Dil Kirliliği / Gönül Kirliliği

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
Günümüzde insanlar birbirini anlamakta güçlük çekiyor. Anlaşamayan insanlar birbirlerini sevemiyor da. Hoşgörüsü yok, boş görüşü çok insanların çoğunluğu oluşturduğu bir toplumda iç huzurdan, birlik ve beraberlikten söz edilemez. Anlaşamama sonucu ilişkiler bozulmakta, kalpler kırılmakta, gönüller kararmakta ve mutsuz insanlar çoğalmaktadır. Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta olduğuna göre, anlaşmazlıkların temelinde de dili yeterince bilmeme, sözcükleri yerli yerinde kullanmama, yabancı dillerin etkisiyle dilde ve kültürde meydana gelen yozlaşma gibi hususları aramak gerek. "Televole" kültürünün yaygınlaştığı bu günlerde dilimiz de, gönüllerimiz de kirlenmeye devam ediyor.

Dil kültürün can damarıdır. Kültür de milletin temel taşıdır. Dilin kirlenmesi damarların tıkanması demektir. Damarları tıkanan bir insan nasıl ölüm tehlikesiyle karşı karşıya ise, dil kirliliği yoğun olan bir millet de ecel terleri dökmeye başlamış demektir. Çünkü dildeki kirlenme ruhları ve gönülleri karartıyor, gönülleri kararanlar da sevgisizleşiyor. Anlama ve / veya anlatma özürlü insanların çoğunlukta olduğu bir toplumda anlaşmazlıkların, huzursuzlukların bulunması da olağanlaşıyor.

Dil kirliliği, gönül kirliliğinin de oluşmasına zemin hazırlıyor. Dil kirliliğinin etkisinde kalan insanlar aynı kelimeleri kullanmış olsalar bile anlaşamıyor. Çünkü kelimelerin asıl anlamı, yan anlamı, mecaz anlamı vs. bilinmiyor. Bir kelimenin farklı anlamlar taşıması dilin zenginliğini gösterir ama o kelimenin diğer anlamlarını bilmeyen insanlar anlaşamıyor ve bunun sonucunda kavram kargaşaları ortaya çıkıyor. Dili ile birlikte gönlü de kirlenen insanlar ya söylenenleri anlamıyor, ya da yanlış anlıyor. Kelimelerin anlam zenginliklerini bilemeyenler, sözlere "sokak dili"nde kullanılan "argo" anlamları yükleyebiliyor. Böylelikle,Yahya Kemal'in "Bu dil ağzımda anamın ak sütüdür" dediği Türkçenin aklığı, berraklığı da kirletilmiş oluyor.

Dil kirliliğinin en yoğun yansıması "Türkilizce" adı verilen ve Türkçe mi, İngilizce mi olduğu belirsiz bir dille yazma / konuşma şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu melez dille yazan / konuşanlar arasında da Batı hayranı bilim adamları çoğunluğu oluşturmaktadır. Türkiye'nin geleceğine yön veren insanların Türkçeyi önemsememeleri Türk gençlerindeki millî duyguyu zedelemekte, böylelikle millî birlik ve beraberliğimizi de tehlikeye sokmaktadır.

Yabancı dille eğitim yapılan okulların yaygınlaştırılması ve üniversitelerdeki akademik aşamalarda önceliğin yabancı dile verilmesi bu tehlikenin büyümesine sebep olmaktadır. Araştırma Görevlisi olurken, doktoraya girerken ve doçentliğe yükselirken; adayın kendi bilim alanında başarılı olup olmadığına / olamayacağına öncelik verilmemektedir. Bilim adamı olmak isteyen gençler seçilirken, öncelikle yabancı dil belgesi olup olmadığına bakılmaktadır. KPDS, ÜDS gibi yabancı dil imtihanlarında başarılı olamayan adaylar, ağzıyla kuş tutsa da, bilim adamı olma yoluna adım atamamaktadır! Bilgin olmak isteyen gençlerin korkulu rüyası haline gelen bu yaklaşım, Türk biliminin gelişmesine de en büyük darbedir.

Şüphesiz ki, "Bir lisan bir insandır" anlayışıyla yetişen hiçbir insanımız dil öğrenmeye karşı çıkamaz. Biz de dil öğrenmeye karşı değiliz. Yabancı dil / diller öğrenilmeli fakat yabancı dille eğitim yapılmamalıdır. Anlaşabilecek kadar bir dili öğrenmek başka, o dilde makale yazabilmek bambaşkadır. Çevirmenlik başka, bilginlik bambaşkadır. Hem Türkçeyi önemsememek hem de Türk olduğunu ileri sürmek çelişkili bir durumdur. Atatürk'ün de dediği gibi; "Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri de dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz." Atatürk'ün şu sözlerinde de aynı millî şuur öne çıkar: "Ülkesini yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır." (1930)

Yaygın yayın organlarının estirdiği rüzgâra kapılan insanlarımız da dil kirliğinin yayılma alanlarını genişletmektedir. "Yabancı adlar taşıyan TV kanallarını seyreden, adı ve / veya dili Türkçe olmayan dergileri, gazeteleri okuyan Türk çocuğu "talk-show" seyretmeyi, "hamburger" yemeyi, "harddrink" (=sert içki) içmeyi "life style" (yaşama biçimi) hâline getirdi" (Durbilmez 2011: 9). Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu kadarı bile ne acı değil mi?

"Dil kirliliği" derken dile de haksızlık etmemek gerekir. ("Dil kirliliği" yerine "dil cinayeti" demek daha doğru mu olurdu acaba?) Kirlilik dilde değil, dili yeterince bilmeyen insanların konuşmalarında / yazmalarındadır. "Her Türk, Türkçeyi doğru ve güzel kullanmalıdır. Ödünç kelimeleri dilimizden söküp atamayacağımıza göre, bunların doğru şekillerini öğrenip kullanmak zorundayız. Kalpsiz (merhametsiz, sevgisiz) insanlarla yüreksiz (korkak) insanlar karışıyor / karıştırılıyor. Bir Türk büyüğünü ölüm yıldönümü dolayısıyla anacak yere "ölüm yıldönümü dolayısıyla kutlayanlar" çoğaldı. Türk genci sinirlenmiyor "sinir oluyor", inanmadığı zaman "inanamadım" / "inanmazlar" yerine "yemezler" diyor. Sebebiyle, vasıtasıyla, dolayısıyla, münasebetiyle, yüzünden, bakımından, ilgili olarak, yol açmak gibi sözcükler / sözler yerine "nedeniyle" sözcüğünü kullanınca iş bitiyor. Bu arada sebep olmak, sebebiyet vermek, sebebin gözü çıksın gibi ifadeler de unutuluyor. Şeref, haysiyet, itibar, gurur, izzetinefskavramlarına karşılık olarak yalnızca "onur" sözcüğü kullanmaktan "onur duyanlar" var. Hamle, safha, kademe, basamak, derece gibi kavramlar yerine aşama kelimesini kullandıkları halde kendilerini aşamayanlar çoğaldı. Hücum, taarruz, fetih, tecavüz, baskın gibi kelimeleri atarak saldırı sözcüğünde karar kılan saldırganlar "Büyük Taarruz"u "Büyük Saldırı"ya dönüştürmüşler, Türk büyüklerini ve Türk milletini saldırgan ilân etmişlerdir (Durbilmez 2011: 9-10).

Dinî konularda da aynı felâketle karşı karşıyayız. Din alanında işlenen dil cinayetlerine bir örnek vermek yeter: "Dinayet İşleri Başkanlığı!". ("Diyanet İşleri Başkanlığı" değil miydi?)

"Son yıllarda "-sal / -sel" ekini olur olmadık her yerde kullanma hastalığı da baş gösterdi. Sözgelimi; "İşitsel aksaklık" ve "görsel bozukluk" sahipleri, "sanatsal etkinlikler" yapmak istiyorlarmış da "parasal sıkıntıları" varmış. Nedense, işitme aksaklığı, görme bozukluğu, sanat çalışmaları, para sıkıntısı yerine o sözcükleri kullanmaya çalışıyorlar. Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gibi Türk Cumhuriyetlerinden söz ederken "Türkî Cumhuriyetler" sözünü kullananlar iyi ki "Türksel Cumhuriyetler" demiyorlar. Burada "Türkî Cumhuriyetler" sözü de "Türksel Cumhuriyetler" sözü de yanlıştır. Doğrusu aş evi (aşsal ev değil), ev hanımı (evsel hanım değil), bilim adamı (bilimsel adam değil), baş ağrısı (başsal ağrı değil) gibi kullanımlara uygun olarak Türk Cumhuriyetleri ve Türk devletleri (Türkî devletler değil) sözleri tercih edilmelidir. Yeri gelmişken belirtmeliyiz ki, Türk kökenli olmayıp da Türklerle akraba olan -Tacikistan, Moğolistan, Çeçenistan, Bosna-Hersek gibi- devlet ve topluluklardan söz ederken "Türkî Cumhuriyetler", "Türkî devletler" denilirse doğrudur." (Durbilmez 2011: 10).

Soysuz sözcükleri kullanarak, Türkçenin yapısını bozmak isteyenlere yardımcı olunmamalıdır. Yabancı kelimelerin sonuna Türkçe yapım ekleri getirilerek, Türkçe kelime köklerine hangi dilden geldiği belli olmayan "yapım ekleri"(?) ilâve edilerek oluşturulan / yapılan kelimeleri kullanmak, yabancı kelimeleri kullanmaktan daha tehlikelidir. Çünkü yabancı kelimelerin yerine Türkçe sözcükler türetmek her zaman olağan olduğu halde, Türkçe köklü sözcüklerin sonlarına uydurma ekler getirilerek yapılan kelimeleri atabilmek oldukça zordur.

İşyeri adları, kişi adları, kurum ve kuruluş adları da Türkçe olmalıdır. Halkın bu konuda yönlendirilmesinde / bilinçlendirilmesinde yöneticilerimize, özellikle de valimize ve belediye başkanlarımıza büyük iş düşüyor… Sivil toplum kuruluşları da bu konudaki çalışmalarını hızlandırmalıdır.

SONUÇ

Millî duyguların bulanması dil kirliliğini, dildeki kirlilik de millî duyguların körelmesini tetiklemektedir. Çünkü millî duygu ile dil arasındaki kuvvetli bağa dikkat çeken Atatürk'ün de dediği gibi; "Millî duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî duygusunun gelişmesinde başlıca etkendir." Dilimize sahip çıkmazsak, milliyetimizi de kaybederiz. Atatürk'ün şu sözleri de dilin millet hayatındaki yeri ve önemini veciz bir şekilde ortaya koymaktadır: "Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felâketler içinde ahlâkının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin, kalbidir, zihnidir." (1929)

Bayrağımıza biri yan gözle baksa, birileri bir karış toprağımıza göz dikse, birileri inançlarımıza dil uzatmaya kalkışsa milletçe tepki gösteririz. Dilimiz de bayrağımız kadar kutludur. Bayrağımıza yapılan saygısızlığa tepki gösteren soydaşlarımız, "Ses bayrağımız" olan Türkçeyi bozmaya çalışanlara neden aynı tepkiyi göstermiyor? Ay-yıldızlı nazlı bayrağımız, istiklâl marşımız ve devletimiz gibi Türkçenin de bağımsızlığımızın göstergelerinden olduğu bilinmiyor mu?

Hava kirliliğine karşı çeşitli tedbirler alındığı halde, dil kirliliğine karşı sessiz kalınmaktadır. Havayı kirletenleri cezalandıran kurum ve kuruluşlar, dil kirliliği konusunda da hassas olmalıdır. Kutlu değerlere saygılı insanların çoğunlukta olduğu Kayseri'de / Yozgat'ta bile cadde ve sokakları gezerken iş yeri adlarına bir baktığınızda dil kirliliğinin yoğunluğu karşısında irkilirsiniz. Dilimiz kutlu değil mi? Bayrağımız, yurdumuz, devletimiz, inançlarımız kadar dilimiz de kutludur. Hatta bütün bu kutlu değerlerimizin korunması da dille mümkündür.Bir düşünelim: bütün gelenekler, görenekler, kutlu sayılan kabuller, davranışlar, inanışlar… yeni nesillere dil ile aktarılmıyor mu?

Türk insanı Türkçe düşünmeli, Türkçe konuşmalı, Türkçe ağlamalı, Türkçe gülmeli, Türkçe sevmeli, Türkçe alışveriş yapmalı, Türkçe giyinmeli, Türkçe yaşamalıdır. Aydınlık geleceğimizin temelini oluşturmanın birinci yolu dilimizi ve gönlümüzü kirlenmekten korumaktır. Bunun çabası içinde olmak, her Türk insanı için millî bir görevdir.

Dilimizdeki ayrık otlarını ayıklayamazsak sıkıntılarımız bitmeyecektir!

Kaynak:

Doç.Dr. Bayram Durbilmez
 
Top