Divan edebiyatı şairleri ve hayatları

Suskun

V.I.P
V.I.P

A

Abdi
Abdullah Bosnevi
Abdullah Vassaf Efendi
Abdürrahman Eşref
Adem Dede
Ahmed Paşa (şair)
Ahmed-i Dâ'i
Ahmedi
Arife Hanım
Aydınlı Visali
Aşkî İlyas
Âdile Sultan
Âşık Paşa

B

Bağdatlı Ruhi
Bâki (şair)

C

Cemîlî

D

Derviş Paşa

E
Edirneli Nazmi
Enderunlu Fazıl
Esrar Dede
Eşrefoğlu Abdullah Rûmî

F

Fehîm-i Kadîm
Fıtnat Hanım
Fuzûlî


G

Gevheri

H

Hatice Nakiye Hanım
Hayâlî (şair)
Hayreti
Hıfzı Mehmed Efendi
Hızır Reis
Hâmî-i Âmidî

İ

İbrahim Gülşeni

K

Kadı Burhaneddin
Kafzade Abdülhay Çelebi
Kami
Koca Mehmed Ragıp Paşa
Küplüceli Öznur

L

Latîfî
Leskofçalı Galip

M

Mihrî Hatun

N

Necâtî
Nedim
Nef'i
Nev'îzâde Atâyî
Neşati
Nâ'ilî
Nâbi

P
Priştineli Mesihi

S
Salacıoğlu
Sarhoş Abdi
Leyla Saz Hanım
Sırrî Hanım
Sünbülzade Vehbî

Ş

Şeref Hanım
Şeyh Galip
Şeyhî
Şâhidî İbrahim Dede

T

Tacizade Cafer Çelebi
Tatavlalı Mahremi

U
Usûlî

Y
Yenişehirli Avni

Z

Zekeriyazade Yahya
Zeynep Hatun
Zâtî



 

Suskun

V.I.P
V.I.P
A

Abdi
Abdullah Bosnevi
Abdullah Vassaf Efendi
Abdürrahman Eşref
Adem Dede
Ahmed Paşa (şair)
Ahmed-i Dâ'i
Ahmedi
Arife Hanım
Aydınlı Visali
Aşkî İlyas
Âdile Sultan
Âşık Paşa​


Abdi
Osmanlı Devleti Türk divan şair'i 16. yüzyılda yaşamıştır. Yaşamı hakkında bilgi yoktur.Doğum ve ölüm tarihleri'de bilinmemektedir. Ancak 1545 yılında yazılmış 1071 beyitlik Niyazname-i Sa’d ü Hüma (Sad ve Hüma’nın yakarışları) adlı bir mesnevi'si vardır.Diğer bir yapıtı da Nüzhatname-i Abdi (Gül ü Nevruz) (Gülbahçesi veya Nevruz Gülü) ‘dür. Her iki yapıtın konusu da iran edebiyatından alınmıştır. Bu iki yapıtında dil tarihi bakımından önemi vardır. Niyaznamede'ki bir kayıttan Nüzhatname-i Abdi (Gül ü Nevruz) (Gülbahçesi veya Nevruz Gülü) adlı yapıtın Manisa'da bulunan Şehzade Selim’e sunulduğu anlaşılır.


Abdullah Bosnevi
Abdullah Bosnevi Osmanlı Devleti’nde Melami mutasavvıf.

Bosna’da 1584 yılında doğmuştur. Abdullah Bosnevi ilköğrenimini Bosna’da yaptıktan sonra istanbul’a giderek dönemin ünlü bilginlerinden islam bilimleri okudu.Tasavvuf konularına ilgi duyunca Bursa’ya gitti.Bursa’da Bayramiye tarikatı Melamilik kolu ileri gelen şeyhlerinden Hasan Kabaduz’a bağlandı. Hasan Kabaduz efendi ile ilgili kendisinin Hicri 1010 yılında Bursa'da vefat ettiği dışında hakkında fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Abdullah Bosnevi çıktığı hac yolculuğunda önce Hicaz sonra Mısır'a uğradı ve Arap coğrafyasında Melamiliğin tanınmasını sağladı. İbn-i Arabi'nin Fusûs'una yazdığı Türkçe şerhten sonra Arapça kaleme aldığı şerh Arap dünyasında melamiliğin ve Vahdet-i Vücud'un yayılmasını kolaylaştırmıştır.

Dönüşünde bir süre Şam'da bulundu.Şam’da Şeyh Muhyiddin Arabi’nin türbesi yakınlarına yerleşti , toplumla ilgisini kesti ve inzivaya çekildi.

Altmıştan fazla eseri olan ve Hadis, fıkıh, ve tefsir alanında geniş kapsamlı çalışmalar yapan ve özellikle tasavvuf alanında birbirinden değerli yapıtlar veren Abdullah Bosnevi’nin en çok Muhyiddin İbn Arabi’nin Füsusu’l Hikem’ini yorumlayan Şerh-i Füsusu’l Hikem adlı kitabı önemlidir. Yaşamının son yıllarını Konya'da geçirdi.1644 yılında ölmüştür.Mezarı Konya’da Sadreddın Konevi'nin kabrinin yanındadır.Abdullah Bosnevî Vahdet-i Vücud düşüncesini islam alemi tasavvuf kültürü içinde temsil eden en önemli mutasavvıflardan bir tanesidir


Abdullah Vassaf Efendi
Abdullah Vassaf Efendi (1662 Akhisar- 1761 İstanbul) Türk şeyhülislam, divan şairi, ilim adamı ve hattat.

Akhisarlı Şeyh Mecdeddin soyundan Mehmet Efendi’nin oğludur. İlköğrenimini Akhisar’da gördükten sonra İstanbul’a yerleşti. Dönemin müderrislerinden Kara Halil Efendi’den ders aldı. Öncelikle hariç derecesiyle Yunus Paşa medresesinde görev yaptı. 1699’ da müderris oldu. 1724’de Selanik kadısı oldu. 1727’ de, Edirne payesiyle Mısır Kadılığına getirildi. 1733’ten başlayarak üç kez art arda fetva emini oldu. 1736’da mezhep meselelerini görüşmek üzere İran coğrafyasında kurulu bulunan Afşar Hanedanı Nadir Şah’a giden İmrahor Mustafa Paşa’nın başkanlığındaki ilim heyetine Anadolu payesiyle fetva emini olarak katıldı. İran alimleriyle yaptığı görüşmelerde sağladığı başarı onu meşhur etti. Bundan sonra İrani Abdullah Efendi veya İran Kazaskeri Abdullah Efendi diye anıldı. 1741’de Anadolu kazaskeri, 1749 ve 1752’de iki defa fiilen Rumeli Kazaskeri olan Abdullah Vassaf Efendi 1755’de Şeyhülislamlık makamına getirildi. Fakat çok yaşlı olduğundan bu görevde beş ay kaldıktan sonra alındı. Bursa’ya sürgüne gitti ama sonra bağışlanarak İstanbul’a döndü. Doksandokuz yaşında İstanbul’da öldü.

Abdullah Vassaf Efendi Türkçe, Arapça, Farsça şiirler yazmıştır. Talik yazıda Siyahi Ahmet Efendi’den ders almış usta bir hattattı. Şiirlerinde Abdi ve Vassaf mahlaslarını kullanıyordu.

Divançesinden başka Hayal-i Behçet-abad adlı manzum eseri 1500 beyitlik dini konularda öğüt veren bir eserdir. Kelam ilimine dair Zemzemesi çeşitli dini risaleleri tercüme ve edebi nazireleri vardır. Fetvaları Fetava-yı Vassaf adı altında toplanmıştır. Şeyhülislam Mehmet Esat Efendi Abdullah Vassaf Efendinin oğludur.


Abdürrahman Eşref
Abdürrahman Eşref (d. ? - ö. 1748), Osmanlı dönemi alim ve divan şairidir. Kıbrıs Mollası adı da verilir. İstanbul'da doğmuştur. Yaşamı hakkında kesin bilgi yoktur. Ünlü divan şairi Ahmed Nedim'in amcasıdır. Medresede öğrenim gördü. Abdürrahman Eşref uzun süre Kıbrıs kadılığı da yapmıştır.

Eserleri
Tezkiret-ül Hikem fi Tabakat-ül Ümem (Milletlerin Tabakaları Hakkında Hikmetler Tezkiresi)
Uyun-ül Ulum (İlimlerin Kaynakları)
Mir’at üs Safa (Safa Aynası)
Şerh-i Muamma-i Sagir li-Mevlana Cami (Mevlana Caminin Küçük Muammasının Şerhi)
İlm-ül Ahlak (Ahlak İlmi)
Zerrinname
Keşf-üz Zünün


Adem Dede
Adem dede Osmanlı Devleti Türk Mevlevi şair’i.Doğum tarihi bilinmiyor.Antalya’da doğmuştur. Din eğitimini yörenin ünlü dervişlerinden alan Adem dede daha sonra bilgisini arttırmak ve mevlevi olmak için İstanbul'a gitti.Galata mevlevihanesinde, İsmail Ankaravi'nin yanına yerleşti ondan eğitim aldı.İsmail Ankaravinin vefatıyla aynı mevlevihaneye şeyh oldu. İstanbulda saygı duyulan sözüne değer verilen halk tarafından çok sevilen biriydi.Dostlarıyla birlikte sohbet toplantıları düzenler, bu toplantılarda dini konuşmalar yapılır, müzik dinlenir , sema yapılır ve zikredilirdi.Galata mevlevihanesinde Kur'an ve Mesnevi okunuyor, sema yapılıyordu.

Mevleviler arasında da Türk-i Basit (yalın Türkçe) akımına öncülük eden Adem dede olmuştur.Hece vezniyle ilk şiir söyleyen öztürkçe sözcükleri kullanan ilk odur.Divan Edebiyatı'nda Arapça ve Farsça sözcüklerin daha çok yer bulmaya başlaması ile şiir dili anlaşılması zor bir hale gelmişti.Halk bu şekilde yazılan şiirleri anlamıyordu.Divan Edebiyatı sadece Osmanlı Sarayının anladığı bir edebiyat olmuştu.Halkında bu edebiyatı anlaması için dilde yalınlaşma gerekliydi.Divan edebiyatında bunu başlatan Tatavlalı Mahremidir.

Tatavlalı Mahremi aruz veznini ve divan edebiyatının nazım şekillerini kullanmakla beraber öztürkçe şiirler yazarak Türki-i Basit (Yalın Türkçe) akımının öncüsü olmuştur. Türkçe sözcüklerle halk dilindeki atasözleri'ni deyimler'i mecaz'ları kullanmaya çalıştı.Diğer Türki-i Basit şairleri Edirneli Nazmi ve Aydınlı Visali' dir.Ancak diğer divan edebiyatı şairleri bu akıma katılmadığı için sonradan bu akımı izleyenler olmamıştır.Adem dedenin bir Divan'ı olduğu biliniyorsa da henüz bulunamamıştır.Bazı tezkire ve yazma mecmualarda şiirlerine rastlanır.İstanbulda çok sevilen Adem dede Mısır halkının kendisini davet etmesi üzerine Mısıra gitmiş orada halka mevleviliği anlatmış, öğretmiş ve bir mevlevihane açmıştır.Mısırda 1652 yılında vefat etmiştir.

Adem Dede hakkında Dede'nin dokuzuncu kuşaktan torunu ve Adem Dede'nin 1649 yılında kurduğu Galata Mevlevihanesi Şeyhi Adem Dede ibni Mehmet Çavuş Vakfının mütevellisi olan Mehmet Celâlettin Perdahlı'nın yazdığı "CENNETTE RAKS" adlı eserinde geniş bilgi bulunmaktadır.Halen soyundan gelen ve Perdahlı soy adını alan ailenin pek çok bireyi Antalya'da oturmaktadır.Adem Dede hayır severliği ile tanınır ve hece vezni ile şiir yazan ilk mevlevi şairi olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır.Doğum tarihi muhtemelen 1588'dir.Babası 10 gün sadarette kaldıktan sonra ölen Türk kökenli Lala Mehmet Paşa'dır.Hac için kutsal topraklara giderken,Kahire mevlevihanesinde konaklamış,kendisine Mısır Hankâhlığının şeyhliği arz edilmiş,bunun üzerine ;(Artık bizim tekkemiz bundan sonra dârı âhirettir) diyerek farsça bir beyitle özür dilemiştir.Hastalanmış ve Kahire'de vefat etmiştir.

İlahilerinden Bir Örnek ;
Derd ehli libasını aşkile giyen gelsün- Zehrini şeker gibi zevk ile yiyen gelsün- Ol günlerini sâim hem gicelerin kaim- Fakr âteşine daim sabr ile yanan gelsün- Hakika iremez kimse atlas u libas ile - Öz kendi eli ile cânına kıyan gelsün- Kal ü kil ile hergiz menzile irişilmez- Kendilik ile olmaz mürşide uyan gelsün- Aldanma sakın Âdem her aline dünyanın- Öz varlığını bunun yokluğa sayan gelsün.


Ahmed Paşa (şair)
Ahmed Paşa (d. 1426 - ö. 1497), 15. yüzyılda Sultan II. Mehmed ve Sultan II. Beyazıd dönemlerinde kazaskerlik, vezirlik, sancak beyliği ve kadılık gibi yüksek görevleri yüklenmiş bir ulema sınıfı mensubu ve çok tanınmış bir Divan Edebiyatı şairidir.[kaynak belirtilmeli]

Kendisi Fatih Sultan Mehmet'in öğretmenidir. Ahmet Paşa, Sultan II. Murat saltanat dönemi kazaskerlerinden Veliyüddin bin İlyas Efendi’nın oğludur.

Ahmet Paşa’nın nerede ve ne zaman doğduğu bilinmemekte ve değişik yerler ve tarihler ileri sürülmektedir. Latifi'nin Tezkere'sinde ve Gelibolulu Ali'nin Kühnü'l-ahbar adlı eserinde Bursa'da doğdugu yazılıdır. Sehî Tezkeresi ve Güldeste yazarı Beliğ ise onun Edirne'de doğduğunu söylerler. Aşikpaşa Tezkeresi yazarı ise, Ahmed Paşa'nın varisi olan amca oğlu Edirneli Nâzır Çelebi'den alınan bilgilere göre, Edirneli olduğunu bildirir. Fuad Köprülü'ye göre , "Edirne’de yaptırılan cami ve imaret vakfiyesinin Veliyüddin tarafından tanzim edildiği ve şairimizin memuriyet hayatı hakkındaki kayıtlar düşünülürse, bu tarihten (830/1426) biraz evvel ya da biraz sonra doğmuştur" (İslâm Ansiklopedisi Ahmet Paşa maddesi). Son zamanlara kadar Edirne’de 'Veliyüddin oğlu' ismini taşıyan bir mahallenin ve mescidin bulunması, Ahmed Paşa'nin Edirne'de doğduğuna dair bir sağlam bir ipucu sayılabilir.

Ahmet Paşa eğitimini II. Murat döneminde Edirne’de yapmış ve o dönemde geçerli bilgiler yanında Arapça ve Farsça da öğrenmiştir. Eğitimini bitirdikten sonra, önce Bursa’da Muradiye Medresesi’ne müderris olarak tayin edilmiş ve sonra 1451 (hicri 855)de Edirne Kadısı görevine atanmışdır. Fatih Sultan II. Mehmed'in tahta geçmesinden sonra kazasker olmuş ve onun muhasipliği ve öğretmenliği görevlerinde bulunmuştur. Sonra vezirlik rütbesine yükselmiştir. Sehî, Latîfî, Şakâik, Hasan Çelebi, Beyânî Tezkirelerine göre Fatih’in hizmetkârlarından birine laf attığı için; diğer kaynaklara göre padişahin bir gözdesine göz koyduğu için ve Âşık Çelebi'ye gore ise birkaç fesatçının iftirasına uğradığı için gazaba gelen padişah tarafından vezaretten azledilmiş ve hapse atılmıştır ve hatta öldürülmesi çok olasılık kazanmıştır. Bu olayın ortaya çıkması büyük bir ihtimalle bir saray entrikası, rekabeti, iftirasi ve tevzirati sonucudur. Yine söylentiye göre Ahmed Paşa "Kerem" redifli 35 beyitten oluşan ünlü kasidesini padişaha sunmuş ve bu nedenle affedilmiştir. Fakat edebiyat tarihçisi Ali Nihad Tarlan "Kerem" redifli kasidenin yazılışının başka bir nedeni olduğunu ve anlatılan olayin olasılığı gayet az, bir güzel hikâye olmaktan ileri gitmediğini belirtmektedir.

Ahmet Paşa, daha sonra otuz akçe yevmiyeli olarak ile Bursa’ya tayin edilip orada Orhaniye, Muradiye ve Emir Sultan medrese vakıflarının mütevelliliği ile görevlendirilmiştir. Sonra sırasıyla Sultanönü (Eskişehir), Tire ve Ankara'da sancak beyligi görevine atanmıştır. Fatih’in 1481’de ölümünden sonra II. Bayezid’in zamanında tekrar eski itibarını kazanıp Bursa’ya sancak beyi olarak tayin olunmuştur. O görevde iken 1496 (hicri 602) yılında Bursa'da ölmüş ve Muradiye Camii yanında kendi yaptırdığı medrese yanında gömülmüş ve sonradan bir türbe inşa edilmiştir.

Ahmed Paşa'nin zeki, zarif,nuktedan ve hazircevap bir kisiligi oldugu belirtilmiştir. Ahmed Paşa yasadigi zamanlarda devrinin en büyükü şairi olarak kabul edilmiş ve saygı görmüştür.

Edebî Kişiliği
Ahmed Paşa hem gazel hem de kaside türlerinde başarılı eserler yaratmış; şarkı ve murabbada da olgun örnekler vermiştir. Dizeleri divan şiirinin söz ve anlam özellikleriyle örülüdür[kaynak belirtilmeli]. İşlediği konular genellikle din dışı olup beşeri aşk konusundaki şiirler de Divan'inda önemli yer tutmaktadır. Dinî ve tasavvufî konulara rağbet göstermemiştir. Şiirleri gayet ahenklidir ve aruz veznini çok ustaca kullandığı görülür. Kendi çağında "şairlerin sultanı" diye anıldığı bilinmektedir. Bütün tezkereciler Ahmed Paşa'nin şiirlerinden takdirle bahsederler. Sonra gelen nesil şairlerden Ahi, Lamii, Necati, Zati ve Baki ona nazireler yazmışlardır. XIX. yüzyılda Ziya Paşa, üç şairi, Ahmed Paşa, Necati ve Zati'yi, "Türki suhana temel komuşlar" olarak tarif etmiş ve Ahmet Paşa'nın "Şeyhi ile Necati arasında yetişen şairlerden en büyüğü" olduğunu ifade etmiştir. Şairin ünü Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını aşmıştır.

Ancak bazı edebiyat kritikleri Ahmed Paşa'yi orijinallikten uzak görerek İran şairlerinden çevirmiş olduğu beyitleri kendine mal etmekle suçlamışlardır.

Ahmed Paşa'nın sanatının ve eserlerinin uygun bir şekilde değerlendirilmesi için aşırı övgü veya aşırı yerginin gerekmiyeceği şüphesizdir. Onun Türkçe divan şiirini yeni bir merhaleye ulaştırdığı ve onun için bir büyük şair sayılması gereği inkar edilemez


Ahmed-i Dâ'i
Ahmed-i Dâ'i, 14. yüzyılın ikinci yarısıyla, 15. yüzyılın başında yaşamış olan, çok eser vermiş alim bir şairdir.

Hakkında bilgi veren kaynakların hepsi onun Germiyanlı olduğunu kabul ederlerse de doğum yeri ve tarihi üzerinde değişik bilgiler vermektedirler. Eserlerinden çıkan sonuç, onun Germiyan Beyi II. Yakup, Osmanlı sultanlarından Emir Süleyman (1402-1410), Mehmet Çelebi (1413-1421) devirlerinde yaşadığıdır.[1][2] Germiyan'da iken kadılık yapmıştır. Germiyan'da II. Yakup'un idaresinde olan Ahmed-i Dâ'i, Gemriyan topraklarının Osmanlı himayesine geçmesinden sonra Beyazid'in oğlu Emir Süleyman 'ın yanına gitmiş ve Çeng-name eserini ona sunmuştur. Mehmet Çelebi döneminde sultan adına Tezkiretü'l-evliya adlı eserini kaleme alır. Şairin bu tarihten sonra fazla yaşamadığı sanılmaktadır.Ahmed-i Da'i'nin hayatında Mehmet Çelebi,Musa Çelebi ve Emir Sülayman'ın etkisi çoktur ve hayatı boyunca onlara bağlı kalmıştır.

Eserleri
Manzum Eserleri
Çeng-nâme
Câmasb-nâme
Ukudü'l-cevâhir
Vasiyyet-i Nuşirevân
Mutâyebât
Farsça Divan
Türkçe Divan

Mensur Eserleri
Teressül
Sirâcü'l-kulüb
Tercüme-i Tıbb-ı Nebevi
Miftahü'l-cenne
Tercüme-i Tâbir-nâme
Tercüme-i Tezkiretü'l-evliya
Tercüme-i Eşkal-i Nasır-ı Tusi


Ahmedi
Asıl ismi Abuzeri İbrahim'dir, 14. yüzyılın en büyük divan şairidir,

Hayatının ilk yıllarını ve ilk öğretimini Anadoluda tamamladıktan sonra öğrenim için Mısır'a gitti. Öğrenimini bitirdiğinde, Kütahya'ya geldi. Önce Süleyman Şah'ın (Germiyan beyi), daha sonra ise Timur'un koruması altına girdi. Amasya'da 1414 yılında vefat etti.

Ahmedî, dönemindeki şairleri büyük ölçüde etkilemiştir. Eserleri dini konular veya temalar içermez. Fars şiir formunu Türkçe'ye uygulamaya çalışmıştır, fakat Farsça mecazlar Türkçe'ye tam olarak aktarılamadığı için şiirlerinde düzenli ve güçlü mısra yapıları bulunmamaktadır.Genellikle yüksek zümreye (padişahlara) hitap etmiştir.

Başlıca Eserleri
Ahmedi Divanı
Cemşîd ü Hurşid (mesnevi)
İskendername(mesnevi)
Esrarnâme


Arife Hanım
Arife Hanım Osmanlı Devleti Türk Divan Edebiyatı şairi.Doğum tarihi nerede doğduğu bilinmemektedir.16.yüzyılda yaşadığı hakkında kayıt vardır.Osmanlı Devletinde divan edebiyatı şairlerinden biri olduğu biliniyor.Şiirlerini topladığı bir divanı olduğu biliniyorsa da henüz bulunamamıştır.Arife Hanımdan yalnızca iki mısralık bir şiir örneği kalmıştır. Ölüm tarihi nerede öldüğü bilinmemektedir.

Arife Hanımdan bir şiir örneği
Niyyet-i azm ü amel sabr ü sebat
Beşeri maksadına nail eder.


Aydınlı Visali
Aydınlı Visali Osmanlı Devleti Türk Divan Edebiyatı şairi. Osmanlı Devletinde Basitname (Yalın Türkçe ile yazılmış şiir) akımının öncülerindendir.Asıl adı İsadır.Doğum tarihi bilinmemektedir.Aydında doğmuştur.Osmanlı Devleti padişahı II. Bayezid (1481 - 1512) ve Osmanlı Devleti padişahı Yavuz Sultan Selim (1512 - 1520 zamanında Edirne şehrinde saray hocalığı yaptığı kayıtlıdır.Aydınlı Visalinin 61 Gazeli ve 1 Murabbasının olduğu bilinmektedir.

Divan Edebiyatında Arapça ve Farsça sözcüklerin daha çok kullanılmaya başlaması ile şiir dili anlaşılması zor bir hale gelmişti.Halk bu şekilde yazılan şiirleri anlamıyordu.Divan Edebiyatı yalnızca Osmanlı Sarayının anladığı bir edebiyat olmuştu.Halkında bu edebiyatı anlaması için dilde yalınlaşma gerekliydi.Bunu başlatan Tatavlalı Mahremidir.Tatavlalı Mahremi aruz veznini ve divan edebiyatının nazım şekillerini kullanmakla beraber öztürkçe şiirler yazarak Basitname (Yalın Türkçe ile yazılmış şiir) akımının öncüsü olmuştur. Türkçe sözcüklerle halk dilindeki atasözleri'ni deyimler'i mecaz'ları kullanmaya çalışmıştır.Diğer Basitname şairleri Edirneli Nazmi, Adem Dede ve Tatavlalı Mahremi dir.Ancak diğer divan şairleri bu akıma katılmadığı için sonradan bu akımı izleyenler olmamıştır.Aydınlı Visali Edirnede saray hocalığı yaparken ölmüştür.Bir Divanı olduğu biliniyorsa da henüz bulunamamıştır.

Murabbasından bir örnek

Kıluban zülf-i perişanun ucın cay gönül
Bizi gark eyledi sevdaya ser-a-pay gönül
Virdi hayret bize bizde komadı ray gönül
Vay gönül vay bu gönül vay gönül iy vay gönül


Gazelinden Bir örnek

Bir bela-engiz belasına odum mübtela
Ah kim bu kez götürdüm boşuma müşkül bela


Turnesi dem-i beladur ya kemend-i hedisat
Kim anur her bir kılında bağladur bin mübtela


Nazirenün naz hoşdur naz idene dostum
Hübler içinde dünya gibi olma bi-vefa


Aşkî İlyas
Aşkî İlyas, asıl adı İlyas, Türk şair (Yenihisar-?,İstabul 1576). Üsküdar'da oturduğu için Üsküdari lakabıyla da anılır. Babası yeniçeriydi. Küçük yaşta yeniçeri ocağında hizmete başladıysa da Kanuni'nin Belgrad seferinde esir düşünce öldü sanılarak ulufesi kesildi. Kurtulup İstanbul'a geri döndüğünde katiplik yaptı, gözleri kör olduğu için bu meslekte de uzun süre çalışamadı. Zaman zaman Kanuni ve II. Selim'den de yardım aldı. Özellikle murabba ve muhammes olarak yazdığı şiirleri başarılıdır. Divan'ı vardır.eleştirel tarzı ve üslubuyla ünlenmiştir . toplum sorunlarını ele almıştır ve fuzuliden etkilenmiştir.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Âdile Sultan
Devletlu ismetlu Âdile Sultan Aliyyetü`ş-şan Hazretleri (1825-1898), Türk Divan edebiyatı şairi. Sultan II. Mahmut'un kızı, Sultan Abdülmecit'in kız kardeşi.

Hayatı
Âdile Sultan 1825 yılında, İstanbul'da, Sultan 2. Mahmut ile eşlerinden Zernigar Sultan'ın kızı olarak doğdu. Babası Sultan 2. Mahmut sanatçı kişiliği ile öne çıkmış, özellikle hat ve musiki ile yakından ilgilenmiş bir padişahtı. Âdile Sultan sarayda çok iyi bir eğitim görmüş, daha sonra da Kaptan-ı Derya Mehmet Ali Paşa ile evlenmiştir. Mehmet Ali Paşa daha sonra sadrazam olacak, ama çiftin mutlu evliliği ciddi kayıplarla yüzleşecektir. Öncelikle üç çocuklarını kaybederler, daha sonra Mehmet Ali Paşa ölür, son olarak da genç kızı Hayriye Sultan vefat eder. Ölümlerle sarsılan Adile Sultan yoğun bir kedere gömülür, Nakşibendi tarikatına girer. 1898'de vefat eder. Türbesi İstanbul Eyüp'te, Bostan İskelesi yakınındadır.

Çalışmaları
Döneminin ünlü kadın şairleri Leylâ ve Fıtnat hanımlardan yetenek ve teknik bakımdan daha az başarılı sayılsa da Âdile Sultan özellikle Osmanlı tarihine tuttuğu ışık nedeniyle önemlidir. Babası, annesi, kardeşleri ve çevresi hakkında yazdıkları dönemin saray erkanının ve yönetiminin anlaşılmasına yardımcı olur. Bunun dışında Adile Sultan'ın önemli bir vasfı da Osmanlı hanedanından Divan tertip etmiş tek kadın şair olmasıdır. Ayrıca Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) Divanı'nın basılmasını sağlamıştır.

Hayatında bir dönüm noktası teşkil eden kayıplarının etkisini şiirlerinde görmek mümkündür; Çocuklarının ve eşinin arkasından hissettiği hüznü çeşitli şiirlerinde yoğun bir biçimde işlemiştir. Aruzun yanı sıra hece vezniyle (ölçüsü) de şiirler yazmıştır. Şiirlerinde Yunus Emre, Fuzûlî ve Şeyh Gâlip gibi ünlü şairlerin etkisini görmek mümkündür. Şiirleri 1996'da "Adile Sultan Dîvânı" ismiyle yayımlanmıştır.

Eserlerinden örnekler
Gazel
Aşkta kanun imiş âşıklara cevr eylemek
Âşık oldur kim cefâ-yı yâre sabretmek gerek

Aşk nâz ü şîve evvel gösterir âşıklara
Âşık ol demde ona cânı fedâ etmek gerek

Âşıkın ancak murâdı dostunun maksûdudur
Çekse de bin derd ü mihnet hep sebât etmek gerek

Arzû-yı dü-cihândan geçmedir aşka nişân
Terk-i cân edip reh-i cânâna azm etmek gerek

Âftâb-âsâ bilip her zerresin nûr-ı safâ
Her belâ dosttan gelir kim merhabâ etmek gerek

Havf-ı a'dâ eylemez olan müsellah aşk ile
Yanmadan Hakka erilmez pertev-i tevhîd gerek

Nefsle cehd et tecellî eylesin aşk-ı Hudâ
Beyt-i kalbi Âdile ma'mûr ü pâk etmek gerek


Âşık Paşa
Âşık Paşa(1272-1333), Türk şair, mutasavvıf.

Asıl adı Ali olan Aşık Paşa 1272 yılında Kırşehir’de doğdu. Tanınmış mutasavvıf Baba İlyas’ın torunudur. Babası Muhlis Paşa, Baba İlyas’ın oğludur. Baba İlyas 13. yüzyılın başlarında Horasan’dan Anadolu’ya göç etmiş, Kırşehir ve çevresindeki Türkmen oymaklarının şeyhi olmuştur. Onlarla birlikte Selçuklu Sultanı ikinci Keyhüsrev’e karşı Babailik ayaklanmasina katılmıştır. Oğlu Muhlis Paşa, Osman Gazi `nin güvendiği ve saydığı adamları arasındadır. Kırşehir’e yerleşen Muhlis Paşa’nın üç oğlundan en büyüğü Alaaddin Ali, baş ağa ya da en büyük kardeş olarak tanınmış Baş Ağa adı, zamanla “Beşe” sonra da “ Paşa “ olarak söylenmiş, şiirlerinde de,”Aşık” mahlasını kullandığı için de asıl adı unutularak “Aşık Paşa” adı, her tarafa yayılmıştır.

13.yüzyılda Anadolu’nun önemli merkezlerinden olan kentte büyük Aşık Paşa, Kırşehir’li Şeyh Süleyman Türkmani’den din ve tasavvuf bilgilerini öğrendi. Ahilik örgütünün “ Mucid”i oldu. Çevresine toplanan Oğuz boylarına dostluk ve kardeşlik fikirlerini aşıladı, onlara Türkçe seslendi, eserlerini katıksız, Öz Türkçe ile yazdı. Bir ara Kırşehir Beyi olarak atandı. Arapça, Farsça, İbranice ve Ermenice dillerini çok iyi konuşan Aşık Paşa, Acem, Arap kültürlerine hayran olanların karşısında bilerek ve isteyerek Türkçe ile çıktı; yabancı kültüre kendilerini kaptıranlara içi yanarak şöyle seslendi.

"Türk diline kimesne bakmaz idi, Türklere her giz gönül akmaz idi, Türk dahi bilmez idi bu dilleri, İnce yolu ol ulu menzilleri" AŞIKPAŞA

Kırşehir’de Hacı Hatun ile evlenen Aşık Paşa’nın Elvan, Selman, Can ve Kırlıca adlı dört oğlu ile Melek Hatun adında bir kızı vardı. Oğullarından Selman’ın torunu da meshur tarihçi Aşıkpaşazade’dir.

Aşık Paşa’nın orijinali Kayseri’den Kırşehir’e getirilen öz Türkçe yazılı 12 bin beyitlik Garipname ile çok sayıda aruz ve hece vezni ile yazılmış şiirleri bulunur. Eserlerinde Arapça ve Farsça’ya da yer verildiği görülmüştür.

3 Kasım 1333 tarihine Kırşehir’de vefat eden Aşık Paşa’nın mezarının üstünde tamamen mermerden yapılmış türbe bulunmaktadır. Kırşehir’in doğusunda bulunan ve sanat anıtı olarak göze çarpan türbenin etrafı mezarlık olarak kullanılmaktadır. Aşık Paşa kendinden sonra gelenleri de eserleriyle etkilemiştir. Süleyman Çelebi’nin “Mevlid-i Şerifi”nde Aşık Paşa’nın beyitlerine benzer çok sayıda beyit vardır. Kendi eserlerinde de Yunus Tarzı ilahi ve gazelleri vardır.


Bağdatlı Ruhi
Bağdatlı Ruhî, (?-1605) Osmanlı Divan edebiyatı şairi. Terkib-i Bend'i ile ünlüdür.

Yaşamı
16. asrın büyük şairlerinden biri olan Bağdatlı Ruhi’nin asıl adı Osman’dır. Bu şairin, Kanuni ordularıyla Bağdat’a giden Anadolulu bir askerin oğlu olduğu bilinmektedir. Divanındaki şiirlerinden kendisinin de bir sipahi olduğu anlaşılmaktadır. Şairin, tezkireci Ahdi, Fuzûlî’nin oğlu Fazlı ile ve yine başta Bağdat şairleri olmak üzere devrinin birçok devlet büyüğü, alim ve şairi ile arkadaşlıkları ve dostlukları olmuştur. Ruhi’nin etkisi altında kaldığı şairler arasında Fuzûlî’nin önemli bir yeri vardır. Askerliği, savaş meydanlarındaki zaferleri öven, Türk kahramanlık şiirleri arasında da yerini almış lirik manzumelerine karşın Ruhî, eserlerinde ortaya koyduğu tenkit ve fikirleri ile dikkat çekmektedir. Şiirlerinde kullandığı dilin sadeliği, halk kelime ve tabirlerini zevk ve alışkanlıkla kullanışı orduya mensup saz şairlerinin üslubunu andırır. Özellikle gezip yaşadığı Irak ve Şam bölgelerindeki idari sistemin ve sosyal hayatın; din ve ahlak anlayışının aksayan taraflarından yola çıkarak söylediği satirik mısralar (eleştirici bir anlatım) Ruhi’nin diğer şiirlerinde de görülür. Fakat onun bu sahada en tanınmış ve çığır açmış eseri, 17 bent halinde kaleme aldığı, büyük Terkib-i Bend manzumesidir. Ruhi’nin Terkib-i Bendi daha 17. asrın ilk yıllarından başlayarak büyük takdir ve alaka toplamış ve Türk Divan Edebiyatında özel bir terkib-i bend tarzı oluşmuştur. Başta Şeyh Galip olmak üzere Ziya Paşa ve Muallim Naci gibi gerek Divan gerek Tanzimat Edebiyatının önemli şairleri tarafından bu Terkib-i Bende nazireler yazılmıştır. Ruhi’nin amel-i Bendi, Divanından ayrı olarak birkaç defa basılmıştır...

Çalışmaları
Bağdatlı Ruhi'nin en çok etkilendiği şair hiç kuşkusuz Fuzuli'dir, Fuzuli'nin oğlu Fazlı ile de arkadaşlık kurmuştur. Revaçta olan aşk, kahramanlık gibi konular üzerine yazmaktansa yaşadığı bölgelerin idari sistemlerinin meseleleri, toplumun sorunlu ve eksik noktaları, yanlış din anlayışı gibi konularda, eleştirel bir stilde yazmıştır. Hiç kuşkusuz Bağdatlı Ruhi'nin en ünlü ve önemli eseri Terkib-i Bend isimli manzumesidir. 17 bendlik bu ünlü manzumeye Şeyh Galip, Ziya Paşa gibi Türk Edebiyatının önemli isimleri nazireler yazmıştır.


Bâki (şair)
1526 yılında İstanbul'da doğan Bâki'nin asıl ismi Mahmud Abdülbâki'dir. Aslında fakir bir ailenin çocuğu idi, babası müezzinlik yapıyordu. Çocukluğunda saraç çıraklığı yapmıştır. Eğitime, ilme olan büyük tutkusu fark edilmeye başlanınca ailesi medreseye devam etmesine izin vermiştir, zira başlarda medreseye kaçak, ailesinden gizli gitmekteydi. Gayretleri ile iyi bir eğitim görmüş, dönemin ünlü müderrislerinden ders almıştır. Eğitimi boyunca şiire olan ilgisi giderek artmış ve güçlü kaleminin ünü de yavaşça yayılmaya başlamıştır. Eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik yapmıştır. Kanuni Sultan Süleyman tarafından İstanbul'a getirtilen şair hayatı boyunca çeşitli dönemlerde devlet hizmetinde bulundu, kadılık, kazaskerlik gibi makamlarda görev yaptı. Yaşlılığında Şeyhülislam olmak isteyen Baki bu makama getirilmemiş ve buna çok hırslanmıştır ve hırsından evindeki karılarını döverken kalp krizi geçirip öldüğü söylenir. 1600 yılında, İstanbul'da öldü.

Bâki'nin Saray'a hep bir yakınlığı olmuştur. Özellikle Kanunî Sultan Süleyman ile yakın ilişkileri olmuş, padişah sık sık kendisine iltifat etmiştir. Daha sonra 2. Selim ve 3. Murat zamanlarında da hem saraydan hem halktan büyük bir itibar ve ilgi görmüştür. Vefatından önce bu kadar ilgi ve alâka gören sanatçı sayısı azdır, o ise vefat etmeden "Sultanüş'şuâra" yani "Şairlerin Sultanı" diye anılmaya başlamıştır.

Çalışmaları
Bâki Osmanlı'nın en güçlü devirlerinden birinde yaşamıştır, bu da pekâla onun şiirlerine ve şiirlerinde kullandığı temalara yansımıştır. Aşk, yaşamanın zevki ve doğa şiirlerinin başlıca konularıdır. Her ne kadar şiirlerinde tasavvuf etkisi veya tema olarak tasavvuf bulunmasa da, tasavvufta da özel bir mahiyeti olan aşk mefhumunu sık sık konu alması itibariyle, dîvânı mutasavvıflar tarafından çok sevilir. Tekniği güçlüdür, şiirlerinde yakaladığı ahenk ve akıcılık fark yaratır. Dil kullanımında çok yeteneklidir. Şiirlerinde İstanbul Türkçesini başarıyla kullanmıştır. Ahenk ve musikiye önem vermiş;söz seçiminde titiz davranmıştır. Genellikle din dışı konuları işlemiştir. Şiirlerinin oluşturduğu tını, musiki de şiirlerinin farklı bir özelliğidir. Türk, Divan şiirinin dönemin ünlü akımları ve eserleri seviyesine ulaşmasında çok büyük katkısı olmuştur. Eserlerinden biri de Kanunî Sultan Süleyman'ın vefatı üzerine yazdığı "Mersiye-i Hazret-i Süleyman Han" isimli Kanuni mersiyesidir. Bu mersiye terkibibend şeklinde yazılmış; hem teknik olarak güçlü yapısı hem de ahengi ve dönemin ruhunu, özellikle edebiyat tarzını, güzel bir şekilde ifade ettiği için en ünlü mersiyelerden birisi olmuştur.

Başlıca eserleri
Dîvân (4508 beyitlik, en önemli eseri)
Fazâ'ilü'l-Cihad
Fazâil'i-Mekke
Hadîs-i Erbain Tercümesi
Kanuni Mersiyesi
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
C
Cemîlî

D
Derviş Paşa

E
Edirneli Nazmi
Enderunlu Fazıl
Esrar Dede
Eşrefoğlu Abdullah Rûmî​


Cemîlî
Cemîlî (1465, Diyarbakır, Osmanlı Devleti), 15. yüzyıl Divan şairi.

Diyarbakır'da doğdu. Daha sonra Akkoyunlular'ın yönetimindeki Tebriz'e gitti. Burada bir dönem kaldıktan sonra Herat'ta gitti. Burada kaldığı dönemde Ali Şîr Nevâî'nin şiirlerine nazireler yaptı. 16. yüzyılın hemen başlarında Şah İsmail'in istilalarından kaçarak İstanbul'a gitti. Ölümüne kadar orada yaşadı. Hayatı boyunca bir divan oluşturdu. Ünlü tezkireci Latîfî tarafından şiirlerinde duygu olmadığı gerekçesiyle eleştirildi. Ayrıca Cemîlî, Ümmî (formel öğrenim görmemiş) bir Divan şairi olarak bilinir.

Şiirlerinden örnek
Bolmasun ol encümen kim anda sahbâ bolmaya

Bolmasın sahbâ dahi ger bir dil-ârâ bolmaya

encümen: meclisler topluluklar.
sahbâ: şarap.
dil-ârâ: gönül alan.


Derviş Paşa
Derviş Paşa (Mostar 1560-Csepel 1603). Osmanlı devlet adamı ve şairi Bosna'dan devşirilip, II. Selim döneminde Enderun'a alınarak öğrenim gören, II. Murat döneminde has odaya alınıp, doğancıbaşılığa kadar yükselen Derviş Paşa, III. Mehmet döneminde Bosna beylerbeyliğine atanıp, İstolni Belgrad'ın muhafızlığıyla görevlendirildi (1599).

Osmanlı-Avusturya savaşları sırasında Tuna'daki Csepel adasına çıkan ve çoğu celalilerden oluşan kuvvetlere komuta edip, ertesi gün yapılan savaşta başıbozuk celalilerin kaçmasını engelleyemedi; yanındaki on kadar iç oğlanıyla düşmana saldırıp, çarpışarak öldü.

Derviş Paşa'nın mürettep bir divanı olup olmadığı bilinmemektedir. Tezkire ve mecmualarda, tarihlerde rastlanan şiirleri tasavvufla da ilgilendiğini göstermektedir. III. Murat'ın buyruğuyla Bennai'nin Şehname adlı mesnevisini Farsça'dan Muradname adıyla çevirmiştir.


Edirneli Nazmi
Osmanlı Devleti divan şairi. Asıl adı Mehmettir. Edirne’de doğmuştur.( doğumu ? - ölümü.1555) Yeniçeri Ocağı ‘nda yetişmiştir. Yavuz Sultan Selim’in İran (1514) , Mısır (1517) seferleri ile Kanuni Sultan Süleyman’ın bazı seferlerine katıldı.Ahkam Katipliği yaptı. Silahtar bölükbaşısı oldu.Zamanına kadar yetişmiş şairlerin birbirlerine yazdıkları nezireleri topladığı Mecmaü’n Nezair (Nezireler Topluluğu ) adında 3356 şiirden meydana gelen bir antolojisi vardır .Bu yapıt edebiyat tarihimiz için çok önemlidir. Bu yapıtın biri Viyana’da, biri Manisa’da Çeşnegir Kütüphanesinde biri de İstanbul’da Nuruosmaniye Kütüphanesi olmak üzere üç yazması vardır.Edirneli Nazmi’nin Divan-ı Türk-i Basit adında 48.000 beyitlik bir divanı vardır.Şiir gücü bakımından kuvvetli olmayan bu yapıtındaki kasideler ve tarihlerden, yaşadığı dönemin olayları, önemli kişileri, sanatçıların resmi ve özel yaşamları hakkında bilgi edinilebilmektedir.Birçoğu sevgi ve rintlik konularını işleyen şiirlerinde özellikle Rumelide’ki mahalli yaşama ait sahneler canlandırılmıştır.Şiirleri arasında kukla oyunundan bahseden bir parçadan da kukla sanat dalının tarihi aydınlatılmaktadır. Şiirlerini Divan Edebiyatı’nda Türki-i Basit (Yalın Türkçe) Basitname ile yazmıştır. 14. ve 15. yüzyıllarda Arap ve Fars edebiyatına özenen divan şairleri zaman geçtikçe, Türkçe sözcükleri daha az kullanır oldular, şiirimizi Arapça ve Farsça yabancı sözcüklerle doldurmaya başladılar. İşte bu durum, o dönemde pek kuvvetli olmayan, hatta zayıf denilebilecek bir tepkiyle karşılandı. Bu şiir dilinde Türkçülük anlayışının ilk örnekleridir. Bu tepkiden Türkî-i Basit (Yalın Türkçe) akımı doğdu. Diğer Türki-i Basit şairleri Tatavlalı Mahremi ve Aydınlı Visali' dir Türkî-i Basitçiler aruz veznini ve Divan Edebiyatının nazım şekillerini kullanmakla beraber Arapça ve Farsça tamlama kullanılmadan aruz vezniyle hemen hemen Öztürkçe şiirler yazdılar. Yabancı sözcük ve tamlamaları şiire sokmadılar, Türkçe sözcüklerle halk dilindeki mecazları, deyimleri atasözlerini kullanmaya çalıştılar. Bu akım ne yazık ki uzun ömürlü ve kalıcı olmamıştır. Çünkü diğer büyük şairler bu olumlu teşebbüse katılmadığı gibi sonraki yüzyıllarda da bu akımı izleyenler görülmemiştir.Edirneli Nazmi’nin basit Türkçeyle yazdığı şiirler Mehmet Fuad Köprülü tarafından Milli Edebiyat Cereyanının ilk Mübeşşirleri ve Türk-i Basit adıyla yayımlandı. (1928) Nihal Atsız şair üzerine geniş bir inceleme yapmıştır.(1934)


Enderunlu Fazıl
Enderunlu Fazıl, (d.1759 - ö.1810) 18. yüzyılda yaşamış olan divan şairlerindendir. Enderun mektebinde yetiştiği için "Enderunlu" lakabını almıştır. Osmanlı döneminde toplatılan ilk kitap olan Zenanname'nin (Kadınlar Kitabı) yazan şairdir.

Osmanlı döneminde toplatılan ilk kitap olan Zenanname 'nin bir nüshası.

Eserleri
Defter-i Aşk,
Hûban-nâme,
Zenannâme, <mesnevi>
Çengi-nâme <murabba>


Esrar Dede
Esrâr Dede, (1748-1797) ünlü Türk Dîvân edebiyatı şairi.

Gerçek adı Mehmed olan Esrar Dede 1748 (Hicri 1162) yılında İstanbul'da doğdu. Doğum tarihi üzerinde bir ihtilaf mevcuttur. Babasının isminin Ahmed-i Bîzebân olduğu bilinmektedir, fakat ailesine dair pek bir bilgi yoktur. Çok iyi bir eğitim gördüğü eserlerinden kolayca anlaşılabilmektedir. Arapça ve Farsça başta olmak üzere Rumca, Latince ve İtalyanca bilirdi. Dile olan ilgisi ve kabiliyetini, Lûgat-ı Tilyan isimli bir Türkçe - İtalyanca sözlük yazmış olmasından da anlıyoruz. Karakterinin güzel olduğu, özellikle çok cömert olduğu söylenmiştir. Galata Mevlevîhânesi'nde tanıştığı Şeyh Gâlip ile ömür boyu dost kalmıştır. "Esrâr" mahlasını da, Şeyh Gâlip'e arz edip talebelerinden olunca almıştır. Şeyh Gâlip ile tanıştıktan sonra Şeyh Gâlip'in eğitimine girdi. Hayatı boyunca Mevlevilik dairesinden çıkmadı. Daha sonraları tezkireci ve meşîhat makamlığını kazanmasına rağmen Şeyh Gâlip'in yanından ayrılmadı. Ömrü boyunca Galata Mevlevîhânesi'nde kendisine ayrılan odada yaşadı, eserlerini burda kaleme aldı ve 1796 (Hicri 1211) yılında burada vefat etti. Garip bir detaydır ki, vefat günü Mirac kandiline denk gelmiştir.

Mersiye (Şeyh Galib)

Bunun dışında bizzat Şeyh Gâlip, Esrâr Dede'nin ölümü üzerine bir mersiye kaleme almıştır. Bu mersiye şöyle başlar:

Kan ağlasın bu dide-i dür-bârım ağlasın
Ansın benim o yâr-ı vefâ-dârım ağlasın
Çeşm ü dehân u ârız u ruhsârım ağlasın
Baştan başa bu cism-i siyeh-kârım ağlasın
Ağyârım ağlasın bana hem yârim ağlasın
Gûş eyleyen hikâyet-i Esrâr'ım ağlasın
Nâ-dide bir güher telef etdim dirîg u âh
Hâk içre defnedüp gerü gitdim dirîg u âh

Ayrıca Esrar Dede'nin mezar taşında Şeyh Gâlip'in şu cümleleri yer almaktadır:

"Esrâr Dede çileyi hatm ettiği dem
Sırr oldu serin hırka-i tâbûta çeküp
Gâlib dedi târihin efsûs efsûs
Hemdemlerini hayrân kodı Esrâr göçüp."

Eserleri
Kuşkusuz her açıdan olduğu gibi edebî açıdan da Esrâr Dede'yi en çok Şeyh Gâlip etkiledi. Bu iki önemli ismin eserleri ise daha sonraki kuşakların birçok önemli edebiyatçısını etkilemiştir. Nitekim daha sonraları Şeyh Gâlip'in ünlü eseri "Hüsn ü Aşk"dan esinlenerek, Yenikapı Mevlevîhânesinin son şeyhi Abdulbâkî Baykara tarafından kaleme alınacak olan yine Hüsn ü Aşk isimli manzûm tiyatronun ilk perdesi Şeyh Gâlip ile Esrâr Dede'nin konuşmalarını konu alacaktır.

Şiirlerini topladığı Dîvân'ı en önemli ve bilinen eseridir. Bu da, 1841 yılında "Divan-ı Belağat-unvân-ı Esrâr Dede Efendi" ismiyle yayımlanmıştır. Mevlevî şairlerinin hayatlarını ve şiirlerinden örnekleri barındıran, Esrâr Dede Tezkiresi olarak da anılan "Tezkire-i Şu'ârâ-yı Mevlevîyye" bir diğer ünlü eseridir. Diğer önemli eserleri: Mübâreknâme-i Esrâr, Fütüvvetnâme-i Esrâr ve daha önce de zikrettiğimiz Lugat-ı Tilyan`dır. Genel olarak Esrâr Dede arı ve yalın bir dil kullanırdı. Şiirlerinde Mevlevîliğe ve Mevlânâ`ya olan sevgisine sık sık yer vermiştir. Şiirlerindeki tasavvuf etkisi barizdir.

Eserlerinden Örnek

Gazel (Gece Kandilli`de)

Gece Kandilli’de gök kandil olup ol meh-rû
Mâhitab eyleyerek eyledi azm-i Göksu
Ol şehen-şâh-ı hüsn basdı kadem şevketle
Hele Beylerbeyi’nin başına devletdir bu
Boğaz içinde bu şeb mey vererek muğbeçeler
İtdi sâgar gibi lebrîz bizi tâ-be-gelû
Gel çelipa içün itme bizi hicrana dûçar
Nola İstavroz’a gitme bu gice kâfir-hu
Subha dek eyleyelim şevk ile zevk-i mehtâb
Mestdir çeşm-i siyeh meste yeter bu uyku


Yardan sana şu peymâne ki ihsân oldu
Mihr-i dîdâr idi Esrar sabaha karşu
Saye-i Hazret-i Galib’de Boğaz içre bu şeb
Zevk-i min tahtil enhar idi bana her su


Eşrefoğlu Abdullah Rûmî
Eşrefoğlu Abdullah Rûmî, (? - 1469) Türk şair, mutasavvıf. Eşref-i Rûmî veya Eşrefoğlu Rûmî olarak anılır.

Asıl adı Abdullah'tır. Yine de babasının ismi dolayısıyla genellikle Eşrefoğlu, Eşrefzâde veya İbnül Eşref olarak anılmıştır. İznik doğlumlu olduğu için de sık sık İznikî olarak anılmış, yine de en sık kullanılan hitabı Eşref-i Rûmî olmuştur.

İznik doğumlu Abdullah'ın babasının zamanında Mısır'dan Anadolu'ya göçmüştür. Babasının ismi genelde Seyyid Ahmed ül Mısrî olarak geçer. Bu künyedeki Seyyid, şahsın İslam dininin son peygamberi Muhammed'in sülalesine dayandığını gösteren bir ibaredir.

Eşrefoğlu ilk eğitimini İznik'te yapmıştır. Babası ve dedesi mutasavvıf olsa ve tasavvufa da meyli olsa da daha çok ilmi eğitim görmüştür. Orta yaşlarında, bazı söylentilere göre 40 yaşlarındayken, ilim eğitimini sonlandırır ve dönemin ünlü fakihlerinden birinin yanında çalışmaya başlar. Buna rağmen tüm bu zaman boyunca tasavvufa olan ilgisi artmıştır ve sonunda ilmi bir kenara bırakıp tasavvufi hayat tarz ve görüşüne girer. Tasavvufa girişi genellikle o dönemde Bursa'da yaşayan Abdal Mehmet isimli meczup bir veli ile arasında yaşanan bir olaya bağlanır. Fakat bunun gerçekliği tartışmalıdır.

Eşrefoğlu tasavvufi yola giriş yapmak istediğinde Bursa'nın ünlü velilerinden Emîr Sultan'a bağlanmak ister. Fakat Emir Sultan onu Ankara'ya, Hacı Bayram Veli'ye gönderir. Bir süre Hacı Bayram Veli'nin dergâhında kaldıktan sonra, öneri üzerine Hama'daki kâdirî şeyhi Şeyh Hüseyn-i Hamevî'ye gider. Buraya ailesi ile birlikte gider ve bir zaman burada kalır. Sonunda Hama'dan İznik'e geri döndüğünde Eşrefoğlu büyük bir mutasavvıftır. İznik'te başlarda münzevi bir yaşam sürse de daha sonraları halkla iletişime geçmiş kendi tasavvufi görüşünü yaymıştır. Burada Eşrefoğlu Rumi kurucusu olduğu ve Kâdirîliğin bir kolu olan Eşrefîliği yayar. 1469 yılında yine İznik'te vefat eder.

Eşrefoğlu eserlerinde genelde yalın bir Türkçeyi tercih etse de az da olsa Arapça ve Farsça sözcükler de kullanır. Eserlerinde tasavvufi etki rahatlıkla görülebilir. En çok işlediği konu tasavvuf olduğu gibi genellikle kullandığı motifler ve kurgusal unsurlar da tasavvufi imgelerdir. Bunun dışında eserleri genel dini öğütler de içerir. Her ne kadar teknik bakımdan çok büyük başarı göstermese de, Türk tasavvufi halk edebiyatının en önemli isimlerindendir.

Eşrefoğlu'nun en önemli eseri Divan'ı olsa da, Müzekinnüfûs isimli meşhur bir eseri de bulunur. Müzekinnüfûs dini ve tasavvufi nasihatler içeren bir eserdir. Bunlar dışında matbu olmayan fakat yazma nüshalar halinde olan çeşitli eserleri vardır: Tarîkatnâme, Fütüvvetnâme, Delâil ün nübüvve, İbretnâme, Mâziretnâme, Hayretnâme, Elestnâme, Nasîhatnâme, Esrarüttâlibîn, Münâcaatnâme ve Tâcnâme.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
F

Fehîm-i Kadîm
Fıtnat Hanım
Fuzûlî


G

Gevheri

H

Hatice Nakiye Hanım
Hayâlî (şair)
Hayreti
Hıfzı Mehmed Efendi
Hızır Reis
Hâmî-i Âmidî​


Fehîm-i Kadîm
Fehîm-i Kadîm, 17. yüzyıl divan şairidir. Asıl adı Mustafa Fehim 'dir. Fehim’e 19. yüzyıl başlarında yaşayan diğer divan şairi Fehim dolayısıyle Fehim-i Kadim ünvanı sonradan verilmiştir. 1648 yılında vefat etmiştir.

İran edebiyatını yakından izlemiştir. Lirik bir söyleyişi olan şairin karamsar bir yapısı vardır. Leskofçalı Galib, Namık Kemal, Hersekli Arif Hikmet, Kazım Paşa, Avni Bey, Üsküdarlı Hakkı Bey, Fehim-i Kadim’in takipçileri olmuşlardır.


Fıtnat Hanım
Fıtnat Hanım (1842-1911) ünlü Türk Divan şairi.

Genel kanı 1842'de doğduğuna yönelik olsa da, çeşitli kaynaklarda 1830lu yıllarda doğduğu belirtilmektedir. Doğum yeri konusunda da ihtilaf mevcuttur, Trabzon ve Ordu bu ünlü şairi paylaşamamıştır; Bazı kaynaklara göre Trabzon'lu bazı kaynaklara göre ise Ordu'ludur. Babası Hazinedarzade Zade Vezir Abdullah Paşa'dır. Küçük yaşlarda ailesiyle beraber İstanbul'a taşındılar, Fıtnat Hanım burada iyi bir eğitim gördü. Burada genç yaşta evlendi, fakat bu evliliği kısa sürdü. Bu kısa süren ilk evliliğinden daha sonraları çok şikayet etmiştir. Özellikle bu ilk eşinin kıskançlığına dayanamıyordu. Fıtnat Hanım zekası ve güzelliği ile ün salmıştır. Gazel söylemekte de pek yetenekli olduğu söylenir. İlk eşinin kuruntuları ve kıskançlıkları yüzünden gazel söylemeyi bırakmıştır. Bu ilk evliliğinden sonra Bahriye Nezareti mektupçusu olan Mehmet Ali Efendi ile ikinci evliliğini yaptı. Şiirlerini ve yeteneğini keşfedip onu edebiyat dünyasına tanıtan Süleyman Nazif'tir. Edebi başarılarının yanı sıra hattatlığı ile de ünlüdür, kendi elleriyle yazdığı bir Kur'an'ı Süleyman Nazif Bey'e hediye etmiştir.

Son dönem Osmanlı edebiyatının en ünlü kadın isimlerinden olan Fıtnat hanım 1911 yılında İstanbul'da vefat etmiştir. Edirnekapı Mezarlığı'na defnedilmiştir.

Fıtnat Hanım, bir diğer divan edebiyatı şairi Zübeyde Fıtnat ile karıştırılmamalıdır.

Eserlerinden örnekler

Gazel

Eylesin tesir-i derdin cânâne Allah aşkına
Girmesin gam hâneme bîgâne Allah aşkına

Kim bilir dert ehlinin hâlin yine yâri bilir
Kıl tarrahhum dîde-i giryâne Allah aşkına

Bezm-i cânânım uzak bi sûziş-i hasret ile
Gel seninle yanalım pervâne Allah aşkına

Bî-harâb-âbâd- ı aşkındır unutma rahm edüp
Fıtnat’ı gel eyleme dîvâne Allah aşkına



200px-Fuz%C3%BBl%C3%AE.jpg


Fuzûlî
Mehmed bin Süleyman Fuzûlî (Fużūlī (فضولی))(d. 1483 Hilla - ö. 1556 Kerbela ya da Bağdat), Azeri-Türk divan şairidir. Asıl adı Mehmet bin Süleyman'dır. Türk Bayat boyundan olduğu aktarılmaktadır. Türk şiirini önemli ölçüde etkilemiştir. Alevilik ve bölge Şiiliğinde Yedi Ulu Ozan'dan biri kabul edilir.

Ailesi göçebe hayatı bırakıp günümüzdeki Irak bölgesine yerleşmiş olan Oğuzların Bayat boylarındandır. Fuzûlî; ne kadar kesin bilinmese de 1483 yılında Akkoyunlular zamanında şimdiki Irak'ta Kerbela veya Necef'de veya Kerkük iline bağlı Kale semtinde doğduğu tahmin edilir

Fuzûlî iyi bir eğitim almak için ilk önce Hillah şehirinde müftü olan babasından, ve daha sonra Rahmetullah adındaki bir öğretmenden eğitim görmüştür. Daha sonraki öğrenimi hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte; eserlerinden İslamî bilimler ve dil alanında çok iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Su Kasidesi'nin 2. beytinde; "Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem" "Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su" diyerek astronomi bilgisinin de iyi olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca hamse sahibidir.

Leyla ile Mecnun

Türkçe Divanı'nın önsözünde;
“ "İlimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir" ”

demektedir.

Türkçe, Arapça ve Farsça divan şiirlerini yazmıştır. Eserlerinde kullandığı dil dönemindeki divan şairlerine göre daha sade, anlaşılır bir Türkçedir. Halk deyişlerinden bolca yararlanmıştır.

Bedensel zevklerden ziyade tasavvufî bir aşk, Ehl-i Beyt'e duyulan özlem, ayrılık acısı şiirlerinin konusunu teşkil etmiştir. Duygu ve düşüncelerini çok içten ve lirik bir şekilde ifade etmeyi kolayca başarmıştır. Bu açıdan bakıldığında Türk şiirinde karşılaştırılabileceği tek şair Yunus Emre'dir. "Leyla ve Mecnun" mesnevîsi aynı konuda yazılmış (Arapça ve Farsça dahil) en iyi mesnevîlerden biridir.

İran şiirinden Hâfız, Türk şiirinden ise Nesimî ve Nevai çizgisini en başarılı şekilde kemâle erdirmiştir. Kendisinden sonra gelen bütün divan şairlerini etkilemiştir. Onun, Kerbela'da 1556 yılında içinde yaygın olan salgın bir hastalık sonucunda, veba veya kolera'dan öldüğü tahmin edilir. Fazilet (erdem) kelimesinin kökü olan "FUZUL" kelimesinden türeyen -fazilet sahibi -erdemli manasında fuzuli mahlasını kullanmıştır.

Irak'ta yaşamıştır. Hayatı yoksulluk, bahtsızlık ve ilgisizlik içinde geçmiştir. Bu durum onu derinden etkilemiş ve bu yalnızlık duygusu sanatının ilham kaynağı olmuştur. Yaşadığı atmosferi şiirine yansıtmıştır. Kendisi çölde yaşamış; çöl kimsesizlik, hasret ve hüzün demektir. Fuzuli bu unsurları şiirinde yoğurmuştur.

Fuzuli şiirlerinde Tek Varlık görüşünü en fazla işleyen şairdir. Onda "Visal" (Allah'a kavuşma) isteği kuvvetlidir. Ama vuslat yoktur. Tasavvuf onda yaşı ve sanatı ilerledikçe koyulaşmıştır. Divan edebiyatında ilah-i aşkı en fazla işleyen şairdir. Bu durum ondaki ideal aşkı gösterir. Fuzuli derdi, ıstırabı seven bir kişidir. Nitekim şu beyiti bunu açıkça gösterir.

"Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib Kılma derman küm helaküm zehri dermanımdadır."

Fuzuli derin ve samimi bir aşk şairidir. Ölüm, toplum, yoksulluk, felsefe, tabiat temalarını hep bu aşk etrafında yazmıştır. Çağdaşlarına göre sade bir dili vardır. Arapça, Farsça ve Türkçe'yi çok iyi bilen şairin gücü; bu üç dilden aldığı kelimeleri kullanıp, bunlarla düşünmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu yönüyle Divan Edebiyatı'nın en büyük şairlerinden sayılmaktadır.

Seçkin eserleri
Türkçe , Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde de eser veren Fuzuli'nin eserlerini şu şekilde sıralayabiliriz;

Türkçe manzum eserleri

Divan,
Beng ü Bade (بنگ و باده; Beng ü Bâde);

444 beyitlik Türkçe mesnevi, 1956

Leyla ile Mecnun (داستانِ ليلى و مجنون; Dâstân-ı Leylî vü Mecnûn);

3 bin 96 beyitlik mesnevi. Bir örnek;

یا رب بلایِ عشق ايله قيل آشنا منى
بر دم بلایِ عشقدن ايتمه جدا منى

آز ايلمه عنایتوکى اهلِ درددن
يعنى كه چوح بلالره قيل مبتلا منى

Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ meni
Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ meni
Az eyleme inâyetüni ehl-i derdden
Yani ki çoh belâlara kıl mübtelâ meni[9]

Risale-i Muammeyat (رسالهٔ معميات; Risâle-i Muammeyât);
Kırk Hadis,
Su kasidesi
Hz. Ali Divanı
Şikâyetnâme (شکايت نامه; Şikâyetnâme) kafiyeli nesir türündedir;

Kanuni'nin Bağdat'ı fethinden sonra (1534) padişaha kasideler (Arapça: قصيدة, çoğul qasā'id, قــصــائـد; Farsça: قصیده) sunmuştur. Padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında 9 akçelik maaşla ödüllendirilmiştir. Maaşını alamayınca Şikâyetnâme'yi yazmıştır. Şikâyetnâme Fuzuli'nin en önemli eserlerinden biridir.

Şikâyetnâmesinde Fuzuli şöyle der:
“ Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar.
Hüküm gösterdim faydasızdır diye mültefit olmadılar ”

Türkçe mensur eserleri

Hadikatü's-Süeda (حديقة السعداء; Hadîkat üs-Süedâ);

Kerbela olayını anlatan düzyazı, 1837

Mektuplar

Farsça manzum eserleri

Divan,
Enis'ül-Kalb (انیس القلب; Anîs ol-qalb);
Heft Cam (sâkinâme) (هﻔﺖ جام; Haft Jâm);

tasavvuf içerikli, 327 beyitlik Farsça mesnevi

Resale-e Muammeyat (رسال ﻤﻌﻤيات; Resâle-e Muammeyât);
Sehhat o Maraz (صحت و مﺮض; Sehhat o Ma'ruz)

Farsça mensur eserleri

Rind ü Zahid (رند و زاهد; Rend va Zâhed);
Risale-i Muamma

Basımları

Hadikatü's-Süeda (1837, Kerbela olayını anlatan düzyazı)
Türkçe Divan (1838, 1958)
Sıhhat u Maraz (1940, tıp bilgileri)
Enis'ül-Kalb (1944)
Fuzuli'nin Mektupları (1948)
Terceme-i Hadis-i Erbain (1951)
Rind ü Zahid (1956)
Arapça Divan (1958)
Matlau'l İtikad (1962)
Sâki-nâme (tasavvuf içerikli mesnevisidir)
Su kasidesi

“ Ger ben ben isem nesin sen ey yâr

Ger sen sen isen neyim men-i zâr



Gevheri
Gevheri, hayatı hakkında pek fazla bilgi olmayan, aruz ve hece ölçüsü ile şiirler yazan şair. Önceleri asıl adının "Mustafa" olduğu sanılırken, sonradan bir şiirindeki "Bir kemter kulundur Garip Mehemmed"[1] dizesinden adının "Mustafa" değil. "Mehmed" olduğu ileri sürülmüştür. 1700 yılında ölen ozan ve hattat Bahri Paşa'nın divan kâtipliğini yaptığı da biliniyor.

Bazı şiirleri

Ala Gözlü Nazlı Dilber
Bad-ı Saba Sevdiğime Gidersen
Behey Dilber Sana Gonül Vereli
Ben Güzelim Deyu Havadan Uçma
Beyaz Göğsün Bana Karşı
Bizden Selam Olsun Gül Yüzlü Yare
Bugün Ben Bir Bağa Girdim
Bugün Ben Bir Güzel Gördüm
Bülbül Ne Yatarsın Yaz Bahar Oldu
Dağlara Gel (Grup Yorum Seslendirmiştir)
Dila Gör Bu Cihan İçre
Ey Benim Nazlı Cananım
Ey Peri Cihana Sen Gibi Dilber
Garip Turna Bizi Senden Sorana
Hey Ağalar Bir Sevdaya Uğradım
Hey Ağalar Zaman Azdı
Kurtulamam Üç Nesnenin Elinden
Mecnun'a Dönmüşüm Bilmem Gezdiğim
Sözün Bilmez Bazı Nadan Elinden
Şunda Bir Dilbere Gönül Düşürdüm


Hatice Nakiye Hanım
Hatice Nakiye Hanım (d. 1846 - ö. 1899) Türk kadın divan edebiyatı şairi.

1846'da ikiziyle birlikte dünyaya geldi. Müneccimbaşı Osman Saib Efendi'nin kızıdır. Annesini küçük yaşta kaybetti. Teyzesi tarafından büyütüldü.

Sıbyan mektebinde okudu. Darülmuallimat'tan mezun oldu. Yenikapı Mevlevihanesi müritleri arasına girdi. Ali Fuat Bey'in Maarif Nazırlığı döneminde Darülmuallimat'ta öğretmenliğe başladı. Farsça ve tarih öğretti.

Lügati Farısiye sözlüğünü hazırladı. Bir süre Mısır'da kaldı. Sultan Mehmet Reşat döneminde bazı şehzade ve sultanlara öğretmenlik yaptı. II. Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirildi. Hiç evlenmedi. 1899da yaşamını yitirdi. Yenikapı Mevlevihanesi Çınaraltı Kabristanı'nda toprağa verildi. 40 kadar gazel, methiye, şarkı, müstezad, tahmis, terci-i bend ve kıt'a yazdı. Döneminin kadın şairlerinden Şeref hanımın yeğeni idi. Onun divanının ikinci basımını hazırladı. Dergilerde dağınık halde olan şiirleri derlenemedi. Bir bölümü Türkçe olan bu şiirlerden bazıları kardeşi Nebil Bey’in Divanının sonunda, bir kısmı da Ahmet Muhtar Bey tarafından yayımlandı.


Hayâlî (şair)
Hayâlî (خيالى) (?-1557) Türk Divan edebiyatı şairinin mahlası. Eserleri zengin bir hayal gücüyle yazılmış, ince ve duyarlı bir üsluba sahiptir.
Vardar Yeniceli olduğu bilinen Hayali'nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, 1494-1495 yılları civarında doğduğu tahmin edilmektedir. Asıl ismi Mehmed'tir.

Biyografi yazarı Âşık Çelebi’nin anlatısından anlaşıldığı kadarıyla, Mehmed, Sadi’nin (سعدی شیرازی) Bostan ve Gülistan eserlerini okuyarak genç yaşlarında şiirle ilgilenmeye başlamıştır.

Seyyah bir sufi derviş olan Baba Alî Mest-i Acem müritleri ile Yenice-i Vardar’a geldiğinde, Mehmed topluluğa intisap etti ve onlarla beraber İstanbul’a gitti. Yolculuk müddetince Sufi düşünce ve uygulamaların yanı sıra, şiir konusunda da Baba Ali’den eğitim aldı.

İstanbul’da bir Kadı olan Sarı Gürz Nûreddîn Efendi genç Mehmed’in bu toplulukla beraber olmasını hoş karşılamadı ve onu himayesine aldı. Bu himaye altında Mehmed eğitimine devam etti ve şiir bilgisini ve becerisini ilerleterek Hayali mahlası ile eserler vermeye başladı.

Nihayet, Hayâlî Osmanlı Vezir-i Azamlarından Pargalı İbrahim Paşa’nın dikkatini çekti ve Kanuni Sultan Süleyman’a takdim edildi. Sultanın en önemli şairlerinden biri haline gelen Hayâlî, seferlerde orduya eşlik etti. Bu süreçte (1522) Rodos kuşatmasına ve 1534’teki Bağdat fethine iştirak etti.

Bağdat’ın Fethi esnasında Hayâlî’nin büyük şair Fuzûlî ile tanışmış olduğu söylentileri de mevcuttur.

Şiir kabiliyeti yüzünden kendisine Melik-üş-şuarâ (“Şairlerin Sultanı”), Diyâr-ı Rûm'un Sultân-ı Şuarâsı (“Roma Topraklarının Şairlerinin Sultanı) ve Hayâlî-i meşhûr (“Meşhur Hayâlî”) gibi unvanlar verilmiştir. Şairin Vezir-i Azam ve Sultan’ın gözündeki konumu elbette kendisine pek çok düşman da kazandırmıştır ve sık sık hiciv ve alaylara maruz kalmıştır.

Ana hamisi İbrahim Paşa’nın katlini müteakip 1536’da Rüstem Paşa’nın vezir-i azamlığa terfisi ile Hayâlî’nin İstanbul yaşamı güçleşmiş ve o da kendisine bir Sancakbeyi konumu verilmesini sağlamıştır. Edirne Sancakbeyliğine atanan Hayâlî böylece adının sonuna Bey ünvanı da almıştır.

Divan edebiyatının bu önemli ismi, 1557 yılında Edirne'de vefat etmiştir.

Sanatı ve Hayat Görüşü

Hayali divan edebiyatının olgunluk dönemi (16. yy - 18. yy) şairlerindendir. Kuşkusuz Baki'ye kadar ki dönemin en önemli ve ünlü ismi Hayali'dir. Hayali sade yaşayışını yazımına da aktarmış, ruhani anlamda zengin ama somutsal olarak sade bir dil ile yazmıştır. Ona lakabını da veren şiirlerindeki en önemli özellik hayali, deruni imgeler ve eserlerinden yansıyan zengin hayal gücüdür. Hayali'nin bu kadar ünlü olmasının en önemli nedenlerinden biri de yeteneğinin yanında sade yaşayışı, mala ve şöhrete önem vermeyişidir.

Eserlerinden Örnek

Bazı Beyitleri

İstiyorsan almağı hikmet kitâbından sebak
Hâme-i kudret ne yazmış safha-i ruhsâra bak


Cihân-ârâ cihân içindedür arayıbilmezler
O mâhîler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler


Hayreti
Hayretî (d. ? - ö. 1534) Türk Divan edebiyatı şairi.

Doğum tarihi bilinmese de Hayreti'nin Vardar'da doğduğu bilinmektedir. Gerçek ismi Mehmed'tir. Çok genç yaşlarda tasavvufla ilgilenmiş, çeşitli tarikatlarla yakın temasa geçmiştir. Ömrü boyu tasavvufi bir yaşam anlayışını benimsemiş ve anlayışını şiirlerine de yansıtmıştır. Hayatının son yıllarında kör olmuş, gözlerini kaybetmiştir. 1534 yılında vefat etmiştir.

16. yüzyılın en önemli şairlerinden biri olsa da bugün pek bilinmemektedir. Divanı 1981 yılında Prof. Dr. Mehmed Çavuşoğlu ve M. Ali Tanyeri tarafından yayımlanmıştır. Şiirlerinde tasavvufi öğelere sıklıkla rastlanır, uslubu samimi ve coşkuludur.

Eserlerinden örnek

Gazel

Ben bu bâzrun ne bazerganı ne bezzaâzıyam
Kûy-ı ışkun onmadık bir rind-i şâhid-bâzıyam

Bir megesce kadrüm olsa hân-ı vaslunda n’ola
Ben de hâlümce muhabbet evcinin şeh-bâzıyam

Câna kalmazam bu gün meydanda aslâ Hâk bilür
Rîsmân-ı kâhkül-i dil-dârumun cân bâzıyam

Sen nice erbâb-ı hüsn içinde müstesnâ isen
Pâdişâhum ehl-i ışkun ben de bir mümtâzıyam

İt gibi öldürmez isen ger rakîb-i kâfiri
Dime hiç ey Hayretî âlemde ben de gaaziyem

(Vezin: Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün)


Hıfzı Mehmed Efendi
Hıfzı Mehmet Efendi Osmanlı Devleti Türk şair ve bilgini. Doğum tarihi bilinmiyor.Edirne'de doğmuştur. Yaşamı hakkında fazla bilgi yoktur. Kuran eğitimi aldı ve dönemin ünlü bilginlerinden ders aldı. Medrese öğrenimi gördü. Bir ara müderris oldu ve enderun'da ders verdi. Birçok antik Yunanca, Arapça, Farsça, İbni Sina ve Biruni'nin bilimsel yapıtlarını inceledi. Değişik konularda çalışan Hıfzı Mehmet Efendi birçok yapıt vermiştir. Yapıtlarında arı bir Türkçe kullanmış hece ölçüsü'yle şiirlerini yazmış şiirlerinde atasözleri, manzumeler ve risaleler kullanmıştır. Ölüm tarihi bilinmemektedir.

Yapıtları

Divan
Münşeat (Nesirler)
Manzume-i Durub-i Emsal (Atasözleri Derlemesi)
Amal-i Salihat (Ahlakça Beğenilmiş Eylemler)


Hızır Reis
Hızır Reis Osmanlı Devleti, Türk, Divan Edebiyatı, şair'i ve bilgini.Doğum tarihi bilinmiyor.Eskişehir'e bağlı Sivrihisar'da doğdu.Tazarruname yazarı Sinan Paşa Hızır Reis'in babasıdır.Babasından ve başka değerli hocalardan ders aldı.Önce Sivrihisarda bir süre kadılık yaptı.Sonra Bursa'da müderris oldu, öğrencilere ders verdi.Osmanlı Devleti hükümdarı Fatih Sultan Mehmed'in sevgisini kazandı.

Dönemin ünlü bilgini Akşemsettin kendisinden övgüyle bahseder.İstanbul alınırken osmanlı askerleriyle birlikte savaştı. İstanbul alındıktan sonra ilk defa İstanbul kadısı oldu.Hızır Reis ölümüne kadar altı yıl kadılık görevinde kaldı.Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazdı.Bir Divanı üç tane yapıtı olduğu biliniyor ama henüz bulunamamıştır.Bazı tezkire ve yazma mecmualarda şiirlerine rastlanır.İstanbulda Hacıkadın camisini yaptırdı.1459 yılında İstanbul'da öldü.


Hâmî-i Âmidî
Hâmî-i Âmidî (d. ? - ö. 1747), Osmanlı şairi.

Diyarbakırlı olan Hâmî-i Âmidî döneminin tanınmış şairlerindendir. Bazı vezirlere divan kâtipliği de yapmıştır. 1747'de Diyarbakır'da vefat etmiştir.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
K

Kadı Burhaneddin
Kafzade Abdülhay Çelebi
Kami
Koca Mehmed Ragıp Paşa
Küplüceli Öznur

L

Latîfî
Leskofçalı Galip

M

Mihrî Hatun​


Kadı Burhaneddin
Kadı Burhaneddin {1345-1398} Türk devlet adamı ve Divan Edebiyatı şairi.

Asıl ismi Burhaneddin Ahmeddir. 1345 (hicri 754) yılında Kayseri'de dünyaya gelmiştir. XIII. yüzyıl başlarında Harzem'den Anadolu'ya göç eden Oğuzlar'ın Salur Boyu'na mensup Kayseri Kadısı görevinde bulunan Şemseddin Mehmed'in oğlu idi.

Kadı Burhaneddin çok yönlü bir kişidir. Bir taraftan (Anadolu'da, Mısır'da, Şam'da, Halep'de) çok iyi klasik bir İslam eğitimi aldıktan sonra ilim ve eğitim ile uğraşmıştır. Sonra çok başarılı olarak ve halkça sevilerek Kayseri'de kadılık görevini ifa etmiştir. Eretna Beyliği devlet işleri ile cok yakından (bey danışmanı, vezir ve beylik naibi olarak) ilgilenmiştir. Sonunda Sivas merkezli Kadı Burhaneddin Devleti olarak kendi adı ile anılan bir devlet kurup bu devletin 18 yıl hükümdarlığını yapmıştır. Kadı Burhannedin bu siyasal uğraşları yanında edebiyat ve özellikle şiir ile yakından meşgul olmuş ve özellikle gazel, tuyuğ ve rubailerle dolu büyük bir Divan ortaya çıkarmıştır. Türk edebiyatında aruz veznini Türkçeye uygulayıp Divan şiirinin Divan edebiyatı'nın ortaya çıkması sürecine öncülük eden büyük bir Anadolu şairi olarak anılması gerekmektedir.

Hayatı

Kadı Burhaneddin eğitimine 4 yaşında iken babasının yanında başlamış; kısa sürede Arapça ve Farsça'yı öğrenmiş olup devrin orta eğitim kurumlarinda okunan lûgat, sarf, nahif, maânî, beyan, arûz, hesap, mantık ve hikmet gibi bilimleri bilir duruma gelmiş ve hatta öğretmenlik yapmaya başlamıştır. 1358 yılında 14 yaşında iken babası ile birlikte Mısır'a gitmiştir. Orada öğreminine devamla fıkıh, usûl-i fıkıh, ferâiz, hadis, tefsir, heyet ve tıp gibi bilim derslerini takip ederek dört mezheb (Hanefî, Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî) hakkında bilgi edinmiştir. 1362 yılında Şam'a geçip; orada 1,5 yıl Mevlânâ Kutbedin Râzi'nin derslerine devam etmiştir. Oradan babası ile hacca gitmis; Hicaz'dan dönerken babasını kaybetmiştir. Sonra Burhaneddin 1 yıl Halep'te kalıp orada öğrenimini sürdürmüştür.

Burhaneddin 1364 yılında Kayseri'ye dönmüştür. Kayseri o zaman Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından sonra kurulan ufak beyliklerden biri olan Sivas ve çevresinde kurulmus olan Eretna Beyliği idaresi altındaydı ve hükümdar Giyasettin Mehmed Bey'di. Burhaneddin babasının eski görevine tayin edilmede önce güçlük çekmiştir. Ama 1365 hükümdar Eretna Oğullarından Giyasettin Mehmed Bey tarafından Kayseri Kadısı olarak göreve atanmıştır. Kadı Burhaneddin bu hükümdarın yakın danışmanlığını yapıp ve hatta kızı ile evlenip damadı olmuştur. Kısa süre sonra Giyasettin Mehmed öldürülmesiyle Eretna Beyliği hükümdarlığına oğlu Alâeddin Ali Bey geçmişti. Kadı Burhaneddin, başında olan eniştesi Alâeddin Ali Bey hükümdarlığı zamanında da giderek politik güç kazanarak kadılık görevine devam etmiş ve 1378de vezirlik görevini yüklenmiştir. Kadı olarak ve vezir olarak çok haksever tutumu, başarılı hükümleri ve adaletli idaresi ile halka kendini sevdirmiştir. Bu sıralarda Eretna Beyliği devletin iç olaylarına, siyasetine ve hatta silahlı çatışmalarına karışmıştır.

1381de Alâeddin Ali Bey vebadan vefat etmiş ve Eretna Beyliği hükümdarlık tahtı 7 yaşındaki oğluna kalmıştır. Önce emirlerden Kılıç Aslan devlet naipliğine getirilmiştir ama emirler arasındaki siyasi güç rekabeti sürekli karışıklıklar ortaya çıkartmıştır. Kadı Burhaneddin, halkın da isteği ve ısrarı üzerine, beyliğin bu zayıflığından istifade edip 1381de naip Kılıç Aslan'ı öldürüp onun yerine beylik naibi olmuştur.

Hemen sonra, aynı yıl 1381de Sivas'ta istiklalini ilan ederek kendi adına hutbe okutup Sultanlık makamına geçip Kadı Burhaneddin Devleti adını taşıyan bir devlet kurmuştur. Bu devletin hükümdarlık makamında 18 yıl hüküm sürmüştür. Bir yandan kendi devletinin iç bütünlüğünü sağlayıcı politikalarla uğraşırken diğer taraftan komşu beylik ve devletler olan Akkoyunlular, Osmanlılar ve Memlûklular ile uğraşmak zorunda kalmıştır. 1392de Kastamonu seferine çıkan Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezıt'in eyalet askerinden kurulu öncü ordusu Yıldırım Bayezitin büyük oğlu olan Şehzade Ertuğrul komutası altında, Kadı Burhaneddin'in askeri güçleri ile Çorum yakınlarında Kırkdilim mevkinde savaşa girişmiş; bu öncü Osmanlı ordusu yenik düşmüş ve Şehzade Ertuğrul bu savaşta ölmüştür. Bu galibiyetten sonra Kadı Burhaneddin'in Moğol asıllı akıncı kuvvetleri Osmanlı topraklarını talana başlamıştır. Yıldırım Bayezid Macar saldırıları önlemek maksadiyla Rumeli'ye gitmek zorunda kaldığı için, 1393 baharında Anadolu geniş bir savaş ortamına dönmüştür. Türkmen Beyleri ve kent hakimleri ya Yıldırım ya da Kadı Burhaneddin odaklı bağlaşmalar kurmuşlar ve yer yer savaş haline geçmişlerdir. 1393de Yıldırım'ın Amasya, Merzifon, Turhal ve Tokat kalelerini fethi ve bu bölgeye büyük yetkilerle oğlu Mehmed Çelebi'yi vali tayin etmesi sonucu bir barış dengesi sağlanabilmiştir. Kadi Burhaneddin 1398 yılında ise Akkoyunlu hükümdarı Kara Yülük Osman Bey ile savaşa girişmiş; bu savaşı kaybedip esir düşüp Akkoyunlular tarafından öldürülmüştür. Kadı Burhaneddin Devleti de onun öldürülmesiyle birlikte son bulmuştur.

Kadı Burhaneddin çok yanlı bir kişi olup, oldukça macera ve uğraş dolu bir hayat sürmüştür. Bilgin, adil, zeki, cesur ve lâfını esirgemeyen bir devlet adamı olduğu rivayet edilmiştir.

Edebi Kişiliği

Kadı Burhaneddin bu siyasi kişisel özelliklerinin yanı sıra, edebiyat ve şiirle uğraşmayı da ihmal etmemiştir. 600 sayfa tutan bir divanı dolduracak kadar şiir yazmıştır. Bu divanında 1500 gazel, 119 tuyuğ ve 20 rubai bulunmaktadır ama hiç kasidesi bulunmamaktadır. Kadı Burhaneddin gazelleri ve tuyuğları ile ün kazanmıştır. Tuyuğ şeklini Divan edabiyatına getiren Kadı Burhaneddin olmuştur. Gazellerinin gayet içten ve aşkane oldukları görülür. Lirik şiirlerinde cesaret göze çarpar ve bu yönüyle de klâsik şiirden ayrılır. Aşk şiirlerinin yanı sıra din ve tasavvuf ile ilgili şiirleri de vardır. Şiirlerinde ne mahlası ne de adı bulunmaktadır.

İran şiirini çok iyi bilen Kadı Burhaneddin divan şiirinin öğelerini Türkçe'ye mal etmede emeği geçen baş Türk şairlerdendir. Divan şiirinin ilk Türkçe örneklerini veren bir şair olarak Türkçe'yi aruza uydurmakta güçlük çektiği görülür. Bu aruz vezin eksikliği o kadar önemlidir ki Kadı Burhaneddin'in şiirlerinin çoğunda kullanılan vezini tayin etmek güç ve hatta bazılarında imkânsız olur. Ancak bu eksiklik XIV. yüzyıl Türk divan edebiyatına katkısı bulunan şairlerin nerede ise hepsinde görülmektedir. Kadı Burhaneddin bu müşkülatını, canlı ve samimi edası ile giderir. Günlük konuşma dilini de şiirlerinde kullanması onun şiirlerine ayrı bir özellik verir. Edebi sanatlara, özellikle cinasa, düşkündür. Doğup, büyüyüp yaşadığı yerlerde Azeri lehçesi kullanılmamakla beraber, Kadı Burhaneddin'in şiir dilinde Azeri lehçesi özellikleri barizce görüldüğü için, Azeri lehçesi edebiyatında olduğu iddia edilebilmesine rağmen, Kadı Burhanedin'i bir Anadolu şairi olarak kabul etmek daha yerinde olur. Bazı şiirlerinde tasavvuf izleri gayet açıkca görülmekle beraber Kadı Burhaneddin'i bir sûfî ve mutasavvıf bir şair olarak dünya işlerinden el etek çekmiş bir kişi saymak doğru olmaz. Kadı Burhaneddin'in gerçek yaşamında zevk ve safa alemleri düzenlediği bilinmektedir. Kadı Burhaneddin esas itibarı ile beşeri, maddi aşkı işlemiş ve maceracı, döğüşcü, savasçı hayatının ve ruhunun izleri çok bariz olarak şiirlerinde yansımıştır. Genellikle hayatını anlatmıştır.

Eserlerinden bazı örnekler

Beyit

Er odur Hak yoluna baş oynaya
'Döşekte ölen insan senin babandır

Tuyuğ

Hakka şükür koçlarun devrânıdur.
Cümle âlem bu demün hayrânıdur.
Gün batardan gün toğan yire değün.
Işk erinün bir nefes seyrânidur.

Gazel

Gönülüme ben didüm ki kandesin,
Gamzesinün oklarıyla kandesin
Gisusiyle bende düşdüm dir gönül,
Didüm ana nola çünki bendesin
N'ola öpdüm gözüme sürdüm seni,
Sen dahi âlemde bir turvendesin
Bendesin sen bendeyim ben tapuna,
Bendeyim ben nice ki sen bendesin
Gözlerüm giryan ü biryândur gönül,
Leblerüm şekker özün pür-handesi

Bir Mısra

Bunca ki yandım yanarım, billah ki usanmamışım.


Kafzade Abdülhay Çelebi
Kafzade Abdülhay Çelebi Osmanlı Devleti, Türk, Divan Edebiyatı, şairi. 1590 yılında doğmuştur. Nerede doğduğu bilinmemektedir. Şair hakkındaki bilgiler çok azdır. Din eğitimini yörenin ünlü müderrislerinden alan şair ayrıca medrese eğitimi almıştır. Arapça ve Farsça biliyordu. 1631 yılında ölmüştür. Nerede öldüğü bilinmemektedir.

Yapıtları
Hasenat-ı Hasan
Leyla İle Mecnun
Sakiname
Şairler Tezkeresi


Kami
Kami Osmanlı Divan şairi. Asıl adı Mehmettir. 1649 yılında doğmuştur 1724 yılında ölmüştür, Gazelleri, lugazları (manzum, bilmece) ve yalın bir dille yazılmış mesnevileriyle ünlüdür. Bağdat ve Mısır kadılıklarında bulundu. Bir divanı, Tuhfetü’l Vüzera adlı adlı önemli bir mesnevisi ve bazı dini risaleleri vardır.

Bir gazeli

Zapt eden zencir-i zülfündür dil-i divaneyi
Erre berser olmasın gösterme cana şaneyi
Ruh-bahş ol mutrıb-i gül-çehre sen nayınla bize
Büs-ı la’limdir demadem söyleten cana neyi
Müşteriyle kesretin gördükte saki şevkile


Ayağı yer basmadı devr eyledi meyhaneyi
Gamzesinden çeşm-i dildare şikayetle abes
Ol giran hab-ı tegafül dinlemez efsaneyi
Eğri baksa gam değil ol çeşm-i ahval aşıka
Kamiya bir görmedik doğru yürür mestaneyi


Bugünkü Türkçe ile

Deli gönlü zapteden saçının zinciridir
Ey canan tarağı gösterme başının üstünde testere olmasın
Gül yüzlü şarkıcı sen neyinle bize ruh ver
Ey canan neyi zaman zaman söyleten kırmızı dudağının öpücüğüdür
İçki sunan güzel müşterinin kabalığını görünce


Ayakta durmadı şevkle acele acele meyhaneyi dolaştı
Sevgilinin gözüne gamzesinden şikayet abestir.
O gafletin uykusuna dalmış efsaneyi dinlemez
O şehla gözlü aşıka eğri baksa gam değil
Ey Kami doğru yürüyen sarhoşları bir kere bile görmedik.


Koca Mehmed Ragıp Paşa
Koca Ragıp Paşa, (d. 1698, İstanbul – ö. 1763, İstanbul) - Osmanlı devlet adamı, diplomat, şair, kütüphaneci, çevirmen.

III. Osman ve III. Mustafa saltanatında 11 Ocak 1757 - 8 Nisan 1763 tarihleri arasında altı yıl iki ay yirmi sekiz gün sadrazamlık yapmış bir devlet adamıdır. Şair kişiliği ile tanınır. Nedim ve Şeyh Galip’ten sonra 18. Yüzyıl Osmanlı şiirinin en önemli temsilcilerinden birisi kabul edilir. "Merd i kıpti şecaatin arzederken sirkatin söyler (Çingene erkeği yiğitliğini anlatırken hırsızlığını söyler)" beyti darb-ı mesel olmuştur. Ayrıca bilgi birikimi, devlet yönetmedeki becerisi ve de zamanının kriminal suçlularını yakalamaktaki zekası da bu güne kadar söylenegelmiştir.

Yaşamı

1698 yılında İstanbul'da doğdu. Babası defterhane kâtibi Şevki Mustafa Efendiydi. Küçük yaşta babasının yanında Doğu dillerini öğrendi, iyi bir öğrenim gördü. Bağdat defterdarlığı, Sadaret mektupçuluğu gibi memurluklarda bulundu, bilim, edebiyat ve idare işlerinde gösterdiği başarı, Bağdat valisi Ahmet Paşanın takdirini kazandı; vali için yazdığı kaside de para bağışı ile mükafatlandırıldı.

1739da Rusya ile imzalanan Belgrad Antlaşmasının Osmanlılar lehine hükümler içermesinde etkisi oldu. Bu başarısı üzerine 1740'ta Reisülküttaplığa (bugünkü Dışişleri Bakanlığı), 1743'te vezirlik rütbesi ile Mısır valiliğine atandı. 1748’de Kubbe veziri olarak İstanbul’a çağrıld; Aydın muhasıllığı ile görevlendirildi. Sayda (1750), Rakka, Halep (1755) valiliklerinde bulundu. Bir okuma tutkunu olan Koca Ragıp Paşa, valiliklerinde bulunduğu yerlerden yazma eserler topladı.

1757 yılı Ocak ayında Osmanlı padişahı III. Osman'ın sadrazamı olarak sadarete geldi. Sultan Üçüncü Mustafa zamanında da sadrazamlığa devam etti. 1753 yılında III. Mustafa'nın dul kız kardeşi Saliha Sultan ile evlendi. Vilayetlerde asayişin korunması, maliyenin düzeltilmesi, askerin disiplinli eğitimi, savaş gemileri yapımı, Laleli Camii inşası, Koca Ragıp Paşa sadrazamlığı sırasında gerçekleşti. Avrupa Devletleri arasındaki Yedi Yıl Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’ni savaşın dışında tuttu.

III. Mustafa’nın İstanbul’da başlattığı imar hareketine katıldı ve Koska’da (Laleli) kütüphane, çeşme, mektep yaptırdı. Kendi servetini kültür yatırımlarına harcamak istiyordu. Daha önce vali olarak bulunduğu yerlerde yaptığı gibi İstanbul kütüphanelerinden de yazma eserler topladı. Bilim adamlarının övgü ile bahsettiği bir kütüphane yarattı.

Devlet adamlığını ve edebi kişiliğini bir arada yürüten Koca Ragıp Paşa, üç dilde şiirler yazdı. Şiirleri hikmet (felsefe) ağırlıklı idi. 18. yüzyıl divan şiirinin beli başlı temsilcileri arasında yer aldı. Yaşarken şiirlerini toplayamamış ancak ölümünden sonra (1836, 1859) şiirleri düzenli bir divan halinde toplanmıştır. Koca Ragıp Paşa'nın günümüze kadar gelen ve İstanbul kütüphanelerinin bazılarında asılları bulunan diğer eserleri ise “Münşead Mecmua”, “Tahrik ve Tevfik” (I. Mahmut ile Nadir Şah arasındaki yazışmaları ve elçiler arasındaki görüşmeleri içerir), “Safinat al Ragıp” (Arapça muhezarat kitabı) 'tır.

1763 yılında ölen Koca Ragıp Paşa, İstanbul Koska’da kendi adını taşıyan kütüphanenin yanında gömülüdür.


Küplüceli Öznur
1526 yılında Üsküdar'ın güzide semtlerinden Küplüce'de doğan Küplüceli Öznur'un gerçek ismi Öznur Sultan Hanım'dır.Müneccimbaşı Mustafa Bey' in kızıdır.Zengin bir ailede büyüyen Küplüce'linin ilme olan tutkusu küçük yaşlarda fark edildi ve evinde dönemin ünlü müderrislerinden ders almıştır Eğitimi boyunca şiire olan ilgisi giderek artmış ve güçlü kaleminin ünü de yavaşça yayılmaya başlamıştır. Eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik yapmıştır.Yaşamı boyunca Küplüce'de yaşamıştır ve Küplüce'ye olan aşkını sıksık dile getirmiştir.

Çalışmaları
Güzelliğiyle bölgede ün salan Küplüceli, sade bir dille yazdığı kaside,gazel ve rubaileriyle tanınır. Diğer divan şairi kadınlardan aşkı çekinmeden kullanmasıyla ayrılır. Söylentilere göre dönemin ünlü divan şairlerinden Baki ile aralarında duygusal yakınlaşma olmuştur. Aruzun yanı sıra hece vezniyle (ölçüsü) de şiirler yazmıştır. Şiirlerinde Yunus Emre, Fuzûlî ve Şeyh Gâlip gibi ünlü şairlerin etkisini görmek mümkündür.Kadının isteklerini açgözlülük olarak nitelendirir ve döneminin kadınının aşağılık konumundan sıyrılma isteğini sık sık dile getirir. Küplüceli, bir şair olarak kabul görebilmek için, arzularının “merdane” (erkeğe yakışan, mertçe) olmasını ister. Tıpkı alçakgönüllü bir erkek gibi, bilge olmak isteğini vurgular. Yumuşaklık, sevecenlik gibi kadına özgü bazı değerleri, zayıflık ve ruhsal eksiklik diye nitelendirir.

Edebi başarılarının yanı sıra hattatlığı ile de ünlüdür, kendi elleriyle Kur'an yazmıştır.

Söylentiler
102 yaşında Küplüce'de vefat eden Küplüceli Öznur'un 8 hükümet konağını dolduracak kadar kitaplarının olduğu söylentisi vardır.Kitap okumayı,ilmi sevdiğini el yazmalarında sıksık dile getirmiştir.Hayatı boyunca hiç evlenmemiştir ve kendisinin tek aşkının kitaplar olduğunu söylediği rivayet edilir.Küplüceli'nin ayrıca kitap okuyarak can verdiği ve kitaplar içinde gömüldüğü söylentileri de vardır.Kabri bugün Küplüce Koleji'nin arazisindedir fakat yeri belirli değildir.Ayrıca ölümünden sonra Üsküdar'da ki kütüphanelerde geceyarıları ruhunun nöbet tuttuğu rivayet edilirdi.


Latîfî
Latîfî, Kastamonu doğumlu 15. yüzyıl divan edebiyatı şairi. Asıl adı Abdüllatif'tir.

Öğrenimini tamamladıktan sonra, kâtiplik göreviyle İstanbul, Belgrad, Mısır ve Rodos'ta bulundu. 1582 yılında Mısır'dan Yemen'e giderken bindiği geminin batması sonucu öldü.

Latîfî, on civarında eser yazmıştır ve en meşhurları Evsâf-ı İstanbul ve Tezkiretü'ş-Şuara isimli mensur eserlerdir. Tezkiretü'ş-Şuara, Anadolu sahasında Sehî Bey'inkinden sonra bu türde yazılan ikinci eserdir. Eser, bir önsöz, üç bölüm ve bir sonuçtan meydana gelir. Latîfî, eserinde şairler hakkında objektif davranmıştır.


Leskofçalı Galip
Leskofçalı Galip (d. 1828, Leskofça – ö. 12 Aralık 1867, İstanbul ), 19. yüzyıl divan şairi.

Divan şiirinin son temsilcilerinden olan şair, Namık Kemal’in hayranlığını kazanan şiirleri ile tanınır. Encümen-i Şuara Topluluğu sanatı ve kişiliği çevresinde oluşmuştur.

Yaşamı
1828 yılında Leskofça’da (Bugünkü Sırbistan’ın Leskovac şehri) dünyaya geldi. Asıl adı Mustafa Galip’tir. Babası, Üsküp valisi İsmail Paşa, annesi Nişli Hafız Paşazade Mahmud Paşa'nın kızı Tulî Hanım'dır

Çocukluğu babasının görev yaptığı Afyon ve İstanbul’da geçti. 1850-1852 senesinde Bosna Valisi Veliyyüddin Paşanın divan katipliğine atandı. Bir sene sonra Bosna vilayetine bağlı Penoloka Kaymakamlığına getirildi. 1853'te görevinden ayrılarak İstanbul'a geldi.

Kırım Savaşı’nın başlaması üzerine Ordu-yu Hümayun Bahriyye Kitabetine atanarak Kırım'a gitti.

1856 senesinde Van valisi olan babası İsmail Paşa’nın yanında Divan Katibi olarak görev yaptı. Bu sırada özel öğretmenlerden ders alarak Arapça ve Farsça öğrendi. Bir süre sonra İstanbul'daki eski işine döndü. Namık Kemal ve İbrahim Halet gibi şahsiyetlerle tanıştı.

Bundan sonraki görevleri Emtia Gümrüğü Tahrirat Başkatipliği, Gümrük Tahrirat Müdürlüğü, Tuna ve Halep vilayetlerinde başkatiplik ve mektupçuluktur. Tuna vilayetinde Mithat Paşa’nın emrinde görev yaparken Tuna Gazetesi’nde başyazarlık yaptı. Bu gazetede yayımladığı yazılarla tanındı.

Encümen-i Şuara Topluluğu, Leskofçalı Galip'in sanatı ve kişiliği çevresinde meydana geldi. Sanatçı, Fehim- Kadim ve Naili'inin izinden gitmiştir. 1867 yılında İstanbul'da hayatını kaybetti.

Şaire ait Divan, İbnülemin Mahmut Kemal İnal tarafından 1917 yılında yayınlandı.


Mihrî Hatun
Mihrî Hatun, (?-1506) Zeynep Hatun'la birlikte adı bilinen ilk Türk kadın şairlerindendir.

Hayatı
1460 ya da 1461'de Amasya'da doğdu ve 1506'da yine burada öldü.

Asıl adı Mihrünnisa ya da Fahrünnisa'dır. "Mihrî" mahlasını kendisi de bir şair olan babası Mehmet Çelebi bin Yahya'dan (Belâyî) aldı. Hiç evlenmedi.

15.yy. da yasamış olan Mihri Hatun, kendisi de "Belayi" mahlasıyla şiir yazan bir Osmanlı kadısının kızıdır. Kültür düzeyi yüksek bir ailede yetişen Mihri Hatun yaşadığı donemde saygı duyulan edilen bir şair olmayı başarmıştır.

Sultan II. Bayezid ve oğlu Şehzade Ahmed’in Amasya Valiliği sırasında kentte toplanan bilgin ve sanatkarların meclislerine katıldı.

Güzelliğiyle bölgede ün salan Mihrî Hatun, sade bir dille yazdığı kaside ve gazelleriyle tanınır. Diğer divan şairi kadınlardan aşkı çekinmeden kullanmasıyla ayrılır. Şairi Necati Bey’i kendisine örnek aldığı, şiirlerini Necati Bey'e gönderip fikrini öğrenmeye çalıştığı iddiaları da vardır. Söylentilere göre Necati Bey ile aralarında duygusal yakınlaşma vardı. Ayrıca şiirlerinde, Müyyedzâde Abdurrahman Çelebi ve Sinan Paşazâde İskender Çelebi’ye duyduğu aşka dair ipuçlarına da rastlanır.

Mihrî Hanım Divanı 1967'de Moskova'da basılmıştır.Türkiye'de Mihri Hanım Divanı 2007'de basıldı: Mihri Divanı, Mehmet Aslan, Amasya Valiliği Kültür Yayınları

Eserlerinden örnekler

Gazel

Ben umardım ki seni yâr-ı vefâ-dâr olasın
Ne bileydim ki seni böyle cefâ-kâr olasın

Hele sen kaaide-î cevrde eksik komadın
Dostluk hakkı ise ancağ ola var olasın

Reh-i âşkında neler çektüğüm ey dost benim
Bilesin bir gün ola aşka giriftâr olasın

Sözüme uymadın ey asılası dil dilerim
Ser-i zülfüne anın âhiri ber-dâr olasın

Sen ki cân gül-şeninin bi gül-i nev-restesisin
Ne revâdır bu ki her hâr ü hasa yâr olasın

Beni âzâde iken aşka giriftâr itdin
Göreyim sen de benim gibi giriftâr olasın

Bed-duâ etmezem ammâ ki Huda’dan dilerim
Bir senin gibi cefâ-kâra hevâ-dâr olasın

Şimdi bir hâldeyüz kim ilenen düşmanına
Der ki Mihrî gibi sen dahi siyeh-kâr olasın
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
N
Necâtî
Nedim
Nef'i
Nev'îzâde Atâyî
Neşati
Nâ'ilî
Nâbi


P
Priştineli Mesihi



Necâtî
Necâtî Bey (????-1509) Türk divan edebiyatı şairi.

Hayatı hakkında az bir bilgi bulunan Necati Bey'in doğum tarihi bilinmemektedir. Genel kanıya göre gerçek ismi "İsa"dır. Fakat bazı kaynaklarda gerçek ismi "Nuh" olarak geçmektedir. Doğum yerinin Kastamonu olduğu düşünülmektedir. Diğer birçok divan edebiyatçısından farklı olarak özel bir eğitim görmemiş, kendi kendisini geliştirmiştir. Kısa zamanda eserleriyle halkın ilgisini ve beğenisi kazanmış, üne kavuşmuş ve dönemin ünlü isimleri tarafından övülmüştür. Üne kavuştuktan sonra Şehzade Abdullah'ın divan kâtipliğini yapmış, bir süre de sarayda çeşitli görevlerde çalışmıştır. 1509 yılında öldüğü düşünülse de bu tarih kesin değildir.

Necati, Türk divan şiirinin gelişme döneminin (15. yy sonları - 16. yy başı) en önemli isimlerindendir. O zamana kadar Türk divan şiirini fazlasıyla etkileyen İran şiirinden uzaklaşarak, halkın diline ve kültürüne önem vermiş, bunu da şiirine yansıtmıştır. Kullandığı yalın dil ile halka ve yaşama yakın bir tabiat sergilemiş, fazla süslü bir üsluptan kaçınmıştır.Ayrıca divan edebiyatında ata sözlerini kullanarak millileşme akımını başlatmiştır

Eserlerinden Örnek

Sultan Bâyezîd için yazılmış kasîdeden:

Dil oldı şem' bezmüne pervâne şem'üne
Maksûdı yanmadur nice olursa tâ seher

Şevk-i izârun ile delürmişdür âfitâb
Uryân olup tekin mi düşer tağlara seher

Benzer ki urdı deste-i sünbüllerüne dest
K'esdi savurdı hırmen-i gülde sabâ seher


Nedim
Nedîm (نديم) (1680 ? – 1730 İstanbul) Osmanlı'nın en meşhur divan edebiyatı şairlerinden birinin mahlası. Şöhretini Osmanlı İmparatorluğunun 1718–1730 yılları arasındaki Lale Devri'nde kazanmıştır ve yaşamı ve eserleri ile o devrin ruhunun temsilcisi olarak kabul görmektedir.

18.yy da yaşamıştır.Asıl adı Ahmed olan Nedim İstanbul'da yaklaşık 1680'de doğdu. Babası Mehmed Efendi, Sultan İbrahim'in iktidarı esnasında kazasker görevinde bulundu. Küçük yaşlarda medrese eğitimi alan Nedîm burada Arapça ve Farsça öğrendi. Daha sonra fıkıh eğitimi aldı.

Bir şair olarak tanınma gayreti içindeki Nedim, Osmanlı Sadrazamı Ali Paşa'ya bir kaç kaside yazdı. Ama Topkapı sarayına girişini sağlayan Ali Paşa'nın halefi olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'ya yazdığı kasideler oldu. Lale Devri'nin sadrazamı olan Damat İbrahim'in himayesi altında daha sonra kendisini meşhur yapacak olan eserlerini ve yaşam tarzını ortaya koydu. Şair gerek yaşamı, gerekse şiiri ile estetik, sanat ve eğlence eğilimleri ile göze çarpan bu devrin önemli bir temsilcisi olarak kabul görmektedir.

Nedim'in Patrona Halil İsyanı esnasında öldüğü kabul edilmekte ama bunun içeriği hususunda ihtilaflar bulunmaktadır. En meşhur rivayet isyankarlardan kaçarken Beşiktaş'taki evinin çatısından düşerek öldüğü yönündedir. Diğer bir rivayette aşırı alkolden öldüğü söylenir. Bir başka rivayet ise, İbrahim Paşa ve şürekasına yapılan işkenceden ötürü dehşete kapılıp korkudan öldüğü şeklindedir.

Nedim'in mezarı Üsküdar'da Karacaahmet mezarlığında bulunmaktadır.

Eserleri ve şiir anlayışı
Günümüzde Osmanlı Divan Edebiyatının en önemli şairlerinden biri olarak görülse de, bu algı ancak yakın zamanda oluşmuş ve sağlığında iken Nedim o kadar büyük takdir görmemiştir. Örneğin Muhammet (رئيس شاعران) (şairlerin reisi) ünvanı III. Ahmet tarafından ona değil, şimdilerde daha az bilinen Osmanzâde Tâib'e verilmişti. Yaşadığı dönemde kendisinden daha meşhur olan başka şairler de vardı. Bu tanınmamışlık ile eserlerinde kullandığı ve kendi zamanında oldukça alışılmadık olan üslubu arasında bir bağlantısı olabilir.

Gerek kaside'lerinde, gerekse tebrik ve kutlama amaçlı yazdığı şiirlerinde çağdaşı Divan şiirlerinde gözüken kalıp, imge ve kelime haznesini tekrarlayan Nedim, şarkı ve gazellerinde ise hem dil, hem de içerik bakımından yenilikçi bir yola girmiş gözüküyor.

Nedîm'in içerikçe en bariz yeniliği İstanbul kentini şiirlerinde açılışta (matla) kullanmasıdır. Bu mesela İstanbul'u vasıf zımnında İbrâhîm Paşa'a kasîdesinin matla beytinde görülür:

Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl-ü behâdır
Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır

Bu İstanbul şehri ki misli benzeri yoktur
Bir taşına bütün Acem mülkü fedadır

Üstelik, önceki şairler soyut ifadeleri çokça yüceltmesine rağmen, Nedîm şarkılarında somut ifadeler kullanmaktan, ve hatta döneminin mekân, moda ve kıyafetlerine temas etmekten geri kalmaz:

Sürmeli gözlü güzel yüzlü gazâlân anda
Zer kemerli beli hancerli cüvânân anda
Bâ-husûs aradığım serv-i hırâmân anda
Nice akmaya gönül su gibi Sa'd-âbâd'a

Sürmeli gözlü güzel yüzlü gazeller onda
Altın kemerli beli hançerli civanlar onda
Hassaten aradığım salınıp giden selvi boylular onda
Niçin akmaya gönül su gibi Sa'd-âbâd'a (Kâğıthane)

Şiirlerinde genellikle zevk ve aşkı işleyen şair, devlet büyüklerine kasideler sundu. Aşk ve şarap kavramlarının sık sık geçtiği gazeller yazdı. Çağının bütün yaşantısı, bayramlar, helva sohbetleri, şehzadelerin doğuşu, düğünler, güzel yapılar onu etkiliyor, bu olaylar hiç değilse bir "tarih düşürmesine" vesile oluyordu.

Eserleri Nedim Divanı adı altında toplanmıştır. Mahallileşme akımı'nın öncüsüdür. Divan edebiyatındaki soyut sevgili ve mekânlar, Nedim'in şiirlerinde somuta dönüşür. Yani sevgilisi beşeri aşkı anlatır ve de gerçektir. Zevk, eğlence, içki şiirlerinin temelini oluşturmuştur. Soğuk ve yapmacı anlatımdan kaçınmış, anlatmak istediklerini içten bir şekilde şiirlerine dökmüştür. Bunları da daha çok gazelleriyle anlatmıştır.

Büyük şair, divan şiirinin katı kurallarına herkes gibi uysa da, bazı yenilikler yapmaktan geri durmamıştır. Bazı eserlerinde aruz yerine hece ölçüsü kullanmıştır.



Nefi.jpg


Nef'i
'Nef'î (Muhammed) 17. yüzyıl Osmanlı şairlerindendir. Kasidede gerçek bir varlık göstermiş ve gerek kendi zamanında, gerekse sonraki yüzyıllarda kaside yazan bütün şairlere etki etmiştir.

Asıladı Muhammed olan[kaynak belirtilmeli] Nef'i 1572 yılında Erzurum'un Hasankale'sinde doğdu. Bundan dolayı devrin kaynakları Nef'i'den Erzenü'r-Rumî diye söz ederler. Babası ülkesinin etrafından Sipahi Mehmed Bey diye anılan bir kişidir. Daha küçük yaşlardan itibaren güçlü bir eğitim gördü. Öğrenimini Hasankale'de yapmış, sonra Erzurum'a gelerek devam ettirmiştir. Burada Türk edebiyatının ünlü eserlerini okudu, Arapça ve Farsça öğrendi. Nef'i Erzurum'da öğrenimini sürdürürken genç yaşında şiir yazmaya da başlamıştır. İlk mahlası Zarrî "zararlı"dır. 1585 Erzurum defterdarı olan Gelibolulu Müverrih Ali, şiirlerini görmüş, beğenmiş ve bu genç şaire Nef'i "nafi, yararlı" mahlasını vermiştir.

Padişah I. Ahmet zamanında İstanbul'a geldi. Devlet hizmetine girdi ve bir süre farklı memurluklarda çalıştı. Daha sonraları II. Osman ve IV. Murad dönemlerinde yıldızı parladı ve sarayla yakın bir ilişki kurdu. Hicviyeleri ile bilinen Nef'î yazdığı hicivlerle dönemin birçok isminin nefretini ve öfkesini üstüne çekti. Dönemin müftüsü Nef'i yi öven ancak içeriğinde Nef'i ye kâfir diyen bir beyit söylemiştir. Nef'i de buna karşılık olarak;

"Müftü efendi bize kâfir demiş

Tutalım ben O'na diyem müselman

Lâkin varıldıktan ruz-ı mahşere

İkimiz de çıkarız orda yalan"

diyerek cevap vermiştir. Yine bir başka dörtlüğünde kendisine kelp (köpek) diyen Tahir Efendi'ye karşılık verir;

"Tahir Efendi bana kelp demiş

İltifadı bu sözde zahirdir

Maliki mezhebim benim zira

İtikadımca kelp tahirdir"

(tahir temiz anlamına da gelmektedir.)

Yine de uzunca bir süre IV. Murat tarafından korundu, daha sonraları IV. Murat kendisinden hiciv yazmamasını rica etti. Her ne kadar Nef'î padişah IV. Murat'a bu konuda söz verse de, kalemini durduramayıp Vezir Bayram Paşa hakkında bir hicviye kaleme aldı. Bu hicviyesinden ötürü, 1635 yılında, sarayın odunluğunda kementle boğularak öldürüldü. Sonra cesedi İstanbul boğazı'nda denize atılmıştır. Halk arasında Nef'i efendinin ölümü hakkında şöyle bir rivayet geçmektedir: Nef'i çok iyi bir şair olduğu için infazından vazgeçilmiştir.Padişaha gönderilecek belge yazılırken Nef'i de oradadır. Belgeyi bir zenci yazmaktadır ve kâğıda mürekkep damlatır. Nef'i de bu olay üzerine "Mübarek teriniz damladı efendim" diyerek yaşama şansını kaybetmiştir.

Çalışmaları
Onu ölüme sürükleyen hiciv edebiyatında çok başarılı olduğu aşikârdır. Hicvin yanı sıra övgü edebiyatıyla da göz doldurmuştur, bugün dîvân edebiyatının en beğenilen kasidelerinden bir çoğu onun eseridir. Yazdığı kasideler güçlü tekniği ve değişik ahengi ile fark yaratır. Zaman zaman kasidelerinde gördüğümüz aşırı süs ve abartılar bile, güzel ahengi ile sunîlikten uzak doğal bir havadadır.

Başlıca Eserleri

Sihâm-ı Kazâ (Hiciv şiirleri).
Türkçe divan.
Farsça Dîvan.


Nev'îzâde Atâyî
Nev'îzâde Atâyî (d. 1583 - ö. 1635), Divan edebiyatı şairi.

Asıl ismi Atâullah olan Nev'îzâde Atâyî, Nev'î Yahyâ Efendi'nin oğlu olduğu ve şiirlerinde Atâyî mahlâsını kullandığı için böyle anılmıştır.

Öncelikle babasından daha sonra dönemin bazı önemli isimlerinden ders aldı. Eğitimi sonunda müderris oldu. Daha sonraları çeşitli beldelerde kadılık yaptı ve sonunda 1635'te İstanbul'da vefat etti.

En önemli manzum eseri Hamse-i Atâyî'dir. Bu eser beş uzun manzumeden oluşmuştur. Birçok önemli divan şairinden övgü almıştır. Bunun dışında Heft-hân ve Nefhatü'l-Ezhâr isimli iki manzumesi vardır.

Eserlerinden Örnek

Hâbda göz, kalb ise bîdâr idi
Şevki ile dilde veleh var idi

Gâfil olunca beden-i hâksâr
Perdeyi ref'itdi dil-i perde-dâr

Kıldı bizi kâfile-bend-i hayâl
Dâhil-i ma'mûre-i şehr-i misâl


Neşati
Nev'îzâde Atâyî (d. 1583 - ö. 1635), Divan edebiyatı şairi.

Asıl ismi Atâullah olan Nev'îzâde Atâyî, Nev'î Yahyâ Efendi'nin oğlu olduğu ve şiirlerinde Atâyî mahlâsını kullandığı için böyle anılmıştır.

Öncelikle babasından daha sonra dönemin bazı önemli isimlerinden ders aldı. Eğitimi sonunda müderris oldu. Daha sonraları çeşitli beldelerde kadılık yaptı ve sonunda 1635'te İstanbul'da vefat etti.

En önemli manzum eseri Hamse-i Atâyî'dir. Bu eser beş uzun manzumeden oluşmuştur. Birçok önemli divan şairinden övgü almıştır. Bunun dışında Heft-hân ve Nefhatü'l-Ezhâr isimli iki manzumesi vardır.

Eserlerinden Örnek

Hâbda göz, kalb ise bîdâr idi
Şevki ile dilde veleh var idi

Gâfil olunca beden-i hâksâr
Perdeyi ref'itdi dil-i perde-dâr

Kıldı bizi kâfile-bend-i hayâl
Dâhil-i ma'mûre-i şehr-i misâl


Nâ'ilî
Naili, asıl adı Mustafa olup İstanbul doğumlu Türk divan şairidir. Devlet memurluğu yapmıştır. Gazel türünde başarılı örnekler veren şair, şiirlerinde anlam derinliğine inmiştir. Sebk-i Hindi akımının temsilcilerindendir.

EDEBİ KİŞİLİĞİ
Naili 17. Yüzyılın ünlü gazel şairlerindendir. Kasidelerinde Nef’i etkisi altında almış olan Naili, gazelde kendisine has bir üslup yaratmıştır. O Sebk-i Hindinin edebiyatımızdaki en büyük şairidir. Şiirin muhteva yönünden işlendiği bu üslupta Naili, yeni tamlamalar yaparak duygularına daha bir derinlik ve güç vermiştir. Rindane,aşıkane bazen de hakimane konularda yazmış olan Naili, tasavvufun da etkisinde kalmıştır. Sanatıyla kendisine rahat bir hayat temin edememiş olması, orta halli bir memuriyetle geçimini sağlaması,bir ara sürgün hayatı yaşamsı yüzünden şiirlerinde bir bedbinlik vardır. Şiirlerinin üslup ve ifadesine çok itina göstermiş, kusursuz ve güzel söylemeye önem vermiş olan şair, kelimeleri dikkatle seçerek yerli yerinde kullanmış, duygu ve düşüncelerini sözüne söz katılmayacak bir biçimde ve en ahenkli bir ifade ile vermeye çalışmıştır. Naili ince ve zevkli bir şairdir.


Nâbi
Nâbi, (d.1641, Urfa - ö. 1712, İstanbul), ünlü Dîvân edebiyatı şairi.

Hayatı
1641 senesinde, Şanlıurfa'da doğan Yusuf Nâbi yokluk ve sefalet içinde yaşayarak büyümüş, 24 yaşındayken de İstanbul'a gitmiştir. Burada eğitimine devam eder, şiirleri ile tanınmaya başlar. Paşa vefat edince ise Halep'e gider. İstanbul'da geçirdiği dönemde birçok önemli isimle arkadaşlıkları olmuş, sarayla da bazı ilişkiler kurmuştur. Bunun da etkisiyle, Halep'te geçirdiği yıllarda (yaklaşık 25 yıl) devletin sağladığı imkânlarla rahat bir hayat sürdürmüştür. Eserlerinin çoğunu Halep'te geçirdiği bu yıllarda kaleme almıştır. Daha sonra arasının da iyi olduğu Halep Valisi Baltacı Mehmet Paşa sadrazam olunca Nâbi'yi yanına aldı. Bu dönemlerde Nâbi Darphane Eminliği, Başmukabelecilik gibi görevlerde bulundu. Ayrıca, bazı kaynaklara göre Nâbi aynı zamanda çok güzel bir sese sahipti ve müzik konusunda da fazlasıyla başarılı idi. "Seyid Nuh" ismiyle bazı besteleri olduğu bilinir. Nâbi, İstanbul'da 1712 yılında vefat etti. Kabri Karacaahmed Mezarlığı'nda Miskinler Tekkesi'ne giden yolun sol kenarında olup, II. Mahmut ve II. Abdülhamit tarafından tamir ettirildi. Nabi bazı kaynaklara göre espirliydi.

Dönemi, çalışmaları
Nâbi Osmanlı'nın duraklama devrinde yaşamış bir şairdi, yönetim ve toplumdaki dejenerasyona ve bozukluklara şahit oldu. Çevresindeki bu negatif olgular onu didaktik şiir yazmaya itmiş, eserlerinde devleti, toplumu ve sosyal hayatı eleştirmesine neden olmuştur. Ona göre şiir hayatın, karşılaşılan sorunların ve günlük yaşamın içinde olmalı, hayattan, insandan ve insanî konulardan izole edilmemelidir. Bu yüzden şiirleri hayat ile alâkalı, çözümler üretmeye çalışan, yer yer nasihatta bulunan bir yapıdadır. Eserlerinin herkes tarafından anlaşılması ve hayatla iç içe olmasını istemesindendir belki de, kullandığı dil yalın ve süssüzdür.

"Bende yok sabr-ı sükûn, sende vefadan zerre, İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kere."

Na ve bi kelimeleri Farsça ve Arapça'da 'yok' anlamına gelmektedir. Bu beyitte Nabî mahlasının oluşumunu belirtmektedir.


Priştineli Mesihi
Priştineli klasik dönem Türk şairi. Döneminde Osmanlı Devleti’nin önemli Balkan şehirlerinden biri olan Priştine’de 15. yüzyılda doğmuştur.

Mesihî, şuara tezkirelerinin tümünde Priştineli olarak kayıtlıdır. Çocukluk ve gençlik yıllarını Balkanlar’da geçirmiştir. Kendisi Arapça ve Farsçayı şiir yazabilecek derecede iyi bilen bir şairdir. Prizrenli olduğunu ileri sürülen Şem’î ve Zatî gibi, döneminin ünlü şairleriyle de ilişki içinde bulunduğu belirtilmiştir.

Rumeli Beylerbeyi iken kendisini himayesi altına alan Hadım Ali Paşa’nın Şahkulu İsyanı’nda şehit edilmesinden sonra, aslında Ahmet Paşa, Necati ve Zati ile birlikte klâsik Türk şiirinin kurucularından sayılan Mesihî’nin dünyası değişir. Bu olay sonrasında Mesihî yoksulluk içinde yaşamaya başlar. İçine düştüğü vahim durumun etkisi altında Hadım Ali Paşa’ya, en değerli şiirlerinden biri olduğu ileri sürülen bir mersiye yazar.

Kendisine Bosna’da verilen küçük bir tımarla ömrünü tamamlayan Priştineli Mesihî, 1512 yılında, orada ölmüştür. Ahmed Paşa’nın, hakkında, "Rum’da şiirin kâşanesini kurduğunu” dediği ileri sürülen Mesihî’nin üç eserinden biri olan, İran edebiyatında da örneği bulunmayan Şehrengiz’in, edebî tür olarak şairin buluşu olduğu kesindir. Edirne için yazılan Şehrengiz’de, Mesihî’nin, mümkün olduğunca Türkçe sözcükler kullanmaya gayret göstermiştir.

Mesihî divanının en karakteristik örneği kabul edilen “Bahariyye” kasidesi, 1774 yılında Sir William Jones tarafından yayımlanan “Asya Şiiri Antolojisi”ne alınan tek Türk şiiridir.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
S
Salacıoğlu
Sarhoş Abdi
Leyla Saz Hanım
Sırrî Hanım
Sünbülzade Vehbî



Ş

Şeref Hanım
Şeyh Galip
Şeyhî
Şâhidî İbrahim Dede



T
Tacizade Cafer Çelebi
Tatavlalı Mahremi​

Salacıoğlu
Salacıoğlu (tam adı Salacıoğlu Mustafa Celveti veya Giritli Salacıoğlu Mustafa Celveti, bazen şeyh ünvanı ile de geçer) 18. yüzyılda Girit'te doğmuş ve yaşamış bir Türk tasavvuf şairidir. Salacızade ve Salacıdedeoğlu mahlaslarını da kullanmıştır. Bir divanı ve iki mesnevisi bulunmaktadır.

Hayatı hakkında çok az şey bilinmektedir. Babası Şeyh Ahmed Efendi'nin ölüm yılı olan 1756'dan bir süre önce Hanya'da doğmuş, son şiirlerinin tarih düştüğü 1825'den bir süre sonra Kandiye'de ölmüştür. Çok seyahat ettiği, İstanbul'da Üsküdarlı Haşim Baba'nın meclisinde bulunduğu şiirlerinden bilinmektedir. Ebced hesabı ile yazılmış şiirleri de bulunmaktadır.

Bir şiiri

Girîdî Hanyavîyem ben Salacıoğlu’dur nâmım
Seyâhat ehliyem bir yerde yok temkîn ü ârâmım
Vücûdum Ka’besine bir erin avniyle yol buldum
Egerçi hacc-ı beyt etdim velî eskitdim ihrâmım
Şarâb-ı vahdetin yek cur’asın nûş eyledim bir dem
İçinde mest olup hâlâ o keyfiyyetle sersâmım
Kurulmuş bezm-i aşk câm-ı mahabbet devr eder bir bir
Demem gel iç bu demden sûfî yokdur sana ibrâmım
Ne tâ’at ne ibâdet kaldı oldum kâfir-i mutlak
O dostun aşkı yağma kıldı zühdüm dînim îmânım
Safâlar vaktidir arz-ı cemâl etdim dem-i nevrûz
Bi-hamdi’llâh irişdi izzet ü rif’atle bayrâmım


Sarhoş Abdi
Sarhoş Abdi (d. ? - ö. 1621), Türk divan şairi.

Divan-ı Hümayun kâtipliği, nişancılık (1594) ve defter eminliği (1601) yaptı. Sadrazam Sinan Paşa'nın Avusturya seferine katıldı. Zafernâme-i Kal'al-i Üstüvar (Yanıkkale Fetihnâmesi) adlı mesnevisinde Yanıkkale'nin fethini (1593-1594), padişaha sunduğu Arzuhal'de de dönemin yolsuzluklarını anlattı.


220px-LeylaSaz2.jpg


Leyla Saz Hanım
Leyla Saz Hanım (1845-6 Aralık 1936) Türk besteci, yazar, şair.

Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarına tanıklık etmiş, bu dönemde yaşanan kültürel geçiş sürecini eserlerine yansıtmış bir sanatçıdır.

Osmanlı harem hayatını ve İmparatorluğun son döneminde kadınların yaşamını anlatan anıları değişik dillere çevrilip ilgi görmüştür.

Tanınmış mimar Vedat Tek’in ve İstanbul’un işgal yıllarında şehremini (belediye başkanı) olarak görev yapmış Yusuf Razi Bel’in annesidir.

“Yaslı gittim şen geldim" dizesiyle başlayan ünlü marşın ve "Seni sevda çiçeğim, tac-ı serim” (hicaz) gibi şarkıların bestecisidir.


Sırrî Hanım
Sırrî Hanım, (d.1814 - ö.1877) Türk divan edebiyatı şairi.

1814'te Diyarbakır'da dünyaya geldi. Asıl adı Rahile'dir. Diyarbakır eşrafından Ahmed Bey'in kızıdır. Kültürlü bir ailede büyüdü, Divan kültürüyle yetişti. Tahir Zade Bekir Ağa ile ilk evliliğini yaptı.

Bir süre Bağdat'ta yaşadı. Daha sonra İstanbul'a geldi. Yusuf Kâmil Paşa konağındaki şiir-edebiyat sohbetlerine katıldı, paşanın eşi Prenses Zeynep ile dost oldu. Kâmil Paşa ile evlendiği söylentisi de vardır. 1877'de öldü. Edirnekapı Otakcılar Mahallesi'nde Kadiri Dergâhı kabristanına defnedildi.

Kızının ölümü üzerine yazdığı içli bir mersiye ile tanınır. Bir divan oluşturacak kadar şiiri vardır.


Sünbülzade Vehbî
Sünbülzade Vehbî (1718?, Maraş - 29 Nisan 1809, İstanbul), 18. yüzyılın dîvan şairlerindendir. Asıl adı Mehmet olup, Maraş'ta 'Sünbülzadeler' olarak anılan ailenin bireylerindendir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1789 yılında Şeyhülislâm Mehmet Kâmil Efendi için yazdığı kasidenin bir beyitinde, yaşının yetmişe ulaştığını ifade ettiğinden yola çıkarak, doğum tarihi 1718 olarak tahmin edilmektedir.

Dedesi Maraş'ın ünlü müftülerinden Mehmet Efendi, babası ise kendisi gibi şair olan Reşit Efendi'dir. Şairin doğduğu tahmin edilen yıllarda, yine dönemin ünlü bir başka şairi Seyyit Vehbî, Halep'te kadı vekilliği yapmaktadır ve şairin babası Reşit Efendi'de onun yanında görevlidir. Seyyit Vehbî'nin isteği ile Reşit Efendi oğluna ' Vehbî ' adını vermiş, şair de zaman içinde bu adla ünlenmiş ve bu adı mahlas olarak kullanmıştır.

Tam bir bilgi olmamakla birlikte Vehbî'nin çocukluk ve gençliği Maraş'ta geçmiş, medrese eğitiminden sonra İstanbul'a gitmiştir. İstanbul'da devrin ileri gelen kişilerine kasideler ve tarih düşürerek yazdığı dizeleri sunarak ünlenmeye başlamış ve Rumeli kaleminde çalışırken kadılık görevine getirilmiştir. Dönemin şairlerinden arkadaşı Sürurî'nin ' Hezeliyyât ' adlı yapıtında yazdığına göre Vehbî, Yaş, Bükreş, Eflâk, Boğdan ve Siroz gibi yerlerde uzunca bir süre kadılıklarda bulunmuştur.

Güzel yazı yazma ve anlatımdaki becerisi dikkate alınarak, kendisine devletin resmi yazışmalarını düzenleme görevi verilmiş, bu görevindeki başarısı sonrasında da, 1768 Rus seferi sırasında mali işler sınıfına atanmıştır. Bu görevdeki yedi yılın ardından ve iyi derecede de Farsça bilmesi nedeniyle 1775 yılında I. Abdülhamid tarafından İran'a elçi olarak gönderilmiştir. Buradaki görevi sırasında Bağdat Valisi Ömer Paşa ile aralarındaki anlaşmazlık Abdülhamid I'e ulaşır. Ömer Paşa'nın Padişaha ulaştırdığı olumsuz rapor üzerine Vehbî'nin idamına karar kılınır. Ancak çok yakın dostlarının kendisine önceden ulaştırdığı haber üzerine Vehbî, gizlice Bağdat'tan İstanbul'a gider. Yine yakın dostlarının yardımlarıyla Padişaha kendisini affettirir ama uzun bir süre işsiz kalır. Sonunda dönemin Sadrazamı Halil Hamit Paşa'nın yardımıyla tekrar kadılık görevine döner.

Vehbî, bir süre Rodos kadılığı yapar, sonra Avusturya seferi sırasında ordunun kadı vekilliğine atanır. Ordu ile birlikte Edirne, Sofya ve Niş bölgelerinde dolaşır ve ardından 1788'de Eski Zağra kadılığı görevini üstlenir. Burada şair arkadaşı Sürurî'de kendisine kâhyalık görevinde bulunur. Eski Zağra'da görevli olduğu sırada çok kötü olaylar yaşamış, hatta bir süre tutuklu kalmıştır. Bu arada Sürurî ile arası açılır ve onun yazdığı bir hiciv sonrasında Vehbî görevinden alınır. Ancak dönemin Padişahı III. Selim'e sunduğu dîvan sonrası affedilir, önce Manisa'ya sonra Siroz'a kadı olarak atanır.

Sünbülzade Vehbî'nin son kadılık görevleri Manastır ve Bolu'dadır. Bolu'dan sonra İstanbul'a dönen, ancak seksen yaşını da geçen şair, nikris (mafsal romatizması) hastalığına yakalanır, yatağa düşer, gözleri görmez olur ve bilincini kaybeder. 29 Nisan 1809 tarihinde de bu dünyadan göçer. Tarihi kaynaklar, mezarının İstanbul Edirnekapı dışında olduğu üzerinde birleşirler, ancak yeri belli değildir.

Aşağıdaki şiir, edebiyat tarihimizin saygın şahsiyetlerinden Sümbülzade Vehbi Efendi’nin müstesna bir eseridir. şiirin hikayesi ise şöyle: Bir gün padişah Vehbi Efendi’yi yanına çağırır ve:
“Bana öyle bir şiir yaz ki bir mısrasını okuyunca içimden seni öldürmek, bir sonrakini okuyunca ise ödüllendirmek gelsin” der. Ve işte sonuç aşağıda:

Azm-u hamam edelim, sürtüştürem ben sana / Kese ile sabunu, rahat etsin cism-u can.

Lal-u şarap içurem ve ıslatıp geçirem / Parmağına yüzüğü, hatem-i zer drahsan.

Eğil eğil sokayım, iki tutam az mıdır? / Lale ile sümbülü kakülüne nevcivan.

Diz çökerek önüne ılık ılık akıtam / Bir gümüş ibrik ile destine ab-i revan.

Salınarak giderken arkandan ben sokayım / Ard eteğin beline, olmasın çamur aman.

Kulaklarından tutam, dibine kadar sokam / Sahtiyenden çizmeyi, olasın yola revan.

Öyle bir sokayım ki, kalmasın dışarda hiç / Düşmanın bağrına, hançerimi nagehan.

Eğer arzu edersen, ben ağzına vereyim / Yeter ki sen kulundan lokum iste her zaman.

Herkese vermektesin, bir de bana versene / Avuç avuç altını, olsun kulun şaduman.

Sen her zaman gelesin, ben Vehbi’ye veresin / Esselamun aleyküm ve aleykümselam.


Bilinen eserleri

1. DÎVAN : Selim III'e sunduğu ve 5732 beyitten oluşan bu dîvana Vehbî, ' Sünbülistan ' denilmesini istemiştir.
2. LUTFİYYE-İ VEHBÎ : Oğlu Lütfullah için yazdığı bir öğüt kitabıdır.
3. TUHFE-İ VEHBÎ : İran'daki görevinden dönüşünde yazdığı bu eser, 58 kıtadan oluşan manzum bir sözlüktür.
4. NUHBE-İ VEHBÎ : Selim III'e ithafen yazdığı Arapça-Türkçe manzum sözlük.
5. ŞEVK-ENGÎZ : Kadın ve erkek güzelliklerini yansıtan mesnevi tarzında bir çalışma.
6. MÜNŞEÂT : Bu eserin büyük kısmı, şairin de bir beyitinde belirttiği gibi, bir yangın sonrası yok

olmuştur.


Şeref Hanım
Şeref Hanım, (d.1809-ö.1861) Türk şair.

1809'da İstanbul'da doğdu. Şair ve kültürlü bir ailenin kızıdır. Kadirî ve Mevlevî tarikatlarına girdiği bilinmektedir. Sıkıntılarla dolu bir yaşam sürmüştür. Padişah II. Mahmud ve Valide Sultan’a yazdığı şiirlerinde bu sıkıntıları anlatır. Geleneksel kalıplar içinde kalan şiirleri sadelikleri ve düzgün anlatımlarıyla dikkat çekmektedir. Bir divanı vardır.1861'de yaşamını yitirmiştir.

Eserlerinden Bir Örnek

GAZEL

Dildeki dag-i füruzanım ile eğlenirim
Geceler kendi çerağınım ile eğlenirim

Ederim züver-i aguse-i hayalim yâri
Daima hidmet-i mihmanım ile eğlenirim

Söyletip çektiğini şuh-i cefakarından
Sergüzeşt-i dil-i nalanım ile eğlenirim

Komaz avare vü tenha beni manend-i safa
Yine derd-ü gam-i cananım ile eğlenirim

Dest-i ahım dokunup saz-i derunun teline
Nağme-i nale vü efganım ile eğlenirim

Söyleyip serd-i mihmetle nice taze gazal
Şeref eş'ar-i perişanım ile eğlenirim


Şeyh Galip
Şeyh Galip (1757 İstanbul - 3 Ocak 1799) Türk divan edebiyatı şairi, mutasavvıf.

Tarzı ve Edebiyatı
Esed ve Galip mahlaslarıyla yazdığı şiirlerini toplayarak 24 yaşında iken divanını meydana getirdi (1780). Şeyh Galip, hiç kuşkusuz Nedim'den sonraki dönemin en önemli şairlerindendir. Sembolizm benzeri bir tarzın Türk edebiyatındaki öncüsü olmuş, birçok buluşu ve yarattığı mazmunlarla Divan Edebiyatı'nın gelişmesinde büyük bir rol oynamış olmasına rağmen divan şiirinin geleneklerinden de kopmamıştır. Bugün Şeyh Galip'in şiirleri gösterdiği harika sembolizm ve betimlemelerle özellikle Batıda fazlasıyla beğeni toplamaktadır. Şeyh Galip'in eserlerinin en önemli yönlerinden birisi de tasavvufi temellere sahip olmasıdır. Şeyh Galip tasavvuf edebiyatı açısından çok önemli bir isimdir.


Divan (Şiirler)
Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk)
Şerh-i Cezîre-i Mesnevî
Es-Sohbetü's-Sâfiyye

Eserlerinden Örnekler

Dûzah behâr-ı hüsnüne bir gül-sitan senin
Kulzüm şirâr-ı aşkına bir katre kan senin

Bir gevherim var eşk midir dil midir desem
Peydâ benimdir ol dür-i yektâ nihan senin

Bir mihribân gûşederiz âdı mihr ü dâd
Gelmez mi subh-ı sînene ol mîhman senin

Cânan mısın belâ mısın âşub-ı can mısın
Ey bî amân gayrı elinden aman senin

Gâlib durûğ imiş tutalım va'di ol bütün
Îman getür ki dînine sığmaz yalan senin (şeyh galip)

Aşıkta gam ü bela gerektir dildar ise bivefa gerektir. (şeyh galip)

Kıt'a

Eğer desem ki hevalar açıldı geldi behar
Murad oldur ki benimle mahabbet eyledi yar
Ya söylesem ki çemen goncelerle doldu

Odur garez ki tebesümle söyledi dildar (şeyh galip)


Şeyhî
Şeyhî (?-1431) Kütahya doğumlu Türk Divan şairi.

Hayatı
Asıl adı Yusuf Sinanüddin veya Yusuf Sinan'dır. Germiyanlı Şeyhi yada Hekim Sinan olarak da bilinir. Orhan Gazi ve I. Murat'a vezirlik yapmış olan Sinanüddin Fakıh Yusuf Paşa ile karıştırılmamalıdır.

Şeyhi'nin doğum tarihi bilinmese de, Kütahya'da doğduğu ve çocukluğunu burada geçirdiği bilinmektedir. Bazı kaynaklarda, 1371 yılında doğduğu belirtilse de bu tarihin doğruluğu ispatlanmamıştır.

Vefat tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, genel kanı 1431 yılında vefat ettiği üzerinedir. Mezarı Kütahya'da Dumlupınar mahallesinde Erenlerbaşı olarak tanınan bir ziyaret yeridir.

Çalışmaları ve Edebî Kişiliği
Şeyhi, bilime olan merakı ile İran'a gitmiş; burada başta tıp ve tasavvuf olmak üzere yoğun bir eğitim görmüştür. Öğrenimini tamamlayarak Anadolu'ya geri dönmüştür. Bu sıralarda Hekim Sinan olarak anılmaktadır. Bir hekim olarak ünlenen Şeyhi'nin tedavi ettiği hastalar içinde Sultan Mehmed Çelebi de vardır. Başarılı tedavi üzerine Sultan Çelebi Mehmed Şeyhi'ye Kütahya yakınlarındaki Doğanlı köyünü hediye eder. Fakat, Şeyhi köyde (muhtemelen köylülerce) soyulur, dövülür ve saldırıya uğrar. Bunun üzerine Harnâme (Eşeknâme) isimli mesneviyi yazar. Bu fabl eserde, kaderi yük taşımak olan bir eşeğin semiren öküzlere özenmesi üzerine başına gelenler mizahi ve alegorik bir dil ile hicvedilmiştir.

Hacı Bayram Veli'den fazlasıyla etkilenmiş ve onun dervişi olmuştur. II. Murat zamanında saraya çok yakın olan Şeyhi, padişahın hekimlerindendir. Bizzat padişahın isteği üzerine Hüsrev ü Şirin'in Türkçe tercümesini yazmaya başlamıştır. Bu eserini tamamlayamadan vefat etmiştir. Şeyhi erken dönem Divan Edebiyatı şairlerindendir ve divan edebiyatının gelişmesine büyük katkısı olmuştur. Tasavvufi bir kişilik olmasına ve tasavvuf eğitimi almış olmasına rağmen eserlerinde tasavvufi öğeler bulunmamaktadır. Din dışı şiirler yazmayı tercih etmiştir.

Başlıca Eserleri

Divan
Hüsrev ü Şirin
Harnâme

, Ayrıca edebi eserlerinin yanında tıpla ilgili eserlerden kaleme almıştır. Bunlar:

Kenz-ül Menafi
Habnâme
Neynâme'dir.

Eserlerinden örnek

Gelir RedifliGazelinden:

Can bülbili teferrüc-i dîdâr kılmasa
Firdevs bostânı gözüne kafes gelür

Her bî-haber ne bile mahabbet safâsını
Nâ-merde aşk u derd hevâ vü heves gelür

Bilmez kimesne kaafile-i dûstdan haber
Geh geh budur kulaguma bang-ı ceres gelür

Şeyhî ko peşpeşeyi dahı şehbâzı kıl şikâr
Sîmürg-i himet olana âlem meges gelür

(Vezin: Mef’ûlü failâtü mafâilü fâilün)


Şâhidî İbrahim Dede
Şâhidî İbrahim Dede (d. 1470, Muğla - ö. 1550, Muğla), Mevlevi şair. Manzum lügatı ünlüdür. Farsça ve Türkçe manzum eserler kaleme almıştır. Eserlerinde Şâhidî mahlasını kullanmıştır.

Muğla'da 1470 yılında doğan Şâhidî İbrahim Dede, çocukluğunu Muğla'da geçirmiş, ilk eğitimini de burada almıştır. On sekiz yaşına kadar memleketinde, daha sonra Bursa ve İstanbul'da çeşitli ilimleri tahsil edip ilimde yetiştikten sonra, Afyonkarahisar'da Sultan Divânî'nin sohbetlerine katıldı. Bu sırada tasavvufi açıdan kendisini geliştirdi. Daha sonraları Muğla Mevlevihanesi'nde şeyhlik yapmıştır. Yine Muğla'da 1550'de vefat etmiştir ve Muğla Mevlevihanesi'deki dergahında babası Hüdâî'nin yanına defnedildi. Mezarı bugün Muğla'da Camikebir Mahallesi'ndeki Şahidi Camii'nin bahçesinde bulunmaktadır ve türbe halindeki mezar pek çok kişi tarafından ziyaret edilmektedir. Ayrıca türbe yanında -camii bahçesinde- Muğla'da yaşamış pek çok Mevlevi zatın mezarları da bulunur.

Farsça ve Türkçe manzum eserler kaleme almıştır. Gülşen-i Tevhid, Gülşen-i Esrâr ve Gülşen-i Vahdet isimlerinde manzumeleri mevcuttur. Yine de en ünlü eseri manzum lügatıdır.


Tacizade Cafer Çelebi
Tacizade Cafer Çelebi (d. ? - ö. 1515) 15. yüzyılın Amasyalı divan edebiyatı şair ve yazarı, devlet adamı.

Daha ziyade nesirleriyle tanınan Tacizade'nin; Türkçe, Farsça kaside ve gazelleri de vardır. Daha çok İstanbul ve güzelliklerini anlattığı Hevesname adlı mesnevisi ile tanınmaktadır. Ayrıca II. Bayezid ve I. Selim zamanlarında nişancılık ve kazaskerlik gibi idari görevler de üstlenmiştir. Ancak 1515 yılında İran Seferi dönüşünde Sultan Selim tarafından, askeri itaatsizliğe sevketmekten suçlu bulunmuş ve idam edilmiştir.

Eserlerinden bazıları:

Hevesname
Mahruse-i İstanbul Fetihnamesi
Münşeat
Türkçe ve Farça şiirlerini topladığı divanı


Tatavlalı Mahremi
Tatavlalı Mahremi divan şairidir. Divan Edebiyatı’nda Türki-i Basit (Yalın Türkçe) Basitname akımının öncüsüdür. Doğum tarihi bilinmemektedir.İstanbul' un Tatavla ( Kurtuluş ) semtinde doğmuştur.Bu nedenle bu lakapla bilinir. Medrese eğitimi almıştır.Galata kadısının naipliğini 20 yıla yakın bir süre yapmıştır Kadı Hasan Çelebi 'nin maiyetinde Selanik'e gitti.Bir süre orada kaldı.Bir gemi yolculuğu sırasında karısı ve iki çocuğuyla korsanlarca tutsak alındı. Ailesini kurtarmak için gerekli fidyeyi bulmak koşuluyla serbest bırakıldı.İstanbul'a perişan bir şekilde döndü. Tatavlalı Mahremi istenen parayı bulmaya çalışırken İstanbul 'da 1536 yılında öldü.

Karısı ve çocuklarını korsanlardan arkadaşı Minyatürcü Nigari kurtarmıştır. Divan Edebiyatında Arapça ve Farsça sözcüklerin daha çok yer bulmaya başlaması ile şiir dili anlaşılması zor bir hale gelmişti.Halk bu şekilde yazılan şiirleri anlamıyordu.Divan Edebiyatı yalnızca Osmanlı Sarayının anladığı bir edebiyat olmuştu.Halkında bu edebiyatı anlaması için dilde yalınlaşma gerekliydi.Bunu başlatan Tatavlalı Mahremidir.Tatavlı Mahremi aruz veznini ve divan edebiyatının nazım şekillerini kullanmakla beraber öztürkçe şiirler yazarak Türki-i Basit (Yalın Türkçe) akımının öncüsü olmuştur. Türkçe sözcüklerle halk dilindeki atasözleri'ni deyimler'i mecaz'ları kullanmaya çalıştı.Diğer Türki-i Basit şairleri Edirneli Nazmi, Adem Dede ve Aydınlı Visali dir.Ancak diğer divan şairleri bu akıma katılmadığı için sonradan bu akımı izleyenler olmamıştır.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
U

Usûlî

Y

Yenişehirli Avni

Z

Zekeriyazade Yahya
Zeynep Hatun
Zâtî​



Usûlî
Usûlî (? - 1538/39), Divan edebiyatı şairi, mutasavvıf.

Vardar Yenicesi'nde doğmuştur. Şeyh İbrahim Gülşenî'ye bağlanmıştır. Eserleri, hayattayken beğenilmiş, ismi duyulmuştur. Fakir bir hayat yaşasa da gururlu ve onurlu olduğu, insanlara hâlini bildirmediği bilinir. 1538-1539 yıllarında öldüğü sanılmaktadır.

Eserlerinde ilk göze çarpan tasavvufi görüşleridir. Ayrıca dili zamanın göre çok düzgündür. Fazla eser bırakmamıştır. Genel olarak ünlü şairler ve otoriteler tarafından yetenekli bulunmakla birlikte yeteneklerini pek geliştiremediği belirtilmiştir.

Eserlerinden Örnek

Hâtırum cem'iyyetin itdi perîşân ayrılık
Ayrılık kıldı bana dünyâyı zindân ayrılık


Yenişehirli Avni
Yenişehirli Avni (d. 1826, Yenişehir – ö. 1884, İstanbul) , 19. yüzyıl divan şairi.

Türk şiirinin batıya açıldığı bir dönemde divan şiir tarzını devam ettirmiş bir şairdir. Tanzimat şairlerinden Namık Kemâl, ve Ziya Paşa'nın hayranlığını kazanan bir şiir ustasıdır.

Yaşamı
1826 yılında Osmanlı Devleti'nin günümüzde Yunanistan sınırında kalan Yenişehir (Larissa) kentinde dünyaya geldi. Asıl adı Hüseyin'dir. Babası Bekir Paşa, Osmanlı devlet adamlarından Tırhala mutasarrıfı Abdurrahman Sami Paşa'nın kahyası idi. Özel öğrenim görerek yetişti. Arapça, Farsça, Rumca ve bir miktar Fransızca öğrendi.

Abdurrahman Sami Paşa'nın yanında Vidin valisi olduğu dönemde kâtiplik yaptı. Paşa, onun yetişmesi ile ilgilenmiş, Mesnevi'yi bizzat kendisi öğretmişti .

1853-1855 yılları arasında İstanbul'a gitti ve çeşitli bölümlerde memur olarak çalıştı. Mevleviliği benimsemiş olan Yenişehirli Avni, 1855'de Beşiktaş Mevlevihanesi Şeyhi Nazif Dede'nin kızı ile evlendi. Eserlerinde tasavvufî konulara ağırlık verdi. Hayattayken şiirlerini bir araya getirip yayınlamamıştır.

Bir ara divan kâtibi olarak Bağdat'a gitti. İstanbul'a tekrar döndüğünde eşini ve oğlu Hüsameddin'i peşpeşe yitirmesi nedeniyle kendini içkiye verdive ömrünün geri kalan kısmını maddî ve manevî sıkıntılar içinde geçirdi. Hayatta kalan tek çocuğu olan kızı Muhsine'den üç torunu oldu. Son yıllarında Üsküdar Bidayet Mahkemesi üyesi olarak görev yapan şair, Encümen-i Şuara Topluluğu içinde yer aldı.

1884 yılında İstanbul'da hayatını kaybetti. Eyüp Bahariye Dergâhı Mezarlığı'nda kayınpederi ve eşinin mezarı yanına defnedildi[4] Bu mevlevihane 1940'larda yanmış, mezarlar Eyüp Mezarlığı'nın bir köşesine taşınmıştır.

Eserleri
Divan (1890 yılında damadı tarafından bastırıldı)
Âteşkede ([Şeyh Galip]]'in Hüsn ü Aşk'ına nazire olarak yazılmış tamamlanmamış bir mesnevidir)
Mesnevî Tercümesi (Mesnevi'nin ilk üç cildinin mensur olarak çevirisi olan bu eser, tamamlanmamıştır.)
Mir'at-ı Cünun (678 beyitten oluşan yamamlanmamış bir mesnevidir)
Abname (Beşiktaş Mevlevihanesi'ndeki susuzluğu Sultan II. Abdülhamit'e şikayet için yazılmış bir dilekçedir.)
İntak (Rumca'dan tercüme ettiği roman)


Zekeriyazade Yahya
Zekeriyazade Yahya Efendi (1553 - 1644) 16. yüzyılın son yarısında ve 17. yüzyılın ilk yarısında çok uzun yaşıyan, Sultan I. Mustafa, Sultan IV. Murat ve Sultan I.İbrahim devirlerinde üç defa Şeyhülislam olarak yüksek devlet görevi yapmış bir âlim ve ayni zamanda ünlü bir Türk divan şairidir.

Hayatı
İstanbul'da 1552 (hicri 960) yılında doğmuştur. Babası III. Murat devrinde şeyhülislamlık yapmış olan Bayramzade Zekeriya Efendi olup 1592de ölmüştür. Babasının adı dolayısıyla Zekeriyâzâde Yahyâ Efendi olarak da bilinmektedir. Şeyhülislam Yahyâ çok mükemmel ve başarılı bir medrese eğitiminden sonra, devlet görevinde üstün zekası ve derin bilgisi sayesinde hızla yükselmiştir. Hicri 994 yilinda babası ile birlikte hacca gitmiştir. Döndükten sonra Hicri 995'de Atik Ali Paşa Medresesi, Hicri 998de Haseki Sultan medresesinde müderrisliğe atanmıştır. İstanbul'da daha başka medreselerde müderrislikten sonra Hicri 1004de Halep Kadısı tayin olunup İstanbul'dan ayrılmıştır. Sonra sırasıyla Şam, Bursa ve Edirne kadılığı görevlerini ifa etmiştir. Hicri 1012de İstanbul Kadılığına atanmış; ertesi yıl azlolunmuş ise de o yıl Anadolu Kazaskeri görevine atanmış; sonra da Rumeli Kazaskerliğine getirilmiştir. Rumeli Kazaskeri görevini aralıklarla Hicri 1018 ve Hicri 1026da ikinci ve üçüncü defa da ifa etmiştir.

Sultan I. Mustafa'nın ikinci sultanlığının son yılında 1622 (Hicri 1031)de ilk defa şeyhülislamlık makamına getirilmiştir. Bu arada I. Mustafa'nin ikinci defa saltanatı sırasında Sadrıazam olan Mere Hüseyin Paşa'nin azledilip edilmemesi meselesine karışmıştır. Ancak bir yıl sonra yeni Sadrıazam olan Kemankeş Ali Paşa ile geçinmediği için bu makamdan azledilmiştir. İki yıl sonra 1624 (Hicri 14 Saban 1014)de Sultan IV. Murad'in velayet altında olduğu devirde ikinci defa şeyhülislamlık makamına atanmış ve 7 yıl bu makamda hizmet etmiştir. 7 Subat 1632de Sadrıazam Hafız Ahmed Paşa aleyhinde yapılan komplolar sonucu ortaya çıkan kargaşalıkta binlerce kişi Topkapı Sarayı'na yürümüş ve aralarında Sadrazam, Yeniçeri Ağası ve Şeyhülislam Yahya Efendi'nin ismi de bulunan 17 kişilik bir listeyi idam edilmeleri isteği ile padişaha sunmuşlardır. Sadrazaman Hafız Ahmed Paşa'nın hunharca öldürülmesi ile durulan bu ayaklanma dolayısıyla Şeyhülislam Yahya Efendi görevinden çekilmek zorunda kalmıştır. Fitne durulduktan sonra Sultan IV. Murad şaire iltifat ederek "Bunlar seni azlittiler amma ben azl etmedim. Çiftliğine git, bize dua ile meşgul ol. Padişahın padişah olduğu vakit sen de kemakan müfti olursun" dediği bildirilmiştir. Şair önce Sultan Selim civarındaki konağına ve sonra da Topkapı'daki çiftliğine çekilmiştir. 1633 (hicri 1043)de Sultan IV. Murad yeni bir ayaklanmayı şiddetle bastırıp eski ayaklanma elebaşılarını ve onları kişkırtan devlet adamlarını ortadan kaldırıp devlet idaresini kendi eline aldıktan sonra, Yahya Efendi üçüncü defa şeyhülislamlık makamına atanmış ve bu kez ölümüne kadar bu makamda kalmıştır. Ölümü İstanbul'da 1644 (hicri 1053)dedir.

Şeyhülislam Yahya Efendi 92-93 yıl yaşamış ve 20 yıl süre ile üç defa şeyhülislamlık makamında bulunmuştur. Çağdaşları tarafından hoşsobhet, nüktedan, mütevazı, kerim bir zat olarak tanınmıştır. Özellikle Sultan IV. Murad tarafından son derece sevgi ve saygıya layık görülmüş; hatta padişah Şeyhülislam Yahya Efendi'nin elini bile öpmüştür. Bu Sultan döneminde alışılmış geleneklerin aksine Şeyhülislam Yahyâ Efendi, uğur getirir inancı ile, IV. Murad'ın Revan Seferi ve Irak Seferi (ve Bağdat'in Fethine) iştirak ettirilmiştir. Bir şair ve iyi bir insan olarak halk tarafından da sevildiği cenaze namazındaki çok büyük bir kalabalık ile anlaşılmaktadır...
OKUTMAN: SAMET DİLMAN...
Edebî Kişiliği
Şeyhülislam Yahyâ Efendi çağının gerçek gazel ustalarından biri olarak değerlendirilmektedir. Dili zarif ve temiz, hayali zengin, ifadesi ince ve nükteli bir şairdir. Günlük zevkleri, duyguları, aşkları, samimi bir eda ile işlemiştir. Sanatlara düşkün değildir. Aşıkane, kalenderane, rindane ve bazan şûh bir edası vardır.

Ünlü İngiliz Türkologu Gibb Yahya Efendi'yi "Bir taraftan Baki'ye, bir taraftan Nedim'e" el veren büyük bir şair olarak tarif etmiştir. bakiyi nedime yaklaştıran çizgi üzerinde değerlendirilir şeyhülislam yahya...

Zamanının şairleri, (Nef'i, Şerif Sabri ve Naili Kadim) onu övmüşlerdir. Daha sonraki nesillerden Nedim ve Ziya Paşa özel mısralarla Şeyhülislam Yahyâ Efendi'nin şairliğini açıkca belirtmişlerdir.

Ancak kökten dinci softalar, örneğin Fatih Camii vaazı olan Hurşid Çavuşoğlu, Şeyhülislam Yahyâ Efendi'nin şiirlerinden hoşlanmamışlar ve hatta onu kafirlikle suçlamışlardır. Diğer taraftan Nefinin Şeyhülislam Yahyâ Efendi aleyhindeki hicviyeleri de çok ünlüdür.
PROF.DR. YUNUS DAĞ​

Başlıca eseri
Şeyhülislam Yahyâ Efendi'nin başlıca edebi eseri Divan'ıdir. Bu Divan içinde Sultan II. Osman, Sultan IV. Murad ve Hace Efendi için yazılanlardan başka hiç kaside yoktur. Divan'in başında bulunan bir Na't ve içinde bir sâkiname ve bir tahmîs bulunmaktadır. Bunlar dışında Divan tamamen gazeller ile doludur. Zaten Şeyhülislam Yahyâ Efendi Türk edebiyat tarihinde gazelleri ile tanınmıştır.

Eserlerinden örnek

Bir gazel - 'dirsün' redifli

Koymayub tâkatim feryâda nâlân olmasun dirsün

Gözüm yaşını alursun da giryân olmasun dirsün


Cefa taıyla mir'ât-ı dilim sad pâre eylersin

Ne mümkündür yine hâtır perişan olmasun dirsün


Melâhat mülkini teshîr idüb şemşir-i gamzenle

Güzellik kişverinde gayri sultân olmasun dirsün


Benim zannitdüğüm bu kim gurûr-i hüsnüne bir gün

Felek de mihr-i rahşân mah-i tâbân olmasun dirsün


Yine kul olmasun Yahyâ sana ey padişâh-ı hüsn

Yolumda senden özge kimse kurbân olmasun dirsün


Vezin: Mefâilün mefâilün mefâilün mefâilün


Zeynep Hatun
Zeynep Hatun, Divan edebiyatının bilinen ilk kadın şairi. Mihrî Hatun ile aynı dönemde yaşamıştır.

15. yüzyıl Amasya'da yaşamış bir kadı kızı ve bir kadı eşidir. Çağdaşı olan Mihri Hatun ile aralarında latifeler ve karşılıklı şiir söyleşmeleri vardır.

Divanı, Sultan Mehmet adına düzenlenmiştir.

Zeynep Hatun, şiirlerinde kadınların yadırgayacağı çeşitli düşünceler barındırır; Kadının isteklerini açgözlülük olarak nitelendirir ve döneminin kadınının aşağılık konumundan sıyrılma isteğini sık sık dile getirir. Zeynep Hatun, bir şair olarak kabul görebilmek için, arzularının “merdane” (erkeğe yakışan, mertçe) olmasını ister. Tıpkı alçakgönüllü bir erkek gibi, bilge olmak isteğini vurgular. Yumuşaklık, sevecenlik gibi kadına özgü bazı değerleri, zayıflık ve ruhsal eksiklik diye nitelendirir.

Aşık Çelebi, “Mesairus Şuara” adlı kitapta, Zeynep Hatun'un yaşamının son döneminde şiiri bıraktığını, inzivaya çekildiğini anlatır.

Eserlerinden örnekler

Gazel

Keşfet nikabını yeri göğü münevver et
Bu âlem anasırı firdevs-i enver et

Depret lebini cüşe getir hacz-i kevseri
Anber saçını çöz bu cinanı muattar et

Hattın berat verdi saba yeline dedi
Tez er Hatay'a Çin'i tamam et müseehhar et

Yâra yolunda âşk ile derdinden ölenin
Kim der sana ki hecr ile cânın mükedder et

Zeynep çü dost zülfü gibi tarümarsın
Divane olma şiirini divan ü defter et

Zeyneb ko meyli zinet-i dunyaya zen gibi
Merdane var Sade-dil ol terk-i ziver it


Zâtî
Zâtî (d. 1471 - ö. 1546), tanınmış bir Divan Edebiyatı şairidir. Ziya Paşa tarafından Türk şiirine temel koyan şairlerin üçüncüsü olarak anılmıştır. Çok sayıda şiir yazmış olması nedeniyle değişik eserlerin değişik estetik standardlarda olması sonucu ortaya çıkmıştır.

Hayatı
II.Bayezid döneminde Padişah'a kendini sevdirir. Ümmi, okuma yazması olmayan, şairlerden olup medrese eğitimi almamış olmasına rağmen 1700 şiiri vardır. Padişah'a bayramlarda ve nevruzda şiirler yazmıştır, bunlar karşılığında bir vakfiyeye üye yapılmıştır. Ali Nihad Tarlan'a göre Baki'nin şiirlerine ön ayak olan şairlerdendir.

Zati'nin inanilmiyacak kadar cok sayida siiri bulundugu bilinmektedir. Ancak tezireciler sayilar uzerinde degisik bilgiler saglamaktadirlar. Latifiye gore "3000 gazeli, 1000 rubaisi ve kitasi, sehr-engizi, lugazlari, Hikayet-i Ahmed u Mahmud'u, Siyer-i Nebi'si, Mevlid'i, Sem u Pervanasi, Husrev u Sirin tarzinda Ferruh-nam'si vardir". Sehi ise yazdigi gazel sayisin 3000 oldugunu bildirir. Asik Celebi ise 1600-1700 gazeli ve 400 kasidesi bulundugunu belirtmektedir.

Edebi değeri
Hemen söylemek gerekir ki Zatî'nin bu kadar çok eser vermesi onun eserleri arasında birbirini tutmaz standardların bulunmasına yol açmıştir. Özellikle geçinebilmek için ısmarlama şiir ve manzume hazırlaması gerektigi için, bir sürü değersiz eserin ortaya çıkmasını beklemek normaldir. Bu nedenle sık sık tekrara düşmesi ve ücret karşılığı basit şiirler yazması doğal görülebilir.

Ancak bu tip eserlere bakarak Zâtî'yi küçümsemek ve onu değeri düşük bir şiir tüccarı olarak kabul etmek hatalı bir davranıştır.

Belki de bunda iyi bir medrese tahsili görmemesinin de bir katkısı bulunmaktadır.

Ancak Zâtî'nin elimize geçen eserleri arasında gerçekten mükemmel ve çok değerli gazelleri ve kasideleri bulunmaktadır. Büyük yoksulluk içinde ve pek iyi bir tahsili olmayan bir kişinin bu güzel eserleri verebilmesi Zâtî'nin olağanustu zekalı ve şiir yazmaya isdatlı ve sanat kudreti gayet yüksek bir kişi olduğu şüphe götürmez. Diğer taraftan özellikle gençliğinde devlet büyüklerinin takdirlerini görmüş ve birçok genç şaire hocalık etmiştir. Bir taraftan yaşadığı zaman karışıklıkları, diğer taraftan şairin sağırlığı ve hatta avare hayat görüşü layık olduğu hayat düzeyine erişememesine neden olmuştur. Bu fikri çağdaşları da ifade etmiş, eğer böyle olmasaydı kat kat daha da değerli eserler yarabileceğini hemfikir olarak ifade etmişlerdir.

Buna rağmen Zâtî 16. yüzyılın büyük Osmanlı şairlerini etkilemiş ve hatta 19. yüzyılda büyük Turk şair ve düşünürü Ziya Paşa tarafından Türk şiirine temel koyan şairlerin üçüncüsü olarak nitelendirilmiştir.

Eserlerinden örnek

Noldun inlersin felek her-câyi cânânun mı var
Seyr ider her menzili bir mâh-ı tâbânun mı var
Benzüni ey bû-stân fasl-ı hazan mı itdi zerd
Yohsa başa taşra bir serv-i hırâmânun mı var
Ağlayup feryâd idersin her nefes ey andelîp
Hâr ile hem-sâye olmış verd-i handanun mı var
Yoluna cânum revân itsem gerek cânâ didüm
Yüzüme bin hışm ile bakdı didi cânun mı var
Zülf-i dil-ber gibi ey zâti perîşânsın yine
Cevri bî-had yohso bir yâr-î perîşânun mı var

Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün
- . - -//- . - -//- . - -//- . - //
 

KaderKatibi

Dürüstlük insanın kartvizitidir, Matbaada basılmaz
Özel üye
Aşk nâz ü şîve evvel gösterir âşıklaraÂşık ol demde ona cânı fedâ etmek gerek

Adile Sultan
 
Top