Paşa

Cezayirli Gazi Hasan Paşa, (d. 1713 – ö. 1790). III. Selim saltanatında 3 Aralık 1789 - 19 Mart 1790 tarihleri arasında sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamı ve askeridir. Evcilleştirdiği bir aslan ile birlikte dolaşması ile meşhur olmuştur.

"Palabıyık" lakabı ile anılırdı. Aslen Balkan Pomak asıllı olduğu bilinmektedir.osmanlıların cezayir valilerine dayı denirdi soyununda lakabı dayı olarak kaldı Osmanlı-Rus ve Avusturya savaşının devam ettiği 1738 yılında, Yeniçeri ocağına kaydoldu ve bazı muhaberelere katıldı. Belgrad'ın kuşatılması sırasında gayret ve cesaretini gösterdi.

1761 Nisanında kalyon kaptanı olarak Osmanlı donanmasına giren Hasan Paşa, 1762'de riyale, 1766'da patrona ve bir yıl sonra da kapudane rütbesine kadar yükseldi. 6 Temmuz 1770'te Çeşme Deniz Savaşı'nda Rusların Osmanlı donanmasını yaktığı haberini, Çanakkale Boğazı'na kadar gelerek bildiren Hasan Paşa'ya, beylerbeyi rütbesi verildi.

Rusların Çeşme faciasından sonra Limni Adasını kuşatması üzerine, adaya giderek oranın savunmasını üstlendi. Rusları adadan uzaklaştırmayı başardı. Bu başarısından dolayı vezirlik rütbesiyle Kaptan-ı Derya tayin edildi. Boğaz seraskerliğine, ardından Rusçuk seraskerliğine getirildi.

Özi kalesinin düşmesi üzerine, muhaliflerin aleyhinde yaptıkları propagandalar sonucu kaptan-ı deryalıktan azledildi. Sultan III. Selim zamanında İsmail Kalesine serasker olan Hasan Paşa, gösterdiği başarılardan sonra sadrazam ve serdar-ı ekrem tayin edildi. Hayatı sürekli cephede geçen Gazi Hasan Paşa, 19 Mart 1790'da Şumnu'da vefat etti.

Devlete sadık, gayretli ve sözünü esirgemeyen bir kişi olan Cezayirli Gazi Hasan Paşa, mal varlığının büyük çoğunluğunu devlet işlerine harcamış, öldüğünde tahminlerin çok altında bir servet bırakmıştır. Amerika Birleşik Devletlerini haraca bağlamış ve Amerika Birleşik Devletleri tarihinde ilk kez sadece osmanlı imparatorluğuna vergi ödemiştir.Ayrıca cömertliğiyle bilinende paşa Osmanlı-rus savaşı çıktığında sefer masrafları için devlete 12.000 kese altın bağışladığıda bilinmektedir.


Piyale Paşa

Piyale Paşa, 14 yıl Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kaptan-ı Deryalık yapmış ve önemli zaferler kazanmış bir denizcimizdir. Piyale Paşa, Hırvat veya Macar devşirmelerindendir. Kanuni Sultan Süleyman zamanında henüz çocukken Saraya alınmış, Enderun’un tahsil ve terbiyesi ile yetişmiştir.

Uzun bir eğitim döneminden sonra 1547’de Enderundan Kapıcıbaşılık unvanı ile çıkmış olan Piyale Paşa, 1554 yılında Sinan Paşanın vefatı üzerine Gelibolu Sancak Beyliği ile Kaptan Paşalığa getirilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın şan ve zaferler ile dolu geçmekte olan döneminde, Piyale Paşa’ya da büyük sorumluluklar düşmüş, kendisinden Akdeniz’deki Türk hakimiyetinin devamı istenmiştir.

1553 baharında Piyale Paşa, Turgut Reis ile beraber, 60 parçalık bir donanma ile Akdeniz’e çıkmıştır. Bu seferde İtalya, İspanya yalılarında bazı kaleler zapt ve bazıları muhasara edilmiştir.

Tunus hududu içinde bulunan Bizerta limanı ve kalesi 1555’de Piyale Paşa tarafından zapt olunarak, Türk hakimiyetine katılmıştır.

1556 yılında 150 parçalık büyük donanma ile Akdeniz’e açılan Piyale Paşa, İspanyolların elinde bulunan Mayorka Adasını ele geçirmiş ve İstanbul’a büyük ganimetler ile dönmüştür.

Piyale Paşa, 14 Mayıs 1560 tarihinde Haçlı Donanmasına karşı Cerbe Deniz Zaferini kazanarak, Akdeniz’de Türk hakimiyetini sağlamlaştırmıştır. Piyale Paşa, bu başarısından dolayı Kanuni Sultan Süleyman tarafından Cezayir Beylerbeyliğine yükseltilmiştir.

Piyale Paşa, Cerbe Deniz Zaferinden sonra 1565 Malta kuşatmasında Turgut Reis ile beraber bulunmuş ve bu seferin ertesi yılında, Sakız Adasını ele geçirmiştir. Bu dönemde Kanuni Sultan Süleyman’ın vefatı yerine yerine geçen II.Selim, Piyale Paşaya Kubbe Vezirliğini vermiş, Yeniçeri ağası Müezzinzade Ali Paşayı Kaptan Paşalığa getirmiştir. Müezzinzade Ali Paşa, 1571’de İnebahtı’da yenilgiye uğramış, ve 14 yılık Kaptan Paşalığı esnasında daima zaferler kazanmış olan Piyale Paşa, hayatında böyle acı bir mağlubiyetin şahidi olmuştur.

Piyale Paşanın Kasımpaşa’da Büyük Piyale Paşa Camisi, mescidi, medrese ve tekkesi bulunmaktadır. Piyale Paşa, bu caminin yanındaki türbede; oğulları ve kızları ile beraber yatmaktadır.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Kaptân-ı Derya
Mezamorta Hüseyin Paşa

On yedinci yüzyılın ikinci yarısında deniz muhârebelerindeki kahramanlıklarıyla ün salan Osmanlı Kaptân-ı Deryâsı Hüseyin Paşa, gençliğinde katıldığı Venediklilerle yapılan bir savaşta birçok yerinden çok ağır şekilde yaralanıp öldüğü sanılırken iyileşmesi üzerine, Venediklilerin "Yarı Ölü" anlamında kullandıkları "Mezzomorto" kelimesinden bozma “Mezamorta” (ya da Mezemorta, Mezamorto) kelimesiyle anılmaktadır.

Hüseyin Reis, denizciliğe çok genç yaşta leventlikle başladı. Cesur, gözünü budaktan esirgemeyen bir kimseydi. Akdeniz’de İspanyol, İtalyan ve Venediklilerle çetin deniz muhârebeleri yaptı. 1674 yılından itibâren, ünü bütün Akdeniz’i sardı. Cezâyir’in en önemli simâlarından biri oldu ve cesâret ve denizcilik bilgisi sâyesinde Cezâyir dayısı seçildi. (1683) Aynı yıl Fransızların büyük bir donanmayla Cezâyir’i kuşatmaları esnâsında büyük kahramanlıklar gösterip, düşman donanmasını ağır yenilgiye uğrattı.



Mezomorto Hüseyin Reis’in Cezâyir’i Fransız muhâsarasından kurtarması, Pâyitâht’ta büyük sevince sebep oldu. Sultan Dördüncü Mehmed Han, gönderdiği bir fermanla onu Cezâyir Beylerbeyliği'ne getirdiğini bildirdi.

1686 yılında Tunus’ta çıkan karışıklıkları önlemek için görevlendirilen Mezomorto Hüseyin Paşa, buraya İbrâhim Hoca idâresinde bir kuvvet gönderdi. Tunus’ta sükûneti sağlayan Hüseyin Paşa, 1688’de Mareşal d’Estrees emrindeki Fransız filosunun Cezâyir’i topa tutması üzerine emrindeki kuvvetlerle Fransız sâhillerini ve ticâret gemilerini vurarak karşılık verdi. Bunun üzerine Fransızlar, yeni Osmanlı Sultânı İkinci Süleymân Han'a mürâcaat ederek barış anlaşması yapmak zorunda kaldılar.



İkinci Süleymân Han, Mezomorto Hüseyin Paşayı gösterdiği başarılarından dolayı 1690’da Tuna Kaptanlığına tâyin etti. Bu yıllarda Venedik donanmasının Akdeniz’deki faâliyetleri artmıştı. 1690’da Osmanlı ordusunu karadan destekleyerek Vidin’in kurtarılmasında büyük rol oynadı ve Karadeniz Donanması Kaptanı oldu.

1691 yılında Mîrî Kalyonlar Kaptanlığı ile kendisine Rodos sancağı verildi. Bu sırada Venedik donanması 145 parça kalyon ve çektiriyle 8 Eylül 1694 günü Sakız Adasına hücûm etti. Fâtih devrinden beri barış ve huzur içinde idâre edilen kaledeki Hıristiyan halk, silâha sarılıp gizli ve açık ihânetlerle kale muhâfızı Hasan Paşa'yı zor durumda bıraktılar. Neticede Sakız Adası, Venediklilerin eline geçti. Sakız Adası'nın Venedikliler tarafından işgâl edilmesi, Sultan İkinci Ahmed Han'ı çok üzdü. Sadrâzam Ali Paşa'ya; “Sakız ahvâli, derûnumı (içimi) yaktı. Teshîri murâdımdır (zaptını dilerim). Îcâb edenlerle görüşüp ne yapmak lâzımsa bildir. Bu kış Sakız elde edilmezse, şöyle bilin ki bütün reisleri şiddetle cezâlandırırım” diye kati emir verdi. Dîvân-ı Hümâyûn toplantısında Kaptân-ı Deryâlığa Amcazâde Hüseyin Paşa getirildi. O da ilk iş olarak Mezomorto Hüseyin Paşayı çağırtıp kendisine yardımcı yaptı ve kalyonlar kaptanı olarak Deryâ Beylerbeyi (Oramirâl) tâyin etti.

Donanma-yı Hümâyûn, 1695 yılının ilk günlerinde, Dersaâdet’ten hareket etti.

Venedikliler Sakız Adasını işgal edince 7-8 Şubat 1695 tarihinde, 44 gemiden oluşan Türk Donanması Kalyonlar Kaptanı sıfatı ile eski Foça önündeki Orak Adasından kalkarak Venedik Donanmasının bulunduğu Koyun Adaları'na gitti. Burada 60'tan fazla gemiden oluşan Venedik Donanmasını bozguna uğratıp bir çok gemilerini batırarak 9 Şubat 1695'te büyük bir zafer kazandı. Bu büyük zaferin sonunda Sakız Adası tekrar Osmanlıların eline geçti. Yeni Osmanlı Sultanı İkinci Mustafa Han, Sakız’ın geri alınmasında büyük gayret ve mahâreti görülen Mezomorto Hüseyin Paşayı Kaptân-ı Deryâlığa getirdi. (1696)

Daha sonra Mezomorto Hüseyin Paşa, Venediklileri Adalar Denizinden atmak için faaliyete geçti. 19 Eylül 1695’te Sakız ve İstanköy’ü vurmak üzere gelen 96 gemilik Venedik donanmasını Midilli Adasının Zeytinburnu karşısında mağlup etti. Bu muhârebede Venediklilerin on kalyonu battı, diğerleriyse ağır hasâra uğradı. 1697-1698 yıllarındaki muhârebelerde Venedikliler, deniz güçlerini büyük ölçüde kaybettiler.

Mezomorto Hüseyin Paşa, hayâtının sonlarına doğru son seferinden dönüşünde iki ay kadar hasta yattı. Daha sonra Sultan İkinci Mustafa Hanın huzûruna çıkıp pâdişâh duâsı aldı. Hastalığının ilerlemesi üzerine etrâfına eski ve yeni leventleri toplandı. Yaşlı bir levent ağlayarak Yâsîn-i şerîf okuyordu. Hüseyin Reisin gözleri yaşlandı ve; “Leventlerim! Sanırsınız ki biz ölümden korkarız. Vallâhi Rabbim şâhidimdir ölümü nice zamanlar kendi arzûmla aradım. Beni yıkan, böyle kaba bir döşekte ölmektir” dedi ve Kelime-i Şehâdet getirerek rûhunu teslim etti (1701).

Mezomorto Hüseyin Paşa, kazandığı deniz muhârebelerinin yanında, Osmanlı bahriyesinin ıslâhı için büyük gayret sarfetti. Kalyon filolarının kıymetini takdir ederek bunları Osmanlı donanmasının en esaslı bölümü hâline getirdi. Vefâtında kalyon sayısı 40’a çıkmıştı. Osmanlı bahriyesinde bir dönüm noktası teşkil eden Kânunnâme’si Mezomorto Hüseyin Paşanın vefâtı üzerine kısa bir süre sonra Abdülfettah Paşanın deryâ kaptanlığı zamânında îlân ve tatbik olundu.

Mezomorto Hüseyin Paşa, hazırlattığı Kânunnâme ile deniz kuvvetlerinin bahriyeden yetişme ellerde bulunmasını temin etmek istemiş, aynı zamanda terfî ve tekâütlük (emeklilik) meselelerini de yoluna koymuştur.

1701'deki vefâtına kadar 6 yıl Kaptân-ı Deryâlıkta kalan Mezomorto Hüseyin Paşa, açık fikirli ve doğru sözlüydü. Her işinde Allah rızâsını arardı. Korku nedir bilmez, düşmanın çokluğundan aslâ endişeye kapılmazdı. Nitekim Venedik’in eline geçen Khio Adasını sekiz kadırga ve dört sultan gemisiyle kurtarabileceğini söylediği zaman, Kaptân-ı Deryâ Amcazâde kendisini fazla hayalci bulmuştu. Ancak denizcilik bilgisi ve donanma idâresi mükemmel olan Hüseyin Paşa, kısa sürede Venediklileri adadan çıkarmaya muvaffak oldu. Mezomorto Hüseyin Paşa, rüzgârın cereyânını incelemeden ve bulunduğu yerin konumunu bilmeden, kolay kolay savaşa girmezdi. Bu arada düşmanın hareketlerini aralıksız tâkip ettirirdi. Onun bu tedbirleri, başarılarında da büyük rol oynamıştır.

NOT: Ünlü TÜRK DenizcisiBarboros Hayrettin Pasanin hayati daha önce baska bir konuda anlatildigi icin bu konuda yer verilmemistir. Barboros Hayrettin Pasanin hayatini anlatan konuya ulasabilmek icin asagidaki linke TIKLAMANIZ yeterli

<< LINK >>

Kaynak: barboros.biz
 
Top