Forumlar
Yeni Mesajlar
CerezExtra
EĞLENCE ↓
Şans Kurabiyesi
Renk Falınız
ÇerezRADYO
Sevgiliye Özel
ÇerezDERGİ
Hızlı Okuma Testleri
Pratik Çözümler
Yeniler
Yeni Mesajlar
Yeni ürünler
Yeni kaynaklar
Son Aktiviteler
İndir
En son incelemeler
Dükkan
Giriş
Kayıt
Yeniler
Yeni Mesajlar
Menu
Giriş
Kayıt
Uygulamayı yükle
Yükle
Forumlar
Yaşam...
Hikayeler / Efsaneler
İzmir Efsaneleri
JavaScript devre dışı bırakıldı. Daha iyi bir deneyim için, devam etmeden önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
You are using an out of date browser. It may not display this or other websites correctly.
You should upgrade or use an
alternative browser
.
Konuya cevap yaz
Mesaj
<blockquote data-quote="Suskun" data-source="post: 437801" data-attributes="member: 21093"><p><strong>KEÇİ KALESİ</strong></p><p>Çok eski zamanlarda Selçuk - Belevi yöresinde bir kral yaşarmış. Kral karısı ve kızı ile çok mutlu bir hayat sürerken bir gün karısı ölmüş. Karısı ölünce tüm sevgisini kızına vermiş.Onu herkesten korumak için o yörenin en yüksek yerine bir kale yaptırmış. Korumaları için birçok askerle birlikte, kızını o kaleye yerleştirmiş. Kızın güzelliği dillere destanmış. O yörede yaşayan bir çoban, kızı görmediği ha lde kıza aşık olmuş.</p><p></p><p>Ama kıza ulaşmak imkansızmış. Çoban, tüm sevgisini kavalı ile dile getirmeye başlamış. Her gün saatlerce prensesi düşünerek kaval çalar ve ona ulaşamadığı için üzülürmüş. Bir gün yine kaval çalarken ağacın dalına bir güvercin konmuş. Çoban güvercinle dost olmuş, tüm dertlerini anlatmış. Prenses için yazdığı mektubu prensese ulaştırmasını istemiş. Güvercin mektubu alıp uçmuş, prensesin penceresine konmuş.</p><p></p><p>Pencerede kuşu gören prenses çok sevinmiş. Güvercini eline alınca ayağındaki mektubu görüp okumuş. Prenses de görmediği, hiç tanımadığı halde mektubu gönderen çobanı sevmiş. Hemen cevap yazıp güvercinle göndermiş. Bu böyle sürüp gitmiş.</p><p></p><p>Çoban prensesi görmeyi çok istiyormuş, ama ne mümkün! Bir gün karşısına bir dede çıkmış. Çobana derdini sormuş, çoban da derdini anlatmış. Dede çobana prensesi görmesi için neler yapması gerektiğini söylemiş. Çoban dedenin dediklerini yapmış.</p><p></p><p>Akşam olunca keçilerinin her iki boynuzuna da fener bağlamış, kaleye doğru keçileri sürmüş. Kaledeki askerler, boynuzlarında fenerlerle kaleye doğru gelen keçileri görünce düşman askeri sanıp, kalabalıklığından korkup kaçmışlar. Çoban da prensesine kavuşmuş.</p><p></p><p>Durumu öğrenen kral, önce çok kızmış ama sonra onların birbirlerine karşı olan sevgilerini görünce çoban ile prensesi evlendirmeye karar vermiş. Onlara güzel bir düğün yapmış. Selçuk yakınlarındaki kalenin adı da “Keçi Kalesi” olmuş.</p><p></p><p>İzmir’den Selçuk’a gidecek olursanız, Selçuk’a gelmeden yolun sağ tarafında yüksekteki bu kaleyi rahatlıkla görebilirsiniz.</p><p></p><p></p><p><strong>YANKI İLE NERGİS</strong></p><p>Peri kızlarının arasında sesi çok güzel bir peri kızı varmış. Adı Yankı’ ymış. Dinleyen herkes Yankı’ nın şarkılarını çok severmiş. Kendi sesini en çok seven de kendisiymiş. Yankı’nın çok hoşuna gidermiş kendi sesi .</p><p></p><p>Birgün çiçeklerle dolu, yemyeşil kırlarda şarkı söylerken Tanrıça Hera’yla karşılaşmış. Baş tanrı Zeus’un karısı Hera, çok huysuz ve kıskanç bir tanrıçaymış. Yankı’dan hoşlanmamış. “Günaydın ” demiş Yankı “ Ne güzel bir gün değil mi? İçimden şarkı söylemek geliyor.” Yankı’nın sesi daha da güzelleşmiş. Hera’ ya “Sesim bugün çok güzel. Sizin için de söyleyeyim mi şarkımı? ” diye sormuş Yankı. Hera kıskançlıktan çatlayacakmış. Yankı’ya ceza vermek istemiş Hera. Yankı’ya bağırmaya başlamış. “Sana öyle bir ceza vereyim ki aklın başına gelsin. Bundan sonra yalnızca sana birisi bir şey söylediği zaman, onun son sözünü tekrarla.” demiş. Yankı bunu hakedecek hiçbirşey yapmamış ama itiraz etmek için ağzını açtığında ‘’ Tekrarla " diyebilmiş sadece. “Bu senin gibilere ders olsun ” demiş Hera . “Olsun” diye yanıtlamış Yankı. Çok utanmış. O günden sonra Yankı’yı gören olmamış. </p><p></p><p>Yalnız başına, acı içinde ormanda dolaşırken bir genç adam görmüş Yankı. Çok beğenmiş genç adamı. Daha yakından tanımak için ona yaklaşmış. Tam bu sırada yanlışlıkla kuru bir dala basmış, dal çatırdamış. ’’ Kim o? ’’ diye sormuş genç adam. Yankı sadece ‘’O’’ diyebilmiş. Yankının dediğini duymuş delikanlı ve yine seslenmiş.’’ Kim var orada?’’ Sadece“ Orada ” diye tekrar edebilen başka bir şey söyleyemeyen Yankı, ağlamaya başlamış. Delikanlı yanına yaklaşıp, kendini tanıtmış. “Benim adım Narkissos , ya sen kimsin?”deyince “Kimsin” demiş Yankı. Konuşmaları böyle devam etmiş. Yankı Narkisos’un son sözünü söyliyebiliyor, çok istediği halde başka bir şey söyleyemiyormuş. Narkissos, kendisi ile alay edildiğini sanarak Yankı’ya çok kızmış ve peri kızını bırakıp gitmiş. Yankı pek üzgünmüş. Narkisos için “Sen de benim gibi sev ama karşılık görme, kavuşama, acı çek ” diye geçirmiş içinden. Tanrılar Yankı’nın bu dileğini duymuş. Bu dileğin gerçekleşmesine karar vermişler. Ceza olarak Narkissos kendi yansımasına aşık olacakmış.</p><p></p><p>Bir gün, ormanda dolaşan Narkisos susamış. Su içmek için suya eğilmiş ve birden suda kendi yansımasını görmüş. Sudaki bu yüze aşık oluvermiş. Gördüğü yüze elini uzatmış. Eli suya değer değmez su bulanmış ve görüntü kaybolmuş. Hemen elini çekmiş ve sevgilisi geri gelmiş. Bir daha, bir daha denemiş. Hep aynı şey oluyor, sevgilisine dokunmayıp onu ancak seyredebiliyormuş. Üstelik güneş batınca onu bırakıp gidiyormuş sevgilisi. Narkissos çok üzgünmüş artık. Yemeden içmeden kesilmiş.</p><p></p><p>Narkissos aç ve çaresizmiş ama, Yankı da öyleymiş. Yankı neler olduğunu anlamış. Keşke intikam değil de, tanrıların kendisine yardımcı olmasını dileseymiş.</p><p></p><p>Yemekten içmekten kesilen Narkissos, bir gün açlıktan ölmüş. Tanrılar, onun yüzündeki aşk acısını gördüklerinde yaptıklarına çok pişman olmuşlar. Narkissos’u su kenarında yetişen nazlı, güzel kokulu, sarılı beyazlı bir çiçeğe dönüştürmüşler. Bildiğimiz nergis çiçeğine…</p><p></p><p>Yankı Narkisos’un ölümüyle iyice perişan olmuş. Sonunda hiç görünmez olmuş. Bugün de görünmezdir Yankı; yalnızca o umutsuz tekrarlayan sesi duyulur.</p><p></p><p>Nergis ise, su kıyılarında kendini seyretmeye devam eder. Bu yüzden günümüzde kendi kendine hayran olanlara , Narkissos’ tan esinlenerek narsist denilmektedir.</p><p></p><p></p><p><strong>YUNUS BALIĞI SIRTINDAKİ ÇOCUK</strong></p><p>Şimdiki gibi, bir zamanlar yine Milas’ın limanıymış Güllük. Yaman balıkçıları o yörede çok ünlüymüş.Ekmeğini denizden çıkarırlarmış bu deniz insanları. Çok şen, mutlu ve birbirlerine bağlıymışlar. Güllükte Hermiyas adlı bir çocuk yaşarmış ve Güllük’ün en güzel çocuğuymuş. Bir tek anacığı varmış. Anacığı onu gözünden sakınır, dizinin dibinden ayırmazmış.</p><p></p><p>Günlerden bir gün Hermiyas’ın arkadaşları “ Hadi denize, hadi denize! ” demişler. Hermiyas anasından izin istemiş ama anası “ Olmaz! ” demiş. Hermiyas, annesini ikna edip arkadaşlarıyla denize gitmiş, fakat geri dönmemiş. Kara haber bir anda yayılmış. Herkes günlerce Hermiyas’ı aramış ama bulamamış.</p><p></p><p>Günlerden bir gün bir balıkçı, Hermiyas ’ı bir yunus balığının sırtında gördüğünü söylemiş. Balıkçı “Koskoca bir yunusbalığının sırtındaydı. Bir eliyle tutunmuştu ona, bir eliyle selam bile verdi bana. Balık dalıp çıktıkça o da dalıp çıkıyordu.” demiş. Önce inanmamışlar balıkçıya, ama daha sonra her denize çıkan tüm balıkçılar Ege Denizi ’nde Hermiyas ’ı arar olmuşlar. ‘’ Belki biz buluruz.‘’ demişler ama bulamamışlar.</p><p></p><p>Aradan günler geçmiş. Bir sabah Güllük’ te Hermiyas ve yunus balığı ölü bulunmuş. Bir yaşlı “İşte bu dostluktur.” demiş. Herkes yaşlı adama bakınca yaşlı adam “Balık dostu olan Hermiyas’ ı enizde bırakmamış, alıp getirmiş. Kendisi de dostunun yanından ayrılmamış” diyerek düşüncelerini açıklamış.</p><p></p><p>Güllüklüler yunusbalığı ile Hermiyas’ ın yontusunu yaptırıp, jimnasyumun bahçesine “Dostluk Simgesi” olarak dikmişler.</p><p></p><p></p><p><strong>DAPHNE ADINDAKİ GÜZEL KIZIN DEFNE AĞACI OLUŞU</strong></p><p>Bir gün Apollon, Thessalia' da kıyıları ağaçlarla gölgelenen Peneus ırmağı kenarında, güzel genç bir kız görmüş. Bu güzelin adı Daphne imiş ve Apollon görür görmez ona aşık olmuş. Daphne ormanların derinliklerinde dolaşmaktan zevk alıyor, ay ışığında yabani hayvanları kovalamaktan, avlamaktan çok hoşlanıyormuş. Yalnız başına dolaşmayı çok seviyormuş. Dahası Daphne, hayatı boyunca yalnız yaşamaya yemin etmiş. Erkeklerden nefret ediyor, bu yüzden evlenmeyi kesinlikleistemiyormuş.</p><p></p><p>Fakat Apollon ona delicesine tutulmuş, bu nedenle de peşini bırakmıyormuş. Ormanda karşılaştıklarında Tanrı Apollon, güzeller güzeli bu kızla konuşmak istemiş ancak Daphne ondan korkarak koşmaya başlamış. Apollon, ne dediyse onu durmaya ikna edememiş, Daphne korkmuş bir kere. Yorgun düşene kadar koşmuş koşmuş; daha fazla koşacak gücü kalmadığında yere yıkılıp ve toprak anaya yalvarmaya başlamış.</p><p></p><p>"Ey toprak ana beni ört, beni sakla, kurtar ‘’ demiş.</p><p></p><p>Toprak ana, onun yakarışını duymuş. Az sonra Daphne, yorgunluktan ağrıyan bacaklarının sertleştiğini, odunlaşmaya başladığını hissetmiş. Gri renginde bir kabuk göğsünü kaplamış. Güzel kokulu saçları yapraklara dönüşmüş ve kolları dallar halinde uzanmış, küçük ayakları ise kök olup toprağın derinliklerine doğru inmiş. Güzel bir defne ağacı olmuş. Apollon sevdiği kıza sarılmak isterken, defne ağacına sarılmış.</p><p></p><p>.Defne ağacı, Apollo’ nun en sevdiği ağaç ve defne yaprakları genç tanrının saçlarının çelengi olmuş. Kahramanlara ödül olarak defne yapraklarından yapılma taçlar takılmış.</p><p></p><p></p><p><strong>İDA DAĞI ( KAZ DAĞI )</strong></p><p>Çok eskiden insanların en korktukları şey açlıkmış. Açlık, kıtlık ve kuraklık nedeniyle olurmuş. Bunu için yağmuru yağdıran, şimşekleri çaktıran tanrının Zeus olduğuna inanılır ve Zeus en büyük tanrı olarak kabul edilirmiş.</p><p></p><p>Efsanelere göre Zeus Girit’teki İda Dağında Kyble tarafından doğurulmuş. Kyble Anadolu’ nun matriyakal tanrısıymış.</p><p></p><p>Efsanelerde yer alan diğer İda Dağı, Güney Edremit Kocakatran Dağları denilen bir bir dağ zincirinin en yüksek yeridir. İda Dağı İtalya’da “Ana İda”, ya da “Çok Pınarlı İda” diye de anılır. Zeus, Troya Savaşı’nı bu tepeden izlermiş. Küçük Menderes Nehri, Herakles’in çok susayıp, İda Dağı’nın eteğini kazmasıyla olmuş. O suda, ay ışığında yıkanan kadınların saçları, altın sarısı olurmuş. Troya bölgesinin bütün kızları, gerdek gecesi arifesinde Küçük Menderes Nehri’ nde yıkanırlarmış.</p><p></p><p></p><p><strong>SARIKIZ EFSANESİ</strong></p><p>Biga Yarımadası’nın Türkleşme sürecinde Türk yaşantısı, inanışları ve gelenekleri bölgeye hakim olmaya başlar. Yüzlerce yıl süren bu oluşum süreci içinde ortaya çıkan Sarıkız öyküsü nesilden nesile aktarılarak bugüne gelir.</p><p></p><p>Efsaneye göre Sarıkız, babası ile birlikte Edremit’in Güre köyünde yaşamıştır. Sarıkız, annesini küçük yaşta kaybettiğinden babasına çok bağlıymış. Bu nedenle hiç evlenmemiş. Sarıkız, sarışın, güzel bir kızmış. Babasını yalnız bırakmayan Sarıkız’ı babası, dini görevini yapmak için yalnız bırakmış ve hacca gitmiş. Döndüğünde ise köy dedikodu ile çalkalanmaktaymış. Sarıkız ile evlenemeyen delikanlılar ve aileleri Sarıkız hakkında olmadık öyküler uydurup yaymışlar. Baba bu durum nedeniyle halkın içine çıkamaz olmuş. Babanın köyde yaşayabilmesi için namusunu temizlemesi gerekmekteymiş. Baba Sarıkızı alarak yaylalara doğru yola çıkmış. Sarıkız durumu anlamış ama sessiz ve olgun bir şekilde kaderine razı olmuş.</p><p></p><p>Baba, Sarıkız ve kazları dağın doruklarından birinde mola vermişler. Sabah olduğunda baba, görevini yerine getirmeden önce namaz kılmak isteyerek kızına su bulmasını söylemiş. Kızının verdiği suyun tuzlu olduğunu anlayan baba, çok şaşırmış ve kızına abdest alabilmesi için tatlı su bulması gerektiğini söylemiş. Sarıkız, babasına gözlerini kapatması halinde tatlı su bulabileceğini söylemiş. Bu durumdan şüphelenen baba gözünü tam kapatmamış ve kızının eğilerek uzak derelerden tatlı su aldığını görmüş. Sarıkız’ın ermiş olduğunu anlayan babası utancından perişan olmuş. Günahsız, biricik kızını öldürmek istemiş. Kızından af dilemiş, ancak Sarıkız bu affı geri çevirmiş. Baba kahrından oracıkta ölünce Sarıkız, babasına yüksek bir tepede mezar yapmış. Kendisi de bir zamanlar Zeus’un mekanı olan Kartalçimen düzlüğüne yerleşip kazların uzaklara gitmemesi için eteğine doldurduğu taşları savurarak Kaz Avlusu’ nu oluşturmuş.</p><p>Çok geçmeden Sarıkız da ölmüş.</p><p></p><p>Yöre insanları yüksek bir tepeye anıt mezarını yapmışlar. Sarıkız efsanesi de günümüze,bizlere kadar ulaşmış.Kaz Dağı’ na gidenler, Kaz Avlusu ve Sarıkız’ın mezarını ziyaret ederek İda Dağı ve Sarıkız ile ilgili birbirinden ilginç söylenceleri yöre halkından dinlerler.</p><p></p><p></p><p><strong>HASAN İLE EMİNE’NİN ACI ÖYKÜSÜ</strong></p><p>1800’lü yıllarda Edremit pazarı çarşamba günleri kurulurmuş.Yörenin tüm köylüleri pazara gelir malını satıp, ihtiyaçlarını pazardan giderirlermiş. Kazdağı’ nın, bin beş yüz metre. yükseklikte bulunan Sarıkız zirvesinin eteğinde kurulu bir oba varmış. Obanın güzel kızı Emine, her çarşamba pazara gelir, beş saatlik yoldan getirdiği sütü, peyniri ve balı Hasan’ a verir, Hasan’dan sebze alırmış. Pazar dönüşü birlikte Zeytinli Köyü’ ne kadar yürürler, Emine daha sonra dört saatlik dağ yolundan obasına dönermiş.</p><p></p><p>Emine ile Hasan bir gün evlenmeye karar vermişler. Emine’ nin obasının geleneklerine göre Hasan’ın, Emine’ nin obasında yaşaması zorunluymuş. Hasan’ ın annesi, yalnız kalacağını bilerek bu olaya sıcak baksa da Emine’ nin ailesi, Hasan’ın zorlu dağ hayatına uyum sağlayamayacağı düşüncesindeymişler. Bu yüzden Hasan’ ın zorlu doğa koşularına uyum sağlayıp sağlayamayacağı konusunda onu sınamaya karar vermişler. Sınavda başarılı olursa Emine ile evlenmesine izin vereceklermiş.</p><p></p><p>Hasan, annesi ile vedalaştıktan sonra tuz dolu bir çuvalı, anlaşma gereği Emine’ nin obasına kadar sırtında taşımak üzere Emine ile birlikte dört saatlik dağ yoluna koyulmuş. Bir saatlik yürüyüş sonunda Beyoba köyüne varmışlar. Tuz, Hasan’ ın sırtını yakmaya başlasa da iki saatte Sutüven şelalesine ulaşmışlar. Yol şelalenin oluşturduğu derenin içinde kaybolmuş olduğundan taştan taşa tlayarak ilerlemek Hasan’ ı çok yormuş. Gökbüvet’ e geldiklerinde Hasan yorgunluktan yere yığılmış. Emine ne kadar teşvik etse de Hasan düştüğü yerden kalkamamış ve Emine’ ye başka bir yere kaçmalarını teklif etmiş. Emine çok inatçı ve ailesine bağlı bir kız olduğundan tuz çuvalını da sırtına alıp, Hasan’ın “Beni burada bırakma, bir yere gidemem, burada ölürüm” haykırışlarına kulak asmadan yoluna devam etmiş. Obasına vardığında Hasan’ı geride bıraktığı için pişman olmuş; ancak akşam olduğu için Hasan’a bakmaya da gidememiş.</p><p></p><p>Sabah olduğunda Emine Gökbüvet ’e gitmiş; Hasan’ı orada bulamamış. Hasan’ın annesinin de her yerde aramasına rağmen, Hasan hiçbir yerde yokmuş. Günlerce aramışlar ama Hasan ‘ı bulamamışlar. Emine o günden sonra Hasan’ın onu çağıran sesi kulaklarında çınlayarak Gökbüvet’ te mecnun mecnun dolaşır dururmuş. Günlerden bir gün Hasan’a hediye ettiği çevreyi Gökbüvet’ in sularında bulmuş ve o çevre ile kendini ulu bir çınar ağacına asmış. O günden sonra Gökbüvet ‘in adı Hasan Boğuldu, çınarın adı ise Emine Çınarı olmuş.</p><p></p><p>Bugün Kaz Dağı’nda Gökbüvet’e gidenler bu efsanenin söz ettiği yerleri gezerken Emine’ nin ‘’Hasan, Hasan! ’’ diyen sesini duyar gibi olurlar.</p><p></p><p></p><p><strong>KRAL MİDAS’IN KULAKLARININ UZAMASI</strong></p><p>Marsyas bir gün çayırda dolaşıyormuş. Eline Athena’nın yaptığı ama çalarken yüzü çirkinleşiyor diye attığı flüt geçmiş. Flüt, tanrı yapımı olduğu için çok güzel sesler çıkartıyormuş. Marsyas gün geçtikçe daha iyi çalmaya başlamış. Öyle ki kendini Apollon ile yarıştırır olmuş. Gitar Tanrısı Apollon buna çok sinirlenmiş ve Marsyas’ı, kazananın kaybedene istediğini yapması şartıyla bir yarışmaya davet etmiş. Marsyas yarışma teklifini kabul etmiş.</p><p></p><p>Yarışmanın hakemleri Musa’lar ve Phrygia kralı Midas olmuş. Hakemler Apollon’un gitarı ve Marsyas’ın kavalı arasında tereddüt ediyorlarmış. Bunun üzerine Apollon gitarını bırakıp, lirini almış. Sonunda Marsyas, Apollon’un kendisi kadar güzel çalamayacağını itiraf etmiş.</p><p></p><p>Bu sözlere çok kızan Apollon, Marsyas’ı ağaca bağlamış ve diri diri derisini yüzmüş. Kır perileri Marsyas’ın ölümüne o kadar ağlamışlar ki, onların gözyaşlarından Marsyas (Çine) çayı doğmuş. Kral Midas ise yarışmada Marsyas’ın tarafını tutuyormuş. Bu yüzden kulakları eşek kulağına çevrilmiş. Midas bunu saklamak için kulaklarını saçlarının arkasını saklamış ve başına büyük bir kalpak giymiş.</p><p></p><p>Fakat bir gün Midas’ın berberi onun kulaklarını görmüş. Midas, onu ölümle tehdit ettiği için zavallı berber hiç kimseye, hiçbir şey söyleyemiyormuş. Adam bu sırrı saklayamaz olmuş. En sonunda toprağa bir çukur açmış ve eğilerek “Midas’ın kulakları eşek kulaklarıdır” demiş. Ama çukurun hemen yanındaki kamışlar söylenenleri duymuşlar. Her rüzgar estiğinde kamışlar berberin söylediklerini tekrarlamaya başlamış. Böylelikle herkes Midas’ın kulaklarının eşek kulağı olduğunu öğrenmiş.</p><p></p><p></p><p><strong>HYAKINTHOS ADLI GENCİN SÜMBÜL OLUŞU</strong></p><p>Kral Amyklos'un Hyakinthos adında çok yakışıklı bir oğlu varmış; Apollon da onun bu güzelliğinehayran olmuş. Kısa sürede genç delikanlı ile Tanrı Apollon çok yakın dost olmuşlar. Boş zamanlarında Eurotas'ın çiçekli kıyılarında çimenler üzerinde disk atarak birlikte vakit geçirirlermiş. Bir gün gene her zamanki gibi disk atmaya gitmişler. Hyakinthos'a deli gibi aşık olan kelebek kanatlı güzel Zephiros (Batı rüzgarı) onların bu kadar yakın olmalarını çekemiyor, adeta kıskançlıktan kuduruyormuş. Zephiros, gemicilerin en çok sevdiği rüzgar olduğu halde artık görevini yapmıyor, hatta kıskançlığının neden olduğu öfke ile gemileri kayalara bile çarpıyormuş. Kıskançlıktan ne yaptığını bilmez bir hale gelmiş. O gün de onlar oynarken, kuvvetli bir esintiyle Apollon’un fırlattığı diskin yönünü değiştirmiş ve disk hızla genç Hyakinthos'un kafasına çarpmış. Zavallı delikanlı kafasında kanlar akarak yere yuvarlanmış. Apollon bu felaket karşısında deliye dönmüş. En sevdiği dostunu çok kötü yaralamış.</p><p></p><p>Kral, oğlu Hyakinthos'un yaralarına Askleipos'un en tesirli ilaçlarından koydurmuş ama fayda etmemiş. Zavallı Hyakinthos ölmüş.</p><p></p><p>Apollon, çok sevdiği arkadaşının ölmesine razı olmayıp, onu her bahar mevsimi açan sümbül çiçeğine dönüştürmüş. Böylece arkadaşının ölümsüz olmasını sağlamış.</p><p></p><p></p><p><strong>KRAL TANTALOS EFSANESİ</strong></p><p>Kral Tantalos, Yamanlar Dağı’ nda oturan İzmir Kralı ve Zeus’ un oğluymuş. Kral Tantalos’un bir oğlu bir de kızı varmış. Oğlunun adı “ Pelops”, kızının adı ise “ Niobe” imiş. Tantalos ölümlü insanlar arasında tanrılarla beraber yemek yiyebilen tek insanmış.</p><p></p><p>Tantalos, Cehennem’e gönderilmiş. Diz boyu berrak sularda durduğu ve susadığı halde su içmek için eğilince su toprağın içine çekiliyormuş. Başının üzerine üzümler, armutlar, narlarla yüklü ağaç dalları uzanıyormuş. Yemişleri koparmak için elini uzattığında rüzgar, dalı yükseklere üflüyormuş. Tantalos yiyeceklere bir türlü ulaşamıyormuş. Su ve yiyecek bakımından bolluk içinde yaşayan Tantalos, sonsuza kadar aç ve susuz kalmaya mahkum olmuş.</p><p></p><p>Bir inanışa göre, Kral Tantalos’ un gönderildiği bu yer daha sonra bir göl haline gelerek Tantalos Gölü diye anılmış. Söylenceye göre Yamanlar Dağı’ ndaki Karagöl, Tantalos Gölü’ dür. Tantalos’un mezarı da bugün Bayraklı yamaçlarından birinde bir taş yığıntısı halindedir</p><p>Karagöl’ ün oluşumu hakkında değişik efsaneler de vardır. </p><p></p><p></p><p><strong>GÜZELLİK ILICASI</strong></p><p>Çok uzun zaman önce Bergama’ da çobanlık yapan çok güzel bir kız yaşarmış. Güzel kız her gün koyunlarını güdermiş ve sonra sıcak suları olan bir gölcükte yıkanırmış. Bu kız her gün güzelliğine güzellik katarmış.</p><p></p><p>Kızın güzelliğini görenler şaşırıyormuş. Artık kızın güzelliğini bilmeyen kalmamış. Bunu Bergama Kralı’ nın güzel kızı da duymuş. Ama kral kızı, bir çoban kızının kendisinden daha güzel olacağına inanmamış. Bunu kendi gözleriyle görmek istemiş. Çoban kızını görünce, gördüklerine duyduklarından daha çok inanmış Çoban kızı olağanüstü bir güzellikteymiş.</p><p></p><p>Kızın nasıl bu kadar güzel olduğu, kralın kızını merak içinde bırakmış. Bunu anlamak için özel olarak çoban kızını izlettirmiş. Ama kızın hayatı küçük bir çoban hayatından farksızmış. Sadece sabah, akşam bir yamacın tepesindeki göle girip yıkanıyormuş.</p><p></p><p>Kral kızı, çoban kızının bu göl yüzünden güzelleştiğini düşünerek, kendisi de sabah akşam o sıcacık gölde yıkanmış. Birkaç ay sonra saraya geldiğinde babası kızını tanıyamamış. Hemen gölün yanına bir ılıca yaptırmış. Çoban ve bütün herkes, o suların şifalı sular olduğunu anlamış. Güzelliği ile tanınan Mısır kraliçesi Kleopatra ‘nın bile Bergama’ya gelip bu sulara girip yıkandığı rivayet edilir…</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Suskun, post: 437801, member: 21093"] [B]KEÇİ KALESİ[/B] Çok eski zamanlarda Selçuk - Belevi yöresinde bir kral yaşarmış. Kral karısı ve kızı ile çok mutlu bir hayat sürerken bir gün karısı ölmüş. Karısı ölünce tüm sevgisini kızına vermiş.Onu herkesten korumak için o yörenin en yüksek yerine bir kale yaptırmış. Korumaları için birçok askerle birlikte, kızını o kaleye yerleştirmiş. Kızın güzelliği dillere destanmış. O yörede yaşayan bir çoban, kızı görmediği ha lde kıza aşık olmuş. Ama kıza ulaşmak imkansızmış. Çoban, tüm sevgisini kavalı ile dile getirmeye başlamış. Her gün saatlerce prensesi düşünerek kaval çalar ve ona ulaşamadığı için üzülürmüş. Bir gün yine kaval çalarken ağacın dalına bir güvercin konmuş. Çoban güvercinle dost olmuş, tüm dertlerini anlatmış. Prenses için yazdığı mektubu prensese ulaştırmasını istemiş. Güvercin mektubu alıp uçmuş, prensesin penceresine konmuş. Pencerede kuşu gören prenses çok sevinmiş. Güvercini eline alınca ayağındaki mektubu görüp okumuş. Prenses de görmediği, hiç tanımadığı halde mektubu gönderen çobanı sevmiş. Hemen cevap yazıp güvercinle göndermiş. Bu böyle sürüp gitmiş. Çoban prensesi görmeyi çok istiyormuş, ama ne mümkün! Bir gün karşısına bir dede çıkmış. Çobana derdini sormuş, çoban da derdini anlatmış. Dede çobana prensesi görmesi için neler yapması gerektiğini söylemiş. Çoban dedenin dediklerini yapmış. Akşam olunca keçilerinin her iki boynuzuna da fener bağlamış, kaleye doğru keçileri sürmüş. Kaledeki askerler, boynuzlarında fenerlerle kaleye doğru gelen keçileri görünce düşman askeri sanıp, kalabalıklığından korkup kaçmışlar. Çoban da prensesine kavuşmuş. Durumu öğrenen kral, önce çok kızmış ama sonra onların birbirlerine karşı olan sevgilerini görünce çoban ile prensesi evlendirmeye karar vermiş. Onlara güzel bir düğün yapmış. Selçuk yakınlarındaki kalenin adı da “Keçi Kalesi” olmuş. İzmir’den Selçuk’a gidecek olursanız, Selçuk’a gelmeden yolun sağ tarafında yüksekteki bu kaleyi rahatlıkla görebilirsiniz. [B]YANKI İLE NERGİS[/B] Peri kızlarının arasında sesi çok güzel bir peri kızı varmış. Adı Yankı’ ymış. Dinleyen herkes Yankı’ nın şarkılarını çok severmiş. Kendi sesini en çok seven de kendisiymiş. Yankı’nın çok hoşuna gidermiş kendi sesi . Birgün çiçeklerle dolu, yemyeşil kırlarda şarkı söylerken Tanrıça Hera’yla karşılaşmış. Baş tanrı Zeus’un karısı Hera, çok huysuz ve kıskanç bir tanrıçaymış. Yankı’dan hoşlanmamış. “Günaydın ” demiş Yankı “ Ne güzel bir gün değil mi? İçimden şarkı söylemek geliyor.” Yankı’nın sesi daha da güzelleşmiş. Hera’ ya “Sesim bugün çok güzel. Sizin için de söyleyeyim mi şarkımı? ” diye sormuş Yankı. Hera kıskançlıktan çatlayacakmış. Yankı’ya ceza vermek istemiş Hera. Yankı’ya bağırmaya başlamış. “Sana öyle bir ceza vereyim ki aklın başına gelsin. Bundan sonra yalnızca sana birisi bir şey söylediği zaman, onun son sözünü tekrarla.” demiş. Yankı bunu hakedecek hiçbirşey yapmamış ama itiraz etmek için ağzını açtığında ‘’ Tekrarla " diyebilmiş sadece. “Bu senin gibilere ders olsun ” demiş Hera . “Olsun” diye yanıtlamış Yankı. Çok utanmış. O günden sonra Yankı’yı gören olmamış. Yalnız başına, acı içinde ormanda dolaşırken bir genç adam görmüş Yankı. Çok beğenmiş genç adamı. Daha yakından tanımak için ona yaklaşmış. Tam bu sırada yanlışlıkla kuru bir dala basmış, dal çatırdamış. ’’ Kim o? ’’ diye sormuş genç adam. Yankı sadece ‘’O’’ diyebilmiş. Yankının dediğini duymuş delikanlı ve yine seslenmiş.’’ Kim var orada?’’ Sadece“ Orada ” diye tekrar edebilen başka bir şey söyleyemeyen Yankı, ağlamaya başlamış. Delikanlı yanına yaklaşıp, kendini tanıtmış. “Benim adım Narkissos , ya sen kimsin?”deyince “Kimsin” demiş Yankı. Konuşmaları böyle devam etmiş. Yankı Narkisos’un son sözünü söyliyebiliyor, çok istediği halde başka bir şey söyleyemiyormuş. Narkissos, kendisi ile alay edildiğini sanarak Yankı’ya çok kızmış ve peri kızını bırakıp gitmiş. Yankı pek üzgünmüş. Narkisos için “Sen de benim gibi sev ama karşılık görme, kavuşama, acı çek ” diye geçirmiş içinden. Tanrılar Yankı’nın bu dileğini duymuş. Bu dileğin gerçekleşmesine karar vermişler. Ceza olarak Narkissos kendi yansımasına aşık olacakmış. Bir gün, ormanda dolaşan Narkisos susamış. Su içmek için suya eğilmiş ve birden suda kendi yansımasını görmüş. Sudaki bu yüze aşık oluvermiş. Gördüğü yüze elini uzatmış. Eli suya değer değmez su bulanmış ve görüntü kaybolmuş. Hemen elini çekmiş ve sevgilisi geri gelmiş. Bir daha, bir daha denemiş. Hep aynı şey oluyor, sevgilisine dokunmayıp onu ancak seyredebiliyormuş. Üstelik güneş batınca onu bırakıp gidiyormuş sevgilisi. Narkissos çok üzgünmüş artık. Yemeden içmeden kesilmiş. Narkissos aç ve çaresizmiş ama, Yankı da öyleymiş. Yankı neler olduğunu anlamış. Keşke intikam değil de, tanrıların kendisine yardımcı olmasını dileseymiş. Yemekten içmekten kesilen Narkissos, bir gün açlıktan ölmüş. Tanrılar, onun yüzündeki aşk acısını gördüklerinde yaptıklarına çok pişman olmuşlar. Narkissos’u su kenarında yetişen nazlı, güzel kokulu, sarılı beyazlı bir çiçeğe dönüştürmüşler. Bildiğimiz nergis çiçeğine… Yankı Narkisos’un ölümüyle iyice perişan olmuş. Sonunda hiç görünmez olmuş. Bugün de görünmezdir Yankı; yalnızca o umutsuz tekrarlayan sesi duyulur. Nergis ise, su kıyılarında kendini seyretmeye devam eder. Bu yüzden günümüzde kendi kendine hayran olanlara , Narkissos’ tan esinlenerek narsist denilmektedir. [B]YUNUS BALIĞI SIRTINDAKİ ÇOCUK[/B] Şimdiki gibi, bir zamanlar yine Milas’ın limanıymış Güllük. Yaman balıkçıları o yörede çok ünlüymüş.Ekmeğini denizden çıkarırlarmış bu deniz insanları. Çok şen, mutlu ve birbirlerine bağlıymışlar. Güllükte Hermiyas adlı bir çocuk yaşarmış ve Güllük’ün en güzel çocuğuymuş. Bir tek anacığı varmış. Anacığı onu gözünden sakınır, dizinin dibinden ayırmazmış. Günlerden bir gün Hermiyas’ın arkadaşları “ Hadi denize, hadi denize! ” demişler. Hermiyas anasından izin istemiş ama anası “ Olmaz! ” demiş. Hermiyas, annesini ikna edip arkadaşlarıyla denize gitmiş, fakat geri dönmemiş. Kara haber bir anda yayılmış. Herkes günlerce Hermiyas’ı aramış ama bulamamış. Günlerden bir gün bir balıkçı, Hermiyas ’ı bir yunus balığının sırtında gördüğünü söylemiş. Balıkçı “Koskoca bir yunusbalığının sırtındaydı. Bir eliyle tutunmuştu ona, bir eliyle selam bile verdi bana. Balık dalıp çıktıkça o da dalıp çıkıyordu.” demiş. Önce inanmamışlar balıkçıya, ama daha sonra her denize çıkan tüm balıkçılar Ege Denizi ’nde Hermiyas ’ı arar olmuşlar. ‘’ Belki biz buluruz.‘’ demişler ama bulamamışlar. Aradan günler geçmiş. Bir sabah Güllük’ te Hermiyas ve yunus balığı ölü bulunmuş. Bir yaşlı “İşte bu dostluktur.” demiş. Herkes yaşlı adama bakınca yaşlı adam “Balık dostu olan Hermiyas’ ı enizde bırakmamış, alıp getirmiş. Kendisi de dostunun yanından ayrılmamış” diyerek düşüncelerini açıklamış. Güllüklüler yunusbalığı ile Hermiyas’ ın yontusunu yaptırıp, jimnasyumun bahçesine “Dostluk Simgesi” olarak dikmişler. [B]DAPHNE ADINDAKİ GÜZEL KIZIN DEFNE AĞACI OLUŞU[/B] Bir gün Apollon, Thessalia' da kıyıları ağaçlarla gölgelenen Peneus ırmağı kenarında, güzel genç bir kız görmüş. Bu güzelin adı Daphne imiş ve Apollon görür görmez ona aşık olmuş. Daphne ormanların derinliklerinde dolaşmaktan zevk alıyor, ay ışığında yabani hayvanları kovalamaktan, avlamaktan çok hoşlanıyormuş. Yalnız başına dolaşmayı çok seviyormuş. Dahası Daphne, hayatı boyunca yalnız yaşamaya yemin etmiş. Erkeklerden nefret ediyor, bu yüzden evlenmeyi kesinlikleistemiyormuş. Fakat Apollon ona delicesine tutulmuş, bu nedenle de peşini bırakmıyormuş. Ormanda karşılaştıklarında Tanrı Apollon, güzeller güzeli bu kızla konuşmak istemiş ancak Daphne ondan korkarak koşmaya başlamış. Apollon, ne dediyse onu durmaya ikna edememiş, Daphne korkmuş bir kere. Yorgun düşene kadar koşmuş koşmuş; daha fazla koşacak gücü kalmadığında yere yıkılıp ve toprak anaya yalvarmaya başlamış. "Ey toprak ana beni ört, beni sakla, kurtar ‘’ demiş. Toprak ana, onun yakarışını duymuş. Az sonra Daphne, yorgunluktan ağrıyan bacaklarının sertleştiğini, odunlaşmaya başladığını hissetmiş. Gri renginde bir kabuk göğsünü kaplamış. Güzel kokulu saçları yapraklara dönüşmüş ve kolları dallar halinde uzanmış, küçük ayakları ise kök olup toprağın derinliklerine doğru inmiş. Güzel bir defne ağacı olmuş. Apollon sevdiği kıza sarılmak isterken, defne ağacına sarılmış. .Defne ağacı, Apollo’ nun en sevdiği ağaç ve defne yaprakları genç tanrının saçlarının çelengi olmuş. Kahramanlara ödül olarak defne yapraklarından yapılma taçlar takılmış. [B]İDA DAĞI ( KAZ DAĞI )[/B] Çok eskiden insanların en korktukları şey açlıkmış. Açlık, kıtlık ve kuraklık nedeniyle olurmuş. Bunu için yağmuru yağdıran, şimşekleri çaktıran tanrının Zeus olduğuna inanılır ve Zeus en büyük tanrı olarak kabul edilirmiş. Efsanelere göre Zeus Girit’teki İda Dağında Kyble tarafından doğurulmuş. Kyble Anadolu’ nun matriyakal tanrısıymış. Efsanelerde yer alan diğer İda Dağı, Güney Edremit Kocakatran Dağları denilen bir bir dağ zincirinin en yüksek yeridir. İda Dağı İtalya’da “Ana İda”, ya da “Çok Pınarlı İda” diye de anılır. Zeus, Troya Savaşı’nı bu tepeden izlermiş. Küçük Menderes Nehri, Herakles’in çok susayıp, İda Dağı’nın eteğini kazmasıyla olmuş. O suda, ay ışığında yıkanan kadınların saçları, altın sarısı olurmuş. Troya bölgesinin bütün kızları, gerdek gecesi arifesinde Küçük Menderes Nehri’ nde yıkanırlarmış. [B]SARIKIZ EFSANESİ[/B] Biga Yarımadası’nın Türkleşme sürecinde Türk yaşantısı, inanışları ve gelenekleri bölgeye hakim olmaya başlar. Yüzlerce yıl süren bu oluşum süreci içinde ortaya çıkan Sarıkız öyküsü nesilden nesile aktarılarak bugüne gelir. Efsaneye göre Sarıkız, babası ile birlikte Edremit’in Güre köyünde yaşamıştır. Sarıkız, annesini küçük yaşta kaybettiğinden babasına çok bağlıymış. Bu nedenle hiç evlenmemiş. Sarıkız, sarışın, güzel bir kızmış. Babasını yalnız bırakmayan Sarıkız’ı babası, dini görevini yapmak için yalnız bırakmış ve hacca gitmiş. Döndüğünde ise köy dedikodu ile çalkalanmaktaymış. Sarıkız ile evlenemeyen delikanlılar ve aileleri Sarıkız hakkında olmadık öyküler uydurup yaymışlar. Baba bu durum nedeniyle halkın içine çıkamaz olmuş. Babanın köyde yaşayabilmesi için namusunu temizlemesi gerekmekteymiş. Baba Sarıkızı alarak yaylalara doğru yola çıkmış. Sarıkız durumu anlamış ama sessiz ve olgun bir şekilde kaderine razı olmuş. Baba, Sarıkız ve kazları dağın doruklarından birinde mola vermişler. Sabah olduğunda baba, görevini yerine getirmeden önce namaz kılmak isteyerek kızına su bulmasını söylemiş. Kızının verdiği suyun tuzlu olduğunu anlayan baba, çok şaşırmış ve kızına abdest alabilmesi için tatlı su bulması gerektiğini söylemiş. Sarıkız, babasına gözlerini kapatması halinde tatlı su bulabileceğini söylemiş. Bu durumdan şüphelenen baba gözünü tam kapatmamış ve kızının eğilerek uzak derelerden tatlı su aldığını görmüş. Sarıkız’ın ermiş olduğunu anlayan babası utancından perişan olmuş. Günahsız, biricik kızını öldürmek istemiş. Kızından af dilemiş, ancak Sarıkız bu affı geri çevirmiş. Baba kahrından oracıkta ölünce Sarıkız, babasına yüksek bir tepede mezar yapmış. Kendisi de bir zamanlar Zeus’un mekanı olan Kartalçimen düzlüğüne yerleşip kazların uzaklara gitmemesi için eteğine doldurduğu taşları savurarak Kaz Avlusu’ nu oluşturmuş. Çok geçmeden Sarıkız da ölmüş. Yöre insanları yüksek bir tepeye anıt mezarını yapmışlar. Sarıkız efsanesi de günümüze,bizlere kadar ulaşmış.Kaz Dağı’ na gidenler, Kaz Avlusu ve Sarıkız’ın mezarını ziyaret ederek İda Dağı ve Sarıkız ile ilgili birbirinden ilginç söylenceleri yöre halkından dinlerler. [B]HASAN İLE EMİNE’NİN ACI ÖYKÜSÜ[/B] 1800’lü yıllarda Edremit pazarı çarşamba günleri kurulurmuş.Yörenin tüm köylüleri pazara gelir malını satıp, ihtiyaçlarını pazardan giderirlermiş. Kazdağı’ nın, bin beş yüz metre. yükseklikte bulunan Sarıkız zirvesinin eteğinde kurulu bir oba varmış. Obanın güzel kızı Emine, her çarşamba pazara gelir, beş saatlik yoldan getirdiği sütü, peyniri ve balı Hasan’ a verir, Hasan’dan sebze alırmış. Pazar dönüşü birlikte Zeytinli Köyü’ ne kadar yürürler, Emine daha sonra dört saatlik dağ yolundan obasına dönermiş. Emine ile Hasan bir gün evlenmeye karar vermişler. Emine’ nin obasının geleneklerine göre Hasan’ın, Emine’ nin obasında yaşaması zorunluymuş. Hasan’ ın annesi, yalnız kalacağını bilerek bu olaya sıcak baksa da Emine’ nin ailesi, Hasan’ın zorlu dağ hayatına uyum sağlayamayacağı düşüncesindeymişler. Bu yüzden Hasan’ ın zorlu doğa koşularına uyum sağlayıp sağlayamayacağı konusunda onu sınamaya karar vermişler. Sınavda başarılı olursa Emine ile evlenmesine izin vereceklermiş. Hasan, annesi ile vedalaştıktan sonra tuz dolu bir çuvalı, anlaşma gereği Emine’ nin obasına kadar sırtında taşımak üzere Emine ile birlikte dört saatlik dağ yoluna koyulmuş. Bir saatlik yürüyüş sonunda Beyoba köyüne varmışlar. Tuz, Hasan’ ın sırtını yakmaya başlasa da iki saatte Sutüven şelalesine ulaşmışlar. Yol şelalenin oluşturduğu derenin içinde kaybolmuş olduğundan taştan taşa tlayarak ilerlemek Hasan’ ı çok yormuş. Gökbüvet’ e geldiklerinde Hasan yorgunluktan yere yığılmış. Emine ne kadar teşvik etse de Hasan düştüğü yerden kalkamamış ve Emine’ ye başka bir yere kaçmalarını teklif etmiş. Emine çok inatçı ve ailesine bağlı bir kız olduğundan tuz çuvalını da sırtına alıp, Hasan’ın “Beni burada bırakma, bir yere gidemem, burada ölürüm” haykırışlarına kulak asmadan yoluna devam etmiş. Obasına vardığında Hasan’ı geride bıraktığı için pişman olmuş; ancak akşam olduğu için Hasan’a bakmaya da gidememiş. Sabah olduğunda Emine Gökbüvet ’e gitmiş; Hasan’ı orada bulamamış. Hasan’ın annesinin de her yerde aramasına rağmen, Hasan hiçbir yerde yokmuş. Günlerce aramışlar ama Hasan ‘ı bulamamışlar. Emine o günden sonra Hasan’ın onu çağıran sesi kulaklarında çınlayarak Gökbüvet’ te mecnun mecnun dolaşır dururmuş. Günlerden bir gün Hasan’a hediye ettiği çevreyi Gökbüvet’ in sularında bulmuş ve o çevre ile kendini ulu bir çınar ağacına asmış. O günden sonra Gökbüvet ‘in adı Hasan Boğuldu, çınarın adı ise Emine Çınarı olmuş. Bugün Kaz Dağı’nda Gökbüvet’e gidenler bu efsanenin söz ettiği yerleri gezerken Emine’ nin ‘’Hasan, Hasan! ’’ diyen sesini duyar gibi olurlar. [B]KRAL MİDAS’IN KULAKLARININ UZAMASI[/B] Marsyas bir gün çayırda dolaşıyormuş. Eline Athena’nın yaptığı ama çalarken yüzü çirkinleşiyor diye attığı flüt geçmiş. Flüt, tanrı yapımı olduğu için çok güzel sesler çıkartıyormuş. Marsyas gün geçtikçe daha iyi çalmaya başlamış. Öyle ki kendini Apollon ile yarıştırır olmuş. Gitar Tanrısı Apollon buna çok sinirlenmiş ve Marsyas’ı, kazananın kaybedene istediğini yapması şartıyla bir yarışmaya davet etmiş. Marsyas yarışma teklifini kabul etmiş. Yarışmanın hakemleri Musa’lar ve Phrygia kralı Midas olmuş. Hakemler Apollon’un gitarı ve Marsyas’ın kavalı arasında tereddüt ediyorlarmış. Bunun üzerine Apollon gitarını bırakıp, lirini almış. Sonunda Marsyas, Apollon’un kendisi kadar güzel çalamayacağını itiraf etmiş. Bu sözlere çok kızan Apollon, Marsyas’ı ağaca bağlamış ve diri diri derisini yüzmüş. Kır perileri Marsyas’ın ölümüne o kadar ağlamışlar ki, onların gözyaşlarından Marsyas (Çine) çayı doğmuş. Kral Midas ise yarışmada Marsyas’ın tarafını tutuyormuş. Bu yüzden kulakları eşek kulağına çevrilmiş. Midas bunu saklamak için kulaklarını saçlarının arkasını saklamış ve başına büyük bir kalpak giymiş. Fakat bir gün Midas’ın berberi onun kulaklarını görmüş. Midas, onu ölümle tehdit ettiği için zavallı berber hiç kimseye, hiçbir şey söyleyemiyormuş. Adam bu sırrı saklayamaz olmuş. En sonunda toprağa bir çukur açmış ve eğilerek “Midas’ın kulakları eşek kulaklarıdır” demiş. Ama çukurun hemen yanındaki kamışlar söylenenleri duymuşlar. Her rüzgar estiğinde kamışlar berberin söylediklerini tekrarlamaya başlamış. Böylelikle herkes Midas’ın kulaklarının eşek kulağı olduğunu öğrenmiş. [B]HYAKINTHOS ADLI GENCİN SÜMBÜL OLUŞU[/B] Kral Amyklos'un Hyakinthos adında çok yakışıklı bir oğlu varmış; Apollon da onun bu güzelliğinehayran olmuş. Kısa sürede genç delikanlı ile Tanrı Apollon çok yakın dost olmuşlar. Boş zamanlarında Eurotas'ın çiçekli kıyılarında çimenler üzerinde disk atarak birlikte vakit geçirirlermiş. Bir gün gene her zamanki gibi disk atmaya gitmişler. Hyakinthos'a deli gibi aşık olan kelebek kanatlı güzel Zephiros (Batı rüzgarı) onların bu kadar yakın olmalarını çekemiyor, adeta kıskançlıktan kuduruyormuş. Zephiros, gemicilerin en çok sevdiği rüzgar olduğu halde artık görevini yapmıyor, hatta kıskançlığının neden olduğu öfke ile gemileri kayalara bile çarpıyormuş. Kıskançlıktan ne yaptığını bilmez bir hale gelmiş. O gün de onlar oynarken, kuvvetli bir esintiyle Apollon’un fırlattığı diskin yönünü değiştirmiş ve disk hızla genç Hyakinthos'un kafasına çarpmış. Zavallı delikanlı kafasında kanlar akarak yere yuvarlanmış. Apollon bu felaket karşısında deliye dönmüş. En sevdiği dostunu çok kötü yaralamış. Kral, oğlu Hyakinthos'un yaralarına Askleipos'un en tesirli ilaçlarından koydurmuş ama fayda etmemiş. Zavallı Hyakinthos ölmüş. Apollon, çok sevdiği arkadaşının ölmesine razı olmayıp, onu her bahar mevsimi açan sümbül çiçeğine dönüştürmüş. Böylece arkadaşının ölümsüz olmasını sağlamış. [B]KRAL TANTALOS EFSANESİ[/B] Kral Tantalos, Yamanlar Dağı’ nda oturan İzmir Kralı ve Zeus’ un oğluymuş. Kral Tantalos’un bir oğlu bir de kızı varmış. Oğlunun adı “ Pelops”, kızının adı ise “ Niobe” imiş. Tantalos ölümlü insanlar arasında tanrılarla beraber yemek yiyebilen tek insanmış. Tantalos, Cehennem’e gönderilmiş. Diz boyu berrak sularda durduğu ve susadığı halde su içmek için eğilince su toprağın içine çekiliyormuş. Başının üzerine üzümler, armutlar, narlarla yüklü ağaç dalları uzanıyormuş. Yemişleri koparmak için elini uzattığında rüzgar, dalı yükseklere üflüyormuş. Tantalos yiyeceklere bir türlü ulaşamıyormuş. Su ve yiyecek bakımından bolluk içinde yaşayan Tantalos, sonsuza kadar aç ve susuz kalmaya mahkum olmuş. Bir inanışa göre, Kral Tantalos’ un gönderildiği bu yer daha sonra bir göl haline gelerek Tantalos Gölü diye anılmış. Söylenceye göre Yamanlar Dağı’ ndaki Karagöl, Tantalos Gölü’ dür. Tantalos’un mezarı da bugün Bayraklı yamaçlarından birinde bir taş yığıntısı halindedir Karagöl’ ün oluşumu hakkında değişik efsaneler de vardır. [B]GÜZELLİK ILICASI[/B] Çok uzun zaman önce Bergama’ da çobanlık yapan çok güzel bir kız yaşarmış. Güzel kız her gün koyunlarını güdermiş ve sonra sıcak suları olan bir gölcükte yıkanırmış. Bu kız her gün güzelliğine güzellik katarmış. Kızın güzelliğini görenler şaşırıyormuş. Artık kızın güzelliğini bilmeyen kalmamış. Bunu Bergama Kralı’ nın güzel kızı da duymuş. Ama kral kızı, bir çoban kızının kendisinden daha güzel olacağına inanmamış. Bunu kendi gözleriyle görmek istemiş. Çoban kızını görünce, gördüklerine duyduklarından daha çok inanmış Çoban kızı olağanüstü bir güzellikteymiş. Kızın nasıl bu kadar güzel olduğu, kralın kızını merak içinde bırakmış. Bunu anlamak için özel olarak çoban kızını izlettirmiş. Ama kızın hayatı küçük bir çoban hayatından farksızmış. Sadece sabah, akşam bir yamacın tepesindeki göle girip yıkanıyormuş. Kral kızı, çoban kızının bu göl yüzünden güzelleştiğini düşünerek, kendisi de sabah akşam o sıcacık gölde yıkanmış. Birkaç ay sonra saraya geldiğinde babası kızını tanıyamamış. Hemen gölün yanına bir ılıca yaptırmış. Çoban ve bütün herkes, o suların şifalı sular olduğunu anlamış. Güzelliği ile tanınan Mısır kraliçesi Kleopatra ‘nın bile Bergama’ya gelip bu sulara girip yıkandığı rivayet edilir… [/QUOTE]
Alıntıları ekle...
İsim
Spam kontrolü
Sarı kırmızı renkleri ile ünlü futbol takımımız?
Cevapla
Forumlar
Yaşam...
Hikayeler / Efsaneler
İzmir Efsaneleri
Top