V. Kredi Kartı Borcundan Sorumluluk Taşıyan Kişiler
Kredi kartı borcunun ödenmemesi üzerine kredi kartı kurumu alacağın icra takibi yoluyla tahsili için icra takibine girişecektir. Bu kapsamda, kredi kartı hamilinin dışında, üyelik sözleşmesine ek kart hamili, kefil veya garanti eden sıfatıyla imza atan kişilere karşı icra takibi yapılması söz konusu olabilir.
1. Kart Hamilinin Sorumluluğu
Kredi kartı ilişkisinde ödenmeyen borçlardan dolayı kart hamilinin sorumlu olacağı kuşkusuzdur. Bu sorumluluk, kart hamilinin kredi kartıyla yaptığı alışveriş bedelleri, çektiği nakit avans tutarları ve işlemiş faizleri kapsar. Kart hamilinin sorumluluğunun herhangi bir limiti yoktur; hamil, kredi kartı limiti ne olursa olsun borcun tamamından sorumludur. Bu noktada, kart hamilinin talebiyle üçüncü kişilere verilen ek kartlarla yapılan harcamaları da asıl kart hamilinin ödemekle yükümlü olduğunu belirtmekte yarar vardır.
Kart hamilinin sorumlu olduğu alacak miktarı tespit edilirken, borçlu tarafından yapılan ödemelerin araştırılması ve borçtan mahsup edilmesi gerekir . Bu noktada, kredi kartı borcuna uygulanan faiz oranlarının tek yanlı olarak değiştirilebilip değiştirilemeyeceği sorusuyla karşılaşılabilir. Kredi kartı işlemlerinin sürekli bir borç ilişkisi doğurması nedeniyle faiz oranlarının sabit kalması düşünülemez. Bu çerçevede kullanılan krediye uygulanacak faiz oranının da günün koşullarına göre değiştirilmesi gerekir. Uygulamada kredi kartı üyelik sözleşmelerine konulan bir hükümle kredi kartı kurumuna tek yanlı olarak faiz oranında değişiklik yapma yetkisi tanınmaktadır. Yukarıda temerrüt faizi oranlarının tespiti konusunda açıklandığı üzere, kredi faizi oranını artırma yetkisini kullanılırken de kredi kartı kurumu serbest değildir. Gerçekten, 4077 sayılı Kanun’un m.10A/III hükmü uyarınca, “kredi veren faiz artırımını otuz gün önceden tüketiciye bildirmek zorundadır. Kredi veren tarafından artırılan faiz oranı geriye dönük olarak uygulanamaz. Tüketici bildirim tarihinden itibaren en geç altmış gün içinde tüm borcu ödeyip kredi kullanmaya son verdiği takdirde faiz artışından etkilenmez”. Buna göre, kredi kartı faiz oranının arttırılabilmesi için, bu işlemin en az otuz gün önceden kart hamiline bildirilmesi şarttır. Ayrıca, yeni faiz oranlarının geçmişe dönük olarak uygulanması da mümkün değildir(TKHK.m.10/A) . Son olarak, kart hamili, bildirim üzerine kredi kartı borcunun tamamını en geç altmış gün içinde ödemek suretiyle faiz artışının uygulanmasını önleme olanağına da sahiptir.
2. Ek Kart Hamilinin Sorumluluğu
Kredi kartı borcundan dolayı, asıl kart hamilinin dışında, bu kişinin talebiyle ek kart verilen kişilerin de sorumluluğu gündeme gelebilir. Bu noktada, ek kart hamilinin kendi kartıyla yaptığı harcamalardan sorumlu olduğu kuşkusuzdur. Ancak, bu sorumluluğun kapsamına, asıl kart hamilinin yaptığı harcamaların da dahil olup olmayacağını incelemek gerekir. Gerçekten, uygulamada ek kart talebinde bulunan kişilerin de, kredi kartı üyelik sözleşmesine imzası alınmakta ve kredi kartı borcunun ödenmemesi üzerine ek kart hamilinden hem asıl kart hem de ek kart borcunun ödenmesi talep edilmektedir. Bu talebin hukuki dayanağını ise, kredi kartı üyelik sözleşmelerinde yer alan ve “müşterek- müteselsil borçluluk” öngören düzenlemeler oluşturmaktadır. Buna göre, sözleşme hükmüyle ek kart hamilinin asıl kart hamiliyle birlikte müteselsil şekilde her iki kredi kartı borcundan da sorumluluk taşıdığı öngörülmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 11.02.1998 tarihli kararında da vurgulandığı üzere, “BK.nun 18. maddesine göre sözleşmelerin tarafların gerçek iradelerine uygun şekilde yorumlanması ve ona göre değerlendirilmesi gerekir. Sözleşmeye ek kart hamili olarak imza koyan davalının asıl kart hamilinin yaptığı harcamalardan müteselsil borçlu olma iradesiyle B.K.nun 141. maddesinde öngörüldüğü biçimde bir yükümlülük altına girdiği düşünülemez” . Dolayısıyla, ek kart hamilinin sorumluluğu, sadece kendi kartından kaynaklanan borç ile sınırlı olup, asıl karta ilişkin borçlardan dolayı ek kart hamili sorumlu tutulamaz .
3. Kredi Kartı Borcuna Şahsi Teminat Verenlerin Sorumluluğu
Uygulamada, kredi kartı alacağını güvence altına almak amacıyla kredi kartı üyelik sözleşmelerine genellikle “müteselsil kefil” veya “garanti eden” adıyla kişisel teminat alınabilmektedir. Kredi kartı borcunun ödenmemesi üzerine çoğu kez kredi kartı çıkaran kurumlar, borca kişisel teminat veren bu kişilere müracaatla alacağı tahsil yoluna gitmektedir. Kredi kartıyla yapılan harcamalarla ilgisi olmayan ve dostane gayelerle sözleşmeye imza koyan bu kişilerin sorumluluğunu ayrıca incelemekte yarar vardır.
a) Kefillerin Sorumluluğu
Kredi kartı üyelik sözleşmesinde kart hamilinin dışında, “müşterek borçlu ve müteselsil kefil” adıyla borcu ödemeyi taahhüt eden kişilerin de borçtan sorumluluğu söz konusu olabilmektedir. Ancak, kart hamilinden farklı olarak kefillerin sorumluluğu, kredi borcunun tamamını değil, belirli bir kısmını kapsar. Diğer bir deyişle, kefillerin kredi kartı borcundan sorumlu tutulabilmesi için, bazı şartların yerine getirilmesi şart olduğu gibi, bu sorumluluğun sınırlı sorumluluk niteliği taşıdığını da unutmamak gerekir.
aa) Kefaletin Geçerlilik Şartları
Borçlar Kanunu’nun 483.maddesinde tanımı yapılan kefalet, alacaklıya karşı borçlunun borcunu ödememesi halinde bu borçtan şahsen sorumlu olma taahhüdünü içeren bir sözleşmedir . Kefalet sözleşmesi, alacaklı ile kefil arasında yapılan bağımsız bir sözleşme niteliği taşır ve asıl borçlunun borcunu ödememesi halinde alacaklıya alacağını tahsil yönünde bir teminat sağlar. Kefilin borcu fer’i nitelik taşıdığından, kefilin sorumluluğu, asıl borçludan daha ağır olamayacağı gibi, borç, asıl borçlu açısından muaccel olmadan kefile karşı da muaccel olmaz. Asıl borcun herhangi bir nedenle ortadan kalkması, aynı zamanda kefilin de sorumluluğunu sona erdirir.
BK.m.483 vd. hükümlerinde, kefalet taahhüdünün geçerliliği, bazı şartların yerine gelmesine bağlı tutulmuştur.
aaa) Sözleşmenin Yazılı Şekilde Yapılması
BK.m.484’e göre, kefaletin geçerli olabilmesi için, sözleşmenin yazılı şekilde yapılması şarttır. Diğer bir deyişle, sözlü şekilde yapılan kefalet sözleşmesi herhangi bir yükümlülük doğurmaz. Bu şekil şartının amacı, çoğu kez herhangi bir karşılık olmaksızın dostane ilişkiler çerçevesinde asıl borçlunun borcunu ödeyeceği düşüncesiyle yükümlülük altına giren kefili, daha iyi düşünmeğe sevk etmek ve üstlendiği tehlikenin boyutu hakkında onu uyarmaktır . Bu nedenle, kefalet sözleşmesinin yazılı şekilde yapılma zorunluluğu, bir ispat şekli değil, geçerlilik şeklidir . Dolayısıyla, yazılı şekle uymadan yapılan kefalet sözleşmesi geçersiz olup, kefil, şekil eksikliğinin farkına varmaksızın sözleşmenin geçerli olduğunu sanarak alacaklıya ödemede bulunsa bile, ödediği tutarı BK.m.62 gereğince sebepsiz zenginleşme davasıyla geri isteyebilir. Buna karşılık, icra tehdidi altında ödemede bulunan kefil, kendi isteği ile ödeme yapmış sayılmayacağından, İİK.m.73 çerçevesinde istirdat davası açma hakkına da sahiptir .
Kefalet sözleşmesine ilişkin şekil şartının yerine getirilmiş sayılması için, adi yazılı şekil yeterli olup, sözleşmenin resmi şekilde yapılması gerekmez. Bu açıdan, sözleşmenin matbu şekilde basılmış olması, bir başkası tarafından yazılmış olması, alacaklının imzasını taşımaması veya sözleşmede bazı kısımların boş bırakılmış olması kefaletin geçerliliğini etkilemez. Hatta kefilin boş bir kağıdı imzalayarak alacaklıya teslim etmiş olması halinde dahi, bu taahhüt geçerli sayılır. Sözleşmenin sonradan anlaşmaya aykırı olarak doldurulmuş olması durumunda, kefil bu hususu ispat ederek taahhüdün geçersiz olduğunu ileri sürebilir . Ancak, sözleşmedeki boşlukların anlaşmaya aykırı doldurulduğuna ilişkin iddianın, HUMK.m.290 uyarınca yazılı delille ispatı gerekir . Metindeki yazı ve kalem farklılıklarından hareketle sözleşmenin anlaşmaya aykırı düzenlendiği sonucuna varılamaz .
Kefalet sözleşmesinin, kefilin başka birine ait borca yönelik olarak yükümlük altına girdiğini gösteren bir beyanı içermesi şarttır. Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 18.10.1994 tarihli kararında da belirtildiği üzere, kredi kartı başvuru formunu reşit oğlu adına vekaleten imzalayan kişinin, kredi kartı ile yapılan harcamadan ve kullandığı krediden dolayı kefaleten sorumlu tutulması olanaksızdır . Bu bakımdan, kefalet taahhüdünün hangi borca ilişkin olduğu sözleşmede gösterilmiş olmalıdır. Sözleşmede “kefil veya müteselsil kefil” terimlerinin kullanılması şart değildir; sözleşme metnindeki ifadelerden tarafların kefaleti amaçladıkları tespit edilebiliyorsa, kefalet sözleşmesinin geçerli olduğu sonucuna varmak gerekir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18.11.1998 tarih ve E. 1998/19-811, K. 1998/818 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, taraflar arasındaki sözleşmede, kefalet yerine “müşterek ve müteselsil borçlu” ifadelerinin kullanılması ya da “müteselsil kefil ve müşterek borçlu” terimlerinin birlikte yazılması kefalet ilişkisinin niteliğinde bir değişiklik meydana getirmez.
bbb) Kefalet Limitinin Belirli Olması
Kredi kartı borcuna kefil olan bir kişinin bu taahhüdünün geçerli olabilmesi için, kefilin sorumlu olduğu tutarın (kefalet limitinin) belirlenmiş olması veya sözleşmeden böyle bir limitin anlaşılabilir olması da gerekir (BK.m.484). Buna göre, kefil, kredi kartı borcunun tamamından değil, kredi kartı üyelik sözleşmesinde yazılı olan kefalet limiti ile sınırlı olarak sorumluluk taşır . Diğer bir deyişle, kefil, kredi borcunun kefalet limitini aşan kısmından sorumlu tutulamaz. Kefilin sorumluluğu kefalet limitiyle sınırlı olmakla birlikte, kefil bu limit dışında kendi temerrüdünün hukuki sonuçlarından da sorumludur. Kefil, kendisine yapılan ihtara rağmen ödemede bulunmamakla temerrüde düşmüş sayılır ve artık kefalet limitine ilave olarak bu limit üzerinden hesaplanacak olan temerrüt faizini de ödemekle yükümlüdür .
Sözleşmede kefalet limitinin yazılı olmadığı hallerde ise, kefilin sorumlu olduğu miktarın sözleşmede yazılı kredi limitini esas alarak belirlenmesi gerekir . BK.m.484 uyarınca, kefaletin geçerli olabilmesi için, kefilin sorumlu olduğu miktarın gösterilmesi şart olmakla birlikte, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararıyla da kabul edildiği üzere, bu düzenlemenin amacı, kefilin sorumluluk taşıyacağı tutarı, sözleşmenin imzası sırasında bilerek kefalet taahhüdü altına girip girmeme kararını vermesini sağlamaktadır . Bu bakımdan, sözleşmede kefalet limiti yazılı olmasa bile kredi limitinden hareketle sorumlu olunan tutarın tespiti mümkündür. Böylece, kredi kartı hamiline tanınan kredi limiti, aynı zamanda kefilin sorumluluk limitini de gösterecektir . Kredi kartı ilişkisinin sürekli nitelik taşıması nedeniyle, uygulamada sözleşmelere herhangi bir limit yazılmamakta veya kredi borçlusuna tanınan kredi limiti günün şartlarına göre artırılabilmektedir. Kredi kartı üyelik sözleşmesinde, kefalet limitinin yanı sıra kredi limiti de gösterilmemişse, kefalet taahhüdü geçersiz olur ve kefilin sorumluluğu yoluna gidilemez . Kredi kartı limitinin artırılması halinde ise, limit artırımlarından bilgisi olmayan kefilin sorumluluğu, kart hamiline kredi kartının verildiği ilk limit ile sınırlıdır; yani kefilin onayı olmadan yapılan limit artırımları, kefalet limitinde herhangi bir değişikliğe yol açmaz .
Öte yandan, sözleşmede kredi limitinin de yazılı olmadığı hallerde, kefalet limitini tespit etmek mümkün olmadığından, BK.m.484 uyarınca kefalet sözleşmesi geçersiz sayılmalıdır. Buna göre, kefilin sınırları belirli olmayan bir borçtan dolayı sorumlu tutulması mümkün değildir. Gerçekten, Y. 19. Hukuk Dairesi’nin 07.06.2002 tarih ve E. 2002/159 K. 2002/4444 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, “BK'nun 484.maddesi uyarınca kefalet akdinin geçerli olabilmesi için akdin, yazılı ve sorumlu olunacak miktarın açıkça belirtilmiş olması ya da 14.4.1944 tarih ve 14-13 sayılı içtihadı birleştirme kararında değinildiği gibi sözleşmeden böyle bir miktarın anlaşılmasının mümkün olması koşuluna bağlıdır. Davalı sözleşmede kefalet limitinin yazıldığını sonradan davacı tarafından doldurulduğunu savunmuştur. Davalı tarafından ibraz edilen sözleşme örneğinde kefalet miktarı gösterilmemiş olduğu gibi, davalı tarafından yaptırılan tespitte de sözleşmede kefalet miktarının belirtilmediği anlaşılmaktadır. Bu yönler üzerinde durularak geçerli bir kefalet akdinin olup olmadığı saptanıp sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme sonucu yazılı gerekçe ile karar verilmesi isabetli görülmeyip hükmün bozulması gerekmiştir”.
bb) Asıl Borçluyu Takip Etmeden Kefile Başvurulamaması
Taraflar arasında geçerli olan bir kefalet sözleşmesinin mevcut olduğu hallerde, kredi kartı borcunun ödenmemesi üzerine asıl borçlunun dışında kefile başvuru ve takip hakkı da ortaya çıkar. Kefilin sorumluluğu ikinci derecede bir sorumluluk niteliği taşımakla birlikte, uygulamada sözleşmelere konulan bir hükümle, alacaklı bankanın asıl borçluya başvurmadan doğrudan doğruya kredi kartı kefilini takip etme haklarını saklı tuttukları ve hesabın kat’ı üzerine kart hamilinin yanı sıra kefil aleyhine de icra takibi başlattıkları görülmektedir. Bu durum, kredi kartıyla yapılan harcamalarla hiçbir ilgisi olmayan kefil ile alacaklı bankayı karşı karşıya getirmekte ve uyuşmazlıkların doğmasına neden olmaktadır. Kredi kartı üyelik sözleşmelerine bakıldığında, kefillerin sorumluluğunun “müşterek borçlu ve müteselsil kefil” olarak düzenlendiği görülmektedir. BK.m.487’ye göre, “kefil borçlu ile beraber müteselsil kefil ve müşterek müteselsil borçlu sıfatı veya bu gibi diğer bir sıfatla borcun ifasını deruhte etmişse, alacaklı asıl borçluya müracaat ve rehinleri nakde tahvil ettirmeden evvel kefil aleyhinde takibat icra edebilir”. Görüldüğü gibi, alacaklı, borcun muacceliyet kazanması üzerine doğrudan doğruya müteselsil kefile başvurarak alacağı talep edebilir. Nitekim, kefiller genellikle mali açıdan asıl borçludan daha iyi durumda olduklarından, bankalar, doğrudan kefile müracaatla alacağı tahsil yolunu seçmektedir; kefilin maaşının alacaklı bankaya yatması durumunda olduğu gibi, bazen borçlunun ödeme gücü bulunduğu halde borçlu yerine kefilden tahsilat yapılmaktadır .
Kefilin sorumluluğunu düzenleyen BK.m.483 vd. hükümlerinde müteselsil kefilin asıl borçlu ile birlikte takip edilmesi zorunluluğunu öngören herhangi bir düzenleme mevcut değildir. Ancak, 4822 sayılı Kanun’la Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikle kredi kartları da kanun kapsamına alınmış ve bu çerçevede, alacaklının asıl borçluya başvurmadan kefilden borcun ifasını talep etmesi yasaklanmıştır. Gerçekten, TKHK.m.10/III’e göre, “tüketici kredisinin teminatı olarak şahsi teminat verildiği hallerde, kredi veren, asıl borçluya başvurmadan, kefilden borcun ifasını isteyemez”. Bu düzenleme ile amaçlanan, tüketici kredileri ve dolayısıyla kredi kartlarındaki kefaletin adi kefalet olarak hüküm doğurmasıdır. Buna göre, alacaklı, önce asıl borçluya başvurmalı ve ondan alacağını tahsil edemediği takdirde kefilden ödeme talebinde bulunmalıdır. TKHK.m.10/III hükmü emredici nitelik taşıdığından aksi yönde yapılan sözleşmeler geçersiz olacaktır.
TKHK.m.10/III düzenlemesi kanun tekniği bakımından incelendiğinde, metinde kullanılan kelimelerin adi kefalet amacını ifade etmekten uzak olduğu görülmektedir. Şöyle ki, işbu düzenlemede, “asıl borçluya başvurmadan” kefilden borcun ifasının istenemeyeceği öngörülmektedir. Asıl borçluya başvurmak tabirinden farklı anlamlar çıkarmak mümkündür. Örneğin, bankanın dönemsel olarak kart hamiline hesap özeti göndermesi, alacağın idari takibe alınması üzerine ihbarname gönderilmesi veya son aşamada noter aracılığıyla hesap kat ihtarnamesi gönderilmesi, “asıl borçluya başvuru” olarak kabul edilirse, asıl borçlu aleyhine icra takibi açmadan doğrudan kefili takip olanağının doğduğu sonucuna varılabilecektir. Zira, alacaklı banka, borcun ödenmesi için asıl borçluya bu yolla başvuruda bulunmuş olup, kanun metninde, asıl borçlunun icra yoluyla takibinden sonra kefile başvurulabileceği öngörülmemiştir.
İkinci olarak, TKHK.m.10/III’de, alacaklının, asıl borçlu ile birlikte kefili de takip edip edemeyeceği belli değildir. Alacaklı banka, kart hamili borçlu aleyhine icra takibi yaparken aynı anda kefili de takip edebilir mi? Kanunda bu hususta da bir açıklık yoktur. Gerçekten, kredi kartı borçlusu aleyhine icra takibine başlanmasıyla asıl borçluya başvuru şartı yerine getirilmiş sayılırsa, alacaklının bu takipten hemen sonra ancak takibin sonuçlanmasını beklemeden de kefil aleyhine icra takibi başlatabilecektir. Bu düzenleme yapılırken “tüketici kredilerindeki kefaletin adi kefalet niteliği taşıdığı” belirtilmiş olsa idi, BK.nun adi kefalet hükümlerine atıf yapılmış olacak ve yukarıda açıklanan belirsizliklerle karşılaşılmayacaktı. Ancak, kanun hükmünün bu eksikliğine rağmen, gai yorum yoluyla adi kefaleti amaçladığı kabul edilerek tüketici lehine bir yorumlanması ve bu şekilde asıl borçlu aleyhine icra takibi yapılmadığı sürece kefilin takip edilemeyeceği sonucuna varmak gerekir . Kanaatimizce, bu düzenlemenin amacı, borçlunun ödeme kabiliyeti bulunduğu halde borcun ifasının kefilden talep edilememesi olduğundan, asıl borçlunun borcu ödeme olanağının bulunmadığının bir aciz vesikası ile belgelenmediği sürece kefil aleyhine icra takibi yapılamaması gerekir. Bu çerçevede, kefile başvurabilmek için, kefalet sözleşmesinin yapılmasından sonra borçlunun iflas etmesi veya borçlu hakkında yapılan icra takibinin alacaklının hatası olmaksızın sonuçsuz kalması yahut Türkiye’de takibat yapılmasının imkansız hale gelmesi zorunludur (BK.m.486). Kredi kartı alacaklısının bu kurala uymaksızın kefili takip etmesi halinde, kefil, önce asıl borçluya başvurulması gerektiğini def’i yoluyla ileri sürebilecektir. Aynı şekilde, kredi kartı borcuna teminat olarak ayni teminat alınması halinde de, alacaklının önce rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapması gerekmektedir.
b) Garanti Edenin Sorumluluğu
Kredi kartı ilişkisinin sürekli nitelik taşıması ve bu kapsamda alınan kefaletlerin başlangıçta belirlenen bir limitle sınırlı olması nedeniyle, kredi kartı borcuna yönelik olarak verilen kefalet taahhütlerinin bir süre sonra anlamsız hale gelmesine yol açmış ve bu durum bankaları daha güvenli ve sınırsız nitelik taşıyan bir teminat arayışına yöneltmiştir. Bu amaçla, bazı bankalar, kredi kartı üyelik sözleşmelerine “üçüncü kişinin fiilini taahhüt eden”, “garantör” veya “garanti eden” gibi kayıtlar düşerek, kredi kartı başvurusunda bulunan kişilere yardımcı olmak isteyenler ile BK.m.110 kapsamında garanti sözleşmesi niteliği taşıyan bir ilişki kurmuşlardır.
Garanti sözleşmesi, bir kimsenin başkasını belli bir hareket tarzına yöneltmek amacıyla bu hareket tarzından o kişi için doğacak tehlikeleri kısmen veya tamamen üzerine alması borcunu doğuran bir sözleşmedir . Buna göre, kredi kartı ilişkisinde, garanti eden, kredi kartı kurumuna karşı kart hamilinin borcu ödememesi riskini şahsen üzerine almakta ve böylece kredi kartı borcunun ödenmemesi durumunda ortaya çıkan borcun tamamını ödemeyi taahhüt etmektedir. Garanti sözleşmesi, kefaletten farklı olarak fer’i bir yükümlülük doğurmaz; garanti edenin sorumluluğu, başka bir borcun varlığına, geçerliliğine veya dava ve takip edilebilir olmasına bağlı değildir . Bu bakımdan, garanti eden, belirli bir limit gerekmeksizin kredi kartı ilişkisinden kaynaklanan tüm borçları ödemeyi yükümlenmektedir. Garanti sözleşmesi, tıpkı kefalet sözleşmesi gibi, şahsi teminat borcu doğuran sözleşmelerden olmakla birlikte, bazı yönleriyle kefalet sözleşmesinden ayrılmaktadır . Her iki sözleşme arasındaki farklar, Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 28.01.2002 tarih ve E. 2001/10654 K. 2002/506 sayılı kararında şu şekilde vurgulanmıştır: “Kişisel (şahsi) teminat sözleşmelerinin alt kavramlarını oluşturan kefalet ve garanti sözleşmelerinin temel amaçları, esas itibariyle asıl borç ilişkisinin tarafı olmayan üçüncü kişilerce, alacaklıya şahsi teminat (güvence) verilmesidir. Her iki sözleşme de temel amaçları itibariyle aynı hedefe yönelmekle birlikte gerek doktrin de, gerekse bu konudaki uygulamanın öncüsü niteliğindeki 11.6.1969 gün 1969/4-6 sayılı içtihadı Birleştirme Kararındaki belirlemelere göre, şu ana farkları bulunmaktadır. Öncelikle kefalet sözleşmesi BK'nun 484. maddesi hükmünden önce geçerliliği yazılı sekle tabi olması ve ayrıca bu sözleşmede kefilin sorumlu olacağı belirli bir miktar gösterilmesi gerektiği halde, BK'nun 110. maddesindeki "Başkasının fiilini taahhüt" başlığı altında düzenlenmiş olan garanti sözleşmesi herhangi bir şekle tabi tutulmadığı gibi, verilen garantinin belli bir limite bağlı olması da öngörülmemiştir. Öte yandan kefalette BK'nun 497. maddesi hükmü uyarınca kefil borçluya ait def'ileri alacaklıya karşı ileri sürebilme hakkına sahipken, garanti akdinde teminat veren kişiye bu hak tanınmamıştır. Bunların dışında, kefilin kefaletten doğan borcunu ödedikten sonra BK'nun 496. maddesi hükmü uyarınca asıl borçluya yasadan ötürü dönme (rücu) hakkı bulunduğu halde, garanti sözleşmesinde teminat verene bu hak tanınmamıştır. Nihayet, BK'nun 492. maddesi gereğince kefalette kefilin sorumluluğu asıl borcun geçerli oluşuna ve devamına bağlı iken, bir tür üçüncü kişinin fiilini taahhüt niteliğini taşıyan garanti sözleşmesindeki bağımsızlık ilkesi gereğince bu koşullara tabi tutulmamıştır”.
Kredi kartı borcuna yönelik olarak verilen garanti taahhüdünün geçerli olup olmadığı hususu, uygulamada tartışma konusu olmaktadır. Gerçekten, kart hamili lehine kefil olduğunu zannederek sözleşmeye imza atan, ancak, belirli bir limitle sınırlı sorumluluk taşıyan kefil değil de, garantör sıfatıyla borcun tamamından sorumlu olduğunu öğrenen kişiler ile kredi kartı alacaklısı konumundaki bankalar arasında uyuşmazlıkların doğması kaçınılmazdır. Konuya ilişkin olarak Yargıtay kararlarına bakıldığında, Yargıtay’ın önceleri istikrarlı bir şekilde, kredi kartı sözleşmesindeki kayıtlardan hareketle taraflar arasında bir garanti sözleşmesinin mevcut olduğunu ve garanti edenin sorumluluğunun kredi kartı borcunun tamamını kapsadığı yönünde içtihat geliştirdiği görülmektedir. Gerçekten, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 01.05.2001 tarih ve E.2000/9411 K.2001/3328 sayılı kararına göre, “kanunda özel bir akit türü olarak düzenlenmemiş olan garanti sözleşmesi, BK.nun 110.maddesinde hükme bağlanan üçüncü kişinin fiilini (edimini) taahhüt niteliğinde kabul edilmektedir. Fiil tâbirinin her türlü edimi karşılayacak şekilde çok geniş bir anlama geldiğinin ve bir para borcunun ifasının da fiil kapsamına girdiğinin kabulü sonucu para borçları yönünden de garanti sözleşmesi yapılabileceği, gerek öğretide gerekse uygulamada çoğunlukla benimsenmiştir. Kefaletten farklı olarak asıl borç ilişkisinden tamamen bağımsız nitelikteki garanti sözleşmesinde şekil serbestisi hakim olup garantinin sınırının önceden belirlenmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Ancak, sözleşme serbestisi sınırsız değildir. BK.nun 19. ve 20.maddelerinde sözleşme serbestisine birtakım sınırlamalar getirilmiştir. Gerçekten bir sözleşmenin geçerli olması için, onun taraflara yüklediği hak ve borçların tereddüte yer vermeyecek şekilde açık, başka bir deyimle konusunun gereği ve yeteri kadar belli ve sınırlı olması gerekir. Belirsizliğin garantisi olmaz. Bu itibarla, limit gösterme şartı bulunmamakla birlikte, garanti sözleşmesinde hangi riskin garanti edildiğinin belli olması ya da garanti edilen riskin boyutlarının tereddüt yaratmayacak biçimde belirlenebilir nitelikte bulunması gerekir. Hangi riskin garanti edildiği belirlenmeden doğmuş ve doğacak her türlü borcun garanti edildiğinden söz etmek, boyutları belli olmayan ( belirsiz ) bir edimin garantisi anlamına gelir ki, bu da garanti sözleşmesiyle bağdaşmaz. Hal böyle olunca, garanti sözleşmesi düzenlendiği anda garanti edilen edimin sınırlarının açıkça belirlenmemiş olması ya da bunu belirlemeye yarayan koşul ve açıklamaların sözleşmede yer almamış bulunması halinde garanti edenin sorumluluğundan söz edilemez. Sözleşmenin düzenlendiği tarihte asıl borçluya açılan kredi miktarının belli olduğu ya da asıl borçlu yönünden kredi limitinin belirlenmiş bulunduğu kredi sözleşmelerinde garanti eden, garanti ettiği edimin boyutlarını görmekte ve risk gerçekleştiğinde sorumlu olacağı miktarı tahmin edebilmektedir. Böyle bir durumda asıl borçluya verilen kredi borcu miktarının ve ferilerinin garanti kapsamında kaldığı açıktır. Ancak, özellikle süresiz garanti sözleşmelerinde asıl borçlunun kredi limitinin sonradan yükseltilmesi halinde garanti verenin başlangıçtaki iradesinin yükseltilen limiti de kayıtsız şartsız kapsamına aldığı söylenemez. Garanti edenin, limit artışlarından sorumlu tutulabilmesi için sözleşme koşullarındaki değişikliklerin garanti verene bildirilmesi, onun da bu değişikliklere karşı çıkmamak suretiyle muvafakat etmesi gerekir. Garanti verenin muvafakati olmadan akdi ilişkideki koşulların borçlu aleyhine ağırlaştırılması veya borçlunun yeni birtakım yükümlülükler üstlenmesi garanti kapsamı dışında kalır. Bunun yanında, muaccel hale gelen borcun, alacaklı banka tarafından uzun süre takip edilmemesi sebebiyle sürüncemede kalmasından dolayı artması halinde garanti edenin meydana gelen artıştan sorumlu tutulamayacağı açıktır. Zira, BK.nun 98.maddesi yollamasıyla akde muhalefet hallerinde de uygulanması gereken aynı yasanın 44/1.maddesi hükmü ve iyiniyet kuralları karşısında garanti alan ( banka ) kendi kusurlu davranışıyla borcun artmasına sebebiyet vermiş olacağından böyle bir durumda garanti edenin artan borçtan sorumlu tutulması düşünülemez. Öte yandan, sözleşmede limit aşımının da garanti edildiği durumlarda limit ne miktara kadar aşıldığı taktirde garanti edenin sorumlu tutulacağı hususu da tartışılması gereken bir konudur. Önceden sınırı belirlenmemiş ise, asıl borçlu yönünden saptanan kredi limitinin makul (kabul edilebilir) ölçülerde aşılması durumunda garanti verenin aşılan limitten de sorumlu tutulabileceği ancak, makul ölçüler dışındaki aşırı limit aşımının (garanti verenin açık ya da zımnî muvafakati olmadıkça) garanti kapsamı dışında kaldığının kabulü gerekir. Somut olaya gelince; 1 ) Dava konusu kredili Bankomat-7/24 kartı üyelik sözleşmesi davalı tarafından garanti eden sıfatıyla imzalanmış ve dava dışı asıl borçlunun kredi limiti 1.000.000.000.-TL olarak belirlenmiştir. Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde garanti sözleşmesi hükümlerine başvurulmasında isabetsizlik yoksa da, davalı (garanti eden) nın sorumluluğunun belirlenmesinde yanılgıya düşülmüştür. Zira, sözleşmede limitle bağlı olmaksızın doğmuş ve doğacak borçlardan sorumlu olunacağı hükmü de yer almaktadır. Bu hüküm karşısında, garanti edenin sorumluluğunun sözleşme tarihindeki kredi limiti ile sınırlı olduğu söylenemez. Aksi halde garanti sözleşmesinin kefaletten herhangi bir farkı kalmaz. Ne var ki, garanti edenin sınırsız bir limit aşımından sorumlu tutulması da belirsizliğin garanti olmaz ilkesiyle bağdaşmaz. O halde önceden sınırı belirlenmemiş ise, sözleşme kurulurken asıl borçlu yönünden saptanan kredi limitinin makul (kabul edilebilir) ölçülerde aşılması durumunda garanti verenin limit aşımından da sorumlu tutulabileceğinin ve bir misline kadar olan limit aşımlarının makul (kabul edilebilir) olduğunun kabulü gerekir”. Hemen belirtelim ki, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin bu kararı emsal karar olarak buraya alınmış olup, aynı dairenin bu yönde bir çok kararı bulunmaktadır . Buna karşılık, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 04.07.2001 tarihli kararında , 19. Hukuk Dairesinin bu yerleşik içtihadından farklı bir çözümü benimsemiş ve ticari bir amaç gütmeyen, sırf dostane gayelerle kredi kartı sözleşmesine imza koyan bu kişilerin taahhüdünün, garanti sözleşmesi olarak değil de, kefalet olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Gerçekten Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na göre, “davalının garanti beyanı kredi kartı sözleşmesinin hemen altına alınmış ve bu beyanın başlangıcında da kredi sözleşmesine yollama yapılarak bu sözleşmeden doğan ve doğacak borçlar için davalıdan teminat beyanı alınmış olmakla, garanti beyanı asli unsur olmaktan çıkmış, feri nitelik yani kefalet amacına yönelik olduğu intibaı borçluya verilmiş bulunmaktadır. Keza, bu beyanın genel anlamından teminat verenin bağımsız bir borç değil, kredi kartı müşterisi asıl borçlunun sorumluluğu yüklenilmiş olmakla, ikinci ana kıstas bakımından da bir garanti sözleşmesinin varlığından söz edilemez. Diğer bir ana kıstas olan, teminat veren kimsenin bu sözleşmeyi yapmakta, menfaati olduğu belirlenemediği gibi, bu husus davacı bankaca da ileri sürülüp kanıtlanabilmiş değildir. Nihayet, kişiye yönelik teminat verme amacı gerek sözleşme, gerekse garanti beyanından açıkça anlaşılmaktadır. Zira, verilen teminat, kredi sözleşmesinin müşterisi ve asıl borçlusu Hüseyin isimli kişinin borçlarını karşılamaya yöneliktir. Bağımsız ve objektif bir amaca yönelik teminat verilmiş değildir. O halde, tüm ana kıstasların uygulanması sonucu davalının garanti beyanı adı altındaki beyanlarının bir garanti sözleşmesi amacı ile değil, kefalet amacı ile verildiği sonucu ortaya çıkmaktadır. BK:’nun 18’nci maddesi uyarınca da davalının bu iradesinin bir kefalet amacına yönelik olduğunun kabulü gerekir. Hiçbir menfaati olmayan, ticari bir gaye gütmeyen, sadece dostane ilişkiler nedeniyle tüketime yönelik banka kredi kartı kullanmasına imkan tanımak için verilen teminatın amacına aykırı olarak yorumlanması yasanın yukarıda anılan hükmüne aykırılık teşkil eder”. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun oy çokluğu ile aldığı bu karar doktrinde eleştirilmekle birlikte , kararın hakkaniyete uygun ve sonuç olarak doğru olduğunu kabul etmek gerekir. Hemen belirtelim ki, bu karardan sonra Yargıtay 11. ve 19. Hukuk Daireleri arasında görüş ayrılığı ortaya çıkmış ve 11. Hukuk Dairesi, Hukuk Genel Kurulu kararını esas alarak kredi kartı sözleşmelerindeki garanti taahhüdünü kefalet olarak yorumladığı halde , 19. Hukuk Dairesi, eski görüşünde ısrar etmekte ve kredi kartı sözleşmelerindeki garanti kayıtlarının, kefalet sözleşmesi değil de, BK.m.110 çerçevesinde üçüncü kişinin fiilini taahhüt niteliği taşıdığı yönünde kararlar vermektedir . Kanaatimizce, kredi kartı üyelik sözleşmesinde yer alan garanti kaydının, sözleşme serbestisi ilkesinin sınırlarını dikkate alarak, kefalet olarak kabul edilmesi gerekir. Kanun koyucunun, müteselsil kefaleti bile adi kefalete dönüştürdüğü göz önüne alındığında, bu çözümün hakkaniyete daha uygun düşeceği sonucuna varılacaktır. Bu bakımdan, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin garanti sözleşmesi yorumundan vazgeçmesi yerinde olacaktır.