Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun Kapsamında Kredi Kartı Borcunun Ödenmemesi

Mavi Gül

ѕση_¢ıqℓıк
Özel üye
TÜKETİCİNİN KORUNMASI HAKKINDA KANUN KAPSAMINDA
KREDİ KARTI BORCUNUN ÖDENMEMESİ VE HUKUKİ SONUÇLARI


Yrd. Doç. Dr. Mustafa ÇEKER
Çukurova Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Ticaret Hukuku Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi

I. Genel Olarak
Kredi kartları, kişilere nakit ödemeksizin alışveriş olanağı sağlayan bir ödeme aracıdır. Buna göre, kredi kartı çıkaran kuruluşlardan kart alan kişiler, sisteme dahil olan işyerlerinde yaptıkları alışveriş ve harcamalarda nakit ödemek yerine, kredi kartını ibraz edebilmekte ve hiçbir ödeme yapmaksızın sadece bir imza karşılığında harcama yapmaktadır. Müşterinin kart kullanması, alışveriş tutarına herhangi bir ilave (komisyon, fark vs.) yapılmasına neden olmaz; nakit ödenmiş olsaydı ne kadar ödenmesi gerekli ise, kredi kartıyla yapılan ödemelerde de aynı tutar üzerinden işlem yapılır. . Kredi kartıyla işlem yapabilmek için, sistemi organize eden bir kredi kartı kurumuna ihtiyaç vardır. Kredi kartı kurumu, bir banka veya finans kurumu olabileceği gibi, sistemi organize etmek amacıyla kurulmuş bir kredi kartı şirketi de olabilir. Bu kurum, bir yandan kart sahibi olmak isteyen kişiler ile kredi kartı üyelik sözleşmesi, diğer yandan da, ticari işletme sahipleriyle üye işyeri sözleşmesi imzalamak suretiyle sistemi organize eder . Üye işyeri, kart hamiline sunduğu mal veya hizmetin bedelini, anlaşmalı olduğu kredi kartı kurumundan tahsil eder. Kart hamili ise, kredi kartını kullanarak yaptığı harcama tutarlarını, her ay sonunda gönderilen hesap özetinde yazılı tarihte kendisine kartı veren kuruma öder. Müşteri, bu ödemeyi yaparken, kural olarak yaptığı alışveriş tutarı ne ise onu öder. Ancak, kredi kartı borcunun taksitli olarak ödenmek istenmesi veya nakit kredi çekilmesi hallerinde, banka tarafından tespit edilmiş olan oranda kredi faizi ödenmek zorundadır.

Ülkemizde 1988 yılından itibaren yaygınlaşmaya başlayan kredi kartları, sisteme katılan bütün taraflar için çeşitli yararlar sağlamaktadır. Öncelikle, kart hamili, kredi kartı sayesinde nakit taşıması gerekmeksizin alışveriş yapma olanağına sahip olur. Ayrıca, kart hamili, kredi kartı ödemesini yaklaşık bir ay sonra yaptığından kısa vadeli faizsiz bir krediden de yararlanmaktadır. Aynı şekilde, kredi kartı sistemine giren ticari işletmeler, bu sayede yeni ve devamlı müşteri sahibi olmanın yanı sıra, kredi kartı kurumunun ödeme güvencesi altında iş hacmini artırma fırsatı da bulmaktadır. Gerçekten, müşterilerine kredili satış yaptığı takdirde borcun ödenmemesi riskini bizzat taşıyan bu işletmeler, kredi kartı sistemi aracılığıyla bir banka veya finans kurumunun ödeme garantisine kavuşmuş olurlar. Sistemi organize eden ve işyerlerine ödeme yapan kredi kartı kurumu ise, bu hizmet karşılığında kart hamilinden yıllık ücret (kart yenileme bedeli) ile borcunu taksitle ödeyen müşterilerden kredi faizi almakta, üye işyerlerinden ise komisyon almak suretiyle gelir elde etmektedir.

Kredi kartlarına ilişkin olarak Borçlar Kanunu, Türk Ticaret Kanunu ve Bankalar Kanununda herhangi bir düzenleme yoktur. Kredi kartlarına ilişkin işlemlerin bağımsız şekilde düzenlenmesi amacıyla “Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu Taslağı” hazırlanmakla birlikte, bu taslak bir türlü kanun haline gelememiştir. Buna karşılık, 2003 yılında çıkarılan 4822 sayılı Kanunla , kredi kartları, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamına alınmış, ayrıca kredi kartlarına ilişkin olarak kanuna eklenen 10/A maddesiyle kredi kartları hakkındaki ilk yasal düzenleme yapılmıştır . Ancak, kredi kartı ilişkisinin bir madde ile düzenlenmesi, karşılaşılan sorunlara çözüm olmayacaktır. Ayrıca, 4822 sayılı Kanunla getirilen hükümlerde kanun tekniği açısından da çeşitli hatalar bulunmaktadır. Bu nedenle, kredi kartı borçlarının ödenmemesiyle ilgili olarak ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde doktrindeki görüşler ile Yargıtay kararları büyük önem taşımaktadır. Aşağıda 4822 sayılı Kanun hükümleri ve Yargıtay kararlarını da dikkate alarak kredi kartı borçlarının ödenmemesi ve hukuki sonuçlarının değerlendirilmesi yapılmaktadır.
 

Mavi Gül

ѕση_¢ıqℓıк
Özel üye
II. Kredi Kartı Borcunun Muaccel Hale Gelmesi
4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’a 4822 sayılı Kanun’la eklenen 10/A maddesi hükmünce, “kredi veren tarafından tüketiciye gönderilen dönemsel hesap özetleri, 10 uncu maddenin ikinci fıkrasının (d) bendinde öngörülen ödeme planı hükmündedir. Dönemsel hesap özetinde yer alan asgari ödeme tutarının vadesinde ödenmemesi halinde; tüketici, 10 uncu maddenin (f) bendinde yer alan gecikme faizi dışında herhangi bir isim altında yükümlülük altına sokulamaz”. Buna göre, hesap özetinde yazılı olan son ödeme gününde kredi kartı borcu muaccel hale gelmiş sayılır. Son ödeme tarihine kadar hesap özetinde bildirilen asgari tutarın ödenmemesi halinde, kart hamili BK.m.101/II hükmü uyarınca temerrüde düşmüş sayılır ve bu tarihten itibaren borcunu temerrüt faiziyle birlikte ödemek zorundadır . Ancak hemen belirtelim ki, TKHK.m.10/A düzenlemesi dikkatle incelendiğinde, hesap özetinde yazılı asgari ödeme tutarının vadesinde ödenmemesi, kredi kartı borcunun tamamı için değil, asgari tutar için muacceliyet sağlamaktadır. Böylece, kredi kartı kurumu hesaba temerrüt faizi yürütme olanağına kavuşmakla birlikte, hesabı kat etme yetkisine sahip değildir. Zira, TKHK.m.10/A’nın atfı dolayısıyla kredi kartları açısından da geçerli olan TKHK.m.10/III uyarınca, “kredi veren, taksitlerden birinin veya birkaçının ödenmemesi halinde kalan borcun tümünün ifasını talep etme hakkını saklı tutmuşsa, bu hak; ancak kredi verenin bütün edimlerini ifa etmiş olması durumunda ve tüketicinin birbirini izleyen en az iki taksidi ödemede temerrüde düşmesi halinde kullanılabilir. Ancak, kredi verenin bu hakkını kullanabilmesi için en az bir hafta sürerek muacceliyet uyarısında bulunması gerekir”. Görüldüğü gibi, kredi kartı borcunun tamamına muacceliyet vermek ve hesabı kat edebilmek için aşağıdaki şartların yerine getirilmesi gerekmektedir:
1. Kredi kartı kurumuna sözleşme ile taksitlerden birinin ödenmemesi halinde kalan borcun tamamını isteme hakkı tanınması;
2. Kredi kartı kurumunun (hesap özeti göndermek gibi) kendisine düşen bütün edimleri yerine getirmiş olması;
3. Kredi kartı borçlusunun birbirini izleyen en az iki dönemde hesap özetinde bildirilen asgari tutarı ödememiş olması;
4. Kart hamiline ihtarname gönderilerek en az bir haftalık ödeme süresi tanınması;

Bu çerçevede, kredi kartı üyelik sözleşmesinde asgari tutarın ödenmemesi halinde kalan borcun tamamının istenebileceği hususunda bir düzenleme yoksa veya kredi kartı kurumu, örneğin hesap özetini göndermeyerek kendisine düşen yükümlülükleri yerine getirmemişse veyahut ta asgari tutarların gecikmeli de olsa ödenmesi hallerinde, kredi kartı borcunun ödenmediği gerekçesiyle hesabın kat edilmesi mümkün olmayacaktır.

Taraflar arasında yazılı şekilde bir kredi kartı üyelik sözleşmesinin mevcut olmadığı hallerde, kredi kartı hesabını kat edebilmek için hangi şartlar aranacaktır? Bu hususta TKHK.m.10 ve 10/A düzenlemelerinde herhangi bir açıklık yoktur. Gerçekten, TKHK.m.10/III’de, hesabı kat edip borcun tamamının ödenmesini talep yetkisi, sözleşmede bu yönde bir düzenleme bulunması şartına bağlanmıştır. Taraflar arasındaki sözleşme yazılı şekilde yapılmadığı takdirde, kredi kartı kurumunun tek yanlı olarak hesabı kat etme yetkisini genel hükümlere göre tespit etmek gerekmektedir. Bu çerçevede, BK.101 uyarınca, kart hamiline bir muacceliyet ihtarı gönderilmesi ve ihtarda tanınan ödeme süresinin geçmesine rağmen borcun ödenmemesi üzerine kredi kartı hamilinin temerrüdünün gerçekleşeceğini kabul etmek gerekir. Yargıtay’ın yerleşik kararları da, kart hamilinin temerrüdünün kendiliğinden gerçekleşmeyeceği yönünde olup, kredi kartı borçlusunun temerrüde düşmüş sayılması için, ihtarname gönderilmesi ve bu ihtarnamenin tebliğine rağmen ödeme süresi içinde herhangi bir ödeme yapılmamış olması aranmaktadır. Gerçekten, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 10.06.2002 tarih ve E. 2002/0168 K. 2002/4482 sayılı kararına göre, “davacı banka hesabı 14.10.1999 tarihinde kat etmiş ve alacağın ödenmesi için ihtarname keşide etmiş ise de, ihtarnamenin borçlu davalıya bilinen iş adresinde tebliğ olunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda temerrüdün oluştuğundan söz edilemez”. Aynı yönde, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi, 16.05.2002 tarih ve E. 2001/6718 K. 2002/3728 sayılı kararında “mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacı bankanın hesabın kat'ına ilişkin ihtarnamede ödeme için verilen süre ve ihtarnamenin davalıya tebliğ tarihi dikkate alınmadan hesap kat tarihinden itibaren temerrüt faizi uygulanması doğru olmadığı gibi, temerrüt faizi oranının tesbitinde taraflar arasında imzalanan sözleşme hükümleri uyarınca gerekli araştırma yapılmadan, davacı talebi doğrultusundaki oran üzerinden hesaplama yapılması da isabetsizdir” hükmüne yer verilmiştir.

Öte yandan, kart hamilinin temerrüdü için, kredi kartı hesabının kat edilmesi ve ihtarname gönderilmesi yeterli olmayıp, aynı zamanda bu ihtarnamenin usulüne uygun şekilde tebliğ edilmesi de gerekmektedir . Kart hamiline adres değişikliği nedeniyle tebligat yapılamaması halinde, 4949 sayılı Kanunla değişik İİK.m.68b/IV uyarınca, “sözleşmede gösterilen adresin değiştirilmesi, yurt içinde bir adresin noter aracılığıyla krediyi kullandıran tarafa bildirilmesi hâlinde sonuç doğurur; yeni adresin bu şekilde bildirilmemesi hâlinde hesap özetinin eski adrese ulaştığı tarih tebliğ tarihi sayılır”. Buna karşılık, adres değişikliği gibi bir durum olmamasına rağmen kat ihtarının tebliğ edilmeden iade edilmesi üzerine, kart hamili, icra takibiyle temerrüde düşmüş sayılır ve kat tarihinden takip tarihine kadar geçen süre için faizsiz anapara bakiyesi üzerinden temerrüt faizi değil, kredi faizi tahakkuk ettirilmesi gerekir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.04.2002 tarihli kararında bu husus vurgulanarak, kat ihtarının tebliğ edilemediği hallerde alacak miktarına takip tarihine kadar temerrüt faizi değil, kredi faizi yürütülmesi gerektiği kabul edilmiştir: “Kat ihtarının borçluya usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği dosya kapsamı ile sabit olduğuna göre taraflar arasındaki sözleşmenin takip tarihine kadar ayakta olduğunun kabulü gerekir. Bunun sonucu olarak da alacaklı bankanın hesabın kat tarihinden takip tarihine kadarki dönem için akdi faiz talep etme olanağı bulunmaktadır. Yine takip talebinde istenen faizin direnim (temerrüt) faizi olarak adlandırılması tek başına kat ihtarının tebliğ edilmemesi nedeniyle kat işleminden ancak takip ile haberdar olan borçludan aradaki dönem için akdi faiz istenmesine engel teşkil etmemelidir.Daha açık bir ifadeyle; Bankanın hesabın kat edildiğine ve asıl alacağın o zamana kadar işlemiş akdi faiziyle birlikte hesaplandığı miktarın ödenmesi gerektiğine ilişkin ihtarnamesi borçluya tebliğ edilemediğine, sözleşmede temerrüt için ihtarın aranmadığına ilişkin özel bir hüküm de bulunmadığına göre borçlu temerrüde düşmüş kabul edilemeyeceğinden alacaklının isteyebileceği faiz elbette temerrüt faizi değildir. Kat tarihinden takip tarihine kadar ayakta olan sözleşmede tarafların kararlaştırdığı faizin uygulanacağında kuşku bulunmamaktadır” .
 

Mavi Gül

ѕση_¢ıqℓıк
Özel üye
III. Hesap Özetine İtiraz Hakkı
Kart hamili, kural olarak, üye işyeri ile arasındaki bedel ilişkisinden (Valutaverhaeltnis) kaynaklanan bir def'i veya itiraz ileri sürerek kartı çıkaran kuruma ödeme yapmaktan kaçınamaz . Hamil, harcama belgesine attığı imza ile birlikte, kendisine bir edim sunulduğunu beyan etmektedir; buna karşın, daha sonra söz konusu edimin yerine getirilmediğinin ileri sürülmesi, bu beyana dayalı olarak ödeme yapan kurumu zor durumda bırakacaktır. Kötü ifadan kaynaklanan (satın alınan malın ayıplı çıkması gibi) def'i veya itirazların üye işyerine karşı ileri sürülmesi gerekir . Bu itiraz üzerine, üye işyeri, alacak belgesi adı verilen bir belge düzenleyerek harcama belgeleriyle birlikte kartı çıkaran kuruma ibraz edecektir. Kurum, bu alacak belgesinde yer alan tutarı kart hamilinin hesabına alacak olarak kaydeder ve daha sonraki harcama bedellerinin ödenmesinde dikkate alır.

Buna karşılık, kart hamili ile üye işyeri arasında geçerli bir bedel ilişkisinin olmadığı hallerde, bu konudaki def'i veya itirazların kartı çıkaran kuruma yöneltilebileceği şüphesizdir . Bu durum, özellikle, kredi kartının üçüncü bir kişi tarafından kullanıldığı, harcama belgesinin üye işyeri görevlileri tarafından sahte olarak düzenlendiği veya imzalar arasında bir benzerliğin bulunmadığı hallerde söz konusu olur. Bu tür durumlarda kartı çıkaran kuruma yöneltilmiş geçerli bir ödeme talimatı olmadığından, üye işyerine yapılan ödemenin riski kuruma ait olur ve bu ödenen tutarlar, kart hamiline kusur isnat edilebileceği haller dışında, yalnızca üye işyerinden talep edilebilir .

Bu noktada, hesap özetinde yazılı harcamaların gerçek olup olmadığını ispat yükünün kime düştüğünü belirlemek gerekir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 18.12.1992 tarihli kararına konu oluşturan olayda, kart hamili, harcama tutarlarını ödememiş ve kendisinin borçlu olduğunu ispat için de bankanın harcama belgesini ibraz etmesi gerektiğini iddia etmiş, ancak, Yargıtay, bu durumda, harcama belgesini ibraz etmesi gereken tarafın kart hamili olduğunu ve harcama belgeleri ibraz edilmese bile bankanın kendi defter ve kayıtlarından istifade ederek borcun varlığını ve ödenmemiş olduğunu ispat edebileceğini şu ifadelerle açıklamıştır: “... Visa kartı üyelik sözleşmesi gereğince, kart hamili, itirazını harcama belgelerine dayandırmak zorundadır. Harcama belgeleri ibraz edilmezse, sözleşmenin 19. maddesine istinaden bankanın kayıtları esas alınır. Yapılan bilirkişi incelemesi sonucuna göre karar verilmesi yerindedir” . Yargıtay, bu hatalı görüşten daha sonradan dönmüş ve alacak iddiasında bulunan kredi kartı kurumunun alacağının varlığını ispatla yükümlü olduğunu hükme bağlamıştır. Gerçekten, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 27.11.2000 tarih ve E. 2000/5291 K. 2000/8085 sayılı kararında, “davalı taraf kendilerine gönderilen hesap bildirim cetvellerindeki bazı harcamaların taraflarından yapılmadığını davacı bankaya 15.9.1997, 17.12.1997 tarihli ihtarlar ve 14.7.1997 tarihli dilekçe ile bildirerek itiraz etmiştir. Yargılama aşamasında ise bu harcamalara ilişkin harcama belgelerindeki imzaların kendilerine ait olmadığını belirterek bu yönde araştırma yapılmasını talep etmişlerdir. Kredi sözleşmesinde, banka defter ve kayıtlarının kesin delil olacağı yönü kararlaştırılmış ise de defter kayıtlarının dayanağı belgelerle birlikte delil olma özelliği taşıyacağı gözetilip, bu yoldaki davalılar itirazları da dikkate alınarak bankaya harcama belgelerini (slipler) ibraz ettirilip üzerinde inceleme yaptırılması anılan belgelerdeki imzaların davalılara ait olmadığının anlaşılması halinde harcamaların yapıldığı üye işyerlerinin gerekli özeni göstermemeleri ve üzerine düşen edimleri gerektiği gibi yerine getirmemeleri ile bir kusur ve sorumluluklarının bulunup bulunmayacağı hususlarının karar yerinde tartışılarak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken yetersiz inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması isabetli görülmemiştir”. Bu kapsamda, kart hamilinin imzasını taşıdığı belgelenemeyen işlemlerden dolayı kart hamilinin sorumluluğuna gidilmesi de mümkün değildir. Yargıtay 19. HD. Tarih: 23.02.2000, E. 1999/7576 K. 2000/1284 sayılı kararına göre, “kredi kartı üyelik sözleşmesinin 18. maddesi uyarınca, uyuşmazlık halinde banka defter ve kayıtlarının kesin delil teşkil etmesi, ancak bu kayıtların dayanağı belgelerin varlığı halinde mümkündür. Olayda, davacı harcamalara itiraz etmiş, davalı banka ise kayıtlarında yazılı bir kısım harcamalarla "ilgili belgeleri (slipleri) ibraz edememiştir. Bu durumda mahkemece belge ile kanıtlanan harcamalar gözetilerek davalı bankanın alacağının belirlenip, davacının yaptığı ödemeler de gözetilerek uygun sonuç dairesinde bir karar vermek gerekirken, bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir” .

Öte yandan, kredi kartı kurumu tarafından gönderilen hesap özetlerine itiraz edilmemesi halinde, İİK.m.68b uyarınca kesinleşmiş hesap özetine dayalı takip yapılıp yapılamayacağı sorusuyla da karşılaşılabilir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.03.2002 tarihli kararında da hükme bağlandığı gibi, İİK.'nun 68b maddesi gereğince, kredi sözleşmeleri ve bunlarla ilgili süresinde itiraz edilmemiş hesap özetleri ile krediyi kullandıran tarafından usulüne uygun düzenlenmiş diğer belge ve makbuzlar, bu kanunun 68. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen belgelerden sayılır . Hemen belirtelim ki, kredi kartı hamilinin bir aylık süre içinde hesap özetine itiraz etmesi veya bu itiraz süresi dolmadan icra takibine başlanması halinde, hesap özeti kesinleşmiş sayılamayacağından, icra takibine itiraz eden borçlunun itirazının kaldırılmasını talep etmek mümkün değildir .
 

Mavi Gül

ѕση_¢ıqℓıк
Özel üye
IV. Kredi Kartı Borcunun Ödenmemesinin Sonuçları
Hesap özetinde bildirilen tarihe kadar kredi kartı borcunun kısmen veya tamamen ödenmemesi halinde, kredi kartı kurumunun gecikme bedeli ve temerrüt faizi tahakkuku ile işlemiş faize yeniden faiz yürütülmesi sorunlarıyla karşılaşılabilir.

1. Gecikme Bedeli Talep Hakkı
Kredi kartı üyelik sözleşmesinde, hesap özetindeki asgari tutarın ödenmemesi halinde, temerrüt faizi dışında, ayrıca gecikme bedeli (ücreti) ödenmesi de kabul edilmiş olabilir . Bu durumda, kart hamili, zamanında ödemediği harcama tutarlarına ilişkin olarak, temerrüt faizinin yanı sıra, gecikme bedeli de ödemek zorunda kalacaktır. Gecikme bedeli oranının sözleşmede gösterilmemiş olması halinde, aynı tarihte ve benzer olaylarda bankanın uyguladığı cari gecikme bedeli oranı esas alınır. Kredi kartı üyelik sözleşmesinde, gecikme bedeli oranı açıkça yazılmaksızın kredi kartı kurumuna tek yanlı olarak oran belirleme yetkisi verilmişse, bu yetkinin kullanılmasında MK.m.2’de ifadesini bulan dürüstlük kuralına uygun davranılması gerekir. Buna göre, gecikme bedeli oranının fahiş bir şekilde tespit edilmesi halinde, hakkın kötüye kullanılması gerekçesiyle hakim müdahalesi yoluna gidilmelidir. Örneğin, ülkemizde kredi kartı çıkaran bankaların uyguladığı gecikme bedeli oranları %4-10 aralığında değişmekte iken, bir bankanın %20 oranında gecikme bedeli oranı belirlemesi ve uygulaması MK.m.2’ye aykırı sayılmalıdır. Hemen belirtelim ki, 4822 sayılı Kanun’la 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’a eklenen m.10/A hükmü uyarınca, “dönemsel hesap özetinde yer alan asgari ödeme tutarının vadesinde ödenmemesi halinde; tüketici, 10 uncu maddenin (f) bendinde yer alan gecikme faizi dışında herhangi bir isim altında yükümlülük altına sokulamaz”. Görüldüğü gibi, işbu düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra (14.06.2003), artık gecikme bedeli talep edilmesi mümkün değildir.

2. Temerrüt Faizi Talep Hakkı
Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un m.10/A hükmünce, “kredi veren tarafından tüketiciye gönderilen dönemsel hesap özetleri, 10 uncu maddenin ikinci fıkrasının (d) bendinde öngörülen ödeme planı hükmündedir. Dönemsel hesap özetinde yer alan asgari ödeme tutarının vadesinde ödenmemesi halinde; tüketici, 10 uncu maddenin (f) bendinde yer alan gecikme faizi dışında herhangi bir isim altında yükümlülük altına sokulamaz”. Buna göre, hesap özetinde yazılı olan son ödeme gününde kredi kartı borcu asgari tutar açısından muaccel hale gelmiş sayılır. Böylece, kredi kartı kurumu hesaba asgari tutar üzerinden temerrüt faizi yürütme olanağına kavuşmakla birlikte, hesabı kat etme yetkisine sahip değildir.
Kredi kartı borcuna uygulanacak temerrüt faizi oranı, taraflar arasındaki kredi kartı üyelik sözleşmesi hükümlerine göre tespit edilir. Uygulamada genellikle temerrüt faizi oranını belirleme yetkisi, kredi kartını çıkaran kuruma bırakılmaktadır. Bu durumda, MK.m.2 sınırları içerisinde kalmak kaydıyla temerrüt faizi oranının kredi kartı kurumu tarafından tek yanlı olarak belirlenmesi geçerli sayılmalıdır. Bu konuda, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.04.2002 tarihli kararında da faiz oranını belirleme yetkisinin bankaya tanınmasının mümkün olduğu sonucuna varılmıştır: “Bankalar tarafından normları önceden hazırlanıp kredi taleplisinin kabulü sonucu birlikte imzalanmak suretiyle akdedilen kredi sözleşmelerindeki hükümler kanunun tayin ettiği sınırlar içinde olmak koşulu ile tarafları bağlayıcı kabul edilir. Özel hukuk ilişkilerindeki sözleşme özgürlüğü kuralı, Borçlar Kanununun 19. ve 20. maddelerinde ifadesini bulan iki ayrı koşulla sınırlandırılmıştır. Bu açıdan bakıldığında borçlunun itirazı taraflar arasındaki sözleşmenin hukuksal niteliğine yönelik olmayıp, salt sözleşme nedeniyle hesaplanması gereken borcun miktarınadır. Taraflar arasındaki sözleşme hükümlerinin hukuken geçersizliği yönünde bir savunma getirilmemiştir. O halde uyuşmazlıkta sözleşme hükümlerinin uygulanacağında kuşku bulunmamaktadır. Bu bağlamda; temerrüt faizi ve akdi faiz üzerinde durulmasında da yarar vardır. Temerrüt faizi en basit tanımlamasıyla para borcunu ödemede geciken borçlunun gecikme müddeti için alacaklıya ödemesi gereken faizi ifade eder.En önemli unsuru temerrüt olgusunun varlığıdır. Akdi faiz ise borcun kaynağına göre yapılan ayrım içerisinde yer alır ve genel ifadeyle taraflar arasında miktarı kararlaştırılan ve borcun doğduğu tarihten itibaren işlemeye başlayan faizdir. Bu faiz türünün kaynağı akit diğer söyleyişle sözleşme olup, hakkın kötüye kullanılmaması kaydıyla serbestçe kararlaştırılabilir”.

Ancak, faiz oranını tek yanlı olarak belirleme yetkisi, MK.m.2 uyarınca fahiş kazanç amacıyla kullanılamaz: “Davacı banka, taraflar arasında imzalanan visa kartı üyelik sözleşmesinin 20. maddesinde yer alan faiz oranlarında, yetkili merciiler veya banka tarafından değişiklik yapılması halinde ihtara gerek kalmaksızın değişiklik tarihinden itibaren yeni faiz oranlarının uygulanacağına ilişkin hükme dayanarak, sözleşmenin 8. maddesinde temerrüt faiz oranı % 11 olarak belirlenmiş iken, hesabın katından sonra aylık % 28 oranında temerrüt faizi uygulanmıştır. Artan faiz oranlarının bankaca kredi borcuna uygulamasına olanak sağlayan bu sözleşme hükmü tarafların serbest iradeleri ile oluşturulduğundan, bu durumun BK.nun 19 ve 20. maddelerine aykırılık teşkil etmeyeceği kuşkusuzdur. Ancak, sözleşmenin bu maddesi ile davacı bankanın iradesine bırakılan faiz oranını artırma ile ilgili yetkinin kullanılmasında objektif iyiniyet kuralları içinde davranılması MK.nun 2. maddesinin uyulması gereken emredici bir hükmüdür. Bu kuralın sonucu olarak bankanın fahiş kazanç amacı ile faiz oranını tek yanlı artıma yetkisine dayanarak haklı görülmeyecek bir orana yükseltmesi objektif iyiniyet kuralları ile bağdaşmayacağından, sözleşmedeki anılan bu hükmün uygulanmasında kredi müşterisinin MK.nun 2. maddesinin koruması altında bulunduğunun kabulü gerekir. Bir başka deyişle bankanın kendisine duyulan güvene aykırı davranışı bulunup bulunmadığının saptanması gerekir” .

Hemen belirtelim ki, kredi kartı borcuna uygulanacak olan temerrüt faizi oranını belirleme yetkisi, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’la sınırlandırılmıştır. 4822 sayılı Kanun’la değişik Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un m.10/f hükmü uyarınca, sözleşmede belirlenecek olan temerrüt faizi oranı, akdi faiz oranının %30 fazlasını aşamaz. Buna göre, kredi kartı çıkaran kurumlar, temerrüt faizi oranını sözleşmede açıkça göstermek zorunda oldukları gibi, temerrüt faizi oranı, kredi kartı borcunun taksitlendirildiği dönemlerde uygulanan cari faiz (kredi faizi) oranından en fazla %30 oranında fazla olabilecektir. Böylece, kredi faizi oranı aylık %5 iken, temerrüt faizi oranının %250-400 gibi yüksek oranlarda belirlenmesi kanuna aykırı olup, geçersiz sayılmalıdır. Zira, örnek olarak verilen aylık %5 oranındaki kredi faizi oranı yılık bazda %60’a karşılık gelmekte olup, bu durumda, 4077 sayılı Kanun gereğince temerrüt faizi oranı en fazla %78 olabilecektir. Bu noktada temerrüt faizi oranının, kredi faizi oranına endekslenmesi sebebiyle kredi kartı kurumlarının hesabın kat’ından önce kredi faizi oranını artırmak suretiyle yüksek oranda temerrüt faizi talebiyle karşılaşılabilir. Sorunun çözümünde TKHK.m.10/A f.3 hükmünden yararlanılması mümkündür. Gerçekten, TKHK.m.10/A f.3 uyarınca, “kredi veren faiz artırımını otuz gün önceden tüketiciye bildirmek zorundadır. Kredi veren tarafından artırılan faiz oranı geriye dönük olarak uygulanamaz”. Görüldüğü gibi, kredi kartı ilişkisinde, kredi faizi oranına ilişkin artırımların 30 gün önceden bildirilmesi zorunlu olduğu gibi, yeni faiz oranının geçmişe dönük olarak uygulanması yasaktır. Dolayısıyla, kredi kartı kurumu, kredi faizi oranını ancak bir sonraki hesap döneminde geçerli olmak üzere (30 gün sonra) artırma yetkisine sahiptir. Ayrıca, kart hamili, “bildirim tarihinden itibaren en geç altmış gün içinde tüm borcu ödeyip kredi kullanmaya son verdiği takdirde faiz artışından etkilenmez” (TKHK.m.10/A f.3).

Hemen belirtelim ki, 4822 sayılı Kanun’la getirilen düzenlemelerin uygulanması bakımından, taraflar arasındaki kredi kartı üyelik sözleşmesinin kanundan önceki tarihli olmasının bir önemi yoktur. 4822 sayılı Kanun’un temerrüt faizi oranının tespitine yönelik üst sınır getiren düzenlemesi, bu hükmün yürürlüğe girdiği 14.06.2003 tarihinden itibaren bütün kredi kartı sözleşmeleri bakımından hukuki sonuçlarını doğurur ve artık temerrüt faizi oranı, sözleşmede aksine düzenleme olsa bile, cari kredi faizi oranının %30 fazlasını aşamaz.

3. Faize Faiz Yürütülmesi
Kanuni faiz ve temerrüt faizine ilişkin 3095 sayılı Kanun’un 3.maddesi uyarınca, “kanuni faiz ve temerrüt faizi hesaplanırken mürekkep faiz yürütülemez. Bu konuya ilişkin Türk Ticaret Kanunu hükümleri saklıdır”. Görüldüğü gibi, Türk Hukuku’nda işlemiş faizin anaparaya ilave edilerek yeniden faiz yürütülmesi kural olarak yasaktır. Bu kuralın istisnası, TTK.m.8/II’de öngörülmüş ve bu düzenlemeyle faize faiz yürütülmesine iki halde cevaz verilmiştir. TTK.m.8/II’ye göre, “üç aydan aşağı olmamak üzere faizin anaparaya eklenerek birlikte tekrar faiz yürütülmesi şartı, yalnız cari hesaplarla borçlu bakımından ticari iş mahiyetini haiz olan karz akitlerinde muteberdir”. Kredi kartı ilişkisine bakıldığında, taraflar arasında bir cari hesap ilişkisinin mevcut olduğu kabul edilerek faize faiz yürütülebileceği sonucuna varılabilir . Ancak, TTK.m.8’de öngörülen istisnanın uygulanabilmesi için, işlemiş faizin anaparaya ekleneceği hesap devresinin üç aydan aşağı olmaması gerekmektedir. Kredi kartlarında ise hesap devreleri, bir aylık süreleri kapsadığı için faize faiz yürütülmesi kanuna aykırı olacaktır. Buna karşılık, hesabın kat tarihine kadar işleyen kredi faizinin anaparaya eklenmesi ve toplam tutar (asıl alacak) üzerinden temerrüt faizi uygulanması mümkündür .
Aynı şekilde, kredi kartı ilişkisinin geçerli olduğu dönemde işlemiş olan temerrüt faizine faiz yürütülmesi, BK.m.104/son hükmüne aykırı olup, geçersizdir. Gerçekten, BK.m.104/III uyarınca, “geçmiş günler faizinin tediyesinde temerrüt sebebiyle faiz yürütülemez”. Bu düzenleme emredici nitelik taşıdığından aksine anlaşma olsa bile, temerrüt faizinin bileşik faiz yöntemiyle hesaplanması mümkün değildir .
 

Mavi Gül

ѕση_¢ıqℓıк
Özel üye
V. Kredi Kartı Borcundan Sorumluluk Taşıyan Kişiler
Kredi kartı borcunun ödenmemesi üzerine kredi kartı kurumu alacağın icra takibi yoluyla tahsili için icra takibine girişecektir. Bu kapsamda, kredi kartı hamilinin dışında, üyelik sözleşmesine ek kart hamili, kefil veya garanti eden sıfatıyla imza atan kişilere karşı icra takibi yapılması söz konusu olabilir.

1. Kart Hamilinin Sorumluluğu
Kredi kartı ilişkisinde ödenmeyen borçlardan dolayı kart hamilinin sorumlu olacağı kuşkusuzdur. Bu sorumluluk, kart hamilinin kredi kartıyla yaptığı alışveriş bedelleri, çektiği nakit avans tutarları ve işlemiş faizleri kapsar. Kart hamilinin sorumluluğunun herhangi bir limiti yoktur; hamil, kredi kartı limiti ne olursa olsun borcun tamamından sorumludur. Bu noktada, kart hamilinin talebiyle üçüncü kişilere verilen ek kartlarla yapılan harcamaları da asıl kart hamilinin ödemekle yükümlü olduğunu belirtmekte yarar vardır.

Kart hamilinin sorumlu olduğu alacak miktarı tespit edilirken, borçlu tarafından yapılan ödemelerin araştırılması ve borçtan mahsup edilmesi gerekir . Bu noktada, kredi kartı borcuna uygulanan faiz oranlarının tek yanlı olarak değiştirilebilip değiştirilemeyeceği sorusuyla karşılaşılabilir. Kredi kartı işlemlerinin sürekli bir borç ilişkisi doğurması nedeniyle faiz oranlarının sabit kalması düşünülemez. Bu çerçevede kullanılan krediye uygulanacak faiz oranının da günün koşullarına göre değiştirilmesi gerekir. Uygulamada kredi kartı üyelik sözleşmelerine konulan bir hükümle kredi kartı kurumuna tek yanlı olarak faiz oranında değişiklik yapma yetkisi tanınmaktadır. Yukarıda temerrüt faizi oranlarının tespiti konusunda açıklandığı üzere, kredi faizi oranını artırma yetkisini kullanılırken de kredi kartı kurumu serbest değildir. Gerçekten, 4077 sayılı Kanun’un m.10A/III hükmü uyarınca, “kredi veren faiz artırımını otuz gün önceden tüketiciye bildirmek zorundadır. Kredi veren tarafından artırılan faiz oranı geriye dönük olarak uygulanamaz. Tüketici bildirim tarihinden itibaren en geç altmış gün içinde tüm borcu ödeyip kredi kullanmaya son verdiği takdirde faiz artışından etkilenmez”. Buna göre, kredi kartı faiz oranının arttırılabilmesi için, bu işlemin en az otuz gün önceden kart hamiline bildirilmesi şarttır. Ayrıca, yeni faiz oranlarının geçmişe dönük olarak uygulanması da mümkün değildir(TKHK.m.10/A) . Son olarak, kart hamili, bildirim üzerine kredi kartı borcunun tamamını en geç altmış gün içinde ödemek suretiyle faiz artışının uygulanmasını önleme olanağına da sahiptir.

2. Ek Kart Hamilinin Sorumluluğu
Kredi kartı borcundan dolayı, asıl kart hamilinin dışında, bu kişinin talebiyle ek kart verilen kişilerin de sorumluluğu gündeme gelebilir. Bu noktada, ek kart hamilinin kendi kartıyla yaptığı harcamalardan sorumlu olduğu kuşkusuzdur. Ancak, bu sorumluluğun kapsamına, asıl kart hamilinin yaptığı harcamaların da dahil olup olmayacağını incelemek gerekir. Gerçekten, uygulamada ek kart talebinde bulunan kişilerin de, kredi kartı üyelik sözleşmesine imzası alınmakta ve kredi kartı borcunun ödenmemesi üzerine ek kart hamilinden hem asıl kart hem de ek kart borcunun ödenmesi talep edilmektedir. Bu talebin hukuki dayanağını ise, kredi kartı üyelik sözleşmelerinde yer alan ve “müşterek- müteselsil borçluluk” öngören düzenlemeler oluşturmaktadır. Buna göre, sözleşme hükmüyle ek kart hamilinin asıl kart hamiliyle birlikte müteselsil şekilde her iki kredi kartı borcundan da sorumluluk taşıdığı öngörülmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 11.02.1998 tarihli kararında da vurgulandığı üzere, “BK.nun 18. maddesine göre sözleşmelerin tarafların gerçek iradelerine uygun şekilde yorumlanması ve ona göre değerlendirilmesi gerekir. Sözleşmeye ek kart hamili olarak imza koyan davalının asıl kart hamilinin yaptığı harcamalardan müteselsil borçlu olma iradesiyle B.K.nun 141. maddesinde öngörüldüğü biçimde bir yükümlülük altına girdiği düşünülemez” . Dolayısıyla, ek kart hamilinin sorumluluğu, sadece kendi kartından kaynaklanan borç ile sınırlı olup, asıl karta ilişkin borçlardan dolayı ek kart hamili sorumlu tutulamaz .

3. Kredi Kartı Borcuna Şahsi Teminat Verenlerin Sorumluluğu
Uygulamada, kredi kartı alacağını güvence altına almak amacıyla kredi kartı üyelik sözleşmelerine genellikle “müteselsil kefil” veya “garanti eden” adıyla kişisel teminat alınabilmektedir. Kredi kartı borcunun ödenmemesi üzerine çoğu kez kredi kartı çıkaran kurumlar, borca kişisel teminat veren bu kişilere müracaatla alacağı tahsil yoluna gitmektedir. Kredi kartıyla yapılan harcamalarla ilgisi olmayan ve dostane gayelerle sözleşmeye imza koyan bu kişilerin sorumluluğunu ayrıca incelemekte yarar vardır.

a) Kefillerin Sorumluluğu
Kredi kartı üyelik sözleşmesinde kart hamilinin dışında, “müşterek borçlu ve müteselsil kefil” adıyla borcu ödemeyi taahhüt eden kişilerin de borçtan sorumluluğu söz konusu olabilmektedir. Ancak, kart hamilinden farklı olarak kefillerin sorumluluğu, kredi borcunun tamamını değil, belirli bir kısmını kapsar. Diğer bir deyişle, kefillerin kredi kartı borcundan sorumlu tutulabilmesi için, bazı şartların yerine getirilmesi şart olduğu gibi, bu sorumluluğun sınırlı sorumluluk niteliği taşıdığını da unutmamak gerekir.

aa) Kefaletin Geçerlilik Şartları
Borçlar Kanunu’nun 483.maddesinde tanımı yapılan kefalet, alacaklıya karşı borçlunun borcunu ödememesi halinde bu borçtan şahsen sorumlu olma taahhüdünü içeren bir sözleşmedir . Kefalet sözleşmesi, alacaklı ile kefil arasında yapılan bağımsız bir sözleşme niteliği taşır ve asıl borçlunun borcunu ödememesi halinde alacaklıya alacağını tahsil yönünde bir teminat sağlar. Kefilin borcu fer’i nitelik taşıdığından, kefilin sorumluluğu, asıl borçludan daha ağır olamayacağı gibi, borç, asıl borçlu açısından muaccel olmadan kefile karşı da muaccel olmaz. Asıl borcun herhangi bir nedenle ortadan kalkması, aynı zamanda kefilin de sorumluluğunu sona erdirir.
BK.m.483 vd. hükümlerinde, kefalet taahhüdünün geçerliliği, bazı şartların yerine gelmesine bağlı tutulmuştur.

aaa) Sözleşmenin Yazılı Şekilde Yapılması
BK.m.484’e göre, kefaletin geçerli olabilmesi için, sözleşmenin yazılı şekilde yapılması şarttır. Diğer bir deyişle, sözlü şekilde yapılan kefalet sözleşmesi herhangi bir yükümlülük doğurmaz. Bu şekil şartının amacı, çoğu kez herhangi bir karşılık olmaksızın dostane ilişkiler çerçevesinde asıl borçlunun borcunu ödeyeceği düşüncesiyle yükümlülük altına giren kefili, daha iyi düşünmeğe sevk etmek ve üstlendiği tehlikenin boyutu hakkında onu uyarmaktır . Bu nedenle, kefalet sözleşmesinin yazılı şekilde yapılma zorunluluğu, bir ispat şekli değil, geçerlilik şeklidir . Dolayısıyla, yazılı şekle uymadan yapılan kefalet sözleşmesi geçersiz olup, kefil, şekil eksikliğinin farkına varmaksızın sözleşmenin geçerli olduğunu sanarak alacaklıya ödemede bulunsa bile, ödediği tutarı BK.m.62 gereğince sebepsiz zenginleşme davasıyla geri isteyebilir. Buna karşılık, icra tehdidi altında ödemede bulunan kefil, kendi isteği ile ödeme yapmış sayılmayacağından, İİK.m.73 çerçevesinde istirdat davası açma hakkına da sahiptir .

Kefalet sözleşmesine ilişkin şekil şartının yerine getirilmiş sayılması için, adi yazılı şekil yeterli olup, sözleşmenin resmi şekilde yapılması gerekmez. Bu açıdan, sözleşmenin matbu şekilde basılmış olması, bir başkası tarafından yazılmış olması, alacaklının imzasını taşımaması veya sözleşmede bazı kısımların boş bırakılmış olması kefaletin geçerliliğini etkilemez. Hatta kefilin boş bir kağıdı imzalayarak alacaklıya teslim etmiş olması halinde dahi, bu taahhüt geçerli sayılır. Sözleşmenin sonradan anlaşmaya aykırı olarak doldurulmuş olması durumunda, kefil bu hususu ispat ederek taahhüdün geçersiz olduğunu ileri sürebilir . Ancak, sözleşmedeki boşlukların anlaşmaya aykırı doldurulduğuna ilişkin iddianın, HUMK.m.290 uyarınca yazılı delille ispatı gerekir . Metindeki yazı ve kalem farklılıklarından hareketle sözleşmenin anlaşmaya aykırı düzenlendiği sonucuna varılamaz .

Kefalet sözleşmesinin, kefilin başka birine ait borca yönelik olarak yükümlük altına girdiğini gösteren bir beyanı içermesi şarttır. Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 18.10.1994 tarihli kararında da belirtildiği üzere, kredi kartı başvuru formunu reşit oğlu adına vekaleten imzalayan kişinin, kredi kartı ile yapılan harcamadan ve kullandığı krediden dolayı kefaleten sorumlu tutulması olanaksızdır . Bu bakımdan, kefalet taahhüdünün hangi borca ilişkin olduğu sözleşmede gösterilmiş olmalıdır. Sözleşmede “kefil veya müteselsil kefil” terimlerinin kullanılması şart değildir; sözleşme metnindeki ifadelerden tarafların kefaleti amaçladıkları tespit edilebiliyorsa, kefalet sözleşmesinin geçerli olduğu sonucuna varmak gerekir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18.11.1998 tarih ve E. 1998/19-811, K. 1998/818 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, taraflar arasındaki sözleşmede, kefalet yerine “müşterek ve müteselsil borçlu” ifadelerinin kullanılması ya da “müteselsil kefil ve müşterek borçlu” terimlerinin birlikte yazılması kefalet ilişkisinin niteliğinde bir değişiklik meydana getirmez.

bbb) Kefalet Limitinin Belirli Olması
Kredi kartı borcuna kefil olan bir kişinin bu taahhüdünün geçerli olabilmesi için, kefilin sorumlu olduğu tutarın (kefalet limitinin) belirlenmiş olması veya sözleşmeden böyle bir limitin anlaşılabilir olması da gerekir (BK.m.484). Buna göre, kefil, kredi kartı borcunun tamamından değil, kredi kartı üyelik sözleşmesinde yazılı olan kefalet limiti ile sınırlı olarak sorumluluk taşır . Diğer bir deyişle, kefil, kredi borcunun kefalet limitini aşan kısmından sorumlu tutulamaz. Kefilin sorumluluğu kefalet limitiyle sınırlı olmakla birlikte, kefil bu limit dışında kendi temerrüdünün hukuki sonuçlarından da sorumludur. Kefil, kendisine yapılan ihtara rağmen ödemede bulunmamakla temerrüde düşmüş sayılır ve artık kefalet limitine ilave olarak bu limit üzerinden hesaplanacak olan temerrüt faizini de ödemekle yükümlüdür .

Sözleşmede kefalet limitinin yazılı olmadığı hallerde ise, kefilin sorumlu olduğu miktarın sözleşmede yazılı kredi limitini esas alarak belirlenmesi gerekir . BK.m.484 uyarınca, kefaletin geçerli olabilmesi için, kefilin sorumlu olduğu miktarın gösterilmesi şart olmakla birlikte, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararıyla da kabul edildiği üzere, bu düzenlemenin amacı, kefilin sorumluluk taşıyacağı tutarı, sözleşmenin imzası sırasında bilerek kefalet taahhüdü altına girip girmeme kararını vermesini sağlamaktadır . Bu bakımdan, sözleşmede kefalet limiti yazılı olmasa bile kredi limitinden hareketle sorumlu olunan tutarın tespiti mümkündür. Böylece, kredi kartı hamiline tanınan kredi limiti, aynı zamanda kefilin sorumluluk limitini de gösterecektir . Kredi kartı ilişkisinin sürekli nitelik taşıması nedeniyle, uygulamada sözleşmelere herhangi bir limit yazılmamakta veya kredi borçlusuna tanınan kredi limiti günün şartlarına göre artırılabilmektedir. Kredi kartı üyelik sözleşmesinde, kefalet limitinin yanı sıra kredi limiti de gösterilmemişse, kefalet taahhüdü geçersiz olur ve kefilin sorumluluğu yoluna gidilemez . Kredi kartı limitinin artırılması halinde ise, limit artırımlarından bilgisi olmayan kefilin sorumluluğu, kart hamiline kredi kartının verildiği ilk limit ile sınırlıdır; yani kefilin onayı olmadan yapılan limit artırımları, kefalet limitinde herhangi bir değişikliğe yol açmaz .

Öte yandan, sözleşmede kredi limitinin de yazılı olmadığı hallerde, kefalet limitini tespit etmek mümkün olmadığından, BK.m.484 uyarınca kefalet sözleşmesi geçersiz sayılmalıdır. Buna göre, kefilin sınırları belirli olmayan bir borçtan dolayı sorumlu tutulması mümkün değildir. Gerçekten, Y. 19. Hukuk Dairesi’nin 07.06.2002 tarih ve E. 2002/159 K. 2002/4444 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, “BK'nun 484.maddesi uyarınca kefalet akdinin geçerli olabilmesi için akdin, yazılı ve sorumlu olunacak miktarın açıkça belirtilmiş olması ya da 14.4.1944 tarih ve 14-13 sayılı içtihadı birleştirme kararında değinildiği gibi sözleşmeden böyle bir miktarın anlaşılmasının mümkün olması koşuluna bağlıdır. Davalı sözleşmede kefalet limitinin yazıldığını sonradan davacı tarafından doldurulduğunu savunmuştur. Davalı tarafından ibraz edilen sözleşme örneğinde kefalet miktarı gösterilmemiş olduğu gibi, davalı tarafından yaptırılan tespitte de sözleşmede kefalet miktarının belirtilmediği anlaşılmaktadır. Bu yönler üzerinde durularak geçerli bir kefalet akdinin olup olmadığı saptanıp sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme sonucu yazılı gerekçe ile karar verilmesi isabetli görülmeyip hükmün bozulması gerekmiştir”.

bb) Asıl Borçluyu Takip Etmeden Kefile Başvurulamaması
Taraflar arasında geçerli olan bir kefalet sözleşmesinin mevcut olduğu hallerde, kredi kartı borcunun ödenmemesi üzerine asıl borçlunun dışında kefile başvuru ve takip hakkı da ortaya çıkar. Kefilin sorumluluğu ikinci derecede bir sorumluluk niteliği taşımakla birlikte, uygulamada sözleşmelere konulan bir hükümle, alacaklı bankanın asıl borçluya başvurmadan doğrudan doğruya kredi kartı kefilini takip etme haklarını saklı tuttukları ve hesabın kat’ı üzerine kart hamilinin yanı sıra kefil aleyhine de icra takibi başlattıkları görülmektedir. Bu durum, kredi kartıyla yapılan harcamalarla hiçbir ilgisi olmayan kefil ile alacaklı bankayı karşı karşıya getirmekte ve uyuşmazlıkların doğmasına neden olmaktadır. Kredi kartı üyelik sözleşmelerine bakıldığında, kefillerin sorumluluğunun “müşterek borçlu ve müteselsil kefil” olarak düzenlendiği görülmektedir. BK.m.487’ye göre, “kefil borçlu ile beraber müteselsil kefil ve müşterek müteselsil borçlu sıfatı veya bu gibi diğer bir sıfatla borcun ifasını deruhte etmişse, alacaklı asıl borçluya müracaat ve rehinleri nakde tahvil ettirmeden evvel kefil aleyhinde takibat icra edebilir”. Görüldüğü gibi, alacaklı, borcun muacceliyet kazanması üzerine doğrudan doğruya müteselsil kefile başvurarak alacağı talep edebilir. Nitekim, kefiller genellikle mali açıdan asıl borçludan daha iyi durumda olduklarından, bankalar, doğrudan kefile müracaatla alacağı tahsil yolunu seçmektedir; kefilin maaşının alacaklı bankaya yatması durumunda olduğu gibi, bazen borçlunun ödeme gücü bulunduğu halde borçlu yerine kefilden tahsilat yapılmaktadır .

Kefilin sorumluluğunu düzenleyen BK.m.483 vd. hükümlerinde müteselsil kefilin asıl borçlu ile birlikte takip edilmesi zorunluluğunu öngören herhangi bir düzenleme mevcut değildir. Ancak, 4822 sayılı Kanun’la Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikle kredi kartları da kanun kapsamına alınmış ve bu çerçevede, alacaklının asıl borçluya başvurmadan kefilden borcun ifasını talep etmesi yasaklanmıştır. Gerçekten, TKHK.m.10/III’e göre, “tüketici kredisinin teminatı olarak şahsi teminat verildiği hallerde, kredi veren, asıl borçluya başvurmadan, kefilden borcun ifasını isteyemez”. Bu düzenleme ile amaçlanan, tüketici kredileri ve dolayısıyla kredi kartlarındaki kefaletin adi kefalet olarak hüküm doğurmasıdır. Buna göre, alacaklı, önce asıl borçluya başvurmalı ve ondan alacağını tahsil edemediği takdirde kefilden ödeme talebinde bulunmalıdır. TKHK.m.10/III hükmü emredici nitelik taşıdığından aksi yönde yapılan sözleşmeler geçersiz olacaktır.

TKHK.m.10/III düzenlemesi kanun tekniği bakımından incelendiğinde, metinde kullanılan kelimelerin adi kefalet amacını ifade etmekten uzak olduğu görülmektedir. Şöyle ki, işbu düzenlemede, “asıl borçluya başvurmadan” kefilden borcun ifasının istenemeyeceği öngörülmektedir. Asıl borçluya başvurmak tabirinden farklı anlamlar çıkarmak mümkündür. Örneğin, bankanın dönemsel olarak kart hamiline hesap özeti göndermesi, alacağın idari takibe alınması üzerine ihbarname gönderilmesi veya son aşamada noter aracılığıyla hesap kat ihtarnamesi gönderilmesi, “asıl borçluya başvuru” olarak kabul edilirse, asıl borçlu aleyhine icra takibi açmadan doğrudan kefili takip olanağının doğduğu sonucuna varılabilecektir. Zira, alacaklı banka, borcun ödenmesi için asıl borçluya bu yolla başvuruda bulunmuş olup, kanun metninde, asıl borçlunun icra yoluyla takibinden sonra kefile başvurulabileceği öngörülmemiştir.

İkinci olarak, TKHK.m.10/III’de, alacaklının, asıl borçlu ile birlikte kefili de takip edip edemeyeceği belli değildir. Alacaklı banka, kart hamili borçlu aleyhine icra takibi yaparken aynı anda kefili de takip edebilir mi? Kanunda bu hususta da bir açıklık yoktur. Gerçekten, kredi kartı borçlusu aleyhine icra takibine başlanmasıyla asıl borçluya başvuru şartı yerine getirilmiş sayılırsa, alacaklının bu takipten hemen sonra ancak takibin sonuçlanmasını beklemeden de kefil aleyhine icra takibi başlatabilecektir. Bu düzenleme yapılırken “tüketici kredilerindeki kefaletin adi kefalet niteliği taşıdığı” belirtilmiş olsa idi, BK.nun adi kefalet hükümlerine atıf yapılmış olacak ve yukarıda açıklanan belirsizliklerle karşılaşılmayacaktı. Ancak, kanun hükmünün bu eksikliğine rağmen, gai yorum yoluyla adi kefaleti amaçladığı kabul edilerek tüketici lehine bir yorumlanması ve bu şekilde asıl borçlu aleyhine icra takibi yapılmadığı sürece kefilin takip edilemeyeceği sonucuna varmak gerekir . Kanaatimizce, bu düzenlemenin amacı, borçlunun ödeme kabiliyeti bulunduğu halde borcun ifasının kefilden talep edilememesi olduğundan, asıl borçlunun borcu ödeme olanağının bulunmadığının bir aciz vesikası ile belgelenmediği sürece kefil aleyhine icra takibi yapılamaması gerekir. Bu çerçevede, kefile başvurabilmek için, kefalet sözleşmesinin yapılmasından sonra borçlunun iflas etmesi veya borçlu hakkında yapılan icra takibinin alacaklının hatası olmaksızın sonuçsuz kalması yahut Türkiye’de takibat yapılmasının imkansız hale gelmesi zorunludur (BK.m.486). Kredi kartı alacaklısının bu kurala uymaksızın kefili takip etmesi halinde, kefil, önce asıl borçluya başvurulması gerektiğini def’i yoluyla ileri sürebilecektir. Aynı şekilde, kredi kartı borcuna teminat olarak ayni teminat alınması halinde de, alacaklının önce rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapması gerekmektedir.

b) Garanti Edenin Sorumluluğu
Kredi kartı ilişkisinin sürekli nitelik taşıması ve bu kapsamda alınan kefaletlerin başlangıçta belirlenen bir limitle sınırlı olması nedeniyle, kredi kartı borcuna yönelik olarak verilen kefalet taahhütlerinin bir süre sonra anlamsız hale gelmesine yol açmış ve bu durum bankaları daha güvenli ve sınırsız nitelik taşıyan bir teminat arayışına yöneltmiştir. Bu amaçla, bazı bankalar, kredi kartı üyelik sözleşmelerine “üçüncü kişinin fiilini taahhüt eden”, “garantör” veya “garanti eden” gibi kayıtlar düşerek, kredi kartı başvurusunda bulunan kişilere yardımcı olmak isteyenler ile BK.m.110 kapsamında garanti sözleşmesi niteliği taşıyan bir ilişki kurmuşlardır.

Garanti sözleşmesi, bir kimsenin başkasını belli bir hareket tarzına yöneltmek amacıyla bu hareket tarzından o kişi için doğacak tehlikeleri kısmen veya tamamen üzerine alması borcunu doğuran bir sözleşmedir . Buna göre, kredi kartı ilişkisinde, garanti eden, kredi kartı kurumuna karşı kart hamilinin borcu ödememesi riskini şahsen üzerine almakta ve böylece kredi kartı borcunun ödenmemesi durumunda ortaya çıkan borcun tamamını ödemeyi taahhüt etmektedir. Garanti sözleşmesi, kefaletten farklı olarak fer’i bir yükümlülük doğurmaz; garanti edenin sorumluluğu, başka bir borcun varlığına, geçerliliğine veya dava ve takip edilebilir olmasına bağlı değildir . Bu bakımdan, garanti eden, belirli bir limit gerekmeksizin kredi kartı ilişkisinden kaynaklanan tüm borçları ödemeyi yükümlenmektedir. Garanti sözleşmesi, tıpkı kefalet sözleşmesi gibi, şahsi teminat borcu doğuran sözleşmelerden olmakla birlikte, bazı yönleriyle kefalet sözleşmesinden ayrılmaktadır . Her iki sözleşme arasındaki farklar, Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 28.01.2002 tarih ve E. 2001/10654 K. 2002/506 sayılı kararında şu şekilde vurgulanmıştır: “Kişisel (şahsi) teminat sözleşmelerinin alt kavramlarını oluşturan kefalet ve garanti sözleşmelerinin temel amaçları, esas itibariyle asıl borç ilişkisinin tarafı olmayan üçüncü kişilerce, alacaklıya şahsi teminat (güvence) verilmesidir. Her iki sözleşme de temel amaçları itibariyle aynı hedefe yönelmekle birlikte gerek doktrin de, gerekse bu konudaki uygulamanın öncüsü niteliğindeki 11.6.1969 gün 1969/4-6 sayılı içtihadı Birleştirme Kararındaki belirlemelere göre, şu ana farkları bulunmaktadır. Öncelikle kefalet sözleşmesi BK'nun 484. maddesi hükmünden önce geçerliliği yazılı sekle tabi olması ve ayrıca bu sözleşmede kefilin sorumlu olacağı belirli bir miktar gösterilmesi gerektiği halde, BK'nun 110. maddesindeki "Başkasının fiilini taahhüt" başlığı altında düzenlenmiş olan garanti sözleşmesi herhangi bir şekle tabi tutulmadığı gibi, verilen garantinin belli bir limite bağlı olması da öngörülmemiştir. Öte yandan kefalette BK'nun 497. maddesi hükmü uyarınca kefil borçluya ait def'ileri alacaklıya karşı ileri sürebilme hakkına sahipken, garanti akdinde teminat veren kişiye bu hak tanınmamıştır. Bunların dışında, kefilin kefaletten doğan borcunu ödedikten sonra BK'nun 496. maddesi hükmü uyarınca asıl borçluya yasadan ötürü dönme (rücu) hakkı bulunduğu halde, garanti sözleşmesinde teminat verene bu hak tanınmamıştır. Nihayet, BK'nun 492. maddesi gereğince kefalette kefilin sorumluluğu asıl borcun geçerli oluşuna ve devamına bağlı iken, bir tür üçüncü kişinin fiilini taahhüt niteliğini taşıyan garanti sözleşmesindeki bağımsızlık ilkesi gereğince bu koşullara tabi tutulmamıştır”.

Kredi kartı borcuna yönelik olarak verilen garanti taahhüdünün geçerli olup olmadığı hususu, uygulamada tartışma konusu olmaktadır. Gerçekten, kart hamili lehine kefil olduğunu zannederek sözleşmeye imza atan, ancak, belirli bir limitle sınırlı sorumluluk taşıyan kefil değil de, garantör sıfatıyla borcun tamamından sorumlu olduğunu öğrenen kişiler ile kredi kartı alacaklısı konumundaki bankalar arasında uyuşmazlıkların doğması kaçınılmazdır. Konuya ilişkin olarak Yargıtay kararlarına bakıldığında, Yargıtay’ın önceleri istikrarlı bir şekilde, kredi kartı sözleşmesindeki kayıtlardan hareketle taraflar arasında bir garanti sözleşmesinin mevcut olduğunu ve garanti edenin sorumluluğunun kredi kartı borcunun tamamını kapsadığı yönünde içtihat geliştirdiği görülmektedir. Gerçekten, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 01.05.2001 tarih ve E.2000/9411 K.2001/3328 sayılı kararına göre, “kanunda özel bir akit türü olarak düzenlenmemiş olan garanti sözleşmesi, BK.nun 110.maddesinde hükme bağlanan üçüncü kişinin fiilini (edimini) taahhüt niteliğinde kabul edilmektedir. Fiil tâbirinin her türlü edimi karşılayacak şekilde çok geniş bir anlama geldiğinin ve bir para borcunun ifasının da fiil kapsamına girdiğinin kabulü sonucu para borçları yönünden de garanti sözleşmesi yapılabileceği, gerek öğretide gerekse uygulamada çoğunlukla benimsenmiştir. Kefaletten farklı olarak asıl borç ilişkisinden tamamen bağımsız nitelikteki garanti sözleşmesinde şekil serbestisi hakim olup garantinin sınırının önceden belirlenmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Ancak, sözleşme serbestisi sınırsız değildir. BK.nun 19. ve 20.maddelerinde sözleşme serbestisine birtakım sınırlamalar getirilmiştir. Gerçekten bir sözleşmenin geçerli olması için, onun taraflara yüklediği hak ve borçların tereddüte yer vermeyecek şekilde açık, başka bir deyimle konusunun gereği ve yeteri kadar belli ve sınırlı olması gerekir. Belirsizliğin garantisi olmaz. Bu itibarla, limit gösterme şartı bulunmamakla birlikte, garanti sözleşmesinde hangi riskin garanti edildiğinin belli olması ya da garanti edilen riskin boyutlarının tereddüt yaratmayacak biçimde belirlenebilir nitelikte bulunması gerekir. Hangi riskin garanti edildiği belirlenmeden doğmuş ve doğacak her türlü borcun garanti edildiğinden söz etmek, boyutları belli olmayan ( belirsiz ) bir edimin garantisi anlamına gelir ki, bu da garanti sözleşmesiyle bağdaşmaz. Hal böyle olunca, garanti sözleşmesi düzenlendiği anda garanti edilen edimin sınırlarının açıkça belirlenmemiş olması ya da bunu belirlemeye yarayan koşul ve açıklamaların sözleşmede yer almamış bulunması halinde garanti edenin sorumluluğundan söz edilemez. Sözleşmenin düzenlendiği tarihte asıl borçluya açılan kredi miktarının belli olduğu ya da asıl borçlu yönünden kredi limitinin belirlenmiş bulunduğu kredi sözleşmelerinde garanti eden, garanti ettiği edimin boyutlarını görmekte ve risk gerçekleştiğinde sorumlu olacağı miktarı tahmin edebilmektedir. Böyle bir durumda asıl borçluya verilen kredi borcu miktarının ve ferilerinin garanti kapsamında kaldığı açıktır. Ancak, özellikle süresiz garanti sözleşmelerinde asıl borçlunun kredi limitinin sonradan yükseltilmesi halinde garanti verenin başlangıçtaki iradesinin yükseltilen limiti de kayıtsız şartsız kapsamına aldığı söylenemez. Garanti edenin, limit artışlarından sorumlu tutulabilmesi için sözleşme koşullarındaki değişikliklerin garanti verene bildirilmesi, onun da bu değişikliklere karşı çıkmamak suretiyle muvafakat etmesi gerekir. Garanti verenin muvafakati olmadan akdi ilişkideki koşulların borçlu aleyhine ağırlaştırılması veya borçlunun yeni birtakım yükümlülükler üstlenmesi garanti kapsamı dışında kalır. Bunun yanında, muaccel hale gelen borcun, alacaklı banka tarafından uzun süre takip edilmemesi sebebiyle sürüncemede kalmasından dolayı artması halinde garanti edenin meydana gelen artıştan sorumlu tutulamayacağı açıktır. Zira, BK.nun 98.maddesi yollamasıyla akde muhalefet hallerinde de uygulanması gereken aynı yasanın 44/1.maddesi hükmü ve iyiniyet kuralları karşısında garanti alan ( banka ) kendi kusurlu davranışıyla borcun artmasına sebebiyet vermiş olacağından böyle bir durumda garanti edenin artan borçtan sorumlu tutulması düşünülemez. Öte yandan, sözleşmede limit aşımının da garanti edildiği durumlarda limit ne miktara kadar aşıldığı taktirde garanti edenin sorumlu tutulacağı hususu da tartışılması gereken bir konudur. Önceden sınırı belirlenmemiş ise, asıl borçlu yönünden saptanan kredi limitinin makul (kabul edilebilir) ölçülerde aşılması durumunda garanti verenin aşılan limitten de sorumlu tutulabileceği ancak, makul ölçüler dışındaki aşırı limit aşımının (garanti verenin açık ya da zımnî muvafakati olmadıkça) garanti kapsamı dışında kaldığının kabulü gerekir. Somut olaya gelince; 1 ) Dava konusu kredili Bankomat-7/24 kartı üyelik sözleşmesi davalı tarafından garanti eden sıfatıyla imzalanmış ve dava dışı asıl borçlunun kredi limiti 1.000.000.000.-TL olarak belirlenmiştir. Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde garanti sözleşmesi hükümlerine başvurulmasında isabetsizlik yoksa da, davalı (garanti eden) nın sorumluluğunun belirlenmesinde yanılgıya düşülmüştür. Zira, sözleşmede limitle bağlı olmaksızın doğmuş ve doğacak borçlardan sorumlu olunacağı hükmü de yer almaktadır. Bu hüküm karşısında, garanti edenin sorumluluğunun sözleşme tarihindeki kredi limiti ile sınırlı olduğu söylenemez. Aksi halde garanti sözleşmesinin kefaletten herhangi bir farkı kalmaz. Ne var ki, garanti edenin sınırsız bir limit aşımından sorumlu tutulması da belirsizliğin garanti olmaz ilkesiyle bağdaşmaz. O halde önceden sınırı belirlenmemiş ise, sözleşme kurulurken asıl borçlu yönünden saptanan kredi limitinin makul (kabul edilebilir) ölçülerde aşılması durumunda garanti verenin limit aşımından da sorumlu tutulabileceğinin ve bir misline kadar olan limit aşımlarının makul (kabul edilebilir) olduğunun kabulü gerekir”. Hemen belirtelim ki, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin bu kararı emsal karar olarak buraya alınmış olup, aynı dairenin bu yönde bir çok kararı bulunmaktadır . Buna karşılık, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 04.07.2001 tarihli kararında , 19. Hukuk Dairesinin bu yerleşik içtihadından farklı bir çözümü benimsemiş ve ticari bir amaç gütmeyen, sırf dostane gayelerle kredi kartı sözleşmesine imza koyan bu kişilerin taahhüdünün, garanti sözleşmesi olarak değil de, kefalet olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Gerçekten Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na göre, “davalının garanti beyanı kredi kartı sözleşmesinin hemen altına alınmış ve bu beyanın başlangıcında da kredi sözleşmesine yollama yapılarak bu sözleşmeden doğan ve doğacak borçlar için davalıdan teminat beyanı alınmış olmakla, garanti beyanı asli unsur olmaktan çıkmış, feri nitelik yani kefalet amacına yönelik olduğu intibaı borçluya verilmiş bulunmaktadır. Keza, bu beyanın genel anlamından teminat verenin bağımsız bir borç değil, kredi kartı müşterisi asıl borçlunun sorumluluğu yüklenilmiş olmakla, ikinci ana kıstas bakımından da bir garanti sözleşmesinin varlığından söz edilemez. Diğer bir ana kıstas olan, teminat veren kimsenin bu sözleşmeyi yapmakta, menfaati olduğu belirlenemediği gibi, bu husus davacı bankaca da ileri sürülüp kanıtlanabilmiş değildir. Nihayet, kişiye yönelik teminat verme amacı gerek sözleşme, gerekse garanti beyanından açıkça anlaşılmaktadır. Zira, verilen teminat, kredi sözleşmesinin müşterisi ve asıl borçlusu Hüseyin isimli kişinin borçlarını karşılamaya yöneliktir. Bağımsız ve objektif bir amaca yönelik teminat verilmiş değildir. O halde, tüm ana kıstasların uygulanması sonucu davalının garanti beyanı adı altındaki beyanlarının bir garanti sözleşmesi amacı ile değil, kefalet amacı ile verildiği sonucu ortaya çıkmaktadır. BK:’nun 18’nci maddesi uyarınca da davalının bu iradesinin bir kefalet amacına yönelik olduğunun kabulü gerekir. Hiçbir menfaati olmayan, ticari bir gaye gütmeyen, sadece dostane ilişkiler nedeniyle tüketime yönelik banka kredi kartı kullanmasına imkan tanımak için verilen teminatın amacına aykırı olarak yorumlanması yasanın yukarıda anılan hükmüne aykırılık teşkil eder”. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun oy çokluğu ile aldığı bu karar doktrinde eleştirilmekle birlikte , kararın hakkaniyete uygun ve sonuç olarak doğru olduğunu kabul etmek gerekir. Hemen belirtelim ki, bu karardan sonra Yargıtay 11. ve 19. Hukuk Daireleri arasında görüş ayrılığı ortaya çıkmış ve 11. Hukuk Dairesi, Hukuk Genel Kurulu kararını esas alarak kredi kartı sözleşmelerindeki garanti taahhüdünü kefalet olarak yorumladığı halde , 19. Hukuk Dairesi, eski görüşünde ısrar etmekte ve kredi kartı sözleşmelerindeki garanti kayıtlarının, kefalet sözleşmesi değil de, BK.m.110 çerçevesinde üçüncü kişinin fiilini taahhüt niteliği taşıdığı yönünde kararlar vermektedir . Kanaatimizce, kredi kartı üyelik sözleşmesinde yer alan garanti kaydının, sözleşme serbestisi ilkesinin sınırlarını dikkate alarak, kefalet olarak kabul edilmesi gerekir. Kanun koyucunun, müteselsil kefaleti bile adi kefalete dönüştürdüğü göz önüne alındığında, bu çözümün hakkaniyete daha uygun düşeceği sonucuna varılacaktır. Bu bakımdan, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin garanti sözleşmesi yorumundan vazgeçmesi yerinde olacaktır.
 

Mavi Gül

ѕση_¢ıqℓıк
Özel üye

makale tamamen alıntıdır.

Yararlanılan Kaynaklar

Akipek, Ş.; Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun Çerçevesinde Kredi Kartları, AÜHFD, C.52 (2003), S.3, s.103 vd.
Arkan, S.; Kredi Kartıyla İlgili Olarak Verilen Güvencenin Hukuki Niteliği (HGK’nın 4.7.2001 Tarihli Kararının Eleştirisi, Bilgi Toplumunda Hukuk (Ünal Tekinalp’e Armağan), C.I, İstanbul 2003, s.983 vd.
Barlas, N.; Kredi Kartı İlişkisinde Bankaya Karşı Verilen Kişisel Teminatın Niteliğinin Belirlenmesi, Ömer Teoman’a Armağan, C.II, İstanbul 2002, s.937 vd.
Bezzenberger, T.; Das Verbot des Zinseszinses, WM 2002, 1617 vd.
Çeker, M.; Kredi Kartı Uygulaması ve Özel Hukuk Açısından Kredi Kartının Hukuka Aykırı Kullanımı, Ankara 1997.
Eckert, J.; Zivilrechtliche Fragen des Kreditkartengeschaefts, WM 1987, s.161 vd.
Hammann, H.; Die Universalkreditkarte, Berlin 1991.
İşgüzar, H.; Banka Kredi Kartı Sözleşmeleri, Ankara 2003.
Kostakoğlu, C.; Bankalar Kanunu Şerhi-Banka Kredi Sözleşmelerinden Doğan Uyuşmazlıklar ve Akreditif, 4. bası, İstanbul 2003.
Kümpel, S.; Bank-und Kapitalmarktrecht, 2.Auflage, Köln 2000, s.681
Reisoğlu, S.; Türk Hukukunda ve Bankacılık Uygulamasında Kefalet, Ankara 1992.
Schönle, H.; Das Kreditkartengeschaeft in Bank- und Börsenrecht, 2.Auflage, München 1976, s.342 vd.
Tandoğan, H.; Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C.II, 3. Bası, Ankara 1987.
Taşdelen, S.; Bankalar Kanunu Şerhi, Ankara 2002.
Teoman, Ö.; Hukuki Yönden Kredi Kartı Uygulaması, 2. Bası, İstanbul 1996.
Türk, H.S.; Temerrüt Faizi Bileşik Faiz Yöntemiyle Hesaplanabilir mi?, X. Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, s.183 vd.
Zahrnt, C.; Die Kreditkarte unter privatrechtlichen Gesichtspunkten, NJW 1972, s.1077 vd.
Zevkliler, A./Aydoğdu, M.; Tüketicinin Korunması Hukuku, 3.Bası, Ankara 2004.
 
Top