Lösemide Tedavi Yöntemleri

Suskun

V.I.P
V.I.P
Tedavi Yöntemleri
Temel Britannica

Günümüzde hastaların bakım ve tedavisini, çağdaş tıbbın bilimsel yöntemleriyle çalışan doktorlar, hemşire*ler ve öbür sağlık elemanları üstlenmiştir Bütün gelişmiş ülkeler, gerekli eğitimi gör*müş sağlık ordusu, hastaneleri, koruyucu hekimlik önlemleri ve yaygın aşı kampanyala*rıyla yurttaşlarına sağlık hizmetleri vermeyi bir görev bilir. Ama bilimdışı yöntemlerle hastalan iyileştireceklerini cine süren insanlar, tarih boyunca hiç eksik olmamıştır. Bugün bile, yaygın sağlık hizmetleri ve iyi yetişmiş dok*torları olan birçok ülkede bazı insanlar, bin*lerce yıllık geleneksel yöntemleri uygulayan bu tip kişilerden yardım beklerler.

Geleneksel Yöntemler
Bilimsel tıbbın ancak 200 yıllık bir geçmişi vardır. Oysa insanlar yeryüzünde var oldukları andan başlayarak hastalıklarına çare bulmak zorunda kaldılar. Bunun için de kimi zaman doğaüstü güçlere sığındılar, kimi zaman doğal maddelerin iyileştirici etkilerine güvendiler. Binlerce yıldır kulaktan kulağa aktarılmış bilgi ve deneyimlerin ürünü olan bütün bu bilimdışı tedavi yöntemlerine "halk hekimliği" denir.
Bütün dünyada en sık başvurulan gelenek*sel tedavi yollarından biri şifalı bitkilerden hazırlanan ilaçlardır. İnsanlar çok eskiçağlardan beri birçok bitki*nin, hayvansal yağların, hatta mineral kökenli bazı maddelerin çeşitli hastalıklara iyi geldiği*ne inanmışlardır. "Kocakarı ilaçları" denen bu karışımların çoğunun temelinde doğaüs*tü inançlar yatar; ama insanların umut bağla*dıkları bazı doğal maddeler sonradan bilim adamlarınca da denenmiş ve çağdaş ilaç sana*yisinin hammaddeleri arasına katılmıştır. Ör*neğin Amerika Yerlileri'nin yanık tedavisinde kullandıkları petrol yağları, bugün de çeşitli merhemlerin temel maddesi olan vazelinin esin kaynağıdır; bazı ilaçların etkin maddesi ise hâlâ bitki özütlerinden elde edilir.

Başlangıcı Eski Yunan tıbbına kadar uza*nan su tedavisi de bugün hâlâ uygulanan geleneksel yöntemlerden biridir. Hidroterapi denen bu tedavinin temeli, mineraller açısın*dan zengin olan şifalı sularda yıkanmaya ya da bu suları içmeye dayanır.

Hiç tıp eğitimi görmedikleri halde kendile*rine özgü yöntemlerle ya da doğaüstü güçlerle hastaları iyileştirebileceklerine inanılan insan*lara hemen her toplumda rastlanır. Bunlar*dan bir bölümü, örneğin "kırık-çıkıkçı" denen kişiler, uyguladıkları tedavi yöntemlerini ge*nellikle başka bir "usta"dan öğrenir ve za*manla kırık kemikleri ya da çıkık eklemleri yerine oturtmakta deneyim kazanırlar. Bazıları ise yalnızca dinsel bilgi birikimleriyle hastalıklara çare bulacaklarını savunurlar. Hastaya elleriyle dokunarak, dualar okuya*rak, hatta şarkı söyleyip dans ederek "tedavi" uygulayan bu insanlardan bazılarının doğaüs*tü güçler ile insanlar arasında aracı oldukları*na ve iyileştirici güçlerinin ruhlardan kaynak*landığına inanılır. İlkel toplumlarda oldukça yaygın olan bu tip iyileştiricilere şaman denir. İçlerindeki kötü ruhları duayla kovarak hasta*ları iyileştireceklerini öne süren "üfürükçü*ler" de büyük olasılıkla İslam öncesi Türk toplumlarında da görülen samanlığın günü*müzdeki izleridir.
Bazıları da hastalıkların "nazardan" ya da "kem gözlerden" ileri geldiğine inanır. Kendi*sine beddua edildiği, nazar değdiği ya da büyü yapıldığı için hastalandığına inanan insanları iyileştirmek için önce hastanın düşmanı ya da düşmanları saptanır, sonra da bu kara büyü*nün etkisini bozacak karşı büyüler yapılır, muskalar yazılır. Ortaçağ Avrupa'sında şifalı otlardan ilaç hazırlayanlar cadılıkla suçlan*mıştır; oysa Afrika ülkelerinde bugün bile birçok insan büyücü doktorlarından yardım bekler. Bu tür inanışları pek de hafife almamak gerekir. Çünkü kendisini huzursuz eden düşünceleri uzaklaştırmak için çare arayan bir hastayı deş*mek için ilk adımı atmış demektir. Nitekim çağımızda doktorların birçoğu da bazı hasta*lıkların stresten ya da mutsuzluktan kaynak*landığına ve stresin altında vatan nedenler saptandığında tedavinin daha başarılı olacağı*na inanıyorlar.

Dünyanın en eski tedavi sistemlerinden bin de Çin'de doğmuştur. Fski Çinlilere göre ruh ve beden sağlığı, yin ve yang denen karşıt güçler arasındaki dengeye bağlıdır. Suyla simgelenen yin dingin ve edilgendir: ateşle simgelenen yang ise sıcak ve etkindir. Bütün hastalıklar bu iki güç arasındaki dengenin bozulmasından kaynaklandığı için. iyileştirici*nin görevi bu dengeyi yeniden kurmaktır. Bunu sağlamak için ile şifalı bitkilerden yapı*lan ilaçlar, özel egzersizler ve akupunktur gibi çeşitli tedavi yöntemlerine başvururlar.

Bilimsel Yöntemler
Bilimsel tıpta tedavinin temel amacı, hastalı*ğın nedenini ortadan kaldırarak hastayı tümüy*le sağlığına kavuşturmaktır. Ama her zaman bu sonuca ulaşılamayabilir. Doktorların deyi*miyle "özgün tedavisi" olmayan, yani temel nedeni ortadan kaldırılamayan hastalıklarda yalnızca belirtilerle savaşılır. Örneğin ateşi düşürmek, ağrıları hafifletmek, öksürüğü ya da ishali kesmek, solunumu rahatlatmak için alınan önlemler bu tip tedavi yollarıdır.
Bugün tıp fakültelerince benimsenmiş baş*lıca tedavi yöntemleri şu şekildedir:

İlaç tedavisi (kemoterapi)
Cerrahi
Işın tedavisi (radyoterapi)
Fizik tedavidir (fizyoterapi)


Özellikle mikroplar*dan ileri gelen birçok hastalığın özgün ilacı bulunmuş, bakteri hastalıklarında antibiyo*tiklerle çok başarılı sonuçlar alınmıştır. Doğrudan hastalığın kökeni*ne inebilen cerrahi ise, mikrocerrahi ve laser cerrahisi gibi yeni tekniklerle her gün biraz daha gelişiyor. Çağımızda çok yaygın olan kanser grubu hastalıkların tedavi*sinde de cerrahi, ilaç ve ışın tedavisi çoğu zaman birbirini tamamlayan yöntemler olarak birlikte uygulanır. Egzersiz, masaj ve su tedavisi gibi çeşitli teknikleri içeren fizik tedavi ise, hastalığın nedenlerini ortadan kaldırmak yerine sonuçlarını ve vü*cutta bıraktığı yapısal bozuklukları gidermeyi amaçlar.

Alternatif ya da Yardımcı Tedaviler
Günümüzde, bir yandan tıp fakültelerinde birer uzmanlık dalı olarak benimsenmiş bu tedavi yöntemleri geliştirilirken, bir yandan da yeni arayışların ürünü olan "alternatif" ya da "yardımcı" tedavi yöntemleri giderek yay*gınlaşıyor. Bunların başında akupunktur, kiropraksi, osteopati, homeopati ve aroma tedavisi gelir. Bugün birçok ülkede akupunk*turu yardımcı bir tedavi yöntemi olarak uygu*layan uzmanların sayısı oldukça fazladır. Da*ha çok romatizma, sırt ve bel ağrısı gibi rahatsızlıkların giderilmesinde başvurulan ki-ropraksi ise özel bir masaj tedavisidir.
ABD'li doktor Andrew Still'in (1828–1917) buluşu olan osteopati de, gerek hastalık nedenlerine yaklaşımı, gerek uygulama açı*sından kiropraksiye çok benzer. Still'e göre hemen hemen bütün hastalıkların nedeni, vücuttaki kemiklerin yerinden oynamasıydı. Böylece kemikler çevredeki dokulara basınç yapıyor ve o bölgedeki organlara yeterince kan gitmesini engelliyordu. İnsan vücudu uyumlu ve eşgüdümlü bir bütün olarak çalıştı*ğına göre, küçük bir yardımla kemikler yerine yerleştirildiğinde hastalıkla kolayca başa çıka*bilirdi.
Başlangıçta kuşkuyla karşılanan osteopati bugün daha çok ABD'de ve bazı Avrupa ülkelerinde alternatif değilse bile yardımcı bir tedavi yöntemi olarak benimsenmiştir. Aslında bu yöntemi uygulayanlar da osteopatinin ağır mikrobik hastalıkları ya da kanseri gerçekten iyileştirebileceğini öne sürerek öbür tedavi yöntemlerine bir alternatif olarak görmezler. Günümüzde özel olarak eğitilmiş diplomalı uzmanların uyguladıkları osteopati, disk kayması (bel fıtığı), boyun tutulması, eklem rahatsızlıkları, omuzda kireçlenme gibi daha çok yapısal rahatsızlıklarda asıl tedavi*nin tamamlayıcı bir parçası olarak düşünülür. 15–45 dakika kadar süren bir osteopati sean*sında uzman, bir yatağa uzanmış ya da özel bir iskemleye oturmuş olan hastayı parmakla*rıyla yoklayarak vücudun gerilmiş olan bölge*lerini araştırır. Sonra da bu bölgeleri elleriyle ve bazen oldukça sert bir biçimde yoğurarak, çekip iterek ve bastırarak kemikleri normal konumlarına getirmeye çalışır. Çok şiddetli sırt ağrısından yakınan hastaların bazen bir tek seansta bile çok rahatladıkları görülmüş*tür. Ama tedavi genellikle birkaç seans sürer ve uzmanlar hastalarına nasıl oturup kalkma*ları ya da hangi hareketlerden kaçınmaları gerektiğini anlatırlar.
Alman doktor Samuel Hahnemann'ın (1755–1843) ortaya attığı homeopati kavramı, "benzerin benzeriyle tedavisi" olarak özetle*nebilir. Hahnemann 18. yüzyılın sonlarında, hastalık belirtilerini yok etmek için kullanılan birçok ilacın hastaya yarardan çok zarar verdiği görüşüne vardı. Ona göre hastalık belirtileri, vücudun hastalığa karşı savaşta başarılı olduğunu gösteren iyi işaretlerdi. Bu nedenle, belirtileri bastırmaya çalışmaktansa, hastalıkla aynı etkileri yaratan maddeleri kullanarak vücudun doğal iyileşme sürecine yardımcı olmak ve hastalığı bu yolla yenmek gerekiyordu. Bu amaçla, sağlıklı kişilere yük*sek dozda verildiği zaman ateş, kusma, ya da ishal gibi hastalık belirtilerine yol açan doğal maddelerin çok küçük dozlar halinde hastala*ra verilmesini önerdi.
Günümüzde homeopatik ilaçların çoğu şi*falı otlardan, altından hatta doğrudan doğruya hastanın kendi tükürüğün*den hazırlanır. Kullanılan madde su, alkol ya da başka bir çözücü sıvıyla karıştırılarak çalkalandıktan sonra, bu karışımdan çok az bir miktar alınıp üzerine bolca su katılır. Böylece giderek daha çok sulandırılır ve etkisi iyice azaltılır. Nitekim homeopati yöntemine karşı olanlara göre hazırlanan ilaç o kadar çok sulandırılmıştır ki hastalar sonuçta yal*nızca su içmiş olurlar.
Bugün ABD'de, İngiltere'de ve daha deği*şik yöntemlerle Hindistan ve Güney Amerika ülkelerinde benimsenmiş olan homeopati, özellikle artrit gibi bazı eklem hastalıkları ile alerjilerde alternatif tedavi vöntemi olarak uygulanır. Bu yönteme sığınanlar genellikle öbür tedavilerden bekledikleri sonucu alama*mış ve doktorların verdikleri güçlü ilaçların ağır yan etkilerinden bunalmış olan hasta*lardır.
Alternatif tıbbın son yıllarda giderek yay*gınlaşan yöntemlerinden biri olan aroma tedavisi ise kokulu otlardan özütlenen uçucu yağlarla vücudu ovmaya ya da buharlarını solumaya dayanır. Kuşkusuz bu gerçek bir tedavi yöntemi değildir; ama bedensel ve ruhsal gerginliği hafifleterek insanı rahatlattı*ğı surece her yöntem yararlı sayılabilir.
İster geleneksel, ister bilimsel, ister alter*natif olsun, bütün tedavi yöntemlerinde olumlu sonuç alabilmek için en önemli etken inanç ve güven duygusudur. Kendisini iyileşti*receğini söyleyen kişiye ve uyguladığı yönte*me güvenen bir hasta, inanmayan bir hasta*dan çok daha çabuk iyileşecektir. Bazı insan*ların, 'iman gücüyle şifa dağıtan" kişilerin bir tek dokunuşuyla ya da duasıyla kendilerini daha iyi hissetmeleri de ancak inançla açıkla*nabilir.
 

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
Lösemi hastalığının tedavisindeki temel prensip kemik iliğindeki ana kan hücrelerinde oluşan şifre değişikliği ile olgun olmayan blast adı verilen hücrelerin çoğalmasını durdurmak ve sonrasında normal kan elemanlarının yapılmasını sağlamaktır.
Kötü huylu blast hücreler çok hızlı çoğalırlar. Bunlar olgunluk ve çoğalma zamanlarına göre çeşitli evrelere ayrılırlar: 1) Mitoz, 2) G devresi, 3) S devresidir. Tedavideki amaç; birbirinden farklı etkilerdeki ilaçların bir program çerçevesinde uzun süre kullanılarak tüm safhalardaki blastların öldürülmesidir.
Yaklaşık 3 yıl süren tedavide 4 safha yer alır:
1- YÜKLEME TEDAVİSİ (Balyoz Harekatı):
Birbirinden farklı 5-6 çeşit ilaç damardan aynı anda verilir. Amaç kötü huylu hücrelerin 2 ay içerisinde hızla öldürülmesidir. Vücudumuzu işgal etmiş düşman kuvvetlerine karşı dost birliklerin topla, tüfekle, bombayla taarruzudur. Adeta bir Kurtuluş Savaşı başlamıştır.
2- PEKİŞTİRME TEDAVİSİ (Jet Tesiri):
Paniğe kapılan, dağılan kötü hücreler hemen kendilerini korumak, direnebilmek için zırhlara bürünmekte, gizlenmekte ve çoğalmaya çalışmaktadır. Vücudumuzun silahlı kuvvetleri ile birlikte dost güçler havadan, karadan ve denizden düşmana bombalarla saldırmaktadır. 3-4 ay süren bu tedavide çok yüksek doz birbirinden farklı tesirli ilaçlar damardan verilmektedir.
İşte bu sırda maalesef vücudumuzdaki faydalı hücreler de ölmekte, saçlar dökülmekte, ağızda yaralar çıkmaktadır.
3- ÖNLEYİCİ TEDAVİ (İstihbarat):
Kemik iliğinde yenilmiş, parçalanmış, dağılmış düşman hücrelerinin beyin ve sinir sistemi ve üreme organlarımıza yerleşerek, sinsi sinsi faaliyete geçmelerini önleyici tedavidir. Bazı durumlarda radyoterapi (ışın tedavisi) uygulanabilir. Bir nevi gizli servis işlevini üstlenirler.
4- YENİDEN ÖRGÜTLENMEYE İZİN VERMEYEN DEVAMLILIK TEDAVİSİ:
Amaç artık tamamen yok edilmiş düşman hücrelerinin vücudumuzda herhangi bir şekilde yeniden çoğalmalarını önlemektir. En son blast yok edilinceye kadar tek tek bulunup parçalanması sağlanır. Yaklaşık 2.5-3 yıl kadar devam eder.

TEKRARLAYABİLİR Mİ?
Toplam 3-3.5 yıl süren tedavi sonunda % 85'lere varan oranda tamamen iyileşme sağlanır. Tedavi sonrasında yalnızca kontrollerle izlenen çocuklarımız, tüm sağlılı kardeş ve arkadaşları gibi normal yaşantılarını sürdürürler. hepimizde olabileceği gibi hastalığı yenmiş bireylerde de löseminin yeniden görülme olasılığı az da olsa vardır. Bu durumlarda da benzer tedaviler ve/veya kemik iliği nakli uygulanabilir.
TEDAVİ PROGRAMLARI:
Kemoterapide seçilen ilaçlar ve hangi zamanlarda, ne dozlarda verilecekleri uzun süren deneyler ve uygulamalar sonrasında belirlenmektedir. Türkiye'den de birçok değerli bilim adamının katıldığı bu çalışmalar, Hematoloji dergilerinde, kongrelerde açıklanmakta ve kullanıma sunulmaktadır. Oluşturulan bilimsel kurumlarda tedavinin başarısı ya da başarısızlıkları izlenmekte ve sonuçları değerlendirilmektedir. Aksayan noktalar, ulusal ve uluslararası bilimsel kurullarda değerlendirilerek yeni ilaçlar, yeni dozlar ya da değişik metodlar uygulamaya konulmaktadır.
KEMOTERAPİ İLAÇLARI:
Lösemi teavisine özgü ilaçların tümü maalesef yurtdışından temin edilmektedir. nakliye sırasında bozulmaması, uygun koşullarda sulandırılması, ısıdan ve ışıktan korunması, istenen sürede ve hızda verilmesi ve damar dışına kaçırılmaması gibi son derece zor ve titiz çalışmaların bir arada olması gerekir.
MALİYET:
Tedavide kullanılan ilaçlar son derece pahalıdır. Bir kutusu 100 bin lira civarındadır. Yüzlerce şişe ilaç kullanılmaktadır. Kateterleri, kitleri, serumları, kan ürünleri hesaplanacak olursa tedavi maliyeti yüz milyonlarca lirayı bulmaktadır.
 
Top