Tesbihat Nedir?

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Tesbihat Nedir?

Tesbihat, namazdan sonra 33′er defa “Sübhanallah”, “Elhamdülillah” ve “Allâhu ekber” demektir. Hz. Peygamber (sas), “Bizim namazımız tesbîh, tekbir ve Kur’ân tilâvetinden ibarettir; onda dünya kelâmı konuşulmaz!” buyurdu. (Nesâî, Kitab’us-Sehiv, 20.)

Muhacirlerden bazı fakir sahabîler bir gün Allah Resulüne (sas):

“Ya Resûlallah! Mal sahipleri yüksek derecelere eriştiler. Bizimle beraber namaz kılıyorlar, oruç tutuyorlar! Bizden ayrı bir de mallarıyla haccediyorlar, umre yapıyorlar, köle azat ediyorlar, sadaka veriyorlar!” dediler. Resulullah (sas), “Ben size bir şey öğreteyim mi? Onun sayesinde sizi geçenlere yetişir, sizden sonrakileri de geçersiniz. Hem böylece, sizin yaptığınızı yapanların dışında hiç kimse sizden daha faziletli olmaz!” buyurdu.

Ashab-ı Kiram (ra), “Buyurunuz yâ Resûlallah; öğretiniz!” dedi. Peygamber Efendimiz (sas), “Her namazın ardından otuz üçer defa Sübhânallah, Elhamdülillâh ve Allahu ekber dersiniz. Sonra da ‘Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh. Lehü’l-Mülkü ve lehü’l-Hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr’ dersiniz; deniz köpüğü kadar bile olsa günahlarınız bağışlanır!” buyurdu. (Müslim, Mesacid, 142)

Sünnet’e uygun olan tesbihatın farz namazlarından sonra ve bireysel yapılmasıdır. Aklımıza veya işimize geldiği gibi ibadetlerde değişiklikler yapamayız. İbadetlerde Sünnet takip edilir. Hz. Peygamber, “Namaz kıldığım gibi namaz kılınız.” (Buhari, Ezan, 18, Edeb, 27) buyurmuştur. Birileri, “Her ne kadar Sünnet budur, lakin biz tarih içinde böyle uyguladık” dese, ya muteber bir müçtehidin bu işe nasıl karar verdiğine ilişkin güvenilir deliller göstermesi lazım veya “bid’at” olan bir tatbikatı savunmayı kabullenmesi lazım. Açık sünnete mugayir tatbikatlara “Bid’at-ı hasene” denemez.

Emevilerin orta dönemlerine kadar Müslümanlar farz namazından sonra mescidin bir köşesinde veya evlerine ve işlerine giderken sessizce tesbihatlarını yaparlardı. İmam, selam verdikten sonra döner, cemaate problem veya talepleri olup olmadığını sorardı. Cemaat kendi mahallesinin sorunlarını iletir, taleplerini dile getirir, imam da not alırdı. Eğer kendi imkânlarıyla bunları çözebilirse çözer, onu aşan boyutlarda olanları cuma imamına iletir, o da valiye arz ederdi. Bu sorunlar mahallenin her türlü işi ve yönetimiyle ilgiliydi. Bu aşağıdan yukarıya, sivil ve işlek bir katılım (ne dersiniz, demokratik katılım denebilir mi?)
mekanizmasıydı.

Emeviler, İslam’dan sapıp halka zulmetmeye başlayınca, haliyle, her namazdan sonra cemaatin imama ilettiği şikâyetler valilerin haksızlıkları, hukuk ihlalleri oldu. Hak ve hukuk ihlalleri arttıkça imamlar şikâyetleri yüksek sesle dile getirmeye başladılar, böylece mescidler siyasi, iktisadi, sosyal meselelerin şikâyet tonuyla dile getirildiği mekânlar oldu. Bundan rahatsız olan Emeviler, bir formül geliştirip “Bundan sonra camide dünya kelamı konuşulmasın, imam farz namazından sonra cemaate dönünce müezzin toplu tesbihat için komut versin.” dediler ve uygulamak için takibat yürüttüler. İstanbul’un fethinden sonra ilk defa imamlara kadro veren Fatih Sultan Mehmet’in yaklaşık 1460′larda öngördüğü “komutla tesbihat”ın örnek aldığı uygulama budur. O zamanki İstanbul uleması bunu neye dayandırdı, fikir yürütecek değilim.

Bugün uygulanan komutla tesbihat, bu “tarihî politik amacı koruma” fonksiyonu devam etmekle beraber, yine de cemaatin bir arada bulunmasını sağlar ve elbette günah bir şey yapılmış olmaz. Ama derin bir cehalet ürünü olarak “İşte bizim Müslümanlığımız bu, biz ordu-millet kültürüne sahibiz, Araplardan ve Farslardan farklı olarak tesbihatı böyle yaparız, dolayısıyla bizim Müslümanlığımız daha sahih ve güzeldir” demek hem günahtır ve ayıptır hem de bu sayede militarist/resmi politik bir kültürü ibadet ve cami içinde sürdürme çabasıdır. Emevilere kadarki Sünnet tatbikatı sivil ve katılımcıdır, bugüne kadar devam edenki hiyerarşik/askerî ve resmi topluma ilişkindir.
 

Top