• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Sanayi Toplumları

KıRMıZı

TeK BaşıNa CUMHURİYET
V.I.P
Sanayi Toplumları

Geleneksel devletler bugün dünya üzerinden tamamen silinmişlerdir. Avcı ve toplayıcı toplumlar ile kır ve tarım toplumları bazı bölgelerde hala varlıklarını sürdürseler de, bunlar görece yaratılmış topraklarda bulunmaktadırlar; birçok durumda bu varlıklarını sürdüren son örneklerde çözülmektedir.
İki yüzyıl öncesine kadar tarihin bütününde egemen olan toplum türlerini ortadan kaldıracak ne olmuştur?
Bu sorunun yanıtı tek sözcükle, SANAYİLEŞME’dir; –cansız güç kaynaklarının (buhar ya da elektrik gibi) kullanımına dayanan makineleşmiş üretim- Sanayi Toplumları (kimi zaman yalnızca çağcıl toplumlar olarak adlandırılırlar), daha önceki bütün toplumsal düzen türlerinden son derece farklıdırlar ve bunların ortaya çıkışları, köklerinin bulunduğu Avrupa’nın çok ötesine uzanan sonuçlar doğurmuştur.
Sanayileşme, on sekizinci yüzyıl İngiltere’sindeki, insanların yaşamlarını sürdürdükleri araçları etkileyen karmaşık bir teknolojik değişimler kümesinin kısa adı olan Sanayi Devrimi ile başlamıştır. Bu değişimler arasında, yeni makinelerin bulunması, güç (özellikle su ve buhar gücü) kaynaklarını üretime koşma ve üretim yöntemlerinin geliştirilmesi için bilimden yararlanma sayılabilir. Bir alandaki yeni buluş ve yenilikler başka alanlardaki yenilikleri de harekete geçirdiğinden, sanayi toplumlarında teknolojik yeniliklerin hızı, geleneksel toplumsal düzenlere kıyasla son derece yüksektir.
Geleneksel uygarlıkların en gelişmişlerinde bile, insanların büyük bölümü toprak üzerinde çalışırlardı. Teknolojik gelişmenin görece düşük düzeyi, küçük bir azınlık dışında insanların tarımsal üretimin gerektirdiği gündelik işlerden kurtulmalarına olanak tanımıyordu. Buna kaşın, bugünkü sanayi toplumlarının temel bir özelliği, çalışan nüfusun büyük bölümünün tarım yerine fabrikalar, ofisler ya da dükkânlarda çalışıyor olmalarıdır. İnsanların yüzde 90’ından fazlası, var olan işlerin büyük bölümünün yer aldığı ve yeni iş olanaklarının yaratıldığı kasaba ve kentlerde yaşamaktadır. En büyük kentler, geleneksel uygarlıklarda bulunan kentsel yerleşimlerden çok daha büyüktür. Kentlerde, toplum yaşamı önceye kıyasla daha kişisellik dışıdır ve kent yaşamının ortaklaşa niteliği ağır basar; pek çok gündelik karşılaşma, tanıdığımız insanlar yerine yabancılarla gerçekleşir. Büyük şirketler ya da hükümet kurumları gibi büyük ölçekli örgütler, hemen herkesin yaşamlarını etkiler hale gelmiştir.
Çağcıl toplumların bir başka özellikleri, geleneksel devletlere kıyasla daha gelişmiş ve yoğun olan politik sistemlerine ilişkindir. Geleneksel uygarlıklarda, politik yetkelerin (monarklar ve imparatorlar), kendilerine oldukça yeterli olan köylerde yaşayan tebaalarının büyük bölümünün yaşamları üzerindeki doğrudan etkileri çok azdı. Sanayileşme ile birlikte, taşımacılık ve iletişim çok daha hızlı hale geldiğinden, daha bütünleşmiş bir “ulusal” topluluk ortaya çıkmıştır.
Sanayi toplumları, ulus-devletlerin ilk örnekleriydi. Ulus-devletler, geleneksel devletleri birbirinden ayıran belirsiz sınır bölgeleri yerine, birbirlerinden açıkça ayrılmış sınırları olan politik topluluklardır. Ulus-devlet hükümetleri, kendi sınırları içerisinde yaşayan herkese uygulanan yasarlı düzenleyerek vatandaşlarının yaşamlarının pek çok alanında söz sahibi olurlar.


Sanayi Toplumunun Yapısı Ve Özellikleri

Sanayi Toplumu:

Öncelikle bu terimin betimsel kullanımlarını analitik kullanımlarından ayırmak önemli bir noktadır. Betimsel düzeyde sanayi toplumu sadece endüstriyalizmin karakteristik özelliklerini sergileyen bir toplumdur. Fakat bu terim soyut düzeyde, kültürü, kurumları ve gelişmeyi sanayi üretimi süreci ile belirleyen bir toplum tipinin var olduğu tezini karşılamak üzerede kullanılır. Bu çerçevedeki sanayi toplumları kuramları, teknolojik determinizmin ya da bilimsel evrimciliğin bir türünü oluşturur. İddiaya göre, uygulamalı bilimin ya da bilimsel uzmanlığa ve değerlerle temellenen teknik süreçlerin mantığı bir toplumun geleneksel kültürü ve kurumlarında bazı temel ve geriye döndürülemez değişikliklerini zorunlu kılmaktadır. Bu görüş Claude Henry ve Saint Simon’un ve ondokuzuncu yüz yıldaki birçok kuramcının yazılarında da dile getirilmiştir. Fakat klasik sosyolojideki en etkileyici örnek; batı dünyasının modernleşmesini ileriye yönelik “akılcılaşma” olarak görüp, eskiden insan yaşamına anlam katan geleneksel büyüye dayalı ve doğaüstü inanç ve değerler sisteminin büyüsünü kaybetmesine bağlayan Max Weber’in yorumudur.

Sanayi toplumu tezi ikinci dünya savaşından sonraki çoğunluğu Amerikalı olan işlevselci sosyologların ve endüstriyel ilişkiler uzmanlarını yazılarında çok daha elle tutulur bir şekle kavuşmuştur. Durkheim’in peşinden giden bu yazarlar, sanayi toplumlarının birbiri ile benzerliğinin, her yerde aynı düzenleyici değerler ve normlar üzerinde yükselen, toplumsal bir uzlaşmaya bağlı olduğunu ileri sürmüşlerdi. Ancak bu normların içeriklerini doldurmaya çalışırken Weber’den etkilenmişler ve sanayi toplumlarını akılcı, kişisel olmayan yönlerini vurgulayarak önceliği maddi mal ve hizmetlerin akılcılaştırılmış üretimine vermişlerdir. Bu türden sanayi toplumları, zamanla insanları, aile bağları, ırk ya da cinsiyet gibi geleneksel atfedici özelliklerden ziyade, başarılarına, bilhassa eğitimleri ve teknik becerilerine göre konumlandırmaya başlayacaktı. Bununla eş zamanlı olarak makineleşme ve teknik gelişmeler yaşam standartlarını yükseltip sevilmeyen bir sürü işi gereksiz hale getirecek ve kolla çalışan sınıfın burjuvalaşmasına zemin hazırlayacaktı. Tüm bu faktörlerin bir araya gelmesinin sonucunda kapitalist endüstriyalizmin ilk dönemlerinin tipik özelliği olan iki kutuplu sınıf yapısının yerine, daha farklı ve daha az kutuplaşmış bir mesleki tabakalaşma sisteminin geçecek olmasıydı. İş yerinde ve sanayideki belirgin sınıf çatışmaları olgun endüstriyalizmde kurumsallaşmış endüstriyel çatışmayla ve toplu pazarlıkla yer değiştirecekti. Endüstriyel tabakalaşmanın karmaşıklığı ve çeşitliliği ve gücün dağılımını da içerdiğinden, kuramcıların çoğulculuk diye adlandırdığı bir siyasal manzara ortaya çıkacaktı. Çoğulculuğun temel anlamı otoriter siyasal sistemlerin yıkılıp yerine, ideolojik nitelikte olmayan, temsili kitle partilerin sahneye çıkmasıdır.

Soyut bir sanayi toplumu meşhur rakibi kapitalist toplum kuramıyla aynı itirazlara açıktır. İki kuram da aşırı genelleştirici bir eğilim sergilemekte ve kesin bir analiz yapılamayacak kadar geniş bir zaman ve mekânı ele almaktadır. İnceleme kapsamlarını daraltsalar bile tarihin ve kültürün özgülüklerini göz ardı etme eğilimleri ortadan kalkmayacaktır. Özelde farklı toplumsal ve kültürel anlam sistemlerine dahil edilen benzer teknolojiler, tek tek ülkelerin benzer biçimde sanayileşmiş devletler olarak bir arada yaşaması, ama başka açılardan muazzam derecede farklı bilimler olarak varlıklarını sürdürebilmeleri anlamına gelebilir.

Teknolojinin ve iş organizasyonundaki yöntemlerin açıklayıcı bir bakış açısı ile vurgulanması fabrika dışındaki işçilerin de sanayi sosyolojisi kapsamında değerlendirilmesine önemli bir dayanak olmuştur. Ancak araştırmaların kolla çalışan fabrika işçisinden uzaklaşması ile birlikte, iş yeri içindeki faktörlerin insanların hareketlerini saptanabilir ve bağımsız biçimde etkilediği düşüncesi tartışmalı hale gelmiştir. Bu konuda önemli bir örnek, beyaz yakalı işçiler hakkındaki araştırmalardır. Büro işçileri, teknisyenler ve diğer beyaz yakalı işçiler şirketlerin büyümesinin kamusal ve finansal yönetimin gelişmesinin profesyonel çalışanlar ile hizmet işlerini yürütenlerin genelde artışının sonucu olarak modern toplumlarda çalışanların giderek daha büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Fakat bu kapsamdaki işçilerin yönetime ya da sendikacılığa, ayrıca kendi işlerine yükledikleri değerlere karşı tutum ve davranışlarının mavi yakalı arkadaşlarının tutumlarından çok farklı olduğunu daha üst bir sınıf ya ad statü konumuna paralel hale geldiği açıktır.

Yapılan araştırmalar göstermektedir ki Fabrika içinde bile davranışları belirleyen asıl faktör teknoloji veya organizasyon değil kültürel ve toplumsal koşullardır. R.ARON bir sanayi toplumunun birbirinden farklı beş özelliği olduğunu vurgulamış ve bunları şu şekilde açıklamıştır.

1- Girişimin kesin bir biçimde aileden ayrılması

2- Bir sanayi toplumu iş bölümünün orijinal bir tarzını verir. Bu modern sanayi toplumlarının karakteristik vasıflarındandır.

3- Bir sanayi toplumunda bir sermaye birikiminin varlığı fark edilir.

4- Sanayi toplumu niteleyen bir hususta rasyonel hesaptır. Bu husus çalışmanın gelişme yolunda sermaye ihtiyacı olduğu zamanlarda önem kazanır.

5- Bir sanayi toplumu bizzat sanayi girişimleri kavramından çıkarılabilir. Bu da işçinin çalışma sahası üzerinde kendini bütünü ile işe vermesidir.

Bütün sanayi toplumlarında üretim araçlarının mülkiyeti statüsü ne olursa olsun bir işçi yığılımı vardır. Fakat tabi olarak, bir yanda yüzlerce, binlerce işçi ve öte yandan küçük sayıda mal sahipleri (Malikler ). Buradaki mesele malikler yani üretim araçlarına sahip olanlarla, birikmiş işçiler arasındaki ilişkiyi açıklamak değildir. Çünkü bütün sanayi toplumlarında belli bir işçi örgütü ile buna bağlı olarak üretim araçlarını ferdi mülkiyete tahsisi sorunu vardır. Kolektif mülkiyet fikri dünya kadar eskidir. Fakat yüz yıllık sosyalist rüya ile sanayi toplumlarının sosyalist meselesini karıştırmamak gerekir. Çünkü sanayi toplumlarında ilk kez muazzam işçi yığılmaları olmuştur. İlk kez üretim araçları ferdi mülkiyetin imkân boyutlarını aşıyor ve neticede bunların kime ait olduğu meselesi ortaya çıkıyor.

Marksist sınıflama üretimde görev alanların ilişkilerini ortaya koyması bakımından bu hususta yardım niteliği taşıyan bir sınıflamadır.

1- Asya Tipi Üretim Tarzı
2- Antik Üretim Tarzı
3- Feodal Üretim Tarzı
4- Kapitalist Üretim Tarzı


Asya tipi üretim tarzı istisna edildiği takdirde insanlık tarihinin evriminde marxsizim şu aşamalara ayrılır.

a-) Üretim araçları mülkiyetinin toplumsal olduğu ilkel toplumlar
b-) Esirliğe dayanan toplumlar
c-) Feodal lordun kısmen üretim araçlarına sahip olduğu ve serflerinde bir miktar üretim araçlarına sahip olduğu toplumlar
d-) üretim araçları mülkiyetinin tümüne kapitalistin sahip olduğu kapitalist toplum
e-) Nihayet henüz gerçekleşmemiş olan sosyalist toplum

Marx ve Engels bu hususu manifestoda şöyle açıklıyorlardı. “tarihin önceki çağında hemen her yerde toplumun karmaşık bir biçimde çeşitli aşamalara bölünerek değerlendiğini çeşitli toplumsal statü sıralamalarına sahne olduğunu görüyoruz.

Feodal toplumun yıkıntılarından fışkıran çağdaş burjuva toplumu sınıf çelişkilerine son vermemiştir. Sadece eskilerin yerine yeni sınıflar, yeni baskı durumları ve yeni mücadele biçimleri getirmiştir. Oysa çağımız yani burjuvazinin çağı şu ayırt edici özelliği taşır: sınıf çelişkileri basitleştirilmiştir. Bütün toplum gitgide iki düşman kampa birbirlerine doğrudan doğruya karşıt iki büyük sınıfa bölünmektedir. Burjuvazi ve proleterya. Bu ikili durum çağdaş kapitalizmin ürünüdür. “Kendine ait üretim aracı olmadığından yaşamak için emek güçlerini satmak zorunda bırakılan çağdaş üretici sınıfı ya da proleterya ile toplumsal üretim araçlarını sahibi olan ve ücretli emek çalıştıran çağdaş kapitalistler gerçek anlamda bu dönemde ortaya çıkmaktadır.

Feodal sanayi sisteminde sınaî üretim dışa kapalı loncaların tekelindeydi. Bu sistem pazarların gelişen ihtiyaçlarını karşılayamaz oldu. Onun yerini imalat sistemi aldı. Lonca ustaları imalatçı orta sınıf tarafından bir kenara itildiler. Kooperatif loncalar arsında iş bölümü her bir atölye içindeki iş bölümü karşısında kayıplara karıştı.

Bu arada pazarlar durmadan büyüyor talep durmadan artıyordu. İmalat yeterli olmaktan çıkmıştı. Bunun üzerine buhar ve makineler sanayi üretimini kökten değişikliğe uğrattı. İmalatın yerini sanayici milyonerler kona sanayi ordularının kumandalarını çağdaş kapitalistler aldı. Çağdaş sanayi dünya pazarını kurmuştur. Bunun yolunu açan Amerikanın keşfidir. Bu pazar ticarette, denizcilikte ve kara ulaşımında büyük bir gelişme sağlamıştır. Sanayi, ticaret, denizcilik, demir yolları yayıldığı ölçüde burjuvazi gelişmiş, sermayesini arttırmış, orta çağdan kalan bütün sınıfları geri plana itmiştir. Burjuvazi tarihi bakımından son derece ihtilalci bir rol oynamıştır.


 
Top