• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Dünya Dinleri - Dünyadaki Dinler

Suskun

V.I.P
V.I.P
1. Uzakdoğu Dinleri[/COLOR]
* Budizm
* Janizm - Caynacılık
* Sihizm - Sıkh Dini
* Hinduizm
* Şintoizm
* Konfüçyüsçülük
* Taoizm - Taoculuk​
2. Ortadoğu Dinleri[/COLOR]
* Nusayriler
* İslamiyet (Sünnilik)
* Dürziler ve Dürzilik
* Zerdüşt Dini (Mazdaizm)
* Sabiilik
* Yezidilik
* Hıristiyanlık
* Musevilik
* Samirilik​
3. Yeni Ortaya Çıkan Dinler[/COLOR]
* Bahailik
* Moonculuk (Moonlar)
* Tenrikyo Dini
* Tanrının Yolu Topluluğu
* Kadiyanilik (Ahmedilik)
* Uzay Dini (Raelian)
* Rastafarianizm
* Yehovanın Şahitleri
* Mormonlar​
4. Hıristiyan Kökenli Din ve Akımlar[/COLOR]
* Unitaryenler
* Adventistler
* Pentakostalistler
* Kuveykırlar (Quakers)
* Süryaniler ve Süryanilik
* Presbiteryenler
* Maroniler
* Cizvitler
* Kimbangucular
* Metodistler
* Gnostisizm​
5. Kabile ve Doğa Dinleri[/COLOR]
* Vuduculuk - Vodoo
* Nambalar Dini
* Şamanizm
* Ga’lar ve Ga Dini
* Ainu Dini (Aynu Dini)
* Azteklerin Dini
* Dinka Dini
* Maori Dini​
6. Tanrıyı veya Dini Reddeden Akımlar[/COLOR]
* Ateizm
* Agnostisizm
* Panteizm
* Pan-enteizm​
7. Satanizm[/COLOR]
* Satanizm​
8. Taraftarı Kalmayan Din ve Akımlar[/COLOR]
* Druidler
* Mani Dini (Maniheizm)
* Paflikyanlar
* Ebiyonitler
* Bogomiller
* Tapınak Şövalyeleri
* Hurufiler​
9. Eski Medeniyet Dinleri[/COLOR]
* Eski Mısır Dini
* Hitit’lerin (Eti) Dini
* Urartular’ın Dini
* Eski Yunan Dini
* Etrüks Medeniyeti ve Dini
* Phryg (Frig) Dini
* Girit (Minos) Dini
* Sümerlerin Dini
* Fenikeliler Dini
* Eski Roma Dini
* Mu (Nacaallar) Dini​
10. Tarikatlar / Kültler / Mezhepler[/COLOR]
* Alevilik
* Scientologistler
* Melamiyyeler
* Müsebbihelik
* Şeyhilik
* Vehhabiler
* Köle Kadınlar Tarikatı
* Kaderiyye Mezhebi
* Nacilik
* Ahilik
* İsmailik Mezhebi
* Hariciler
* İmamilik
* Bayramilik
* Kızılbaşlık
* Mevlevilik
* Rafizilik
* İbazilik
* Sadilik
* Batinilik / Sabbah Kültü
* Sühreverdilik
* Mutezille Mezhebi
* Zeydiyye Mezhebi
* Caferi Mezhebi
* Cennet Yolcuları
* Masonluk
* Düsukilik
* Yılan Eğiticileri
* Gaudiya Vaişnavizm
* Anglikanizm
* Tanrının On Emri
* Sahaja Yogacılar
* Evrensel Yol (The Way)
* Mans Kutsal Kuralcıları
* Tanrının Çocukları
* Cennetin Kapısı
* Oshocular
* Celvetilik
* Hıristiyan Bilim Kilisesi
* İnsan Tapınağı
* Edebi Değerler
* Birleşik Kilise
* Branch Davidians
* Diyet Tarikatı
* Chino'nun Gerçek Adaleti​
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
BUDiZM

Budizm 'in kurucusu Buda (Guatama, Gotama) ( MÖ.563 - 483 ) Kuzey Hindistan 'da Lumbini koruluğunda doğmuş bir filozoftur. Buda “aydınlanmış” anlamına gelir. Budizm ' in en güçlü yayılma dönemi Hint Hükümdarlarından Aşoka (MÖ. 273 - 236) zamanına rastlar. Aşoka zamanında Budizm ' Hindistan, Seylan,Suriye,Mısır,Makedonya ve Yunanistan 'a kadar yayılmıştır. Aşoka 'dan sonrada yeni Krallar Budizm 'e girmiş yayılmasını sağlamış hatta Çin,Moğolistan ve Japonya 'nın ileri gelen devlet adamlarının Budizm 'e hizmet etmesini sağlamışlardır.

Budizm ' MS 1.yy Türkistan , 4. yy da Kore , 6.yy da Japonya ve 7.yy da ise Tibet 'te yayılmaya başlamıştır. Günümüzde Güney,Doğu;Güneybatı ve Orta Asya 'da çok sayıda taraftarı olan Budizm ' Avrupa ve Amerika 'da da yayılmaya ve taraftar bulmaya başlamıştır

Budizm 'de inanç ve ibadet

Budizm 'de inancın temeli “ Buda 'ya sığınırım, Dhamma 'ya (dine,doktrine) sığınırım, Sangha 'ya sığınırım (Rahipler Cemaati,dünyanın en eski bekar rahipler topluluğu)” cümlesi oluşturur.Bunlardan birini inkar eden kişi budist sayılmaz ve Budizm 'e girmek için yukarıdaki cümleyi söylemek gerekir. Sangha 'ya giren rahip ve rahibeler evlenemezler.

Budizm ' de mabetlere “Vihara” denir. Budistler Karma- Ruhgöçü 'ne inanırlar. Vihara da ayda 2 kez bir araya gelen rahipler yaptıkları hataları itiraf ederek benliklerini öldürürler. Bazı dinlerde olduğu gibi Budizm 'de de bir kurtarıcı bekleme inancı vardır. Kurtarıcının isma Metteya veya Maitreye ' dir. inançlarına göre Metteya tüm dünyayı düzeltmek olarak gelecek ve Buda ' nın tamamlayamadığı dini tamamlayacaktır.

ibadet Stupa denilen mabetlerde yapılır. Stupalar helezoni yapıda inşa edilmiştir. ibadet için Stupaya giren Budist önce Buda 'nın heykeline saygı gösterisi yapar; O 'na çiçek ve tütsü sunar, Budistler kendi evlerinde de bir köşede korudukları Buda heykeline tazimde bulunarak,ibadet ederler. ibadetlerinde klişeleşmiş dua ve söz yoktur.

Budizm 'in kutsal ziyaret yerleri ;
Budanın doğum yeri( Lumbin)
Aydınlanma yeri (Bodhi Gaya)
Buda ' nın ilk vaaz verdiği geyik parkı (Sarnarth 'da)
Buda 'nın öldüğü Uttar_Prades şehri,
Ganj nehri

Kutsal Kitapları

Budistler Buda 'nın vaazlarının Pali - Kanon adlı bir kitapta toplandığına ve 400 yıl kadar sözlü olarak nesilden nesile aktarıldığına inanırlar. Budizm 'in kutsal kitabı üç sepet anlamına gelen “Tripitaka veya Tipitaka 'dır”.Tripitaka da;

Vinaya Pitaka
Sutta Pitaka
Abhidhamma adlı bölümler bulunur.

Bu kitaplarda rahip ve rahibelerle ilgili kurallar, ayin usulleri, beslenme,giyinme, Buda 'nın hayatı,konuşmaları,vaazların yorumu,Budizm ' felsefesi vb ayrıntılı bir şekilde anlatılır.

Budizm 'de Mezhepler

Budizm ' başlıca iki büyük mezhebe ayrılır: 1- Hianayana , 2- Mahayana

1 - Hinayana (Küçük Araba)

Kişinin kendisini kurtarmasını esas aldığı için böyle isimlendirilmiştir. Bu mezhep Seylan ve Güney Asya 'da yayılmıştır. Mensupları saf Budizm 'e yani Budanın asıl telkinlerine kendilerinin muhatap olduklarını iddia ederek Mahayana koluna bağlı olanları sapkınlıkla suçlarlar

2 - Mahayana ( Büyük Araba)
Toplumu bir bütün halinde ele alarak herkesin kurtuluşa ermesini amaç edinmişlerdir. Onlara göre Budizm ', herkese cevap vermeli, herkesin ihtiyaçlarını gidermeli, doktrinleri basitleştirerek halkın anlayacağı bir seviyeye getirilmelidir. Budizm 'in bu kolu başka din ve doktrinlerden yararlanmakta sakınca görmez. Bu mezhebe göre Nirvanayı gerçekleştiren herkes Buda unvanını alır. Ve ihtiraslarının esiri olarak dünya zevklerinin arkasından koşmaz. Mahayana mensupları,”hata yapabilirim” diye faaliyetleri askıya almanın karşısındadır. “Bu yüzden pişmanlık duymaya lüzum yoktur” derler Mahayana 'ya bağlı kişi kendini kurtuluşa hazırlayabilmek için şü hususlara dikkat etmek zorundadır:

Cömertlik
Olgun manada bilgelik
Budizm 'in ahlak kurallarına bağlılık
Meditasyon
Karşılaştığı olumsuzluklara sabır göstermek
Hiç usanmadan sürekli bir gayret içinde olmak

Bu sayılan özellikleriyle Mayayana Budizm 'i dünyanın bir çok bölgesinde yayılma imkanı bulmuş,adeta misyonerli bir hüviyet kazanmıştır

BUDA VE ÖĞRETiSi

Buda 'nın öğretisinin baslıca özelliği; Buda 'nın aydınlanma sonucu bulmuş olduğu gerçekleri birer dogma olarak sunacak yerde aydınlanma yöntemini öğretmeyi ve böylelikle yöntemi öğrenen kimselerin kendi çabalarıyla bu gerçekleri kendilerinin bulup yasantısal deneyimle doğrulamalarını öngörmesi, Budalık yolunu herkese açık tutmasıdır. Buda 'nın yasadığı dönemde Budizm ' bir din, Buda da bir peygamber değildi.

Şimdiye dek her geliş gidişsimde, içinde hapis olduğum, Duyularla duvaklan mis bu evin, Yapıcısını aradım durdum. Ey yapıcı! Simdi seni buldum. Bir daha bana ev yapmayacaksın, Bütün kirişlerin kirildi, payandaların çöktü. içimde Nirvana 'nın suskunluğundan başka bir şey kalmadı Tutkuların, isteklerin biçimlediği yanılgıdan kurtardım kendimi.

Öğretide 4 temel gerçek vardır: Yaşamda ıstırap vardır; ıstırabın bir nedeni vardır; bu neden yok edilirse ıstırapta yok edilmiş olur; bu nedeni yok etmeyi sağlayan bir yol, bir yöntem vardır.


1.Istırap (DUKKHA) ve Yaşamın 3 özelliği
Dört okyanusun suyu mu daha çoktur, yoksa sizlerin inleye sızlaya sürdürdüğünüz bu yolculukta sevdiğiniz istediğiniz şeyleri elde edememek, sevmediğiniz istemediğiniz şeylerden kaçınamamak, istediğiniz şeylerin istediğiniz gibi olmaması, istemediğiniz şeylerin istemediğiniz biçimde olması yüzünden akıttığınız göz yaşları mi daha çoktur? Ananızı, babanızı yitirmek, kardeşlerinizi, kızınızı yitirmek, malinizi, mülkünüzü yitirmek... Bu uzun yolculukta tüm bunlara katlandınız ve dört okyanusun suyundan daha çok göz yaşı akıttınız.

Buda ıstırap için dukkha sözcüğünü kullanıyordu. Anlamı; ıstırap, üzüntü, tasa, keder, maddesel veya ruhsal sağlıksızlık, uyumsuzluk, tedirginlik, doyumsuzluk, yetersizlik, sürtüşme, çelişki yani olumsuz ruh durumları... Buda 'nın gözlerimizi açmaya çalıştığı gerçek daha çok ıstıraptan korunmak, kurtulmak için izlediğimiz tutumdaki yanlışlarımız, yanılgılarımız. Herkes yaşamda Istırabın olduğunu biliyor, ama yaşamda Tatlı anlar, hoş ve zevkli olan şeyler olduğunu, haz ve zevkin ıstırabı dengeleyebileceğini düşünüp bu anların beklentisi içinde ıstıraba katlanabiliyor. Buda 'ya göre yanılgı işte burada. Buda kaynağı dışımızda olan şeylerden elde ettiğimiz haz ve zevkin ıstırabın asil nedeni olduğunu göstermeye çalışıyordu. Yanılgının dünyanın bu geçiciliğine gözlerimizi kapamak, geçici olan, kalıcı olmayan şeylere tutunmaya çalışmaktan geldiğini, dünyayı gerçek böylesiliği, yapısıyla görememekten kaynaklandığını söylüyordu. “Sevdiğimiz hiç bir şey yok ki, bir gün gelip ya onlar bizden, ya biz onlardan ayrılmayalım.”
Buda yaşamı gerçek boyutları içinde kavrayabilmemiz için yaşamın birbiriyle ilgili 3 özelliğinin üzerinde ısrarla duruyordu: Dukkha - Istırap Bir arada bütünleşmiş, bileşmiş, oluşmuş hiç bir şey değişimden, çözülüp dağılmaktan kurtulamaz. Yanılgı değişim içinde olan, geçici olan şeylere sanki hiç değişmeyeceklermiş, sanki kalıcı şeylermiş gibi tutunmaya, sarılmaya çabalamaktan geçiyor. Oysa elde etmek istediğimiz şeyi elde edene kadar o şey değişiyor, koşullar değişiyor, bu arada biz kendimiz de değişiyoruz.

Buda 'nın amacı dünyayı ne olduğundan daha kötü ne de daha iyi göstermekti. Onu olduğu gibi iyi ve kötü yanlarıyla, kendimizi hiç bir yanılgıya, yanılsamaya kaptırmadan bütünlüğü içinde gerçek böylesiliğiyle görmemizi sağlamaya çalışıyordu. Istırabın dünyayı olduğu gibi içimize sindirememekten, dünyadan verebileceklerini değil de daha çoğunu beklememizden, istememizden kaynaklandığını anlatma çabası içindeydi. Kötü olan yaşam değil, ona arsızca yapışmaya çabalamaktan, ondan verebileceğinden çoğunu istemekten gelen ıstıraptır. akıp giden yasamla birlikte karşı koymadan, direnmeden akıp gitmesini öğrenmek, dönüsü olmayan bir akis içinde olduğumuzun, yaşamın tek bir aninin bile ikinci kez yaşanmasının olanaksızlığını içten içe kavramak, her saniyenin tadını bilecek biçimde yaşamın sevinçle, kıvançla, coşkuyla kucaklanmasına yol açabilir.

Mutluluğun ertelenmesinin de, para biriktirir gibi haz ve zevk biriktirmenin de olanaksızlığı iyice anlaşılabilir. Acaba yaşamda kendimize sığınak yapabileceğimiz Istırabın güçsüz kaldığı, etkisinin azaldığı bir yer, bir zaman var mi? Budizm ' olduğunu savunuyor. Bu an ve burası... Hiç bir şeyin öteki şeylerden ayrı bir kendiliği, ayrı kalıcı bir benliği olamaz. Istırabın asil nedenini aradığımız, kökenine indiğimiz zaman hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde karşımıza çıkan sorumlunun, bir yandan istek ve tutkularımızı besleyip kışkırtan den Başka birisi olmadığını görüyoruz. “Benim güvenim” ”Benim görevim” ”Benim sorumluluğum” ”Benim başarım” ”Benim param” ”Benim isteklerim” ”Benim heveslerim” ”Benim öldükten sonra ne olacağım” ”Benim öldükten sonra da var olma doyumsuzluğumdan gelen sorunlarım” Nedir bu ben?

Buda insan varlığında geçici olmayan değişmeden kalan, dayanıklı bir öz, tözel bir nitelik olmadığını göstermeye çalışıyordu. Bir gövde doğar, büyür, yaşlanır, ölür, çözülür, sürekli değişim içindedir. Bir kimse kolunu, bacağını yitirse de ne azalır, ne de küçülür. Öyleyse insanin gövdesinde olamaz. duygularımızda da olamaz. Çünkü onlar değişse de gene olduğu gibi kalır. duyu organlarımızdan gelen algılarımız da olamaz. önceki düşüncelerimiz, kararlarımız, eylemlerimizle biçim almış eğilimlerimiz de olamaz. ayırt edici bilincimizde de olamaz. Bu beş kümede toplanan bedensel ve ruhsal varlığımız gövdemiz, duygularımız, duyu organlarımızdan gelen algılarımız, önceki düşüncelerimiz, kararlarımız ve eylemlerimizle biçim almış eğilimlerimiz, karakter özelliklerimiz, ayırt edici bilincimizin bir araya gelmiş olmasından da oluşmuş olamaz. Çünkü bunlardan hiçbirisi i içermiyorsa o zaman besinin bir araya gelmesi de beni oluşturmaz. O zaman geriye değişmeden kalan tek bir şey kalıyor. Ad... Ben 'e verilen özel ad.

Milanda Panha adli kitaptan: Kral Bilge Nagasena 'ya seslenmiş: “Ustam kimsin, adini söyler misin?” “Bana Nagasena diyorlar. Ama bu yalnızca bir ad, adlandırmaktan, belirtmekten Başka şeye yaramayan, bir deyim, bir sözcük, içinde bir kimlik, bir benlik yok. Bir ad, bir lakap, bir işaret, yalın bir sözden Başka bir şey değil. Kral inanmaz ve sorular sorar. “Nagasena bu saçlar midir?” “Hayır büyük kral” ... “Duygu ve coşkular midir Nagasena?” “Hayır büyük kral” Nagasena kraldan arabayı tanımlamasını ister. “Tekerlek, dingil, ok, sandık ve kollar bir arada olunca arabadan söz edilir. Araba yalnızca bir ad, adlandırmaktan, belirtmekten Başka bir ise yaramayan bir deyimden Başka bir şey değil.” “Evet kralım. Benim de saçlarım, derim, ... ad ve bedenim, duygularım, algılarım, geçmiş eylemlerimle biçim almış karakter özelliklerim, ayırt edici bilincim bir araya gelince Nagasena adi veriliyor. Ama kimlik, benlik söz konusu olunca burada öyle bir şey yok. Nasıl arabanın beş bölümü bir araya gelince araba diyorlarsa, beş katışmaç bir araya gelince de bir kimden bir den bir özneden söz ediliyor. Buda diyor ki: Ne ben 'in, ne de ben 'e ilişkin kalıcı bir şeyin varlığından söz edilebilir. Ben, ben olarak gelecekte de var olacağım, benim sürekli değişmez bir benliğim var, savında bulunmak hatalıdır. Ben düşüncesini yok etmeli, benlikle kurumlanmak yanılgısını yenmelidir. Buda 'nın görüsüne göre “ben”, insanin hem bedensel hem de ruhsal varlığını oluşturan bu beş kümenin bir arada ve birlikte, sürekli bir akis, sürekli bir değişim içinde olusunun ortaya çıkardığı bir görüngü, bir olgu, insani çevresinden ayrı bir varlık olarak ayırt etme, özerk bir biçimde hareket etme durumundan köklenen bir yanılgı, bir yanılsamadan Başka bir şey değil. ayırt edici bilinç ise karışıp dünyayı ben ve ben olmayan diye ikiye bölünce bu ben yanılgısı kendiliğinden ortaya çıkıyor. Aslında bilincin ayırt etmeden, seçmeden, bölmeden bütünü kavrama olanağı da var.

Ben 'in var olma doyumsuzluğundan kaynaklanan ve ölümün sinirini aştığına inanılan uzantısına verilen ad 'sa ruhtur. Budizm 'de Öz varlık yoktur. Buda ben-ruh yanılgısını sergilemek istiyor. Bir kez ben-ruh yanılgısı oluştu mu bütün varlığımızı sarıyor, bilincimizin özgürce çalışma etkinliği engelleniyor, onun bitmez tükenmez istekleri nasıl yaşamı çekilmez bir hale koyuyor, sorunlarımız yaşamla bile sınırlı kalmıyor, ölümden sonrası ile ilgili sorunlar da gündeme girdiğinden onlar da kaygı ve üzüntü konusu olmaya başlıyor. Buda ben 'i kurtarmaya değil, bizi ben 'den kurtarmaya çalışıyordu. Ölümsüzlüğe erişmek için tek bir yol olduğunu savunuyordu. Öncesizden sonsuza uzanıp giden varoluş zincirinin içindeki yerimizi bulmak, evrensel yaşam ırmağının içimizden aktığının, yaşam gücünün bizim burun deliklerimizde, bizim ciğerlerimizde nefes alıp verdiğinin bilincine erişmek....

2. Nedensellik Çemberi- bağımlılık ve Özgürlük- Ka
Buda 'ya göre varolan her şey nedenselliğin bir sonucu olarak vardır, boşluktan yokluktan oluşan bir evrende nedenselliğin döngüsüne takılan yokluk varlığa dönülür, her neden bir sonucu, her etki bir tepkiyi zorlar. Evrenin değişmez yasası nedensellik (Karma) yasasıdır. Ne başlangıcı ne de sonu olan evrende egemen olan yalnız doğa yasalarıdır. Buda böylelikle tanrıların görevini yasalara yüklemiş, tanrıları gereksizleştirmişti. Değil mi ki insanin geleceğini belirleyen nedenlerin zorladığını sonuçlardır, öyleyse insanin kendi eylemlerinin sonuçlarından kaçıp kurtulması olanaksızdır. Bir çocuğun anasından beklediği gibi tanrıların bize sevecenlik göstermelerini, bizi bağışlamalarını bekleyemeyiz. Eylemlerimizin sonuçlarından kurtulmanın bir yolu varsa, onu ancak kendi çabamızla kendimiz bulmalıyız.

On iki halkalı kapalı bir zincir olarak temsil edilen nedensellik yasası:

1. Yanılgı yanlış düşüncelere yol açıyor.
2. Bu düşünceler eğilimlere, karakter özelliklerinin biçimlenmesine ortam hazırlıyor.
3. Buradan da bilinç oluşuyor.
4. Bilincin bentle ben olmayanı ayırt etmesinden özne nesne ikiliği, ad ve beden ortaya çıkıyor.
5. Bundan altı duyu alanı gelişiyor.
6. Bu altı duyudan dolayı duyularla nesneler karşılaşıyor.
7. Bu karşılaşmadan hoşlanma, hoşlanmama gibi duygular oluşuyor.
8. Bu duygular isteklere, tutkulara dönüşüyor.
9. istekler, tutkular bağımlılığa, insanin isteklerinin, tutkularının tutsağı olmasına, bireysel yaşam isteğine yol açıyor.
10. Bundan da oluşuma bağımlılık ortaya çıkıyor.
11. Oluşum doğuşa
12. Doğuşsa ihtiyarlık ve ölüme, ıstıraba, tedirginlik ve umutsuzluğa yol açıyor. Buradan da gene yanılgı çıkıyor ortaya. Buda 'nın yanılgıyı dizinin en başına koymasının nedeni olasılıkla bu döngüden tek çıkış yolunun bu halka olmasıyla açıklanabilir.

istekleri, tutkuları kışkırtan yanılgıdır ana yanılgıyı besleyen de gene istekler ve tutkulardır. Kökünü yanılgıdan alan düşünceler, karar ve eylemlere dönüşüyor. Düşüncelerimiz kararlarımızı, kararlarımız Eylemlerimizi belirlerken, eylemlerimiz de kararlarımızı etkileyip zorluyor. Her düşünce sonrakileri sınırlıyor. Biz kez tam bir özgürlük içinde bir şey düşünmüş olabileceğimizi varsaysak bile, ondan sonraki düşüncelerimizde ayni oranda özgür olamayacağımız açık. Giderek özgürlük alanı kısıtlanıp daralıyor... Şu anda ne olduğumuzu belirleyen dünkü düşüncelerimizdir.

Bu gün kafamızdan geçen düşüncelerse yarinki yaşamımızı biçimliyor. Yaşamımız
kesinlikle zihnimizin yaratısıdır. Budist metinler dört tür bağımlılıktan söz ediyorlar.


1. isteklerden, tutkulardan gelen bağımlılık
2. Yanlış görüşler, kanılardan kaynaklanan bağımlılık
3. Erdemli bir yaşamla ve kurallara tıpatıp uygun davranmakla kurtuluşa erişilebileceğini sanmaktan gelen bağımlılık
4. Sürekli ve değişmez bir ben 'in varlığına inanmaktan gelen bağımlılık isteklerimizin tümüne
yakın bir bölümü toplumun yapay olarak yarattığı gereksiz şeyler.

Örneğin toplum bizi zeki bir adam gibi görünmeye isteklendiriyor. Çevremizde beğenilen bir kimse olmak bize nelere mal oluyor ? Bunun karşılaştırmalı bir hesabini yapabilmiş olsak, harcadığımız bunca çaba, üzüntü, sıkıntıya değmeyeceğini anlayacaktık. Başka insanların önüne geçememek, Başka insanlara üstün olamamaktan gelen ezikliklerin ardında hep ben yanılgısı yatıyor ama bu ben yanılgısını besleyen de toplumun özendirici etkisi. Bir kere gözümüzü açıp ta bu koşturmacanın amaçsızlığını, anlamsızlığını görebilsek, bu koşullanmalar, biçimlenmeler etkisini yitirecek, ve bağımlılık da ortadan kalkacak. O zaman ıstırap yerini özgürlüğümüzü yeni bastan kazanmış olmaktan gelen aşkın bir mutluluk duygusuna bırakacak, nedensellik döngüsünden kendimizi kurtarmış, daha doğrusu döngüyü ters yöne çevirmeyi başarmış olacağız insan kendini yanılgıdan nasıl kurtarır? Bu sekiz basamaklı yolla mümkündür. Yanılgıdan kurtaran bilgiye çıkarımcı düşünceyle varılamaz. Çünkü bu tür düşüncede özgürlük yoktur. Budizm ' görüsüne göre, bizi yanılgıdan kurtaracak bilgiye ancak sezgiyle erişilebilir. insan yanıldığını, yanilmadigini; aldatılmadığını, aldatılmadığını; sevildiğini, sevilmediğini ancak sezgiyle anlayabilir. Uyanan kimse karmanın elinde eli kolu bağlı bir oyuncak olmaktan kendini kurtarmış olur. Koşullanmaya, biçimlenmeye bütünüyle karşı koyabilecek bir insan yok bu dünyada. Yanında yada karşısında tutum almakla her zihnini sınırlamış oluyor. Bizi düşündüğümüz gibi düşünmeye, davrandığımız gibi davranmaya iten ön koşullar, düşünsel yada duygusal zorunluluklar var. Uyanınca bu zorunluluğu fark etmiş oluyoruz ve zorunluluk olmaktan çıkıyor. Bu yüzden de karma değiştirilemez bir alın yazısı sayılmaz, uyanan kimse karmanın bağlarını da koparmış olur. Eylemlerimiz er geç bize geri döner.

Her eylemin iyi yada kötü sonuçları eninde sonunda eylemi yapana ulaşır. Buda, kalıcı olan bir yaşamdan öbürüne aktarabileceğimiz, şu gövdemiz içinde saklanan bir şey olamayacağını anlatmaya çalışmıştı Öyleyse gene doğumla söz edilmek istenen neydi? Buda 'ya göre bir yaşamdan ötekine aktarılan ben yada ruh değil, yalnızca eylemlerimizin zorladığını nedensel sonuçlardır. Bu senin gövden de değil, Başka birisinin gövdesi de değil. Ona geçmiş eylemlerin (karma) ürünü gözüyle bakmak daha doğru olur. Önceki bir yaşamda yaptıklarımın ödülü ya da cezası da değil. Ben nedensellik zincirinin bir zorunluluğu olarak varım. Eylemlerin bir sürekliliği var ama ben 'in de bilincin de sürekliliği yok. Buda 'nın dilinde doğum ölüm döngüsü, yaşamların önceki yaşamların etkisiyle biçimlendiğini anlatmaktan öte bir anlam taşımıyordu.


3-Nirvana,
Batı 'da genelde anlaşıldığı gibi ölümden sonra değil, burada ve şu anda gerçekleştirilebilecek bir ruhsal durumdur. istek ve tutkuların yok olması, Istırabın etkili olmayacağı bir iç barışa, iç suskunluğa, aşkın bir Mutluluğa erişmektir. Nirvana 'ya erişme isteği de dahil olmak üzere tüm istek ve tutkular bırakılmadan, olanla, gelenle yetinmekten gelen iyimser bir yetingenlik kazanılmadan Nirvana gerçekleştirilemez. Nirvana 'yı gerçekleştiren kimse bir yandan da günlük yaşamını normal haliyle sürdürüyor. Eylemlerinin bir takım nedensel zorunluluklar (karma) yaratmaması da olanaksız elbette. Nirvana 'ya erişen kimselerin tek farkı, bu zorunlulukların dışında kalmayı başarabilmesi. Eylemlerinde beğenilmek, beğenilmemek gibi bir güdü etkin olmuyor, yaptığı islerden alkış beklemiyor, basarı ya da kazanç onu fazla sevindirmediği gibi başarısızlık ya da yitim de fazla üzmüyor. Kuskusuz acı da çekiyor ama bunlara bilgece katlanmasını, olayların doğal akımına boyun eğmesini de biliyor. Ben 'i aşınca bütünle bütünleşiyor.. Yarinin getireceklerine kaygısız, ben 'in doyumsuzluğundan gelen bütün sorunlara sırtını çevirmiş, şu yaşam nasıl yaşanmalıysa öyle yaşamaya başlıyor. Özgürlük, coşku, aşkın mutluluk içinde, akıp gitmekte olan yaşam ırmağı içindeki yerinin bilincine erişiyor.

Buda 'nın öğretisi, bir yandan ben 'i yokumsarken öbür yandan da bireyciliği en ileri götürmüş olan öğretidir. insanin toplumun kendisine giydirdiği kişiliksiz kişilikten soyunup gerçek varlığıyla baş başa kalınca gerçeği olduğu gibi özümleyecek bir yeteneğe sahip olabileceğine inanıyordu. Buda ölümden sonra ne olduğuyla ilgili sorulara yanıt vermek istemiyordu. Böyle bir soruyla karşılaşınca ya susuyor, ya da söyle diyordu: Göğsünüze zehirli bir ok saplanmış olsa, oku çıkartmaya çalışacak yerde, oku atanın kim olduğunu, hangi kasttan, hangi soydan geldiğini, boyunu boşunu, oku atmaktaki amalini falan mi araştırmaya kalkardınız? Ben bir şeyi açıklamıyorsam bırakın açıklanmamış olarak kalsın. Peki neden açıklamıyorum? Çünkü o şeyin açıklanması size hiç bir yarar sağlamayacaktır da ondan. Çünkü bu sorulara yanıt aramak ne aydınlanmanıza, ne bağımlılıktan kurtulup özgürlüğünüzü kazanmanıza, iç suskunluğuna, gerçeğe ermenize, Nirvana 'ya erişmenize katkıda bulunabilir. Buda öğretisinde hiç bir dogma, iç yaşantıyla doğrulanamayacak hiç bir inanç getirmemeye özen göstermiştir. Varoluş, devingen gücünü nedensellikten alan sürekli bir oluşum, değişim sürecinden Başka bir şey değildir; varoluşun ardında Durağan bir öz, tözel bir nitelik yoktur. Budizm 'de tözsüz, öz varlıksız bir nedensellik vardır.

4.Sekiz basamaklı yüce yol
-Tam görüş

-Tam anlayış Bu basamaklar kendimizi de, dünyayı da olduğu gibi, gerçek böylesiliğiyle görmeyi, adların biçimlerin gizlediği temel gerçeğin, her şeyin ıstırap, her şeyin oluşum, değişim içinde olduğu, kalıcı bir ben 'in, değişmeyen bir tözün olmadığını anlayışına ulaşmayı amaçlıyor.

-Doğru sözlülük

-Tam davranış Bu basamak, özgür istencinizin ürünü olan, içten geldiği için, hiç bir amaç gütmeden yapılan davranıştır.

-Doğru yaşam biçimi Yaşamını sağlamakta doğruluktan ayrılmamak, kendine yetecek olandan çoğunu elde etmeye çalışmamaktır.

-Tam çaba, tam uygulama Her şeyin tam bir özenle, eksiksiz yapılmasıdır. Bir Budist 'in oturması, kalkması bile büyük bir dikkatle yapılmalıdır. Zihnini bencil düşüncelerden arıtmak sürekli bir uğraş olmalıdır. Zihnin arıtılması, bencil düşüncelerden ayıklanması dört yüce duygunun yüzeye çıkmasına olacak sağlar: Sevecenlik, acıma, sevgi, yan tutmama.

-Tam bilinçlilik

-Tam uyanıklık

Bu basamaklar meditasyonla ilgilidir. Meditasyon Batı 'da anlaşıldığı gibi derin derin düşünme değil, düşüncenin aşılmasını, çıkarımcı düşünceden arıtılmış bir zihinle, salt bilinçli olmayı amaçlayan bir yöntem. Tam bilinçlilik, tüm duyumların, duyguların, düşüncelerin ruhsal durumların ardında olacak biçimde bir alicilik, bir uyanıklık durumunu sürdürmektir. Algının kapıları öylesine temizlensin ki, her algı hiç bir engelle karşılaşmadan bilince ulaşabilsin. Sözcükler de bilinçle yaşantı arasına giren bir engel oluyor çoğu kez. Sözcüklerden oluşan düşünceler durmadan bizi, iyi kötü, hoşa giden hoşa gitmeyen gibi ayrımlar yapmaya, yargılara varmaya kışkırtıyor. Artık dünyayı olduğu gibi değil, kurgularla, soyutla, soyutlamalarla yani sözcüklerle dünyayı kavrıyoruz. Gerçeğin sözcüklerle kavramlarla değil, ancak yaşantıyla kavranabileceğini savunan Budizm ' sözcüklere, kavramlara tutsak olmak yerine onları tam olarak denetim altına almak istiyor.

Budist meditasyonun özü nefes alıp verdiğinin ayırdında olmakla başlayan yaygın dikkattir. insan nefes alıp verdiğine duyarlı olunca yaşadığının da farkında oluyor, geleceğe ya da geçmişse değil, kendini şu ana ayarlıyor, şimdide yaşamaya başlıyor, duyulara daha duyumlu, duygulara daha duyarlı oluyor; kendinden kopuk, kendinden habersiz yaşamaktan kurtarıyor kendini, yaşamla da kendiyle de bütünleşiyor. Bu uygulamada yol almış kimse gövdesinde kendi istencine bağlı olmadan bir nefes alıp verme işleminin sürüp gittiğine duyarlı olmaya başlıyor. Bu yaşamsal bir yaşantı olarak kendini açığa vuruyor, ve bu izlenim insanda iç barış, esenlik ve Mutluluğun oluşmasına yol açıyor. Artık zihindeki karmasa yatışmıstır.

Buda 'nın meditasyon yöntemi öyle dalıp gitmeyi kendinden geçmeyi değil, tersine sürekli uyanıklılığı, sürekli bilinçli kalmayı gerektiriyor. Tam bilinçlilik gerçekleşince tam uyanıklık kendiliğinden gelir. Burada tüm ikilikler yok olur; düşünenin düşünceden, bilenin bilinişten, öznenin nesneden kopukluğu diye bir şey kalmıyor; zihinle yaşantı arasındaki bölüntü kalkıyor. Bütün bu ayrımların yaşantıyla ayırt edilecek somut bir gerçekliği olmadığını, bunların akıl yoluyla varılmış çıkarımlar olduğunu fark ediyorsunuz. Size “bu benim, bu da benim düşüncem” yada “gören benim, bu da gördüğüm şey” diye ayrım yapmanıza olanak veren şeyin bir gözlemden daha çok, sözcüklerin ve mantığın aracılığıyla elde edilmiş bir kuramdan Başka bir şey olmadığını anlıyorsunuz
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Janizm (Caynacılık)

Hindistan’da yaklaşık M.Ö.4 yüzyılda ortaya çıkan dini akımlardan biridir. Hindistan’da ki dört büyük dinden biridir. Kurucusu Mahavira (M.Ö.599 - 527 ) Benares’ te doğmuş, otuz yaşına gelince evini, karısını, ve çocuğunu terk ederek rahiplik elbisesini giymiş ve kendini dünyadan soyutlamıştır. Caynizm daha çok asiller ve halk arasında yayılmıştır. Mahavira 72 yaşında Bihar’ da ölünceye kadar doktrinini vaaz yöntemiyle yaymış ve Mahavira’ nın Nirvana’ ya kavuşması Caynist takvimin başlangıcı sayılmıştır.

Caynacılık Hindistan’ ın Kasi ve Kosola’ ya kadar yayılım gösterdikten sonra M.Ö.2 yüzyılda batı ve güneye yayılmaya başlamıştır. Caynacılığın ortaya çıkışından başlayan görülen bölünmeler MS.80’de iki ayrı grubun doğmasıyla sonuçlandı. Bunlar Şvetambaralar (Beyaz Giyinenler) ve Digambaralar (Göğü Giyinenler-Çıplaklar-) Digambaralar kadının kurtuluşunun imkansızlığına inanıyorlardı.MS.9 yüzyılda Rastrakütalar en parlak dönemlerini yaşadılar. Batıda Şvetambara Caynacılığı yaygınlaştı. Özellikle 10-11. Yüzyıllarda büyük Cayna tapınakları Gucerat ve Racastan’ da yapılmaya başlandı. 12 yüzyılda Cayna Dini’ni kabul eden Hükümdar Kumarapala Gucerat’ı örnek bir Cayna devleti yaptı.

2.5.1. İnançları ve Ahlak Anlayışı

Mahavira ile Buda aynı çağda aynı memlekette yaşamışlar, benzeri inanç ve öğretileri yaymışlardır.Mahavira tanrı fikri üzerinde durmamakla beraber bazı Caynistler Tanrı’nın varlığına inanırlar. Tapınaklarında tanrı heykelleri vardır.

Caynacılığın amacı insanı varoluştan gelen acılardan ve karma’ya bağlı yeniden doğuştan kurtarmaktır. Caynacılıkta iki kategori ayırt eder ;

-Canlı Öz (Civa)
-Canlı olmayan Öz (Aciva)

Bunların arasında temel fark bilinçtir.Temel ilkeyse Ahimsa’dır. Yani bütün canlılara karşı şiddetten kaçınmaktır. Mantıksal planda Anekantava da ( gerçeğin görünümlerinin çeşitliği) benimsenmiştir. Buna göre bütün mutlak olumlular olanak dışıdır.

Cayna ahlakı üç temel ilkeye dayanır. Bunlar ;

Caynaların başlıca ahlaki prensipleri öldürmemek, yalan söylememek,hiçbir şekilde
çalmamak,olabildiğince cinsel ilişkiden uzak kalmak şeklinde özetlenebilir. Dürüst ve sade bir hayat sürmeği prensip edinen, Janistler içki içmezler.

Janistler,ancak kendi dinlerine uyanların ölümsüzlüğüne inanırlar. Onlara göre evren
ebedidir,yaratılmamıştır. Cennet ve cehennem vardır. Ayinleri rahip ve rahibeler idare eder. Gösterişli mabetleri vardır. ibadet esnasında Tirtankaralar’la ilgili ilahiler söyler bazen Hindu tanrılarına tövbe ve ibadet ederler. Bihar ve Maysor (Şreveno-Belgda Bahubali’nin 10. Yüzyıldan kalma 20 metre büyüklüğündeki heykelinin bulunduğu yer)’a gidip Hacı olurlar.

2.5.2. Kutsal Kitapları

5.yüzyılda büyük bir meclis; Şvetambaraları Valabhi’ de toplayarak bir araya getirdi. Burada kutsal metinler bir daha değiştirilmemek üzere bir araya getirilerek yazılmak suretiyle Janizm’in kutsal kitabı “Agamalar “ meydana gelmiştir.

2.5.3. Günümüzde Janizm (Caynacılık)

Caynalar "ahimsa" ilkesine dayanarak zanaatla ilgilenmediklerinden çoğu tüccar ve zengindir. Bütün insanların çeşitliliğine inanan Caynalar Budistlerin tersine herkesle yemek yerler. Hindularınki kadar katı olmayan mesleklere bağlı bir kast sistemini benimsemişlerdir. Günümüz de sayısı yaklaşık 4.000.000 olan Janizm taraftarlarının, büyük çoğunluğu Hindistan’da yaşamasına karşılık Avrupadan Amerikaya hatta Avustralya'ya kadar Janist topluluklara ve ibadet yerlerine rastlamak mümkündür.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Sihizm - Sıkh Dini

Sihizm olarak geçen Sıkh Dini; Hindistan 'da takriben 1500 'lü yıllarda doğmuştur. Günümüz Hint Yarımadası 'nda diğer dinlere nazaran daha aktif ve uzlaşmaz tutumu ile gündemde kalmaya çalışan Sıkh Dini, Hint Felsefesinden kaynaklanan Maya ve Nirvana tasavvurlarını benimsemiş olmakla tanınmıştır. Sihizm, günümüzde Hindistan 'ın dini ve siyasi hayatında önemli yerini korumaktadır.

Doğuşu ve Gelişmesi

Sihizm Sri Guru Nanak Dev Ji (1469-1539) tarafından kurulmuştur edilmiştir. İslam ve Hinduizm karışımı bir dini harekettir. Sihler Kuzeybatı Hindistan 'ın Pencap bölgesinde yaşamaktadırlar. 1995 sayımına göre nüfusları 18.7 milyon idi. Bu da Hindistan nüfusunun % 1.9 unu teşkil etmekteydi. Ayrıca küçük gruplar halinde İngiltere, Kanada, ABD, Malezya ve Doğu Afrika 'da bulunmaktadırlar. Günümüzde Hint dini ve siyasi hayatında önemli bir yer tutmaktadırlar.

Sihizm hareketini Pencap 'ta ilk başlatan Guru Nanak (1469-1539) yalnızca dini akideler çerçevesinde Müslüman ve Hindu unsurlarını uzlaştırmaya gayret ederek başlamıştır. O sistemi “Tanrının birliği”, “İnsanlığın kardeşliği” , “Kast sisteminin reddi” ve “puta tapıcılığın faydasızlığı” prensipleri üzerine kurmuştur. İslam 'ın Hindistan 'a girmesinden sonra İslam ile Hinduizmi sentezleme çalışmalarının en ilgi çekeni Nanak 'ın çalışmasıdır. Önce siyasi olarak başlayan bu hareket, sonradan dini bir yön kazanmıştır. İslam tasavvufunun da etkisinde kalan Nanak, Kuzey Hindistan 'da vaazlarda bulunmuş ve uzlaştırmacı (Sinkretist) Sih hareketini ortaya çıkarmıştır. İslam 'ın Tanrı inanışını, Hinduizmin Maya ve Nirvana tasavvurlarını ve tenasüh (ruh göçü) fikrini kabul etmiş olmasına rağmen Avatarlara inanmayı reddetmiştir.

Budanın reformcu hareketine benzer şekilde Nanak da kast sistemini bütünüyle reddetmiş, putlara tapınmanın kötülüğü ile kardeşçe sevginin önemini dile getirmiştir.
Ortaçağ boyunca Hindistan 'da çıkan toplumsal, dinsel ve siyasal hoşnutsuzlukların yeni dini reformistler tarafından ortaya konacak ilkelerle giderilmesi bekleniyordu. Özellikle İslam 'ın Hindistan 'a girmesiyle Hinduizmle İslam arasında Orta Yolcu uzlaştırmacı hareketler ortaya çıkmıştır. Dini reform konusunda XV.yüzyılın ikinci yarısında, kendisini kabul ettiren ilk büyük isim Kabir (Kebir) dir. O (İ.S.1435-1518) tek tanrı inancını yerleştirmeye çalışmış, ancak Hinduizmin bazı önemli kavram ve düşüncelerini muhafaza etmişlerdir. Müslüman hükümdar Ekber de (1542-1605) düşünce bağlamında bütün dinleri felsefi bir monoteizmde uzlaştırmayı denemiş, Onun açtığı bu yolda yürüyüp de başarıya ulaşmış olan Sihizmin de kurucusu Nanak olmuştur.

Guru Nanak ve Misyonu

Guru Nanak , İ.S. 1469 yılında Hindistan 'ın en kritik döneminde Pencap 'taki Talvandi köyünde doğmuş, çocukluğu ve yetişkinlik çağı bu köyde geçmiş; bu köyde evlenmiş ve bu köyde iki oğlu olmuştur. Fakir ancak soylu bir ailenin çocuğu idi. O Sultanpur şehrinde Müslüman bir idarecinin hizmetinde uzun yıllar geçirdi. Guru Nanak 'ın hayatını üç parçaya ayırabiliriz: İlk 30 yıllık bölümü Talvandi ve Sultanpur şehrinde ev hizmetçiliği yaparak geçirmiştir. İkinci 22 yıllık peryod uzak yakın birçok yerlere misyonerlik seyahatleriyle geçirdiği dönemdir. Üçüncü son 18 yıllık bölümü ise Kartarpur 'da müritlerini eğitmeye harcadığı hayatının son bölümüdür.

Hayatının ilk safhası aynı zamanda aydınlanmaya ulaştığı dönemdir. O boş zamanlarında ormana çekilip düşüncelere dalmış, bu gezilerinin birinde kendisine “Yüce Tanrının varlığı düşüncesini yayma” görevi verilmişti. Bu arada kendisi Mekke 'ye gitmiş, Tanrının evinin sadece Kabe olmadığı sonucuna varmış, 1500 yılına doğru “tek ve gerçek olan tanrı” sını anlatmak için Sultanpur şehrinden çıkmış, kutsal yerleri gezmiş, birçok din adamlarıyla görüşmüş, tartışmalara girişmiş, bu sırada bir zengin tarafından şerefine Ravi Nehri kıyısında kurulan Kartapur köyüne yerleşti ve hayatının son on yılını burada geçirdi. Bu köyde yeni inancını yaymaya çalıştı. Guru Nanak insanın eşitliği üzerinde durdu. O Hindularla Müslümanları birbirlerine yaklaştırmaya çalıştı. O önemli şeyh ve azizlerin yanına gitti ve onlara ruhsal hayatın gerçek yolunu açıklamaya çalıştı. O kast sisteminin ayırıcı özelliğine hep karşı çıktı. Kendisini en alt kastın bir üyesi olarak adlandırdı, hep. Guru Nanak 1539 yılında 70 yaşında iken geride iki oğul ve birçok Sih bırakarak bu dünyaya veda etti. Guru Nanak 'ın ölümünden sonra Guru olarak Sihlerin başına Angad (1504-1552) geçti. Angad, Nanak 'ın en sadık talebesiydi ve Nanak 'ın telkin ettiği tenasüh (ruh göçü) inancı gereği, Onun ruhunun sırasıyla kendini takip eden “guru”ya geçeceği fikri ile Angad ve daha sonra gelen guruların hepsi Nanak 'ın yeni tezahürleri olarak görüldü.

Angad 1552 yılına kadar sürdürdüğü guruluğu sırasında Nanak 'ın şiirlerini bir araya topladı. Nanak 'ın ilk biyografisini yazdı. Pencap 'ta kullanılan Gurmuki Kutsal Metni Angad 'a dayandırıldı.

Sihler arasında birlik ve beraberliği sağlayan 3. guru Amar Das (1479-1574) yeni töreler oluşturdu. Kendilerine özel evlilik ve doğum törenleri ihdas etti. Kendisini ziyarete gelenlerle birlikte yemek yedi. Dini toplantılarda üç festivali (Divali, Barsakhi ve Maghi) ortaya koydu. Ondan sonra da Amardas 'ın damadı Ram Das guru oldu. Guru Ramdas (1534-1581) 4. guru olarak misyonerlik faaliyetlerine ağırlık verdi. Ramdas zamanında zengin ve fakir sınıflar arasında Sihizm yayıldı. Bazı Aristokratlar Amitsarı ( Ramdas 'ın yeni ibadet merkezi olarak kurduğu ve yerleştiği yer ) ziyaret etmişler ve Onun müritleri olmuşlardır.

Cemaatin gelişimi Ramdas 'ın en küçük oğlu Arjan 'ın (1563-1606) 5. guru olmasıyla sürdü. Arjan Ramdas 'ın hayatını kendisine adadığı en küçük oğlu idi. Arjan babasının isteğiyle evlenmek üzere Lahor 'a gitti. Orada babasından ayrı kaldığı için korkunç bir depresyon geçirdi. O haliyle Guru aşkı ve hasretiyle dopdolu iki önemli şiirsel mektuplar yazdıysa da Kardeşi Prithi Chand onlara el koyduğundan mektuplar babasına ulaşmamıştı. Mektuplarının bir yerinde : “Ruhum Guruyu görmenin hasretiyle yanıyor ve inliyor. Feryatlarım yağmur için ağlayan Çatriklerin feryatlarına benziyor” diyordu. Üçüncü mektup Ramdas 'a ulaşınca, Onu hemen çağırdı. Prithi Chand babasının yerine geçmeye çok meraklı ve istekliydi. Ancak Guru Ramdas çocuklarını test etti ve sonunda küçük oğlu Arjan 'ı halefi tayin etti. Guru Arjan Sihlerin endüstriyel ve kültürel merkezi olan Amritsar 'ı daha da geliştirdi. Oradaki Altın Mabed 'in (Har Mandar) yapım işini sona erdirdi. Bu Mabed Sihlerin ziyaret ettiği, kutsal bir mabettir. Ekber Şahın Sihlere tahsis ettiği toprak üzerinde Ramdas zamanında yapımına başlanmıştı. Tapınak güzel bir gölet ortasında etrafındaki topraktan daha düşük seviyede bina edilmişti. Yine Arjun ilk dört Gurunun ilahilerini ve Hindu Bhagatları ve Bhattları topladı. Onlara kendi dikte ettiği ilahileri içeren Gurdası ilave etti. 1604 de ilk kitap Adi Granthın derlemesini tamamlamış oldu. Bu kitapta Sihlerin dini inanç ve ahlak ilkeleri ortaya konulmuştur. Amritsar Onun zamanında bankacılığın, marangozluk, nakış, süsleme ve at eğiticiliğin merkezi oldu. Sihleri Orta Asya ve Afganistan 'a iyi atlar için gönderdi. Sihler atları yetiştirme ve binicilikte ilerlediler. Bütün bu gelişmeler Ekber 'in oğlu Cihangir 'in döneminde oluyordu. Müslümanlar bile Altın Mabede (Har Mandar) geliyorlardı. Cihangir onların kendilerine ait kelimeler kullanmaları gerektiğini böylece oraya akan trafiğin kesileceğini düşündü. Guru Arjan 'dan Adi Granthdaki İslam 'ın Peygamberi Muhammed ile ilgili bölümlerin çıkarılmasını istedi. Guru bunu yapmayı reddetti. Bu arada Divanda yalan yanlış hikayelerle Cihangirin düşünceleri zehirlendi. Sonunda Guruya kaynamış sular ve kumlarla işkenceler yapıldı. Guru Arjan büyük bir tevekkülle bütün eziyetlere katlandı. Sih tarihinin ilk şehidi oldu.

Har Gobind (1595-1644), babası Arjun 'un 1606 da ölmesi üzerine 6. guru olarak Sihlerin başına geçti. Babası Moğol tiranlığının kurbanı olmuştu. Har Gobind zamanında Sihler , Cihangir ve daha sonra oğlu Şah Cihana karşı askeri teşkilatlanma yoluna gittiler. Bunun için 800 at, 300 atlı süvari ve topçu sınıfı oluşturdular. Moğollarla üç savaş yaptılar. Birincisi 1643 de Amritsar 'da oldu. İkinci savaş Lehra yakınlarında 1637 de oldu. Gurunun ordusu kazandı. Üçüncü savaş 1638 de Kartarpur 'da yapıldı. Gurunun bu üç savaşta da gösterdiği başarılar Sihler arasında büyük itibar sağlamasına sebep oldu. Guru Har Gobind 'in bu kariyeri Sih tarihinde bir dönüm noktası oldu. Bu yeni şartlarla Sihizm militaristleşti. Guru iki kudrete sahip oldu: Ruhsal Gücü (Peeri) ve askeri gücü (Meeri). 1644 de Guru Har Gobind Guru Har Raiyi halefi olarak atadı.

Guru Har Rai (1630-1661) 7. Guru oldu. Guru Har Rai Sihleri Moğolların baskısından kurtarmaya çalıştı. Guru Har Rai aşk ve barış adamı idi. Sangat 'ın hizmetinde bulundu. O müritlerinden Guru Granth Sahib 'in ilahileri ve kendi disiplinli hayatına yönlendirme üzerine meditasyon yapmalarını sağladı. O hayırsever ve cömertti. Bir seferinde ataları Nabha, Jind ve Patıla 'nın önceki yöneticileri olan kimseler Gurunun yanına geldiler. Yiyecek için ağlıyorlardı. Guru onlara yiyecek verdi ve onları memnun etti. Guru Har Rai kendini onlara adamış, ihtiyaçlarını gidermede yardımcı olmuştu.

Guru Harkrişhan (1656-1664) 8. Guru oldu. “Çocuk Guru” diye anılan Harkrishan özellikle çocukları ve öğrencileri korudu ve onları sevdi. 30 mart 1664 de öldü. Yerine amcası Tegh Bahadır (1621-1675) dokuzuncu Guru olarak geçti. Guru Tegh Bahadur 'un hayatı üç önemli devreye ayrılır: Birinci dönem Amritsarda babasıyla birlikte 23 yıllık dönem. İkinci devre Bakala 'da meditasyonla geçen 19 yıllık dönemi ile Doğu Hindistan 'da ve Pencap 'ta geçirdiği hayatın son 11 yıllık dönemi. Tegh Bahadur, Pencap 'ta zenginlerden zorla para alması, kaçakları saklaması ve yağmalara girişmesi yüzünden Gurkanlılar tarafından öldürülmüştür. Rivayete göre İmparator Evrengzip Tegh Bahadur 'u hapsetmiş ya İslam 'ı kabul etmesi ya da bir mucize göstermesini istemişti. Guru Bahadur ikisini de reddetmiş; mucize konusunda şunları söylemişti: “İmparator başkalarına zulmederken kendi ölümünü unutması, asla mucize değildir.” Daha sonra İmparator Evrengzip Gurunun idamını emretmiş, böylece Sih tarihinde öldürülen ikinci kişi olmuştur.

Gobind (1666-1708) babasının öldürülmesinden hemen sonra Onuncu Guru olarak (1675-1708) göreve başladı. Guru Gobind 'in önderliği altında Sihler dört başarıya ulaştılar:
1-Moğol gücüne karşı direnişe geçtiler.
2-Khalsa 'yı (Tanrının Grubu) kurdu.
3-Savaşa uygun bir literatür ortaya koydu.
4-Sihler için daimi bir Guru ve Guru Granth Sahib olarak Adi Granth 'ın tesisini sağladı.
Guru Gobind gerçek bir vatanseverdi. Sihleri hem ruh, hem de şekil bakımından bir birliğe kavuşturmak için Pahul ne Khalsa sistemini geliştirdi. Khalsa 'ya girenler Pahul denilen bir takdis merasiminden geçmekte ve “k” ile başlayan şu 5 esası yerine getirmekteydi:

Pahul ve Khalsa Sistemi

1 - Kesha

Saç ve sakalların kesilmemesi; Sihler diğer insanlardan uzun saçlı olmalarıyla ayrılıyorlardı. Hayatlarına mal olsa bile saçlarını kesemezler. Keshas Guru tarafından Sihlere bir nişane olarak verilmişti. Sihler bu sebepten saçlarını düzenli, taranmış olarak muhafaza ederler ve türbanla saçlarını güzelce sarıp örterler. Bu bağlamda 1990 lı yıllarda İngiltere 'de yaşayan bir Sihli motor sürerken kask takma mecburiyetinin kendisine uygulanmaması için dava açmış ve bu davayı kazanmıştı. Sihli bayanlar da ne saçlarını ne de kaşlarını alamazlar.

2 - Kangha
Tarak saçların temizliği için kullanılır. Sih saçlarını daima kangha 'yla muhafaza eder. Onlar düzgün, temiz ve tertipli saçlarıyla gayet şık görünürler. Genellikle tahta tarak kullanırlar ve sabah akşam olmak üzere günde iki kez saçlarını tararlar.

3- Karha
Her Sih sağ bilek üzerine çelik bir bilezik takar. Altın, gümüş ve metal bilezikler Guru tarafından kutsanmış olarak dikkate alınmaz.

4-Kachhehra
Her Sih altına özel dizayn edilmiş ve yapılmış olan kısa pantolonu yüksek karakterin bir nişanesi olarak giyerler.

5- Kırpan
Her Sih ilericiliğin ve özgürlükte kararlığın bir sembolü olan bir kamayı (ya da kılıcı) Gatra denilen sırmalı şeritle kuşanırlar.

İnanç ve Ayinleri
Sihizm temel yapı itibariyle Tanrı ve O 'nun birliğine inanır. Nanak Tanrıya isim vermekten sakınarak Ona Hari demiştir. Nanak 'a göre Tanrı ' görünmez üç şey (1 Brahma (vareden), 2 Vişnu (Rızıklandıran) 3 Şiva (Öldüren)) yaratmıştır.

Sihizm 'in inanç esasları;
-Gars 'tan başkasının önünde eğilmemek
-Amritsar 'da yıkanmak
-Bir birlerine Singh diye hitap etmek
-Traş olmamak
-Kama-kılıç taşımak
Sihizm 'de kişinin bu dünyada yaptıklarının öteki alemdeki hayatına tesir edeceğine (Karma) ve ruh göçü (Tenasuh) 'ne inanmaktadır.
Anlaşılmaz, karışık dua ve ayinler yerine, basit ibadet ve ayinleri tercih eden Sıkh Dini, dünya ve ahrete ait her tür faaliyetinin merkezi olarak Amritsar 'daki Altın Mabed 'i seçmişlerdir. Sihizm 'de Altın Mabed 'i önemini bugünde korumaktadır. İbadet niyetiyle bu Mabed 'in havuzunda yıkanırlar. Altın Mabed 'te ayrıca sembol olarak bir kılıç bulunur. Ayin ve ibadetleri basit bir dua, İslam 'daki abdeste benzer bir yıkanma ile “hac” için Altın Mabed 'e girmekten ibarettir.

Dindar bir Sihin, günlük ibadeti şu üç dini hükümde toplanır:

-Adi Granth 'tan ve Guru Nanak 'a ait pasajlardan ezber okumak,
-Ailevi bir vecibe olarak her sabah toplanıp Adi Garnth 'tan her hangi bir yer okumak,
-Tapınağa ibadet için girmek.
Hint Yarımadası 'nda eğitim-öğretim, askerlik ve ata binmeye en çok önem veren Sihlerdir. Hindistan 'ın koruma ve güvenlik görevlilerinin çoğunu Sihlerin teşkil etmesi bundandır.

Kutsal Yazıları

Sıkh Dini 'nin kutsal kitabı Adi-Granth 'tır. Daha önceleri dağınık ve düzensiz olarak halde bulunan bu metinler Guru Arcan (1581-1606) zamanında bir araya getirilmiştir. Sihlerin tabi oldukları dini ve ahlaki büyük ölçüde bu kitaptan alınmıştır. Ayrıca bu kutsal kitapta Nanak 'ın hayatı, konuşmaları, O 'ndan sonra üç “guru”nun derlediği ilahiler mevcuttur.

Mezhepleri
Sıhk Dini başlıca beş mezhebe ayrılmıştır:
1- Orsi
2- Hendali
3- Artenas
4- Namdari
5- Akali
Bunlardan son ikisi önem arz eder.

Günümüzde Sihizm
19.yy ilk yarısından itibaren hüküm süren Hindistan 'ın Pencap eyaletinde ki Sihlerin Devleti 1875 bağımsızlık savaşından önce sona ermiştir. 1947 de Hindistan 'la Pakistan 'ın ayrılmasından önce Pencap 'ta Sihler önemli siyasi mevkileri işgal ederlerken ayrılmadan sonra sihlerin büyük bölümü Hindistan 'ın farklı bölgelerine gönderilerek dağıtılmışlar ve Doğu Pencap ' daki Sih Devletinin askeri kuvvet ve siyasi gücü dağıtılmıştır. Hindistan 'da sürmekte olan Sihlerin Hindulaştırılması kampanyalarında 1941-1951 yılları arasında yaklaşık 200.000 Sih, Hindu olmuştur. Özellikle Hindu ve Müslümalar arasına sıksık patlak veren din çatışmalarında bir çok insan hayatını kaybetmiştir. Hatta bu çatışmalar 1984 yılında Hindistan Başbakanı İ.Gandi'nin bir Sih'li taraından öldürülmesi sonucunu doğuracak kadar şiddetlenmiştir. Gittikçe küçülme eğilimine giren Sih toplumunun bugün ne bağımsız bir devletleri nede kendilerine ait bir vilayetleri vardır.17 milyon civarında taraftarı olan Hindistan ve Pakistan da yayılan Sihizm'in taraftarlarına azda olsa diğer ülkelerde de rastlanmaktadır.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Vişnu, Brahma, Şiva

Hinduizm

Çeşitli görüşleri, dini inanışları, mitolojik davranışları ve ibadetleri içine alan ve Hindistan'da yaşayan Hinduların tâbi olduğu inançlar ve görenekler ile dini ve sosyal kurumların tamamına verilen ad. Tek başına bir dini inanış biçimi olmaktan ziyade sosyal bir sistem olarak yaşayan Hinduizmin dini temelleri Veda dinine ve Brahmanizme dayanmaktadır. Bu sebeple zamanımızda Brahmanizmle Hinduizmin birbirinin yerine kullanıldıkları görülmektedir.

Tarih bakımından M.Ö 2000 yılın son yüzyıllarında Hindistan'a yerleşen Hintlilerin kutsal saydıkları 'Vedalar' adlı İlkçağ metinlerine dayanan Hinduizm, M.Ö. 1200-500 yılları arasında Hint yarımadasını işgal eden Ârilerin dini inanışı hâline geldi. Daha sonraki zamanlarda bazı değişiklikler göstererek zamanımıza kadar ulaştı.


Hinduizmde iki temel inanç esası vardır:

Birincisi; tenasüh, yani ruhun bir bedenden başka bir bedene geçmesi inanışıdır. Hinduizme göre varlıkların ruhları, öldükten sonra başka bir varlığın bedenine dönebilirler. Tenasüh yoluyla ruhların yükselmeleri düşünüldüğü gibi, yaptıkları işlere göre aşağı derecelere indikleri de kabul edilir.


İkinci temel inanış ise kast sistemidir. Halkı birbirinden ayrı dört sınıfa ayıran bu sistemin birinci sınıfı, Brahmanlardır. Bunlar Brahma inanışının kudsi rahipleri ve âlimleridir. Mukaddes Veda kitabını okumak, açıklamak ve diğer Brahma mensuplarına yol göstermek vazifeleridir. İkinci sınıf, Krişnalardır. Bu sınıfa hükümdarlar, racalar ve büyük devlet adamları ve askerler girerler. Üçüncü sınıf Vayansalardır. Bu sınıfa da tüccarlar ve çiftçiler girerler. Dördüncü sınıf Çudralardır. Bu sınıfa işçiler, sanatkârlar vb. girerler. Bu dört sınıftan çıkarılanlara ise parya ismi verilir. Bu zavallıların insan gibi yaşamak hakkı yoktur. Hayvan muamelesi görürler. Dört sınıfa giren insanların haklarına malik değildirler.

Hinduizmde yaratıcı Brahma adı verilen tanrıdır. Ayrıca Krişna, Vişnu ve Siva (Şiva) dan teşekkül eden üçlü tanrı inancı vardır. Hinduizmin bu üçlü tanrı inancına Trimurti denir. Bu üçlü inanışın dışında Hinduizmde sayısız denecek kadar tanrılar da vardır. Ayrıca dağlar, ırmaklar ve hayvanlar mukaddes ilahi varlıklar olarak kabul edilir. Hele inek Hindistan'ın en mukaddes hayvanıdır. Çünkü o bütün insan olmayan mahlukların sembolüdür. Onu öldürmek demek, bir Brahmanı öldürmek demektir ki affedilmez. Diğer mukaddes yerler Ganj Nehri ve Benares şehridir. Onlara göre, Ganj Nehri insanın günahlarını temizler. Benares'te ölen, Siva (Şiva) nın inayetine kavuşur.

Hinduizmde dini inanış emir ve yasaklar Manava Dharina Şastra ismindeki mukaddes kitaplarında yazılıdır. Bu mukaddes kitaptan başka Brahmanalar, Upanişadlar, Puranalar, Mahabharatalar ve Ramayanalar adlı mukaddes kitaplar da vardır.

Hinduizmde insanı tanrılara ulaştıran birçok yol vardır. Bunlardan biri yoga'dır. Birlik anlamına gelen yoga hem psikolojik bir disiplin, hem de değer verilen şeyle kaynaşmak gayesiyle teneffüsü kontrol etme faaliyetidir. Tanrılara ulaştıran ikinci önemli yol Tantrizm'dir.

İbadetlerin mühim kısmı kurtuluşu temin eden üç esasta toplanmıştır.
Birincisi; güzel amellerdir. (Mesela, ölenler için kurban kesmek, güneşe hürmet etmek, evde devamlı ateş yakmak, doğum, ölüm ve düğünlerde ibadet etmek, mukaddes kitapları okumak.)

İkincisi, hakikat bilgisidir. Bütün varlıkların aslı tek hakikattir. Bu hakikate ulaşabilmek için dini bilgileri öğrenmek, rahip olmak ve dünyayı terk etmek lazımdır.

Üçüncüsü, tanrı ile beraber olmaktır. Bu da ibadetle olur. Hinduizmde tapınma kişisel olabilir. Buna puja adı verilir. Kurban törenlerine jajna denir. Her kişi için doğumundan ölümüne kadar 12 tören yapılır.

Hinduizmde temel ahlak kaidesi nefse hakimiyet ve feragatkâr olmaktır. Kast sistemine bağlı kalmak için azami gayret sarf etmek, Brahmanların kanunlarına uymak, kadınlara hiçbir hak tanımamak ve paryaları kurbanlık hayvanlar gibi telakki etmek Hinduizmin sosyal idealini ortaya koymaktadır.

Kurucusunun bulunmayışı, tenasüh inancının bulunması ve hayvan etinin yenmemesi gibi özelliklerle diğer bâtıl dinlerden ayrılan Hinduizm İslamiyet'ten sonra bazı değişiklikler geçirdi. Tevhid inancını savunanlar oldu. Yakınçağda Batıyla ilişkilerin neticesinde Hinduizm içinde çeşitli reform hareketleri gelişti. 1828'de Rommohan Ray'ın kurduğu Brahmo Samac (Brahma'nın Cemiyeti) ile 1875'te Dayananda Sarvasti'nin kurduğu Arya Somal (Soylular Derneği) Hinduizmi çok tanrıcılıktan ve tasvire tapınmadan arındırarak yeni bir şekil vermeye çalıştılar. Mohandos Gandhi şiddet kullanmamak, evlenmemek ve toplumsal hoşgörü gibi eski Hindu geleneklerini yeni sosyal ve siyasi şartlara uyarladı.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Şintoizm

Dünyanın en eski dinleri arasında yer alan Şintoizm M.Ö.VII yy kadar eskiye dayandırıla bilinecek Japonların Milli Dini karekterini sergilemektedir. Şintoizm 'in Japoncada karşılığı Kami-Nomiçi 'dir ( Tanrıların Yolu) Şintoizmin herhangi bir kurucusu yoktur. Şintoizm 'in geçirdiği safhalar üç devrede incelenir. Bunlar ;

1 - Mitolojik dönemlerde başlayan ve Budizm 'in Japonya 'ya girişine kadar devam eden dönem(MS 552)
2 - Budizm, Şintoizm mücadeşlesinin kızıştığı 9.yy kadar süren dönem.
3 - Şintoizm 'le Budizm 'in birbirinden ayrıldığı,1192 'den 1868 reformuna kadar devam eden dönem.

Şintoizm 'in bir diğer özelliği milli,iptidai resmi inanış sistemi bulunmayan, diğer dinlere karşı oldukça hoşgörülü bir din olmasıdır . Şintoizm 'in 2 temel özelliği kısaca;
-Milli bir dindir
-Tabiata tapmaya önem verir.

inanç ve ibadetleri

ilahlarla ilgili inançlara göre birbiriyle hem kardeş hem karı-koca olan Gök (Baba Tanrı) ile Yer (Ana Tanrı) bütün Japon adalarını ve diğer Tabiat Tanrılarını doğurmuşlardır. Bu iki ilah inancı etrafında dönüp dolaşan başka Tanrı inanışları da vardır. Nakledildiğine göre Japonya 'da 8.000.000 ilah vardır. Dağ, ırmak, ateş, gök gürlemesi, fırtına, yağmur, vb. ilahlar dışında her meslek sahibinin de ayrı bir ilahı vardır. Ölüler yaşayanlara muhtaçtır. Kendilerine ikram yapıldığı, mezarın üzerine yiyecek, içecek, eşya vs.. konulduğu sürece mesut olurlar.

Ailenin, köyün, klanın ve imparatorun atalarının ruhları en başta gelen ruhlardır. imparator Güneş ilahesinin torunudur. Genellikle Japonlar dünyanın iyi ve kötü ruhlarla dolu olduğuna inanırlar. Şintoizm 'de tapınak ve evde yapılabilir. Japonya 'da yüzbinin üzerinde mabet olduğu söylenmektedir. Mabetlerde genellikle eskiliği açısından değerli olan ayna, kılıç, mücevherli taş ve Amatarasu 'nun heykeli bulunur.

Japonların ibadet şekilleri çok sade ve basittir. ibadet etmek isteyen kişi mabede gider, elini, yüzünü ve ayaklarını Müslümanların abdest almaları gibi yıkarlar. Mabetteki kıymetli eşya karşısında diz çöker. ibadetini tamamlar ve dışarı çıkar. Eskiden ibadette kurban bulanmasına rağmen, günümüzde rastlanmamaktadır. ibadet için temizliğe çok önem veren Japonlar bunu ihmal etmeyi büyük günah sayarlar. Bazı özel durumlarda islam inancındaki gusüle benzer bir temizlik yaparlar. ibadeti rahipler idare eder. Özel öğretimlerle yetiştirilirler.

Evlenme törenleri mabetlerin bitişindeki evlenme salonlarında rahipler tarafından icra edilir. Cenaze törenlerini ise Budist rahipler yönetir. Bu anlayış bir Japon tarafından “Biz Şintoist doğar, Budist ölürüz” şeklinde kabul edilir. inançlarına göre ölen herkes “Kami” olur. Onlara göre “Aile bir dindir, aile ocağı ise tapınaktır.” Ölülere karşı görevini yapan insan, yaşayanlara karşı olan vazifelerini de yerine getirmiş olur. Çok eski zamanlardan kalma duaları ve sıhri formülleri ezbere okumak, ilahlara hediyeler takdim etmek Japonların bugünde vazgeçemedikleri davranışlardandır.

Tanrı Anlayışları


Japon dilinde genellikle Tanrı veya O 'nun yerini tutacak kavramlar için üst, yukarı anlamına gelen “Kami” kelimesi kullanılmaktadır.

Şintoizm 'de ilahlar hem erkek (izanagi) hem de dişi (izanami) 'dir. Bu iki ilah daha sonra geleceklerin ataları olmuştur. Şintoizm 'de kutsal metinlerin de bu ilahların yaptıkları yazılıdır. Onlarda aynen insanlar gibi doğar, evlenir, banyo alır, hastalanır, kıskanır, ağlar ve ölür. Ahlaki karakterleri de insanlarınkine benzer. Bütün ilahlar doğrudan doğruya tabiat güçleri veya tabiatta bulunan bazı maddelerle ilgili görülmüştür. Tabiat ilahları arasında en önemlisi güneş tanrısı Amaterasu 'dur.

Şintoizm 'in iki mukaddes metninde yıldız ve fırtına ilahları ile sis ilahesinin de adı geçer. Fuji-Yama Dağı da mukaddes dağlar silsilesinin en önemlidir.

Kutsal Yazıları

Şintoizm 'in kutsal metinleri de ikidir: 1- Kojiki 2- Nihongi. Çin yazısının kabulünden önce kendilerine has bir yazıları bulanmadığı için Kojiki 'nin yazıya dökülmesi 712 yılında imparatorun emri ile olmuştur. Tanrıların ve devletin ilahi kaynağı ile insanlığın başlangıcından Kojiki kitabında bahsedilir. Nihongi ise, bir nevi Kojiki 'nin yorumudur. Nihongi 'de devlet hizmetlerinde görev alanların uyması gereken bazı tavsiyeler yer alır.


Günümüzde Şintoizm

Günümüzde Şintoizm Milli bir din olması nedeniyle Japonlar arasında yaygındır.Başta Japonya olmak üzere Japonların yaşadığı diğer ülkelerde de yayılma imkanı bulmuştur.Günümüzde Şintoistlerin sayısının 4.000.000'un üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Konfüçyüsyanizm

Dinin kurucusu Konfüçyüs (M.Ö. 551- 479) adındaki bir filozoftur. Şantung eyaletinde doğmuŞ ve orada ölmüŞtür. O zamandan beri eyalet Çinlilerce kutsal sayılır. Konfüçyüs 'ün hayatında baŞarılı bir öğretmenlik dönemi vardır. O 'nun en önemli özelliklerinden biri kendine aŞırı güvenidir. Bütün hayatı boyunca insanları, iyiye, doğruya ve Şerefli bir yaŞamaya yönelten, inandığı prensipleri yaymak için kitap yazan Konfüçyüs, daha çok akla hitap metodunu kullanmıŞ, mistik bir tavır takınarak metafiziğin her türünü reddetmiŞtir. Konfüçyüs hiçbir zaman Lao-Tseu gibi (Taoizm 'in kurucusu), gibi ilahi bir kuvvetin elçisi olduğunu iddia etmemiŞtir. Dini konular üzerinde fazla konuŞmamasına rağmen çoğu zaman O, kutsallaŞtırılmıŞtır.

Konfüçyanizm 'de insanın evlenmeden veya bir erkek evlat bırakmadan ölmesi büyük günah sayılır. Çünkü erkek evladın, ata ruhlarına ibadeti devam ettireceğine inanılır. Ata ruhları her aile için özel koruyuculuk görevini yerine getirir.

Konfüçyanizm Vu-Ti (M.Ö. 140-87) zamanından 1912 yılına kadar devletin resmi dini kabul edilmiŞtir. Bir bakıma Konfüçyanizm, geleneksel Çin Şinizmi 'nin kaideleŞmesi Şeklidir.

Kutsal Metinleri

Konfüçyanizm 'in mukaddes kitapları, Konfüçyüs 'ün öğrencileri tarafından büyük bir dikkatle toplanmıŞtır. Bu metinler Konfüçyüs 'e isnat olunan (Ta-Hio, Tehoung-Young) ve (Loun-You) iki kitaptan meydana gelmiŞtir ve 1- Klasikler, 2- Kitaplar diye iki kısma ayrılır.

Konfüçyüs bütün eski Çin metinlerini (sosyal, dini, ahlaki gelenek, görenek) gözden geçirmek suretiyle atalar kültürüne dayalı Çin medeniyetini ortaya koymak istemiŞtir. Konfüçyanizm 'in en önemli dini metinleri olan beŞ klasik Şu kitaplardan meydana gelmektedir:

-DeğiŞiklikler Kitabı,
-Tarih Kitabı,
-Şiirler Kitabı,
-Törenler Kitabı,
-ilkbahar ve Sonbahar Vekayinameleri.


Sung Hanedanı tarafından (XI. Yüzyıl) bir araya getiren diğer dört kutsal metin de Şunlardır:

-Konfüçyüs 'ün KonuŞmaları,
-Mansiyus 'un Sözleri,
-Ortayol Doktrini,
-Büyük Bilgi.

Kutsal metinler üzerine Çin bilginlerince yazılan tefsirlerin en meŞhuru Tehou-Hi 'nin eseridir.

Devlet ve Halk Dini Olarak Konfüçyanizm ve ibadetleri

Konfüçyanizm 'de ayrı bir rahipler sınıfı olmadığı için ayinler genellikle devletin yetkili memurlarınca yönetilir. Dünyanın üstün idarecisi Gök tanrı için yapılan törenleri hemen ekseriyetle imparator yönetir. Her yıl 22 aralık gece yarısından sonra baŞlayan bu törenler adaklar, içkiler, yiyecekler ve müzikli alaylar Şeklinde icra edilir. Pekin 'in güneyindeki dünyanın en büyük mihrabı sayılan üç teraslı beyaz mihrabın çevresinde yapılır.

inançlarına göre yer yüzüne ibadet daha aŞağı dereceden bir tabiat kuvvetine tapınma Şeklidir. Yukarıda iŞaret edilen yukarıda iŞaret edilenin dıŞında, her yıl yapılan güneŞ ve ay ibadeti ile ilgili ayinler de yine devlet görevlilerince yürütülür.(Son yıllarda bu anlayıŞ yavaŞ yavaŞ terk edilmektedir)

Halk ibadetinde en yaygın olan anlayıŞ atalara ibadettir. Konfüçyüs 'ten önce de çok yaygın olan bu ibadet, O 'ndan sonra da devam etmektedir; çünkü bu dinin ölmüŞ ata ruhlarının ev veya mezarın etrafında dolaŞtıklarına inanırlar. Bu bakımdan evin sakinleri belli zamanlarda, ölüleri için kutsal birliği sağlamak üzere yiyecek hazırlamayı bir görev bilir. Konfüçyanizm 'de önemli bir yer tuttuğu için ruhları rahatsız etmeden son derece sakınılır


Öğreti ve ÖzdeyiŞleri

Öğretileri en büyük ilgiyi Çin 'de Han Hanedanı 'ndan görmüŞtür.”Büyük Bilgi” ve “Ortayol Doktrini” adlı kitapların yayınlanması bu zamanda gerçekleŞmiŞtir. O 'nun öğretileri ilgili esasların yer aldığı “Konfüçyüs 'ten Seçmeler Kitabı”, öğrencilerinin-inanlarının- gayretiyle derlenmiŞtir. Seçme Konfüçyüs ÖzdeyiŞlerinden bazıları Şöyledir.

-Oğuldan istenen babaya, memurdan istenen hükümdara, kardeŞten istenen ağabeye, arkadaŞtan istenen de kendisine verilmelidir.
-Temkinli olanlar pot kırmaz
-Kendimize yapılmasını istemediğimizi baŞkasına yapmamalıyız.
-insanlar prensiplerine hakim olabilir. Prensipler insanlara hakim olamaz.
-DüŞünmeden öğrenmek,boŞuna zaman harcamaktır.
-Bilgi desteğinden yoksun bir fikir,tehlikelidir.
-Sizden üst durumda olan birinin beğenmediğiniz halleriyle sizden alt durumda olan birine davranmayın.

Ahlak AnlayıŞları


Konfüçyanizm, bir dinden çok ahlaki sistem olarak algılanmıŞtır. O, ahlaki prensiplerinde cemiyet ve milletin ıslahı ile mutluluğu sağlamayı hedef almıŞtır. O bir yandan toplumu saadete ulaŞtıracak prensipler koymuŞ, diğer yandan da Çin 'in eski dini tasavvurlarını canlandırmaktan geri kalmamıŞtır. Hiçbir zaman “öbür dünya”nın varlığını inkar etmemiŞtir.

Konfüçyüs, topluma daimi olarak hata iŞlemekten uzak kalmalarını hatırlatmıŞ,iŞlenen bir suçun cezasının mutlaka bu dünyada görüleceğine onları inandırmaya çalıŞmıŞtır. O her fırsatta çevresindekilere birbirlerinden özür dilemelerini telkin etmiŞ, insanın her zaman hatadan muaf olamayacağına dikkat çekmiŞtir.


Konfüçyanizm 'in ahlaki prensiplerini,Büyük Bilgi adlı eserinde görmek mümkündür. Bu kitabında Konfüçyüs barıŞı sağlama yolunun bizzat insanın kendi benliğinde oluŞması gerektiğine dikkat çekerek ancak kendisiyle barıŞık olan insanın ev halkını çevresini ve nihayet milletini yönlendirebileceğini belirtmiŞtir. O 'na göre 5 fazilet vardır:

-iyilik yapmak
-Güvenilir bir Şahsiyet olmak
-Dürüst davranmak
-Terbiyeli olmak
-Tedbirli davranmak

BaŞarını her zaman faziletin varlığı anlamına gelmeyeceğini söyleyen Konfüçyüs ancak iyilikte ısrar etmek suretiyle hikmet ve faziletin bir anlam taŞıyacağını açıklamıŞtır.

Konfüçyüs 'e göre ahlaki telkinlerin meyve verebilmesi için Şu ana temeller üzerine oturması Şarttır.

-Kültür
-Sözünde durma
-iŞ idaresi
-Üste karŞı dürüst davranma


Ahlaki olgunluğun temel öğelerini teŞkil eden insanı iliŞkileri Konfüçyüs beŞ maddede toplamıŞtır. Bunlar ;

-Amir - memur iliŞkisi
-ArkadaŞ - dost iliŞkisi
-Karı - koca iliŞkisi
-Ana-babanın çocuklarıyla iliŞkisi
-KardeŞler arası iliŞkiler.

Sosyal hayatın bütün yönlerini içine alan bu beŞ esas, bütün diğer ahlaki istemlerinde vazgeçemeyeceği prensiplerin baŞında gelmektedir. Konfüçyüs 'e göre hayırseverlik ve adalet ahlaki olgunluğu tamamlayan iki önemli erdemdir. Toplumda bazı görevler sırf ahlaki oldukları için yapılmak zorundadır. Menfaatler adaletin gerçekleŞmesini önleyen en büyük faktörlerdir. Bunun için insanları bu duygudan uzaklaŞtırmak gerekir.


Günümüzde Konfüçyanizm

Günümüzde Konfüçyüsyanizm Çin, Çin Hindi (Tayland, Tayvan, Vietnam ), Kore, Japonya,Hindistan 'da taraftar kitlesine sahip olmakla beraber Avrupa ve Amerika 'da da Konfüçyüs Dini mensupları bulunur. Doğu dinlerinin birbirleriyle iç içe geçmesi taraftar sayısı hakkında net bilgi almayı güçleŞtirmekle birlikte, bazı din araŞtırmacılarınca bu sayının 350.000.000 'un üzerinde olduğu ifade edilmektedir. Konfüçyanizm nitelik olarak din -ahlak öğretisi özelliklerinden dolayı farklı bir dine inanan biri tarafından da kabul edilebilir olduğundan özellikle batı ülkelerinde yayılmaya devam etmektedir.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Taoizm - Taoculuk]

Çinin en eski dinlerinden biri olan Taoizm, Şintoizm ve Konfüçyanizm e reaksiyondan doğmuştur. Kurucusu Lao Tzu (Lao-Tse / ihtiyar bilgin)dir. Hayatı hakkında az bilgiye sahip olmamıza rağmen MÖ.604-517 yılları arsında yaşadığı Honan da doğduğu Konfüçyüsün çağdaşı olduğu düşünülmektedir.

Taoizm Tao kavramı üzerine inşa edilmiştir. Taoizm in kendine güre büyücüleri rahipleri,rahibeleri,dini şefleri ve kendine has ayinleri vardır. ilkbaharda ateş yakılır.Taoist rahipler yarı çıplak durumda, ateşe pirinç ve tuz atıp yalınayak koşarak üzerinden geçerler.

Taoizm e göre insan raks ve sarhoşlukla vecde ulaşabilir. Hayatını tehlikesiz bir şekilde yaşamak ve sürdürmek isteyen insan iyi bir yemek rejimi oluşturarak aşırılıktan kaçınmalıdır. Böylece ölümü biraz daha geciktirmiş olur. Lao nun bir diğer özelliği de karşılıksız iyilik yapmak gibi güzel ilkeyi ilk ileri sürenlerden biri olmasıdır. Lao ilkelerini uygulamak için ısrarlı olmamış, daima mutevazi ve sakin bir hayat sürmeyi tercih etmiştir.

inanç Esasları ve Ahlak Anlayışı

Taoizmin başlıca öğretisi,ebedi, gayri-şahsi mistik bir üstün varlıkla ilgilidir. Taoizm e göre bu alem mevcut olan (Yank) la mevcut olmayan (Yin) in birleşmesinden meydana gelmiştir. Bazı kaynaklara göre tao, Tanrı nın sembolleştirilmiş varlığı olarak anılmaktadır.

Taoistlerin evlerinde birçok mabut tasvirleri büyük kapılar önündeki dolap içine yerleştirilmiştir. Ancak bu mabutlar her taoiste göre değişik içeriktedir. Taoistlerin çoğu savaş tanrısı Kvan-Ti ile, tüccarların mabudu sayılan Zenginlik tanrısı Sai Shin e tapmaktadırlar. Taoizmde basit manada cehennem inancı görülmektedir.

Taoizmin temeli mistik panteizmdir. Tao,dünyayı yöneten sebeptir. O görülmeye,işitilmeyen, kavranılması mümkün olmayan bir yaratıcı prensip olarak algılanmaktadır. Bir başka açıdan Tao göğün ve yerin kaynağı, yaratıcı ve yaşatıcı kavramdır. Hiçbir şeye muhtaç değildir.

Taoizme göre insan ancak manevi yönüyle insandır. Bunun için Tao rehber olarak kabul edilmelidir. Taoizmin temel prensibi iyilere karşı iyilik yapmak, iyilik yapmayanlara karşı yine iyilik yapmak, böylece her şeyin iyi olmasını sağlamak olarak özetlenebilir. Taoizmde dini inancın büyüklüğü mutlak sükunet ve rahatlık içinde dünyaya sırt çeviren bir hayat tarzıyla mümkündür de diyebiliriz. Taoizmin ahlak anlayışı üç ana noktada toplanabilir. Bunlar;

-Basit bir hayat yaşayarak tutumlu olmak
-Mütevazi olmak,nefsini gurur ve kibirden uzaklaştırmak
-Bütün canlılara karşı merhametli olmak.

Taoizm de bu ahlaki ilkelerin gerçekleşmesi için gösterişten uzak olmak,başkalarını düşünmek, yumuşak huylu olmalıdır. Kişi ilahi güçlerle ilişkisini koparmamalı,ve ilahi yolu zorunlu olarak takip etmelidir.

Kutsal Kitapları

Taoizm in mukaddes kitabı Tao-Te-King (Tao ve Fazilet) dir.Tao ihtiyarladığında batıya göç etmiş ve kitabını bir gümrükçüye yazdırmıştır. 1788 de Latince ye 1823 de Fransızca ya çevrilmiştir. Tao-Te-King ile incil arasında benzerlikler olduğu anlaşılmaktadır. Taoizm e göre Tao yol,doğruluk tabii dünya nizamı anlamına gelir. Kitap 2 bölüm 5000 kelime ve 81 bahisten oluşmaktadır.

Günümüzde Taoizm

Taoizm günümüzde Çin, japonya, Kuzey ve Güney Korede yaygın bir din olmasına karşın tarftarlarının büyük bir çoğunluğu Güney Korede yaşamktadır.Bu ülkelerin dışında diğer uzak asya ülkeleriyle göç alan ülkelerde de taraftarlarına rastlanılmaktadır.Taoizmin toplam taraftar sayısı yaklaşık olarak 95.000.000 civarındadır.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Ortadoğu Dinleri

Nusayriler

Nusayriler ismini, kurucusu olan Muhammed b. Nusayr en-Nemiri'den (883) aldığı bilinmektedir. Nusayriler, Türkiye'de Adana, Mersin ve Hatay'da yerleşmiş yerli halkın ve Suriye yönetimindeki Esadların da mensup olduğu Aleviliğin bir koludur. Suriye'de nusayriler sayıca azınlık olmalarına rağmen iktidardadırlar.

Türkiye'de Nusayriler, Hatay il merkezi, Samandağ ve kısmen Adana, Mersin, Tarsus ve İskenderun'da yaşarlar. Nüfusları yaklaşık olarak 350.000'dir.

Nusayriliğin bir diğer adı da Arap Aleviliğidir. Nusayri halkı, kendisini adlandırma konusunda çeşitlilik gösterir. Türkiye'de yaşayan Nusayri halkı, genelde kendisini Alevi veya Arap Alevisi olarak tanımlar. Okumuş nusayri halkı ise kendisini "Arap Alevisi veya Nusayri" olarak tanımlar. Nusayri isminin, Hatay'ın hemen güneyinde bulunan ve Suriye'nin Akdeniz'e kıyısında dizilmiş sıraağlar olan An Nuşayra dağlarından geldiği mi, yoksa dağların adını bu halktan mı aldığı belli değildir.

Nusayriliğin kurucusu İbn Nusayr, Şiî-İmamiyyenin onuncu imamı Ali en-Naki'nin hayatında onun tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu iddia ediyor; onun hakkında aşırı görüşler ileri sürerek tenasuhtan söz ediyordu. Onun ilahlığını söylüyor ve haramları helal kılıyordu. Bir rivayete göre de, İbn Nusayr, İmamiyye'nin onbirinci imamı Hasan el-Askeri'nin (873) "bab"ı olduğunu ileri sürmüş ve onun vefatıyla da oğlu Muhammed b. el-Hasan'ın mehdiliğini kabul etmiştir (E.Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhebleri, s. 143, en-Nevbahtî, Fırakuş-Şî'a, nşr. M.Sadık, Necef 1936, s. 193).

Genellikle Suriye bölgesinde yayılmış bulunan Nusayriler, Karmatilerin 291 (903) yılında Suriye'yi ele geçirmesi üzerine, bir kısmı Suriye'de kalırken bir diğer kısmı ise, Antakya civarına çekildiler. Özellikle Nusayrilik Hamdanilerin Suriye'ye egemen olmasıyla bu dönemde büyük bir güç kazandılar. Zira Hamdani emirleri bu mezhebe girmiş ve yaygınlaşması için uğraşmışlardır. Selçuklular döneminde Malazgirt savaşını (463/1071) takiben de Nusayriler Antakya'yı ele geçirmişlerdi. Frankların 492 (1098) yılında bölgeyi işgal etmeleri üzerine bir süre onların hakimiyetleri altında kaldılar. Haçlı seferleri esnasında Haçlı ordularına yardım etmiş ve müslümanların aleyhinde Hristiyanlara destek olmuşlardı. Bundan dolayı
Selahaddin Eyyubi tarafından cezalandırılmışlardır. Aynı şekilde Memluklular aleyhinde Moğollara yardım ettikleri için Memluklu Sultanı Baybars'tan da baskı gönnüşlerdi. Nusayriler, bölgede sırasıyla hüküm süren, Selahaddin Eyyubi, Haçlılar, İsmaililer ve Moğollar'dan sonra Yavuz Sultan Selim'in 1516 yılındaki Mercidabık Zaferi ile Suriye'yi ele geçirmesi ile daha sonraki devirlerde de aynı bölgede varlıklarını sürdürürler. Nusayrilerin hemen hemen her devirde ve özellikle Osmanlı döneminde varlıklarını sürdürmelerindeki en önemli faktör, Osmanlı Devletinin, hükmü altındaki bölgelerde her inanç ve ırktan olan kavimlere gösterdiği müsamaha anlayışı ve tavrı gösterilmektedir. Zira, Osmanlı Devleti, bu tavrını devletin bağlayıcı ve birleştirici bir felsefesi olarak telakki etmekte idi. Zaman zaman Osmanlılara karşı isyan etmelerine rağmen II. Abdülhamid onları resmen bir mezheb olarak kabul etmişti.

Bugün Suriye'de çeşitli bölgelerde, Hatay, Tarsus, Adana, Fırat boyları ve Lübnan'da yaygın olarak yerleşmiş bulunan Nusayrilerin sayısı bir kısım araştırmacılara göre yaklaşık 325-400 bin kişi civarındadır (L.Massignon, "Nusayriler" Maddesi, İ.A.) Bir kısım araştırmacılara göre ise, yalnız Hatay Bölgesi'nde yaklaşık yüz kırk dokuz bin Nusayri bulunmaktadır (Ahmet Turan, Les Nusayris de Turquie dans la Religion d'Hatay, Doctorat de III e cylcle Paris 1973, s. 21).

Din


Nusayriler, alevilerle birçok ortak inanışa sahiptir. Alevi felsefesinin özü aynıdır. Dini ibadetin hangi şekilde olursa olsun, Allah için kılındığında geçerli olduğu genel inanıştır. Bu yüzden genelde sünni camilerine gitmeseler de, gittikleri ve sünni namazı kıldıkları takdirde de ibadetin yerine getirildiği inancı vardır.

Suriye'de ve Türkiye'nin nadir yerlerinde Alevi camileri bulunmaktadır. Alevi camisi nusayrilere özgü olmasa da, genel olarak Suriye'de bu camilere rastlanması, böyle algılanmasına sebep olmuştur. Alevi camisinin görünüşte en temel farkı, ezanın değişik olmasıdır. Selavat getirilirken, ''Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden resulullah'' sünni selavatına ek olarak ''ve aliyyen veliyullah'' okunur.

Dinin şekillendiricisi olarak İslam din bilgini Selman-i Farisi görülür. Din, temelinin ne zaman ortaya çıktığı belli olmayan bir ''sır'' üzerine şekillenir. Arap alfabesindeki üç harfle simgelenen sır, genel halk tarafından dahi bilinmez. Bu sırrı bilmek için ermek, ''eve giden yol''a gitmek gerekir. Bu sırrın yanısıra, ibadet de gizlilik içinde yapılır. Bu gizliliğin kaynağı olarak da, Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim'den itibaren başlayan ve günümüze kadar süren katliamlar gösterilir. Bu nedenle -günümüzde bu yasak delinse de- kişi, nusayri olduğunu gizler.

Nusayriler, namazı gün içinde gerekli duaların okunması suretiyle kılabilir. Namazın en belirgin özelliği hiçbir şekil içermemesidir. Yürünürken dahi kılınabilir. Yeter ki temizlik şartı -hem ortam hem de kişinin temizliği- ve namazın Allah için kılınma şartı yerine getirilsin. Ayrıca nusayriler, önemli günlerinde veya herhangi birinin ''namaz yapması'' durumunda bir ''camii''de toplanırlar. Türkçemizdeki sembolik anlamının aksine, nusayriler için ''camii'' Arapça orjinal anlamını korumaktadır. Cami, ibadet amacıyla toplanılan yerdir. Burası, günümüz anlamıyla bir camii de olabilir, bir türbe de, hatta birinin evi dahi olabilir.

Önemli günlerde veya birinin namaz yaptığı durumlarda, namaza katılanlar belirlenmiş olan yerde toplanırlar. Namaz, aynı zamanda kurban anlamına gelmektedir. Namazı yapan kişi kurban keser, genellikle namaza katılan ve durumu müsait olan kişiler de namaza kurban keserler. Kesilen kurbanlardan, genellikle, ''hrisi'' adı verilen yemek yapılır. Bu yemek, etin kemikten kendiliğinden ayrılıncaya kadar kaynamasından sonra, dövmeyle beraber kaynatılmasından yapılır. Eksiksiz, namaza gelen veya oradan geçmekte olan herkese bu yemekten dağıtılır. Görüldüğü üzere ''namaz yapmak'', aynı zamanda nusayrilerin toplumsal dayanışmasını sağlar.

Din, erkek çocuğa, birinci ve ikinci dereceden akrabası dışında biri olan ve çocuğun kendi seçeceği bir ''amca'' tarafından öğretilir. "Amca" karısı bir nevi annesi, çocukları da kardeşi sayılır. Kız çocuklara ise, Yavuz Sultan Selim dönemine rastlayan bir dönemden itibaren namaz öğretilmemiş, sır verilmemiştir.

Bayramlar

Nusayrilerin dini bayramları; sünnilerle aynı olan ramazan bayramı, Muhammed'in veda hutbesini okuduğu gün olan ''id-il gadir'' (bayramların en büyüğü) bayramı ve eski takvimde yeni yıl olduğu söylenen, 14 Temmuz'daki ''temmuz-ul evvel'' bayramıdır. Bu bayramlardan sadece Temmuz-ul evvel'de namaz yapılmaz, o gün herkes alanda toplanır, en güzel kıyafetlerini giyer ve eğlenir. Bu bayramlardan biri, Şellale filminde resmedilmiştir.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
İslamiyet - Sünnilik


(1. Bölüm)


Arapça “selem” kökünden alınmış olan islâm, lügatta, “itaat etmek, boyun eğmek, teslim olmak, kötülüklerden salim bulunmak, selamete ulaşmak” vb. anlamlara gelen bir mastardır. islâm Hz. Muhammed (s.a.v)’e Allah tarafından vahiyle bildirilen son ve kâmil dinin adıdır. Bu dine uyanlara Müslüman denir.

Ali Bulaç Diyanet İşleri Başkanlığı Edip Yüksel Elmalılı Hamdi Yazır Süleyman Ateş ve Yaşar Nuri Öztürkün Kuran mealleri Online Kuran Dinleme

Genel manada Müslümanlık Allah‘ın varlığına, birliğine O’ndan başka ilâh olmadığına Hz. Muhammed (s.a.v)’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna, O’nun tebliğleriyle temellendirilen sisteme inanmak ve inandıklarını uygulamak yani amel etmek demektir. Bu durumda olan kimseye Müslüman denir. islâm’a bu ad bizzat islamın Kutsal Kitabı Kuranı Kerim de şöyle yer alır: “Allah katında gerçek din islâm’dır.” (002) “Allah kimi doğru yola eriştirmeyi dilerse onun kalbini islâm’a açar.” (003) “… işte bu gün sizin için dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım, sizin için din olarak islâm’ı beğendim.” (004)

Kur’an-ı Kerim’in birçok âyetinde islâm ve o kökten türeyen kelimeler geçmektedir. islam anlayışına göre islâm, Hz. Adem’den itibaren gelen bütün peygamberlerin tebliğ ettikleri dinlerin adıdır. Bir değişikliğe, tahrif ve sapmalara uğramaksızın orjinal şekliyle kıyamete kadar baki kalacak son dinin Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından bildirilen şekli islâm’dır. Bir ayet-i kerimede, “O, peygamberlerini hidâyet ve hak din ile gönderendir. Çünkü O, bunu diğer bütün dinlerden üstün kılacaktır. Müşriklerin hoşuna gitmese de” (005) buyurulmuştur.

Herhangi bir kişinin Müslüman olabilmesi için Kelime-i şahadet’i kalben tasdik ve dil ile ikrar etmesi gerekir. Müslümanlığın esasları dörttür:

1-Kitap (Kur’an-ı Kerim),
2-Sünnet (Hz. Peygamber (s.a.v)’in örnek yaşayışı ve sözleri),
3-icma-i ümmet (Din alimlerinin toplanarak, kitap ve sünnete uygun şekilde, dinî bir konuda karar vermeleri),
4- Kıyas-ı fukaha (Din alimlerinin, daha önceki verilen hükümlerden faydalanarak, yeni çıkan durumlar için kaideler koymaları).

islâm açısından Kelime-i şahadet, kesin kabul ve tasdik ifade eden imanın bir tezahürüdür. Kişi böylece Allah‘ı ve peygamberi kabul etmiş demektir. Kur’an-ı Kerim, iman kelimesini bazı ayetlerinde islâm kelimesiyle aynı anlamda kullanmıştır. Bu bakımdan imanın şartlarından biri veya bir kaçını inkâr eden, imandan da islâm’dan da çıkmış olur. islâm, müntesiplerinin dünya ve ahiret saadetini sağlamak için bir takım temel prensipler koymuştur:

1-itikadî hükümler (inançlarla ilgili),
2-Amelî hükümler (ibadet ve yaşayışlarıyla ilgili),
3-Ahlâkî hükümler (moral değerlerle ilgili).

Müslümanlık, ilâhî dinlerin sonuncusu olarak Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından tebliğ edilmiştir. islâm VII. yüzyılın başlarında Arabistan’da doğmuştur. Bu sırada gerek Arabistan’da gerek dünyanın diğer yörelerinde birçok din mevcuttu. islâm önce Mekke ve Medine’de yayılmış, sonraları Arap yarımadasının diğer bölgelerine girmiştir. Dünyanın birçok ülkelerinde islâm’ın yayılmasında Türklerin büyük rolü olmuştur.

islâm’ın doğuşu sırasında Mekke’de putperestlik hâkimdi. Kabe 360 putun (006) merkezileştiği bir panteon idi. Dini hayatta Allah‘tan başka birçok mabutlara Tanrı diye tapıyorlardı. Mabutların başlıcaları, Lat, Menat, Hübel ve Uzza idi. Kabe mukaddes bir ibadethane olmakla beraber Mekke’de ayrıca bir rahip zümresi vardı. Dinî hayat ve ibadetler kabile başkanlarınca idare edilirdi. Kâhinlerin de toplumsal hayatta özel bir yeri vardı. Yine islâm’ın doğuşu sırasında Mekke ve Medine’de az da olsa Yahudi ve Hıristiyan cemaati yaşamakta idi. Bununla beraber o bedevi toplumda Hanif denilen puta tapmayı reddeden Yahudi ve Hıristiyan da olmayan bir zümre yaşamakta idi. O sıralarda dünya genelinde tam bir kargaşa yaşanıyordu. Mevcut dinler insanlara huzur vermek, onları manevi yönden tatmin etmekte yetersiz kalıyordu. işte bu ortamda Arabistan’dan doğan islâm güneşi, karanlıkların giderileceğine dair insanlara ümit vermiştir.

Mekke, yüzyıllardır hem ticaret, hem de din açısından merkezi bir hüviyete sahipti. Araplar genellikle göçebe olmalarına rağmen, Mekke, Medine, Yemen vb, beldeler şehir yaşayışına buyük ölçüde adapte olmuştu. islâm’ın Hz. Muhammed (s.a.v)’e bildirildiği dönemde, Arap toplumunda putlara tapmanın ötesinde (008) insanlar, hurafe ve batıl inançlarla iç içe yaşıyorlar, adeta bütün hayatlarına sihirbazlar ve falcılar yön veriyordu. Araplar arasında puta tapıcılığın tabii bir sonucu olarak “Tağut” denilen tapınaklar da gelişmişti. Kâbe’ye gösterdikleri saygıya benzer tarzda bu tapınaklara da saygı gösteren Araplar, bazı özel günlerinde bu tapınakların önünde kurban keserler, tavaf ederler ve kur’a okları çekerlerdi. Ayrıca Araplar evlerinde de put bulundururlardı. Bunların putları Allah ile kendi aralarında ortak tutmalarına “müşriklik” denir. Her kişinin bir putu vardır. Kişi ancak kabilesini terk ettiği taktirde putunu değiştirirdi. Bunların dışında Araplar arasında yıldızlara ve atalara tapınma inancı da oldukça yaygındı.

Müşriklerin baskı ve zulümlerinden dolayı ilk müslümanlar ibadetlerini gizli yapmışlardır. Hz. Peygamber (s.a.v)’in islâm tebliğinin ilk üç yılı sonlarında Hz. Ömer’in de Müslüman olmasıyla sayıları kırka ulaşmıştı. Hz. Ömer’in islâm’ı kabulü Müslüman topluma moral kazandırmıştır. Artık bu andan itibaren Müslümanlar hem inançları, hem de ibadetlerini saklamamışlardır.

islâm, nazil olduğundan günümüze kadar bir harfi bile değişmeyen ilâhî kitap Kur’an’a ve O’nun tebliğcisi Hz. Muhammed (s.a.v)’in hadislerine dayanmakta, böylece bütün insanlığa hitap etmektedir. islâm evrensel bir dindir, bir milletin, bir zümrenin veya bir bölgenin dinî değildir.

islâm evrensel olduğu gibi O’nu tebliğ eden peygamber de bütün insanlığa gönderilmiştir: “Habibim seni müjdeci, haberci ve bütün insanların Peygamber‘i olmaktan başka bir sıfatla göndermedik. Fakat insanların çoğu bilmezler”. (009)

islâm öncelikle fertlerin düzelmesini esas alır. Fertler düzeldiği ölçüde, o toplum da düzelecektir. ideal toplumun teşekkülü de böylece sağlanmış olacaktır. islâm, bütün emir ve yasaklarında dünya-ahiret dengesini en iyi şekilde kurmayı hedef edinmiş bu hedefine de en mükemmel şekilde ulaşmıştır.

İnanç ve ibadet Sistemi

Eski dilde iman karşılığında kullanılan inanç “inanmak, itimat etmek” anlamına gelir. Din terminolojisinde inanç, “mutlak tasdik” manasındadır.” (010) Gerçek manada tasdik dil ile kalbin birleşmesidir; buna erişen kişi de mü’mindir. Dil ile tasdiki kalbiyle pekiştirmeyen kişiye münafık denir. Halk deyimiyle iki yüzlülük halidir. iman, amel ile birleştiği zaman daha da önem kazanır. iman amelle olgunluğa kavuşur. Ameli olmayan kişinin imanı bulunabilir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in “Sizin iman bakımından en kâmil olanınız, ahlâk bakımından en güzel olanınızdır. (011) Hadis-i şerifleri imanın, ancak amel ile yüceleceğine dikkat çekmektedir.

islâm ilahiyatı ile ilgilenen araştırıcılar, Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde geçen iman ve islâm terimlerini ayrı ayrı inceledikleri gibi, iki terimin birbiriyle olan münâsebeti üzerinde de durmuşlardır. Hadd-i zatında iman ile islâm kelimeleri arasında lügat açısından fark bulunmakla beraber, bu daha çok özellik ve genellik yönündedir. iman daha özel, islâm ise daha geneldir. Daha açık bir ifade ile iman tasdik, islâm ise teslimiyet demektir. Bir bakıma tasdikin gerçekleşmesi, teslimiyeti ister istemez akla getirmektedir. Ancak her teslimiyetin tasdik manasında algılanması da mümkün değildir.

Konu genel hatlarıyla ele alındığında islâm ile insanın bir olduğu görülmektedir. islâm nazarında mümin olsun, müslim olsun aynı dinî hükümler uygulanır. Hz. Peygamber (s.a.v) insanları, mümin, kâfir ve münafık olmak üzere üç kısma ayırmıştır. imam-ı Azam’a göre insan ile islâm arasında lügat açısından fark bulunmakla beraber, din bakımından islâmsız iman, imansız islâm mümkün değildir. islâm kelâmcıları iman esaslarını öncelikle ikiye ayırır:

1-icmalî iman (toptan inanma, Kelime-i Tevhid, Kelime-i şahadet),
2-Tafsili iman (Amentü’de ifade edilen hususlara ayrıntılı olarak inanmak),

islâm Dini’nin iman esaslarını Kur’an-ı Kerim bildirmiştir. Amentü denilen imanın altı esasını bir arada Hz. Peygamber (s.a.v) açıklamıştır.


1- inanç Sistemi

1.1. Allah‘a iman

islâm Dini’nin temeli Allah‘a inanç esasına dayanır. Bütün ilâhî dinler Allah‘a inanmayı temel kabul etmiştir. ilâhî dinler dışındaki diğer bazı dinlerde de Allah‘a inanç meselesi prensip olarak mevcuttur. Tarihin her döneminde Allah‘a inanmayan fertler bulunmuştur; ama bütün bir toplum asla!

Kur’an-ı Kerim, sayısız âyetinde Allah‘a imanın önemini belirtmiştir. Kur’an-ı Kerim insanı, Allah‘ın zâtını düşünmekten menederken, O’nun varlığı, birliği, yüce sıfatlarıyla güzel isimlerini düşünmeyi tavsiye etmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde, “…ancak Allah‘ın zatını düşünmeyin. Çünkü buna kudretiniz yetmez” buyurur. Aynı manayı kuvvetlendiren bir diğer hadis-i şerif şöyledir: “Kalbine ne gelirse, Allah ondan başkadır.”

islâm’da Allah kavramını en güzel açıklayan âyetlerden bir kısmı ihlâs sûresindedir: “De ki, O, Allah‘tır, bir tektir. O Allah‘tır, sameddir. Doğurmamıştır, doğurulmamıştır.” (012)

Allah inancı konusunda ölçülü ve dengeli bir mantık sergileyen islâm, O’nun sıfatlarını, başka varlıklara vermediği gibi, yaratılmışların sıfatları da Allah‘a atfedilemez. islâm’a göre Allah her yerde hâzır ve nazırdır. şekilden zamandan ve mekândan münezzehtir. O, insanlara şah damarından daha yakındır. Din gününün yegâne sahibi O’dur. Kişinin Allah‘a imanı, fıtratının bir gereğidir. Ergenlik çağına gelmiş akıllı kişi, Allah‘ın varlığına imanla yükümlüdür. imam-ı Maturidi’ye (852-944) göre, peygamberler tarafından dinî hükümler tebliğ edilmedikçe bu kişiler ahkâm-ı şeriyye ile mükellef tutulmaz. islâm bilginlerine göre Allah‘ın varlığı, birliği vahyin irşadı ve kalbin tasdiki ile açıklık kazanır, fakat O yüce varlığın mahiyetini kavrayamayız.

1.2. Meleklere iman

islam inançlarından biri de meleklere imandır. Kur’an-ı Kerim ye hadis-i şerifler melekleri, onların varlık ve misyonlarını bize açıklamıştır.

Melekler, erkeklik ve dişiliği olmayan, yeme-içme vb.den uzak ruhanî ve nuranî varlıklardır. Gözle görülmezler. Evlenmek, çoğalmak, doğmak, ölmek vb. insanlara has davranışlardan uzaktırlar. Daima Allah‘ı tesbih ile O’na ibadet ederler; Allah tarafından verilen görevleri yerine getirirler, günah işlemezler, bir imtihana tâbi değildirler. Bu bakımdan günah işlemeye de müsait yaratılmış olan insan, kendini günahlardan koruyabilirse Allah katında meleklerden de üstün olabilir. insanların masumiyet içinde hayat sürebilmeleri, onların melekleşmesini sağlar.

Ayrı ayrı görevlerle mükellef dört büyük melekten (Cebrail, israfil, Mikail, Azrail) başka insanların yaptığı işleri kaydeden Kiramen Kâtibin ile Münker Nekir melekleri de vardır. Melekler gözle görülmeyen varlıklar olmak itibariyle bu tür bir inanç diğer dinlerde de mevcuttur. Muharref ilâhî dinlerden olan Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta meleklere inanılmakla beraber aralarında fark vardır. Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerine nazaran melek, inancını en güzel ve net şekilde açıklayan din islam olmuştur.

1.3. Kitaplara iman

Müslümanlığın iman esaslarından biri de kitaplara imandır. (013) islam’da kitaplara imandan kasıt, dört ilâhî kitapla, onlardan önce yine peygamberlere gönderilen sahifeler (suhuf)dir. (014) Bütün bu kitapları Allah peygamberlerine Cebrail aracılığı ile göndermiştir. ilâhî kitaplara Kütüb-i Münzele ve Kütüb-i Semaviyye de denir.

Kur’an-ı Kerim, ilâhî kitapların muhtevası, hangi peygambere verildiği vb. hususlarda tatminkâr bilgiler vermektedir. Zebur’un ise sadece Hz. Davud’a verildiğini açıklamıştır.


1.4. Peygamberlere iman

islâm’da inanç şartlarından biri olan peygamberlere iman, sadece Kur’an-ı Kerim’de isimleri zikredilen peygamberleri değil, gönderildikleri sabit, fakat isimleri bilinmeyen peygamberleri de kapsar. Peygamberler, Allah‘ın emir ve yasaklarını insanlara ulaştıran elçilerdir. Bu bağlamda onlara nebi ve rasul de denir. islâm’a göre peygamberlik Allah‘ın seçkin kullarına verdiği bir imtiyaz ve özel görevdir. insan çalışıp çabalamakla peygamber olamaz.

Kur’ân-ı Kerim 25 peygamberi ismen açıklamış, peygamber olup-olmadığı tartışılan üç kişi dışında her topluma peygamberler gönderildiğini bildirmiştir. ilk peygamber Hz. Adem, son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) arasında kaç peygamber bulunduğu kesin olarak bilinmemektedir.

Müslümanlar ayırım yapmaksızın bütün peygamberlere inandığı halde, Yahudiler Hz. isa ve Hz. Muhammed (s.a.v)’e, Hristiyanlar ise Hz. Muhammed (s.a.v)’e inanmazlar.

Hristiyanlar da prensip olarak peygamberlere imanı kabul etmişler, ancak bazı istisnalar koymuşlardır. Bundan ayrı olarak yine Hristiyanlar, Hz. isa’nın Havarilerini ve Pavlus’u da peygamber hatta peygamberlerden de üstün sayarlar. Hristiyanlara göre peygamberlik çalışmakla elde edilmez; o ancak Ruhu’l-Kuds’ün bir görevlendirmesiyle olur. Yine Hristiyanlık’ta Hz. isa, “Tanrı‘nın Oğlu”, diye nitelendirilirken, O’nun havarileri de Hz. isa’nın resulleri sayılmıştır. Hz. isa’ya Mahkeme-i Kübra’nın yöneticisi olarak da inanırlar.


1.5. Ahiret Gününe iman

Allah ve O’nun peygamberi’nin bildirdiklerine inanan, kişi için Ahiret Günü’ne iman zorunludur. Ahiret günü, birinci nefhadan ikinci nefhaya, sonra da cennet ehlinin cennete, cehennem ehlinin cehenneme girmesine kadar geçer zamandır. Diğer bir ifade ile ikinci nefhadan sonra başlayan ve sonsuza kadar uzanan zamandır.

Müslümanların ahirete imanları Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflere dayanmaktadır. Bir ayet-i kerimede şöyle buyurulur:

“Onlar san indirilenlere de, senden evvel indirilenlere de inanırlar. Ahirete ise onlar şüphesiz bir bilgi ve iman beslerler.” (016)

Ahiret Günü’ne tam anlamıyla inanan kişi, dünya hayatını da düzene sokmuş, günahlardan ve sapıklıklardan nefsini büyük ölçüde korumuş olur.

Kur’an-ı Kerim, Allah‘a imandan sonra çoğu kere Ahiret Günü’ne imanı zikreder. Ahiretin zamanını bilemeden her an o büyük güne hazırlanmak, Müslümanın dünya hayatına bağlanmasını sağladığı gibi, ona sorumluluk da yükler. islâm, Ahiret Günü’nü, ölümü kıyametin vukuunu, sonra neler olacağını, ölümden sonra tekrar dirilmeği, hesaba çekilmeği, ceza ve mükafat görüleceğini vb. ayrıntıları ile açıklamıştır.

Yahudilik ve Hristiyanlık’ta da ölümden sonra dirilme inancı vardır. Yahudilik’te ahiret konusu islâm ve Hristiyanlığa nisbetle fazla işlenmemiş, onlar daha çok dünya hayatına önem vermişlerdir.

Hristiyanlar ise Ahiret Günü’nün hemen geleceği korkusu ile ruhbanlığa sarılmışlardır. Bu konuda da en sağlıklı dengeyi islâm kurmuştur. islâm’a göre “Hiç ölmeyecek gibi dünya için çalışılacak, yarın ölecekmiş gibi ahirete hazırlanılacaktır”.

Ahiret Günü’ne iman konusunun Yahudiliğe ne zaman girdiği kesin olarak bilinmemektedir. Zaten Tevrat’da da kıyamet, mahşer, cennet, cehennem hakkında açık bir bilgiye rastlanmamaktadır. Ayrıca bu konudaki inançları da zaman zaman değişikliklere uğramıştır.

incillerden elde edilen bilgilere göre Hz. isa’nın ikinci kez dünyaya gelişiyle kıyamet vuku bulacak, ölüler mezarlarından kalkarak dirilecekler, (017) O da insanları hesaba çekmek üzere adalet kürsüsüne oturacaktır. Yine Hıristiyanlar Hz. isa’nın yakın bir gelecekte yeryüzüne ineceğine, ancak O’ndan önce Deccal’in ortaya çıkacağına inanırlar. Hıristiyanlara göre Allah hükmetme yetkisini Hz. isa’ya vermiştir. Ölümden sonra ruh bedenden ayrılarak dünyadaki durumuna göre sevap veya cezaya çarptırılacaktır. (018) Ölülerin son mükâfatlandırılmasından önce berzah denilen yerde kalacaklardır. Hıristiyan inancında ölümden sonra cennette mutluluk, cehennemde azap görecek olan yalnız ruhtur.

1.6. Kaza ve Kadere iman

islâm’da iman esaslarından biri de kaza ve kadere imandır: Gerçekte bu ifadenin kader ve kazaya iman şeklinde olması daha uygun ise de, Türkçemiz de böyle yerleşmiştir.

Kader, ileride meydana gelecek her şeyin önceden bilinerek Allah tarafından takdir ve tesbit edilmesi, kaza da, bilinen ve tesbit edilen her şeyin zamanı geldiğinde yine Allah tarafından yaratılmasıdır. Kader, Allah‘ın ilim sıfatına, kaza da tekvin sıfatına racidir. Ehl-i sünnetin inancı budur.

islâm’a göre Allah‘ın küllî iradesi yanında kulun cüz’î bir iradesi vardır. Kul bu iradesini hayra da şerre de yönlendirebilir. iyilik-kötülük, hayır-şer belli olduğuna göre kula düşen görev, aklını kullanarak iyi ve hayır olana yönelmektir. insan, iradesiyle yaptıklarından sorumludur. iradesi dışında olan (hangi ana-babadan, nerede, ne zaman doğacağı, boyu ve renginin ne olacağı vb.) hiçbir şeyden sorumlu değildir. Allah, kişinin hür iradesiyle seçtiği şeyleri, onun seçtiğine uygun şekilde yaratır. Kısaca seçen insan, yaratan Allah‘tır. insanın nasıl bir tercihte bulunacağını Allah ezelde bildiği için Levh-i Mahfuz’da bunlar yazılmıştır. “ilim malûma tabidir” cümlesinin anlamı da budur. Bu bakımdan bazı kişilerin sorumluluktan kurtulmak için “ne yapayım, alın yazım bu imiş” tarzındaki itirazlarının geçerliliği yoktur. Kişi, iradesini hayra yönlendirerek çalışacak, iradesi dışındaki sonuçları da tevekkülle karşılayacaktır. insanın hayırlı zannederek bir işi yapmaya yönelmesi, ancak sonucun dileği doğrultusunda olmaması halinde, bu sonucun kendisi için hayırlı olduğuna inanması da onu kalben huzurlu kılar. Bu durumu açıklayan bir âyet-i kerimede şöyle buyurulur: “Ey müminler, sizin hoşunuza gitmediği halde uhdenize savaş yazıldı. Olur ki bir şey hoşunuza gitmezken o, sizin için hayırlı olur. Bir şeyi de sevdiğiniz halde o da hakkınızda şer olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (019)

islâm dışındaki dinlerde net bir şekilde kader anlayışı bulmak mümkün değildir. Hinduizmdeki “karma” inanışı kader olarak yorumlayanlar vardır.

Yahudilik’te alın yazısından çok, olaylar, Tanrı‘nın çizdiği belirli bir gayeye göre şekillenir. insanların bu dünyadaki hayatı dine uygun yaşamak ve Tanrı‘nın emirlerinden sapmamak temeline oturtulmuştur. Hayır ve şerri yaratan Allah‘tır. Hayır mükâfat, şer de ceza içindir. Kulların başına gelen felâketler Tanrı‘nın bir çeşit imtihanıdır.

Hıristiyanlar, insan hürriyetini sınırlandırdığı için kader ve kazaya fazla sıcak bakmamışlardır. Onlara göre Allah ancak hayrın yaratıcısıdır. şahit olduğumuz kötülükler Allah‘tan değildir. Hayır ve şer Allah‘ta birleşemez; çünkü Allah kötülüklerden nefret eder. (020) Bunlardan ayrı olarak Hristiyanlık’ta önemli bir yeri olan “Aslî Suç” (021) ‘la kader arasında kurulan tuhaf ilgiye de bakılmalıdır. Burada tartışılan ana mesele, “asli suç olduğu için mi insanlar kötülüğe meylederler, yoksa kötülüğe meylettikleri için mi asli suç vardır?” cümlesinde özetlenebilir.

2- ibadet Sistemi

ibadet sisteminden kastedilen, islâm’ın şartlarıdır. Hz, Peygamber (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur: “islâm beş temel üzerine kurulmuştur. Allah‘tan başka ibadet olunacak Tanrı bulunmadığına, Muhammed‘in O’nun kulu ve Rasulü olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, oruç tutmak, hacca gitmek.” (022)

Hadis-i şeriften de anlaşılmaktadır ki islâm’ın ilk şartı Allah‘a ve O’nun peygamberine şahadettir. islâm’a girmek bu şartlarla olur ve bunlar yerine getirilmedikçe diğerlerini yapmanın hiçbir kıymeti olmaz. Bu ilk şarttan sonra namaz, oruç, hac ve zekât gelir.

Hemen bütün dinlerde ibadet vardır ve inançtan sonra gelir. Arapça’da ibadet “boyun eğmek, itaat etmek, kulluk etmek, tapmak, taat ve takva” mânalarını ifade eder. Genel olarak “Allah‘a tapma” olan ibadet terimi, “putlara tapma” (023) için de kullanılır. (024)

Bir başka açıdan ibadet, sonsuz kudret sahibi Allah‘a karşı gösterilen tevazu, hürmet, itaat ve ta’zimin en yüksek derecesidir. ibadet yalnız Allah‘ın hakkıdır ve yalnız O’nun için yapılır. (025) Kur’an-ı Kerim’de ibadet kavramı genellikle, “Kul olmak, boyun eğerek itaat etmek, ilâh tanımak” vb. manalarda kullanılmıştır; (026) ibadet kalb ve vicdanla hissedilen kulluk şuurunun dıştaki tecellisidir. Bu bakımdan ibadet insanın dinî şuurunu kuvvetlendiren bir cevherdir. şuurla ve hakkına riâyet edilerek yapılan ibadet imanı kuvvetlendirir.

Hemen bütün dinlerde cemaatle yapılan ibadet, ferdî ibâdetten üstün tutulmuştur. ibadet yapılan yere mabed denir. Bazı araştırıcılara göre ilk mabed, tabiatın kendisidir. Bütün dinlerde îman ile âmel arasında daima ilişki kurulmuş; imanını ameli ile bütünleştiren kişi övülmüştür. ibadetin bir parçası olan “dua”yı ibadetten ayırmak her zaman mümkün değildir.

Çoğu zaman ibadetle dua içice bulunmuştur. islâm dışındaki bazı dinlerde ibadet, nadir hallerde aletsiz, bazan da aletli olarak müzikle karışık bir merasim şeklinde uygulanmıştır.

ibadetler bir bütün halinde Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından tek tek uygulanarak müslümanların bu konudaki tereddütleri giderilmiştir. islâm Dini’nde ibadetler üç grupta incelenebilir:


1-Bedenle yapılan ibadetler (namaz, oruç),
2-Malla yapılan ibadetler (zekât, fitre, sadaka),
3-Hem beden hem de malla yapılan ibadet (hac).

islâm’da ibadetin en yüksek derecesi, Allah‘a hiçbir menfaat beklemeksizin O’nun Allah olduğu şuuru ile inkıyad ve itaat etmektir. Kâinattaki bütün varlıklar kendi hallerine göre kendi dilleriyle ibadetlerini Allah‘a karşı yapmaktadırlar. Allah kullarına güçlerinin yeteceğinden fazlasını yüklememiştir. (027)

Kur’an-ı Kerim’in birçok ayeti, müminleri Allah‘a itaate çağırmaktadır (028) islâm’da ibadet hayatın bir parçası olarak algılanmış ve kişinin idrakini geliştirmiştir. (029) ibn Teymiye’ye göre islâm bir bütün olarak Allah‘a kulluk etmekten ibarettir. ibadet esnasında ırk ve renk farkı gözetmeyen islâm, bu özelliği ile Allah huzurundaki eşitliği düşünce plânından hayata geçirmiştir.

2.1- Namaz

Namaz, belirli vakitlerde yerine getirilen, kendine hâs hareket, okuyuş ve şartları bulunan bir ibadettir. Farz oluşu Kur’an, sünnet ve icma ile sabittir. Bir ayet-i kerimede,”Çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farz olmuştur.” (030) buyurulur. Hz. Peygamber (s.a.v)’de bir hadis-i şeriflerinde, “Allah her Müslüman erkek ve kadına her gün ve gecede beş vakit namazı farz kılmıştır” buyurur.

Ergenlik çağına gelmiş, aklı başında olan kadın-erkek bütün Müslümanlar üzerine farz kılınmış beş vakit namazın dışında, cuma namazı da yalnız erkeklere farzdır. Yılda iki bayram (ramazan, kurban) namazı vacib, cenaze namazı ise farz-ı kifaye’dir. Beş vakit namaz Miraç Gecesi’nde farz kılınmıştır. Namaz mümini fenalıklardan ve günah işlemekten korur. Bu sayede mümin, dünyadaki borcunu ödemiş ahiret için sevap kazanmış olur.

Dinin direği, müminin miracı olan namaz, islâm’ın bütün şartlarını toplayan ve kulu aracısız Allah‘a ulaştıran bir ibadettir.

Namazın altısı daha başlamadan, altısı da namazla birlikte yerine getirilen on iki farzı diğer hiçbir dinde bulunmayan bu en mükemmel ibadetin bir diğer özelliğini teşkil etmektedir. Diğer dinlerdeki ibadetlerin hiçbirinde namazdaki disiplini görmek mümkün değildir. Namazın beş ayrı vakitte farz kılınışı, müminin bütün gün belli aralıklarla kendini kontrol etmesini sağlar. Kulun, günahlarından pişmanlık duyarak af dilemesi, Allah‘ın huzurunda olduğunu idrak etmesinin en güzel vasıtası yine namazdır.


2.2- Oruç

islâm’ın beş şartından biri de yılda bir ay ramazanda oruç tutmaktır. Oruç, Medine’de hicretin ikinci yılında farz kılınmıştır. Bir âyet-i kerimede şöyle buyurulur: “Ey iman edenler, sizden evvelkilere yazıldığı gibi sizin üzerinize de oruç yazıldı. Ta ki korunasınız”. (031)

Oruç niyet ederek tan yeri ağarmaya başladığı andan ta akşam güneşi batıncaya kadar yeme-içme ve cinsel ilişkiden uzak kalmak, suretiyle eda edilen bir ibadettir. Büyük ölçüde bedenî bir ibadet olan orucun sayılmayacak kadar çok sıhhî faydaları da vardır. Bugün tıbben de sabit olduğu üzere, birçok bedenî hastalıkların tedavisi ancak oruçla yani perhizle mümkün olmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v)’in “Oruç tutun ki sıhhat bulasınız” hadis-i şerifleri de buna işaret etmektedir. Oruç sayesinde, yeme içme açısından zengin-fakir ayırımı büyük ölçüde giderilmektedir. Dinî bir görevi yerine getirmek gayesiyle tutulan oruç, aynı zamanda iradeyi kuvvetlendirir. Açlığa, susuzluğa dayanma, gücü verir. Oruç sayesinde Müslüman haramları daha fazla terkederek helâlleri arar. Ramazanı takibeden aylarda da daha disiplinli ibadet etme alışkanlığını kazanır.

islâmın oruç ibadetinde, diğer bazı dinlerin oruca benzer ibadetlerinden mevcut olan perhiz belirli gıdaların dışında bir şey yememe, iki gün geceli-gündüzlü aç kalma vb. haller yoktur. Oruç, tamamen müminin yemek ve ruhî disiplinini sağlamayı hedef almıştır. Yahudilik ve Hristiyanlık’ta Hz. Musa ile Hz, isa’nın uygulamalarından kalma 40 güne kadar varan ve perhizi esas alan bir anlayış islâm’ın orucunda görülmez. Müslümanlıktaki oruçta nefse eziyet yerine onu olgunlaştırmak esastır.
 

Top